Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Yukarıda İsmini zikrettiğimiz kardeşlerimiz, küçük yaştan beri mücahidlerin içerisinde yer almış ve mücahidlere Ensar’lık yapmış, tabiri caizse hamurları cihad ve direniş ile yoğrulmuş muvahhid, mü’min kardeşlerimizdir. Aileleri birinci Çeçen Cihadından bu yana bıkmadan usanmadan cihada destek vermiş ve evlatlarını da bu yolda yürüyecek bir donanımla güzelce yetiştirmişlerdir. Ahlaklı, itaatkâr, namazlarına ve zikirlerine düşkün olan bu genç kardeşlerimiz, aynı zamanda olgunluklarıyla, halk tarafından ciddi bir sevgi ve hürmetle karşılanıyorlar. Ailelerinin cihada verdikleri destek ve şehidlerinin halk tarafından bilinmesi onlara olan güveni daha da arttırmaktadır. Tüm bu faktörleri alt alta topladığımız da ise ifade etmek gerekir ki, bu genç kardeşlerimizin ilerleyen günlerde üstlenecekleri kilit roller Çeçen Cihadının seyrini bir hayli değiştirecektir. Takva'ya önem veren, ilim konusunda gayretli, cihad konusunda ise becerikli olan bu kardeşlerimiz yaşadığımız dönemde başta da belirttiğimiz gibi bizlere Peygamber Ashabını hatırlatmakta ve örnek olmaktadır.


Yine yeri gelmişken ifade edelim ki, Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti Şurasına bağlı Genç kardeşlerimiz, Çeçenistan’ da ve Dağıstan’da tebliğ ve cihad çalışmalarına bir hayli hız verdiler.Kafkasya’nın dört bir yanında bir çok genç imanlarından aldıkları cesaretle zalimlere başkaldırdılar. Bu noktada, bizlere düşen ise onlara mallarımızla destek olmaktır. Geçtiğimiz günlerde şehid olan Komutan Rabbani’nin yerine geçen Dağıstan mücahidleri emiri Komutan Mecid, Türkiye Müslümanlarına gönderdiği Ramazan Bayramı mesajında, sahabeyi örnek almış bu genç kardeşlerimizin taleplerini karşılayamadıklarını ve bu konuda genelde dünya Müslümanları ve özelde de Türkiye Müslümanlarından destek beklediklerini açıklamıştı.

Unutmayalım ki kardeşlerimize destek olmak inandığımız değerlerin omuzlarımıza yüklediği en öncelikli sorumluluklardan biridir.

Zira bu konu ile alakalı olarak Allah Rasulü S.A.S şöyle buyuruyor;

”Kim gazâya çıkmaz , gazâya çıkan bir mücahidi techiz etmez veya geride kalan ailesine bakmazsa Allah Teala o kimseyi kıyamet gününden önce büyük bir belaya uğratır.” (Riyazüs Salihin Hadis No:1309 )
Hadis gerçekten insanın içini titretiyor.

Ramazan ayında bu çağrıya kulak verip mücahid kardeşlerimizi, onların ailelerini dualarında ve yardımlarında unutmayan kardeşlerimi sevgi ve muhabbetle selamlıyor, Rabbimizden onları verdiklerinin ve istediklerinin kat kat fazlasıyla mükâfatlandırmasını diliyorum.
Filistin,Çeçenistan, Afganistan,Irak gibi işgal altında olan ve cihadı tercih eden halkların kendi öz benliğinden fışkıran bu fidanlar geleceğe daha bir umutla bakmamıza vesile olmaktadır.
Onlar zorluklar içerisindeyken bile Allah’ın dinine yardımcı olmayı seçtiler. Bu gayretleri doğrultusunda inşallah yüce Rabbimizin ayetinde belirttiği müjdelere kavuşurlar;
“Ey iman edenler! Sizi hem bu dünyada, hem de öteki dünyada şiddetli bir azaptan koruyup kurtaracak bir alışveriş göstereyim mi size. Allah’a ve peygamberine inanır, Allah yolunda malınız ve canınızla gayret gösterirsiniz. Bu sizin için en iyi olan harekettir, keşke bilseydiniz. Eğer böyle yaparsanız Allah günahlarınızı bağışlayacak ve sizi öteki dünyada içinden ırmaklar akan bahçelere ve bu sonsuz mutluluk bahçelerindeki, güzel köşklere sokacaktır. İşte bu büyük bir kurtuluştur. Allah size seveceğiniz bir iyilik daha verecektir ki, o da düşmanlarınıza karşı her zaman yardım etmesi ve yakın bir zamanda nasip olacak ülkelerin fethidir ki, Ey Muhammed mü’minlere bu fethi ve yardımı şimdiden müjdele.” (Saff: 10-13)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Burası türkiye

7466.jpg


7468.jpg


7469.jpg


7470.jpg


 

erciyes1984

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Kas 2007
Mesajlar
1,019
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Selamunaleykum Allah razı olsun ablam emegine saglık a.e.ol :H
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Şehitlik mertebeleri


1-Şehid Kimdir?

Allah yolunda canını feda eden bir müslümana şehid denir.

Şehidlik, İslâm'da en büyük mertebedir. Şehidlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir. Âhirette en büyük rütbenin Peygamberlikten sonra şehidlik olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehidlerin üzerlerinde bulunan kul hakkından başka bütün günah ve kusurları Allah tarafından afvedilmektedir. Âyet-i Kerîme'de şehidlerle ilgili şöyle buyurulur: "Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma! Doğrusu onlar Rableri katında diridirler ve Cennet meyvelerinden rızıklandırılırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan (şehidlik rütbesinden) dolayı neş'eli haldedirler." (Âl-i İmrân, 169-170). "Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyiniz. Belki onlar diridirler. Fakat siz anlamazsınız." (el-Bakare, 154). Hadîs-i şerîflerde ise şöyle buyurulur: "Cennete giren hiçbir kimse, dünyadaki her şey'in kendisinin olması karşılığında dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehid olan, kavuştuğu şehidlik rütbe ve nimetlerinden dolayı dünyaya dönüp 10 kere daha öldürülmeyi temenni eder..."

Böyle büyük ve ulvî makam ve yüce rütbeye her müslüman kavuşmayı cân ü gönülden arzu eder, bütün varlığıyla Allah'tan temenni ve niyazda bulunur. Ancak kalbinde küfür ve nifak bulunanlardır ki, böyle yüce bir nailiyete kavuşmak azim ve şevkinde bulunmazlar. Hadîs-i şerîf'te şöyle buyurulur: "Şehâdete nailiyeti Allah Teâlâ'dan sıdk ile isteyen kimseyi, Allah şehidler mertebesine ulaştırır. Velev ki döşeğinde vefat etsin." Allah'ın rahmetinin genişliği ne kadar büyük...

2-Şehîd-i Kâmil Kime Denir?

Hem dünya hem de âhiret itibariyle şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bunlar muharebede öldürülenler, yahut âsiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar tarafından gadren ve zulmen öldürülen kimselerdir. Bir müslümanın şehîd-i kâmil sayılabilmesi için 6 şart lâzımdır:
1 - Müslüman olmak.
2 - Akıllı olmak.
3 - Bâliğ olmak.
4 - Cünüp olmamak, hayız ve nifas hâlinde bulunmamak.
5 - Vurulmanın akabinde hemen ölmüş olmak. Vurulduktan sonra, ölmeden önce, yeyip içer, tedavi görürse, vurulduğu yerden başka tarafa taşınırsa veya üzerinden bir namaz vakti geçecek kadar yaşarsa, kâmil şehidlik kısmından çıkar. Uhrevî şehîd olur.
6 - Öldürülmüş olmasından dolayı, öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak. Hatâen öldürülme durumlarında, katile kısas vâcib olmadığı için, maktûl şehîd-i kâmil kısmına girmez. Şehîd-i kâmiller, yıkanmadan kanlı elbiseleri ile gömülürler. Hz. Ömer ile Hz. Ali'de bu şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar; Hz. Osman ise, yıkanmadan gömüldü.

3-Şehîd-i Uhrevî Kime Denir?

Dünya itibariyle şehid sayılmayan, yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi gören kimselere şehîd-i uhrevî denir. Şehîd-i kâmil olmanın şartlarından birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler.

Bundan başka şu kimseler de âhiret şehîdi sayılır:
* Suda boğulanlar.
* Ateşte yananlar.
* Enkaz altında kalanlar.
* Veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölenler.
* Sıtma gibi ateşli hastalıktan ölenler.
* İlim yolunda ölenler.
* Ciğer hastalıklarından ölenler.
* Doğum sırasında veya lohusa iken ölen kadınlar.
* Baş ağrısından ölenler.
* Karın ağrısından ölenler.
* Ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.
* Cuma gecesi ölenler.
* Gurbet ilde vefat edenler.
* Akrep, yılan sokması gibi sebeblerle vefat edenler...

4-Şehîd-i Hükmî Veya Şehîd-i Dünyevî Kime Denir?

Bunlar münafıklardır. Bunların kalblerinde bulunan nifak emaresini sadece Cenâb-ı Hak bildiği için, dünya itibariyle şehid muamelesi yapılır. Çünkü bunlar, dış görünüşleri itibariyle müslümanlardırlar, fakat kalbleri itibariyle kâfir...

5-Şehidlerle İlgili Bâzı Hadîs-i Şerîfler:

"Malını müdafaada öldürülen şehiddir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehiddir, nefsini müdafaada öldürülen şehiddir..."
"Şehidleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar..."
"Şehidler cennetin kapısında, nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah - akşam rızıkları Cennetten onlara gelir."
"Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden dolayı katledilen şehiddir."
"Kim Cuma günü vefat ederse şehiddir."
"Kim hayvanından düşüp ölürse o kimse şehiddir."
"Suda boğulan şehiddir, ateşte yanarak ölen şehiddir, gurbette garip ölen şehiddir, zehirli hayvan sokmasından ölen şehiddir, karın ağrısından ölenler şehiddir, bina yıkılıp altında kalarak ölen şehiddir, evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölen şehiddir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehiddir..."
"Din kardeşini müdafaada katlolunan şehiddir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehiddir..."
"Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur." (Müslim) Bâzı âlimler denizde şehid olmanın, kul borcuna dahi keffaret olacağını ileri sürmüşlerdir. "Şehid, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) 70 kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir." (Ebû Dâvud, Tirmizî).
"Kıyâmet gününde 3 sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..." (Tâc)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
CİHAD'IN SEBEBİ NEDİR?
714 Kur'an-ı Kerim'de: "Müşrikler sizinle nasıl topyekün harb ediyorsa, siz de onlarla topyekün harb ediniz"(12) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkuhası, bu Ayet-i Kerime'yi esas alarak; müşriklerle ve kafirlerle yapılması emredilen cihad; onların İslâm'a karşı savaş açmalarının sebebiyledir.(13) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Merginani; savaşın farziyeti ile ilgili olarak bu Ayet-i Kerime'yi zikrettikten sonra: "Ve Resûl-i Ekrem (sav): "Cihad kıyamet gününe kadar devam edecektir" buyurmuştur. Bununla bâkî olan bir farzı murad etmiştir."(14) hükmünü beyan etmektedir.
715 Mü'minlerin; kendi içlerinden bir "Ulû'lemr"seçmelerinin temel sebebi; İslâm'ın emirlerini hakkı ile edâ etmektir.(15) "Ulû'lemr" yeryüzündeki bütün mü'minlerin (Herhangi bir ayırım yapmadan) haklarının takipçisi ve koruyucusudur. Nitekim İmam-ı Serahsi: "Cihad'dan maksad; müslümanların emniyet içinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme (Edâ edebilme) imkanına kavuşmalarıdır"(16) hükmünü zikreder. Darû'l İslâm'a hicret etme imkanını bulamamış, zayıf ve azınlık durumunda bulunan mü'minlere; "Tağuti rejimler" zulmetmeye kalkarlarsa, "Ulû'lemr" derhal cihad ilân edebilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "İman edib hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad'da bulunanları (Muhacirleri) barındırıb, yardım edenler (yok mu?) İşte birbirlerinin velileridir. İman edib de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velâyetiniz yoktur. (Bununla beraber) eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki sizinle aralarında muahede bulunan bir kavm aleyhine değil. Allah yapacaklarınızı hakkı ile görücüdür."(17) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine diğer bir Ayet-i Kerime'de: "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve acz-û ızdırab içinde bırakılıp: "Ey Rabbimiz, bizi ahalisi zalim olan şu memleketten (kurtarıp) çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda (Muzdaz'afinler için) düşmanla çarpışmıyorsunuz?"(18) buyurulmaktadır.
716 Cihad'ın diğer bir sebebi de; kâfirlerin, mü'minlerle olan ahidlerini bozup, yeniden savaş haline geçmeleridir.(19) Nitekim Hudeybiye Andlaşmasını bozan Mekke Müşriklerine karşı, Resûl-i Ekrem (sav) "Cihad" ilân etmiştir.

CİHAD'IN KEYFİYETİ (CİHAD İBADETİ NASIL EDÂ EDİLİR?)
721 Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Ne oldunuz ki, size "Allah yolunda topyekün cihad'a çıkın" denildiği zaman yere (mıhlanıp) ağırlaştınız. Ahiretten (vaz geçip yalnız) dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat bu dünya hayatının faidesi ahiretin yanında pek azdır. Eğer (emrolunduğunuz bu cihada ) topyekün çıkmazsanız, Allah sizi pek acıklı bir azaba uğratır. Siz ona hiçbir şeyle zarar veremezsiniz Allah her şeye hakkı ile kadirdir"(34) hükmü beyan buyurulmuştur.
722 Mü'minlerin; sâdece Allahû Teâla (cc)'nın rızasını esas alarak "Cihad'a" niyyet etmeleri vâciptir. Ebû Hureyre (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav)'e bir kimse: "Ya Resûlullah!.. Bir şahıs Allah (cc) yolunda cihad'ı kasdedip, cihad'da dünya malını da murad etse sevabına nail olur mu?" diye sordu. Resûl-i Ekrem (sav) efendimiz: "Onun için sevab yoktur" buyurdular.(35) Bu Hadis-i Şerif iki vecihle tevil edilir. Birincisi; cihad için çıkmış olduğunu gösterip hakikatte maksadı mal kazanmaktır. Bu münâfıkların halleridir, onlar için asla sevab yoktur. İkincisi; cihad kasdıyla çıkar fakat en büyük arzusu mal elde etmektir, yoksa ahirette sevaba nâil olmak değildir.
723 İslâm ordusu; kâfirlerle karşı-karşıya geldiği zaman önce "Tebliğ" görevini ifa eder. Zira İbn-i Abbas (ra)'dan rivâyet edilmiştir ki; "Resûl-i Ekrem (sav) bir kavim ile onları İslâm'a davet etmediği süre içerisinde savaşmadı."(36) İmam-ı Ebû Yusuf (rh.a) "Resûl-i Ekrem (sav), Allah'a ve Resûlüne davet etmeden önce, hiçbir kavimle savaşmadı, Haccac bize, İbn-i Ebi Nüceyh, babası ve Abdullah b. Abbas yolundan rivayet etti ki, İbn-i Abbas şöyle dedi: "Resûlullah, İslâm'a dâvet etmeden hiçbir kavimle savaşmadı". Ata b. Saib bize Ebû Buhteri'den şöyle nakletti: "Selman-ı Farisi, İran Putperestlerine karşı savaşa girildiğinde: "- Durunuz Resûlullah (sav)'den işittiğim gibi ilk önce onları Allah (cc)'a ve Resûlü (sav)'ne davet edeyim" dedi. Putperestlere gelerek şöyle dedi: "-Biz sizi İslâm'a davet ediyoruz. Eğer müslüman olursanız, bize tanınan haklar size de tanınacak, bize yüklenen vazifeler size de yüklenecektir. Eğer müslüman olmayı kabul etmezseniz, zelil ve hakir olarak cizye veriniz. Bunu da kabul etmezseniz, size karşı harbeder ve sizi öldürürüz." Putperestler şöyle cevap verdiler: "-İslâm'a davet meselesine gelince, müslüman olmayız. Cizye'ye gelince: Onu da vermeyiz. Savaşa gelince; biz de size karşı savaşırız." Selman-ı Farisi; onları üç defa tekraren davet etti. Kabul etmediklerini görünce ordusuna hücûm emrini verdi"(37) hükmünü zikretmektedir.
724 İslâm ordularının komutanı; kâfirlerin ordusuna tebliğ görevini yaptığında; eğer onlar bu tebliğe icabet ederek İsl‹m'ı kabul ederlerse, maksad hâsıl olmuştur. Onlarla kat'iyyen savaşılmaz. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "İnsanlarla, onlar "Lâ ilâhe illallah" deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu diyenler benden mallarını ve canlarını korumuşlardır. Ta ki şer'i bir vecibe olmadıkça!.. Ancak bundan sonra (Kalblerinde gizledikleri hususlarda) hesapları Allahû Teâla (cc)'ya kalmıştır" buyurmuştur.(38)
725 Kur'an-ı Kerim'de: "Kendilerine kitap verilenlerden ne Allah'a, ne âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlünün haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dinini (İslâm'ı) din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakiyr olarak kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe ediniz"(39) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm orduları'nın emiri; İslâm'ı tasdik etmeye yanaşmayan Hrıstiyan ve Yahudilere "Cizye "vermelerini teklif eder.(40) Cizye; kitap ehli şüphesi bulunan mecûsiler, samire tâifesi ve arap olmayan putperestlerden alınır. Frenk ve ermeniler de Hrıstiyanlar'a dahildir. İmam-ı Âzam (rha) Sabii'lerin cizyelerinin de kabul edileceğini beyan etmiştir. Dürri'l Muhtar'da "Cizye, bazı mülhidlerin dediği gibi müslümanların kâfirlerin küfürlerine razı olmaları değildir. Bilakis cizye kâfirlerin küfürleri üzerinde kalmalarının cezasıdır. İmana dâvet etmek için kâfirlere cizye'siz mühlet vermek caiz olduğu takdirde cizye ile mühlet vermek evleviyetle caizdir. Nitekim Allahû Teâla (cc)'nın "Zelil ve hakiyr olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar onlarla muharebe ediniz" Ayet-i Kerime'si ve Peygamber Efendimiz (sav)'in Hecer Mecûsilerinden, Necran Hristiyanlarından cizye alıp, kendilerini dinleri üzerine bırakmaları da cizyenin caiz olduğunun delilidir"(41) hükmü kayıtlıdır.
726 Arap ırkından olan putperestlerin (Müşriklerin) cizyeleri kabul edilmez. Zira Kur'an-ı Kerim onların lisânı üzere inzal buyurulduğu için; küfürleri, diğer ırklardan olan kimselerin küfürlerinden daha ağırdır. Ma'zeretleri yoktur. Bunlar ya İslâmiyeti kabul ederler veya öldürülürler. İmam-ı Merginani: "Kendilerinden cizye kabul edilmeyen kimseler arap ırkından olan putperestler ve İslâm'dan dönen mürtedlerdir. Bunlardan ancak "İslâm'ı tasdik etmeleri "kabul edilir. Zira Allahû Teâla (cc): ".. Onlar müslüman oluncaya kadar onlarla savaşınız" buyurmuştur.(42) hükmünü beyan etmektedir.
727 Resûl-i Ekrem (sav)'in ordu kumandanlarına hitaben: "Kâfirleri, Allahû Teâla (cc)'dan başka ibadet edilecek bir ma'budun bulunmadığına ve ibâdet'e (Kulluğa) lâyık olanın ancak Allahû Teâla (cc) olduğuna şehâdet etmeye davet ediniz" emrini esas alan Hanefi fûkuhası; "İslâm tebliğ olunmayan kâfirlerle savaşmak caiz olmaz. Zira onlar dâvet ile bilirler ki; biz kendilerinin mallarına sahip olmak, kadınlarını ve çocuklarını esir etmek için savaşmıyoruz. Cihad'ımızın tek hedefi, Allahû Teâla (cc)'ya kulluğa davet etmek ve küfürün fitnesini ortadan kaldırmaktır" hükmünde müttefiktirler.(43) Kendilerine İslâmî tebliğin ulaşmadığı kâfirlerle, (Tebliğ yapılmadan önce) savaşan kimse, bu hal nehyedildiği için günahkâr olur.(44)
728 Resûl-i Ekrem (sav) "Seriyye Kumandanlarına" karşılaştıkları kâfirler İslâm'ı kabule yanaşmazlarsa ne yapacaklarını izah ederken: "Eğer İslâm'ı kabulden uzak dururlarsa, kâfirleri "Cizye" vermeye davet ediniz!.. Buna da razı olmazlarsa, Allahû Teâla (cc)'dan yardım talebinde bulununuz ve onlarla sonuna kadar cihad ediniz"(45) emrini vermiştir. Kendilerine İslâmî tebliğ yapılmış olan kâfirlere, yeniden İslâmî tebliğ yapmak mendubtur. Bu Allahû Teâla (cc)'nın onlara hazırladığı akıbeti beyanla, inzar içindir. Ancak vâcib değildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav) "Ben-i Mustalık" üzerine gece baskını düzenlemiş, onları gaafil oldukları bir sırada yakalamıştır. Ayrıca Hz. Usâme (ra)'ye "Sabah vakti Übna'ya saldırmasını ve orayı ateşe vermesini" emir buyurmuştur.(46) Zira burada mukim olan kâfirlere daha önce İslâmi tebliğ yapılmıştır.
729 İbn-i Abidin: "Çünkü hadd'ler dünyayı fısk-ü fücurdan temizler, cihad ise küfürden temizler. Cihad elden gelen kuvvet ve kudreti sarfetmek manasınadır. Buna göre; iyiliği emredip, kötülükten menetmek sûretiyle, halkla mücâhede eden herkese şamildir"(47) hükmünü zikretmektedir. Dolayısıyla cihad; yeryüzünde yalnızca Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmedilmesini, ihlâsla arzu eden her mü'minin, asla terkedemiyeceği bir ibadettir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Fitneden eser kalmayıncaya ve din de (şunun bunun değil) yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla (Tağuti güçlerle, kâfirlerle) savaşın. Vazgeçerlerse artık zaalimlerden başkasına hiçbir husûmet yoktur"(48) hükmü beyan buyurulmuştur.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Cihad Fetvası[/FONT]




<B>
</B>Ezher Şeyhi Tantavi, Yusuf el Kardavi ve Hüseyin Fadlallah ile Kuveyt, S. Arabistan, Pakistan ve Mısır müftüleri, Afganistan savaşında ABD'nin yanında yeralmanın haram olduğunu açıkladılar.

ABD'nin elinde kesin kanıt olmadan bir İslam ülkesini vurmasını kınayan İslam Uleması, bir islam ülkesine saldırı yapması için ABD ile anlaşmanın haram olduğunu açıkladılar. Ezher Şeyhi Muhammed Seyyid Tantavi, bir İslam ülkesinin mazlum bir devlete karşı yapılacak bir saldırı için zalim bir ülke ile anlaşmasının dinen ve aklen haram olduğunu söyledi. Aksine zalimden intikam alınması için tüm müslümanların mazluma destek için cihada katılmaları gerektiğini açıklayan Tantavi, ABD'ye karşı Afganlıların yanında yer alacaklarını söyledi.
Kuveyt müftüsü Şeyh Süleyman Bugis, Suudi Arabistan Müftüsü Şeyh Hamud eş-Şuaybi, Pakistan müftüsü Nizammuddin Hamza, Mısır Müftüsü Dr. Ferid Vasıl ve daha birçok İslam ülkesinin müftüleri yayımladıkları ortak fetvada, İslam Milletinin "iyilik ve takva" üzerine birleşmesi istenerek, herhangi bir İslam ülkesinin bombalanması için ABD ile anlaşmaya girmemeleri gerektiği açıklandı. Dr. Yusuf el-Kardavi ve Lübnan şii alimlerden Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah, ABD'ye yapılacak her yardımın Allah'a, Rasulüne ve tüm müminlere yapılmış bir ihanet olacağını belirttiler.
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda cihada çıkın." denilince olduğunuz yere yığılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına razı mı oldunuz? Fakat dünya hayatının zevki ahiretin yanında ancak pek az birşeydir. Eğer topluca savaşa katılmazsanız, O sizi acı bir azaba uğratır ve yerinize başka bir kavmi getirir ve siz O'na zerrece bir zarar veremezsiniz. Allah'ın herşeye gücü yeter. TEVBE/38 -39
Tarih..
Gül Muhammed ve Molla Abdullah, kimi zaman meyve-sebze, kimi zaman şekerleme türü yiyecekler üzerine seyyar satıcılık yaparak hayatlarını sürdüren biri 40 diğeri 60 yaşlarında iki Afgan müslümanıydı. O zamanlar Britanya'nın sömürgesi olan Hindistan'ın Kuzeybatı bölgesinden göç ederek Avustralya'nın Broken Hill kasabasına yerleşmişlerdi.
1 Ocak 1915 Cuma günü sabah namazlarını kıldıktan sonra, aileleri ile helalleşerek evlerinden ayrıldılar. Çünkü o gün herhangi bir gün değildi, o sabah herhangi bir sabah değildi. Çünkü devrin Halifesi, Osmanlı Sultanı Sultan Reşad CİHAD ilan etmişti ve Avustralya da İngilizler'in yanında, Osmanlı'ya karşı savaşmak üzere cepheye asker sevk edecekti.
Halife'nin CİHAD fermanı dünyanın öbür ucundaki bu iki Afgan'ın imanlı yüreklerine çoktan ulaşmıştı. Hazırlıklarını tamamlayan bu iki yiğit Afgan, yanlarına aldıkları mavzerler, Kuran-ı Kerim ve Osmanlı Bayrağı ile kasabanın Tren istasyonuna yakın bir tepedeki kayalık bir yeri kendilerine mevzi edindiler.
Gün ışırken, tren istasyonu, Çanakkale cephesine gönderilecek Anzak askerlerinin gelişi ile kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kısa bir müddet sonra, Anzak askerlerini taşıyacak tren istasyona girdi. İşte tam bu sırada Gül Muhammed yanlarında getirdikleri Osmanlı bayrağını bulundukları mevzinin yanına dikti ve Allah u Ekber nidaları arasında arkadaşı ile birlikte ateş etmeye başladılar. Ellerindeki tüfeklerle istasyona kurşun yağdırıyorlardı. İlk şaşkınlığı üzerlerinden atan Anzak askerlerinin de karşılık vermesiyle bu baskın bir çatışmaya dönüşmüş ve yüzlerce Anzak askerinin yoğun ateş altındaki iki mücahid 3 saat boyunca ortalığı savaş alanına çevirmişlerdi. Ancak artık mermileri bitmiş ve ateş edemiyorlardı. Durumu farkeden Anzak askerleri de ateş etmeyi bırakmıştı. Kısa bir sessizlikten sonra, ellerine aldıkları babadan kalma Afgan hançerleri ile Ya Allah diyerek mevziden fırlayan Gül Muhammed ve Molla Abdullah aynı anda başlayan Anzak ateşi ile şehit edildiler
Anzaklar, 2 ölü ve 7 yaralı verdikleri bu çatışmadan sonra, mücahidlerin mevzilendikleri yerde, Urduca yazılmış şu notu buldular:

"BUNU YAPIYORUZ, ÇÜNKÜ SİZ VATANIMIZA KARŞI SAVAŞIYORSUNUZ."
Evet aslında yukarıda bahsi geçen bu olay bir hikaye değil gerçeğin ta kendisidir ki, onlardan geriye kalan mavzerler, Kuran-ı Kerim, Bayrak ve diğer eşyaları hala Sydney'deki Polis müzesinde sergilenmektedir.
Üzerinde yaşadığımız topraklardan çıkan CİHAD fermanının, binlerce kilometre uzaktaki bu iki garip ve mustazaf gönülde makes bulduğu dönemlerin geride kaldığını biliyorum.
Ancak yine de Gül Muhammed ve Molla Abdullah'ın uğruna ölümlere gittiği "Müslüman Kardeşleri"nin Torunlarının, onların ülkelerinde esen savaş rüzgarlarını ellerini ovuşturarak seyretmeleri, hatta daha da ötesi akacak kandan çıkar sağlamaya çalışmaları beni rahatsız ediyor.
Yok Türkiye'nin önemi artmış mış! Yok terörle mücadelede en ön safta yer alınmalıymış! Taliban zaten çağdışı, Afganistanlılar da ilkel bir halkmış falan filan.
EY BU VATANIN MÜSLÜMAN HALKI!!!
ŞUNU BİL Kİ ! AFGANİSTAN'DA AKACAK KAN İLE DEDEN OSMANLI İÇİN GÖZÜNÜ BİLE KIRPMADAN ÖLÜME KOŞAN O YİĞİTLERİN KANI ARASINDA HİÇBİR FARK YOKTUR. SENDEN AYNI YİĞİTLİĞİ İSTEMİYORUM AMA HİÇ OLMAZSA YÜREĞİNDE BİR SIZI HİSSET GÜL MUHAMMED VE MOLLA ABDULLAH'IN HATIRINA....
Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen ALLAH'ın oluncaya kadar onlarla savaşın (Enfâl-39)
arplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz.


Rabbimiz c.c sizden ebeden razı olsun kardeşim.
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
"Allah, Allah yolunda çarpışıp öldüren ve öldürülen mü'minlerden, karşılığı cennet olmak üzere, mallarını ve canlarını satın almıştır. Bu O'nun üzerine, Tevrat, İncil ve Kur'an'da vadedilmiş olan bir haktır. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterebilen kim vardır? Şu halde yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe, 9/111)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
CİHAD


TAHRİM: 9- Ey Peygamber ! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara şiddet göster.Onların varacakları yer cehennemdir. Gidilecek ne kötü bir yerdir orası.

SAF: 4- Taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf tutarak, O 'nun yolunda cihad edenleri muhakkak ki Allah sever.

HUCURAT: 15- Mü 'min 'ler ancak o kimselerdir ki, Allah 'a ve Resulü' ne iman ederler, sonra hiçbir zaman imanlarında şüpheye düşmezler ve mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler.İşte onlar imanlarında sadık olanların ta kendisidir.

MUHAMMED: 4- Kafirlerle harpte karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları mağlup ettiğinizde, kalanlarını esir alın. Sonra onları ister bedelsiz olarak, ister fidye karşılığında serbest bırakırsınız. Harp aletleri bırakılıp savaş sona erinceye kadar bu şekilde devam edin.
Allah 'ın emri böyledir.
Allah dileseydi, muharebesiz de onlara layık oldukları cezayı verirdi. Fakat O sizi birbirinizle imtihan etmek için cihadı emretmiştir. Allah yolunda öldürülenlerin amellerini ise O asla boşa çıkarmaz.

MUHAMMED: 35- Üstün olduğunuz bir sırada gevşeklik gösterip de zillete barışa talip olmayın, Allah sizinle beraberdir; yaptıklarınızın karşılığını noksan bırakmaz.

ŞUARA: 150 - 152- Allah 'dan korkun ve Bana itaat edin.
Haddini aşan kimselerin emrine boyun eğmeyin !
Onlar yeryüzünü ıslah etmez, fesada verirler.

AL-İ İMRAN: 142- Yoksa siz, aranızdan Allah yolunda cihad edenleri ve bu yolda her türlü sıkıntıya göğüs geren ve sabredenleri Allah böylece ayırdetmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız ?

AL-İ İMRAN: 157- Yemin olsun ki; siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah 'dan size ulaşacak rahmet ve mağfiret, öylelerinin dünyada toplayıp biriktirecekleri şeylerin hepsinden daha hayırlıdır.

AL-İ İMRAN: 169- Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O 'nun nimetleriyle rızıklanırlar.

AL-İ İMRAN: 200- Ey iman ednler ! İbadetle, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun ve Allah 'dan korkun ki kurtuluşa eresiniz.

* * *

İbn Ömer (r.a.) 'den;

Resulullah(SAV), Rabbinden naklederek şöyle buyurdu:

"Kullarımdan hangisi, Allah yolunda, sırf Benim rızam için savaşırsa, eğer onu sağ-salim geri döndürmek dilersem, elde ettiği ecir ve ganimetle geri döndürmeyi,
veya
ruhunu kabzedersem,günahlarını affedip rahmetime gark etmeyi garanti ederim."

(Sünen-i Nesei; Cilt: 7- Hds.No: 3111-3112)

EsselamuAleyküm;

Allah(CC) razı olsun..bütün yönleriyle CİHADI ve Allah yolunda olma konusunun ne denli önemli olduğunu işleyen bu çalışmanızdan dolayı..


Selam ve dua ile Allah(CC)'a emanet olunuz..


Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berekatühü gönlü güzel, kıymetli Talip Amcam,

Konuya yön veren aydınlatıcı, değerli katkınız için çok teşekkür ederim..Rahman c.c sevabınıza yazsın inşallah, ziyadesiyle..Cihad farziyetinin mükellefiyetini idrak eden müslümanlardan olmamız ve bu görevi en iyi şekilde ifa etmemiz duasıyla inşallah..Amin.

En Emin'e emanetsiniz kıymetli Talip Amcamız..Selam, dua ve sonsuz saygılarım ile..
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
Kur'anda cihat nasıl teşvik edilmiştir?


Cihadı teşvîk eden ve emreden bazı ayetler şöyledir:

1- "Yoksa siz, hacılara su dağıtmak ve Mescid-i Haramı (Kâbeyi) onarmak işini, Allah'a ve ahirete inanıp, Allah yolunda cihad eden kimsenin işi gibi mi kabul ettiniz ? Bunlar Allah katında bir değillerdir."
(Tevbe suresi, 19)


Hacılara su dağıtmak, yeryüzünde en mukaddes mekan olan Kâbeyi tamir etmek, güzel şeyler ve sevaplı işler olmakla beraber, hiç bir zaman Allah yolunda cihad etmek seviyesine yükselemezler. Kâbe komşuluğunda ibadet hoştur, ama daha da hoş olan, Allah yolunda cihaddır. Zira, birisi ferdi ibadettir, diğeri ise Allah'ın dinini yaymaktır. Risalet velayetten ne derece üstünse, risaletle alakalı olarak Allah'ın dinini yayma mücadelesi, o derece şahsî kemalatlardan, ibadetlerden üstündür.

Bu nokta tam anlaşılmadığından, hacca giden bazı müslümanlar, o mübarek mekanlarda ölmek temennisinde bulunurlar. Halbuki, oraya ölmeye değil, dirilmeye gitseler ve döndüklerinde yeni bir şevk ve heyecanla İslam'a hizmet etseler, kendileri hakkında çok daha iyi olacaktır.

2- "Mü'minlerden -özür sahipleri müstesna- oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olamaz. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlara üstün kılmıştır..."
(Nisa suresi, 95)


3-"(Düşman) topluluğunu takipte gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Halbuki siz, onların ummadıklarını Allah'tan umuyorsunuz..."
(Nisa suresi, 104)


"Ölürsem şehidim" diyen bir mü'min, böyle bir beklentisi olmayan batıl dava mensuplarından daha da cesur olmak zorundadır.

4- "Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın. Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır."
(Tevbe suresi, 41)


"Gerek hafif, gerek ağır..." ifadeleri şöyle açıklanmıştır:

-İster severek, ister hoşlanmayarak,
-İster aile yükünüz hafif, ister ağır olsa da,
-İster hafif silahlarla, ister ağır silahlarla,
-İster yaya, ister binitli,
-İster genç, ister ihtiyar,
-İster sağlam, ister hasta her hal ü karda savaşa çıkınız. (1)

"Mallarınızla ve canlarınızla" ifadesi, cihadın iki türüne işaret eder. Bir kısım insan vardır ki, mallarını Allah yolunda sarfederler. Bir kısmı da vardır ki, hayatlarını bu yolda feda ederler.

"Allah yolunda" denilmesi ise, çok mühim bir kayıttır. Allah yolunda olmayan bir mücadele, "cihad" ismine layık değildir. Cihada ruh kazandıran husus, işte burasıdır (2). Yoksa, müslümanlardan başkaları da savaşırlar, kendi din ve ideolojilerini yaymaya çalışırlar. Hatta, bu uğurda hayatlarını verirler. Fakat onların bu mücadelesi, Allah katında değer kazanan bir mücadele değildir.

5- "Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz."
(Hac suresi, 78)


Cihadın hakkını vererek gayret sarfetmekle, kendini mücahid zannetmek başka başka şeylerdir. Birincisi hakkıyla cihad, ikincisi ise, sadece bir oyalanmaktır.

6- "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara suresi, 195)


Bu ayetle ilgili olarak, şu rivayet anlatılır: Hz. Muaviye zamanında, İslam ordusu İstanbul önlerine gelir. Savaş esnasında, muhacirden bir zat, düşman saflarına dalar. Bazıları, bu hareketi "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" ayetine aykırı görür. Bunun üzerine, Hz. Peygamberin sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensarî şöyle der: "Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü bu ayet, bizler hakkında indi. Rasulullah ile beraber yaşadık. Onunla beraber çok hallerle karşılaştık. O'na yardımcı olduk. Neticede İslam galip geldi. Ensar olarak bir araya toplandık. "Allah bize, Resulüne sahabe olmayı, O'na yardımcı olmayı nasip etti. Artık İslam galip geldi, müslümanlar çoğaldı. Biz O'nu, çoluk-çocuk ve mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, evlerimize, çocuklarımıza dönelim, onlarla yaşayalım" diye konuştuk. İşte bizler böyle bir halde iken, bu ayet nazil oldu. (3)

Öyle anlaşılıyor ki, tehlike ileri atılmakta değil, geri kalmaktadır. Ayetin evvelinde, "Allah yolunda infak edin" denilmesi, cihadın ekonomik boyutuna işaret eder. Maddi imkanları yerinde olanlar, bu imkanları Allah'ın dinini yayma uğrunda harcamazlarsa, kendilerini kendi elleriyle tehlikeye atmış olacaklardır.

7- "Şüphesiz Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever."
(Saff suresi, 4)


8- "Ey iman edenler! Can yakıcı bir azabtan sizi kurtaracak bir ticareti size anlatayım mı? Allah'a ve Resulüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz, bu sizin için çok büyük bir hayırdır (herşeyden daha hayırlıdır.) (Bunu yaptığınızda) Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte bu, büyük kurtuluştur. Seveceğiniz başka bir şeyi nasib eder: Allah'dan bir zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele!"
(Saff suresi, 10-13)


Ayette, Allah yolunda cihad, "ticaret" olarak anlatılmıştır. Ticarette asıl olan kârdır. Bir şey verilir ve karşılığında kazanç elde edilir. İşte, mü'minler Allah yolunda mallarını-canlarını verecekler, bunun mukabilinde, çok şeyler kazanacaklardır. Bunlar, ayette şu şekilde sıralanmıştır:

a. Allah'tan mağfiret,
b. Cennet,
c. Zafer,
d. Yakın bir fetih.

Bunlardan mağfiret ve Cennet ahiretle, zafer ve fetih dünyayla alakalıdır. Demek ki, hem dünya, hem ahiret saadeti, ancak Allah yolunda cihadla mümkündür.

9- "Ey iman edenler ! Kafirlerden size yakın olanlarla savaşın. Onlar, sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki, Allah, müttakîlerle beraberdir."
(Tevbe suresi, 123)


Bu ayet, dine davet stratejisini belirleyen "önce yakınlarını uyar" (Şuara suresi, 214) ayetine benzemektedir. Yani uyarmada yakınlardan başlanması gerektiği gibi, savaşta da yakın düşmandan başlanacaktır. Nitekim Resulüllah, önce kavmiyle, sonra diğer Araplarla, daha sonra Bizansla savaşmıştır. Şüphesiz, bütün kafirlerle birden savaşmak imkansızdır. Dolayısıyla, uygun olanı yakından başlamaktır. (4)

Büyük müfessir Fahreddin Razî, üstteki ayetin "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" kısmıyla ilgili şu yorumu yapar: "Gılza" rikkatin zıddıdır. Cezalandırmada sertliği bildirir. Şüphesiz sertlik, sakındırmada daha tesirli, kötülükten men etmekte daha etkilidir. Fakat her zaman sert olmak uygun değildir. Zira durum bazan yumuşaklığı, bazan da sertliği gerektirir. Bu sebeple, sadece sertlik gösterilmesinin uygun olmadığına dikkat çekilerek "onlar sizde bir sertlik bulsunlar" denilmiştir. Devamlı sert olmak insanları dağıtır, birbirinden uzaklaştırır. "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" bu sertliğin her zaman olmamasına delalet eder. Sanki şöyle denilmiştir: "Onlar, sizin ahlak ve tabiatınızı incelediklerinde, sizde bir sertlik de bulmaları uygundur". Böyle bir kelam ise, ancak çoğu halinde şefkat, merhamet olmakla beraber, bir çeşit sertlik de kendisinde bulunanlar için sadıktır... Bu sertliğin, alış-veriş, karşılıklı oturup konuşmak, yemek-içmek gibi hususlarda olması uygun değildir. (5)

Kaynaklar
1- Razî,XVI, 69-70; Beydavî, I, 406; Ebu'l-Berekat Nesefî, Medariku't-Tenzîl, Daru'l-Fikir, II, 127
2- Kutub, 1, 187; Sabunî, Safvetu't-Tefasir, 1, 127; Kadiri, 1,50; Mevdudi, Jihad in Islam, s.,7; Afif Abdülfettah Tabbera, Ruhu'd-Dini'l-İslamî, Daru'l-İlm, Beyrut, s., 380-381, Abdulazîz Hatip, Gönüllerin Fethinde Cihad, Gençlik Yay. İst., 1994, s., 118-119; Zeydan, Usulu'd-Dave, s., 272
3- İbnu Kesîr, I, 331; Ebu Davud, Sünen, Cihad, 22; Tirmizi, Tefsîr, 2/19
4- Razî, XVI, 228-229
5- Razî, XVI, 230

Selemu alaykum,emeğinize sağlık Allah c.c sizden razı olsun kardeşim.Rabbime emanet olun,hayırlı günler...
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Filistin Cihadının Fıkhi ve Stratejik Yönü

Giriş

Filistin'de ilki 25 Şubat 1996 tarihinde gerçekleştirilen ve birbirini izleyen istişhadi eylemler serisi, arkasından gelen İsrail baskısı, İsrail'in geleceğinin tehlikede olduğu korkusuyla gerçekleştirilen Şarmu'ş-Şeyh zirvesi ve bunlara paralel gelişmeler bütün dünyada uzun süre gündemi işgal eden gelişmeler oldu. Değişik çevrelerden Filistin'de İsrail işgalinin son bulması için mücadele eden hareketlerin eylemlerine yönelik tenkitler yapıldı. Bazıları bu eylemleri "terör" olarak nitelediler. Bu nitelemeyi yapanların arasına İslami çevre içinde yer alan yazarlardan da katılanlar oldu. Bazıları eylemlerin İslami açıdan, bazıları stratejik açıdan yanlış olduğunu ileri sürdü. Fakat yapılan tenkitlerde ve eylemleri gerçekleştirenlere yöneltilen suçlamalarda hep basın yayın organlarının yoğun propagandasının etkisi görülüyordu. Yapılan tenkitler de çoğunlukla izafi değerlendirmelere dayanıyordu. Eylemlerin stratejik açıdan yanlış olduğunu ileri sürenler genellikle Filistin'deki mücadelenin stratejik çerçevesinden haberleri olmadıklarını çok iyi bildiğimiz kişilerdi. Terör suçlaması yapanlar Filistin topraklarının İslami kimliğine kavuşturulması için cihad etmenin farz-ı ayn olduğunu hiç hesaba katmayan veya İsrail işgal rejimini meşru bir yönetim gibi görenlerdi. Savaşta sivillerin hedef alınamayacağı hükmünden yola çıkarak İslami açıdan tenkitte bulunanlar kimlerin ne kadar sivil olduğuna bakmadıkları gibi savaş hukukunun İslam ordularının düşman toprağına girmesiyle düşmanın İslam toprağına girmesine göre değişeceğini, üstelik savaşta kıyafetin değil takınılan tavrın ve üstlenilen rolün önemli olduğunu anlamak istemeyenlerdi.
Öte tarafta uluslararası siyonizmin hizmetindeki medya tarafından bir yandan insanların zihinleri kavram kargaşasıyla bunaltılırken, bir yandan da genelde "Müslüman kimliği"ni yıpratmayı amaçlayan yalan ve asılsız haber üretimine hız verilmişti. "HAMAS'a MOSSAD tarafından para sağlandığı", "HAMAS'ı ABD'nin desteklediği" gibi ölmüş kargaları bile güldürecek türden haberler de bu yalan haberler arasında yer aldı. En çok işlenmeye çalışılan nokta ise HAMAS içinde bölünme olduğu iddiasıydı. Bu arada, siyonist işgal yönetiminin güdümündeki özerk yönetim tarafından maksatlı bir şekilde dağıtılan ve altına HAMAS imzası konulan birtakım bildirilere dayanılarak, bu hareketin askeri kanadının silahlı mücadeleyi durdurma kararı aldığı, silahlarını özerk yönetime teslim edeceği türünden haberler piyasaya sürüldü. Aslında uluslararası sömürgeci güçlerin hizmetindeki basın yayın organlarının Filistin'deki İslami mücadele hakkında çıkardıkları yalanlar birbirini nakzediyordu. Örneğin bazıları bu hareketi ABD'nin desteklediğini ileri sürerken, bazıları MOSSAD'ın, bazıları da İran'ın desteklediğini söylüyordu. Ama insanların zihinleri karma karışık olduğundan bunlardan hangisine inanacağını kestiremiyordu. Bu şekilde yalan haberlerle Filistin'deki İslami mücadeleyi yıpratmak isteyenlerin kervanına İslami kimlik taşıdığı ileri sürülen birtakım gazetelerde köşe kapanlar da katılmıştı.
Filistin'deki halkın varlık mücadelesini "terör" diye niteleyenler ve bu mücadelenin artık sadece İslami kimlik sahipleri tarafından yürütüldüğünü gördüklerinden "terör" kavramını Müslüman kimliğiyle eşleştirmeye çalışanlar, İran'ın İslami söylemi dolayısıyla aynı dönemde İran hakkında da çeşitli dedikodular çıkarmak suretiyle bu yöndeki propagandalarının etkili olmasını sağlamaya çalıştılar. İslami kesimden İran'ı benimsemeyen ve bu ülkenin resmi politikasını tenkit edenler de bu tür dedikodulara sahip çıktılar. Oysa düşünmediler ki yıpratılmak istenen İran'ın şahsı değil Müslüman kimliğiydi.
Bu arada siyonist işgal rejiminin ileri gelenlerinin ve Türkiye'deki resmi temsilcilerinin ağızları hayli kıymet kazandı. İslami kesime hitap eden birtakım yayın organlarında bile onlarla yapılan röportajlar "İsrail büyükelçisi geç de olsa bizi kabul etti", "İsrail cumhurbaşkanı bizi makam odasında kabul etti" türünden duyurularla verildi. Aman ne kabul! Ne büyük bir şeref! Tabii adamlar bu fırsatı yakalamışken kendilerini sütten çıkmış kaşık gibi tertemiz göstermeye çalıştılar. "Sabra ve Şatilla katliamlarını onlar yapmamışmış, Sabra ve Şatilla'da Araplar birbirlerini kesmişmiş, İsrail bütün savaşları kendini savunmak için yapmışmış, İsrail demokratik ve barışçı bir ülkeymiş, vs. vs." Bizimkiler de, işin gerçek yönüyle ilgili tarihi bilgilerle veya doğruları anlatabileceklerin vereceği bilgilerle okuyucularını aydınlatma gereği duymadan onların yalanlarını aynen verdiler. Bazıları belki "bizim okuyucumuz onların yalanlarından etkilenmez, çünkü biz günlük haber ve yayınlarımızla doğruları sürekli okuyucularımıza aktarmaya çalışıyoruz" diyebilirler. Bu savunmanın haklılık payı olabilir ama bilmek gerekir ki, o röportajlardaki asılsız iddiaların etkisinden okuyucuyu koruyabilmek için öncelikle o iddiaların gerçek yönleri hakkında onu aydınlatmak gerekir.
İşte bütün bu kargaşaların yaşandığı ortamda, biz de bir gazeteci ve yazar sıfatıyla Filistin meselesiyle yakından ilgilendiğimizden dolayı gittiğimiz her yerde değişik sorulara muhatap olduk. Çeşitli radyolar bizimle bağlantı kurarak olaylar hakkında dinleyicilerinden kendilerine ulaşan soruları bize ilettiler. Biz imkan nispetinde bu sorulara cevap vermeye çalıştık. Ancak aynı türden soruların bizim şahsen veya radyolar kanalıyla ulaşamadığımız birçok kişinin zihnine takılmış olabileceğini düşündüğümüzden konunun ilmi boyutuyla ilgili bir araştırma yapmaya karar verdik. Bu araştırmamızda, belirttiğimiz şekilde yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmelerle ilgili sorulara ve maksatlı olarak ortaya atılan asılsız iddialara cevap vermeye çalışacağız. Eğer insanlarımızın tereddütlerini giderebilirsek güzel bir hizmet yapmış olacağız. Değerli okuyucularımızdan yararlı gördükleri bilgileri başkalarına da aktarmalarını, tanıdıkları kişilerden burada ele aldığımız hususlarla ilgili soruları olanlara bu bilgileri ulaştırmalarını rica ediyoruz.
Filistin'in Kurtuluşu İçin Cihad Farzı Ayndır

Hanefi fıkhının meşhur kaynaklarından olan el-İhtiyar'da şöyle denmektedir: "Düşman İslam toprağına saldırdığında bütün herkese cihad farz olur. O zaman kadın kocasının, köle efendisinin izni olmadan cihada çıkabilir." (el-Mavsili, el-İhtiyar li Ta'lili'l-Muhtar, C. 4, sh. 118) Kitabın şerhinde de yukarıdaki cümlenin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle denmektedir: "Çünkü o durumda cihad farzı ayn olur. Namaz, oruç gibi farzı ayn olan amellerin yerine getirilmesinde ise izne gerek yoktur." Bu hüküm hemen hemen bütün meşhur fıkıh kitaplarının cihadla ilgili bölümlerinde zikredilir. Onun için değişik kaynaklardan aktarma yapmaya gerek görmüyorum. Bugün Filistin toprakları işgal altındadır. Yani düşman İslam toprağına saldırmış, bu toprakları işgal etmiş, Müslümanların kutsal varlıklarını kirletmiş, oranın asıl sahipleri durumundaki Müslümanları yurtlarından çıkarmış ve yurtlarında kalmak isteyenleri de zulme maruz bırakmıştır. Bu itibarla Filistin topraklarının yeniden İslami kimliğine kavuşturulması, insanlara uygulanan zulümlerin son bulması, yurtlarından çıkarılanların geri dönmelerine imkan sağlanması ve Müslümanların kutsal varlıklarının işgal kirinden kurtarılması için cihad etmek farzı ayn olmuştur. Filistin cihadının genel anlamda, Türkiye topraklarını işgal edenlere karşı başlatılan istiklal savaşından, Bosna - Hersek'teki, Çeçenistan'daki ve benzeri yerlerdeki işgale karşı yürütülen cihaddan farkı yoktur. Özel anlamda ise bunlardan daha üstündür. Çünkü Yüce Allah, Filistin topraklarını mübarek kıldığını Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde bildirmektedir. Ayrıca Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa, insanlara hanif dini tebliğ etmek üzere görevlendirilmiş olan peygamberlerden birçoğunun mirası ve makamı orada olduğundan oralar ayrı bir önem kazanmaktadır. Filistin cihadına önem ve üstünlük kazandıran sebeplerin başta gelenlerini kitabımızın birinci bölümünde vermiştik.
İşgalciler Filistin topraklarını gasp ederek orada yaşayan Müslümanların yarıdan çoğunu yurtlarından çıkardıklarından dolayı onların dost edinilmesi ve o topraklar üzerindeki hakimiyetlerinin meşrulaştırılması caiz olmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sizi, ancak din hakkında sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanız için yardım etmiş olanları dost edinmekten sakındırır. Kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerdir." (Mümtehine, 60/9) İşgalcileri o topraklardan çıkarmak için cihad etmek; gasp ve işgalde, Müslümanların haklarını iade etmemekte, yurtlarından çıkarılanların yeniden yurtlarına dönmelerine fırsat vermemekte ısrar etmeleri durumunda kendilerine karşı silah kullanmak Müslümanların meşru haklarıdır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onları bulduğunuz yerde öldürün ve kendilerini sizi çıkardıkları yerden çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür." (Bakara, 2/191) Yine bir ayeti kerimede de şöyle buyuruluyor: "Size kim saldırıda bulunursa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın." (Bakara, 2/194) Yüce Allah, Allah'ın mescitlerini kirleten, oralarda Allah'ın anılmasına engel olan, oraları tahrip etmeye çalışan kimseler hakkında da şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasını engelleyen ve onların yıkılmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? Bunların oralara ancak korku içinde girmeleri gerekir. Onlara dünyada bir rezillik vardır. Onlar için ahirette de büyük bir azap vardır." (Bakara, 2/114)
Filistin toprakları, Hz. Ömer (r.a.) tarafından fethedildikten sonra önemi dolayısıyla mücahitler arasında paylaştırılmamış, kıyamete kadar gelecek Müslüman nesillere emanet edilmiştir. Yüce Allah da emanetler konusunda şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamberine hıyanet etmeyin ve bile bile size emanet edilen şeylere hıyanet etmeyin." (Enfal, 8/27) O topraklar üzerindeki işgali kabullenerek, oraların İslami kimliğine kavuşması için cihad edilmesini yadırgamak bile bile emanete hıyanet etmek anlamına gelir.
Filistin topraklarının işgal kirinden kurtarılması için cihadın farzı ayn olduğu hakkında şimdiye kadar pek çok fetva yayınlanmıştır. 1947'de Filistin'in taksimine dair kararın çıkması üzerine yayınlanan ve o zamanki Ezher şeyhi Muhammed Me'mun Şinnavi, Mısır müftüsü Muhammed Hasaneyn Mahluf gibi tanınmış alimlerin de aralarında bulunduğu Ezher ulemasından 26 kişinin imzasını taşıyan fetvada şöyle denmektedir: "BM kurulu tarafından alınan söz konusu karar yetki sahibi olmayan bir kurulun aldığı bir karardır. Dolayısıyla haktan ve adaletten hiçbir nasibi olmayan zalim ve geçersiz bir karardır... Ey İslam evlatları! Tedbirinizi alın ve bölük bölük ya da toplu halde savaşa çıkın... Onların yollarını kapatın ve bütün gözetleme yerlerinde onları bekleyin. Onlarla ticareti ve bütün ikili ilişkileri boykot edin. Aranızda cihad birlikleri hazırlayın. Allah'ın üzerinize farz kıldığı ameli yerine getirin. Ve bilin ki bugün canıyla veya malıyla cihad edebilecek herkese cihad farzı ayn olmuştur. Bu görevden geriye kalan herkes Allah'ın gadabını hak etmiş olur ve bu büyük bir günahtır." 26 Ocak 1935 tarihinde, Mescidi Aksa'da bir araya gelerek görüş birliğiyle bir fetva yayınlayan 249 ilim adamının fetvalarında yer alan bazı ifadeleri kitabın birinci bölümünde vermiştik. Yine Hindistan Kanfor Merkezi Alimler Cemiyeti başkanı Muhammed Süleyman el-Kadiri'nin 1935 tarihli fetvasına da aynı bölümde işaret etmiştik. Bu fetvalar da Filistin'in siyonizm kirinden temizlenmesi için cihadın farzı ayn olduğunu ortaya koymaktadır. Şunu bilmek gerekir ki, Filistin topraklarını yahudilere para karşılığı satmakla, makam, mevki ve sözde "barış (!)" karşılığı satmak arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla geçmişte para karşılığı satanlar ya da satılmasına aracılık edenler için verilmiş fetvalar bugün makam, mevki ve sözde "barış (!)" karşılığı satanlar için de aynen geçerlidir. Dolayısıyla bu davaya hıyanet edenlerin işgalcilerle barış yapmış olmaları o toprakların kurtuluşu için sürdürülen cihadın farziyetini ortadan kaldırmaz.
İslam dünyasının tanınmış ilim adamlarından ve İslami hareket önderlerinden 63 kişinin imzasını taşıyan bir fetvada şöyle denmektedir: "Yüce Allah'ın bizden almış olduğu ahit ve misak üzere bildiririz ki, Filistin'in kurtuluşu için tek yol cihaddır. Hiçbir durum ve şartta, Filistin'in bir karışı üzerinde bile yahudilerin hakimiyetlerinin meşrulaştırılması caiz olmaz. Hiçbir kişi ve örgütün Filistin toprakları üzerinde yahudilerin hakimiyetini meşrulaştırmaya yetkisi olamaz." Bu fetvaya imza atan 63 kişinin arasında Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi, Muhammed Gazali, Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, Ömer Süleyman el-Eşkar, Prof. Dr. Hemmam Said, Vahiduddin Han gibi İslam dünyasının tanınmış ve İslami ilimlerde otorite alimlerinden birçok kişi yer almaktadır. Bu arada şunu hatırlatalım ki, birçokları Filistin denince BM teşkilatının 181 sayılı kararında Araplara verdiği toprakları anlıyor. Oysa BM'in söz konusu kararının bir geçerliliği yoktur ve Filistin'in 1948'de işgal edilmiş kesimiyle 1967'de işgal edilmiş kesimi bir bütündür. Bu konuya ileride daha geniş bir şekilde temas edeceğiz.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ezher Üniversitesi'nin Fetva Konseyi tarafından 1956'da verilen fetvada da İsrail'le barışın caiz olmadığı ve Filistin'in kurtuluşu için cihadın farzı ayn olduğu vurgulanmaktadır. Bunun dışında da, Filistin'in kurtuluşu için cihadın farzı ayn olduğunu vurgulayan, gerek ferdi olarak ve gerekse heyet halinde birçok fetva verilmiştir.
Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki, bütün şer'i deliller Filistin'deki cihadın farzı ayn olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla buradaki cihad karşısında, küfür ehlinin kullandığı ağzı kullanmak sadece ameli açıdan değil itikadi açıdan bile tehlike arz edecek derecede veballi bir harekettir. Namaz konusunda küfür ehlinin kullandığı ağzı kullanmak ne derece tehlikeliyse farzı ayn bir cihad hakkında küfür ehlinin kullandığı ağzı kullanarak, bu cihada karşı terör ve benzeri nitelemelerde bulunmak da o derece tehlikelidir.
Bir insana kıldığı farz bir namaz için: "Neden namaz kılıyorsun? Senin yaptığın da iş mi?" şeklinde itirazlarda bulunulması caiz değildir. Ama kıldığı namazda bir eksiklik veya yanlışlık görülürse işte o eksikliğine veya yanlışlığına itiraz edilir. Farzı ayn olan cihad için de aynı şey söz konusudur. Bu cihad görevini yerine getiren biri hakkında: "Terör yapıyor" demek son derece tehlikelidir. Ama cihad esnasında gerçekleştirdiği fiillerden hatalı görülenlere itiraz etmek mümkün olabilir. Bu tür fiillere itiraz eden kişi de onların ne yönden yanlış olduğunu delilleriyle ortaya koymak zorundadır. "Efendim, bu benim aklıma yatmıyor; böyle şey mi olur" tarzındaki itiraz geçerli bir itiraz değildir. Yüce Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal ettiği temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez." (Maide, 8/87) buyuruyor. Bir başka ayeti kerimede de: "Ey Peygamber! Eşlerinin hoşnutluklarını arayarak, Allah'ın sana helal kıldığını, niçin (kendine) yasak ediyorsun? Allah bağışlayandır, rahmet edendir." (Tahrim, 66/1) buyuruyor. Özellikle ikinci ayeti kerimede, başkalarını hoşnut edebilmek için insanın Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendi nefsine yasak etmesinin caiz olmadığı vurgulanıyor. Bir insanın kendi nefsine yasak kılması caiz olmayan mubah ve helal bir şeyi başkaları açısından yasak görmesi hiç caiz olmaz. Günümüzde Müslümanların varlık ve bağımsızlık mücadelelerine itiraz edenlerin çoğunlukla belli çevreleri memnun etme, kendilerine yönelecek tenkitlerden korunma, bazı özel ilişkilerine zarar gelmesini engelleme çabası içinde oldukları müşahede ediliyor. Oysa bu tür endişelerin hiçbiri Allah'ın şeriatında mubah ve helal kılınan bir şeyi yasak ve çirkin göstermek için kullanılabilecek gerekçeler değildir. Yani cihad esnasında yapılan bazı amellere İslami yönden itiraz edenlerin, Allah'ın şeriatından delillerini göstermeleri gerekir.
Bazılarının da: "Belki ilkesel olarak delillerini bulabilirsiniz, ama stratejik olarak yanlıştır" şeklinde itirazlarda bulunduklarını gördük. Her şeyden önce yapılan bir fiil stratejik olarak yanlış olsa bile bu durum onun terör olarak nitelenmesini gerektirmez ve o eylem hakkında küfür ehlinin kullandığı ağzın kullanılmasını caiz kılmaz. İkinci olarak bir fiilin stratejik açıdan yanlış olduğunu ileri sürenlerin o fiilin hangi stratejik gayeler için yapıldığını, uzun vadeli ve kısa vadeli hesaplardan nelerin beklendiğini de iyi bilmeleri gerekir. Bunu bilmiyorlarsa oturup susmaları ulu orta konuşmalarından çok daha hayırlı olur.
Filistin cihadının genel çerçevesini ortaya koyduktan ve bu cihadın farzı ayn olduğunu ispat eden şer'i delilleri sıraladıktan sonra diğer konulara geçmek istiyorum. En önce cihad esnasında bir insanın ölümü göze almasının intihar mı yoksa istişhad (şehadete atılma) mı olduğu konusu üzerinde duracağız. Bu konuyu etraflıca ele aldıktan sonra savaşta kimlerin sivil ve masum kabul edilebilecekleri konusuna geçeceğiz.
İntihar mı İstişhad mı?
Bilindiği üzere cihad yaşanılan dönemin şartlarına ve gereklerine göre yapılır. Nitekim Resulullah (s.a.s.) bir hadisinde: "İyi bilin ki kuvvet atmaktır" diye buyurmuştur. (Bu hadisi Müslim, İmare 168'de; Ebu Davud, Cihad 23'te; Tirmizi, Enfal suresi tefsirinde; İbnu Mace, Cihad 19'da; Darimi, Cihad, 14'te; İbnu Hanbel, 4/157'de rivayet etmiştir.) İlim adamları bu hadisi, savaşı yaşanılan çağın gereklerine ve şartlarına göre yapmak gerektiği şeklinde yorumlamışlardır. Bu bütün cihadi ameller için geçerlidir. Bu itibarla savaşta yasaklar sınırının aşılmaması şartıyla yaşanılan çağın gereklerine göre yeni metotlar geliştirilmesi mümkündür. Dolayısıyla bir metot geliştirilirken dikkat edilmesi gereken onun yasaklar dairesine girip girmediğinin tespit edilmesidir. Eğer bir fiilin benzeri Resulullah (s.a.s.) döneminde yapılmış ve itiraz edilmemişse o fiilin yasaklar dairesine girdiği söylenemez. Ayrıca bilmek gerekir ki, burada önemli olan esasta benzerliktir. Yoksa şekilde farklılık esastaki benzerliğe dayanan kıyası geçersiz kılmaz.
Batılıların literatürlerinde "şehadet" kavramı olmadığından, Müslümanların cihad esnasında şehadeti göze alarak gerçekleştirdikleri eylemleri onlar "intihar" olarak adlandırıyorlar. Bu isimlendirme bizim İslami yayın organlarına da aynen yansıyor ve halkın dilinde "intihar saldırısı" ismi dolaşmaya başlıyor. Bu kez: "İntihar etmek haram olduğuna göre bu insanlar bu fiilleri neye dayanarak yapıyorlar?" sorusu akla geliyor. Bazıları bu eylemleri zulüm karşısındaki bıkkınlığa karşı bir patlama şeklinde anlamaya çalışıyor ve: "Her ne kadar şer'an bir izahını bulamazsak da başlarındaki zulmü göze olarak bu fiillerini anlayışla karşılamak zorundayız" tarzında birtakım izahlar bulmaya çalışıyorlar. Oysa bizim için her konuda ölçü ve terazi Allah'ın şeriatıdır. Allah'ın şeriatına göre izahını bulamadığımız bir ameli belli bir sebebe dayandırsak bile geçerli ve meşru göremeyiz. Bir amelin ne derece meşru olduğunu ortaya koymak için yapacağımız izahlarda önemli olan olayın sosyolojik veya psikolojik boyutlarını izah etmemiz değil şer'i yönden geçerliliğini ortaya koyabilmemizdir.
Aşağıda siretten, bir insanın cihad esnasında kesin şekilde öldürüleceğini bildiği halde, Müslüman tarafın maslahatı veya karşı tarafın zayıf düşürülmesi için bir eyleme atılmasıyla ilgili örnekler ve fıkıh alimlerimizin bu konudaki görüşlerini sıralayacağız. Bu bilgilerin derlenmesinde, Kuveyt Üniversitesi Şeriat Fakültesi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Abdurrezzak Halife eş-Şayci'nin haftalık el-Muctema dergisi, sayı: 1192, sh. 44-45'te yayınlanan bir araştırmasından, yine Kuveyt Üniversitesi Şeriat Fakültesi'nin dekanı Prof. Dr. Acil Casim en-Neşemi'nin el-Kabas gazetesinin 19 Mart 1996 tarihli sayısında yayınlanan fetvasından, Ezher Alimleri Cephesi'nin konuyla ilgili fetvaları hakkında eş-Şa'b gazetesinin 13 Nisan 1996 tarihli sayısında yayınlanan geniş haberden, değişik üniversitelerin Şeriat fakültelerinde görev yapan bazı öğretim görevlilerinin "Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlığıyla ortaklaşa yayınladıkları fetvalarından, İbrahim el-Ali'nin, Filistin el-Muslime, Ekim, Kasım ve Aralık 1995 sayılarında (üç sayı arka arkaya) yayınlanan bir araştırmasından ve bunların dışındaki değişik İslami kaynaklardan yararlandık. (Yararlandığımız kaynaklardan bazılarını metin içinde zikrettik.)
* Yüce Allah, bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." (Ahzab, 33/23)
Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak, Buhari, Müslim, Tirmizi ve daha başkalarının Enes ibnu Malik (r.a.)'ten rivayet ettiklerine göre, Enes ibnu Malik (r.a.)'in amcası Enes ibnu Nadr (r.a.) Bedir savaşında bulunamayınca: "Resulullah (a.s.)'ın girdiği ilk çarpışmada bulunamadım. Eğer Allah bana Resulullah (a.s.) ile birlikte bir çarpışmaya katılmak nasip ederse, mutlaka nasıl (kahramanca) hareket edeceğimi görecektir" dedi. Bu kişi Uhud savaşında şehid edildi. Bu savaşta öldürülünceye kadar kahramanca savaştı. Bedeninde kimi gürz, kimi kılıç, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yara görüldü. Bu ayeti kerime de onun hakkında indirildi. (Bu konudaki rivayeti Buhari, Cihad, 12; Tefsir, Ahzab suresi tefsiri, 3; Tirmizi, Ahzab suresi tefsiri, 2,3'de rivayet etmiştir.)
Dikkat edilirse ayetin metninde Yüce Allah, Allah yolunda şehid oluncaya kadar çarpışmayı adayanlardan ve bu adağını yerine getirenlerden övgüyle söz etmektedir ki, bu onların intihar edenler gibi olmadıklarını gösterir. Ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayet de, şehid olmayı göze alarak kahramanca çarpışmanın övgüye değer bir amel olduğunu ortaya koyuyor. Fakat bilmek gerekir ki, cihadın gayesi ölmek değildir. Ama düşmanın zayıf düşürülmesi veya İslam kuvvetlerinin bir zarardan korunması mücahitlerden birinin veya birkaçının öldürülmesiyle ancak mümkün olacaksa bundan dolayı bazılarının kendilerini şehadete atmaları intihar değil aksine büyük bir kahramanlıktır. Aşağıda vereceğimiz rivayetler de bunu ortaya koymaktadır.
* Müslim'in naklettiği bir hadise göre Enes ibnu Malik (r.a.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.s.) Uhud gününde ensardan yedi ve Kureyş'ten iki kişiyle birlikte yalnız bırakıldığında, müşriklerin onun üzerine ok yağdırmaları ve kendilerine doğru yaklaşmaları üzerine: "Bunları kim bizden uzaklaştırır, onun için cennet vardır -yahut- o cennette benim arkadaşımdır" diye buyurdu. Bunun üzerine ensardan bir adam öne geçti ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Sonra yeniden üzerine ok atmaya başladılar. Resulullah (s.a.s.) tekrar: "Bunları kim bizden uzaklaştırır, onun için cennet vardır -yahut- o cennette benim arkadaşımdır" diye buyurdu. Bunun üzerine ensardan bir adam öne geçti ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Bu şekilde tam yedi kişi şehid oluncaya kadar devam etti. Daha sonra Resulullah (s.a.s.) yanındaki iki sahabisine: "Arkadaşlarımıza insaf etmedik" diye buyurdu." (İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde hadisin sonundaki: "Arkadaşlarımıza insaf etmedik" ibaresini şu şekilde açıklamıştır: "Yani Kureyşliler, ensara insaf etmedi. Kureyşliler çarpışmaya çıkmazken ensardan olanlar teker teker çarpışmaya çıkarak şehid edildiklerinden böyle denmiştir.")
Bu olayda dikkat edilirse yedi sahabi Resulullah (s.a.s.)'a zarar gelmesini önlemek için müşriklerin üzerine atılmış ve geleceği kesin olan bir ölüme kendilerini atarak müşriklerin Resulullah (s.a.s.)'a yaklaşmalarını engellemişlerdir.
Kurtubi, Tefsir'inde bu olaydan, cesaretli bir kimsenin yalnız başına da olsa ölümü göze alarak kalabalık bir düşman grubunun arasına dalıp onlara zarar vermesinin caiz olduğu hükmünü çıkarmıştır.
* Enes ibnu Malik (r.a.)'ten rivayet edildiğine göre Bedir'de müşrikler Müslümanlara yaklaşınca Resulullah (s.a.s.): "Genişliği göklerle yer kadar olan cennet için kalkın" diye buyurdu. Ensardan Umeyr ibnu'l-Humam: "Genişliği göklerle yer kadar olan bir cennet mi ey Resulullah?" dedi. Resulullah (s.a.s.): "Evet" dedi. O da: "Tamam, tamam" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.): "Seni "tamam, tamam" demeye yönelten ne oldu?" diye sordu. O da: "Vallahi, oranın (o cennetin) ehlinden olma arzusundan başka bir şey değil, ey Resulullah!" dedi. Resulullah (s.a.s.): "Sen oranın ehlindensin!" diye buyurdu. (Umeyr) sonra heybesinden birkaç hurma çıkardı ve onları yemeye başladı. Sonra: "Ben eğer bu hurmaları yiyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir hayat olur" dedi ve yanındaki hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar onlarla çarpıştı." (Bunu Müslim, İmare, 145'te rivayet etmiştir.)
İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde bu hadisle ilgili açıklamasında şöyle der: "Buradan bir kişinin kafirlerin birliklerinin arasına dalmasının ve kendisini şehadete atmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu hareket ilim adamlarının büyük çoğunluğuna göre caizdir ve hiçbir keraheti yoktur."
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
* Taberi Tefsiri'nde rivayet edildiğine göre Ebu İshak, Bera ibnu Azib (r.a.)'e: "Bir adam yalnız başına düşmandan bin kişilik bir grubun içine dalarsa, Yüce Allah'ın: "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın" derken kastettiği kimselerden olur mu?" diye sordu. Bera (r.a.) da şöyle cevap verdi: "Olmaz. Öldürülünceye kadar çarpışsın. Allah, peygamberine: "Allah yolunda savaş. Sen sadece kendinden sorumlusun." (Nisa, 4/84) diye buyurdu."
Burada Bera (r.a.), söz konusu ayeti fetvasına delil gösterirken şunu demek istemiştir: "Allah, peygamberine: "Sen sadece kendinden sorumlusun" diyerek yalnız başına bile kalsa Allah yolunda çarpışması gerektiğini ona bildirmiştir." Ayrıca rivayetten şunu anlıyoruz: "Bir kişi yalnız başına kalabalık bir düşman grubunun içine daldığında onlarda bir şaşkınlık ve dağınıklık meydana getireceğini, bu arada içlerinden birkaç kişiyi öldürebileceğini ve böylece düşman tarafına zarar verebileceğini ama buna rağmen öldürüleceğini biliyorsa bu eylemi yapabilir." İşte bu bir istişhadi eylem yani şehadeti göze alarak gerçekleştirilen eylemdir. Geçmişte bu tür eylemler bir mücahidin kılıcını alarak düşman kuvvetlerinin arasına dalması suretiyle gerçekleştiriliyordu. Bugün de vücuduna bomba bağlayarak veya arabasına bomba yerleştirerek düşman kuvvetlerinin arasında patlatması suretiyle yapılıyor. Esasta benzerlik, şekilde ise farklılık söz konusu. Şekilde farklılığın kıyasın geçerliliğini ortadan kaldırmayacağını çünkü çağın şartlarına ve gereklerine göre şekilde farklılık olabileceğini daha önce söylemiştik. Eğer cihad uygulamalarında sadece esasta değil şekilde de aynılık ararsak bugün toplarla, otomatik tüfeklerle ve benzeri savaş aletleriyle cihad etmeyi caiz görmememiz gerekir.
* Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İbnu Hibban ve Hakim'in rivayet ettiğine göre Eslem ibnu Yezid şöyle demiştir: "İstanbul'daydık. Birden karşımıza Bizans kuvvetlerinden büyük bir asker birliği çıktı. Bu arada bir mücahit Bizans güçlerinin arasına daldı. Ta ortalarına kadar girdi. Sonra aralarından sıyrılıp çıktı. İnsanlar bunu görünce: "Subhanallah! Bu adam kendini tehlikeye atıyor" dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyub el-Ensari (r.a.) şöyle dedi: "Ey insanlar! Siz bu ayeti (yani "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 2/195) ayetini) böyle mi yorumluyorsunuz. Bu ayeti kerime biz ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah İslam'ı kuvvetlendirince ve destekçileri de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: "Mallarımız zayi oldu. Yüce Allah da zaten İslam'a güç kazandırdı. Artık mallarımızın başında durup da onlardan zayi olanları düzeltsek" dedik. Bunun üzerine Yüce Allah bize cevap olarak bu ayeti kerimeyi indirdi. Burada tehlike ile kastedilen savaştan geri kalarak malların başında durup onları düzeltmeye çalışmaktır."
İlim adamları bu rivayetten yola çıkarak bir kişinin öldürüleceğini bilse bile düşman birliklerine zarar vermek için onların saflarına dalmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. İlim adamları bu hadisin şerhinde şöyle demişlerdir: "Şayet bir kişinin hücumu son derece cesaretinden doğuyorsa ve bununla düşmanı korkutacağını yahut Müslümanları düşmanlara karşı teşvik edeceğini veya buna benzer sahih bir maksat umuyorsa bütün alimlerce bunun iyi bir şey olduğu tasrih edilmiştir." (Bkz. Nimeti İslam'ın İslam mecmuası tarafından yapılan baskısına konulan "Cihad bölümü" ilavesi, sh. 948)
* Bir rivayette bildirildiğine göre, Müslümanlar İran tarafına doğru sefere çıktıklarında Müslümanların atları İranlıların fillerinden ürktü. Bunun üzerine Müslümanlardan bir mücahit, çamurdan bir fil yaptı. Sonra kendi atını o file alıştırdı. Daha sonra atıyla İranlıların fillerine doğru saldırıda bulundu. Etrafındakiler: "Onlar seni öldürürler" dediler. O da: "Müslümanlar fetih gerçekleştirecek olduktan sonra benim öldürülmem önemli değil" dedi.
Bu olayda da dikkat edilirse bir mücahit, İslam ordularının önündeki önemli bir engeli ortadan kaldırmak için kendini şehadete atıyor. İşte bu da bir istişhadi eylemdir.
* Yemame olayında, Hanife oğulları kaleye sığınınca Bera ibnu Malik (r.a.) arkadaşlarından kendisini bir tulum içine koyarak kalenin duvarından içeri bırakmalarını istedi. Onlar da öyle yaptılar ve tek başına kalenin içine girip düşman kuvvetleriyle çarpışarak içerden kale kapısını açmayı başardı ve böylece Müslümanlar kaleye girdiler.
Bu olayda da Bera ibnu Malik (r.a.)'in Müslümanların kaleye girmelerini sağlamak için şehadeti göze alarak bir eylem yaptığı görülüyor.
Sireti ve genelde İslam tarihini incelediğimizde bu olayların benzeri birçok şehadet eylemi gerçekleştirildiğini görürüz. Ulubatlı Hasan'ın yaptığı da bir istişhadi eylem değil midir? Ulubatlı Hasan sırf Osmanlı bayrağını düşman surlarına asabilmek için kendini şehadete atmıştır. Onu bu eyleminden dolayı sürekli övgüyle anıyor, yaptığı eylemi büyük bir kahramanlık olarak zikrediyoruz da, Filistinli bir mücahidin daha büyük gayeler için gerçekleştirdiği benzer bir eylem karşısında neden: "Öyle şey mi olur, bu bir intihardır" diyoruz. Lütfen sürekli başkalarını çifte standartçılıkla suçlarken kendi değerlendirmelerimizde aynı hataya düşmeyelim.
Aslında İslam tarihinden, istişhadi eylemlere daha pek çok örnek gösterebiliriz. Ama sözü bu rivayetlerle uzatmak istemiyoruz. Meselenin anlaşılması ve yapılanın delilsiz olmadığının bilinmesi için bu kadarının yeterli olacağını sanıyoruz. Şimdi ilim adamlarının konuyla ilgili görüşlerine ve fetvalarına bakalım:
* İbnu Arabi (Muhyiddin İbnu Arabi değil fıkıh alimi İbnu Arabi) bir kişinin kalabalık bir düşman grubuna saldırıda bulunması hakkında şöyle demiştir: "Bana göre doğru olan bunun caiz olduğudur. Çünkü bunda dört husus vardır: Birincisi: Şehadeti istemek. İkincisi: Düşmana zarar vermek. Üçüncüsü: Müslümanları onlara karşı cesaretlendirmek. Dördüncüsü: Düşmanları moral yönünden zayıflatmak. Çünkü onlar: "Bu bir kişi böyle yaparsa hepsi birden neler yaparlar!" diye düşüneceklerdir."
Bir kişinin kalabalık bir düşman topluluğuna saldırıda bulunması demek İbnu Arabi'nin yukarıda zikrettiği gayeleri ve İslam kuvvetlerinin yararına düşman kuvvetlerinin zararına olacak daha başka gayeleri gerçekleştirmek için kendini şehadete atması demektir. Çünkü bir kişinin kalabalık bir gruba saldırıda bulunmasının sonucunun o bir kişinin öldürülmesi olacağı kesindir. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi geçmişte bu tür şehadet eylemlerinin kılıçla gerçekleştirilmesi bugün bombayla veya benzeri şeylerle gerçekleştirilemeyeceğini göstermez.
* Maliki mezhebi alimlerinden Kasım ibnu Muhaymere, Kasım ibnu Muhammed ve daha başka fakihler, Allah için halis niyetle olması ve kişinin kendinde bir güç olduğunu hissetmesi halinde bir kişinin kalabalık bir düşman birliğine saldırmasının sakıncalı olmadığını söylemişlerdir.
* Şevkani de Neylu'l-Evtar'da düşmana esir olmak istemeyen bir Müslümanın öldürülünceye kadar çarpışmasının caiz olduğunu söylemiştir. Bazı ilim adamları da düşmana esir olduğu takdirde kendisine işkence edileceğinden dolayısıyla bu işkence altında Müslümanların sırlarını verebileceğinden endişe duyan bir kişinin kendini ölüme atmasının intihar sayılamayacağını ifade etmişlerdir. Bu yöndeki fetvalar kişinin kendini ölüme atmasının her zaman intihar hükmünde olmadığını, bu konuda niyet ve gayeye bakılması gerektiğini göstermektedir.
* Ünlü tefsir alimi Cassas'ın Ahkamu'l-Kur'an, C.1, sh. 309'da naklettiğine göre hanefi alimlerinden Muhammed ibnu Hasan eş-Şeybani şöyle demiştir: "Eğer sonuçta kurtulabileceğini veya öldürülse de düşmana zarar verebileceğini tahmin ediyorsa bir kişinin bin kişiye karşı saldırı gerçekleştirmesinde sakınca yoktur... Sonuçta kurtulamayacağını hatta düşmana da bir zarar veremeyeceğini ama Müslümanlara cesaret kazandıracağını, böylece onların kendisini örnek alarak düşman karşısında aynı cesaretle çarpışacaklarını hesap ediyorsa yine de saldırıda bulunmasında bir sakınca yoktur. Allah'ın izniyle bu hareketinden dolayı sevap alacağını umarım."
* Ebu Hamid el-Gazali, İhya'da, bir Müslümanın öldürüleceğini bile bile bir düşman birliğine saldırmasının caiz olduğunda ihtilaf olmadığını bildirmiştir.
* İmam Nevevi de cihad esnasında belli bir gaye için kişinin kendini tehlikeye atmasının caiz olduğunu söylemiştir. Nevevi'nin şehadet eylemleriyle ilgili açıklamasını yukarıda vermiştik.
* Beyhaki de Sünen'inde, Avf ibnu Afra ile Umeyr ibnu Humam'ın Bedir'de, Enes ibnu Nadr'ın Uhud'da ve Bera ibnu Malik'in Yemame'de yaptığı hareketleri delil göstererek bir kimsenin kendini şehadete atmasının veya şehadeti göze alarak bir eylem düzenlemesinin caiz olduğunu bildirmiştir.
* Kurtubi, Tefsir'inde, Yüce Allah'ın: "İnsanlardan öyleleri de vardır ki, canlarını Allah'ın rızasını kazanma yolunda feda ederler" (Bakara, 2/207) ayetini bir kimsenin düşmana zarar vermek veya Müslümanlara güç kazandırmak amacıyla şehadete atmasının caiz olduğuna delil göstermiştir. (Bkz. Kurtubi Tefsiri, C. 3, sh. 21)
* Maliki alimlerinden Ebu Abdillah Muhammed ibnu Ahmed bir kimsenin kalabalık bir düşman topluluğuna veya saldırgan grubuna yahut isyancılara karşı eylem düzenlemesi hakkında şöyle demiştir: "Saldırıda bulunacağı kimseleri öldürüp de kurtulacağına kanaat ederse bu hareketi yapması iyidir. Öldürüleceğine ancak yine de karşı tarafa zarar vereceğine yahut Müslümanların yararına olacak bir etki yapacağına kanaat ederse o zaman yine caizdir." Ebu Abdillah bu görüşüne Bera ibnu Malik'in Yemame'deki hareketini delil göstermiştir.
* Yine Maliki alimlerinden İbnu Huveyz Mikdad şöyle demiştir: "Bir kişinin bir gruba yahut kalabalık bir asker topluluğuna saldırması konusuna gelince: Bu kişi eğer kendisinin öldürüleceği ama bununla birlikte düşmana zarar verebileceği veya başarılı çarpışma yapabileceği ya da Müslümanların yararına olacak bir etki yapabileceği kanaatini taşıyorsa bu hareketi caiz olur." İbnu Huveyz, bu görüşüne, bizim yukarıda verdiğimiz ve İranlıların fillerine karşı bir Müslüman mücahidin atını alıştırması ve tek başına bir orduya saldırması olayını delil göstermiştir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt