Tüm arabuluculuk, uzlaştırma ve
ateşkes çağrılarına karşılık Filistin'de sular durulmuyor.
Aksa İntifadası'nı bastırmayı bir türlü beceremeyen İsrail'in saldırılarının dozunu ve şiddetini artırmasına paralel olarak Filistinli direnişçiler de eylemlerini yoğunlaştırıyorlar. Filistinliler artık sadece taşlı gösterilerle yetinmeyip silahlı eylemlere de daha sık başvurmaktalar. Özellikle de İslami grupların
istişhadi eylemlerinin son zamanlarda hız kazandığı görülmekte. Uluslararası medyada intihar saldırısı olarak tanımlanan ve egemen siyasi literatürde terör eylemi şeklinde mahkum edilen bu eylemlerle nelerin hedeflendiğini ve buna karşılık sonuçlarının neler olduğunu Filistin konusunu çok yakından takip eden bir gazeteciyle, Ahmet Varol ile konuştuk:
Şehadet eylemleri çok yönlü bir konu. Biz isterseniz öncelikle fıkhi, siyasi, örgütsel ve diğer yönlerinden önce konunun pek gündeme gelmeyen, ya da getirilmeyen bir yönünden, insani yönünden başlayalım. Bir insanın bomba yüklü bir araçla ya da beline bağladığı kilolarca bombayla ölüme koşması nasıl bir arka plan gerektirir? Filistin'de nasıl bir ortam mevcuttur ki, insanları canlı bomba olmaya itmektedir?
-Öncelikle şunu ifade edelim ki, çağımızdaki güç merkezlerinin yönlendirdiği medya tarafından genellikle intihar saldırıları Filistinliler arasında ise
istişhadi eylemler olarak adlandırılan eylemler Filistin'deki direnişçiler için bir öncelikli tercih değildir. Bu eylemlerin tercih edilmesinin sebebi
işgal güçleriyle onların karşısında kendi
öz vatanlarını savunmak ve oradaki işgale son vererek hem vatanlarına hem de hürriyetlerine kavuşmak isteyenlerin eşit şartlarda savaşıyor olmamalarıdır. İşgalciler her türlü teknik imkanları ellerinde bulundurdukları gibi çağın güç merkezleri tarafından da yoğun bir şekilde destekleniyorlar. Hatta dört aylık bebeğin üzerine top mermisi fırlatacak, babasının arkasına sığınan sekiz yaşındaki çocuğu kasten ve özellikle nişan alıp öldürecek kadar vahşileşmelerine rağmen, güç dengelerinin kontrolündeki medya organları sürekli onları temize çıkarmanın çabası içinde. Bu siyasi ve medyatik desteğin saldırgan siyonistleri daha da cüretkar yaptığı açıktır. İşte bu cüretkarlık yüzünden vahşette sınır tanımayacak, kalabalık sivil kitleleri füze ve roket saldırılarına hedef yapabilecek kadar ileri gidebiliyorlar.
Mülteci kamplarındaki kırık dökük evlerde kalan insanların evlerini tepelerine yıkabiliyorlar.
Filistinlilerin kendilerine yönelen füzelere karşı kullanabilecekleri bir füzesavarları yok. Üzerlerine bomba yağdıran F-16'la karşı kullanabilecekleri uçaksavarları yok. Tankların ve otomatik tüfeklerin yağdırdığı bombalara ve mermilere benzerleriyle karşılık veremiyorlar. Belirttiğimiz üzere dünyadaki güç merkezleri ve onların güdümündeki medya organları da siyonist saldırganlara sahip çıktığından ve onları her saldırılarında temize çıkarmaya çalıştığından mağdur durumdaki Filistinliler uluslararası platformda da kendilerine bir "sahip" bulamıyorlar. Kendilerini kendi güç ve imkanlarıyla savunmak zorundalar. Bu durumda siyonist saldırganlar üzerinde caydırıcı etkisi olan eylemlere ihtiyaçları oluyor. Taşlı saldırılar her ne kadar işgal rejimini uğraştırıyorsa da onun saldırgan tutumu karşısında caydırıcı bir etki yapamıyor. Fakat İsrail işgal devletinin bir can damarı var. Değişik teşviklerle ve büyük gayretlerle
Filistin topraklarına göç etmeleri sağlanan yahudilerin oluşturduğu ve "
İsrail toplumu" olarak adlandırılan yahudi insan unsuru. Bu unsur İsrail'e hayat veren ve onun damarlarında dolaşan kan niteliğindedir. Bu kan çekilirse İsrail devleti komaya girecektir. Onun komaya girmesi halinde ise artık ABD yardımlarının yaptıracağı sun'i teneffüs İsrail'in yeniden hayata kavuşturulması için yeterli olmayacaktır. İşte bu, İsrail'in kanı niteliğindeki yahudi unsur kendini
güven ve huzur içinde göremezse mutlaka Filistin topraklarını terk edecektir ve etmektedir de. Yaşanan tecrübeler de bunu gözler önüne sermiştir.
İstişhadi eylemler yoluyla İsrail'in can damarının hedef alınmasının siyonist saldırganlar üzerinde caydırıcı etki yaptığı son Tel Aviv eyleminden sonra da görüldü. Bundan önce Netanya eyleminin hemen ardından Nablus'a bomba yağdıran
Beyrut kasabı Ariel Şaron, Tel Aviv eyleminden sonra "bekle gör politikası izleyeceğiz" şeklinde bir açıklama yapma ihtiyacı duydu. Ardından da "
ateşkes" şemsiyesine sığınarak Filistinli eylemcileri etkisiz hale getirebilmek için Arafat yönetimine yüklenmeye başladı. Bu yöndeki çabalarının sonuç verebilmesi için de Bush'un başkan seçilmesinden sonra Filistin'deki gelişmelere kısmen mesafeli davranan ABD'yi de devreye soktu ve kolay kolay ülkesinin dışına çıkmayan CIA başkanını Filistin topraklarına getirtti. Bütün bu gelişmeler
istişhadi eylemlerin İsrail işgal devletine gerçekten ağır darbeler indirdiğini ve onun saldırgan tutumu karşısında caydırıcı etki yaptığını ortaya koyan gelişmelerdir.
İstişhadi eylemlerin tesiri sadece İsrail'in damarlarında dolaşan kan olarak nitelediğimiz göçmen yahudi toplum üzerindeki tesirden ibaret değildir. Askeri güçler üzerinde de son derece olumsuz tesir yapmakta ve askerleri moral yönden yıpratmaktadır. Unutmamak gerekir ki İsrail işgal güçlerini Lübnan'da yenilgiye zorlayan en önemli etken askerlerinde yaşanan moral kaybıydı. Bu moral kaybı ciddi psikolojik sorunlara hatta intiharlara sebep oluyordu. Bu da o askerlerin
ailelerinin şiddetli tepkilerine yol açıyordu. Güney Lübnan'daki direnişçilerin kararlı mücadelelerine karşılık İsrail işgal güçlerinin sürekli manevi yönden yıpranmaları sonuçta işgal devletini, yenilgi bayrağını çekmeye zorladı.
Aksa İntifadası sürecinde gerçekleştirilen istişhadi eylemlerin de aslında birinci hedefleri askeri noktalardır. Bu eylemlerin askerler üzerinde ciddi tesirler yaptığı son zamanlarda firar olaylarının artmasıyla ve firariler için özel bir tutuklama merkezinin kurulmasına ihtiyaç duyulması ile görüldü. Askeri mekanizmada yaşanan bu realite de İsrail işgal devletini endişeye sokmaktadır. Kısacası bu eylemler bir bakıma uçaksavar, füzesavar, tanksavar yerine kullanılmaktadır. Onlar olmadığı için bu eylemlerden yararlanılmaktadır.
Fakat burada şunu ifade edelim ki, istişhadi eylemlerin yapılan zulümler karşısındaki bıkkınlığın yansıması ve hayattan bıkarak ölümü tercih eden, bu tercihi yaparken de düşmana zarar vermek isteyenlerin gerçekleştirdikleri eylemler şeklinde algılamak oldukça hatalıdır. Bu, işgalci düşmanı saldırgan tutumundan vazgeçirmeyi, onu geri adım atmaya zorlamayı, Filistin üzerindeki işgali yıpratmayı ve zayıf düşürmeyi amaçlayan bir mücadele metodudur. Vatanı işgalden kurtarma ve Müslüman halkı hürriyetine kavuşturma mücadelesi yerine göre canı da feda etmeyi gerektiren zor bir mücadeledir. Bu mücadelede ister istemez birileri hayatlarını ortaya koyacaklardır. Ayrıca eylemler kişilerin şahsi tercihleriyle değil örgütlü bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Burada hayattan bıkıp ölümü tercih etme değil, kutsal vatanı ve esaret altındaki halkı kurtarmak için hayatını feda etmek söz konusudur. Eğer hayattan bıkıp ölümü tercih etme söz konusu olsaydı o zaman belki "intihar saldırısı" denebilirdi. Ama böyle olmadığını,
istişhadi eylemler gerçekleştirenlerin arasında, üniversitelerde tahsil görürken, kendilerine parlak bir gelecek hazırlamanın çabasını sürdürürken bile mücadele şartlarının gerekli kılması sebebiyle hayatlarını feda edenlerin de olması gösteriyor. Hatta birçokları böyledir diyebiliriz.
Bu eylemlerin gündeme geldiği ilk günlerde Türkiyeli Müslümanlar arasında da konunun fıkhi boyutu sık tartışıldı. Özellikle de şablonlarla düşünmeye alışmış ve siyasi tutumları itibariyle de uzlaşmacı bir çizgide seyreden çevreler bu eylemlerin intihar anlamına geldiğini söyleyip olumsuzladılar. Bu yönüyle gerek Filistin içinde, gerek İslam dünyasında konu tartışılmış mıdır, bu konuya dair oturmuş bir bakış açısı söz konusu mudur?
-Bu eylemlerin başlatılmasından önce elbette ki fıkhi boyutu tartışıldı. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bu eylemlerin başlamasından sonra Türkiye'de değişik yönlerden tartışma başlatıldı. Bu tartışmalar iki ana konu üzerinde yoğunlaşıyordu: Fıkhi boyutu, insani boyutu (hedef alınanlar açısından). Ben şahsen, bu tartışmaların yoğun olduğu dönemde her iki boyutunu da değişik kaynaklardan araştırarak geniş bir dosya hazırlamıştım. Bu dosya Akit gazetesinde dizi yazı olarak yayınlandı. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilen dizi çalışması da işte bu dosya ile, yine Filistin meselesinin
İslami dayanaklarını ortaya koyan ikinci bir dizi yazı çalışmasıydı. Bunların her ikisini daha sonra tek bir kitapta topladım ve bu kitap Madve Yayınları tarafından
"Filistin Davasının İslami Temelleri" adıyla yayınlandı. Bizim bu çalışmamızın yayınlanmasından kısa bir süre sonra da Arapça olarak, istişhadi eylemlerin fıkhi delillerini içeren bir kitapçık yayınlandı. Ben onu da inceledim ve hemen hemen aynı delillerden yararlanıldığını gördüm. Bizim o delilleri buraya taşımamız durumunda sözü bir hayli uzatmamız gerekir. Fakat okuyucularımızdan merak edenler zikrettiğim kitaptan yararlanabilir veya Internetten yararlanma imkanları olanlar Web sayfamızda yer alan
"Filistin Cihadının Fıkhi ve Stratejik Yönü" başlıklı dosyamızı okuyabilirler. Bu çalışmamızı okuduktan sonra ikna olduğunu ve konuyla ilgili tereddütlerinden kurtulduğunu söyleyen birçok kişinin olduğunu burada özellikle belirtmek istiyorum.
Konu değişik ilim adamları tarafından da ele alınmış ve bu eylemlerin şer'i dayanakları onlar tarafından da zikredilmiştir. Bunların başında çağımızın tanınmış ilim adamlarından olan Prof. Yusuf el-Kardavi'yi zikredebiliriz. Sudan Fıkıh Meclisi tarafından 8 Mayıs 2001 tarihinde yayınlanan fetvada da istişhadi eylemlerin şer'i olduğu ve bu şekilde şehit olanla cephede düşman karşısında şehit olan arasında şehadet yönünden bir fark olmadığı dile getirilmiştir. Yine Ezher Üniversitesi Fetva Kurulu, Filistin Alimler Birliği ve daha birçok ilim meclisi bu eylemlerin şer'i olduğuna dair fetvalar yayınlamışlardır. Müslüman Kardeşler cemaati ve Pakistan'daki Cemaati İslamiye başta olmak üzere değişik İslami oluşumlar da bu eylemleri tahlil ederek açıklamalar yaptılar ve kendi ilim çevrelerinin verdiği bilgilere dayanarak bu eylemlerin şer'i olduğunu kendi tabanlarına bildirdiler. Özetle ifade etmek gerekirse konu çok değişik ilmi ve siyasi platformlarda ele alınmış ve söz konusu eylemlerin Filistin realitesinin zorunlu kıldığı, aynı zamanda kuvvetli şer'i dayanakları olan eylemler olduğu vurgulanmıştır.
Fakat sizin de ifade ettiğiniz gibi ne yazık ki Türkiye'de bazılarında şabloncu bir anlayış hakim olduğundan, değerlendirme yaparken ve hüküm verirken Batı medyasının kullandığı "intihar" nitelemesinden yola çıkılmaktadırlar. Bu şabloncu anlayış sahipleri İslam'ın intiharı haram kıldığı hükmünü de şabloncu anlayışın dayanak noktası olarak almakta bu yüzden
Filistin gerçeğini gözlerden uzak tutarak hüküm vermektedirler. Oysa Filistin'deki
direniş ve bu direniş çerçevesinde gerçekleştirilen eylemler hakkında hüküm verebilmek için önce Filistin gerçeğini bir okumak gerekir. Ardından o eylemlerin dayandırıldığı delilleri tek tek incelemek, sonra da bu deliller etrafında yorum yapmak icab eder.