Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir (1 Kullanıcı)

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
46
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
selamün aleyküm,
çok kapsamlı ve bir arşiv niteliginde çalışma yapmışsınız hepsini bir çırpıda okuyamadım.emeginize saglık mevla razı olsun sizden .içim acıyor bakamıyorum bile çogu resimlere.özellikle bebelerin öldürülmeleri beni kahrediyor perişan oluyorum ...ama ne yazıkki bitmek bilmeyen bu zülümler islam cografyasının her yerinde heryerde kan göz yaşı zülüm var.ama şehitler için ne mutlu herkese nasip olmaz..rabbim hepsinin şehadetlerini katında kabul buyursun cihat bir nikah,şehadet ise bir düğündür, :A:A
emeginize saglık kardeşim
mevla her daim yar ve yardımcınız olsun
selam ve dua ile
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
selamun aleyküm.rabbim yolunda cihad eden kullarından razı olsun.bizide cihad edenlerden eylesin...kardeşim paylaşımın aslında cihadın yalnızca allah yolunda olduğunu çok iyi anlatmış.Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. Işte Islâmî cihad budur.çok güzel anlatıyor cihadın ne olduğunu.şehadette allahın dinini hakim kılma gayesiyle olur.yoksa laik devletler uğrunda ölmek şehitlik mertebesi kazandırmaz.allahın dini için ölmek şehitliktir.allah cümlemizi mücahit kılsın.amin.amin.amin.


Ve aleyküm selam kardeşim. Amin inşallah. Rahman c.c cihad eden tüm kullarının gayretlerini, cehdlerini hayırlısıyla neticelendirsin. Kafirler topluluğuna karşı ümmetimizi üstün ve muvaffak kılsın inşallah Amin..Çağımızda en çok buna ihtiyacımız var, bir olup ortak düşmanlarımıza yönelmek..Onlar herşeyden önce Allah'a düşmandırlar..Allah c.c'ye düşman olanlar da, O'nun katında geçerli yegane din olan İslam'ın mensuplarına da düşmandırlar.. Ve Allah c.c, birçok ayet-i kerimesiyle onlara karşı cihad etmemizi emrediyor. İnşallah, Ahir zamanda bizler de cihad eden, kafirlere karşı etkili olabilen kullardan olabilme şerefine nail olabiliriz..Allah c.c Filistin'deki, Çeçenistan'daki tüm kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun, bizleri de uyandırsın inşallah..Selam ve dua ile.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
sulakcayir1_sirad_cihad.jpg


71047899di8.png


61141th9.jpg


ihh6az5.jpg
 

s.s.s

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Şub 2008
Mesajlar
2,871
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
46
s.a yine bir ricam olucak aliye kardeşim.DUHA SURESİ diye bir konu açtım,eğer gönül rızan olursa orayı okuyup yardımcı olurmusun.ALLAH a emanet ol.....
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
s.a yine bir ricam olucak aliye kardeşim.DUHA SURESİ diye bir konu açtım,eğer gönül rızan olursa orayı okuyup yardımcı olurmusun.ALLAH a emanet ol.....

Ve aleyküm selam kardeşim. Sayı belirtmeyeyim, çünkü cüzlerim de var. Ben okuyacağım kadar okur, size bildiririm inşallah..Allah c.c, hakkınızda hayırlısını versin. EN EMİN'e emanet olun.Selam ve dua ile.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Hahamlardan Nasrallah'a Mektup: "İsrail Yıkılmalıdır"


Amerika, İngiltere ve Filistin'den bir grup haham, Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah'a bir mektup yazarak, kendilerinin de siyonist İsrail rejiminin yok olmasını istediklerini belirtti.
Hahamların El Menar'da yayınlanan "Aziz Nasrallah Hazretlerine" başlıklı bu mektubunu Ozan Kemal SARIALİOĞLU'nun çevirisiyle sunuyoruz.
Biz size gerçek Yahudiliğin elçileri, Tevrat`ın gerçek inananları olarak, dünyanın her yerinde bizim gibi düşünenlerin sözcüsü olarak sesleniyoruz.
Dr. Mahmurd ez Zehar'a ve Gazze halkına açık mektup göndermemizin üzerinden bir aydan az bir zaman geçti. Biz bu mektupta Tevrat'ın hükümlerine göre gayri meşru olan siyonist İsrail devletinin işlediği cinayetler yüzünden duyduğumuz üzüntüyü ve öfkemizi dile getirmiştik. Yine o mektupta Dr. Zehar'a şahsi başsağlığımızı sunmuş ve acısını paylaştığımızı arzetmiştik.
Şimdilerde de trajik olarak bu kurbanların sürekli sayısının arttığını görüyoruz. Ayrıca şahsi olarak Gazze'de ve tüm Filistin'de yaşayan herkesi ziyaret edebileceğimizi, kalbimiz ve tüm varlığımızla duyduğumuz üzüntüyü ve bu masum halkın, kutsal otoritelerimizce gayri meşruluğu tescil edilmiş olan İsrail rejiminin elinden gördüğü eziyetler dolayısıyla hissettiğimiz kederi arzetmiştik. Yeryüzünün dört bir köşesine dağılmış tüm Filistinlilerin ve onların akrabalarının ve nesillerinin onlar için hissettiğimiz bu duyguları ve ve empatimizi duymalarını ve onlar için Kadir-i Mutlak'ın dergahına yaptığımız duaları bilmelerini istiyoruz.
Nasrallah hazretleri,
Sizinle Lübnan hakkında aynı duyguları paylaşıyoruz. Sizin geçenlerde İmad Muğniye'nin cenazesinde ve daha öncesinde yaptığınız konuşmalarınızda işitmiştik. Bu yüzden sizin ve hareketinizin yahudilik ve siyonizmin aynı şey olmadığını, dünyanın pek çok yerinde ve işgal edilmiş Filistin'de pek çok yahudinin İsrail karşıtı olduğunu bildiğinizin farkındayız. Ayrıca bizim hahamlardan bir grubun oluşturduğu delegasyon da sizin muhteşem ülkenizin konuğu olarak Hizbullah tarafından ağırlanmıştı.
Bizler Filistin'i savunma amaçlı Dünya Parlamenterler Birliği'nin toplantılarına da iştirak etmiştik. Topluluğumuza gösterilen saygı ve ilgi tüm tariflerin ötesindeydi. Yüce Allah'a da Filistinlilerin ve diğer müslümanarın siyonistlerin ellerinden çektikleri onca şeye rağmen hala şeytanın iğvalarına kapılmamış olmalarını bire bir görmüş olma lütfuna eriştiğimizden dolayı da şükrediyoruz. Yüzümüzü çevirdiğimiz her yerde dostluk ve arkadaşlıktan başka bir şey görmedik. Lübnan'da ziyaret ettiğimiz her yerde rahatımızı sağlamak başlıca endişeleri oldu hep. Hatta siyonistlerin saldırıları sonucu uğradıkları yıkımları bile gösterirken bizlere yahudi milletini ve haham arkadaşlarımızı suçlayıcı bir söylemle karşılaşmadık hiç.
Tüm Müslüman ve Arap halkları şunu çok iyi bilmekteler ki bizim müslümanlarla yüzlerce yıldır dini bir mesele yüzünden hiç çatışmamız olmadı. Hep uyum içinde yaşadık. Pek çok kişi siyonizm ile yahudilik arasındaki ayrımın farkında. Sadece şuna işaret edebiliriz ki Lübnan ziyaretimiz kalplerimizde silinmeyecek izler bıraktı. Bizleri Khiam adlı polis merkezine götürdüler. Orada Lübnanlıların maruz kaldıkları ve tüm dünyanın görmezden geldiği o korkunç işkenceleri anlattılar bize. Sabra ve Şatilla kamplarını ziyaret ettik, şehidler meydanında ruhları için mum yaktık. Ki bu meydanda ünlü olmayan başka bir katliama uğramıştı Filistinliler. Burada hala süre giden bu trajik acılar için bu akıl dışı ve bizim aynı zamanda ilahi haklar addettiğimiz insan haklarına da aykırı olan bu eziyetler için gözyaşı döktük. Burada Lübnan ile siyonist işgal rejimi arasındaki sınır bölgesini Fatıma kapısında da siyonizm ve İsrail aleyhine bir gösteri düzenleme şansına nail olduk.
Elbette siyonist işgal altında yaşayan pek çok kardeşimizin tutuklanma, dövülme gibi ağır bedeller ödeme pahasına bu gösterilere katıldıklarını da belirtmeliyiz. Yine siz Lübnanlı kardeşlerimize hatırlatmalıyız ki, İsrail'in son Lübnan saldırısında dünyanın pek çok yerindeki yahudi, Lübnan halkını destekleme yürüyüşlerine katılmıştı. Kanada, Britanya ve ABD'deki pek çok haham kardeşimiz bu gösterilerde konuşmalar yaptılar. Bu saydıklarım sadece yahudilerin düzenedikleri yürüyüşlerden ayrı yürüyüşlerdi.
Şimdi bizler alçak gönüllülükle size döndürüyoruz yüzümüzü. Sizden bu sözlerimizi kabul etmenizi ve mesajımızı Lübnan ve Filistin halkına iletmenizi diliyoruz. Her ne kadar düşüncelerimizi ve duygularımızı ifadede kelimeler kifayetsiz kalsa da sizden Filistin ve Lübnan halkına desteğimizi derin üzüntülerimizi ve size duyduğumuz kalpten sempatiyi de ulaştırmanızı diliyoruz.
Dünyanın dört bir yanındaki ve Filistin'deki gerçek yahudiler Allah'ın izniyle siyonizm ideolojisini ve siyonizmin şeytani planlarını kabul etmeyeceklerdir. Bizim yegane bağlılığımız Allah'a ve Tevrat'adır ve bir bilgemizin de dediği gibi "Allah rahim olduğu için bizler de şefkatli olmalıyız"
Sizlere, Allah'ın biz yahudilerden Tapınağın yıkılışından sonraki 2000 yıl geçti üzerinden alçak gönüllü ve tüm hükümetlerin saygılı yurttaşları olmamız yönünde bizlerden açıkça söz aldığını hatırlatmalıyım. Bu yüzden milletler karşısında isyan etmemiz ve kendi devletimizi kurmak için çalışmamız haramdır. Bizler yüce Allah'ın nihai zaferinin tüm dünyada tahakkuk etmesi için sabretmeli ve çokca dua etmeliyiz. O zaman geldiğinde tüm insanlık kutsal topraklarda barış ve kardeşlik içinde birlikte yaşayacaklardır.
Yaklaşık 100 yıl önce siyonistler bir din olan yahudiliği bir milliyetçi ideolojiye dönüştürme rüyalarını gerçekleştirmek için Filistin'e göçe başladılar. Ve böylece Allah'a isyan yolunu açmış oldular. Bu İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Filistinliler, sonra da Lübnanlılar çok acı çektiler. Ezildiler, dövüldüler, aşağılandılar ve yurtlarından çıkarıldılar.
Bilgelerimiz paylaşılan acının kederli yürekleri rahatlatacağını söylerler. Ayrıca Arap halkları şunu da bilmeliler ki şu anda sözde İsrail milletinin içerisindeki samimi muhalefetin varlığı da mevuttur.
Bu ateist ve günahkar Theodor Herzl ve avanelerinin siyonizmi icat etmekle büyük bir sapkınlığa imza atmakla kalmadıklarını, ayrıca pek çok yahudinin çektiği maddi ve manevi sıkıntının da müsebbibi olduklarını bu yüzden rahatlılıkla söyleyebiliyoruz. Herkes şunu da bilmeli ki bizim gerçek liderlerimiz olan Filistin'deki, Ortadoğu'daki ve Avrupa'daki hahamlarımız siyonizm karşısında muhalefetlerini İsrail devletinin kuruluşundan bu güne izhat etmekten geri durmamışlardır. Pek çok yerde İsrail'in Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını, bedeli ne olursa olsun İsrail devletinin ilahi olan herhangi bir yeri yıkma kararlarına itiraz edegelmişlerdir.
Ayrıca, bu alimlerimiz dünyanın tüm yahudilerini sürekli olarak İsrail'e destek vermekten uzak durmaya çağırmışlardır. Binlere yahudi şimdiye kadar onların bu çağrılarına olumlu cevap verdi. Bu sayı her geçen gün daha da artmaktadır. Siyonist medya bu belgelendirilmiş gerçekleri örtmek için elinden geleni yapmasına rağmen bazı cesur kişilerin gayretleri yapılan bu perdeleme girişimlerini Allah'a şükürler olsun ki boşa çıkarabilmektedir
Bizler dinimizin ve Tevrat'ın açık buyruklarına ilaveten kendimizin Avrupalıların toplama kamplarında çektikerimiz şeyler yüzünden de Filistin ve Lübnan halkının çektiklerine karşı duyarlıyız.
Her ne kadar bu şeytani İsrail devletinin masum insanlara karşı işlediği suçları sürdüreceğine inansak da Lübnan'daki ve Filistin'deki kardeşlerimiz unutmamalılar ki evrenin bir Rabbi var ve evren O'nun kontrolündedir; Tevrat'a göre de bu şeytani devlet eninde sonunda ortadan kalkacaktır. Hep birlikte Allah'a dua edelim de bu devletin sonunu yakında bizim günlerimizde bize göstersin.

Lütfen bu mesajı siyonizmin pençesinde eziyet gören herkese, özellikle de şehid yakınlarına ve zindanlardaki esir kardeşlerimize ulaştırın.
Sizlerin hepiniz için dua ediyoruz. İnşallah yakında İsrail devletinin yıkılışına tanık oluruz.
Haham Mose Dov Beck, AMERİKA
Haham Meir Hirsh, FİLİSTİN
Haham Ahron Cohen, İNGİLTERE
Kaynak : El-Menar TV / İRNA Haber Ajansı
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Vahşet ve Alçaklığın Bile Önünde Masum Kaldığı Siyonist İsrail




ÖZLÜ SÖZ: Bugün zalimin yüzüne gülen, yarın geleceğine çok ağlar



Siyonist bir öğretinin gayrı meşru çocuğu olarak kurulan İsrail terör devleti, katliamlarına yeni halkalar ekledi. Sınır ve hukuk tanımayan bu gözü dönmüş yaratıkları durduracak bir güç yoktur. Çünkü dünyayı saran ve güç odakları olarak karşımıza çıkan her oluşum onlar tarafından organize edilmiştir. Filistinli Müslümanların katline sesiz kalan bütün dünya devletleri Birleşmiş Milletlerin doğrultusunda hareket ederler. Çünkü BM'yi kuranlarda siyonistlerdir. Haliyle kendi aleyhlerinde karar çıkarmalarını beklemek safdillik olur.

Müslüman kanının akıtıldığı her coğrafyada sesiz ve duyarsız kalan Birleşmiş Milletler teşkilatı, Siyonistlerin parmağı acısa dünyayı ayağa kaldırırlar. İslâm'ı ve şuurlu Müslümanları kendilerine tehlike gören Siyonist Yahudiler ile Evangelist Hıristiyanlar, İslâm'î uyanışın önüne geçebilmek için şu ana kadar hep katliamlar işlemediler mi ? Bütün dünyanın gözü önünde yapılan bütün katliamlara sözde Müslüman ülkeler ile emperyalistlerin hegemonyası altındaki devetlerden bu güne kadar herhangi bir itirazları oldu mu ?

İsrail vuruyor, bütün dünya seyrediyor !

İsrail vuruyor, sözde müslüman ülkeler seyrediyor !

İsrail vuruyor, ellerinden birşey gelipte yapmayanlar ağlayarak hıncını İsrail ve ABD bayraklarını yakıp sadece tekbir getirerek slogan atıyor !

İsrail, bu vahşet ve katliamı devam ettireceğini düşünüyorsa aldanıyor. Kur'an-î uyanışın bu katliam ve vahşet karşısında sesiz kalmayacağını artık onlarda anlamıştır. İslâm dünyasında, bu katliamlara duyulan kin ve nefret öyle boyutlara yükselmiştir ki, bu da İsrailin sonu olacaktır. Dünyanın hiçbir yerinde böylesi bir vahşet işlenmemiştir. Savunmasız olan kadın ve çocukları öldürebilecek kadar vahşileşen bu yaratıkların insan olduklarına inanmak güçtür.

Katliam yaparken askeri hedeflerden ziyade, kadın ve çocukları hedef alan bu siyonist katiller, katliamlarını dini bir temele de oturturlar. Tahrif ettikleri Tevratın I. Samuel Bölümü 15/3 ayetinde şunları yazmışlardır " Şimdi git... onların herşeylerini yok et ve onları esirgeme; erkekten kadına, çocuktan emzikte olana kadar hepsini öldür. "

Adil-î Mutlak olan ALLAH(cc), emzikte olan çocukların katledilmelerini nasıl emredebilir! Bu, Tevratın içine yerleştirilen Kabbalist öğretinin, siyonist yahudilerin yalanından ve alçakça bir iftirasından başka bir şey değildir. Çocukları katklederken dini bir vecibeyi yerine getirdikleri için aslında bunu bir ibadet olarak yaptıklarına kendilerini inandırmışlardır.

Tahrif ettikleri Tevrat'tan bu düşünce doğrultusunda bazı kabbalist ayetleri gözler önüne sererek, bugün karşımıza çıkan siyonist katilleri daha iyi tanımamız gerekmektedir. İşte o kabbalist sözde ayetler;
TEVRAT; MEZMURLAR BÖLÜMÜ 2/8-9

"İşte benden ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçları da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın. "

TEVRAT; TESNİYE BÖLÜMÜ 7/16

" Ve Allah'ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımıyacak; ve onların ilahlarına kulluk etmiyeceksin; çünkü o sana tuzak olacaktır. "
TEVRAT ; TESNİYE BÖLÜMÜ 7/2-3

"Ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele vereceği ve sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmiyeceksin ve onlara acımayacaksın./ Ve onlarla hısımlık etmiyeceksin; kızını onun oğluna vermeyeceksin ve onun kızını oğluna almayacaksın. Çünkü o senin oğlunu benim ardımca yürümekten saptıracak ve başka ilahlara kulluk edecekler... "

TEVRAT; YEREMYA BÖLÜMÜ 12/3

" Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla. "

TEVRAT; HEZEKİEL BÖLÜMÜ 39/18

" Yiğitlerin etini yiyeceksiniz, dünya beylerinin kanını, koçlarını, kuzularını, boğaların kanını içeceksiniz "

Yukarıya alıntıladığımız ve tahrif edilmiş olan Tevrat'ın bu ayetlerini Allah(cc)'ın emirleri olarak hangi akıl sahibi kabul edebilir ki! Fakat ve maalesef siyonist yahudiler buna inandığı gibi gereğinide yerine getiriyorlar. Alçakca Allah(cc)'a iftira eden ve kendilerini Allah(cc)'ın en sevgili ve üstün kulları sayan siyonistler, böyle inandıklarından dolayı Lübnanda ve Filistinde çocukları katlediyorlar.

İslâm topraklarının bağrına bir hançer gibi saplanan İsrail canisi bununla da yetinmeyerek, Müslümanların arasına nifak sokamakla ümmet birlik şuurunu kaybettirmek peşindedir. Bugüne kadar uygulanan her türlü parçalama metodunu gereğince yerine getiren bu siyonist organize karşısında uyanan İslâm Ümmetinin, yapılan bu katliamlar karşısında her yönüyle harekete geçmek zorundadır. Müslümanların arasındaki buzları eritecek tek olay, lanetlenmiş olan siyonist yahudi kavminin Kur'andaki ilahi emirlere kulak vererek gereğini yerine getirmektir.

Bütün Müslümanlar olarak, herkes elinden geleni yapabilmek için bulunduğu yerde Filistinli kardeşlerimiz için gerekeni yapması bir zaruretir. O kardeşlerimiz hergün şehit uğurluyorlar, o kardeşlerimiz ki, açlık, yokluk ve bombardıman altındalar. Onlara göndereceğimiz mutlaka bir şeylerimiz vardır. Her Müslüman bunu düşündüğünde elbetteki yapabileceği birşeyi mutlaka bulacaktır. İsrail vahşetinin hergün ivme kazanması elbetteki birgün sona erecektir. Onlar yaptıklarının mutlaka hesabını vereceklerdir. Bunun müjdesini sevgili Peygamberimiz (sav) veriyor. Bir hadislerinde şöyle buyuruyor " Horasandan siyah bayraklılar çıkar ve İlya'ya (Kudüs) kadar önlerinde bir şey tutunamaz. (Ebu Hureyre (r.a) Ramus 508.4 ) "
Ebu Hureyre(ra)'dan rivayet edilen bir hadiste de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: " Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Hatta Yahudi, bir taş ve ağacın arkasına gizlenir de taş ve ağaç (Allah'ın takdiri ile) Ey Müslüman! Şu Yahudi benim arkamda (saklanmakta)dır. Gel onu öldür diyecek. Ancak GARKAD müstesna ! Zirâ o Yahudi ağacındandır. (Riyazu's Salihin 1180. nolu hadis)

Siyonizmin organize ettiği ve emperyal güçler haline getirdiği ABD, İngiltere ile diğer yandaşları; bütün çabalarına rağmen tahakkuk edecek olan ve Hz. Peygamberin haber verdiği Allah(cc)'ın hesabıdır. Bugün dağınık durumda olan İslâm ümmetinin birleşmesini hızlandıracak olan şey de bu İsrail faşizminin vahşeti olacaktır. Artık tahammül sınırlarının kalmadığı ve İsrail terör devletinin sonunun, zevalinin yakın olacağını bekleyebiliriz. Bu bir kehanet değildir, İslâm kaynaklı bir müjdedir.

İslâm topraklarında hükümran olan ve emperyalizmle kolkola olan yerli yöneticiler, yapılan bu katliamlar karşısında sadece " kınama " ile yetinenler bilsinler ki, ellerinden geldiği halde gereğini yapmayanlar kariyerlerini ve siyasal geleceklerini tehlikede görenler, yarın Allah(cc)'a çok çetin bir hesap vereceklerdir. Şu anda her türlü yaşam koşullarından yoksun bırakılan Filistinin mazlum halkının her şeye rağmen şehitler vermesi ve her zorluğa katlanarak ümmet yüzünün ağarması ve başının dik durmasını sağlıyor. Biz Müslümanlar olarak, ümmetin yüzünü ağartan ve şehadetten bir an olarakta kaçmayı dahi aklından geçirmeyen Filistinli kardeşlerimize her türlü yardımı yapmak boynumuzun borcu ve Allah(cc)'ın emridir. Silkinmek ve harekete geçmek için Filistinlilerin yok olmasın bekliyemeyiz. Gün kardeşlik günüdür, herkes üzerine düşeni yapmaya koşsun.





M. Necip Yavuzer

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
EMANET VE EHLİYET
5. BÖLÜM: CİHAD BAHSİ


EMANET'İN TABİİ SONUCU: CİHAD

711 Kur'an-ı Kerim'de: "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de; onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye tüştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) bunu sırtına yüklendi. Çünkü o zülûmkâr, çok cahildir"(1) hükmü beyan buyrulmuştur. Müfessirler bu ayet-i kerime'de geçen "Emânet'in"; Allahû Teâla (cc)'nın tekliflerinin tamamına verilen bir isim olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.(2) Hz. Abbas (ra)'dan gelen rivayette de; "Emanet, Allahû Teâla (cc)'ya taattır, kulluktur. Hz. Adem (as) Allahû Teâla (cc)'ya emanet'in ne olduğunu sormuş, Allahû Teâla (cc) "İyilik edersen mükâfat, kötülük edersen ceza görürsün" buyurmuştur. Hz. Âdem (as) kendi rızası ile emâneti yüklenmiştir.(3) Usûl-i Fıkıh'ta "Emânet"; Allahû Teâla (cc)'nın gerek kendi hukuku, gerekse yarattıklarının hukuku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isimdir.(4) Malûm olduğu üzere "Cihad"; Allahû Teâla (cc)'nın farz kılmış olduğu bir ibadettir.(5) Cihad; hem mal, hem nefis, hem de diğer vasıtalarla edâ edilebilen ve aynı zamanda hiçbir "Mekruh" vakti olmayan bir ibadettir. Hatta öyle ki; bir gayr-i müslim, namazını edâ etmekte olan bir mü'mine hitaben: "-Bana kelime-i şehadet'i öğretir misiniz?" teklifinde bulunsa, o mü'min'in, bu teklif sebebiyle namazını bozup, tebliği yapması caizdir.(6) Aynı namazı, tebliğden sonra edâ eder.


712 Cihad; arapça bir kelimedir. Lugatta "güç ve gayret sarfetmek, amelde mübalâğa etmek ve zahmet" gibi manalara gelen "Cehd" kökünden türemiştir. İslâmi Istılâhta: "Allahû Teâla (cc)'nın dini için; can, mal, dil ve diğer vasıtalarla eldengelen güç ve gayreti sarfetmeye cihad denir" tarifi esas alınmıştır.(7) Resûl-i Ekrem (sav)'in "Müşriklerle; malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz"(8) buyurduğu bilinmektedir. Cahiliye döneminde arap kabileleri arasında yıllarca süren kanlı harb'ler cereyan ediyordu. Dolayısıyla "Harb"mefhumuna yabancı değildiler. Bu noktada "Cihad" ile "Harb" mefhumu arasında fark var mıdır? sualine cevab arayalım. Hz. Cabir (ra)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte, bu iki mefhum arasında bazı farkların bulunduğu tasrih olunmuştur.(9) Cihad kavramı, "Harb" mefhumundan daha geniştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "- Hakiki mücahid, nefs-i emmaresine karşı savaş açan kimsedir." (Sünen-i Tirmizi-K.Cihad: 2) buyurduğu malumdur. Dünyevi endişelerini, heva ve hevesini bir kenara bırakan mükellefin; Allahû Teâla (cc)'nın rızasını kazanmak niyetiyle küffarla savaşması bir ibadettir.

713 Mükellif'in; kendisini Allahû Teâla (cc)'ya kulluktan alıkoyan herşeyi terketmesine "Zühd" denilmiştir. Sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'nın rızası için; heva ve heveslerini bir kenara bırakan mükellefe de "Zâhid" denir. Abdullah İbn-i Mes'ûd (ra)'den rivayet edilen şu hadis-i şerif; Resûl-i Ekrem (sav)'in "Dünya hayatını" nasıl değerlendirdiğini kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Abdullah İbn-i Mes'ûd (ra): "Resûl-i Ekrem (sav) bir hasır üzerinde uyumuşlardı. Uykudan kalktı, fakat hasır vücûdunda iz bırakmıştı. Bunun üzerine: "-Ya Resûlallah!.. Size bir yatak tedarik etsek olmaz mı?" dediler. Resûlullah (sav) "Benim dünya ile ne işim var. Ben dünyada bir ağaç altında gölgelenip de (sonra onu) bırakıp giden bir yolcu gibiyim" buyurdu.(10) Zühd ve takva sahibi her mü'minin; Resûl-i Ekrem (sav)'e uyması esastır. Şimdi "Cihad" gibi bir ibadeti terketmenin vehameti üzerinde duralım. Resûl-i Ekrem (sav): "Herhangi bir müslümün gaza yapmadan (Savaşmadan) ve onu gönlünden geçirmeden ölürse, nifak'ın bir şubesi üzerine (Yani münafık olarak) ölür"(11) hükmünü beyan etmektedir. Dolayısıyla mü'minlerin; ister farz-ı kifaye, ister farz-ı ayn olsun; cihad'a niyyet etmeleri vâcibtir. "Büyük Cihad" yaptığını iddia ederek; gaza etmeyi gönlünden geçirmeyen kimse; şeytanın vesvesesine kapılmış ve nefs-i emmare'sine tabi olmuştur. Hz. Adem (as)'le başlayan tevhid mücadelesinde, Tağuti güçlerle savaşmanın farz kılınmadığı hiçbir dönem yoktur. Muteber kaynaklarda zikredildiğine göre Resûl-i Ekrem (sav); hicret'ten sonraki on yıllık dönem içerisinde (Yani Medine Döneminde) yirmi defa; zırhını giyip ve kılıcını eline alıp "Cihad'a" çıkmıştır!.. Sahabe-i Kiram'ın hayatı ise sürekli cihad'la geçmiştir. "Nefis terbiyesi" iddiasında bulunan her mü'min; bunun mahiyetini iyi tefekkür etmelidir.

CİHAD'IN SEBEBİ NEDİR?

714 Kur'an-ı Kerim'de: "Müşrikler sizinle nasıl topyekün harb ediyorsa, siz de onlarla topyekün harb ediniz"(12) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkuhası, bu Ayet-i Kerime'yi esas alarak; müşriklerle ve kafirlerle yapılması emredilen cihad; onların İslâm'a karşı savaş açmalarının sebebiyledir.(13) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Merginani; savaşın farziyeti ile ilgili olarak bu Ayet-i Kerime'yi zikrettikten sonra: "Ve Resûl-i Ekrem (sav): "Cihad kıyamet gününe kadar devam edecektir" buyurmuştur. Bununla bâkî olan bir farzı murad etmiştir."(14) hükmünü beyan etmektedir.

715 Mü'minlerin; kendi içlerinden bir "Ulû'lemr"seçmelerinin temel sebebi; İslâm'ın emirlerini hakkı ile edâ etmektir.(15) "Ulû'lemr" yeryüzündeki bütün mü'minlerin (Herhangi bir ayırım yapmadan) haklarının takipçisi ve koruyucusudur. Nitekim İmam-ı Serahsi: "Cihad'dan maksad; müslümanların emniyet içinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme (Edâ edebilme) imkanına kavuşmalarıdır"(16) hükmünü zikreder. Darû'l İslâm'a hicret etme imkanını bulamamış, zayıf ve azınlık durumunda bulunan mü'minlere; "Tağuti rejimler" zulmetmeye kalkarlarsa, "Ulû'lemr" derhal cihad ilân edebilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "İman edib hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad'da bulunanları (Muhacirleri) barındırıb, yardım edenler (yok mu?) İşte birbirlerinin velileridir. İman edib de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velâyetiniz yoktur. (Bununla beraber) eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki sizinle aralarında muahede bulunan bir kavm aleyhine değil. Allah yapacaklarınızı hakkı ile görücüdür."(17) hükmü beyan buyurulmuştur. Yine diğer bir Ayet-i Kerime'de: "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve acz-û ızdırab içinde bırakılıp: "Ey Rabbimiz, bizi ahalisi zalim olan şu memleketten (kurtarıp) çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda (Muzdaz'afinler için) düşmanla çarpışmıyorsunuz?"(18) buyurulmaktadır.

716 Cihad'ın diğer bir sebebi de; kâfirlerin, mü'minlerle olan ahidlerini bozup, yeniden savaş haline geçmeleridir.(19) Nitekim Hudeybiye Andlaşmasını bozan Mekke Müşriklerine karşı, Resûl-i Ekrem (sav) "Cihad" ilân etmiştir.

İSLÂM'A DAVET ZORBALIKLA YAPILMAZ

717 Kur'an-ı Kerim'de: "Dinde zorlama yoktur. Hakikat iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tağut'u tanımayıp da, Allah'a iman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah hakkı ile işitici ve her şeyi kemali ile bilicidir"(20) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Ayet-i Kerime'de hem İkrah'ın, (baskı ve zorlamanın) olamıyacağı, hem de "İman" ve "küfrün" açıkca meydana çıktığı zikredilmiştir. Bir insan; ya Allahû Teâla (cc)'ya iman eder ve Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere göre hayatını düzenler, ya da Tağut'a teslim olup, O'nun (Tağut'un) heva ve heveslerine göre yaşar!.. Bu iki halin dışında üçüncü bir hal yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "İman edenler, Allah'ın yolunda cihad ederler, küfredenler de Tağut yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytan'ın dostlarıyla (Tağuti güçlerle) savaşın. Şüphesiz ki şeytan'ın hilekârlığı zayıftır"(21) hükmü beyan buyurulmuştur. Burada da; iki hal ve iki cephe'nin mahiyeti izah olunmuştur.(22) İnsanlar; bu iki hal'den birini hergangi bir baskıya maruz kalmadan seçebilirler.

718 Kur'an-ı Kerim'de: "Eğer rabbin dileseydi yeryüzündeki kimselerin (insanların) hepsi iman ederlerdi. Böyle iken sen, hepsi mü'min olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?"(23) hükmü beyan buyurulmuştur. Başta Fahrüddin-i Râzi olmak üzere müfessirler: "İlâhi iradenin aksine herhangi bir hal meydana gelemiyeceği için, bu Ayet-i Kerime'de zamir "efe'ente tûkrihû'n-nase" şeklinde varid olmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in kavminin iman etmesi hususunda haris olduğundan, bu kuvvetli arzuyu izale için" nazil olduğunu beyan etmektedirler.(24) Yine bir başka Ayet-i Kerime'de: "De ki; o (Kur'an) rabbinizden (gelen bir) haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin"(25) buyurulmaktadır. Hatta bir kimse kılıç zoru ve baskı ile iman etse, daha sonra bu hali beyan ederek İslâm'dan dönse, "Mürted'e" tatbik edilen ölüm cezası tatbik edilmez. Zira kılıç zoru sebebiyle "kalbî tasdik" bulunmamıştır.(26) Ancak yeryüzünde "Allahû Teâla (cc)'nın hükmü ile mi, yoksa tağutî güçlerin kanunlarıyla mı hükmedilecektir?" meselesi oldukça önemlidir!.. Bütün insanlar; ruhlar aleminde verdikleri "Mîsak sebebiyle, Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlere tabi olmak zorundadırlar. Yâni yeryüzünde İslâm'ın hakim olması esastır. İslâm'a inanmayanlar; mü'minlerin "Ulû'lemr"i ile "zimmet akdi" yaparak bütün haklarına kavuşurlar. Hatta öyle ki; zimmi'yi (Gayri Müslim'i) şiirle hicvetmek dahi haram olur.(27) Ayrıca zimmet ehli bir kimseyi (Gayr-i Müslim'i) öldüren bir müslüman; kısas edilerek öldürülür.(28) Zîmmilerin herhangi bir musibet anında korunması da şarttır. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Müslümanların lehine olan şeyler, onların da lehine, müslümanların aleyhine olan şeyler, onların da aleyhinedir"(29) buyurmuştur.

719 Hanefi fûkahası; "Emanet'i yüklenmek sûretiyle insanın kanının mâsum (Dokunulmaz) kılındığını, insanın ancak irtikab ettiği bir ma'siyet sebebiyle öldürüleceğini" esas almıştır. Dolayısıyla Cihad; kâfirlerin şerrini defetmek ve onların mukavemetlerini kırmak için meşru kılınmıştır.(30) Mü'minlere karşı silâh çekmeyen veya bizzat savaşmayan kimseler, harb anında dahi öldürülmez. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) bir harp'te öldürülmüş olan bir kadını görünce müteessir olmuş ve "Bu kadın savaşmıyordu" diyerek ileri birliklerin komutanı Hz. Halid b. Velid (ra)'e haber gönderip: "Kadınları ve çocukları öldürmesinler" emrini vermiştir.(31) Mâlum olduğu üzere; öldürülmemeleri taleb edilen kadınlar da küfür üzere yaşıyorlardı. Ancak bizzat savaşmadıkları için öldürülmemeleri esas alınmıştır. Dolayısıyla savaşın sebebi mücerred küfür değildir. Kafirlerin fitne ve fesadının ortadan kaldırılması esastır.

720 İmam-ı Şafii (rha) İbn-i Abbas (rha)'dan rivayet edilen: "Bana Sa'd b. Cessame anlatmıştı: Gece baskını sonucunda, kadın ve çocukları da öldürülen müşrikler hakkında Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bu çocuklar da, kadınlar da onlardandır" dediğini işittim" Hadis-i Şerifi ile Ka'b b. Mâlik (ra)'den rivayet edilen: "Resûl-i Ekrem (sav) İbn-i Ebi Hukeyke'yi Seriyye'nin başına geçirirken, kadın ve çocukların öldürülmesini yasakladı" Hadis-i Şerifini zikrettikten sonra: "Binaenaleyh bize göre (Allahû Alem) Resûl-i Ekrem (sav)'in buradaki nehyi, kasden öldürmeyi beyan buyuruyor. Yani bilerek, kadın ve çocuk olduğunu farkederek, kasden öldürülmezler. Müşrikler üzerine gece baskını yapmak ise sünnetle sabittir. Resûl-i Ekrem (sav) "Beni Mustalık'a" gece baskını düzenlemiştir. Mâdem ki gece baskını ve hücûm sünnetle sabittir; öyle ise hiç kimse çocuk ve kadınların öldürülmeleriyle sonuçlansa bile gece baskını ve hücûm cevazını önleyemez. Hakkında mübahlık bulunan bir hususta, hiç kimsenin kınama yetkisi de olamaz. Ancak kasden ve teammüden kadın ve çocuklar muharib olmadıkları için öldürülmezler"(32) hükmünü zikrediyor. Esâsen kadın ve çocuklar savaşırlarsa, öldürülmeleri caizdir.(33) Zira savaşla birlikte, mü'minlere karşı ma'siyet işleyen "muhârib" durumuna geçmişlerdir.

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
DARÛ'L İSLÂM VE DARÛ'L HARB

731 Önce "Dar" mefhumu üzerinde duralım. Arapça bir kelime olan "Dar"ın lugat mânâsı; yerleşme mekânı, belde, mahalle ve arsaların tamamı, bir kavmin konakladığı, yerleştiği yerdir.(51) İslâmi ıstılahta; "Herhangi bir inanç sahiplerinin kuvvet ve hâkimiyetle ele geçirdiği belde" manasına kullanılır. Bütün mûteber kaynaklarda; "Darû'l Küfür, Darû'ş Şirk, Darû'l Mütegallibe, Darû'l bağy ve Darû'l İslâm gibi terkiplere raslamak mümkündür. Bunlar genellikle; "Kitabu'l Cihad" veya "Kitabu's Siyer" bablarında zikrolunmuştur. Dikkat edilirse bütün terkiplerde; keyfiyet ön plândadır ve hepsi de akâid belirtmektedir. Zira Mü'min için; yeryüzünün doğusu da, batısı da Allahû Teâla (cc)'ya aittir. Bütün âlemlerin yaratıcısı ve onlar arasındaki nizamın kurucusu sadece ve sadece Allahû Teâla (cc)'dır. (Yeryüzünün tamamı; "Niyyet" ehli mü'min için "Vatan-ı Aslî" veya "Vatan-ı İkâmet" olabilir. Dolayısıyla "Vatan" ile "Dar" mefhumu arasında büyük farklar vardır.)


732 Kur'an-ı Kerim'de: "Bir mü'minin diğer bir mü'mini yanlışlık eseri olmayarak (kasden) öldürmesi yakışmaz. Kim ki bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse mü'min bir köle azad etmesi ve (ölenin) ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır. Meğer ki onlar (o diyeti) sadaka olarak bağışlamış olsunlar. Eğer (öldürülen) mü'min olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin mü'min bir köleyi azad etmesi lâzımdır. Şayet kendileriyle aranızda anlaşma olan bir kavimden ise, o vakit mirascılarına bir diyet vermek ve bir mü'min köle azad etmek gerekir. Kim (bunları) bulamazsa, Allahû Teâla tarafından tevbesi(nin kabûlü) için birbiri ardınca iki ay oruç tutması icab eder. Allahû Teâla her (şeyi) bilendir. Gerçek hüküm ve hikmet sahibidir"(52) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Şafii(rh) bu Ayet-i Kerimeyi zikrettikten sonra: "Görüldüğü gibi Allahû Teâla (cc) hatâen öldürülen bir mü'min için diyet ve bir kölenin azadını; aramızda muahede bulunan (Darû'l Musalaha) kanı, yurdu ve ahdi korunması gerekenlerin de bu durumunu beyan buyurmuştur. Kanı ve dar'ı mâsum olmayan (Darû'l Harb'te) yaşayan mü'min için ise diyet yoktur. Keffaret vardır. Zira mü'minin kanı iman etmesi sebebiyle korunmuştur."(53) buyurmaktadır. Resûl-i Ekrem (sav): "Darû'l İslam içinde yaşayanı her türlü tecavüzden korur. Darû'l harb ise, içinde bulunanı mübah kılar"(54) hükmünü beyanla, mahiyeti izah buyurmuştur. Yine diğer bir Hadis-i Şerifte "Darû'l Harb'te hudutlar tatbik edilmez"(55) hükmü zikredilmiştir. Tağuti güçlerin hakim olduğu beldelerde mü'minlerin; can, mal, akıl, nesil ve din emmiyetlerinden söz etmek mümkün değildir. Ancak Tağut'un hevâ ve heveslerinden kaynaklanan "Kanun"larına boyun eğerlerse (Yani esâreti kabul ederlerse) bazı hallerde korunurlar. Dikkat edilirse; Tağuti güçlerin hakim olduğu beldelerde, başta genelevleri olmak üzere, her türlü zina müsâmaha ile karşılanır. Zira "Nesil emniyetini" tahrip ancak bu yolla gerçekleştirilebilir. İçki'nin her çeşidi, bizzat tağuti güçler tarafından üretilir. Kumar serbest bırakılmış, faizcilik ve tefecilik alıp yürümüştür. Mü'min kadınların tesettürlerine bile tahammül edemezler!.. Zira kâfirlerin velîsi şeytandır.Şeytan onlara fitne ve fesadı yaymalarını emreder.



733 Kur'an-ı Kerim'de: "İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad'da bulunanları (Muhacirleri) barındırıb yardım edenler (yok mu?) İşte onlar birbirlerinin velileridir. İman edib hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlarla hiçbirşey ile velâyetiniz yoktur. (Bununla beraber) Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur. Şu kadar ki, sizinle aralarında muahede bulunan (Darû'l Musalaha olan) bir kavm aleyhine değil!.. Allah yapacaklarınızı hakkı ile görücüdür."(56) hükmü beyan buyurulmuştur. Darû'l İslâm'ın (Şer'i devletin) lideri olan ûlu'lemr ile; Darû'l Harb'te ikamet eden mü'min arasında velâyet (Bey'atla teşekkül eden siyasi ahid)yoktur. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav) "Hudeybiye Andlaşması'ndan" sonra müslüman olan ve Medine'ye hicret etmek isteyen "Mekke"lileri; Medine'ye kabul buyurmamıştır. Zira andlaşmanın maddelerinden birisi de budur. Bilindiği gibi "Hudeybiye Andlaşması'nı" bozan taraf Mekke Müşrikleri olmuştur.(57) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ahidlere vefâlı olmak gerekir, gadretmek (İhanet ve arkadan vurmak) câiz değildir"(58) buyurduğu bilinmektedir. Ayrıca Ebû Sa'lebe hadisi ile istidlal olunmuştur ki; Hayber savaşında, andlaşma akdettikten sonra Yahudilerden bir cemaat gelib dediler ki: "-Bizim bahçelerimiz var. Senin arkadaşlarından bu bahçelere girip bakla yahud sarımsak alanlar oldu." Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) Abdurrahman b. Avf (rh.a)'a mü'minler arasında şöyle nidâ etmesini emretti."Resûlullah buyuruyor ki; "Haksız yere, Andlaşmalıların (Muahede ahdettiklerimizin) mallarını size helâl görmem"(59) Hanefi Fûkuhası; İman ve ahid'in, bütün emniyetleri beraberinde getirdiğini (Can, mal, nesil, akıl, ve din) esas almıştır. 734 Müslümanların hakimiyeti altında bulunan ve İslâm ahkâmının tatbik edildiği beldelere "Darû'l İslâm" denir. İmam-ı Serahsi; "Darû'l İslâm dememizin sebebi; idâre ve hâkimiyeti beyandır"(60) hükmünü zikreder. İmam-ı Kasani "Bir dar'ın (Ülke'nin) "İslâm" veya "Küfre" nisbet edilmesinden maksad; bizzat İslâm veya küfrün mahiyeti değildir. Maksad; emniyet ve korkudur. Eğer bir belde'de (Dar'da) hakimiyet ve emniyet mutlak sûrette mü'minlere, korku da aynı şekilde kâfirlere âitse orası "Darû'l İslâm"dır. Ancak, emniyet ve hakimiyet kâfirlere; korkuda mü'minlere âitse, orası "Darû'l Harb"tir. Zira Ahkâm'ın icra olunması (Hududların tatbiki) emniyet ve korku ile ilgilidir"(61) hükmünü beyan etmektedir. Sonuç olarak Hanefi fûkuhası: "Darû'l İslâm; Mü'minlerin ulû'lemr'inin sulta ve hükmünün geçerli olduğu, İslâm ahkâmının tatbik edildiği beldedir" hükmünde müttefiktir.(62) Esâsen bu hususta; Ehl-i Sünnet ve'l cemaat'in müctehid imamları arasında herhangi bir ihtilâf yoktur.(63)



DARÛ'L İSLÂM'IN, DARÛ'L HARBE DÖNÜŞMESİ


735 Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmedilen bir İslâm beldesi'ni bekleyen üç tehlike sözkonusudur: Birincisi: Kâfirler işgal veya istilâ edebilir. İkincisi: Bir şehir veya bölge halkı topluca irtidat ederek, işgal edebilirler. Üçüncüsü : Ulû'lemr'e zimmet akdi ile bağlı olan gayr-i müslimler, zimmet akdini bozarak bulundukları beldeleri istilâ edebilirler.(64) Bu üç halde de mü'minler üzerine cihad "Farz-ı Ayn" olur. Zira her üç halde de, İslâm beldesi kâfirlerin istilâsına uğramıştır.(65) Ancak istilâ ile birlikte, "Darû'l İslâm", Darû'l Harb'e dönüşür mü? İbn-i Abidin: "Kâfirlerin elindeki beldeler İslâm beldeleridir, harb beldeleri değildir. Çünkü kâfirler orada küfrün hükmünü ortaya atamamışlardır. Belki oradaki kadı'lar, vâli'ler müslümandırlar; kâfirler onlara zarûret dolayısıyla yahud zarûretsiz itaat ederler. Müslümanlar tarafından (seçilmiş) valisi olan her şehirde Cum'a namazı ile bayramları kılmak ve kadı tayin etmek câizdir. Şayed vali'ler kâfir olursa, müslümanların (şartlara riayet ederek) vali tayin etmeleri ve cum'a namazı kılmaları câizdir. Kadı müslümanların seçimi ile kadı olur ve müslümanlara kendilerine müslüman olan bir vâli aramaları vacip olur"(66) hükmünü zikretmektedir. Dikkat edilirse; istilâ altına düşen mü'minler; kendi içlerinden bir "Vali" ve bir "Kadı" tayin eder, islâm ahkâmını kendi aralarında tatbik ederlerse "Darû'l İslâm" hükmü devam eder. Bunu yapmazlarsa ve küfür ahkâmının icrâsı başlarsa. Hâkimiyetlerini kaybederler. Nitekim birçok İslâm beldesinde; kâfirlerin ve mürted'lerin istilâsından sonra; mü'minler kendi içlerinden"Vali", "Kadı", "Cum'a İmamı" ve "Âmil" tayin etmedikleri için küfür ahkâmı güç kazanmıştır.


736 İstilâ'ya uğrayan bir İslâm beldesinde; "Küfür ahkâmının icrâsı ve orada İslâm ahkâmından (Hadd-i Zina, Hadd-i Şürb, Hadd-i Kazf, Hadd-i Sirkat, Recm vs..) hiçbiriyle hükmedilmemesi, müslümanların kendi içlerinden şeçtiği Kadı'ya müracaat etmemeleri " sonucunda Darû'l Harbe dönüşme tahakkuk eder.(67) İmameyn'in kavline göre; küfür ahkâmının icrası ile birlikte Darû'l İslâm olan bir belde, "Darû'l Harb" hâline gelir. Müftabih olan kavil de budur.(68) İmam-ı Kasani; "Şer'i şerife göre hükme bağlanmayan hiçbir kazâ (Mahkeme), kazâ hükmünde değildir"(69) hükmünü zikreder. Dolayısıyle mü'minlerin; Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûl-i Ekrem (sav)'in emirlerini bir kenara bırakıp, ihtilâf ettikleri hususlarda Tağuti güçlere müracaat etmeleri iki şekilde tevil edilebilir. Birincisi: Hevâ ve heveslerine kapılıp küfür ahkâmına, kendi nefislerinde razı olmalarıdır!.. İkincisi: Tağut'un hükümlerine razı olmamakla beraber, mecburiyet hissetmemeleridir. Her iki halde de; o belde'de müslümanlar hakimiyet ve emniyetlerini kaybetmişler ve esarete düşmüşlerdir.


737 İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha)'ye göre; istilâ ile birlikte üç şartın tahakkuku gerekir. Birincisi: İçerisinde şirk ahkâmı icrâ edilmelidir. İkincisi: Darû'l Harbe bitişik olmalıdır. Üçüncüsü: İçinde evvelki eman ile nefsi üzere (Yani mü'min'in "bey'at" ve zimmi'nin "zimmet akdi" sebebiyle) emin bir müslüman veya zimmi kalmış olmamalıdır.(70) İbn-i Abidin: "Kâfirler İslâm memleketlerinden bir memleketi mücerred ele geçirirseler yahut bir şehir ahâlisinin mürted olarak küfür ahkâmını icra etseler yahud zimmilerin ahidlerini bozarak memleketlerini ele geçirseler bu üç sûrette İslâm memleketi darû'l harb olmaz. Bir İslâm memleketinin -Allah korusun- bir dâr-ı harbe çevrilmesi şu bir şartın gerçekleşmesine bağlıdır. O da içerisinde küfür ahkâmının icra olunmasıdır. Bir İslâm memleketi (Darû'l İslâm) Darû'l Harb olunca orada Hadd'ler ve kısas icra edilemez. Müslüman bir esirin; kâfirlerin mallarına ve canlarına taarruz etmesi câizdir. Kadınların namusuna dokunulması caiz değildir. Bir dar-ı harb, Dar-ı İslâm olunca "İslâm ahkâmı" tatbik edilir"(71) hükmünü zikreder.




DARÛ'L HARBİN, DARÛ'L İSLÂMA DÖNÜŞMESİ

739 Darû'l Harb, bir şartla Darû'l İslâm olur. Bu şart da; o yerde, İslâm ahkâmının uygulanmasıdır.(75) Bu hususta müctehidler arasında ittifak vardır. 740 Molla Hüsrev: "İçinde İslâm ahkâmının tatbik edildiği Darû'l Harb; Darû'l İslâm olur. Cum'a ve Bayram namazlarının kılınması gibi!.. Her ne kadar; o beldenin (Darû'l Harbin) mûkim olan kâfirleri orada kalsalar da, o belde Darû'l İslâm'a bitişik olmasa da, durum aynıdır."(76) hükmünü zikreder!.. Zira "Cum'a ve Bayram Namazları'nın; hadd'lerin tatbik edildiği ve hükümlerin infaz edildiği şehir'de; "Ulû'lemr'in" izni ile edâ edileceği hususu Resûl-i Ekrem (sav)'in sünneti ile sabittir!.. Hadd'ler tatbik edilince; o belde'de idâre ve hâkimiyet mü'minlere ait demektir. Bir belde'de mü'minler; kendi içlerinden seçtikleri "Cum'a imamının" değil de, o beldedeki siyasi yönetimin tâyin ettiği imam'ın arkasında Cum'a namazını edâ ediyorlarsa, "o siyasi yönetime karşı" cihad'dan söz edemezler!.. Zira her ibadet; edâsının şatlarına riâyet edilerek yerine getirilir. Cum'a ve Bayram Namazları'nın edâsı'nın şartları; mükellefin dışında aranan şartlardır. O şartların bulunması; mü'minlerin idâre ve hakimiyete sahip olduklarının delilidir. Hiçbir mü'min; kendi idâre ve hâkimiyetini tahrip etmek isteyen "Âsi ve Bağyi'lere "itaatle yola çıkamaz. Bu husus iyi bilinmeli ve "Demokratik" hevesleri için İslâm'ı istismar edenlere meydan verilmemelidir. Zira Allahû Teâla (cc)'nın rızasını bir kenara bırakıp; hevâ ve heveslerine göre amel edenlerde "İhlâs" yoktur.

Kaynak: kuranikerim.com
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Sehadet ve Sehitlerle Ilgili Bazi Hadislerin Manalari

1. Resulullah (s.a.s.) mealen söyle buyurmaktadir: "Allah (c.c.), yolunda cihad için çikan kimseye kefildir. Kim sadece benim yolumda cihad etmek ve bana iman ettigi ve peygamberlerimi tasdik ettigi için evinden ayrilirsa, bu kimse onu cennete koyacagimi veya elde edecegi mükafatiyla evine çevirecegimi garanti etmis olur."2. "Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda alinan herhangi bir yara kiyamet gününde ayni sekilde görülecek. Rengi kan renginde ve kokusu misk kokusunda olacaktir." (Buhari, Müslim)3. "Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eger Müslümanlar için zorluga sebep olmasaydim, Allah yolunda cihad eden hiçbir müfrezeden geri kalmazdim." (Buhari, Müslim)4. "Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, isterdim ki Allah yolunda cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim." (Buhari, Müslim)5. "Sehit öldürüldügünde, sizden birinin pirenin isirmasindan duydugu rahatsizlik kadar rahatsizlik duyar." (Tirmizi, Nesai ve Darimi rivayet etmistir.)6. Sehl ibnu Hanif (r.a.)'den Resulullah (s.a.s.)'in söyle dedigi rivayet edilir: "Allah Teala'dan samimiyetle sehadeti talep eden kimse yataginda ölse de Allah onu sehitler makamina ulastiracak." (Ebu Davud, Müslim, Tirmizi, Nesai ve Ibnu Mace)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Cihadı teşvîk eden ve emreden bazı ayetler şöyledir:

1- "Yoksa siz, hacılara su dağıtmak ve Mescid-i Haramı (Kâbeyi) onarmak işini, Allah'a ve ahirete inanıp, Allah yolunda cihad eden kimsenin işi gibi mi kabul ettiniz ? Bunlar Allah katında bir değillerdir."
(Tevbe suresi, 19)


Hacılara su dağıtmak, yeryüzünde en mukaddes mekan olan Kâbeyi tamir etmek, güzel şeyler ve sevaplı işler olmakla beraber, hiç bir zaman Allah yolunda cihad etmek seviyesine yükselemezler. Kâbe komşuluğunda ibadet hoştur, ama daha da hoş olan, Allah yolunda cihaddır. Zira, birisi ferdi ibadettir, diğeri ise Allah'ın dinini yaymaktır. Risalet velayetten ne derece üstünse, risaletle alakalı olarak Allah'ın dinini yayma mücadelesi, o derece şahsî kemalatlardan, ibadetlerden üstündür.

Bu nokta tam anlaşılmadığından, hacca giden bazı müslümanlar, o mübarek mekanlarda ölmek temennisinde bulunurlar. Halbuki, oraya ölmeye değil, dirilmeye gitseler ve döndüklerinde yeni bir şevk ve heyecanla İslam'a hizmet etseler, kendileri hakkında çok daha iyi olacaktır.

2- "Mü'minlerden -özür sahipleri müstesna- oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olamaz. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlara üstün kılmıştır..."
(Nisa suresi, 95)


3-"(Düşman) topluluğunu takipte gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Halbuki siz, onların ummadıklarını Allah'tan umuyorsunuz..."
(Nisa suresi, 104)


"Ölürsem şehidim" diyen bir mü'min, böyle bir beklentisi olmayan batıl dava mensuplarından daha da cesur olmak zorundadır.

4- "Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın. Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır."
(Tevbe suresi, 41)


"Gerek hafif, gerek ağır..." ifadeleri şöyle açıklanmıştır:

-İster severek, ister hoşlanmayarak,
-İster aile yükünüz hafif, ister ağır olsa da,
-İster hafif silahlarla, ister ağır silahlarla,
-İster yaya, ister binitli,
-İster genç, ister ihtiyar,
-İster sağlam, ister hasta her hal ü karda savaşa çıkınız. (1)

"Mallarınızla ve canlarınızla" ifadesi, cihadın iki türüne işaret eder. Bir kısım insan vardır ki, mallarını Allah yolunda sarfederler. Bir kısmı da vardır ki, hayatlarını bu yolda feda ederler.

"Allah yolunda" denilmesi ise, çok mühim bir kayıttır. Allah yolunda olmayan bir mücadele, "cihad" ismine layık değildir. Cihada ruh kazandıran husus, işte burasıdır (2). Yoksa, müslümanlardan başkaları da savaşırlar, kendi din ve ideolojilerini yaymaya çalışırlar. Hatta, bu uğurda hayatlarını verirler. Fakat onların bu mücadelesi, Allah katında değer kazanan bir mücadele değildir.

5- "Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz."
(Hac suresi, 78)


Cihadın hakkını vererek gayret sarfetmekle, kendini mücahid zannetmek başka başka şeylerdir. Birincisi hakkıyla cihad, ikincisi ise, sadece bir oyalanmaktır.

6- "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara suresi, 195)


Bu ayetle ilgili olarak, şu rivayet anlatılır: Hz. Muaviye zamanında, İslam ordusu İstanbul önlerine gelir. Savaş esnasında, muhacirden bir zat, düşman saflarına dalar. Bazıları, bu hareketi "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" ayetine aykırı görür. Bunun üzerine, Hz. Peygamberin sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensarî şöyle der: "Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü bu ayet, bizler hakkında indi. Rasulullah ile beraber yaşadık. Onunla beraber çok hallerle karşılaştık. O'na yardımcı olduk. Neticede İslam galip geldi. Ensar olarak bir araya toplandık. "Allah bize, Resulüne sahabe olmayı, O'na yardımcı olmayı nasip etti. Artık İslam galip geldi, müslümanlar çoğaldı. Biz O'nu, çoluk-çocuk ve mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, evlerimize, çocuklarımıza dönelim, onlarla yaşayalım" diye konuştuk. İşte bizler böyle bir halde iken, bu ayet nazil oldu. (3)

Öyle anlaşılıyor ki, tehlike ileri atılmakta değil, geri kalmaktadır. Ayetin evvelinde, "Allah yolunda infak edin" denilmesi, cihadın ekonomik boyutuna işaret eder. Maddi imkanları yerinde olanlar, bu imkanları Allah'ın dinini yayma uğrunda harcamazlarsa, kendilerini kendi elleriyle tehlikeye atmış olacaklardır.

7- "Şüphesiz Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever."
(Saff suresi, 4)


8- "Ey iman edenler! Can yakıcı bir azabtan sizi kurtaracak bir ticareti size anlatayım mı? Allah'a ve Resulüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz, bu sizin için çok büyük bir hayırdır (herşeyden daha hayırlıdır.) (Bunu yaptığınızda) Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte bu, büyük kurtuluştur. Seveceğiniz başka bir şeyi nasib eder: Allah'dan bir zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele!"
(Saff suresi, 10-13)


Ayette, Allah yolunda cihad, "ticaret" olarak anlatılmıştır. Ticarette asıl olan kârdır. Bir şey verilir ve karşılığında kazanç elde edilir. İşte, mü'minler Allah yolunda mallarını-canlarını verecekler, bunun mukabilinde, çok şeyler kazanacaklardır. Bunlar, ayette şu şekilde sıralanmıştır:

a. Allah'tan mağfiret,
b. Cennet,
c. Zafer,
d. Yakın bir fetih.

Bunlardan mağfiret ve Cennet ahiretle, zafer ve fetih dünyayla alakalıdır. Demek ki, hem dünya, hem ahiret saadeti, ancak Allah yolunda cihadla mümkündür.

9- "Ey iman edenler ! Kafirlerden size yakın olanlarla savaşın. Onlar, sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki, Allah, müttakîlerle beraberdir."
(Tevbe suresi, 123)


Bu ayet, dine davet stratejisini belirleyen "önce yakınlarını uyar" (Şuara suresi, 214) ayetine benzemektedir. Yani uyarmada yakınlardan başlanması gerektiği gibi, savaşta da yakın düşmandan başlanacaktır. Nitekim Resulüllah, önce kavmiyle, sonra diğer Araplarla, daha sonra Bizansla savaşmıştır. Şüphesiz, bütün kafirlerle birden savaşmak imkansızdır. Dolayısıyla, uygun olanı yakından başlamaktır. (4)

Büyük müfessir Fahreddin Razî, üstteki ayetin "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" kısmıyla ilgili şu yorumu yapar: "Gılza" rikkatin zıddıdır. Cezalandırmada sertliği bildirir. Şüphesiz sertlik, sakındırmada daha tesirli, kötülükten men etmekte daha etkilidir. Fakat her zaman sert olmak uygun değildir. Zira durum bazan yumuşaklığı, bazan da sertliği gerektirir. Bu sebeple, sadece sertlik gösterilmesinin uygun olmadığına dikkat çekilerek "onlar sizde bir sertlik bulsunlar" denilmiştir. Devamlı sert olmak insanları dağıtır, birbirinden uzaklaştırır. "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar" bu sertliğin her zaman olmamasına delalet eder. Sanki şöyle denilmiştir: "Onlar, sizin ahlak ve tabiatınızı incelediklerinde, sizde bir sertlik de bulmaları uygundur". Böyle bir kelam ise, ancak çoğu halinde şefkat, merhamet olmakla beraber, bir çeşit sertlik de kendisinde bulunanlar için sadıktır... Bu sertliğin, alış-veriş, karşılıklı oturup konuşmak, yemek-içmek gibi hususlarda olması uygun değildir. (5)

Kaynaklar
1- Razî,XVI, 69-70; Beydavî, I, 406; Ebu'l-Berekat Nesefî, Medariku't-Tenzîl, Daru'l-Fikir, II, 127
2- Kutub, 1, 187; Sabunî, Safvetu't-Tefasir, 1, 127; Kadiri, 1,50; Mevdudi, Jihad in Islam, s.,7; Afif Abdülfettah Tabbera, Ruhu'd-Dini'l-İslamî, Daru'l-İlm, Beyrut, s., 380-381, Abdulazîz Hatip, Gönüllerin Fethinde Cihad, Gençlik Yay. İst., 1994, s., 118-119; Zeydan, Usulu'd-Dave, s., 272
3- İbnu Kesîr, I, 331; Ebu Davud, Sünen, Cihad, 22; Tirmizi, Tefsîr, 2/19
4- Razî, XVI, 228-229
5- Razî, XVI, 230
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Hadis No : 1002
Ravi: Ebu Katade
Tanım: Bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resulü, Allah yolunda öldürüldüğüm takdirde, bütün hatalarım örtülecek mi?" Resulullah (sav): "Evet, sen sabreder, mükafaat bekler, geri kaçmadan ileri atılır vaziyette olduğun halde öldürülürsen!" diye cevap verdi. Ve adama sordu: "Nasıl sormuştun?" Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam Efendimiz sözlerini şöyle tamamladı: "Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahların affedilecek. Zira Cebrail bu hususu bana haber verdi!"​

Kaynak: Müslim, İmaret 117, (1885); Muvatta, Cihad 31, (2, 461); Nesai, Cihad 32, (2, 33)​
 

fidanras

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
126
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
"Eylem planı" nedir?

Bunu açıklar misiniz?
Madem Türkiye Darül harptir(o da neyse) o halde "Müslümanlar ne yapmalılardır?".

Bu nokta itibariyle Müslümanlar için eylem plani ne olmalıdır?

Açıklayınız.
 

fidanras

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
126
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Çünkü bunun devamlı tartışmaya açılması kendilerinin de şüphesi olduğuna dairdir.
Eğer net olsaydınız çoktan kestirip atmış olmalıydınız.
Tekrar tekrar tartışmanız aslında sizin kedi içsel çekişmenizden ileri gelmektedir.
Kestirip atmalısınız.
Artık Türkiye darül harp mi değilmiyi tartışmamalıyız.
Eylem planini konuşmalıyız?Ne olmalidir Eylem plani?
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Darül İslam neresi, onu yazın o zaman ...
ama şu doğrudur, iktidardakiler ABci oldukları için dini de heveslerine göre değiştirmeye kalkıyorlar...
"nasıl iseniz öylece idare edilirsiniz" ...ayıkmak lazım gerisi kolay
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt