Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Bu aktardıklarımız Allah yolunda, düşmana zarar vermek veya Müslümanların yararına olacak bir etki bırakmak için kendini şehadete atmanın caiz olduğu konusunda söylenenlerin sadece bir kısmı. Sonuç itibariyle, İslam fıkhına göre intihar genellikle, bir insanın dünya sıkıntılarından bıkarak ölümü tercih etmesi ve herhangi bir yolla kendi kendini öldürmesidir. Bir tek ilim adamı bile cihad esnasında düşmana zarar vermek yahut Müslümanlara cesaret kazandırmak amacıyla kendini ölüme atmanın intihar sayılacağını söylememiştir. Sadece ölümü göze alarak gerçekleştirilecek eylemlerde gözetilmesi gereken birtakım kurallar belirlemişlerdir. Çağımızın ileri gelen alimleri de aynı şeyi vurgulamaktadırlar. İşte Prof. Dr. Yusuf el-Kardavi'nin konuyla ilgili hutbesinden birkaç cümle: "Ne yazık ki HAMAS'taki kardeşlerimiz yoğun bir baskıya maruz kalınca bütün herkes bıçaklarını onlara doğru çevirdi. Böylece herkes onlara sövmeye, ağır tenkitler ve lanetler yağdırmaya başladı... Böylece suçlular ve terör hamlesi başlatan teröristler topluluğu haline geldiler. Oysa daha düne kadar intifadanın fedaileri, kendilerini şehadete atan büyük kahramanlardı. Bu hareketin geçmişte kahramanca eylemler olarak nitelenen eylemleri nasıl oldu da birden bire "intihar saldırıları" haline geldi? Bunun tek sebebi Arap toplumlarının kafalarının yahudileştirilmesidir. İsrail zihinleri yahudileştirdi. Medya, Rabbimizin merhamet ettiklerinin dışında kalanların kafalarını yahudileştirdi. Rabbimizin koruduklarının -ki onların sayıları da azdır- dışında kalan politikacıları yahudileştirdi. Böylece kahramanları teröristler, onların eylemlerini de cinayet eylemleri olarak adlandırmaya başladık..."
Kuveyt Üniversitesi Şeriat Fakültesi dekanı Prof. Acil Casim en-Neşemi de, Kuveyt'te çıkan el-Kabes gazetesinin 19 Mart 1996 tarihli sayısında yayınlanan konuyla ilgili fetvasında özetle şu bilgileri veriyor: "Üzerine bomba bağlayarak veya arabasına bomba koyarak düşmanların arasına dalan bir genç bu hareketiyle düşman tarafında ölüme yol açmayı ve düşmana herhangi bir şekilde zarar vermeyi amaçlıyorsa bu hareketinden dolayı intihar etmiş sayılamaz. Fakat bunun belli şartları var: Birinci olarak: Bu hareketiyle Allah'ın kelimesini yüceltmeyi (i'layi kelimetillah), Allah yolunda ölümü ve Allah'ın dininin yücelmesini amaçlamış olmalı. İkinci olarak: Düşmana zarar vermek için başka bir seçeneğin bulunmadığı yahut bu seçeneğin diğer seçeneklerden daha çok düşman üzerinde etki yapacağı bilinmeli. Üçüncü olarak: Bu tür bir eylemin fert üzerindeki etkisine değil cemaat üzerindeki etkisine itibar edilmeli, böyle bir eylemin nasıl bir sonuç getireceği cemaat açısından değerlendirilmelidir. Böyle bir eylemin ne gibi sonuçlar getireceği üzerinde araştırma yapılmadan ferdi olarak bu tür bir eyleme girişilmesi ise caiz olmaz." Prof. en-Neşemi bunlara dikkat çektikten sonra ilim adamlarının istişhadi eylemlerin cevazıyla ilgili görüşlerini ve bu konuda dayandıkları delilleri sıralıyor. Biz bunların çoğunu yukarıda verdiğimizden burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Ancak şunu belirtelim ki, en-Neşemi, ilim adamlarının bir kişinin kalabalık bir düşman topluluğuna, düşmana zarar vermek yahut Müslümanlara cesaret kazandırmak amacıyla saldırıda bulunmasının cevazına delil olarak gösterdikleri rivayetlerin Filistin cihadı esnasında gerçekleştirilen istişhadi eylemler için de delil sayılacağını ifade etmektedir.
Ezher Alimleri Cephesi de, Filistinli mücahitlerin eylemlerine yöneltilen tenkitler üzerine yayınladığı fetvada bu eylemlerde şehid olanların şehitlerin üstünleri arasında yer almalarının umulduğunu dile getirdi. Ezher Alimleri Cephesi'nin fetvasında da bizim yukarıda sıraladığımız rivayetler ve görüşler delil olarak gösterilmekte, ardından da şöyle denmektedir: "Bu itibarla, Filistin'de ve daha başka yerlerde, Allah'ın kendi üzerindeki hakkını ve Müslümanların haklarını düşünerek kendilerini ölüme atanlar, Allah'ın izniyle, şehadet sevabından mahrum olmayacaklardır... Filistin toprağı canların ve malların uğrunda feda edilmesine en layık topraklardandır. Dolayısıyla, orası için şehid olanlar inşallah şehitlerin en üstünlerinden olacaklardır. Ahmed ibnu Hanbel, Müsned'inde Ebu Umame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Ümmetimden bir grup sürekli hak üzere hareket edecek, düşmanlarına üstün geleceklerdir. Allah'ın emri gelinceye kadar (onların bu cihadları devam eder), kendilerine muhalefet edenlerin muhalefetleri onlara bir zarar vermez." "Onlar nerededirler ey Resulullah?" diye soruldu. O da şöyle buyurdu: "Beyti Makdis'de (Kudüs'te) ve Beyti Makdis'in (Kudüs'ün) çevresindeki bölgelerde."... Burada şunu ifade etmeliyiz ki, gasp edici gaspını sürdürdüğü sürece onun gözetilmesi gereken hiçbir mahremiyeti yoktur. Kanının ve canının da dokunulmazlık hakkı (ismeti) kalmaz."
Prof. Dr. Hemmam Said, Prof. Dr. Yasin Deradine, Prof. Dr. Muhammed Amr, Prof. Salah Abdulfettah el-Halidi, Prof. Dr. Muhammed Uveyde, Prof. Dr. Mahmud Salih Cabir, Prof. Dr. Rasih el-Kurdi gibi tanınmış ilim adamları başta olmak üzere şeriat ilimlerinde otorite sayılan onlarca ilim adamının imzasını taşıyan, "Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlıklı bir fetvada da şöyle denmektedir: "İlim adamlarının ileri gelenleri tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarında bir kişinin şehid olmayı göze alarak kalabalık bir düşman kitlesine saldırmasının caiz olduğuna ve bu eylemiyle Allah'ın rızasını, düşmana zarar vermeyi gaye edinmesi, niyetini de halis tutması halinde eylem esnasında şehid olmasının saygın bir şehadet olduğuna hükmetmişlerdir." Fetvada daha sonra konuyla ilgili rivayetler ve görüşler naklediliyor. Sonuçta da şu ifadelere yer veriliyor: "Sonuç itibariyle bilinmelidir ki intihar şer'an reddedilen bir harekettir. İntihar, intihar eden kişinin Allah'ın rahmetinden ümit kestiğine, O'nun kaderine rıza göstermediğine, kaza ve imtihanına sabretmediğine delalet eder... Allah'a olan bağlılığı, O'nun dininin yücelmesi, Peygamberinin isra ve mirac topraklarının işgalden kurtarılması için cihad ettiği, düşmana karşı verdiği cihadda ve düşmana zarar verme konusunda bağlı kalmak zorunda olduğu şeriatın kendini ne ile yükümlü kıldığının bilincinde olduğu bilinen, kendisi Allah'a gönülden boyun eğmiş ve yalnız Allah'ın rızasını gözeterek Müslümanların zaferi için kendini şehadete atan bir genç için aynı şeylerin söylenmesi mümkün müdür? Bu durumdaki kişi Yüce Allah'ın şu ayetinde kastettikleri arasına girer: "İnsanlardan öyleleri de vardır ki, canlarını Allah'ın rızasını kazanma yolunda feda ederler" (Bakara, 2/207)
İlim ehli böyle konuşurken ilimden nasipleri olmayanlar ne yazık ki, Filistin'deki fedakar kardeşlerimizin, kutsal Filistin topraklarını siyonizm kirinden temizlemek için cesaretle gerçekleştirdikleri eylemler hakkında ulu orta konuşuyorlar. Düşünmüyorlar ki, İslam adabı insanın bilmeden konuşmamasını, bilmediği bir konuda en azından susmayı tercih etmesini gerektirir. Düşünmüyorlar ki, intihar Allah'ın haram kıldığı bir şeydir ve bu insanlar Allah yolunda canlarını feda ediyorlar. İşin şer'i delillerini bulmadan böyle bir hareketi yapacak, dolayısıyla hem dünya hem de ahiret hayatlarını mahvedecek kadar aptal değiller. Ne yazık ki son zamanlarda, Batı'dan geçme o "bana göre, bence..." ibaresiyle başlayan ve hiç sevmediğim "ben" merkezli anlayış iyice moda oldu. Artık İslami anlayış sahiplerinin bile çoğunun, bir konuda Allah'ın hükümlerini, ilim ehlinin açıklamalarını araştırma zahmetine katlanmadan: "Bana göre, bence..." ibaresiyle başlayan uzun yorumlar yaptıklarını görüyor ve ciddi şekilde rahatsız oluyorum. Zaten bu kadar farklı gruplara ayrılmamız da hep böyle "ben" merkezli düşünmemizden ileri gelmiyor mu? Oysa Yüce Allah: "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (yani ilim sahiplerine) sorun." (Nahl, 16/43) demiyor mu? Ve yine Yüce Allah: "Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah'a ve Peygamber'e götürün. Bu daha hayırlı ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (Nisa, 4/59) diye buyurmuyor mu? Lütfen Allah'ın kitabını ve Resulullah (s.a.s.)'ın sünnetini her zaman ölçü ve terazi olarak kabul edelim ve kardeşlerimiz hakkında insaflı olalım. Bilmeden başkalarının oyunlarına alet olmayalım.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Siviller Kimlerdir?

Filistin'deki cihada yöneltilen tenkitlerin en önemli yanını da eylemlerde sivillerin öldürüldüğü iddiası teşkil etmektedir. Bu iddia karşısında aslında: "Siviller kimlerdir?" sorusunu değil de: "Savaşta kimler suçlu, kimler suçsuzdur. Kimlerin hedef alınması caiz kimlerin hedef alınması caiz değildir" sorusunu sormamız gerekir. Fakat sürekli "sivil" kavramı gündeme getirildiğinden bu soruyla başlamayı uygun gördük. Ancak bu soruya cevap vermeden önce, Filistin'de varlık mücadelesi sürdürenler üzerinde siyonist işgalcilerin zulüm ve baskılarını görmezden gelerek, İsrail'in teröre maruz kaldığını ileri sürenlere sormak istiyorum: Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında yahudi komutan Ariel Şaron'un gözetimi altında hıristiyan Falanjist militanlar tarafından öldürülen binlerce kadın ve çocuk, Hz. İbrahim camisinde secdeye vardıklarında öldürülenler, Mescidi Aksa'da öldürülenler ve daha yüzlerce saldırıda vahşice katledilenler neydi? Üstelik bu insanlar vatanlarına sahip çıktıkları için, ötekiler ise haksız bir şekilde gerçekleştirdikleri işgal ve gasptan vazgeçmedikleri için öldürülüyorlar.
Ne yazık ki, Allah Resulü (s.a.s.): "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır" diye buyurduğu halde, Filistin'de dört milyon insanın vatanından sürgün edilmesi, binlerce insanın öldürülmesi, on binlerce çocuğun yetim bırakılması karşısında sadece ufak tefek edebiyatlar yapmakla yetinen bazıları, İslami mücadelenin Filistin boyutunu anlamakta zorluk çekince, oradaki varlık mücadelesini "terör" olarak niteleyenler kervanına katılıverdiler. Gerekçeleri ise Filistin cihadı karşısında uluslararası bir karalama kampanyası başlatanların kullandıkları gerekçelerin aynısıydı.
Bunlara dikkat çektikten sonra gelelim başta sorduğumuz soruya. Savaş hukukunda esas olan insanların kılık kıyafetlerine göre değil üstlenmiş oldukları role ve tavırlara göre ayrılmalarıdır. Dolayısıyla savaşa görüşüyle bile katkıda bulunanların, yahut bir yerde zulüm ve işgalin fiilen devam etmesine herhangi bir şekilde katkıda bulunanın öldürülmesi caizdir. Bugün dört milyon insanın Filistin topraklarından çıkarılması, bu topraklarda yaşayanların da zulmün her çeşidine maruz bırakılması dört buçuk milyon yahudinin getirilip o topraklara yerleştirilmesiyle ve bu insanların o topraklarda yaşamakta ısrar etmeleriyle mümkün olmaktadır. Bunun yanı sıra evleri ve yurtları ellerinden alınanlar çoğu zaman askerlerden çekmediklerini sivil kıyafetlilerden çekmektedirler. Bunun örneklerini aşağıda sıralayacağız. Ancak ondan önce ilim adamlarının savaşlarda kimlerin hedef alınabileceğine dair fetvalarını sıralamak ve bu konuda Resulullah (s.a.s.)'ın siretinden örnekler vermek istiyoruz. Prof. Dr. Vehbe Zuhayli'nin Türkçe'ye İslam Fıkhı Ansiklopedisi olarak tercüme edilen ve asıl adı el-Fıkhu'l-İslami ve Edilletuh olan kitabında şöyle denmektedir: "Savaşa katkısı olmayan kadın, çocuk, deli, piri fani (yaşlı), yatalak hasta yahut çolak, köle, çaprazlama el ve ayağı kesilmiş veya sağ eli kesilmiş, bunak, manastırına çekilmiş rahip, herhangi bir yer veya kilisede inzivaya çekilmiş rahipler, savaşmaktan aciz olanların ve tarlalarıyla uğraşan çiftçilerin öldürülmeleri caiz değildir. Ancak bunların söz, fiil, görüş yahut her hangi bir mali yardımla savaşa katılmaları halinde caizdir. Bunun delili ise şudur: Rabia b. Rufey es-Sulemi, Huneyn günü Düreyd b. es-Simme'yi yetişmiş ve ancak görüşü ile faydalanılabilecek durumda yüz yaşını aşmış bir piri fani olduğu halde öldürmüştür. Bu durum Resulullah (s.a.s.)'a ulaştığı halde, o buna tepki göstermemişti." (Bkz. Zuhayli, İslam Fıkhı Ans. C. 8, sh. 184) (Dureyd ibnu Sımme el-Cuşemi'nin öldürülmesine dair rivayeti Buhari, Meğazi, 55; Müslim, Fedailu's-Sahabe, 165; İbnu Hanbel, 4/399'da nakletmişlerdir.) Benzer şekilde normal şartlarda kadınların öldürülmesine cevaz verilmediği halde Resulullah (s.a.s.) savaşa katkıda bulunan bir yahudi kadının başının ezilmesini emretmiştir.
Ömer Nasuhi Bilmen'in Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu'nun 3. cildinin 368. sayfasında da Zuhayli'nin söylediğine benzer şeyler söylenmekte ve kadın, çocuk, yaşlı vs.'nin savaşa mallarıyla, görüşleriyle, teşvikte bulunmalarıyla veya benzeri bir şekilde katkıda bulunmaları halinde öldürülmelerinin caiz olduğu vurgulanmaktadır. Aynı şeyleri daha başka fıkıh kaynaklarında da okumamız mümkündür.
Yukarıda sözünü ettiğimiz ve çağımızın tanınmış ilim adamlarının imzasını taşıyan "Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlıklı fetvada bu konuda şöyle deniyor:
"1.Bugün Filistin topraklarına yerleşmiş olan yahudiler İslam şeriatının nazarında kafir, düşman, savaşçı ve gasp edici durumundadırlar. Kudüs dahil olmak üzere bütün Filistin'i gasp etmiş, sonra bu topraklar üzerinde kendi gasıp saltanatlarını ve devletlerini kurmuşlardır. Kudüs'ün sonsuza kadar, kendi yahudi devletlerinin başkenti olacağına inanmaktadırlar. İster İşçi Partisi'nden ister Likud Partisi'nden isterse diğer partilerden olsunlar hepsi bu inançtadırlar. Aynı şekilde bu konuda askerleriyle sivilleri, kadınlarıyla erkekleri arasında da hiçbir fark yoktur.
2.Filistin topraklarındaki sivil yahudiler de, kafir, düşman, savaşçı ve gasp edici durumundadırlar. Onlar yahudi hükümetinin saldırı ve terör eylemi çağrılarına kulak asan, gerek ordudaki gerekse gerilla savaşındaki konumlarını iyi bilen savaşçı askerlerdir. Onlar herhangi bir savaş veya çarpışmada ihtiyaç duyulduğunda kullanılan ihtiyat askeri rolündedirler.
3.Filistin topraklarındaki sivil yahudiler Filistin halkına karşı savaşmış, kadın, erkek, çocuk demeden suçsuz insanların kanlarını akıtmış ve bu savaşa mallarıyla veya görüşleriyle yardımcı olmuşlardır.
4.Filistin topraklarındaki yahudilerin askerleri ve sivilleri hepsi birlik halinde Filistinli Müslümanları ve gayri müslimleri yurtlarından çıkardıklarından, sonra oraları gasbettiklerinden ve oralara yerleşip mülk edindiklerinden dolayı hepsi de asker konumundadırlar.
5.İster asker olsun ister sivil olsun bugün Filistin topraklarına yerleşmiş olan yahudiler oranın asıl sahiplerinden olmayan yabancılardır. Filistin'in kendilerine vadedilmiş toprak olduğu şeklinde özetlenecek bir dini inançla dünyanın değişik yörelerinden gelerek oraya yerleşmişlerdir. Mescidi Aksa'nın mutlaka yıkılması ve yerine Siyon heykelinin inşa edilmesi, aynı şekilde üzerinde devletlerinin kurulabilmesi için Nil'le Fırat arasındaki toprakların tamamının işgal edilmesi gerektiği inancındadırlar.
Yaşanan gerçeklerden çıkarılan bütün bu sonuçlardan dolayı şeriatın bu insanlar hakkındaki hükmü şudur: Bu yahudiler savaşçı, gasıp ve işgalci insanlardır. Onlarla savaşılması ve Filistin'den çıkarılmaları farz, dost edinilmeleri ise haramdır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sizi, ancak din hakkında sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanız için yardım etmiş olanları dost edinmekten sakındırır. Kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerdir." (Mümtehine, 60/9) Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurmaktadır: "Onları bulduğunuz yerde öldürün ve kendilerini sizi çıkardıkları yerden çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür." (Bakara, 2/191)
İslam, ister asker kılıklı ister sivil kılıklı olsun bir savaşçıya veya saldırıda bulunana karşı direnilmesini, savaşa görüşüyle, malıyla yahut kişisel çabasıyla katkıda bulunan sivil kılıklıların öldürülmesini caiz görmektedir. Yapılan eylemlerde erkek veya kadınlardan silah taşımaya gücü yeten veya savaşa malıyla, görüşüyle yahut çabasıyla katkıda bulunanların hedef alınması esastır. Ancak bu arada kasıtsız olarak bazı çocukların ölümüne sebep olmaktan dolayı da sorumluluk yoktur." (Bu fetvaya şeriat ilimlerinde otorite onlarca ilim adamının imza attığını yukarıda söylemiş ve bazılarının isimlerini zikretmiştik.)
Ezher Alimleri Cephesi'nin fetvasında da konuyla ilgili olarak şöyle denmektedir: "Burada şunu ifade etmeliyiz ki, gasp edici gaspını sürdürdüğü sürece onun gözetilmesi gereken hiçbir mahremiyeti yoktur. Kanının ve canının da dokunulmazlık hakkı (ismeti) kalmaz. Yahudilerse Filistin'i gasbetmişlerdir. Sivil ile asker arasında ayırım yapma diye bir şey bilmiyorlar. Hepsi savaşçı durumundadır. Bunun en açık delili ise Hz. İbrahim Camisi'nde Goldstien tarafından gerçekleştirilen katliam ve yahudilerin bu katliamı gerçekleştirene gösterdikleri sevgidir. Yahudilerin ona sevgilerini göstermek için kalabalık topluluklarla düzenledikleri törenlere bir tek sivil yahudinin dışında karşı çıkan olmamıştır. Yahudiler sözde "barış"ın gölgesi altında kutsal topraklardan daha çok arazi gasbetmektedirler."
Şunu bilmek gerekir ki Filistin toprakları üzerindeki işgal Müslümanların ellerinden zorla gasp edilen toprakların yine zorla ve kuvvet kullanılarak elde tutulmasıyla sürdürülmektedir. Burada kuvvet kullanımı ise sadece askerler vasıtasıyla değil oraya yerleşen işgalci toplumun işbirliğiyle olmaktadır. Bazen: "Peki, İsrail toplumu içinde bu işgale ve baskıya karşı olanlar yok mudur?" sorusu soruluyor. Savaş ortamında insanları tek tek sorguya çekerek: "Sen bu zulmü doğru buluyor musun?" sorusunu sorma imkanı olmadığı gibi zorla ve haksız bir şekilde gasp edilen topraklara dünyanın herhangi bir yerinden gelerek yerleşmenin o gaspta rol almak anlamına geldiğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bir kimse başka hiçbir şey yapmasa bile haksız bir şekilde gasp edilen toprağa yerleşmekle suça ortak olmaktadır. Kaldı ki siyonist işgalciler siviliyle askeriyle o işgalin sürmesi için fiilen görev almaktadırlar. Türkiye'de bu yüzyılın başlarında gerçekleştirilen işgale karşı sürdürülen bağımsızlık savaşını incelediğinizde bu savaşla bugün Filistin'de sürdürülen mücadele arasında genel hatlarıyla hiçbir farklılığın olmadığını görürsünüz. Ama ne yazık ki, Türkiye'deki bağımsızlık mücadelesine övgüler yağdırırken Filistin halkının benzer mücadelesini "terör" olarak niteleyenler çifte standartçılık yaptıklarını unutuyorlar.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Aslında Filistin'de yaşanan gerçekleri gözleriyle görenler burada yahudilerin sivil asker demeden Filistinlilere karşı topyekün bir savaş içinde olduklarını çok iyi anlayabiliyorlar. Orada yaşananları gözleriyle göremeyenlerin de gerçeği anlayabilmeleri için yukarıda verdiğimiz bilgilerin yeterli olacağını sanıyoruz. Fakat bu gerçeği daha iyi anlayabilmeleri için bazı hususlara daha dikkatlerini çekmekte yarar görüyoruz. Bilindiği üzere 29 Mayıs 1996 tarihli İsrail parlamento seçimlerinin yaklaşması üzerine İsrail hükümeti Lübnan'a karşı büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırıyla ilgili yorumların çoğunda İsrail başbakanı Şimon Perez'in Likud Partisi'ne kayan seçmeni yeniden kendi partisine çekebilmek ve kendi partisi olan İşçi Partisi'ni yeniden iktidara getirebilmek için bu saldırıyı başlattığı dile getirildi. Yorumlara göre yahudi seçmenin Likud Partisi'ne kaymasının sebebi ise İşçi Partisi'nin Filistin halkının varlık mücadelesi karşısındaki şiddet uygulamalarını yeterli bulmamasıydı. Bunun yanı sıra seçimlere doğru basına yansıyan bazı haberlerde İşçi Partisi hükümetinin yahudi seçmenin desteğini kazanmak için Filistinli liderlere yönelik suikast planları hazırladığına ve bu planları seçime doğru gerçekleştirebilmek için hazırlık yaptığına dikkat çekildi.
Bu konuda dikkat çekmekte yarar gördüğümüz bir nokta da Filistin halkının Mart 1996'nın başlarından itibaren ablukaya alınmasından sonra Filistinlilerin ellerindeki arazilerin gasp edilmesi olaylarının artmasıdır. Filistin Topraklarını Savunma Komitesi'nin genel sekreteri Ahmed Semmare'nin verdiği bilgilere göre işgalciler askeri muhasarayı istismar ederek toprak gasp ediyorlardı. İşgalci askerler uygulanan askeri muhasarayı gerekçe göstererek Filistinlilerin arazilerinin başına gitmelerini engellerken, sivil yahudiler de gelip o arazilere yerleşiyor ve böylece haksız bir şekilde gasp gerçekleştiriyorlardı.
Bunlar İsrail'in sivillerinin kimliklerini ortaya koyan gerçeklerden sadece birkaçı. Bütün bu gerçekler İsrail'in sivillerini tanımaya yetmez mi? Bu vakıa siyonizmin tam bir ırkçılık ve vahşet olduğunu görmeye yetmez mi? Bu realite Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan siyonistlerin tamamının Filistinlilere karşı topyekün bir savaş içinde olduklarını anlamaya yetmez mi? "Barıştan yana" olduğu ileri sürülen bir siyasi parti bile savaşla, saldırıyla ve suikastla oy toplamaya çalışıyorsa, onun tabanı bile oyunu bu şartla veriyorsa artık Filistin halkının karşısında duran siyonistlerin ne kadar sivil olduklarını söyleyebiliriz? Filistin halkının bağımsızlık mücadelesinde sadece asker kıyafetlilerle karşı karşıya olduğunu, sivil giyinen siyonistlerin bu savaşın dışında olduklarını söyleyebilir miyiz?
Çocukların Öldürülmesi

Kutsal Filistin topraklarının siyonizm kirinden temizlenmesi ve buraların gerçek İslami kimliğine kavuşturulması için İslami gayelerle ve İslam fıkhının koymuş olduğu ölçüler dairesinde yürütülen kutsal cihada tenkitler yöneltenler önce "siviller öldürülüyor" iddiasıyla yola çıktılar. Filistin topraklarına yerleştirilen siyonist yahudiler için "sivil" kavramının söz konusu olmadığı, o topraklarda işgale katılmanın aynı zamanda savaşa katılmak anlamına geleceği ve görüşleriyle bile düşmana yardımcı olan herkesin savaşta hedef alınmasına fıkhen cevaz olduğu gözler önüne serilince bu kez "çocuklar öldürülüyor" gerekçesinin arkasına sığınmaya başladılar. Bir dayanaklarının geçersizliğinin ortaya konmasından sonra kendilerine ikinci bir dayanak aramaları siyonist işgale karşı yürütülen haklı mücadeleyi haksız gösterme gayretkeşliğinden mi kaynaklanıyordu bilmiyoruz. Ama biz yine de bu yöndeki itirazlarına fıkıh kaynaklarından cevap vermeye çalışacağız.
Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, savaşta olsun savaş dışında olsun çok istisnai haller dışında çocukların kasten öldürülmesine cevaz yoktur. Çünkü çocuklar mükellef olmadıklarından ceza ehli değildirler. Ama savaş ortamında kendilerine herhangi bir görev verilmesi durumunda düşmanın gücünün zayıflatılması amacıyla çocukların öldürülmesine cevaz vardır. Örneğin düşmanların padişahları bir çocuksa ve onun öldürülmesi halinde dağılacaklarsa bu çocuğun öldürülmesine cevaz vardır. Yahut düşman çocuklardan bir barikat veya siper oluşturmuşsa bu barikat ya da siperin aşılması için yapılacak hamlede çocuklar öldürülürse bundan dolayı İslam ordularına bir sorumluluk yoktur. Bu konuyla ilgili fıkhi delilleri aşağıda sıralayacağız. Ancak ondan önce bir noktaya dikkat çekmekte yarar görüyorum. Filistin cihadına yönelik "çocuklar öldürülüyor" itirazı genellikle vakıaya değil varsayıma dayandırılan bir itirazdır. Yani: "Bu eylemlerde hedef gözetilmediğinden çocuklar da ölebilir" varsayımından yola çıkılarak itirazda bulunulmaktadır. Oysa hedef gözetilmediği iddiası doğru değildir. Şimdiye kadarki eylemlerle ilgili olarak hazırlanan raporlardan ve verilen bilgilerden öğrendiklerimize göre bu eylemlerde ölenlerin en küçüğü 16 yaşındadır. Bu noktaya işaret ettikten sonra gözlerimle gördüğüm bazı manzaraları dile getirerek çocukları asıl kimlerin mağdur ettiğini gözler önüne sermek istiyorum. 1990 yılında Ürdün'ü ziyaret ettiğimde intifadada yaralanıp tedavi için Amman'a getirilen Filistinli çocukları da ziyaret etmiştim. Amman'daki İslami Hastane'de tedaviye alınan bu çocukların bazılarının kol bazılarının bacak kemikleri kırılmıştı. Kimisinin iki bacağı birden kırılmış, tekerlekli sandalyelerle dolaşıyorlardı. Bu arada altı yedi yaşlarında bir çocuk gördüm. Tedavi için kafası traş edilen bu çocuğun kafasında en az yirmi taş yarası vardı. İşgalci askerler çocuğu yere yatırarak taşlarla bu şekilde kafasında en az yirmi yerde yara açmışlardı. Kimse öyle şey olamaz demesin çünkü ben ve benimle birlikte birçok kişi bu manzarayı gözlerimizle gördük. Bu gözlerimizle gördüğümüz bir manzara ve Filistin'deki on binlerce çocuğun yaşadığı hayat şartlarından sadece bir örnek. Bu manzaralar siyonistler tarafından güdülen medyanın ve yazarların işine gelmediğinden gündeme getirmek bile istemiyorlar. Ama siyonist işgale karşı yürütülen haklı mücadelede çocukların zarar görmemesine özen gösterildiği halde hemen "çocuklar da ölebilir" varsayımından yola çıkarak oradaki varlık mücadelesine karşı toplumda bir antipati oluşturmaya çalışıyorlar.
Bu noktaya temas ettikten sonra savaşta kasıtsız olarak çocukların ölümüne yol açma hakkında fıkıh kaynaklarımızın ne dediğine bir bakalım:
Ömer Nasuhi Bilmen'in yukarıda adı geçen eserinde şöyle deniyor: "Düşman efradı, esir ettikleri bazı Müslümanları veya İslam çocuklarını siper ittihaz etmiş olsa yine kendilerine karşı silah istimali, tüfek atılması caiz olur... Bunun neticesinde bazı Müslümanların şehadetine sebebiyet vermiş olsalar da bundan dolayı racih olan kavle nazaran (tercih edilen görüşe göre) ne diyet, ne de keffaret lazım gelir." (C.3, sh. 367)

İmam el-Mavsıli'nin el-İhtiyar'ında: "Düşmanlar Müslümanları kendilerine siper edinseler de yine kendilerine saldırılması caizdir." (C. 4, sh. 119) deniyor. Kitabın Mahmud Ebu Dakika tarafından yapılan şerhinde yukarıdaki söz açıklanırken, düşmanların tarafında Müslüman çocukların ve tüccarların bulunması halinde de yine saldırılmasının caiz olduğu vurgulanarak: "Sahih rivayetlerde bildirildiğine göre Resulullah (s.a.s.) Taif halkını kuşatmaya aldığında onların üzerine mancınıkla taş atmıştır. Oysa o zaman o halkın arasında Müslümanlar da vardı" deniyor. Aynı husus Hanefi fıkhının önemli kaynaklarından olan el-Mebsut'ta ve Fetavayi Hindiyye'de de dile getirilmektedir. Mehmed Zihni Efendi'nin Nimeti İslam adlı ilmihalinin sonuna eklenen Cihad bölümünde şöyle deniyor: "Düşman kafirler bazı Müslüman esirleri veya Müslüman çocukları kendilerine siper edinip kalkan gibi kullanıyorlarsa, İslam mücahitleri siper edinilen Müslümanları değil arkalarındaki kafirleri kastederek ateş açarlar. Sonuçta siper edinilen Müslümanların şehid olmasına sebep olunsa da diyet ve keffaret gerekmez." (Nimeti İslam, İslam mecmuası baskısı, İstanbul 1986, sh. 972) Bu konuda daha pek çok fıkhi kaynakta aynı fetvaların yer aldığı görülür.
"Şeriat alimlerinin Filistin toprağındaki istişhadi eylemlerin meşruiyeti hakkındaki fetvaları" başlıklı fetvada da: "...Ancak bu arada kasıtsız olarak bazı çocukların ölümüne sebep olmaktan dolayı da sorumluluk yoktur" ifadesine yer verildiği yukarıda geçmişti.
Sonuçta görülen o ki, düşmanın zayıf düşürülmesi veya geri püskürtülmesi için bazı Müslüman çocukların zarar görmeleri veya ölmeleri ihtimalinin bulunması halinde düşmanın bir başka şekilde zayıf düşürülmesi veya geri püskürtülmesi mümkün olmayacaksa Müslüman çocukların ölmeleri ihtimali de göze alınarak saldırıda bulunulması caiz olmaktadır. Müslüman çocuklar açısından böyle bir cevaz söz konusu olduktan sonra bazılarının kalkıp düşman çocuklarıyla ilgili birtakım varsayımlar ortaya atarak İslam'ın kutsal mekanlarının siyonizm kirinden temizlenmesi için verilen mukaddes cihada çamur atmalarının itibara şayan bir yönü olamaz. Şunu tekrar edelim ki, çocukların öldürülmesi hiçbir zaman gaye değildir ve çocukların zarar görmemesi için son derece özen göstermek cihada katılanlar açısından önemli bir sorumluluktur. Ama her şeyi kendi şartları içinde değerlendirmek ve itirazları da varsayımlara değil pratikte vuku bulanlara göre yapmak gerekir. Ve şunu da bilmek gerekir ki hiç kimse kendini Allah'ın şeriatının üstünde görme hakkına sahip değildir ve Allah'ın şeriatının cevaz dairesini daraltmaya da kimsenin hakkı yoktur.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Misliyle Mukabele

Biz işgalcilerin Müslümanlara karşı başvurduğu uygulamaları gündeme getirdiğimizde hemen: "Onların bu uygulamalara başvurmaları bizim de aynı uygulamalara başvurmamızı gerektirmez. Örneğin düşmanlar Müslümanların kadınlarına tecavüz ettiğinde Müslümanların da onların kadınlarına karşı aynı şeyleri yapmaları caiz olur mu?" tarzında itirazda bulunuluyor. Oysa siyonistlerin bu zulümlerini anlatmaktaki kastımız, onlara mukabelede şeriatın koyduğu ölçülerin dışına çıkılabileceği iddiasında bulunmak değildir. Verilen mücadelede de zaten zalimlerin yaptıklarına değil şeriatın koyduğu ölçülere itibar edilmesi esastır. Ama bilmek gerekir ki, savaşta yerine göre misliyle mukabele de caizdir. Buradaki cevaz sınırının belirlenmesinde de dayanak şeriat ölçüleri olacaktır.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler de karşılıklıdır. Size kim saldırıda bulunursa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. Allah'a karşı gelmekten de sakının ve bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir." (Bakara, 2/194) Bir başka ayeti kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür." (Şura, 42/40) Bu ayetler düşmana yerine göre misliyle mukabele edilebileceğini göstermektedir. Bu mukabelenin sınırları hakkında tefsir kitaplarına bakalım:
Elmalılı Hamdi Yazır yukarıdaki ayetlerden birincisini tefsir ederken şöyle diyor: "Aslında çirkin olan bir şey böyle bazı şartlar altında itibari bir güzellik kazanır. Bundan dolayı ilk başlayanın fiili, gerçekten ve hükmen çirkin ve sırf zarar olduğu halde, onun tepkisi demek olan karşısındakine bir hak vermiş olur. Böyle olabilmesi ise benzeri olma şartına bağlıdır. Benzerine riayet mümkün olmayan hususlarda kısas yapılmaz. Kıymetli şeyler birbirine takas edilmez. Hukukun derecelerine uymak gerekir... Kısaca meşru olan kayıtsız şartsız karşılık vermek değil ayniyle karşılık vermektir." (Hak Dini Kur'an Dili, Azim Dağıtım, C. 2, sh. 37-38) Yine aynı ayetin tefsirinde Fi Zilali'l-Kur'an'da da şöyle deniyor: "Başkasının mahremlerine tecavüz edenin mahremiyeti muhafaza edilmez. Zira mahremlerde karşılık ve kısas vardır. Bununla beraber Müslümanlara tecavüze mukabele etmek ve kısasın mubahlığı, tecavüz edilmemesi gereken bir hudut (aşılmaması gereken bir sınır) dahiline konmuştur. Mukaddesata tecavüz ancak zaruri miktarıyla olur." (Prof. Seyyid Kutb, Fi Zilali'l-Kur'an, Birleşik Yayıncılık, C. 1, sh. 396-397)
Bu konudaki hüküm ve tefsirlerden çıkan sonuç şudur: Normal şartlarda ve düşmanın kontrol altında tutulabildiği bir ortamda yapılması caiz olmayan bazı fiiller düşmanın kontrol altında tutulamaması dolayısıyla birtakım sınırları aşması, Müslümanların mahremiyetlerine tecavüz etmesi durumunda caiz olmaktadır. Yahut düşmanı boyun eğmeye veya birtakım aşırılıklardan alıkoymaya zorlamak başka türlü mümkün olamıyorsa yine normal şartlarda yapılmaması gereken bazı fiillerin yapılması caiz olabilir. Örneğin savaşta ağaç kesmek caiz değildir. Ancak Resulullah (s.a.s.) Beni Nadir yahudilerini kalelerinden inmeye zorlamak için ağaçlarını kesmiştir. Yüce Allah da bu konuda şöyle buyurmuştur: "Her hangi hurma ağacı kestiyseniz yahut kökleri üzere ayakta bıraktıysanız Allah'ın izniyle ve yoldan çıkmış olanları rezil etmesi içindir." (Haşr, 59/5) Yüce Allah bu ayetiyle o ağaçların kesilmesinden dolayı Müslümanlara herhangi bir sorumluluk olmadığını bildirmiştir. (Bu konudaki rivayetleri Buhari, Ebu Ya'la ve İbnu İshak nakletmiştir.)
Filistin topraklarında Müslümanların ne kadar ağır ve zor şartlarda varlık mücadelesi verdiklerini ve ne gibi tecavüzlere maruz kaldıklarını artık bütün dünya biliyor. Çocuklarının kol ve bacak kemikleri kırılıyor, kafaları kalbur gibi delik deşik ediliyor, evleri yakılıp yıkılıyor, topluca yurtlarından çıkarılıyorlar, mukaddes mekanları kirletiliyor, kadınlarına sataşılıyor, işleri ve arazileri ellerinden alınıyor, kısacası tarihin benzerine şahit olmadığı zulümlere maruz bırakılıyorlar. Müslümanların bütün bu zulümlere ve tecavüzlere cevap olarak gerçekleştirdikleri eylemler ise kendilerine yapılanın binde biri kadar bile değildir. Ayrıca Filistin cihadının stratejik yönü hakkında aşağıda vereceğimiz bilgiler siyonist işgalcilerin tecavüzlerine yerine göre misliyle mukabelede bulunmanın zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
Filistin Cihadının Stratejik Yönü

Filistin'in bağımsızlığı için sürdürülen mücadele çerçevesinde gerçekleştirilen eylemleri tenkit edenlerden bazılarının da meseleye stratejik yönden yaklaştıklarını ve: "Bu eylemlere belki ilkesel açıdan bazı dayanaklar bulabilirsiniz ama stratejik yönden yanlıştır" dediklerini gördük. Bunu söylerken ileri sürdükleri gerekçelerse bu eylemlerin dünya kamuoyu nezdinde tenkitlere yol açması ve İsrail'in Filistinliler üzerindeki baskı ve şiddetinin daha da artmasıydı. Oysa olaya stratejik yönden yaklaşanların o eylemlerin stratejik hedeflerini de bilmeleri gerekirdi. İnsanların bazıları organik olarak miyop hastalığına yakalandıkları gibi bazıları da zihinsel olarak bu hastalığa duçar olabilmektedirler. Yani uzak hedefleri göremediklerinden hemen önlerine çıkan gündelik olaylara bakarak hüküm vermeye kalkışıyorlar. Oysa her şeyi gündelik sonuçlara göre ele alacak olursak, Allah korusun, cihadı bile gereksiz görme aşırılığına düşebiliriz. Çünkü her cihadda mutlaka birtakım musibetler, zararlar başa gelecektir. Bosna - Hersek Müslümanları Sırplar karşısındaki cihadlarında az mı kayıp verdiler? On binlerce kadının ırzına tecavüz edilmesi olayını gerekçe göstererek Bosna - Hersek Müslümanlarının Sırplara karşı cihada girişmekle stratejik açıdan büyük yanlışlık yaptıklarını ileri sürmek doğru olur mu? Aynı şeyi Çeçenistan ve Afgan cihadı açısından da düşünebiliriz.
Filistin halkı zaten sürekli baskı ve işkence altındadır. Filistin halkının mücadelesi üstlerindeki baskının hafifletilmesi için verilen bir mücadele değil bir varlık mücadelesidir. Dolayısıyla Filistin cihadının stratejik hedefleri de orada Müslüman varlığının korunmasıyla ilgilidir. Siyonist işgalcilerin Filistinli Müslümanlara karşı izledikleri politikayla neleri hedefledikleri iyi bilinirse Müslüman halkın sürdürdüğü cihadın stratejik hedeflerini de daha iyi anlamak mümkün olur.

İşgal yönetimi, işgal altında tuttuğu Filistin topraklarındaki yahudi sayısını sürekli artırmak istiyor. Hatta bu topraklarda halen 4,5 milyona yakın olan yahudi sayısını 2000 yılında 8 milyona çıkarmayı hedeflediği söyleniyor. Bu hedefinin önünde duran iki önemli engel var: Birincisi nüfus sorunu, ikincisi de Müslümanların mücadeleleri. 1967'de işgal edilmiş olan kısmıyla birlikte Filistin topraklarının yüzölçümü 29 bin km2'dir. Buralarda yaşayan insan sayısı ise takriben 7,5 milyon civarındadır. (Bunun yaklaşık 4 milyon 400 bini yahudi, 3 milyon 100 bini ise Filistinlidir.) Bu rakamlarla Filistin topraklarında km2 başına düşen insan sayısı 258'i bulmaktadır. 12 bin km2'lik Nakab çölü hesaba katılmazsa, kullanıma elverişli alan üzerinde km2 başına düşen insan sayısının 441'i bulduğu görülür ki, bu da Türkiye'deki nüfus yoğunluğunun beş katıdır. İşte bu sebeplerden dolayı işgal yönetimi Filistinlileri göçe zorlayarak yahudilere yer açmak istemektedir. Bu hususun tafsilatını daha sonra vereceğiz. Ancak ondan önce siyonist işgalcilerin yahudi nüfusu artırma planlarının önünde duran ikinci engelden söz etmek istiyoruz. İkinci engel ifade ettiğimiz gibi Filistinli halkın mücadelesidir. Bu mücadele yahudi göçünü önlemektedir. Yahudiler genellikle rahat edemeyecekleri yere gitmemektedirler. Bundan dolayıdır ki İsrail'in Avrupa'daki ve Amerika'daki yahudileri, yahudi din adamlarını da kullanarak işgal altında tuttuğu Filistin topraklarına göçe yöneltmek için yaptığı teşvikler sonuç vermemektedir. Hatta intifadanın başladığı 1987'den sonra Filistin topraklarına yerleşmiş olan bazı yahudiler dışarıya göç ettiler ve İsrail bundan kaynaklanan nüfus düşüşünü telafi için Etyopya ve Eritre'deki siyah yahudilerle Rusya yahudilerini işgal altında tuttuğu topraklara nakletme yoluna gitti.
İşgal rejimi, yahudi göçünün önünde duran engelleri kaldırmak için Filistin halkını dışarıya göç etmeye çalışıyor. Bu amaçla sürekli baskı, fakirleştirme ve işsizleştirme politikasına başvuruyor. Bugün Filistinliler arasında işsizlik oranı % 70'e çıktığı halde İsrail dışarıdan işçi getirterek çalıştırıyor. Filistinlilerin göçe zorlanması halinde hem dışarıdan nakledilecek yahudilere yer açılacağını hem de içerdeki mücadelenin insan gücünden mahrum edileceğini hesap ediyor. İslami yardım kurumlarının çalışmalarının engellenmesi de Filistin halkını göçe zorlama politikasının bir parçasıdır. Çünkü bu yardımların orada varlıklarını sürdürmek ve öz yurtlarını terk etmemek için direnenlere bir destek olduğu düşünülmekte bu yüzden İslami yardım kuruluşlarının çalışmaları engellenmektedir. Hatta bu konuda bazı Avrupa ülkeleri, Arap ülkelerinin büyük bir çoğunluğu ve Müslüman halkların başlarına musallat edilen diğer yönetimlerin birçoğu İsrail'le yardımlaşmaktadırlar. Bugün bazı Arap ülkeleri Filistin'e yardımı engellemek için İslami yardım kuruluşlarının Filistin halkına yardım göndermelerini engellemekle yetinmeyerek, tanınmış inançlı zenginleri her yurt dışına çıkışlarında yanlarına ne kadar para aldıkları konusunda beyanatta bulunmaya dönüşte de yaptıkları harcamaları belgelemeye zorlamaktadırlar. Bu yöndeki engellemeleri haklı göstermek için de Filistin halkına yapılan yardımları "teröre destek" olarak gösteriyorlar. Oysa İslami yardım kuruluşlarının ve genelde Müslümanların Filistin'e yaptıkları yardımların amacı oradaki işsiz ve çaresiz insanlara, babaları siyonist işgalciler tarafından şehid edilen yetimlere, dul kadınlara, İsrail zindanlarındaki esirlere ve onların ailelerine bir maddi katkıda bulunmaktır.
Filistin halkının varlık mücadelesinin başını çekenler ise cihadın canlı tutulmasıyla hem Filistin halkının birlik ve dayanışma içinde bir arada tutulacağını, hem de dışarıdan Filistin topraklarına gelmek isteyen yahudilere karşı tehdit unsurunun devam edeceğini hesap etmektedirler. Çünkü buradaki yahudi gücünün artması siyonistlerin buraya iyice demir atmaları ve kutsal toprakların yeniden İslami kimliğine kavuşturulması ümidinin son derece zayıflaması sonucunu doğuracaktır.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Cihadın bir diğer stratejik yönü de şudur: İşgal rejimi Filistinli Müslümanların bağımsızlık mücadelelerini başsız bırakmak amacıyla sürekli bu cihadın başını çekenlere karşı suikastlar düzenlemektedir. İslami Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikaki'nin, bu hareketin Gazze sorumlusu Hani el-Abid'in, yine aynı hareketin Gazze'deki ileri gelenlerinden Kemal Havaca'nın, HAMAS'ın askeri kanadının komutanlarından Yahya Ayyaş'ın, yine HAMAS'ın Gazze'deki ileri gelenlerinden ve askeri sorumlularından Kemal Kehil ile beş arkadaşının ve daha birçok kişinin suikastlarla şehid edilmesi hep bu amaç içindi. Bu suikastlarda işgalciler sözde özerk yönetimle de işbirliği yapmaktadırlar. Bütün bu suikastların cevapsız bırakılması siyonist işgalcilere daha da cesaret kazandırmakta ve yeni yeni suikast planları kurmaktadırlar. Ama oradaki bağımsızlık mücadelesinin ileri gelenlerine yönelik suikastların intikamının alınması durumunda işgalciler bir suikast gerçekleştirmeleri halinde oldukça sert bir cevapla karşılaşabileceklerini düşünerek ihtiyatlı olma gereği duymaktadırlar.
Bunun yanı sıra cihad Filistin davasının canlı ve gündemde tutulmasını sağlamakta, Filistin halkının bağımsızlık davalarından asla vazgeçme niyetinde olmadıklarını bütün dünya kamuoyuna duyurmaktadır. Şunu da özellikle belirtmemiz gerekir ki siyonistler "Büyük İsrail" hayallerinden vazgeçmemişlerdir ve vazgeçmek niyetinde de değildirler. Şu an onların önlerini kesen en önemli engel Filistin'deki cihaddır. Bu cihadı susturmaları ve Filistin'deki İslami varlığa son vermeleri halinde yeni genişleme planlarını gündeme getireceklerdir. İsrail'in son Lübnan saldırısı asla barıştan yana olamayacağının ve barış hikayesini sadece gerçekleştirdiği işgalleri meşrulaştırmak için kullandığının açık bir göstergesidir. Bundan dolayı bütün dünya Müslümanlarının Filistin'deki cihada köstek değil destek olmaları, siyonist işgalcilerin genişleme planlarının önünü kesen bu kutsal mücadelenin sürekli yanında yer almaları gerekir.
Bazıları "bütün bu stratejik hedefler için daha başka yollara başvurulamaz mıydı?" türünden sorular sorabilirler. Bu tür soruları soranların bilmeleri gerekir ki zaten Müslümanlar da bu yollara isteyerek başvurmuyorlar. İçinde bulundukları şartlar ve ortam kendilerini bu yollara başvurmaya zorluyor. Bu konuda Elmalılı Hamdi Yazır'ın daha önce verdiğimiz sözlerini tekrar etmekte yarar görüyoruz: "Aslında çirkin olan bir şey böyle bazı şartlar altında itibari bir güzellik kazanır. Bundan dolayı ilk başlayanın fiili, gerçekten ve hükmen çirkin ve sırf zarar olduğu halde, onun tepkisi demek olan karşısındakine bir hak vermiş olur."
Filistin Cihadını Yıpratma Çalışmaları

Filistin cihadı mağdur ve mazlum bir halkın haklı ve meşru bir mücadelesidir. Bu mücadele bir grup kavgası veya meşru bir devlete karşı isyan değil toplu bir halk hareketidir. Ama ne yazık ki, bugün insanlar doğruları konuşmaktan ziyade çıkar hesaplarına göre konuşmayı tercih ettiklerinden dolayı günümüz dünyasında çeşme başlarını tutan siyonistler birçoklarını kendi istedikleri gibi konuşturmayı başarıyorlar. Bundan dolayıdır ki, çıkar hesaplarını ve çeşme başlarını tutanlarla olan ilişkilerini öne çıkaranlar görünüşte İslami kılıf taşısalar da Filistin'deki mukaddes cihada çamur atmada birbirleriyle yarışmaya başladılar. İşte bu yarışta bazıları Filistin İslami Direniş Hareketi'ni ABD'nin desteklediği gibi saçma iftiralar attı. Diğer bazıları bu hareketi MOSSAD'ın beslediği saçmalarına sarıldı. Bu arada olayların sıcaklığının devam ettiği sıralarda, siyonist işgal yönetimine çalışan sözde özerk yönetim tarafından HAMAS imzalı birtakım bildiriler yayınlanarak bu hareketin prensiplerine aykırı bazı şeyler hareketin kendi açıklaması gibi basına yansıtıldı. HAMAS içinde bölünme olduğu ileri sürüldü. Bu hareketin cihadı bırakıp tamamen siyasi faaliyetlere yöneleceği ileri sürüldü. Bazıları da işi çok çok daha ileri götürerek kutsal mekanların siyonizm kirinden temizlenmesi mücadelesini "puştluk" olarak niteleyecek kadar haya perdelerini yırttı.
Aslında bu iddiaların hiçbiri cevaplandırılmaya değecek seviyede değildir. Ancak biz, söz konusu iddiaların etkisiyle bazılarının zihinlerinde birtakım soru işaretlerinin kalmış olabileceği kanaatiyle kısa kısa bazı cevaplar verelim.
Şair diyor ki: "Dinime ta'n eyleyen bari Müselman olsa!" Biz de, CIA ile ilişkisi olduğundan dolayı hakkında şüpheler bulunan birinin kalkıp HAMAS'ı ABD'nin desteklediği iddiasını ortaya atması karşısında: "Bari sen ABD ve onun uzantıları tarafından beslenen biri olmasan!" deme gereği duyuyoruz. ABD'nin İsrail'e sürekli en büyük desteği verdiğini bütün dünya biliyor. Böyle bir ülkenin İsrail'i yıllardan beri sürekli rahatsız eden bir hareketi desteklediği iddiası kadar gülünç bir iddia olamaz. Adam kalkmış "bozacının şahidi şıracı" misali bir de bu iddiasına Oliver Roy'un yazdıklarını delil göstermiş.
MOSSAD, HAMAS'ı ne zaman desteklemiş? HAMAS'ın fiilen ortaya çıkmasıyla birlikte intifada başladı. İntifada ise İsrail'e karşı topyekün bir başkaldırı hareketi niteliği taşıyordu. MOSSAD, İsrail'e karşı topyekün bir başkaldırının başını çeken bir hareketi mi desteklemiş?
Şu an özerk yönetimde görev alanlar intifadanın hareketli olduğu dönemlerde de HAMAS adına bildiriler dağıtarak bu hareket hakkında şüpheler uyandırmaya çalışıyorlardı. Dolayısıyla bugün İsrail tarafından kendilerine geniş yetkiler verildiği dönemde bu işi yapmaları doğaldır. HAMAS'ın silahları teslim edeceği, cihada son vereceği yolundaki açıklamalar hep onların yalanlarıydı. Ama HAMAS bu açıklamaların kendilerine ait olmadığını ve söz konusu haberlerin basına yansımasının tamamen özerk yönetimin oyunu olduğunu çeşitli vesilelerle açıkladı.
Allah yolunda verilen kutsal mücadeleyi "puştluk" olarak niteleyecek kadar haya perdelerini yırtanlara muhterem Hasan Karakaya bey AYNA köşesinde tek kelimelik ve gayet oturaklı bir cevap vermişti: Hoşt. Buna ekleyecek bir şeyimiz yok.

Terör Nitelemesi Kimin İşine Yaradı?

Siyonist işgalciler bütün dünya medyasının Filistin'deki varlık mücadelesini terör olarak nitelemesinden cesaret alarak Filistin halkı üzerindeki baskı uygulamalarını daha da şiddetlendirdiler. Bu itibarla işgalcilere bu konuda cesaret veren Filistinli mücahitlerin eylemleri değil dünya medyasının Filistin halkının mücadelesini "terör" olarak nitelemede ittifak etmesidir. Şarmu'ş-Şeyh zirvesinin düzenlenmesinde dayanılan gerekçe de bu nitelemedir. Şarmu'ş-Şeyh zirvesinde bir araya gelenler İsrail'in geleceğini kurtarmayı amaçlayan kararlarını "teröre karşı mücadele" olarak dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalıştı ve bunda en çok medyadan yararlandılar. İsrail'in Lübnan'ı işgali ve yüzlerce masum insanı öldürmesi de Şarmu'ş-Şeyh zirvesinde alınan kararların bir uygulamasıydı. İsrail şiddet ve zulüm politikasına hep "terörle mücadele" kılıfını giydirdi ve uluslararası siyonizmin güdümündeki medya ona bu konuda sürekli yardımcı oldu. Ama ne yazık ki İslami kesimden görünen bazı tipler bile Filistin halkının cihadını, Lübnan halkının İsrail işgal kuvvetlerini yurtlarından çıkarmak için verdiği mücadeleyi "terör" olarak nitelemek suretiyle siyonizmin politikalarına alet oldular. Bundan dolayı büyük bir vebal altına girdiklerini düşünmek zorundadırlar.
Sonuç

Değerli okuyucu kardeşlerimden Filistin cihadının ümmet adına verilen bir cihad olduğunun bilincinde olmalarını bekliyorum. Ayrıca şunu da ifade edeyim ki, bilerek ya da bilmeyerek bu cihad aleyhine yürütülen propagandalardan dolayı çevrenizdeki insanların zihinlerinde bazı soru işaretleri kalmış olabilir. Bu insanların zihinlerindeki soruları cevaplandırmak, şüpheleri gidermek ve kendilerini aydınlatmak önemli bir hizmet ve Mescidi Aksa'nın, İslam'ın kutsal beldelerinin kurtarılması için verilen mücadeleye bir katkı olacaktır. O yüzden burada verdiğimiz bilgileri, kendilerine bu bilgiler ulaşmayan tanıdıklarınıza da ulaştırmak suretiyle onları aydınlatmanızı rica ediyorum. Ayrıca şunu da belirtelim ki, Müslümanların bağımsızlık mücadelelerine edep sınırını aşan kelimelerle sataşanların bu hareketlerine mutlaka tepki gösterilmelidir. Tepkilerimizi onların yazılarını yayınlayan yayın organlarına telefon ederek, faks çekerek veya mektupla bildirebiliriz. Sadece % 1 oranında yahudinin yaşadığı Fransa'da, Roger Garaudy'nin yahudi katliamıyla ilgili tarihi yalanları gündeme getirmesinden dolayı gözaltına alınması üzerine ona sahip çıkan eski bir arkadaşı gösterilen tepkiler karşısında, yaptığı açıklamalardan dolayı yahudilerden özür dilemek zorunda bırakıldı. Ama İslami bilince sahip insanlarımızın bile önemli bir yekûn oluşturduğu Türkiye'de İslami mücadelelere yönelik sataşmalar tepkisiz kalırsa sataşanlar daha da cesaret kazanarak kalem saldırılarını artırabilirler.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ünlü Fıkıhçı Prof. Vehbe Zuhayli'den

-Batılılar tarafından canlı bomba eylemleri olarak nitelendirilen saldırıların İslam'daki hükmü nedir? Bu tür eylemler intiharla eş tutulabilir mi?
İntihar insanın kendini bir hedef gözetmeksizin öldürmesidir. Bizim Müslümanlar olarak "istişhadi eylem" dediğimiz, Batılıların ise "canlı bomba" saldırıları dedikleri eylem biçiminde bir amaç güdülüyor. Bu amaç Allah'ın düşmanlarına zarar vermektir. Eğer cephede savaşan Mücahidler düşmanları karşısında askeri olarak zayıflarsa ve yapılacak istişhad eylemi düşmana en çok zarar verecek bir yöntemse bu tür eylemler zaruretten dolayı caiz olur. Hatta bu feda ediş kişiyi şehadete ulaştırır. Çünkü gaye Allah'ın dininin güç bulmasıdır.
-Hamas ve İslami Cihad'a bağlı direnişçiler zaman zaman İsrailli sivillere yönelik ölümcül saldırılar düzenliyorlar. Bu nedenle Filistinli direniş grupları sivil İsraillileri öldürdükleri için bir takım İslami çevreler tarafından eleştiriliyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Düşmanın illa üniformalı veya asker olması gerekmiyor. Düşman her haliyle düşmandır. İsrail halkı Filistin'i işgal ederek bugün Müslümanlara savaş ilan etmiş durumdadır. Onlar düşmanlıkta en üst seviyeye çıktılar. İsrail halkının tümü şu an işgalci hükmündedir. Çünkü onlar Filistin'e yerleşmek için kendi topraklarını terk ettiler. Ayrıca İsrailli siviller ellerine fırsat geçince Müslümanlara en üst düzeyde düşmanlık yapıyorlar. Bu nedenlerden dolayı İsrailli sivillere yönelik yapılan saldırılar haklı saldırılardır. Müslümanlar tarafından kınanamazlar.

vahdet.com.tr
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Manevi cihad nedir, nasıl yapılmalıdır?


Manevi cihad, bütün Müslümanların kendi nefsi arzularını gemlemek amacıyla nefis ve şeytanın tuzak ve hilelerine karşı mağlup olmamak için yürüttükleri manevi bir savaştır. Manevi mücahede, yada “Cihad-ı ekber” (en büyük cihad) olarak da nitelendirilen manevi cihadın amacı, her mümin için nefis ve şeytan ile bir ömür boyu mücadele etmek, nefsini kötülüklerden arındırarak, istikamet çizgisinde halis bir kul, faydalı bir Müslüman, faziletli ve kamil bir insan olmaktır. Manevi cihad, iç dünyanın tanzimine kuvvet vermektir. İçini kirden, günahtan yıkamak ve bütün kötülüklerden arınmaya çalışmaktır. Müminin kendi iç dünyasını mamur ve müstakim kılmasını amaçlayan manevi mücahede, kulluk görev ve ciddiyeti ve insan olma sorumluluğudur.

Manevi mücahede, bütün Müslümanlar için daimî bir farzdır. Manevi mücahede, süreklilik içinde kulluk şuurunu icra etmeye çalışmaktır. Manevi cihadın önemi Kur’an-ı Kerim ve hadislerde açık bir şekilde vurgulanmıştır. Hz. Muhammed (a.s.m.) “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud Sûresi, 112) ayet-i kerimesi ile ilgili olarak “Hud Sûresi beni ihtiyarlattı” ( Tirmizi, Tefsir, sure 56) buyurarak, emr-i ilahi çizgisinde istikameti muhafaza etmenin önemini ve kulluk görevi ile ilgili hassasiyetini ifade etmiştir.

Nitekim Kur’an-ı Kerimde “ Güneşe ve onun aydınlığına, güneşi takip ettiğinde Ay’a, onu açığa çıkardığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu yayıp döşeyene, nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” ( Şems Sûresi,1-10) beyanıyla Cenab-ı Hak kurtuluşa ermenin ancak nefsini kötülüklerden çekmek ile mümkün olacağını kasem (yemin) ile beyan buyurmaktadır.

Hz. Muhammed (a.s.m.) bir hadisinde “Mücahid nefsiyle cihat edendir” (Tirmizi, “Feza’iü’l cihad”2) buyurarak nefis ile mücadelenin önemini belirtmiş, Cenab-ı Hak da, Kur’an-ı Kerimde nefsin kötülük ve desiselerine karşı: “ Muhakkak nefis daima kötülüğe sevk eder” (Yusuf Sûresi,53), “Benim ayetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. Ve yalnız benden korkun, yasaklarıma karşı gelmekten sakının” (Bakara Sûresi, 41) emri ile insanları ciddi bir şekilde ikaz etmiştir. Bu ikaz ile birlikte arınmanın ve temizlenmenin yollarını da göstermektedir : “Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, SİZİ TEMİZLEYEN, size kitabı ve hikmeti getirip bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik.” (Bakara Sûresi,151)

Dinde muvaffakiyet, büyük ölçüde manevi cihadda muvaffakiyet demektir Gerçekten Allah’ın emirlerine uyma konusunda nefsi ile cihad edemeyenin düşmanla cihat edemeyeceği de açıktır.

Manevi mücahade yapan müminlere Yüce Allah’ın yardım ve ihsanı vardır. Nitekim bu hususu şu ayet-i kerime teyit etmektedir: “Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah iyi davrananlarla beraberdir” (Ankebut Sûresi, 69).

Şener Dilek (Prof.Dr.)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
r1165957479tj3.jpg
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt