Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

GÜNLERDEN BİR GÜN KURBAĞA YARIŞI DÜZENLENMİŞ!!! (1 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ufaklik00

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
20
Tepki puanı
0
Puanları
0
SENİ SEVEN KAYINPEDERİN :)

SENİ SEVEN KAYINPEDERİN :)

Üç damadı olan bir Kayın Valide, Damatlarının onu sevip sevmediğini anlamak ister...
Bir gün büyük damatla gezintiye çıkar ve sahilde gezinirken denize düşer (atlar).


Damat hemen peşinden atlayarak onu kurtarır.
Bir sonraki gün damat kapıda sıfır bir
Peugeot 206 görür,camın üzerinde şu not vardır:

Beni kurtardığın için teşekkürler.
Seni seven Kayınvaliden.

Başka bir gün ortanca damatla gezintiye çıkarlar ve Kayın Valide yine suya düşer. Ortanca damat da peşinden atlar ve onu kurtarır.Ertesi gün kapıda bir Peugeot 206, ve ön camda bir not:

Beni kurtardığın için teşekkürler.
Seni seven Kayın Validen.

Aynı senaryo küçük damatla da denenir ancak...Küçük damat bunun daha önce olması gerektiğini düşünür ve kılını bile kıpırtatmaz.Kayın valide boğulur...Bir kaç gün sonra kapıda son model bir Porsche Carrera GT, ve ön camda bir not:

Teşekkürler!!!Seni seven Kayın Pederin

:) :)
 

menekse_87

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2007
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: SENİ SEVEN KAYINPEDERİN :)

RE: SENİ SEVEN KAYINPEDERİN :)

:D:D
 

ufaklik00

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
20
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: SENİ SEVEN KAYINPEDERİN :)

RE: SENİ SEVEN KAYINPEDERİN :)

;);)
 

desertrose

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
3,480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

Düşünce mecnun çöllere
Kumlarda Leyla'yı görür
Dalar derince düşlere
Uyur da Leyla'yı görür

Yanar güneşin yüzünde
Yandıkça Leyla'yı görür
Bulutlardaki çisede
Yundukça Leyla'yı görür

Bülbüllerin ötüşünde
Kanar da Leyla'yı görür
Kırlangıcın hicretinde
Uçtukça Leyla'yı görür

Pembe gülün yaprağında
Koklar da Leyla'yı görür
Memleketin toprağında
Yattıkça Leyla'yı görür

Bir tel saçın karasında
Kararıp Leyla'yı görür
Geçmez hançer yarasında
Kanar da Leyla'yı görür

Bilmez ki Leyla kandedir
Çölde, denizde, nerdedir
Gözün gördüğü yerdedir
Baktıkça Leyla'yı görür

Meryem Şahin
 

Sefine-i Hayat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
987
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

S.A. KARDEŞİM.EMEĞİNE SAĞLIK ÇOK HOŞ PAYLAŞIMLARDI.TAA GÖNLÜMÜZE AKTI.ALLAH RAZI OLSUN.SELAMETLE...B)
 

desertrose

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
3,480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

Sefine-i Hayat yazdı:
S.A. KARDEŞİM.EMEĞİNE SAĞLIK ÇOK HOŞ PAYLAŞIMLARDI.TAA GÖNLÜMÜZE AKTI.ALLAH RAZI OLSUN.SELAMETLE...B)

Aleykum selam kardeşim.. Sağolasın beğendiğine sevindim..
Allah c.c. cümlemizden razı olsun selametleB)B)
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

RE: Bir Leyla düşlemesidir aşk...

S.A...ALLAH C.C.RAZI OLSUN...EMEĞİNİZE SAĞLIK...A.E.O...SELAMETLE...

"Oysa, varlığın özünde sevda hamuru vardı. O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı. Adem ile Havva'dan dökülen. Şimdi ezeli pişmanlıklara değil, günübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız."
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Ah ön yargılar!

Ah ön yargılar!

O günlerde son derece kararlıydık ve birilerine karşıda, bir o kadar ön yargılıydık, bölüntü çatışmaları çok ön plandaydı.

Bizim gibi düşünmeyen her kim varsa, zavallı, tebliğe muhtaç, kalb gözleri kapalı insanlar alarak telakki ederdik, çünkü bizlere öğretilen bunlardı, inanıyorduk.

O kadar enteresan ki, bir kimse içkimi içiyor, altın yüzük mü takıyor, bayanlar açık mı giyiniyor, hemen yargımız kati ve çok kesindi.

Namaz kılmıyor mu, haremlik selamlık uygulamıyor mu, kâğıt, tavla veya okey oynuyor görüyoruz işte tamam yargımız kesindi.

Bizim dışımızda kalan insanlara, böyle çarpık bir düşünceyle bakmamızı, kimler önerdi, bu kanaat bizlerde nasıl oluşmuştu, yalnızca bizim söylemlerimizin doğruluğunu neye göre, tespit ediyorduk, ayet-hadis deniyordu ama biz bilmiyorduk.

Bizim insanlara şu veya bu şekilde diyerek, ön yargıyla bakmamız, onlardan uzak kalmamız, bizlere ne kazandırıyordu, hala merak ederim.

Asabiyet ve gerginlik dışında, tefrikaya sebep olan bu nevi davranışlar, bir ilahi din öğretisi olabilir mi, o zamanlar ağabeylere inandığımızdan pek anlayamıyordum.

Bizim insanları dinlemeden, sosyal ilişkilere girmeden, ne demek istediğini ve ne düşündüğünü bilmeden, tercih etmek en doğal hakkı olduğu halde, bizim düşüncelerimizi paylaşmıyor diyerek, onu haksız görmemiz ne ile alakalıdır.

Bizim insanları yargılama hakkımız var mı, böyle bir hak bize verilmiş mi, sürekli başkalarını mahkûm ediyoruz fakat şunu da biliyoruz ki, hiç kimsede mahkûm olmak istemez, buna rağmen en az yaptığımız şey iç muhasebemizdir.

Yani, aklımızı, izanımızı, tecrübemizi, mukayesemizi, muhakememizi, insan olabilmek sürecindeyken, elde ettiğimiz bilgileri değerlendirmez isek!

Bunun nedenli önemli olduğunu bilmeden, merakı ve öğrenmeyi askıya alırsak, başkaları daha iyi bilir diyerek, düşüncelerimizi bir şekilde dondurur isek!

Hayat ve nizam ölçüsünü, çok değişken ve farlı yazan yazarların kitaplarından, belirli kalıp ve ölçülerde okuyarak, bulunduğumuz şartları tanımadan, gelişim ve değişimleri özümsemeden, uygularsak!

Nasıl bir hayatın, bizleri beklediğini görmek için, zorlanmaya asla lüzum yoktur, zira bu denli açık bir tehlikeyi göremeyenin, basireti kapanmıştır, dolayısıyla böylesi kronik kişilerden, ne bağ olur ve nede bahçe.

İlahi adaletten uzak, bir hayalin peşinde olduğumuzu, hiç düşündük mü, hayır çünkü bizim için düşünenler var zaten.

İşte böyle garip ve anlaşılmaz olunca, birey kimdir, kul nasıl olmalıdır, hak ve yetkilerimizin sınırlarını nelerdir?

Bunları tespit etmeden, yaşadığımız hayatın koşullarını tanımadan, inancımızın gereklerini anlamadan yaşıyor isek?

Bilgisizliğimizden kuşkular ve zanlar peşimizi asla bırakmazlar, dolayısıyla iliklerimize kadar bizleri kuşatarak, bizim tek yol pusulamız olan, akıl, mantık, idrak böylece dumura uğrarlar.

Bir zamanlar haremlik selamlık, en katı biçimiyle uygulanırken, futbola ve dolayısıyla topa farklı anlamda yaklaşırken, bayanın sesi haramdır diyerek, peşin hükümlü karar alırken, ne oldu da birden bire, bu tavırlardan vazgeçtik?

Şimdi stadyumlarda, bayanlara özel ilgi ve alaka göstermenin, futbol takımlarının, yöneticiliğine soyunmanın ve bizzat futbol oynamanın dolayısıyla çocuklarımızın oynamalarını teşvik ederek bu duruma gelmemizi nasıl izah edeceğiz ve ne şekilde yorumlamalıyız?

Bu konuları daha önceleri bilmiyor muyduk veya yanlış mı yorumluyorduk, bunlara benzer o kadar çok değişimler var ki, kime ne demeliyiz, ağabeyler nasıllar?

Binaenaleyh sosyal yapıyı, mutlaka en güzel biçimiyle analiz etmeliyiz, bu çok önemli sosyal konuyu ihmal edersek veya önemsemez isek, bunun faturasını ödemekte çok ağır olacaktır.

İnsanları anlamsızca yokuşa sürmenin, bu manada hedef göstermenin, yok olmadı sil baştan demenin, bizim sucumuz yok, suç başkalarının demenin, ne kadar manasız ve mantıksız olduğunu izah etmeye dahi gerek yoktur.
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Değerli yazar Üstada…

Değerli yazar Üstada…

"iki hayatın var olduğunu ve hayal âlemin de bulunduğumuzu farz edersek, ağırlığın verilmesi gereken yeri bilenlerdendir demek yerinde olur"diyorsunuz.
Sevgili üstat; zatımla ilgili tespitleriniz için bahtiyar olduğumu bilmenizi isterim.
Makale, hikâyelerim için “devede kulak kalır” teşhisiniz biraz manidar geldi.“Nakşeden izler” anı roman çalışmamı bu siteye bir bütün halinde ekleme fırsatını bulamamıştım. Bu nedenle bölümler halinde yayınladım.
Bu çalışmam diğer sitelerde fevkalade revaçtadır. Şiir çalışmama gelince; bu alanda çok başarılı olduğum söylenemez elbette.
Fakat okurlarımdan gelen talepler nedeniyle belki biraz fazla zaman ayırdığımı söylemek mümkündür…
En fazla şiir ürettiğim dönem, bu siteye yazmaya başlamamdan itibarendir.
Ama sevgili üstat bilmelisiniz ki, o kadar güzel tepkiler alıyorum ki edebiyat çevrelerinden, haz almadığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Şiirlerime, ilham perimin kayıplara karışması sebebiyle, bir süreliğine ara verdiğimi belirtmeliyim.
En son yayınladığım” Nefesinle solayım” çalışmasıdır.
Fakat en çok alındığım, başlangıç paragrafında ki hatırlatmanızdır.
Hakikaten biraz yüreğimi sızlattı…
“İki dünyanın var olduğunu ve hayal âleminde bulunmak”
Demek ki yazdıklarımda bu pek fark edilmiyordu.
Hayalin eşiğinde bir emeğin döküntüleriydi… Hayal… Ah bu hayal olmasaydı… Aşk nasıl anlaşılırdı… Nasıl yaşanırdı?
Kurtulamadığımız bir monotonluğun pençesinde yaşamak, o kadar meşakkatli ki benim için, inanın kelimelerle anlatmak kifayetsizdir…
İşte sevgili üstat şiirlerle ben hayalin meşkinde seyretmişsem, inanın bundan asla bizar değilim, çok keyif aldım, birçok yeni dost kazandım.
Yüreğimin hücresinde hapsolan duygularımın kapısını, atmosfer dostlarına açtım. Onlarla paylaştım, sağ olsunlar kıymet verdiler, yorumlarda bulundular…
Aşk bir hakikatse onu yaşadım dersem abartmış olur muyum bilmiyorum.
Hissettiğim aşkın ta kendisiydi… Bilmeden… Görülmeden… Sadece satırlarla yaşana bir aşk düşüne biliyor musunuz?
Şekliyeti önceleyenler biliyorum ki çok şaşıracaktır… Kim ne derse desin şaşmayan bir esin kaynağım olmuşu!
Mısralarında bulduğum mana derinliği, hislerimi tetikliyordu.
O bir sanatçı ruhluydu… Mısralarında güftenin izleri mevcuttu…
Bir kemanın nağmelerinde dinlenseydi mısraları ne harika olurdu…
Bir ressamım hassasiyeti mevcuttu… Tuval onun ellerinde raks ediyordu…
İşte hissettiklerinizi bu haleti ruhla kaleme alırsanız… Neler çıkıyor emeğinizden bir bilseniz…
Aşk acısını bilen kaç insan vardır… Arzunun değil, hazzın aşkını…
İşte bu güzel ve görmediğim insan aşk acısını bilendi… Hissedendi… Bir sevendi… Sevmeyi bilendi…
Demem odur ki sevgili üstat, aniden yüreğimi yakalayandı… Kendine katandı… Fizik kurallarını hiçe sayarak… Tenleri mahkûm bırakarak… Hayânın içinde kalarak…
İşte her iki dünyayı da hayallerimizin zenginliğiyle güreleştirebiliriz…
Aşk bizlere manayı yaşatandır ey sevgili dost…
Aşk hak kapısında kavurandır…
Aşk gülün kokusundan, bülbülün feryadından imbiklerdir…
Yaptığınız yorumlar için teşekkür ediyorum…
Sevgi ve muhabbetlerimi gönderiyorum…
 

etruce

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2006
Mesajlar
192
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Omerden Mektup var‎

Omerden Mektup var‎

Bu mektup Amerikanin Irak'i isgali sonrasi
>>Irakli Omer adinda bir cocuk tarafindan yazilmistir.
>>Amerikanin gercek yuzunu gormek isteyen herkesin bir ders cikarmasi
>>gerektigini dusunuyorum…
>>
>>Ben Basra’dan Omer…
>>Belki haberin yoktur diye yaziyorum Franks,
>>Once demokrasi yagdi goklerden
>>Sonra ozgurluk gecti ustumuzden palet palet…
>>Ve insan haklari namlularindan yuzu maskeli adamlarin
>>Saniyede bilmem kac bin adet.
>>Demokrasi bizim eve de isabet etti .
>>Bir gun sonra anladim ayaklarimin koptugunu
>>Babamin vucudun da tam on sekiz adet İnsan haklari saymislar.
>>Annem zaten yoktu
>>Ben dogarken ilac yoklugundan olmus.
>>Ambargo falan dediler ya Anlamadim, cocuk akli iste Sen daha iyi
>>bilirsin…
>>Sizde de baris boyle midir Franks?
>>İnsan haklari, cocuklari yetim ve ayaksiz birakir mi orada da?
>>Ya demokrasi? Gupegunduz pazara duser mi?
>>Ve zenginlik… İnsanlari korkudan uykusuz birakir mi?
>>Ve kuslar gokyuzunu terkeder mi orada da?
>>Babama soyledigim son dua dilimde,
>>Ayaklarim hastanede,
>>Ve giymeye
>>kiyamadigim ayakkabilar elimde kaldi
>>Cocugun var mi Franks?
>>Al… cocuguna gotur onlari
>>Bir ise yarasin.
>>Kimbilir baktikca
>>Belki beni hatirlarsin
>>“Bu nasil demokrasi Franks.? Dustugu yeri yakti,
>>Merhamet hur dunyaya bu kadar mi Irak’ti?”
>
 

Kucukumut

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Haz 2007
Mesajlar
33
Tepki puanı
0
Puanları
0
Gül Bahçesi

Gül Bahçesi

Gül bahçesi....

O bahçede yalnız gül yetişirmiş. Birbirinden narin ve zarif güller. O güller kadar zarif ve latif bir hatun kapı önünde duruyormuş. GEZGİN hatuna hayranlık ve saygı ile yaklaşıp kendisini takdim etmiş. Ve hatundan adını bağışlamasını istemiş.

HATUN: bana SEVGİ derler.

GEZGİN: Sevgi hatun burada yalnız mı oturuyorsunuz?

SEVGİ: hayır eşimle beraber oturuyoruz. Ona İLİM derler. Şu anda bahçede çalışıyor. Bıkmaz yorulmaz bir kişidir.

GEZGİN: Bahçeyi dolaşmama izin var mı?

SEVGİ: Hay hay...lütfen ayakkabılarınızı çıkarında SAYGI dediğimiz şu mestleri giyiniz. Onlar öylece konuşurken İLİM çıkagelmiş. Bahçeyi birlikte dolaşmaya başlamışlar.

SEVGİ önde İLİM ve GEZGİN arkada yürüyorlarmış.

Her gülün bir adı varmış. MUTLULUK, HOŞGÖRÜ, SABIR, KANAAT, ADALET, İRADE, ŞEFKAT, MERHAMET, AKIL, HİKMET, KUDRET, SAMİMİYET, TEVAZU, FAZİLET ve...

Bu kadar çesitte ve bu kadar yoğunlukta güzellik bu kadar bakım ve özen, böylesine bir düzen karşısında heyecanlanan ve hayrete düşen gezgin bahçıvan ilim efendiye sormuş:

GEZGİN: Siz hangi gülün hangi isimde olduğunu bazen karıştırıyor musunuz?

İLİM: Bazen şaşırdığım oluyorsa da SEVGİ hemen yardımıma koşuyor bana doğru ismi hatırlatıyor.

GEZGİN: Güllerin erip eriştiği bu toprağın bir özelligi var mı?

İLİM: Özelligi olup olmadığını bilmiyorum. Bu toprağı bize VEFA adında bir dostumuz getirir. VEFA dostumuzun dediğine göre, örneğin; MERHAMETLİ bir insan görünce, ondan oluşan toprağı bize getirir, bizde onu MERHAMET gülünün altına serpiveririz veya ŞEFKATLİ bir insan görünce ondan oluşan toprağı bize getirir, bizde o toprağı ŞEFKAT gülünün altına sereriz ve bu böyle devam edip gider.

GEZGİN: Güller arasında aşı yapılıyor mu?

İLİM: Elbette HAYAL gülüne GERÇEK’i aşıladık; ÜMİT gülü oluştu. İMAN gülüne HİZMET’i aşıladık; TESLİMİYET gülü oluştu. HİKMET gülüne AKIL’ı aşıladık; İRADE gülü oluştu. Bu aşıları sürekli yapmak zorundayız.

Örneğin; o muhteşem ADALET gülüne KUDRET gülünü aşılamazsak, ADALET hemen sararıp soluyor. Aciz kalıyor. KUDRET gülüne ADALET'i aşilamazsak KUDRET gülünün toprağında ZULÜM böcekleri üreyiveriyor.


GEZGİN: Bu aşıları siz mi yapıyorsunuz?

İLİM: Çelikleri ben hazırlıyorum ama aşıyı koyup kovuşturan eşim SEVGİ’dir. O ilham kalemini eline alır, aşılanacak varlığın AKIL perdesini yumuşak yumuşak aralar, böylece o varlığın gönlüne ulaşır, oraya aşı çeliğini bir güzel yerleştirir. Sonra da oluşan bütün kader sicimi ile tatlı tatlı sarar. Bütün bu işleri bu aşamaları her seferinde ayni dolgun zevk ve heyecan içinde seyrederim. Sanki o anda Rabbim yanımızdaymış gibi...

GEZGİN: Tercih ettiğiniz güller var mı?

İLİM: Aslında yok. Fakat eşim SEVGİ; HOŞGÖRÜ için 'o benim beş duyumdur.' der. SAMİMİYET için, 'o benim AHLAKIMDIR' der. TEVAZU için, 'o benim EDEBİM dir' der, ama ÜMİT'e fazlaca düşkün galiba... Zira ÜMİT için 'o benim kanımdır' der durur...

Bir kaç gün sonra gezginimiz bir kasabaya varmış. Bir kahvehaneye girmiş. Burası oldukça tenha imiş. Kuytu bir köşede bir kişi oturuyor ve çay içiyormuş.

Gezginimiz bu zata yaklaşmış, yanına oturmuş, kendisini takdim etmiş, adını bağışlamasını dilemiş.... o zat demiş ki:

ADEM: Bana ADEM derler. Gezginimiz başından geçenleri; gül bahçesini, iki soylu bahçıvanı, konuşmaları anlatmış. Adem dinlemiş.Sonunda demiş ki:

O bahçeye İNSANLIĞIN KEMAL BAHÇESİ derler.......
 

Kucukumut

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Haz 2007
Mesajlar
33
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: SEVGİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ...

RE: SEVGİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ...

allah razı olsun kardeş
 

edaalican

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Kas 2006
Mesajlar
454
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Konum
Kayseri
RE: Gül Bahçesi

RE: Gül Bahçesi

Çok güzel kardes eline sağlık.....selametle.
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Bir sabah!

Bir sabah!

Saat 10.00 civarıydı, annem soluk soluğa gelerek, beni bir kenara çekti, oğlum kızmazsan, sana bir şey söyleyeceğim dedi.

Tamam, anne söyle kızmam dedim,

Söz ver demesin mi, ya anacığım her neyse haydi söyle, işimiz çok, bunu sende biliyorsun ve hala beni oyalıyorsun bak deyince bir solukta.

Bak oğlum, hocanın evindeki hanım kızla tanıştım ve hocanın kızı olduğunu öğrendiğim.

Çok beğendim bu kızı, kibar mı kibar, hanım hanımcık, cana çok yakın öyle tanıdım, sende bir şekilde gör, benim şimdiye kadar, hiçbir kıza böyle içim ısınmamıştı, ne olur beni kırma diyerek yalvarınca.

Anacığım belki yanılıyorsun, hocanın kızı falan değildir, belki gelinidir, kendini boş yere heveslenerek yorma.

Eğer hocanın kızı olsaydı, mutlaka benim duymam lazımdı, haydi ben duymadım diyelim, fakat en azından Mehmet duyardı, dedim.

Annem, benin kararlı ve kendimden emin tavrımı görünce, tereddüde düşerek, üzüntülü bir vaziyette yanımdan ayrıldı, ben yeniden işlere daldım.

Belki kırk beş dakika sonra, annem yeniden, yukarı kattan hızlı indiği için, nefes nefese büyük bir sevinçle, yine yanıma geldi ve oğlum inan ki bak, hocanın kızıymış, gelini değilmiş, tekrar tekrar sordum aynısını söyledi bana dedi.

Baktım ısrarlı ve çok kararlı, nereden biliyorsun, nasıl tanıyorsun, bu tespitleri ne zaman yaptın deyince.

Evladım siz eşyaları indirirken, beni evlerine davet ettiler, bende olur diyerek yukarıya çıktım, hocayı göremedim, neredeyse yok, ailesiyle tanıştım.

Mutfakta sizlere kahvaltı hazırlamak için, kızartma yapan hanım kızla, usulca konuştum, bizzat ona sorarak, hocanın kızı olduğunu öğrendim.

Hocanın evinde bekâr üç kızı varmış, bir de tanıdığım kızın, küçüğü olan oğlu varmış, toplam sekiz kardeşlermiş, ağabeyleri ve üç ablası evliymiş, diye söyleyince.

Şaşkınlık annemden bana geçti, tamam anacığım iyice, eksiksiz neyin ne olduğunu iyice öğrenelim ve daha sonra karar verelim dedim.

Ama emin ol anne, bana söylediklerin doğru çıkarsa ve geçineceğine inanıyorsan benim hocamın kızını görmeme gerek bile yok dedim.

Böyle bir insanın kızını, gözlerim kapalı olarak ve büyük bir huzurla kabul ederim, sen merakta kalma olur mu diyerek ayrıca tembihledim.

Allah razı olsun kısa bir zamanda çok güzel hazırlık yapmışlar, fevkalade bir sofra hazırlamışlar.

Üzerine kıyma serpilmiş, biberlerle süslenmiş, domateslerle diriliği sağlanmış, patateslerle donatılmış enfes bir kızartma, yanında yumurtalar haşlanmış, peynir ve çeşitli nevalelerde cabası.

Bu sofranın hazırlanış biçimi dahi, mutmain olmama, huzur bulmama yeterli bir sebepti, zira bayanların, hanımefendi olma istidatları, her bir eylemlerinde ve özellikle hizmetlerinde en bariz şekilde kendini gösterirdi.

Zarafet, estetik, tasarım ve mükemmeliyeti sağlayan faktörler, eğitim alınmadan ve düşünülmeden bir araya gelmeleri mümkün değildi.

Bizler ise düşünen insanlara hasret kalmıştık.

Çünkü toplumda mantıklı ve anlamlı yaşamanın eksikliği, o kadar fazla gözleniyordu ki, manasızlık ve malay anilik, alelâdelik ve tembellik, sanki at başı, yarışına çıkmışlardı.
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Emin Acar hoca ve bir Meczup! (1)

Emin Acar hoca ve bir Meczup! (1)



İçtenliğin ve samimiyetin her geçen gün azaldığı,
Ve bir hazanın yaşandığı günlerdi.
Okullar da ders olarak okutulan, müfredat yetersizdi.
Aileler geçim sıkıntısından perişandı.
Siyasi atmosfer, hat safhadaydı!
Oyunların yerini, ne yazık ki, hınç ve anlamsız hırs almıştı.
Çaresizlik yaşanıyordu.
Herken aynı şeyleri yapmak zorundaydı.
Seni sana bırakmıyorlardı.
Takip ediyorlar.
Evleri basıyorlardı.
Karakollar dahi, siyasi görüşlere göre bölünmüşlerdi!
Düğüşü, kavgayı, hiddeti yüreğimiz kaldırmıyordu.
İçimiz parçalanıyordu.
Milletin efradı, maksatlı olarak parçalanmaya tabi tutuluyordu.
Fakat bu gerçeği, o zamanlar anlatmak asla mümkün olmuyordu.
Her ne hikmetse anlaşılamıyordu, maalesef pasiflikle suçlanılıyordu.
Okumak, okula gitmek öyle bir sorundu ki,
Bela seni bir biçimde bulurdu.
Gönül dostum bir arkadaşım vardı.
Kalenderdi, hizmet ehliydi. Müşfikti.
Manevi bakımdan derinlikliydi, bilmediğimiz, duymadığımız,
Birçok konu başlığını, bu arkadaşımdan öğrenmiştim.
İşi rast gelsin, bizi adam yerine koyar,
Her zaman ziyaret eder hallenirdik.
O kurşuniliğin, metalikliğin, güneşe hasret bir iklimin Betbah lığında,
O kadar önemliydi ki, içimiz açılır, başka âlemlere dalınır,
Tefekkürle de olsa, bu kasvetli havadan uzaklaşılırdı.
Bir bakıma ekmek gibi, su gibi önemlilerdi.
Birkaç gün sevgili arkadaşımı göremeyince,
Çok meraklandım, evlerine ziyarete gittim.
Değerli annesi kapıyı açtı ve buyur etti.
Teşekkür ederek odaya girdim ki, arkadaşım,
Perişan bir vaziyette yatmaktaydı
Çok şaşırdım birden taatcup ettim.
Yanına yaklaşarak geçmiş olsun dedim.
Öyle halsiz yatıyordu ki, cevap dahi veremedi.
Annesine hayırdır dedim.
Beni, hemen başka bir odaya aldı.
Daha çok şaşırdım. Merakım arttı.
Teyze kısık bir sesle, bak oğlum kimseler duymasın,
Senin arkadaşın ve benimde oğlum,
İnce hastalığa yakalanmış dedi.
Ben anlamamıştım.
İnce hastalığın, ne olduğunu bilmiyordum.
Yeniden sordum ve maalesef duyunca kahroldum.
Sevgili arkadaşım verem olmuş, bu hastalığa yakalanmış.
Teyze devam etti, çok tavsiye ettikleri her bir şeyi denedik,
Fakat her geçen gün, durumu kötüye gidiyor dedi.
Teyze ne yapabiliriz dedim. Senin yapacak bir şeyin yok.
Araştırdık, Ankara’ya göndereceğiz. Orada bir hoca varmış dedi.
Tamam, o zaman bende arkadaşımla birlikte giderim dedim.
Bir gün sonra hazırlığımızı yaptık ve Ankara yoluna düştük.
Hiç vakit kaybetmeden, bir yerde oyalanmadan, Saman pazarının,
Yolunu sorduk ve bir taksiyle, hekimler birliği vakfına vardık.
Bu vakıfta kalan ve tıp öğrencisi olarak okuyan arkadaşımız,
Yakup vardı. Onu ziyaret ederek, adı geçen doktor hocayı soracaktık.
Nihayet teferruatıyla malumat aldık ve yeniden yola koyulduk.
Hacı Bayram Veli hazretlerinin dergâhının hemen yanında bulunan,
Eski ve taş bina olan mekâna, birkaç merdiven inerek içeriye girdik.
Oldukça mütevazı bir oda, karşılıklı ahşap iki sedir ve onu üzerinde,
Serilmiş bulunan fakir bir kilim. Pencereye yakın oturan bir insan!
Yetmiş yaşlarında bulunan, saçları ağaran, fazla kilosu bulunmayan,
Orta boylu, narin yüzlü, seyrek sakallı, beyaz dişli ve biraz beli bükülü,
Bir âdemoğlu hoş bir tebessümle, hoş geldiniz, sefa getirdiniz dediler.
Ben bu şahsı tanımadığımdan, pür dikkat ve bir şüpheyle bakıyorum.
Nihayet arkadaşım bir müddet sonra, büyük bir nezaketle ve dikkatle,
Meramını anlattı. Yaşlı amca dinliyor fakat dalgın gözüküyor.
Birkaç genç öğrenci, birden içeriye girdi, onlara da buyur etti.
Hal hatırdan sonra tam bir şey söyleyecekti ki, duyulan bir sesle,
Yaşlı fakat biraz farklıydı. Üzerinde lekelerin görüldüğü bir kıyafet,
Kafasında kasket, yüzünde kirli sakal, ağzında bakımsız bir diş,
Burnu, mendile hasret kalmış, parmaklarında tırnakları uzamış,
Ayakkabıları çamura batmış, hiçbir cazibesi bulunmayan bu adam,
Piri fanilik yakışan, tahammüle kucak açan, sabra kaftan diyen,
Doktor Emin Acar hocanın hemen yanına oturdu. Ben hayretle baktım!
Bu bakımsız adam, Emin Acar hocanın dizlerine vuruyor, kahkaha atıyor!
Bizde büyük bir şaşkınlık yaşamak zorunda kalıyorduk.
Adamla epey bir şeyler konuştu. Emin hoca onu parasını tutuyormuş,
Nihayet bu adam yine anlaşılmaz bir kahkaha atarak, vedalaştı.
Emin Acar hoca, haydi arkadaşlar hatmi hace yapalım dedi.
Hatmi haceye başladık ve bir müddet sonra sallanmaya başladım.
Dayanamadım, merakımdan göz kapaklarımı açtım. Ne öreyim?
Resmen tatara valli gibi sallanıyoruz. Kimseden çıt yok!
Ben çaresiz olarak, yeniden göz kapaklarımı yumdum.
Bir müddet sonra hatmi hace bitti. Emin hoca bizlere dedi ki;
Bakın arkadaşlar, biraz önce konuştuğum insan bir meczuptu!
Bu adam, İsmet İnönü’nün askerken postasıydı, yediği bir tokat!
Veya başka bir sebeple, bu hallere düştü. Kışın dışarıda çok kaldı.
Fakat donmadı! Buraya her geldiğinde mutlaka bir sebepten gelir.
Fakat gelme sebeplerini bizler bilemeyiz! Daha sonra şimdi olduğu gibi,
Açığa çıkar. Bakın biraz önce bir deprem oldu. Ama kendi kayboldu!
İşte siz, siz olun bu insanları asla üzmeyin, hürmette kusur etmeyin,
Çok yakın olamayacağınız gibi, gereğinden fazla yaklaşmayın dedi.
İşte o zaman anladım ve idrak ettim ki, Hacı bayramda bir veli daha var.
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Bir feryadın yansıması…

Bir feryadın yansıması…




Feryat ediyordu Mine…

Kendini yerden yere atıyordu…

Yürekler dayanmıyordu artık yankılanan bu feryada.

Komşular kendi âlemlerinde, ilgisiz ve duyulan seslere bigane kalıyorlardı.

Güya bir bela istemiyorlardı.

Minenin annesi zavallı bir kadındı.

Çok saftı. Her söylenene inanırdı.

Minenin babası ise annesinden daha da saf bir insandı.

Kendi halinde, işine gidip gelen garip bir adamdı.

Evin yönetimi anneye aitti. Baba İsmail Efendi çok sessizdi.

Eşi Kıymet Hanım çok çile çekmiş, iki analı elinde büyümüş, bir yetimdi.

Tevekkeldi. Yüreği acıların senfonisiydi adeta.
Bir ah çektiği vakit ne çok şey gizli kalırdı, anlatamadıkları.

Üç çocukları vardı.

Safiye, mine Ve Tekcan diye…

Aralarında beş, üç, iki yaş farkı bulunuyordu.

Tekcan en küçükleri olan bir erkek kardeşleriydi.

Çok ufaktı on yaşlarında filan bu seslerin duyulduğunda.

İçi doluyordu, gözerli yaşarıyordu ama çaresiz kalıyordu.

Ablası minenin bu hazin durumu karşısında bizar oluyordu.

Elinden delen hiçbir şey toktu.

Bakmak zorunda kalmak onu kahrediyordu.

Nihayetinde çok sevdiği bir ablasıydı.

Onun ızdırabına kayıtsız kalamazdı.
Niye bu kadar feryat ediyordu?

Neden bu denli çırpınıyordu, anlamaya çalışıyordu, burukluk içinde.

Bir tarafta annesi, diğer tarafta ise ablasının acısıydı.

Bu durumdan evin babası gececi olduğundan habersizdi.

Hoş haberdar olsa bile değişen bir şey olmayacaktı.

Söz hakkı pek bulunmuyordu. Kıymet hanım otoriteydi.

Minenin gözler ağlamaktan kan çanağına dönmüştü.

Sahipsizlik bu kadar mı kötü olurmuş, her katresiyle yaşanıyordu.

Zaten zar zor geçinen bir aile olduklarından çok mağdurlardı.

Mahallenin en mahzun aile yapıları vardı.

Çocuklar boynu bükük oynarlardı.

Anneleri, babası onların bir kez olsun ellerinden tutup oynamamışlardı.

Çocukların dünyasından kopuk bir anlayışları vardı. Ne hissederler çok bilmiyorlardı.

Sadece muhannete muhtaç olmadan geçinmeye çalışan insanlardı.

Evin annesi Kıymet Hanımı bir şekilde kandırmışlardı.

Henüz 13 yaşında ki Minenin evlenme sözünü kimseye danışmadan vermişti.

Söz verdiği aile ceberut tarifiyle uyumlu konum dalardı.

Her gün bastırıyorlar ve mineyi hemen alıp gideceğiz diyorlardı.

Zavallı mine göz göre göre annesinin cahilliğinin kurbanı olmak üzereydi.

Ne kadar dirense de nafileydi. Baskın yapan kişi sayısı çok fazlaydı.

Zavallı Mine o kadar perişan haldeydi ki, baskı altında, karyolanın altına girmek zorunda kaldı. Çıkmıyordu. Ama nafileydi.

Bir çırpıda çekip almışlardı, gözyaşları durmayan mineyi.

O kadar iyi kalpli bir kızdı ki, elinden gelen fedakârlığı asla esirgemezdi. Annesinin bir dediğini ikilemezdi.

Kardeşleri için can sipererağne gayret gösterirdi.

Fakat o ş,imdi çaresizdi.

Onun gözlerinden boşalan yaş, Tekcan’ı o kadar etkilemişti ki, annesine içten içe kızıyordu.

Ona karşı sevgisi azalıyordu.

Niye bu gariplikler yaşanıyordu.

Yaşanmak zorunda kalınıyordu.

Soruyordu bunu kendi kendine.

Yüreği kan ağlayarak.

Asla bir evde son söz kadının olmamalıydı.

Otorite ondan sorulmamalıydı.

İşler karma karışıktı.

Kendi kendine bir söz vermişti.

Hangi halde bulunursam bulunayım, takdir hakkını bir kadına bırakmamalıyım diye ant içmişti.

Bu konuda kesin karalıydı.

Hangi ortamda bulunursa bulunsun, kadının söz hakkı mutlaka olmalıydı ama son söz erkeğin olmalıydı.

Çocukluk ruhunun derinliklerine bu kararı kalın çizgilerle işlemişti Tekcan.

Dünürcüler o kadar bedevi ruhlu insanlardı ki, adeta terör estiriyorlardı.

Kıymet Hanım bir söz verdi diye başına neler gelmişti.
O vakitler karakol, polise ihbar pek bilinen hasletler değildi.

Milletin zaten iflahı kesilmişti. Ne yapsın, nereye gitsin.

Vatandaş kendi haklarından habersizdi. Bugün öyle değil mi sanki!

Kaç kişi biliyor hak ve hukukunu. İş başa düşmeyince öğrenilmiyor.

Hani derler ya bir musibet, bin nasihatten evladır diye…

Akşamüzeri apar topar bir hışımla henüz 13 yaşında ki Mineyi, ailesinin ellerinden koparıp almışlardı.

Minenin o yaşında, başına gelenlerin sebebi kim olduğunu sorgularsak, cahillik çıkar karşımıza.

Bu yaşta ki bir kız çocuğunun hayatını karartmak, umutlarını köreltmek asla affedilemez.

En yakınları tarafından, feda edilmek zorunda bırakılan bir kızın dramı.

Bu dram karşısında kardeşi Tekcan’ın yaşadığı buhranlar.

Bu yaşanan travmalar kişilikleri ömür boyu etkileyen, en önemli göstergelerdir.

Tekcan bu durum karşısında en çaresiz olandı.
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Bir akşam acil servisi…

Bir akşam acil servisi…



Artık gün yavaşça çekiliyordu.
Nezaketin, ahengin zenginliğini anımsatarak sanki el sallıyordu, görüşmek üzere dercesine çekip gidiyordu.
Güneş onca haşmetine rağmen, tevazuunun tüm ritüellerini sunarak adeta bir ders veriyordu seyredenlere.
Oysa her kez bir telaş içindeydi. Yaşadığı hayatın bir daha ele geçmeyeceğini bilerek bir yarış içindeydiler.
Çocuklar oyunlarının heyecan çeperlerini son derece zorlayarak, merakın deşifrelerini aralıyorlardı kendilerince.
Koşarak, gülerek, bazen de ağlayarak.
Annelerinden su, ekmek istemeyi unutmuyorlardı.
Anneleri çocukları göz hapsinde tutuyorlardı uzaklığın hengâmesinde.
Baharın güzelliğini resmeden tüm donanımlar mevcuttu, insanların çeşitliliği, mahlûkatın zenginliği, nebatatın deruniliği bir şeyler anlatıyordu.
Çocukluğumuzda öğrendiğimiz cennette düğün başlamıştı artık!
Gizemlerin namütenahi serencamında paydalar beklenirken.
Niye bu öğreti hafızamızda kalıcılığını sağlamıştır bilinmez oysaki!
Göremediğimiz cennetteki düğün sevincine ortak olurduk işte.
Nasıl olurdu hatırlayalım!
Güneş zevaldeyken, yağmurun yağmasıyla en güzel renklerin gök kuşağını oluşturmasıyla öyle değil mi?
Bizin diyarlarda böyle bir öğretiyle cennet sevgisi izanlarımıza işlenirdi.
İnsan ölse de hayatın renkliği, sevinci, neşesi devam ettiğinin vurgusuydu.
Alkış tutardık düğün sevincinin coşkusuna minik ellerimizle, acıyana kadar.
Bir umudum sevince dönüşmesini, hayatta acılardan ziyade sevincin payidar olmasını öncelerdi. Kanaatin, sabrın, hizmetin, himmetin olgunluğuyla.
Akşam namazının daveti geliyordu kulağıma, çok hoş bir ezanın okunmasıyla… Tekrar etmek durumunda olduğumu anımsadım birden, anladığım kadarıyla Arapça bilgim olmadan, anlam derinliğine kulaç atarak.
Şükürler olsun ki Rabbime bu ezanlar gafletimizden bir anda olsa sıyrılmamızı temin ediyor, düşünmemi, tefekkür etmemi gerekli kılıyor.
Hazırlığımı tamamlamıştım abdestimi alarak, namaz kılmak için.
Cenabı Hakkın huzuruna duracaktım, onca gafletimin karanlığında.
Ruhumu titreten bu tablo, haşyetin ince merhalelerinden geçiriyordu sessizce.
Divana durmak, Kâinatın Hâkiminin huzurunda ona secde etmek, acizliğimin her katresinde ondan mağfiret dilemek, onunla dertleşmek, her halin bilinmezliğinden kurtularak, halim bu diyebilmek, gözyaşlarıyla serinlemek!
Aman yarabbi ne yüce bir imkân, dilediğim her an seni bulmak, huzuruna çıkmak, meramımı ifade etmek, ne istiyorsam dilemek, nedametimi itiraf etmek.
Kul olmanın, insan olarak yaratılmanın, meleklerden üstün kılınmanın, cihanın emre amade kılınmasının namütenahiliğinde aidiyetin binmesiyle.
Kulağıma televizyon ekranından lahuti bir ses geliyordu, hicranın en çarpıcı vurgusuyla ruhumu delip geçiyordu.
O kadar açık ve sarih ki yaşanan hüzün, ümmeti Muhammet bir yetimliğin hercümerçliğini yaşıyordu sinelerinde.
Sahip çıkılması elzem olan hakikatler, en değerli mevhumlar dışlanıyordu.
Din adına belamlar peyda olmuştu. İnsanları aldatıyorlardı. Tuğyan hat safhadaydı, şirkin envayı çeşidi pazarlanmıştı.
Ebu cehiller kıtaları aşmıştı.
Doğru söylüyordu rahmetli şair Arif Nihat Asya haykırıyordu gerçekleri
Nedametinim enginliğinde hazanın esintilerini yaşatarak.

Seccaden kumlardı…
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”.

Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..

Kapına gelenler ya Muhammed,
— uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi...

Konsun – yine - pervazlara
Güvercinler,
“hu hu” lara karışsın
Âminler,
Mübarek akşamdır;
Gelin ey fatihalar, yasinler...

Yüreğimin derinliğinde kurumaya yüz tutan gözyaşlarım her nasılsa birden harekete geçmişti. Damlalar akıntıya dönüşmüştü.
Kapın açılmasıyla utancımı gizlemek adına sevgili revanımdan yüzümü çevirmiştim. Lakin bir kez fark etmişti görmeye alışık olmadığı perişanlığımı.
Çaresiz kalmıştım, sessizliğimin eşiğinde.
Şefkatini sunmuştu kanatlarını açarak, hamiyetinin yüceliğini göstermişti okşayarak yanaklarımı. Utanmıştım bir çocuğun perişanlığında.
Şiddetle vurulan kapı dikkatimizi çekmişti!
Hayırdır inşallah diyerek kapıya yönelen sevgili zevcem bir telaş içinde sesleniyordu. Fırladım oturduğum yerimden!
Oğlum İsmail’in elinden kan boşalıyordu. Derhal kesilen yerleri sararken kesiklerin hayli derin olduğunu fark etmiştim, iki ayrı yerden.
Hayırdır oğlum diye sorduğumda, mahcup bir tavırla hızla dış kapıyı iterken çerçeve çam kırılınca elini camlar parçalamış. Gayri ihtiyari kızmak geldi içimden, kocaman adam olmuştu on yedi yaş gibi, ikizlerin on beş dakika kıdemlisiydi. Cevvaldi, hizmet ehliydi, tebessümü yüzünden hiç eksik etmezdi.
Acilen hastaneye götürmemiz gerekliydi lakin büyük oğlum, ama ikinci çocuğum Abdullah (yirmi üç yaşında) arabayı götürmüş işine giderken.
Davranış bozukluğuna kapalı bir yaşantım olduğundan, kızmamak için çok zorlanıyordum. Telefon açarak derhal gelmesini emretmiştim.
Komşularımız gelmişti sağ olsunlar biz götürelim diye, teşekkür ederek programlarından alı koymak istememiştim.
Kısa bir zamanda geldi oğlum Abdullah. Hızla araca doğru yol alıyorduk, acile götürmek için İsmail’i. Erciyes fakültesinin yoluna koyulmuştuk, direksiyonda ben vardım, kısa bir sürede vardık.
İşlemlerden sonra travma servisine girdik, doktorlar çok sakince müdahale ediyorlardı. Film çekilmesini önerdiler ve kanayan yerleri temizlediler.
Bu arada filmi beklerken servisteki diğer hastalar dikkatimi çekmişti.
O hastaların yanında bizim çocuğun ki adeta bir hiçti.
Yaşlı bir teyzenin sol omzu kırılmış, bir başka gencin yüz hatları parçalanmış ve benzeri vakalar pek çoktu.
Aniden yeni bir hasta gelmişti sedyeyle, başı çok kalabalıktı doktorlardan.
Bir telaş içinde davrandıklarından dikkatimizi çekmişti.
Biraz olsun yakından görmek maksadıyla yakınlaşmıştım ki içim parçalandı!
Genç yaşlarda sayılacak bir bayandı…
Bir insanın yüz hatları bu kadar mı feci değişikliğe uğrarmış, şaşkınlığımdan hayali sukuta uğramıştım.
Nutkum durmuştu aniden!
Oğlum İsmail’in eline dikişler atılırken büyük oğlum Abdullah’ı güvenlik görevlileri dışarıya çıkmasını önermişlerdi.
Doktorlar bayan hastaya müdahale ederken zavallı çığlık atıyordu hissettiği acıdan, fakat uzaktan da baksam yüreğim parçalanıyordu bu bayanın halinden.
Yüzü kan revan içindeydi, her tarafı şişmişti. Kandan çok fark edilmiyordu, kıvranıyordu, doktorlar bazen kızıyorlardı, senin için buradayız diyorlardı.
Bayanın yüzünde başka yerlerinde de, bedeninin muhtelif yerlerinde yaralar ve kanlar görünüyordu.
Benim gibi ayakta merakla vakaya bakan güvenlik görevlisine, trafik kazası mı olmuş diye sordum.
Hayır, aile kavgasıymış, kocası dayak atmış deyince bir kez daha kahroldum, kendi erkekliğimden utandım, perişanlığı yaşadım.
Bir insan nasıl bu kadar cani olabilir?
Bir insana bu kadar sefil bir zulüm nasıl reva görülür?
Bir düşmana dahi katiyen yapılmaması gereken bir muamele, bir eşe nasıl yapılabilir? Velev ki en galiz, en affedilmeyecek bir suç işlese dahi!
Hukuk niye vardır?
Medeniyet niye aranır?
Bu zulmü işleyen şahsı en ağır ceza verilmeliydi!
Bir kadına şiddet asla kullanılmamalıdır?
Kullananlar acizdir, sefildir, cahildir, dengesizdir!
Doktorlar dört ünite kan talimatını verdiler ama durum ümitsiz görünüyordu.
Kül tablasıyla dövülmüş, kafası duvarlara çarpılmış, dört kez de bıçaklanmış. Bir umuttur deneyeceğiz diyorlardı doktorlar!
O gün sabaha kadar uyuyamamıştım!
Toplumda her geçen gün artan şiddet temayülü neyin habercisiydi?
Bir gün sonra haberleri izliyorum, zavallı kadın eksi olmuş haberiyle yeniden irkiliyordum.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt