Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

GÜNLERDEN BİR GÜN KURBAĞA YARIŞI DÜZENLENMİŞ!!! (1 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Sevgili zamane..

RE: Sevgili zamane..

ALLAH RAZI OLSUN PAYLAŞIM İÇİN...SELAM İLE....
 

hipnozcu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
8
Tepki puanı
0
Puanları
0
Dervişlerin Aşkı

Dervişlerin Aşkı

Dervişlerin Aşkı Bugün seninle dervişlerin aşkını görmeye geldik. Hani soruyordun ya kim bu aşkından sular kaynatan, sabrından taşlar çatlatanlar diye. Gözlerin şahitlik edecek bir gün diyordum ya, artık sende gördüm diyeceksin asırların ardından çıkıp gelen, sönmemiş, sinmemiş, silinmemiş muhabbeti. İnsanlar sabırsız, tıpkı senin gibi hepside, bir uğultu var kulaklarımızı tırmalayan, bir an evvel başlansın istiyorlar. Dervişlik yolunda talim görüyor olsalardı ilk öğrenecekleri dersti sabır. Bir seremoni izlemeye gelmiş insanlarla semayı görmeye gelmişler hemen ayırt ediliyor. Beklemek edep işi, beklemek sabır işi, sabır zehrini içmeden aşkın tadını almak olmaz. Sabret biraz diyorum, kızıyorsun, biliyorum, yüreğin kıpır kıpır. Dervişlerin aşkında adap ve erkan var, yoksa kalır mıydı devletleri yutan, hatta evreni, toz duman eden zamanın sonrasına
Sana bakıyorum, oturduğumuz yerden heyecanla semazenlerin gelişini bekleyişin o kadar hoş ki koca yerde kimse senin kadar hevesli gelmemiş gibi. Ne olacak, bu kim, bu ne… Öğrenmek istediğin o kadar çok şey var ki nasıl anlatacağımı bilemiyorum, soruların tren katarları gibi art arda geliyor. Bilmen gereken bir şey var, dervişleri ve onların aşkını anlatmaya ömür yetmez, söz yetişmez. Ne senin okuduğun sevgiye dair cümleler anlatabilir, ne de derviş olmayan anlayabilir. Siyah hırkaların neden beyaz tennureleri gizlediği, senin adını bir türlü ezberleyemediğin sikkelerin neden uzun olduğunu, sema, postnişin, derviş ve benim, seni her gördüğümde ve uğurladığımda söylediğim sözlerin manaları. Aklımda bin bir çeşit bilgi, bin bir çeşit güzellik hangisini anlatayım şaşırdım. En iyisi Belh’ten başlayan uzun yolculuğundan başlayayım, Şemsi Tebrizi’yle devam edeyim ama vakit yetmez ki şimdi. Önce bir denizi sonra okyanusu anlatmam gerek sana. Sırra ermek için tohumda saklanmış alemi bilmelisin çünkü aleme hükmedenlerin ahvali ordadır. Ama en başta, tıpkı bir derviş gibi karşılıksız ve içten sevmelisin, bu kapının anahtarıdır. Evren incir çekirdeğine sığar deyişimi küçümseme. Aslında cevap kısa, “Alemlerde arama besmelede buldum seni, semada göremezsin zikrimde gördüm seni” der bitiririm kabul etmezsin, sen uzun yolları seversin. Çile dervişi yüceltir ama bu asırda çile de rahatlıkta insanı alçaltıyor. Eteklerine dünya adına bir çamur damlası bile sıçramasın diye tekke kapısında bekleşen, ömrünü hakka adayıp, az ekmekle az aşı, az kelamla az uykuya katık edenlerin yolunu anlatmayı baş başa geçecek uzun gecelere bırakıyorum. Ben başlıyorum anlatmaya ama sen demez misin bu giysilerden bende almak istiyorum, bana göre var mıdır acaba diye. Anlattıklarım boşa mı gitti diyorum sana. Gülüyoruz. Boşa değil bir tanem diyorsun, ben seni yüreğimle dinliyorum.
Sesler kesildi, nefesini rahatlıkla duyuyorum. Gözlerin meydanın ortasına doğru yürüyen şeyhte, şeyhin gelişiyle coşuyorsun. Sema başlayacak, senin gözlerin semazenlerde, ben seni göz ucuyla takip ediyorum. Elimi tutmuşsun, heyecanlandığını elimi arada sıkmandan anlıyorum. Marifet ehli elimizden tutsa keşke dediğin zamanları hatırlıyorum. Yoksa biz mi onların eteğine yapışmalıyız? Kalplerin karanlığında yol gösterecek olan aşkın kandili olmalı. Mevlana’nın kandili o kadar büyük ki bin yılın gerisinden burayı aydınlatıyor. Dervişlerin aşkı öyle geniş ki zamanı ve mekanları kaplamış, gönülleri daha dakikalar öncesinden ısıtıyor. Hırkaları üzerlerinde, heybetli bir giriş yapıyorlar meydana ve sikkelerin insanın gözüne mezarlıkları ve eski çağları hatırlattığı semazenler beliriyor. Mezar taşları yürüyor, ölümü ve ölümsüzlüğü hatırlatıyorlar. Sanki mezarlıklarda saklanmış ve üzerinde asırların toprağı birikmiş, tarih dirilmiş, dervişler, cennet kapısına gider gibi edepli, huşu içinde bir yürüyüşle geliyor ve diz çöküyorlar.
Yesevi’nin kapısından aldıkları aşkı, Anadolu’ya aşılamışlar ve dualarla pişirilmiş ruhlar bin yılı gençleşerek ama değişmeyerek aşmışlar. Hepsi de peygamber ocağından gelmeler ve sen o ocaktan pişenlerin adını anmaktasın farkında olmadan. “Ya Hazret’i Mevlana” diye başlayan bir nidayla birlikte insanların üzerindeki ölü havası da gidiyor. Belki evrenin çekirdeğine uzanan bir göz gibi izliyoruz. Sen, seni ve beni bir araya getirenlerin bin yıllık yolculuğunu öğreniyorsun. Aşkı mezarlıklara gömdürmeyen insanların, dervişlerin aşk-u niyazlarına ortak oluyoruz. Salonda çıt yok herkes derin bir sukut içinde dinlemekte. Bismillah dediğini duyuyorum. Şeyhin secdesiyle sende sanki başını yere koymuşsun. Ah aşkım, aşıklar birbirini gördü ya, şimdi kavuşmanın tadına varanlar bir daha ayrılmazlar. Sen beni dinlemiyorsun bile, fısıltıyla da konuşsam kulakların ve aklın bende değil. Sende ölümden ve düşten ötelere gidenlerin kervanına ayak uydurmuş, beni bile unutmuşsun. Ney’in sesi derinden ve ötelerden gelmiş gibi yankılanıyor. Gözlerin doluyor, ne çok seviyor muşsun şu ney sesini. Üflemesi bir sanat ve sabır işi dediğimde saatlerce çalışıp bir ses dahi çıkartamadın diye ben dinlerken bana inat başka şeyler dinlemek istiyordun ya. Demek sende aşıksın neyin sesine, sende kapıldın ve kurtulamazsın artık aşk denilen anaforun cazibesinden. İşte o duyduğun aşıkların sesidir, hissettiğin aşktır bir tanem.

Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor,

Sormazsın artık benim müzik zevkimde tasavvuf neden hep birinci sırada diye. Selam veriliyor ve semazenler ayakta. Sırayla selamlamaktalar, her adımda bir dünya aşıyorlar, her harekette bir mana var, bizlere aşk ağacından bir dal aşılıyorlar. Hırkalar çıkıyor ve meydanda aşk başlıyor. Ağır ağır açılan halkayla meydana taşan dervişler, elleri havada aşk diliyor, aşk topluyorlar sanki.
Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi
Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş.
Dünyayı, beni, her şeyi unutmuşsun sanki. Sema başladığından beri gözlerini ayırmadın hiç. Sende meydanda onlarla birlikte dönüyor gibisin. Hazreti Mevlana kapısında binlerle insan ve bin yılın eskitemediği sevgiyle dervişlerle birlikte, yüreğimizle, gözlerimizle sema ediyoruz. Birinci selam bitti ve ikinci selam başlarken beğendin mi diyorum, parmağınla yüzüme bile bakmaya gerek duymadan sus işareti yapıyorsun. Anlıyorum ki sen tamamıyla kayıpsın. Susuyorum. Semayı izliyorum arada gözlerim sana kaysa da. Üçüncü selama gelene kadar sende çıt yok. Yapabilsen gözlerini bile kırpmayacaksın, hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorsun ya.
Üçüncü selamda sadece şeyh neden hırkasını tutarak dönüyor diye soruyorsun. Kaçamak cevabım hazır ama doğru mudur bilemem. Sana ayeti hatırlatıyorum; “Doğu da, batı da yalnız Allah'ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vardır. Allah Vâsi'dir, varlığı sürekli genişletip büyütür; Alîm'dir, her şeyi en iyi biçimde bilir”. Tamam deyip dönüyorsun yine eski ruh haline. Gönlüne uzak olan diz dize otursan da uzak, aşk öyle bir ateş ki arada iki deniz olsa da insanlar yakın, ve sevmesini ve görmesini bilen için alemlere karışmış, ölümün ötesine geçmiş olanlar bile baş başa sohbet ediyormuş gibi gelir.

Dinle sözümü sana direm özge edadır
Derviş olana lazım olan aşk-ı Hudadır
Aşıkın nesi var ise maşuka fedadır.
Sema safa, cana şifa, ruha gıdadır.

Dua zamanı başını yere indirip gözlerini kapadığını görüyorum. Dua ediyorsun, dudakların kıpırdıyor. Tekbirler ve hep birlikte fatiha için kalkan eller. Dervişler ruhları fethediyor. Bak gördün ya, kimi dünya dönüyor kimi insan, ama evreni yaratan istedi mi yıldızları sadece senin çevrende sıralıyor evrenin ortasına seni koyup gezegenleri seninle birlikte yürütüyor. Duaya karışmış duygular, ve muhabbetle sarılmış yüreklerde Allah kelimesi küt küt atıyor. Evren onun adıyla çarpıyor, insan onu düşününce korkuyla ürperiyor, sonra haşmeti ve azametini hatırladığı gibi rahmeti geliyor aklına, daha bir seviyor, daha bir yakınlaşıyor. Yanağımda küçük bir buseni hissediyorum bir an. Teşekkür ediyorsun usulca. Aşkın manasını anlamış aşıkları gördüğün için. Sonra daha kısık bir sesle ekliyorsun utanmış gibi; aşkın içinde sana teşekkür ediyorum, benim acemi dervişim… Dervişler, selamlaşıp ayrılmak için yürüyorlar ve arkalarında asırlık muhabbet ve sevgiyi bırakıyorlar. O yüzden her geçen gün birbirimizi daha çok sevip birbirimize daha çok bağlanıyoruz. Sen ağlamışsın. Gözlerinden belli. İnci taneleri yine iz yapmış yanaklarında. Çıkınca sana şerbet ikram edeceğim söz. Gönlümüz tatlandı şimdide ağzımız tatlansın. Dervişlerin aşkıyla yanmak üzereyiz, şerbetler içimizi ferahlatsın. Duasıyla semanın bitişini duyuruyor şeyh, ve gece başka bir iklime açılıyor artık.
Vakti şerifler hayrola, şerler defola, dualar kabul ola, geceniz mübarek ola…

Keşke seninle daha önce gelseydik buraya. O zaman beni daha iyi anlayacaktın. Dervişlerin zamanı yeni başlıyor dediğimde onlar menkıbelerde kaldı demezdin belki. Ve benim seni neden böyle sevdiğimi anlardın. Dervişlerin dilinde dua yüreğinde aşk olur derim ya sana. O zaman eskilerden bir dervişin sözü gelirdi diline; ölen bedenindir, aşıklar ölmez, dervişler ölmez…


(Hakan Türkyılmaz dan alıntıdır)
 

enise karadeniz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Tem 2006
Mesajlar
480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
bursa
AŞK TEĞET GEÇTİ...

AŞK TEĞET GEÇTİ...

Yine bir yolun sonundasın. Hayat uzun, çakıllı, bazen genişleyen bazen daralan, düzlükler ve engebelerle dolu, iki yanı ağaçlarla kaplı uzayıp giden bir patika. Bu patikada genellikle tek başına yol alırsın. Önceden başına gelmiştir, bilirsin kimseye yaslanmadan kendi yolunu kendin çizmen gerektiğini ve sonunda hayal kırıkları yaşayabileceğini. Ancak yüreğinin derinliklerinde hep, bir şeylerin yokluğunu hissedersin. Yine de umursamazsın bu duyguları, bir nevi zayıflıktır senin için böyle hissetmek ve bastırırsın. Günlük telaşlara dalıp gidersin. Bazen yaya, bazen bulduğun bir vasıtayla ilerlersin kendi yolunda. Yapmayı tasarladığın ve ertelediğin onca şey önünde yığınla birikir ama bunaltmaz, aksine hayata "bağlanmak" adına bir şeyler bulduğun için memnunsundur hayatından. Kafanın içinde her şey planlı programlıdır, planlarında yer olmayan şeylere kesinlikle kapalıdır kapıların...



Bir gün, kendini bir telefon beklerken bulduğunda, durumu kabul etmezsin ilk başta ve kendini kaptırmama adına donanımlı olduğunu düşünerek kaygı bile duymazsın. O'nun, sana özel bir his besleme ihtimali de düşündürür seni bir yandan. Tüm düşünceleri kafandan uzaklaştırıp reddedersin içinde O'nun ilgisini ya da O’na duyduğun ama kendine bile henüz itiraf etmediğin ilgini. Kendini savunma metotlarının devre dışı kaldığı olaylarla burun buruna geldiğinde her şey kontrolünden çıkmıştır artık. Çevrende mutlu olmayı başaran tüm çiftleri düşünürsün ve geçmişte yaşadığın hayal kırıklıkları gelir gözünün önüne.. Riske girmeyi göze almak değil, risk almak boyutuna gelirsin. Artık ne kendini zapt edebilirsin ne zamanı durdurabilirsin ne de O'nunla geçirdiğin her ânın enstantane olmasını engelleyebilirsin. O'nu hatırlatan bir bakış, bir nükte, bir cümle senin için özel bir anlam kazanır. Mantığını devre dışı bırakarak duygularının peşinden sonuna kadar gitmeye karar verirsin, sonunda uçurum da olabilir, çölde bir vaha da...İlk önce emin adımlarla ilerlersin. Duyguların tüm çıplaklığıyla O’nun gözleri önüne,gururun rahatça çiğneyebileceği şekilde O’nun ayakları önüne serilmiştir. O'nu, aslında senin de mutluluğu aradığına, gerçek aşkların arasına zaman ve mesafe girmeyeceğine ikna etmek için tüm benliğinle çırpınırsın, bakışlarınla yalvarırsın adeta, bir umut var mıdır acaba diye gözlerinde o ifadeyi ararsın. Günlerin beklemekle geçer, ararsa neler söyleyeceğini, nerelere gideceğinizi, neleri açıkça soracağını kurarsın hep kafanda, beklersin, beklersin…Zaman geçer ve bu beklemenin de bir sonu olacak bilirsin, ama aradan zaman geçtikçe son bir atakta bulunma isteğini bastıramazsın. Her attığın adımda senden biraz daha uzaklaştığını hissedersin. O hiçbir çaba göstermeyerek sadece seni yargılamış, hep açığını yakalamaya çalışmış ve senin için zerre kadar çaba sarf etmemiştir. İlgisiz mi yoksa kafası mı karışık? Çözmek için neleri feda edersin? Sonuçta kapını aşındıran ve düşüncelerini bulandıran O değil miydi? Sanki asırlarca duran eski ve tozlu bir sandıktan, duygularını derinlerde bulup çıkararak uyandıran “O” değil miydi? O’nun acizlikleri, zaafları, sence olumsuz olan yanları ilk tanıştığınız zamanlarda gözüne sürekli çarparken şimdi nereye kayboldular? Neden bunları düşünüp daha yolun başındayken vazgeçmez insan? Kendimizin de mükemmel olmadığımızın farkında olmamızdan ileri gelir belki bir insanı tüm sıradanlığına ve çarpıklıklarına rağmen içinde büyütebilmek. Çabasızlığına içerlersin ama içinde kırık dökük bir umut barındırırsın yine de, ta ki O'nun gözlerinde o ışıltının kaybolduğunu görene kadar, ta ki bir veda bile etmeden bulunduğu toprakları terk edene kadar…



Hayat, aslında nasıl olduğunu tahmin ettiğin ama hep görmek istediğin bakış açısıyla bakmayı tercih ettiğin bir yol. Hayat yolunda biri uğruna girdiğin ara sokaklardan tekrar asfalta çıktığında, ışıklar ve çevrendeki kalabalık önce anlamsız ve boş gelir sonra da eskiden bulundukları konumlarını tekrar kazanır. Evrendeki konumumuz belki kumsaldaki bir kum tanesi boyutuyla bile ölçülemez ama kendi dünyamız alabildiğine geniş. Dönem dönem dünyamızın merkezine farklı şeyler yerleşir kendiliğinden ve bu resmigeçidi hayretle izlemek düşer bize. Her şeye rağmen içindeki fırtınaların, rüzgarların bir süre sonra dinginleşeceğini bilirsin. Bir efsane yaratmak için tüm çabalarına rağmen aşk sadece “teğet” geçer…
 

gul_sevgiliye

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Kas 2006
Mesajlar
129
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: AŞK TEĞET GEÇTİ...

RE: AŞK TEĞET GEÇTİ...

eline sağlık kardeşim güzel konuydu cok anlamlıydıB)
 

hipnozcu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ocak 2007
Mesajlar
8
Tepki puanı
0
Puanları
0
Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

(Hakan Türkyılmaz'dan alıntıdır)
Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

Arafta aşk yalnız yaşanır. Neden mi? Orada kendinden başkasını sevemezsin. Çünkü sana birileri ya da kendin için çarpacak bir yürek vermezler. Dirildiğini sanırsın ama ruhun hala kafestedir. Kurtulmak istesen gideceğin yer yok, sevdiklerin yoktur. Yalnızca sen varsın. Yaşayacak bir gündüzün bile yokken nasıl geceyi ararsın? Sen tek kişilik bir aşkın kurbanısın. Yalnız kendine ağlar, yalnız kendine gülersin, sonsuza kadar aklından çıkmaz; sen mutlak kaybedensin. Akrebin beynindedir, damarlarına zamanın zehrini zerk eder ve sen açlığı öğrenirsin, dişlerin sadece kelimeleri öğütür, yeis, yuttuğun en acı lokmandır. Yaşadığın ve kıyısını bir türlü bulamadığın kum denizinde cenneti unutur, gördüğün herkesten ölüm dilenirsin. Keşke dersin, beni gerçekten sevenin aşkına karşılık verseydim. Aşk yalnız yaşanır, kendini seversin ve Araf yalnızların ülkesi olur. Unutulmuşların toprağında tek tanıdığın sen olursun hiç kimse seni anlamasa da, hiç kimse sana bakmasa da sen o ülkenin en meşhurusun. Neden mi? Şunu asla unutma! Arafta kalanların sonuncususun.

Aşk semadan inerken, sen şemsiyeni açıp karanlıkta gördüğün en uzak noktaya ulaşmak için aldırmadan yürümüştün bir zamanlar. Şimdi aşka susamış dolaşmaktasın, sözlerini hatırlayamadığın şarkılar, bilmediğin yerlerde söylenmekte ve sen kendi kendine mırıldanırsın seslerin yankısını arada duyduğun zaman. Araf’ta dolaşırken üzerine basmaktan korktuğun gölgen bile senden yukarıdadır şimdi. Nerde eski günlerin ve dünyanın tatlı serinliği dersin ve gözyaşlarıyla karışık sahte ağıtlar düzersin. Dirildiği için matemde olanlarla birliktesin. Kurtarıcı bekleme sakın. Araf, kızgın kumlarıyla sarmalarken seni, sen kimi bekleyeceksin, şimşekleri durduracak, ateşi mi söndüreceksin? Kum denizinde çakılmışlarla birlikte karanlığın meçhul kızıllığında sıralanmış, adlarını meleklerin bile unuttuğu meçhullerin kervanına katılmak için ölümün çıkıp gelmesini istemektesin. Arafın aşıkları ölümü ister. Neden mi? Belki de istedikleri gibi ölemedikleri için.

Lügatine hatayı ve hezimeti almamış bir komutan gibi tek kişilik ordunla kime karşı savaşmaktasın? Sen öldün bilmiyorsun, kral öldü yaşasın yeni kral diyenler bile evlerine varmadan cennet ya da cehenneme çekildiler. Adın not düşülmemiş kitaplara. Ciğerlerinde açlık havası Hamsun’u hatırlıyorlar, opera kimin umurunda, sanat kime yarar ve insan neden boşluğu doldurabilirim sanır, boşluğa karışmış aklıyla etrafında. Şenlik ateşleri yakılmış gibi gökyüzü yanıyor. Belki de senin ölümün kutlanıyor Babilde. Artık zafer senin değil, yenmenin hükmü kitaplarda kaldı, sen, en büyük yenilgini mezara konduğun gün aldın. Yalnız senin doğruların var ve yalnız sen bilirsin en iyiyi. Mükemmele ulaşmaya ramak kalmıştı, ölümü öldürseydin eğer. Hatalıyım dememek için bahanen çoktur, fırsatın olsaydı eğer, sana hatalısın diyenleri doldururdun çukurlara. Ama sadece kendini kesersin ve sadece kendine saplarsın ölümsüzlüğün ve unutulmuşluğun hançerini. Kükresen bile sen aslan değilsin, çakallar arasında bile yer beğenemezken, ne cennete ne de cehenneme layık olamamış yinede kendine ölümsüz bir krallık beklemektesin. Dikkat et; hep duyulmakta, hep görülmektesin. Sen nefsini, zaman seni sömürmekte ve Araf, sevgisizliğe mahkum olanlarla kaybedişini kutlayanları beslemekte.

Arafta batışı izlenirken zevk verecek ikindi güneşi olmaz. Burada sadece, hep ben seslerini duyarsın, göreceğin ise insanlığını yitirmişlerle yakılmış ateşlerin aydınlığında Allah kelimesini hatırlamak için koşuşturanların çığlıkları olur. Bazen cehennem, cezam bitse de kurtulsam diyenler için kurtuluş kapısı olur. Ama sen affetmediğin için hiç, af dilemeyi bilemezsin. Boynuna, kibir ilmeğini geçirmiş, kendini benliğinle boğmuşsun. Tövbeni tek cümlede kuran, ilk vakitte bozandın, sevmek seni öldürmez ama sevgini sınayana seslendiği beş işaretiyle kızan yine sensin. Aşk Arafa yakışmıyor. O cennetin malıdır. Sen elinin tersiyle ittin altın tepside gelen nimeti ve açlığına çare şimdi ateşte pişmiş kendi etin olmalı. Sen kaybolduğun gün ancak sevgiyi yitirmiş ve gözlerin kapalı diken tarlalarında gezerken kalmışsındır, kalbin kibirle yıkandığından belki de Araf sadece seninle doldu. Ümit hep var oldu, sevgi hep var oldu. Aşka inanmasalar da insanlar acıya inanacaklar ama onlara asla acımayacaklar. Araf, sana aşkı öğretmez, sana aşkı yaşatır en platoniğinden. Bilemeyeceğin kadar çok uzun zaman sonra belki anlarsın kimsenin haberi olmaz senin gerçekten sevmek istediğinden ama kaydın düşülmüştür bir yerde, yalnız kendini sever, Arafta unutulsun diye.
 

tsunami

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2006
Mesajlar
4,691
Tepki puanı
15
Puanları
36
Yaş
39
RE: Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

RE: Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

s.a
allah razı olsun çok hoş bir yazı. aeo;)
 

-Esmani-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Eki 2006
Mesajlar
2,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Web Sitesi
islamtarihim.com
RE: Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

RE: Arafta Aşk Yalnız Yaşanır

Aşk yalnız yaşanır, kendini seversin ve Araf yalnızların ülkesi olur. Unutulmuşların toprağında tek tanıdığın sen olursun hiç kimse seni anlamasa da, hiç kimse sana bakmasa da sen o ülkenin en meşhurusun. Neden mi? Şunu asla unutma! Arafta kalanların sonuncususun.

B)
 

etruce

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2006
Mesajlar
192
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
cennetim olur musun?

cennetim olur musun?

Elini tutsam, dünyanın öbür ucuna benimle birlikte gelir misin? bekle desem, dünyanın bir ucunda beni bekler misin?
denizimde fırtınalar çıktığında limanım olur musun? karanlık bastırdığında deniz fenerim, hava açınca yıldızlarım olur musun; bulutlar göğü kapladığında pusulam?
mihengim, turnusol kağıdım olur musun? yüreğimin suyu bulandıkça onu durultacak iksirim?
kapılar kapandığında kapım, yollar aşındığı vakit yolum, saklanmak istesem duvarım olur musun? özgürlüğüm ve mapusanem?
üşürsem evim olur musun? yorganım, ana kucağım? çölümde vaha olur musun? vahamda hurma ağacım?
dağın tavşanı, çölün ceylanı, gecenin hayalleri bağrına bastığı gibi beni bağrına basar mısın? şak şak yarılsa bile gökten umudunu kesmeyen kıraç tarlalar gibi umut bağlar mısın bana? gitmek istersem kanatlarım olur musun? kalmak istersem ayağımda prangam?
hurilerim olur musun? kudret helvam ve bıldırcınım? soğanda sarımsakta gözüm yok, tih çölü sürgününde gözüm yok. ateş almaya gidersem, kırk vakit sonra dönsem bile aynı yerde beni bekliyor olur musun?
kavmim beni terk ederse ve ben kavmimden kaçarsam, bir kez arkana bakmadan arkamdan gelir misin?
ot bitmeyen bir vadide yalnızca Allah’a emanet edip gidersem, sen de beni kınamaksızın O’na güvenir ve sa’y eder misin?
ümidimi kaybettiğim anda ümidim, neş’emi kaybettiğim zamanlarda coşkum, kalbim işgale uğrarsa halaskârım ve rehberim olur musun?
arkadaşım, yoldaşım, sırdaşım, enîsim, huzûrum, sürûrum, nûrum, zînetim, nîmetim, cennetim olur musun?
 

ismail fakihullah

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
280
Tepki puanı
0
Puanları
0
Sevgi

Sevgi

Çevremize baktigimiz zaman, her seyin sevgi üzerine yaratildigim, sevgi düsünüp sevgi konustugunu görürüz. Sevgi, varolusun sebebidir. Hersey sevgiden dogmus, sevgiyle varolmus, sevgiyle varligini sürdürmektedir.

Sevgi, sevenle sevilen arasinda meydana getirilen bir ittifaktir.

Sevgi, kalpte bulunan, sevgilinin arzu ve isteklerinin disinda kalan her seyi yakan bir atestir.

Sevgi, bütün benliginle sevilene yönelme olayidir.

Sevgi, kökü son derece saglam, dallari göklere yükselmis, meyveleri gönülde, dilde ve uzuvlarda görülen hos bir agaçtir. Disa akseden bu belirtiler, dumanin atese, meyvenin agaca isareti gibi kalp ve uzuvlarda etkisini göstererek sevgiye isaret eder.[1]

Yüce Rabbimiz Bakara Suresinin 208. ayet-i kerimesinde, “Ey iman edenler! Hepiniz birden barisa girin. Seytanin adimlarini takip etmeyin, çünkü o, sizin için apaçik bir düsmandir.” buyurmaktadir.

Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vessellem.) ise; “Iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmis olamazsiniz.” [2] “Sizden biriniz kendisi için sevip istedigini, kardesi için de sevip istemedikçe gerçek mü'min sayilmaz.” [3] buyurarak, sevgi ve kardesligi ögütlemektedir.

Yunusumuz; “Gelin tanis olalim, sevelim sevilelim.” diyor, insanlik bu bilince eristigi gün; geceleri gündüzleri kadar aydinlik, gündüzleri de cennet bahçeleri kadar huzurlu olacaktir. Fizik aleminde yerçekimi kanunu ne ise, insanlik aleminde sevgi de öyledir. Sevgi birlestirir, kin ayirir. Fazilet bahçesinde, insani degerlerle olgunlasan sevgi güllerini, özenle toplayip, susamis gönüllere dostluk pinarlarindan kana kana sundugumuz gün, topyekün insanlarin bayrami olacaktir. Ahlak duygusunun çiçekler gibi açtigi, hosgörünün bayraklastigi, adaletin tug'lastigi ve yediden yetmise bütün insanlarin dostluk içerisinde kucaklastigi ortami hazirladigimiz gün, hepimizin bayrami olacaktir. Böylece hem özledigimiz sevgi dünyasi kurulacak, hem de bütün insanlik huzur bulacaktir.

Mevlana'nin ifade ettigi gibi sevgi; aciyi tatliya, topragi altina, hastaligi sifaya, zindani saraya, belayi nimete ve kahri rahmete dönüstürür. Demiri yumusatan, tasi eriten, ölüyü dirilten sevgidir.

Bu evrende her sey, ama her sey sevgi düsünür, sevgi konusur, sevgi va'deder. Bu itibarla, kainata bir sevgi yumagi gözüyle bakilabilir. Ayri ayri ses ve soluklar, tek ve çift bütün nagmeler öyle bir ritim içinde akip gider ki, bunu görmemek ve anlamamak mümkün degildir. Bütün bunlar gösteriyor ki kainatta hersey sevmek içindir ve hayat sevgiden ibarettir.[4]

Kur'an'in tarif ettigi Müslüman, ask ve sevgi insanidir. Maide Suresinin 54. ayetinde “Allah onlari, onlar da Allah'i sever.” buyurulmakla, sevginin ve askin Müslümanda bulunmasi gerektigi, bunlar Müslümanda bulundugu takdirde Yüce Allah'in mutlaka karsilik verecegi belirtilmektedir. Biz bu özelligi tasiyan insana “mü'min-i kamil” diyoruz. Mü'min-i kamil, bir merhamet, sefkat ve sevgi sembolüdür. Kur'an-i Kerim mü'min-i kamili; “Iman edip salih ameller isleyenlere gelince; halkin en hayirlisi da onlardir. Onlarin Rableri katindaki mükafatlari, zemininden irmaklar akan, içinde devamli olarak kalacaklari Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hosnut olmus, onlar da Allah'tan hosnut olmuslardir...”[5] diye tarif etmektedir.

Kisaca özetlemek gerekirse, insanin kendini bilmesi, kendi benligine kavusmasi, aslî benligi olan Rabbine ulasabilmesi için tek çikar yol vardir, o da sevmek ve sevilmekten geçmektedir. Insan, sevgiyle gerçek aska ve nihaî gaye olan Rabbine ulasir.
 

desertrose

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
3,480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
RE: Sevgi

RE: Sevgi

Kim kalbini Allaha bağlarsa, Allah müminlerin kalbinde ona sevgi ve merhamet yaratır Hadis-i Şerif (Taberani).

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"
(Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)​


B)B)B)B)B)B)
 

tayyar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
47
Tepki puanı
0
Puanları
0
hikaye.kınalı hasan

hikaye.kınalı hasan

Kınalı Hasan
üsteğmen gelen askerleri kontrol ediyor, bir taraftan da onlarla laflıyordu, “Adın ne? Nerelisin?” gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası kızarmış bir çocuk görür. Merakla:

— Adın ne senin evladım? der. Asker:
— Hasan' diye cevap verir.
— Nerelisin? der. Hasan:
— Tokat Zile’denim, der.
— Peki, evladım bu saçlarının hali ne? Hasan:
— Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım, der.
— Neden? der komutan. Hasan:
— Bilmiyorum komutanım, der:
— Peki, gidebilirsin Kınalı Hasan, der.

O günden sonra herkes ona Kınalı Hasan der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Hasan’ın okuma yazması da yoktur. Arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Hasan söyler arkadaşları yazar:




“Sevgili anacığım, babacığım ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim. Beni merak etmeyin” diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır. Gururla mektubu bitirir. Neden sonra aklına gelir ve yazının sonunda anasına not düşer: (Hasan’ın kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır)

“Anacağım kafama kına yaktın, burada komutanlarım ve arkadaşlarım benimle hep alay etiler. Sakın kardeşim Ahmet'e de yakma. Onunla da alay etmesinler, ellerinden öptüm.” diye bitirir.

Aradan zaman geçer. İngilizler kesin netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi.

Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları da epey azalmıştır. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Hasan’ın komutanı da olayı görüyor yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti... Komutanın bu düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Hasan ve arkadaşları komutanlarına yalvara yakara oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir..)
Kınalı Hasan’ın bölüğünden kimse sağ kalmaz, hepsi şehit olmuştur. Sıra şehitlerin kimlik tespiti yapılıp köy mezarlığına gömülmesine gelir. Diğer şehitlerle birlikte Hasan’ın da kimlik tespiti için üzeri aranır. Hasan’ın cebinden memleketinden gelen mektup, bir de tamamlanamamış şiir karalaması çıkar. Komutanı buruk ve gözleri dolu dolu, mektubu açıp okumaya başlar.
Hasan’ın babası anlatır: “Oğlum Hasan nasılsın, iyi misin, gözlerinden öperim selam ederim. Oğlum öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum, zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da. Siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin” der. Sonra, “Hasan ananın da sana diyeceği bir şey var” der.
Anası anlatır: “Oğlum Hasan yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime de yakma demişsin, kardeşine de yaktım, komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde üç şeye kına yakarlar:
1. Gelinlik kıza, gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye...
2. Kurbanlık koça, Allah'a kurban olsun diye...
3. Askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye... gözlerinden öper selam ederim Allah'a emanet olun...”
Tamamlanmamış şiirde de Hasan’ın komutanına vereceği cevap bulunmaktadır.
“Anam yakmış kınayı adak diye,
Ben bu vatan için kurban doğmuşum.
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım ben İsmail doğmuşum…”
Mektubu okuyan Hasan’ın komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar
 

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
En Son Hangi Kitabı okudun ???

En Son Hangi Kitabı okudun ???

Merhaba KArdeşlerim aklıma bir şey geldi. İsterseniz En son okudugumuz kitapları ve okuma zamanlarımızı yazalım ve zamanla bu çemberi büyütüp her kardeşimizin en azından günde yarım saat bi saat okuma alışkanlkıgı kazanmasına vesile olalım inş.

Ben Başlıyorum.. Ya Allah Ya Bismillah..

EN SON OKUDUGUM KİTAP

BİR BAYAN NİÇİN ÖRTÜNMEK İSTEMEZ.
feyzullan BİRIŞIK POLEN YAYINLARI
 

efsude

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2006
Mesajlar
671
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

VEALEYKUMSELAM.BENIMDE
EN SON OKUDUGUM KITAP; ISTE ONDERIMIZ HZ.MUHAMMED
YAZARI; PROF.DR.IHSAN SUREYYA SIRMA
YAYINEVI; BEYAN YAYINLARI
175 SAYFALIK BIR KITAP FAKAT BIR SOLUK BITEN VE TEKRAR TEKRAR OKUYUP HER OKUDUGUMDA ICIMDE BIRSEYLERIN BURULDUGU ,UNUTTUGUM SEYLERI HATIRLATTIGINDA GOZLERIMIN DOLDUGU BIR ESER.COK GUZEL,YALIN VE EDEBI BIR DILLE YAZILMIS BU KITABI HEPINIZE TAVSIYE EDIYORUM. IST.OTURUPTA BU KITABI ALMAK ISTEYEN KARDESLERIM OLURSA BULAMAZSANIZ YAYINEVININ ADRESINI VEREBILIRIM.
SELAM VE DUA ILE...
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

dilaver selvi...kaynaklarıyla tasavvuf...semerkand..
 

desertrose

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
3,480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

S.A. BEN EN SON YAŞAR KEMAL - İNCE MEMEDİ OKUDUM KARDEŞİM.. ADAM YAYINLARI..
 

safiye seyma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Ocak 2007
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: en son okudugum kitap

RE: en son okudugum kitap

çok güzel bir konuya deginmişsiniz bende okudugum kitabı sizlerle paylaşmak isterim tuncer çetinkayanın en uzun şubat adlı kitabını okudum herkese tavsiye ederim bende 28 şubat kararlarını anlatan bir kitap.
 

zeynep1111

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Tem 2006
Mesajlar
477
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

RE: En Son Hangi Kitabı okudun ???

fethullan gülen hocanın "ilayı kelimetullah veya cihad " adlı kitabını okuyorrum daha bitmedi biticek bu hafta inşallah
 

cemile_drn

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Eki 2006
Mesajlar
280
Tepki puanı
0
Puanları
0
YABAN SARMAŞIĞI

YABAN SARMAŞIĞI

Yaban sarmaşığını düşünüyorum.Hani ağaçlara sımsıkı yapışır da koparamazsınız.çok zorlasanız bile dalından bir parça kopar ancak...Belki ağacın pek umurunda değildir ama,sarmaşığın tutkunluğu bir başkadır.Ne yosuna benzer,ne de yaprağa,hatta bahçemizdeki sarmaşığa bile...Çabuk bıkmaz,yolun yarısında bırakmaz kimseyi.Ağaç onu ayakta tutuyor ya bu yeter ona.Dallarıyla başına vursa da koparamaz,kendinden sarmaşığı,bir kere bağlanmıştır ona vazgeçmez,direnir.Kırıldığı yerden yeniden filizler verir.Capcanlıdır hep,sert görünüşlü ama yumuşak huyludur.Mehtabın melodileriyle uyur.Yaprak hışırtılarında huzur bulur.Güneşe doğru kıvrılır yolları,korumaya çalışır ağacı kendince.
Nedendir bilinmez?birçokları anlayamadılar onu!Olsun, ne çıkar?
O, sadıktır Dost'a.Yolun ucunda kavuşmak vardır.Herşeyi fedadır...
İnsanların yabanlarını düşünüyorum...Bir türlü bağlanmak istemezler.zorlasanız,kopar giderler,kaybedersiniz.Bütün varlığınızı ortaya koyarsınız,fayda etmez.Ehilleştirilmesi gerekir sevgiyle,sadakatle.Yine de sitemkardır,bivefadır,inkarcıdır.Bile bile uğraşmanız gerekir,ümitle ve heyecanla.
Siz hercai değilsiniz,yaban sarmaşığı misali yolunuzdan gidersiniz,sapmadan,yorulmadan.Ve insanların yabanlarını göze alarak.Yaz ortasında kiraz çiçeği açmak yetmez.Çam gibi sade olun ama hep yeşil kalın.Dikenlerinizden söz ediyormuş birileri,karşıdan gelen görür bunu,yanınızdakiler şikayetçi değildir,pesetmeyin.Oksijen oranını yükseltin habire.Karbondioksit oranını normal seviyede tuttukça hiçbir tehlikesi yoktur.
Verdiniz mi tam verin gönlünüzü.Emanetçiye bırakmayın üç günlüğüne , emanetin canı az olur."Bismillah" deyin atın adımınızı.Allah'tan büyük yardımcı mı olur(haşa)Varsın herkes ters yönde ilerlesin.Doğru yoldan ayrılmayın.Bir yaban sarmaşığını örnek alın,ehil insan olmasanız da sarmaşığın yabanı bile kıymet bilirken...
Yaban sarmaşığını düşünüyorum.Hani ağaçlara sımsıkı yapışır da koparamazsınız.Çok zorlasanız da şöyle dalından bir parça...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt