Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir (1 Kullanıcı)

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
Şehid Hasan El Benna ve İhvan-ı Müslimin


"Allah gayemiz, Peygamber aleyhisselam önderimiz, Kur'an yasamız, Cihad yolumuz, Allah yolunda ölüm en büyük hedefimiz" Şehid Üstad Hasan El-Benna

20. Asrın Başları

Geçmişinden Koparılmış, geleceği karartılmış bir Ümmet...
Müslümanların yaşadığı toprakların tamamı kasaba kasaba, ülke ülke işgal edilmiş, insanları zincirlenmiş, serveti heder edilmiştir. Orduları dağıtılmış, medreseleri çökertilmişti. Dinini hurafeler, bidatler kuşatmış, camileri miskinler mesken edinmişti. Yönetimleri fesada uğratılmış, birliğin sembolü hilafet önce sulandırılmış, ardından da ilga edilmişti. Başsız, dağınık, umutsuz, yolsuz, susuz, yapayalnız bir Ümmet vardı ortada. Peygamberin vekili, dirliğin direği alimler kavuklarının altında kaybolmuştu. Gözleri görmez, dilleri çözülmez olmuştu. Hastası hasta, doktoru da hasta bir Ümmet.

Akıl Veren Yok, Yol gösteren yok!

Cesaret toprağa gömülmüş de üzerine dağlar yığılmıştı sanki. Kimse konuşmuyor, konuşan dinlenmiyordu. Kellesini koltuğuna alıp konuşan ya sözünü bitiremiyor ya da bir daha konuşamayacak dilsize dönüştürülüyordu. Kim kimin adamı, kim nereden geldi belli değildi.

Ne Hac Hacdı, Ne Namaz Namazdı.

Yola çıkan azdı. O azlarda kasabalarının dar coğrafyalarının sınırlarını aşamıyorlardı. İman kardeşliği ile sınırları çizilmiş koca toprağı düşleyemiyorlardı.
Aliminden cahiline herkes, kasabını bekleyen koyuna dönüştürülmüştü. Kıble namazda Kabe'yi, eylemde batıyı gösteriyordu. Kimi ecelini bekliyor kimi kestirmeden kurtaracak bir Mehdi'yi... Aç, açık ve selde saman çöpü gibi bir Ümmet.

Kurtlar Sofrasında Bir Ümmet

Fitne mi fitne, afet mi afet, Selahaddinlerin, Fatihlerin toprağı bir mezarlığa dönmüştü. Yiğitler diyarı Anadolu, farklı farklı çizmelerin çiğnediği yerdi artık. İlim diyarı Mısır yoktu. Ezher bin yıllık fenerini söndürmüş Müslümanları karanlıkta bırakmıştı. Koca bir mezarlık!

Akdeniz'in Ortasında Bir Göl Gibi Kalan Mezarlık!

Mezarlıktaki gönüllü ölüler arasında ses çıkaranlardan kimileri de başlarına gelenden dinlerini sorumlu tutuyor, neredeyse hristiyan olsak böyle olmazdı diyorlardı. Koca bir mezarlık!

Ölülerin Çukurlarını Elleriyle Kazdıkları Mezarlık!

Herkes bir kurtarıcı bekliyor; ama kimse kurtarıcı olmuyordu. Ölüm sessizliği, pasifliğin kahrı kimlikleri imha etmişti. Dert yanan çok, derman bilen yoktu. Kendisinden çok şey beklenenler bocalıyor, Ümmeti hayal kırıklığına uğratıyordu.

Her Gün Yeni Bir Facia, Yeni Bir Şok!

Ve Koca Mezarlıkta 22 Yaşında Bir Diri: Hasan El Benna

elbenna.jpg
1906'ta Mısır'da doğdu.Alim bir babanın oğluydu. Genç yaşta Kur'an'ı ezberledi. Yaşından büyük düşüncelerle emsallerinin arasından ayrıldı. Lise talebesi iken ilk cemiyetini kurdu: "Haramlara Karşı Mücadele Cemiyeti". Henüz üniversite talebesi iken olaylara sessiz kalan Ulemanın tavrına tepki gösterdi. Hocalarını örgütleyip sokağa döktü.

Önce camileri dolaştı. İnsanlara, tarihi şereflerle dolu bir Ümmetin böyle olmaması gerektiğini, dinlerini yüzüstü bırakamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Camilerde Allah'ın dinini anlattı. Dinletemedi. Camisinde garip bir İslam'a ağlamak yerine çareler üretti. Olmaz sanılanları olur hale getirdi.

Ne yazık ki Ümmetin fotoğrafı içler acısıydı. Bir taraftan hurafe ve bidatler diğer taraftan da bütün olup bitenlere rağmen parça parça olmuş düşünceler, ayrılıklar... Gemisini kurtaran kaptanlaşıyor. Baktı ki dediğini anlayan yok kendisine yeni bir yol belirledi. Yaşadığı yerdeki kahvehaneleri çalışma merkezi yaptı. İsmailiye'de üç kahvehaneyi kendisine merkez seçti. Her hafta üç kahvehanede sırayla dersler yaptı. Köyleri dolaştı, mescidleri gezdi. Sırtında on dört asırlık bir Ümmeti yüklenmiş olarak yola koyuldu.

Yıl: 1928 Mart Ayı:

Konuştuğu kahvehanelerde onu dinleyenlerden altı kişi bir akşam O'nun evinde toplandı. Artık, konuşmalarını dinledikleri diriden etkilenmişler, ne yapmaları gerektiğini sormaya gelmişlerdi. O akşam orada, İslam davası için yaşamaya ve ölmeye yemin ederek sözleştiler. Sermaye olarak ortaya ilk önce ruhlarını ve ailelerinin o günkü ekmek paralarını koydular.

İçlerinden biri:

"Teşkilatımızın adı ne olacak?" dedi.

Hasan El Benna:

"Biz İslam'a hizmet için yola çıkmış kardeşleriz. Adımız da İhvan-ı Müslimin(Müslüman Kardeşler) olsun." dedi

Böylece 22 yaşında Müslüman Kardeşler örgütünü kurmuş oldu.

Yedi yaren yola koyuldu. Ashab-ı Kehf mağaraya çekilmişti. Bunlar ise, mağaradan meydanlara çıktılar.

Mezarlıktaki Ölüleri Uyandırmaya Başladılar

Onlar Allah'a güvenip çalıştılar. Allah sözlerine bereket verdi. Müslümanları asil kimliklerine çağırdılar. Hurafelerden arınmaya, yeniden bir İslam kardeşliği kurmaya davet ettiler.

Kısa bir zaman da 'İhvan-ı Müslimin' büyüdü. Yahudilere karşı cihadı teşfik etti. Filistin meselesini İslam'ın meselesi olarak gündeme getirdi. Filistinde savaşacak birlikler oluşturup cepheye gönderdi. Bir tanesinin başında da kendisi bulundu. Mısırı kemiren İngilizlere karşı ayaklanma başlattı. Mısır çapında okullar, camiler, fabrikalar yapılmasına vesile oldu. Medrese açtırdı. Binler, onbinler derken büyük bir kitleyi uyandırdı.enaz

Kadınların şuurlanması ile özellikle ilgilendi. Müslüman kadınlar örgütü kurdu.

ONUN EN ÇOK BİLİNEN PAROLASI: "İŞLERİMİZ VAKTİMİZDEN ÇOKTUR!"

Hiç ümitsiz olmadı. Pek nazik ve tatlı dilli oldu. Çaresizliği asla kabullenmedi. Allah'a itimadını sarsmadı. Olaylardan ve düşmanlardan daha büyük gördü kendisini.

Namaz vakti, en büyük iş olarak namazı gördü. Davet zamanı da daveti en büyük eylem gördü. İşleri arasında sürtüşme olmadı. Din ve dünya, iş ve ibadet, aile ve cemaat arasında mükemmel bir denge kurdu. Çevresindekilere örnek oldu. Bıkmadı, usanmadı. Azmi dağlar gibiydi.

Etrafında onun sözlerini dinleyenlere şöyle derdi:

"İşlerimiz vaktimizden çoktur!"

TAŞLARI YERİNDEN OYNATTI, OYUNU BOZULDU

1948'de Yahudilere karşı cihaddan söz edince İhvan-ı Müslümin yasa dışı ilan edildi ve kapatıldı. İngilizler onu kara listeye aldılar. Faaliyetlerine "Müslüman Gençler" adıyla devam etti. O ve beraberindekiler büyük bir sindirmeye maruz kaldılar. Sevenleri grup grup tutuklandı. Bir konuşmasında dedi ki: "Ben bu gece rüyamda Hz. Ömer'i gördüm. Bana, 'Hasan öldürüleceksin.' dedi. Ben de kalktım sabaha kadar teheccüd kıldım."

1949 yılının şubat ayında özel aracına el kondu. Ruhsatlı silahı alındı. Yanında korumalığını yapan iki öz kardeşi tutuklandı. Çevresindekiler, araçlarla bilinmeyen yerlere götürüldü. 12 Şubat günü bir koferansından çıkarken silahlı saldırıya uğradı. Olay yerinde ölmedi. Hastaneye kaldırıldı. Polis hastaneye müdahale etti, tedavi görmesini engelledi. Orada ruhunu teslim etti.

MEZARLIKTAKİ DİRİ'NİN İLGİNÇ CENAZESİ

Hasan el-Benna'nın şehadetinden sonra Kahire'de camiler kapatıldı. Erkekler tutuklandı. Sokaklarda sadece polis ve askerler kaldı. Babası doksan yaşında idi.

Cenazesi evine getirildi. Cenazesini mezarlığa götürecek erkek bulunamadığı için, kız kardeşleri ve hanımı tarafından mezarlığa götürüldü. Namazını sadece kadınlar ve babası kıldı. Mezara da onlar indirdi.

Tarihte görülüp görülmediği bilinmez bir bedel ödedi.

Ödediği bedele de değdi.

Bir ekol oldu.

Umut oldu.

Örnek oldu.

Onun ardından bütün İslam topraklarında art arda hareketler başladı.

Vücudu öldü, adı ebedileşti. Allah ondan razı olsun. Ona rahmet etsin.

ŞEHİD İMAMIN ON ÇALIŞMA PRENSİBİ

1- Birlik en büyük hedeftir. Kalpler arasındaki bağ güçlü olsun, tek söz üzerine birleşsin.

2- 'Lailahe İllallah' diyen herkes Tevhid çatısı altında beraberimizdedir.

3- Kusuru nefsinde ara, muhalif hakkında iyi şeyler düşün.

4- Tepki verirken bile ahlakı göz ardı etme

5- Tartışma ve Kibir yok

6- Bir meselede doğru birden fazla olabilir

7- İttifak edilen şeylerde yardımlaş, farklı düşüncelere saygılı ol

8- Ortak düşmanı ön planda tut

9- İş ve üretim ufkunu aç. Her kardeş, -özel hayatındaki işlerine ilave olarak- hergün bir miktar Kur'an okumalı, yatmadan önce nefsini muhasebe etmelidir.

10- Yanlış yoldakilere üzülürüz; üzerine çullanıp teşhir etmeyiz.


"İslam; kulluk ve liderlik, din ve devlet, ruhanilik, iş ve namaz, cihad ve itaat, Mushaf ve kılıçtır. Bunlar birbirinden ayrılmaz." Şehid Üstad Hasan El-Benna


Nureddin Yıldız
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
Seyyid Kutub





Seyyid Kutub (Arapça: سيد قطب), Mısırlı yazar ve düşünce adamıdır. 20. yüzyıldaki İslamcılık (İslamizm) akımının önemli isimlerinden.

Hayatı

1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasısında, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta ve lise tahsilini el-Ezher de bitirdi. Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi. 1933 yılında mezun oldugu fakülteye aynı yıl öğretim görevlisi olarak tayin oldu. 1939 ve sonrasında İslami düşünceye yöneldi. 1946'da yayımladığı Konum Dersleri isimli makalesini yayımladı. Çoğuna göre bu makalesi onun İslami düşünceye girişini temsil eder. Makalesinde toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde çalışmasının Kur'an'ın emri olduğunu savunuyor, Mısır'ın o dönemki toplumsal yapısını ve geçirmekte olduğu dejenerasyonu eleştiriyordu.
1949 yılında ABD'ye gitmiştir. Bu dönem boyunca Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş ve Amerikan medeniyetini primitif olarak görmüş ve reddetmiştir. Ayrıca, 1949 yılında, o yurtdışındayken, İslam'da Sosyal Adalet isimli eseri yayımlanmıştır. Bu eserinde gerçek sosyal adaletin İslam'da olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca yine ABD'deki yıllarında, daha önce kaleme almış olduğu edebi makale ve eserleri eleştiriyor, o dönemlerde sahip olduğu daha seküler olarak tanımlanabilecek edebiyat anlayışından ziyade edebiyatın da kaynak olarak en başta İslam'ı alması gerektiğini savunuyordu. Kitaplarında, genellikle geleneksel İslam'a karşı, sahih bir çizgiyi savundu. Tasavvufta var olan hurafeleri eleştirdi.

Kutub 1954-1964 arasında on yıl hapishanede kalmıştır.


Mısır'a döndüğünde, kamu hizmetinden ayrılıp İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır. Teşkilatın gazete ve dergilerinden devamlı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışırken, teşkilatın genel düşüncesiyle kendi fikirleri arasındaki bazı farklılıklar ortaya çıksa da, bunlar ufak detaylardı. Cemal Abdül Nasır'a düzenlenen 1954 tarihli suikast girişimi nedeniyle birçok Müslüman Kardeşler üyesi gibi o da tutuklandı. Yargılama sonunda Seyyid Kutub'a on yıl ağır hapis cezası verilmiştir. Hapiste ileride büyük bir önem ve üne kavuşacak iki eseri olan, Kur'an tefsiri Fi zilâl-il-Kur'an ve Kutub'un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden Yoldaki İşaretler`i kaleme almıştır. 1964'te serbest bırakıldıktan sonra, 1965'te tekrar tutuklandı. Bu kez de birçok Müslüman Kardeşler üyesi ile birlikte tutuklanmıştı ve tutuklanma nedeni devlete karşı bir darbe girişimi idi. 22 Ağustos 1966'da hakkında idam cezası verildi. Kararı Pakistan, İngiltere, Lübnan, Ürdün, Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki birçok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasır'ı kararından döndürmeye çalışsalar da, Seyyid Kutub 29 Ağustos 1966'da şehid edilmiştir.
Aziz Şehid Prof.Dr.Seyyid Kutub'un Şehadeti'nin 40. yıldönümünde kutlu imamı vefa ve sonsuz minnetle anıyor,O'na ve İslam'ın tüm şehidleriyle olan ahdimizi, misakımızı bir kez daha tazeliyoruz.
Çağdaş Firavun Nasır'ın mahkeme heyeti onu idama mahkum ettiğinde Üstad'ın ağzından şu sözler dökülmüştü: "Eğer Allah kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım.Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem.Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır"
ŞEHADETİN KUTLU OLSUN EY ŞEHİD!




Türkçeye Çevrilen Eserleri
  • Fi Zilalil Kuran (tefsir),
  • Yoldaki İşaretler,
  • İslamda sosyal adalet,
  • Din budur,
  • İslam düşüncesi,
  • İstikbal islamındır,
  • İslamda sosyal adalet,
  • Kadın ve aile.
alıntı
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Şehid Hasan El Benna ve İhvan-ı Müslimin


"Allah gayemiz, Peygamber aleyhisselam önderimiz, Kur'an yasamız, Cihad yolumuz, Allah yolunda ölüm en büyük hedefimiz" Şehid Üstad Hasan El-Benna

20. Asrın Başları

Geçmişinden Koparılmış, geleceği karartılmış bir Ümmet...
Müslümanların yaşadığı toprakların tamamı kasaba kasaba, ülke ülke işgal edilmiş, insanları zincirlenmiş, serveti heder edilmiştir. Orduları dağıtılmış, medreseleri çökertilmişti. Dinini hurafeler, bidatler kuşatmış, camileri miskinler mesken edinmişti. Yönetimleri fesada uğratılmış, birliğin sembolü hilafet önce sulandırılmış, ardından da ilga edilmişti. Başsız, dağınık, umutsuz, yolsuz, susuz, yapayalnız bir Ümmet vardı ortada. Peygamberin vekili, dirliğin direği alimler kavuklarının altında kaybolmuştu. Gözleri görmez, dilleri çözülmez olmuştu. Hastası hasta, doktoru da hasta bir Ümmet.

Akıl Veren Yok, Yol gösteren yok!

Cesaret toprağa gömülmüş de üzerine dağlar yığılmıştı sanki. Kimse konuşmuyor, konuşan dinlenmiyordu. Kellesini koltuğuna alıp konuşan ya sözünü bitiremiyor ya da bir daha konuşamayacak dilsize dönüştürülüyordu. Kim kimin adamı, kim nereden geldi belli değildi.

Ne Hac Hacdı, Ne Namaz Namazdı.

Yola çıkan azdı. O azlarda kasabalarının dar coğrafyalarının sınırlarını aşamıyorlardı. İman kardeşliği ile sınırları çizilmiş koca toprağı düşleyemiyorlardı.
Aliminden cahiline herkes, kasabını bekleyen koyuna dönüştürülmüştü. Kıble namazda Kabe'yi, eylemde batıyı gösteriyordu. Kimi ecelini bekliyor kimi kestirmeden kurtaracak bir Mehdi'yi... Aç, açık ve selde saman çöpü gibi bir Ümmet.

Kurtlar Sofrasında Bir Ümmet

Fitne mi fitne, afet mi afet, Selahaddinlerin, Fatihlerin toprağı bir mezarlığa dönmüştü. Yiğitler diyarı Anadolu, farklı farklı çizmelerin çiğnediği yerdi artık. İlim diyarı Mısır yoktu. Ezher bin yıllık fenerini söndürmüş Müslümanları karanlıkta bırakmıştı. Koca bir mezarlık!

Akdeniz'in Ortasında Bir Göl Gibi Kalan Mezarlık!

Mezarlıktaki gönüllü ölüler arasında ses çıkaranlardan kimileri de başlarına gelenden dinlerini sorumlu tutuyor, neredeyse hristiyan olsak böyle olmazdı diyorlardı. Koca bir mezarlık!

Ölülerin Çukurlarını Elleriyle Kazdıkları Mezarlık!

Herkes bir kurtarıcı bekliyor; ama kimse kurtarıcı olmuyordu. Ölüm sessizliği, pasifliğin kahrı kimlikleri imha etmişti. Dert yanan çok, derman bilen yoktu. Kendisinden çok şey beklenenler bocalıyor, Ümmeti hayal kırıklığına uğratıyordu.

Her Gün Yeni Bir Facia, Yeni Bir Şok!

Ve Koca Mezarlıkta 22 Yaşında Bir Diri: Hasan El Benna

elbenna.jpg
1906'ta Mısır'da doğdu.Alim bir babanın oğluydu. Genç yaşta Kur'an'ı ezberledi. Yaşından büyük düşüncelerle emsallerinin arasından ayrıldı. Lise talebesi iken ilk cemiyetini kurdu: "Haramlara Karşı Mücadele Cemiyeti". Henüz üniversite talebesi iken olaylara sessiz kalan Ulemanın tavrına tepki gösterdi. Hocalarını örgütleyip sokağa döktü.

Önce camileri dolaştı. İnsanlara, tarihi şereflerle dolu bir Ümmetin böyle olmaması gerektiğini, dinlerini yüzüstü bırakamayacaklarını anlatmaya çalıştı. Camilerde Allah'ın dinini anlattı. Dinletemedi. Camisinde garip bir İslam'a ağlamak yerine çareler üretti. Olmaz sanılanları olur hale getirdi.

Ne yazık ki Ümmetin fotoğrafı içler acısıydı. Bir taraftan hurafe ve bidatler diğer taraftan da bütün olup bitenlere rağmen parça parça olmuş düşünceler, ayrılıklar... Gemisini kurtaran kaptanlaşıyor. Baktı ki dediğini anlayan yok kendisine yeni bir yol belirledi. Yaşadığı yerdeki kahvehaneleri çalışma merkezi yaptı. İsmailiye'de üç kahvehaneyi kendisine merkez seçti. Her hafta üç kahvehanede sırayla dersler yaptı. Köyleri dolaştı, mescidleri gezdi. Sırtında on dört asırlık bir Ümmeti yüklenmiş olarak yola koyuldu.

Yıl: 1928 Mart Ayı:

Konuştuğu kahvehanelerde onu dinleyenlerden altı kişi bir akşam O'nun evinde toplandı. Artık, konuşmalarını dinledikleri diriden etkilenmişler, ne yapmaları gerektiğini sormaya gelmişlerdi. O akşam orada, İslam davası için yaşamaya ve ölmeye yemin ederek sözleştiler. Sermaye olarak ortaya ilk önce ruhlarını ve ailelerinin o günkü ekmek paralarını koydular.

İçlerinden biri:

"Teşkilatımızın adı ne olacak?" dedi.

Hasan El Benna:

"Biz İslam'a hizmet için yola çıkmış kardeşleriz. Adımız da İhvan-ı Müslimin(Müslüman Kardeşler) olsun." dedi

Böylece 22 yaşında Müslüman Kardeşler örgütünü kurmuş oldu.

Yedi yaren yola koyuldu. Ashab-ı Kehf mağaraya çekilmişti. Bunlar ise, mağaradan meydanlara çıktılar.

Mezarlıktaki Ölüleri Uyandırmaya Başladılar

Onlar Allah'a güvenip çalıştılar. Allah sözlerine bereket verdi. Müslümanları asil kimliklerine çağırdılar. Hurafelerden arınmaya, yeniden bir İslam kardeşliği kurmaya davet ettiler.

Kısa bir zaman da 'İhvan-ı Müslimin' büyüdü. Yahudilere karşı cihadı teşfik etti. Filistin meselesini İslam'ın meselesi olarak gündeme getirdi. Filistinde savaşacak birlikler oluşturup cepheye gönderdi. Bir tanesinin başında da kendisi bulundu. Mısırı kemiren İngilizlere karşı ayaklanma başlattı. Mısır çapında okullar, camiler, fabrikalar yapılmasına vesile oldu. Medrese açtırdı. Binler, onbinler derken büyük bir kitleyi uyandırdı.enaz

Kadınların şuurlanması ile özellikle ilgilendi. Müslüman kadınlar örgütü kurdu.

ONUN EN ÇOK BİLİNEN PAROLASI: "İŞLERİMİZ VAKTİMİZDEN ÇOKTUR!"

Hiç ümitsiz olmadı. Pek nazik ve tatlı dilli oldu. Çaresizliği asla kabullenmedi. Allah'a itimadını sarsmadı. Olaylardan ve düşmanlardan daha büyük gördü kendisini.

Namaz vakti, en büyük iş olarak namazı gördü. Davet zamanı da daveti en büyük eylem gördü. İşleri arasında sürtüşme olmadı. Din ve dünya, iş ve ibadet, aile ve cemaat arasında mükemmel bir denge kurdu. Çevresindekilere örnek oldu. Bıkmadı, usanmadı. Azmi dağlar gibiydi.

Etrafında onun sözlerini dinleyenlere şöyle derdi:

"İşlerimiz vaktimizden çoktur!"

TAŞLARI YERİNDEN OYNATTI, OYUNU BOZULDU

1948'de Yahudilere karşı cihaddan söz edince İhvan-ı Müslümin yasa dışı ilan edildi ve kapatıldı. İngilizler onu kara listeye aldılar. Faaliyetlerine "Müslüman Gençler" adıyla devam etti. O ve beraberindekiler büyük bir sindirmeye maruz kaldılar. Sevenleri grup grup tutuklandı. Bir konuşmasında dedi ki: "Ben bu gece rüyamda Hz. Ömer'i gördüm. Bana, 'Hasan öldürüleceksin.' dedi. Ben de kalktım sabaha kadar teheccüd kıldım."

1949 yılının şubat ayında özel aracına el kondu. Ruhsatlı silahı alındı. Yanında korumalığını yapan iki öz kardeşi tutuklandı. Çevresindekiler, araçlarla bilinmeyen yerlere götürüldü. 12 Şubat günü bir koferansından çıkarken silahlı saldırıya uğradı. Olay yerinde ölmedi. Hastaneye kaldırıldı. Polis hastaneye müdahale etti, tedavi görmesini engelledi. Orada ruhunu teslim etti.

MEZARLIKTAKİ DİRİ'NİN İLGİNÇ CENAZESİ

Hasan el-Benna'nın şehadetinden sonra Kahire'de camiler kapatıldı. Erkekler tutuklandı. Sokaklarda sadece polis ve askerler kaldı. Babası doksan yaşında idi.

Cenazesi evine getirildi. Cenazesini mezarlığa götürecek erkek bulunamadığı için, kız kardeşleri ve hanımı tarafından mezarlığa götürüldü. Namazını sadece kadınlar ve babası kıldı. Mezara da onlar indirdi.

Tarihte görülüp görülmediği bilinmez bir bedel ödedi.

Ödediği bedele de değdi.

Bir ekol oldu.

Umut oldu.

Örnek oldu.

Onun ardından bütün İslam topraklarında art arda hareketler başladı.

Vücudu öldü, adı ebedileşti. Allah ondan razı olsun. Ona rahmet etsin.

ŞEHİD İMAMIN ON ÇALIŞMA PRENSİBİ

1- Birlik en büyük hedeftir. Kalpler arasındaki bağ güçlü olsun, tek söz üzerine birleşsin.

2- 'Lailahe İllallah' diyen herkes Tevhid çatısı altında beraberimizdedir.

3- Kusuru nefsinde ara, muhalif hakkında iyi şeyler düşün.

4- Tepki verirken bile ahlakı göz ardı etme

5- Tartışma ve Kibir yok

6- Bir meselede doğru birden fazla olabilir

7- İttifak edilen şeylerde yardımlaş, farklı düşüncelere saygılı ol

8- Ortak düşmanı ön planda tut

9- İş ve üretim ufkunu aç. Her kardeş, -özel hayatındaki işlerine ilave olarak- hergün bir miktar Kur'an okumalı, yatmadan önce nefsini muhasebe etmelidir.

10- Yanlış yoldakilere üzülürüz; üzerine çullanıp teşhir etmeyiz.


"İslam; kulluk ve liderlik, din ve devlet, ruhanilik, iş ve namaz, cihad ve itaat, Mushaf ve kılıçtır. Bunlar birbirinden ayrılmaz." Şehid Üstad Hasan El-Benna


Nureddin Yıldız



Selamün Aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü değerli kardeşim. Gününüz hayırlı olsun inşallah..Çok sevdiğim ve de yüce davamızın önemli kilometre taşlarından bir mücahidin, ibret ve şevk veren hayatını, nasihatlerini, ilkelerini, vesilenizle severek ve beğenerek okudum..Rabbimiz c.c sevap defterinize ziyadesiyle yazsın, her iki cihanda da en güzel, en hayırlı mükafatlarla ecirlendirsin sizi inşallah, Amin..Rabbimiz c.c razı olsun kardeşim..Çok teşekkür ederim.Emeğinize sağlık..Rabbimiz c.c inşallah ibretlenenlerden, örnek alanlardan eyler bizleri...Ve bizlere de şehadeti layık görür inşallah..Rabbimiz c.c'nin yardım ve ihsanı tüm mücahid kardeşlerimizle olsun, onları muzaffer kılsın inşallah, Amin..Rahman ve Rahim olan Rabbimize emanetsiniz kardeşim..Selam ve dua ile inşallah.
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
Kur'an algısında Seyyid Kutub farkını anlamak Şehadetinin yıldönümünde Seyyid Kutub'u rahmetle anıyoruz. Kutup, 29 Ağustos 1966'da Stalin-Hitler karışımı nasyonal sosyalist bir diktatör olan Cemal Abdunnasır tarafından, siyasi sistemle uzlaşmaz muhalefeti nedeniyle idam edilmişti. İdamının üzerinden 35 yıl geçmiş. Merhum Kutub, yazdıkları, söyledikleri, özellikle de yaşadıklarıyla, hâlâ günümüz İslam düşüncesi ve müslüman nesilleri üzerinde etkisini sürdürüyor.
O, aksiyoner kimliğiyle öne çıktı ya da çıkartıldı. Belki bunda, onun dramatik bir biçimde ortadan kaldırılışının rolü büyüktür. Fakat kanaatimiz o ki, Kutub'un aksiyoner kimliğinin öne çıkartılması, onun fikir ve ilim adamı kimliğini bir parça geriye itti, hatta perdeledi.
Biz Seyyid Kutub'un şehadet yıl dönümü anısına kaleme aldığımız bu yazıda, Fi-Zılali'l-Kur'an yazarını emsallerinden farklı kılan önemli bir boyutunu ele almak istiyoruz. Bu boyut, onun "nesneleşmiş Kur'an" algısının hakim olduğu bir dünyada, inşa edici bir "özne olan Kur'an" anlayışını yeniden kurmaya yönelik inkar edilemez katkısıdır.
Bu katkının önemini anlamak için, öncelikle Kur'an'ın inşa etmek istediği hayatla Batı modernitesinin inşa ettiği modern hayat arasındaki fark üzerinde kısaca durmamız gerek.
Günümüz dünyasında cari olan hayat, büyük oranda Batı modernitesi eliyle inşa edilmiştir. Bu inşanın, inşadan çok bir imha olduğu ortadadır. Çünkü Batı modernitesi, bir İslam mütefekkirinin ifadesiyle, insanlık tarihinde "bir yol kazası"dır.
Vahyin öznesi olduğu inşa sürecinin hedefi ise, insanın yeryüzündeki varoluş amacına uygun yepyeni bir hayatın inşasıdır. Böyle bir hayat, bu hayatı inşa edecek öznenin inşasıyla mümkündür. Böyle bir öznenin inşası ise, onun aklının ve o aklın çalışma biçimini ve istikamet açısını belirleyen tasavvurun inşasından geçer. Bütün bu inşa süreci sonunda elde edilmek istenen amaç şudur:
İnsan merkezli bir hayat.
İman merkezli bir insan.
Bilgi merkezli bir iman.
Hakikat merkezli bir bilgi.
Hakikatin merkezi ise zaten bellidir: "el-Hak" olan Allah…
İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam'ın inşa edeceği bir hayata insanlığın duyduğu şiddetli ihtiyaç, kendisini müslüman olarak niteleyen insanların omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğu hissetmek için, "müslümanım" demek yetmiyor. Gerçekten kişinin müslüman olması ve İslam'ını ciddiye alması gerekiyor. Bu da ancak tasavvurunu, aklını, şahsiyetini vahye inşa ettirmiş bir insan olmasıyla mümkündür.
Böyle bir insanın inşasından söz edilmeden, insanlığa kaybettiği umudu yeniden verecek bir medeniyetin inşasından söz edilemez.
Çünkü Medine olmadan medeniyet olmaz. Medenî olmadan, Medine kurulamaz. Zira Medine, medenilerin ellerinde inşa edilen sitenin adıdır. Din olmadan gerçek anlamda medeni olunamaz. Çünkü edna olan dünyaya meyletmeye yatkın olan beşeri alıp medeni kılmayı amaçlayan tek sahici kurum, din kurumudur. Sorumluluk bilinci olmadan da Din olmaz. Çünkü Din, insanın Allah'a borçlu (deyn) olduğunun, dolayısıyla Allah'sız bir gelecek tasarlayamayacağının bilincine erdiren müessesenin adıdır.
Şimdi bize düşen, vahiyden yola çıkarak vahyin inşa modelini, bu modelden yola çıkarak da vahyi anlamaya çalışmaktır. Bu anlamda vahiy "okunan peygamber", Efendimiz "yürüyen Kur'an" idi.
Bu ikisini doğru anlamak, ancak vahyin inşa ettiği bir tasavvur ve akılla mümkündür. Vahyin bir tasavvuru ve aklı inşa edebilmesi ise, uzun zamanlar boyunca bir "nesne" olarak algılanan vahyin tekrar inşa edici bir "özne" olarak algılanmasıyla mümkündür.
İşte "Seyyid Kutub farkı" dediğimiz şey de burada gündeme gelmektedir. Seyyid Kutub, tefsirine Fizılali'l-Kur'an (Kur'an'ın gölgesinde) adını verirken, bununla "Kur'an'ın gölgesi altında bir hayatı" kastediyordu. Bunun anlamı açık: Seyyid Kutup, Kur'an'ın nesneleştirilmesinin acısını ta yüreğinde duyuyordu. Fi-Zılali'l-Kur'an adlı tefsirinin mukaddimesinde okuduğumuz şu sözleri ona söyleten, işte bu acı ve sancıdır ve onun Kur'an'ı nesne olarak değil ilk indiği andaki gibi, inşa edici özne olarak algılama farkıdır:
"Kur'an'ın Gölgesinde yaşamak bir nimettir; sadece onu tadanın farkına varacağı bir nimet; insan hayatını yücelten, onurlandıran, arındıran bir nimet… Kendisi de Allah'ın bir eseri olan insanoğlu, fıtrat binasının kilitli hücrelerini ancak Allah yapısı anahtarlarla açabilir. Varoluşsal hastalık ve bunalımlarını sadece Allah Teala'nın takdim ettiği ilaçlarla tedavi edebilir."
Ya et-Tasviru'l-Fenni fi'l-Kur'an adlı eserini anasına ithaf ederken yazdığı şu satırlar:
"Ey Ana, sana ithaf ediyorum!
Küçük yavrun, büyük delikanlın için gösterdiğin uzun çabanın hasadı bu! Her ne kadar o, küçüklükteki Kur'an'ı tilavet güzelliğini yitirmişse de, Kur'an'ın anlamını derinliğine kavrama güzelliğini yitirmeden kalmak, onun en büyük arzusu olacaktır."
Evet, Seyyid Kutub'un aksiyoner kimliğinin gölgesinde kalan bu boyutuna, günümüz müslümanı her şeyden daha fazla muhtaçtır. Çünkü günümüz müslümanlarının çoğu Kur'an'ı şahsiyetini inşa eden bir özne olarak değil, kimi zaman "mücevher kutusu", kimi zaman "fetiş", kimi zaman üzerine binilip Allah'a ulaşılacak "uçan halı", kimi zaman "tarihi bir hatıra" gibi, ama hep "kutsal bir nesne" olarak görüyor.
İşte fi-Zılal'in misyonu, bu yanlış algıya Kutub'ça bir itirazdır.

alıntı
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
İmam Şamil, (1797 - Mart1871), Kuzey Kafkasya halklarının, Avar kökenli politik ve dini önderi. Kafkas Savaşı'nda Anti-Rus direnişin lideri ve Dağıstan'la Çeçenya'nın 3. imamı (1834-1859). Şeyh Şamil olarak da anılır.
Bir ara Hacı Murat olarak bilinen o dönemin 2. imamıyla arası bozulsa da bu kavgadan da başarılı olarak çıkmıştır. Kendisini Kafkasya'nın özgürlüğüne adamış olan Avar liderin doğduğu Dağıstan'da, Kafkasya'da ve tüm İslam ülkelerinde hala büyük bir şöhreti vardır. Yirmibeş yıl sürdürdüğü savaş ile onu izleyenlerin benimsediği ideoloji Müridizm bugün de Kafkas halklarını derinden etkilemektedir.
Şamil'in katı İslam tutumu; Rus işgal güçlerine karşı, farklı dil ve soylardan gelen Kafkas halklarını tek çatı altında birleştirmek isteği sebebiyle gelişmiştir. Genç yaşlarda Dağıstan'ın önemli bir dini lideri olan Şeyh Cemalettin GaziKumuki'den ders almıştır. Nakşibendi tarikatında aldığı bu eğitim onda Rus aleyhtarlığı ve İslam birlikçi düşüncelerin gelişmesine yardımcı olmuştur. Rus Çarlığına karşı Dağıstan'da başlattığı savaşını Çeçenya'da sürdürdü. Ve hatta bir dönem savaş Kuzeybatı Kafkasya'da Çerkesya'sının tamamını da içine aldı. Lak kökenli müridi Muhammet Emin; başlangıçta Ruslar'a karşı önemli başarılar kazandıysa da, 1859 yılında Şamil'in silah bırakmasına rağmen Çerkesya'da mücadeleyi sürdürme kararını almasıyla, tartışmalı bir liderlik yürüttü.Bir avuç mücahitle Koskoca Rus ordusuna karşı koyduğu için büyük beğeni toplayan Şeyh Şamil gerçekten vaktin büyük mücahitlerindendi. Ama şu bilinmelidirki, anlaşılamayan tek gerçek Şeyh Şamilin o kadar kaliteli donanmalı rus ordusuna nasıl karşı gelebildiği...
1859 yılında o dönemin süper güçlerinden Rusya'ya karşı, ülkesinin gücünün tükenişini gördü. Savaşı sürdürmesinin intihardan farksız olduğunu anlayan Dağıstanlı önder, Çarlık yetkilileriyle görüşmeler yaparak, onurlu bir silah bırakma yolunu seçti. Sürgüne gittiği çeşitli Rus kentlerinde korkuyla karışık belli belirsiz bir sempatiyle günlerini geçirdi. Rus Çarı ile yaşamış oluğu şu diyalog meşhurdur (Birgün Rus Çarı esaret altındayken Şeyh Şamil'i yemek yemek için karşısına alır Şeyh Şamil'in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere <<korkarım bu adam bizide birazdan yer>> diye söylenir Şeyh Şamil bunu duyunca <<Korkmayın dinimizde domuz eti yemek haramdır>> cevabını verir)Şeyh Şamil davasına son derece sadık bir insandır bu uğurda çok sevdiği annesi ile arasında geçen diyalogda tarihe geçmiştir bu olay şudur (Savaş dönemlerinde halktan bazıları artık teslim olalım anlaşma yapalım diye hayıflanmaya başlamıştır bunun üzerine Şeyh Şamil teslim olmaktan bahsedene kırbaç cezası vermeyi uygun görmüştür tabii bu durumda çekinen halk çareyi Şeyh Şamil'in annesine gitmekte bulmuştur ve annesini ikna edip çok sevdiği annesini kıramayacağını da düşünerekten konuyu bu vesile ile annesinin açmasını sağlamışlardır annesi Şeyh Şamile teslim olma teklifini sununca Şeyh Şamil koymuş olduğu kanundan ödün vermemiş aynı cezayı annesine uygulamış sonra annesi cezasını çektikten sonra onu çok üzgün bir şekilde sırtında taşımıştır ve böylece davasının ciddiyetini görenler bir daha teslim olmak barış gibi kelimeleri kullanmamışlardır) rusların gözünde o kadar korkulan biridirki Şeyh Şamilin kılıcını rus chari dahi almaya cesaret edememiştir. Bu büyük zat Hac ziyareti için bulunduğu Arabistan'da yaşama veda etmiştir.


alıntı
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Kur'an algısında Seyyid Kutub farkını anlamak Şehadetinin yıldönümünde Seyyid Kutub'u rahmetle anıyoruz. Kutup, 29 Ağustos 1966'da Stalin-Hitler karışımı nasyonal sosyalist bir diktatör olan Cemal Abdunnasır tarafından, siyasi sistemle uzlaşmaz muhalefeti nedeniyle idam edilmişti. İdamının üzerinden 35 yıl geçmiş. Merhum Kutub, yazdıkları, söyledikleri, özellikle de yaşadıklarıyla, hâlâ günümüz İslam düşüncesi ve müslüman nesilleri üzerinde etkisini sürdürüyor.
O, aksiyoner kimliğiyle öne çıktı ya da çıkartıldı. Belki bunda, onun dramatik bir biçimde ortadan kaldırılışının rolü büyüktür. Fakat kanaatimiz o ki, Kutub'un aksiyoner kimliğinin öne çıkartılması, onun fikir ve ilim adamı kimliğini bir parça geriye itti, hatta perdeledi.
Biz Seyyid Kutub'un şehadet yıl dönümü anısına kaleme aldığımız bu yazıda, Fi-Zılali'l-Kur'an yazarını emsallerinden farklı kılan önemli bir boyutunu ele almak istiyoruz. Bu boyut, onun "nesneleşmiş Kur'an" algısının hakim olduğu bir dünyada, inşa edici bir "özne olan Kur'an" anlayışını yeniden kurmaya yönelik inkar edilemez katkısıdır.
Bu katkının önemini anlamak için, öncelikle Kur'an'ın inşa etmek istediği hayatla Batı modernitesinin inşa ettiği modern hayat arasındaki fark üzerinde kısaca durmamız gerek.
Günümüz dünyasında cari olan hayat, büyük oranda Batı modernitesi eliyle inşa edilmiştir. Bu inşanın, inşadan çok bir imha olduğu ortadadır. Çünkü Batı modernitesi, bir İslam mütefekkirinin ifadesiyle, insanlık tarihinde "bir yol kazası"dır.
Vahyin öznesi olduğu inşa sürecinin hedefi ise, insanın yeryüzündeki varoluş amacına uygun yepyeni bir hayatın inşasıdır. Böyle bir hayat, bu hayatı inşa edecek öznenin inşasıyla mümkündür. Böyle bir öznenin inşası ise, onun aklının ve o aklın çalışma biçimini ve istikamet açısını belirleyen tasavvurun inşasından geçer. Bütün bu inşa süreci sonunda elde edilmek istenen amaç şudur:
İnsan merkezli bir hayat.
İman merkezli bir insan.
Bilgi merkezli bir iman.
Hakikat merkezli bir bilgi.
Hakikatin merkezi ise zaten bellidir: "el-Hak" olan Allah…
İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam'ın inşa edeceği bir hayata insanlığın duyduğu şiddetli ihtiyaç, kendisini müslüman olarak niteleyen insanların omuzlarına ağır bir sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğu hissetmek için, "müslümanım" demek yetmiyor. Gerçekten kişinin müslüman olması ve İslam'ını ciddiye alması gerekiyor. Bu da ancak tasavvurunu, aklını, şahsiyetini vahye inşa ettirmiş bir insan olmasıyla mümkündür.
Böyle bir insanın inşasından söz edilmeden, insanlığa kaybettiği umudu yeniden verecek bir medeniyetin inşasından söz edilemez.
Çünkü Medine olmadan medeniyet olmaz. Medenî olmadan, Medine kurulamaz. Zira Medine, medenilerin ellerinde inşa edilen sitenin adıdır. Din olmadan gerçek anlamda medeni olunamaz. Çünkü edna olan dünyaya meyletmeye yatkın olan beşeri alıp medeni kılmayı amaçlayan tek sahici kurum, din kurumudur. Sorumluluk bilinci olmadan da Din olmaz. Çünkü Din, insanın Allah'a borçlu (deyn) olduğunun, dolayısıyla Allah'sız bir gelecek tasarlayamayacağının bilincine erdiren müessesenin adıdır.
Şimdi bize düşen, vahiyden yola çıkarak vahyin inşa modelini, bu modelden yola çıkarak da vahyi anlamaya çalışmaktır. Bu anlamda vahiy "okunan peygamber", Efendimiz "yürüyen Kur'an" idi.
Bu ikisini doğru anlamak, ancak vahyin inşa ettiği bir tasavvur ve akılla mümkündür. Vahyin bir tasavvuru ve aklı inşa edebilmesi ise, uzun zamanlar boyunca bir "nesne" olarak algılanan vahyin tekrar inşa edici bir "özne" olarak algılanmasıyla mümkündür.
İşte "Seyyid Kutub farkı" dediğimiz şey de burada gündeme gelmektedir. Seyyid Kutub, tefsirine Fizılali'l-Kur'an (Kur'an'ın gölgesinde) adını verirken, bununla "Kur'an'ın gölgesi altında bir hayatı" kastediyordu. Bunun anlamı açık: Seyyid Kutup, Kur'an'ın nesneleştirilmesinin acısını ta yüreğinde duyuyordu. Fi-Zılali'l-Kur'an adlı tefsirinin mukaddimesinde okuduğumuz şu sözleri ona söyleten, işte bu acı ve sancıdır ve onun Kur'an'ı nesne olarak değil ilk indiği andaki gibi, inşa edici özne olarak algılama farkıdır:
"Kur'an'ın Gölgesinde yaşamak bir nimettir; sadece onu tadanın farkına varacağı bir nimet; insan hayatını yücelten, onurlandıran, arındıran bir nimet… Kendisi de Allah'ın bir eseri olan insanoğlu, fıtrat binasının kilitli hücrelerini ancak Allah yapısı anahtarlarla açabilir. Varoluşsal hastalık ve bunalımlarını sadece Allah Teala'nın takdim ettiği ilaçlarla tedavi edebilir."
Ya et-Tasviru'l-Fenni fi'l-Kur'an adlı eserini anasına ithaf ederken yazdığı şu satırlar:
"Ey Ana, sana ithaf ediyorum!
Küçük yavrun, büyük delikanlın için gösterdiğin uzun çabanın hasadı bu! Her ne kadar o, küçüklükteki Kur'an'ı tilavet güzelliğini yitirmişse de, Kur'an'ın anlamını derinliğine kavrama güzelliğini yitirmeden kalmak, onun en büyük arzusu olacaktır."
Evet, Seyyid Kutub'un aksiyoner kimliğinin gölgesinde kalan bu boyutuna, günümüz müslümanı her şeyden daha fazla muhtaçtır. Çünkü günümüz müslümanlarının çoğu Kur'an'ı şahsiyetini inşa eden bir özne olarak değil, kimi zaman "mücevher kutusu", kimi zaman "fetiş", kimi zaman üzerine binilip Allah'a ulaşılacak "uçan halı", kimi zaman "tarihi bir hatıra" gibi, ama hep "kutsal bir nesne" olarak görüyor.
İşte fi-Zılal'in misyonu, bu yanlış algıya Kutub'ça bir itirazdır.


Selamün aleyküm kardeşim..Rabbimiz c.c razı olsun bu değerli katkılarınız için.Ecrinizi Adn cennetleriyle almanız dausıyla inşallah...Seyyid Kutub'un da hayatı başlı başına ibret tablosu ve örnektir bizler için..Rabbimiz c.c ondan da razı olsun inşallah.. Hizmetleri ve eserleriyle birçok insana ışık tutup vesile olmuştur ve hala olmaktadır..Rabbimiz c.c şehadetini kabul eylesin ve hizmetlerinin ecrini kat kat lütfeylesin şehidimize inşallah..Çok teşekkür ederim kardeşim..Vesselam veddua..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
İmam Şamil, (1797 - Mart1871), Kuzey Kafkasya halklarının, Avar kökenli politik ve dini önderi. Kafkas Savaşı'nda Anti-Rus direnişin lideri ve Dağıstan'la Çeçenya'nın 3. imamı (1834-1859). Şeyh Şamil olarak da anılır.
Bir ara Hacı Murat olarak bilinen o dönemin 2. imamıyla arası bozulsa da bu kavgadan da başarılı olarak çıkmıştır. Kendisini Kafkasya'nın özgürlüğüne adamış olan Avar liderin doğduğu Dağıstan'da, Kafkasya'da ve tüm İslam ülkelerinde hala büyük bir şöhreti vardır. Yirmibeş yıl sürdürdüğü savaş ile onu izleyenlerin benimsediği ideoloji Müridizm bugün de Kafkas halklarını derinden etkilemektedir.
Şamil'in katı İslam tutumu; Rus işgal güçlerine karşı, farklı dil ve soylardan gelen Kafkas halklarını tek çatı altında birleştirmek isteği sebebiyle gelişmiştir. Genç yaşlarda Dağıstan'ın önemli bir dini lideri olan Şeyh Cemalettin GaziKumuki'den ders almıştır. Nakşibendi tarikatında aldığı bu eğitim onda Rus aleyhtarlığı ve İslam birlikçi düşüncelerin gelişmesine yardımcı olmuştur. Rus Çarlığına karşı Dağıstan'da başlattığı savaşını Çeçenya'da sürdürdü. Ve hatta bir dönem savaş Kuzeybatı Kafkasya'da Çerkesya'sının tamamını da içine aldı. Lak kökenli müridi Muhammet Emin; başlangıçta Ruslar'a karşı önemli başarılar kazandıysa da, 1859 yılında Şamil'in silah bırakmasına rağmen Çerkesya'da mücadeleyi sürdürme kararını almasıyla, tartışmalı bir liderlik yürüttü.Bir avuç mücahitle Koskoca Rus ordusuna karşı koyduğu için büyük beğeni toplayan Şeyh Şamil gerçekten vaktin büyük mücahitlerindendi. Ama şu bilinmelidirki, anlaşılamayan tek gerçek Şeyh Şamilin o kadar kaliteli donanmalı rus ordusuna nasıl karşı gelebildiği...
1859 yılında o dönemin süper güçlerinden Rusya'ya karşı, ülkesinin gücünün tükenişini gördü. Savaşı sürdürmesinin intihardan farksız olduğunu anlayan Dağıstanlı önder, Çarlık yetkilileriyle görüşmeler yaparak, onurlu bir silah bırakma yolunu seçti. Sürgüne gittiği çeşitli Rus kentlerinde korkuyla karışık belli belirsiz bir sempatiyle günlerini geçirdi. Rus Çarı ile yaşamış oluğu şu diyalog meşhurdur (Birgün Rus Çarı esaret altındayken Şeyh Şamil'i yemek yemek için karşısına alır Şeyh Şamil'in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere <<korkarım bu adam bizide birazdan yer>> diye söylenir Şeyh Şamil bunu duyunca <<Korkmayın dinimizde domuz eti yemek haramdır>> cevabını verir)Şeyh Şamil davasına son derece sadık bir insandır bu uğurda çok sevdiği annesi ile arasında geçen diyalogda tarihe geçmiştir bu olay şudur (Savaş dönemlerinde halktan bazıları artık teslim olalım anlaşma yapalım diye hayıflanmaya başlamıştır bunun üzerine Şeyh Şamil teslim olmaktan bahsedene kırbaç cezası vermeyi uygun görmüştür tabii bu durumda çekinen halk çareyi Şeyh Şamil'in annesine gitmekte bulmuştur ve annesini ikna edip çok sevdiği annesini kıramayacağını da düşünerekten konuyu bu vesile ile annesinin açmasını sağlamışlardır annesi Şeyh Şamile teslim olma teklifini sununca Şeyh Şamil koymuş olduğu kanundan ödün vermemiş aynı cezayı annesine uygulamış sonra annesi cezasını çektikten sonra onu çok üzgün bir şekilde sırtında taşımıştır ve böylece davasının ciddiyetini görenler bir daha teslim olmak barış gibi kelimeleri kullanmamışlardır) rusların gözünde o kadar korkulan biridirki Şeyh Şamilin kılıcını rus chari dahi almaya cesaret edememiştir. Bu büyük zat Hac ziyareti için bulunduğu Arabistan'da yaşama veda etmiştir.


Selamün Aleyküm değerli kardeşim..Rabbimiz c.c razı olsun..Sevabınızı kat kat yazsın inşallah..Çok teşekkür ederim, İmam Şamil Hz.lerinin de ibretlik ve örnek alınması gereken hayatını paylaştığınız için..Onlardan şevk ve güç alabilmek duasıyla inşallah..Katkılarınızı, Rabbimiz c.c tesirli kılsın inşallah..Rabbimize emanet olun..Selam ve dua ile.
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
Selamün Aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü değerli kardeşim. Gününüz hayırlı olsun inşallah..Çok sevdiğim ve de yüce davamızın önemli kilometre taşlarından bir mücahidin, ibret ve şevk veren hayatını, nasihatlerini, ilkelerini, vesilenizle severek ve beğenerek okudum..Rabbimiz c.c sevap defterinize ziyadesiyle yazsın, her iki cihanda da en güzel, en hayırlı mükafatlarla ecirlendirsin sizi inşallah, Amin..Rabbimiz c.c razı olsun kardeşim..Çok teşekkür ederim.Emeğinize sağlık..Rabbimiz c.c inşallah ibretlenenlerden, örnek alanlardan eyler bizleri...Ve bizlere de şehadeti layık görür inşallah..Rabbimiz c.c'nin yardım ve ihsanı tüm mücahid kardeşlerimizle olsun, onları muzaffer kılsın inşallah, Amin..Rahman ve Rahim olan Rabbimize emanetsiniz kardeşim..Selam ve dua ile inşallah.

Ve alayküm selam verahmetullahi vebereketüh
Sizinde gününüz hayırlı olsun inşallah saolon Allah c.c. razı olsun değerli kardeşim.Güzel dualarınız ve güzel yorumlarınız olmuş çok teşşekkür ederim kardeşim.Bir kardeşin samimi duasını almak insana çok huzur veriyor.Sizinde bizlere olan hakkınızı inkar etmek mümkün değil,Allah c.c. bizleri kendi yolundan ayaklarımızı kaydırmasın amin.
Bugün bir çok insan, şanlı islam önderlerimizin hayatlarını araştırıp,doğruyu öğrenmeden terörist diye ilan ediyorlar ve ben bu duruma çok üzülüyorum,aklıma o an efendimizin sözü geliyor onlar bilmiyor bilseydiler yapmazlardı.Gerçekten hakkıyla islam önderlermizi tanımayan çok kardeşlerimiz var bunlar hiç düşünmezler mi bu kardeşlerin içlerinde malı,mülkü,parası yerinde olan yani boluk bereket içinde yaşarken hanımıya,çoçuklarıyla ve yahut kocasıyla,çoçuklarıyla beraber yaşarken neden zorlu,meşakatli yol olan şehit olmayı seçti.Bunda düşünüp öğüt alanlar için nasihatlar vardır.Bu gün insanlarımız bizlere hiç faydası olmayan hatta insanlığa zararı olan insanların hayatını araştırıp öğrenirken,islama faydası olmuş,islam için bir şeyler yapmaya çalışmış kardeşlerimizin hayatlarını,yaşantılarını öğrenmeye ne yazık ki gereken gayreti göstermemektedir.
Bende elimden geldiği kadar burada Allah c.c. rızası için islama hizmet etmiş kardeşlerimizin yaşantılarına değinmeye çalıştım ve de Allah c.c. izniyle değinmeyeçalışacağim eğer bir kişiye bile faydam olursa beni çok mutlu eder.Allah c.c. tüm insanları kendi rızası doğrultusunda yaşamayı ve ölmeyi nasib eylesin amin .Hayırlı günler.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Şehadet Uykusu


Kara gözlerinde mahmurca gülüş
Gayrı uyanılmaz uykunda mısın?
Kanın cemre gibi toprağa düşmüş
Şehadet yolunun ufkunda mısın?

Çizgilerle dolu ellerin yüzün
Otuzunda mısın kırkında mısın?
Bizi yalnız koyup göğe süzüldün
Acın dayanılmaz farkında mısın?

Dudakların sanki bir şey söylüyor
Yine aynı sevda şarkında mısın?
Melekler bile sana özeniyor
Cennette döşenmiş tahtında mısın?

~*~ Eşref Ziya Terzi ~*~


1774576bk4.jpg
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
UNUTULAN ÜLKE : ÇEÇENİSTAN


Kuzey Kafkasya’da 16 yıl devam eden mücadelenin adı olmuş Çeçenistan. Müslümanların bir kaç sene önce dilinden düşürmediği ülke ve çeçen halkı artık hiç hatırlanmaz hale gelmiş. Evet dünya değişmiş, insanlar da. Ama tek değişmeyen bir yer var, Çeçenistan. Birkaç yıl önce televizyon kanallarında dillerden düşmeyen Çeçenistan, artık hiç gündeme bile gelmiyor. Geçenlerde bir televizyon kanalında Yardım Kuruluşlarının bir araya geldiği özel bir program vardı. Konuklar konuşurken, tek bir insan, sayın Av.Bülent Yıldırım, Çeçenleri zikretti, ama arkasını getirmemesi için, sunucu araya girip konuşmasına izin vermedi. Daha doğrusu, sunucunun Çeçenler gibi bir problemi olsaydı, “Evet, ne oluyor Çeçenistan’da? Tamamen gündemden düştü. Oradaki müslüman kardeşlerimiz ne durumdalar sayın Bülent Yıldırım? Sizler bölgeyi en iyi tanıyanlardansınız? Adeta, yetim kalan Çeçenlerin tek umudusunuz. Biraz oradaki kardeşlemizden bahsedelim”, derdi. Ama hayır, öyle olmadı, hemen Afrikadaki problemlere geçildi. Ben programı izlerken görüyordum B.Yıldırım Çeçenistan’ı konuşmak istiyordu. Söylenecek çok şeyler vardı. Ama olmadı, olacak merak etme kardeşim. O eski günler geri gelecek. Çeçenler tekrar zafer bayrağını sallayacaklar.
Eskiden Çeçenlere sahip çıkan, Çeçenlerin tüm problemlerini göğüsleyen insanlar ve isimler vardı Türkiye’de. Artık o isimleri hiç duymuyoruz ve nerde olduklarını bile bilemiyoruz. Çeçenler uluslararası platformda “terörist” ilan edildiği için mi bu insanlar ortadan kayboldular. Yarın tekrar Çeçenler özgürlük savaşçıları olarak ilan edilirse ortaya çıkarlar mı acaba? Bence çıkarlar ve hiç utanmadan davayı tekrar sahiplenmeye çalışacaklar. Ama Çeçenlerin böyle korkaklara ihtiyacı yok sanıyorum. Türkiye’de bazı isimlere Çeçen liderler bizzat mektuplar yazarak, mesajlar göndererek teşekkürlerini ilettiler. Ama maalesef savaşın gerçeklerindendir şehadet, onların çoğu şehit düştü. O “terörist” olanlar, hiç geri adım atmadılar, Allah yolunda, hak uğruna tüm zorluklara rağmen mücadeleye devam ettiler. Ve Allah’a verdikleri, halkımıza verdikleri sözlerini tuttular. Onların arkasından yeni gençler liderliği alarak devam ettirmekteler. Resulullah S.A.V. döneminde Uhud savaşında Hz. Hamza şehit oldu, ama Resulullah S.A.V. mücadeleyi bırakmadı. Ama Hz. Hamza Resulullah için çok önemli biri idi. Uhud savaşını kaybettiler ama mücadeleyi bırakmadılar. Sayıca hep az oldular ama galip geldiler. Bugün Çeçenistan’da mücadele verenler de işgalcilerden ve işbirlikçi hainlerden sayıca çok az, ama pes etmeden mücadele veriyorlar. Onlar adeta Resulullah dönemindeki sahabeler gibi Allah’a sımsıkı sarılmışlar ve Allah’tan yardım geleceğine iman eden insanlar. Tüm dünya’da medya kuruluşlarını elinde tutan yahudi lobilerinin müslümanlara karşı yürüttükleri propogandaya rağmen, mücahidler şehit oluncaya kadar mücadeleyi bırakmıyorlar. Çeçenlere karşı bu gün yürüttükleri yepyeni bir propoganda var. Yani, Çeçenistan’da Çeçen bir başkan seçilmiş, Grozny merkezinde büyük bir cami inşa edilmekte ve Rus yanlısı başkan Mekke’ye gidip kabenin yıkma törenine ve merasimine çağırılıyor. Çeçenistan’da Mekke’de bazı Ali Sabuni gibi satılmış şeyhlerin yanında sohbet ederken rus yanlısı başkanını göstererek, hatta “sizin yaptığınız en büyük cihaddır” diyen bu şeyhlerin desteğiyle çeçen halkını tekrar uyutmaya çalışıyor. Çeçen halkı seçeneğini 16 sene önce Şeyh Mansur meydanında yapmıştır. Çeçen halkı bağımsızlık istiyor. Bağımsız bir devlet olmadıktan sonra bir ulus olamayacağını gayet iyi biliyor. Bugün işgalcilerin vahşi savaş makinasının altında bir de işbirlikçilerin işkenceleriyle ezilmiş olan Çeçen halkı tabi ki hayatta kalabilmek için Rus yanlısı başbakanı desteklediklerini söyleyebilirler. Ne yapsınlar? Eğer söylemezlerse ne olacağını gayet iyi biliyorlar. Her gün bu zülme haksızlığa dayan(a)mayan bazı insanların çıkışlarının akibetini görüyorlar.
Çeçen direnişçiler daha doğrusu Çeçen İçkeriya Cumhuriyeti Askeri Şuraya bağlı mücahid güçleri her sene ramazan ayında, tüm müslümanlardan yardım beklediklerini çeşitli yollarla dünya müslümanlara duyuruyorlar. Kulandıkları yollar internettir. Televizyonda biri çıkıp bizler mücahidlerin temsilcileriyiz, bizlere maddi destek verin diyemiyorlar. Neden? Çünkü yasak. Neden? Çünkü tüm medya kuruluşları birilerinin kontrölü altında. Ama müslümanlar yine Çeçenlere yardımcı oluyorlar. Nasıl? Erzak veriyorlar. Öyle erzaklar veriliyor ki, bir aile belki 10-15 kuruluştan erzak alıyor. Kendileri gelip veriyorlar. Ve Çeçenlere yardım yapmış oluyorlar. Elbette o yardımdır. O aileler ihtiyaç sahipleri. Ama o ailelerin Çeçenistan’daki dağlarda mücadele veren kardeşlerine ve babalarına yardımı kim yapacak, asıl yardım edilmesi gerekenler onlar. Onlar o erzaklarını oraya gönderemiyorlar. Dağlardaki mücahidlere işgalcilere karşı savaşmak için mermi lazım, silah lazım. Eskiden hiç sorun olmadan Çeçenlere silah yardımı da yapılırdı yani maddi yardımlar. Şimdi ne değişti acaba. Ben Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşan bazı siyasi parti milletvekillerini hatırlıyorum şöyle derlerdi: “ Çeçenistan’a yardım etmek bizim borcumuzdur. Hiçbir şey yapamıyorsak oraya ordumuzu gönderelim. Onlar bizim kardeşlerimiz.” O milletvekilleri Bakanlar oldular, hiçbir şey yapamadılar.
Bugün hiç olmamış gibi Çeçen Mücahidler arasında birlik var ve Komuta sistemi oluşturmuşlar. Her bölge Komutanı kendine verdiği görevi yerine getirmek için mücadele vermektedir. Dış ülkelerde Fahri Konsolosluklar açılmış durumda. Siyasi platform’da mücadele veren bürokratlar var. Çeçenlere gereken şey maddi destektir. Düşünün bir küçücük ülke, 16 sene Dünyanın süper güçlerinden olan Rusya’ya karşı 16 senedir fiili savaş vermektedir. Güçleri azalmış, yaklaşık 18.000 mücahid şehit olmuş. Önde gelen liderlerini şehit vermişler ve şimdi yeni lideri olan Dokka Umarov önderliğinde tekrar toparlanmışlar ve mücadelenin üçüncü döneme girmiş durumdalar. Tek söyledikleri şey: “ Müslümanlar bizlere maddi ve manevi destek verin.”
Elbette müslümanların çok problemleri var, başta Filistin, Irak, Afganistan ve diğerleri. Ümmet kan ağlıyor. Bu gün hangi islam ülkesine bakarsak bakalım, müslümanlar öldürülüyor. Hakları elinden alınmış ve zülüm altındalar bir şekilde. Tabi ki hangisine yetişelim diye soru aklımıza gelecek. Hepsine yetişmemiz lazım. Çünkü Türkiye 700 sene bu işi en iyi yapanlardandır. Dünya müslümanları Türkiyeden bir şeyler beklemekteler. Bilhassa Çeçenistan halkı halen Osmanlı bize yardım edecektir ve onların bir gün Kafkasya’ya el atacaklarını ümidi içerisindeler. İyice düşünün bu insanlar veya bizler bir daha ki sene olmayabiliriz...


Hadi Mansur
kaynak:Çeçen - Online
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Şanlı FİLİSTİN İntifadası 20 Yaşında


İLK İNTİFADA NASIL BAŞLADI?
7 Aralık 1987’de Filistinli işçileri taşıyan arabaya bir Yahudinin kamyonetiyle çarparak dört Filistinlinin ölümüne, dokuz Filistinlinin de yaralanmasına sebep olması üzerine başladı İntifada. Olayda ölen ve yaralanan Filistinliler Gazze Şifa Hastanesi'ne getirildi. Üyelerinin tamamı İslâmi Hareket mensubu olan Gazze İslâm Üniversitesi Öğrenci Meclisi de Şifa Hastanesi'ne giderek yaralılarla ve ölenlerin aileleriyle ilgilenmeyi kararlaştırdılar. Bu kararlarını hoparlörlerle duyuran öğrenciler halkı da Şifa Hastanesi'nin etrafında toplanmaya çağırdılar.
Halk Gazze İslâm Üniversitesi Öğrenci Meclisi'nin çağrısına uyarak 8 Aralık 1987 sabahı erken saatlerden itibaren Şifa Hastanesi'nin etrafını sarmaya başladı. Arkasından Yahudi askerler gelerek kalabalığın dağılmasını istediler. Kalabalık dağılmamakta direnince askerler üzerlerine ateş açtı. Ama halk yine dağılmadı ve Yahudi askerlere taşlarla saldırdı. İşte bu olay İntifada’nın başlangıcı oldu. Bu olaydan sonra Filistin'in ve özellikle Gazze bölgesinin her tarafında işgalci askerlere taşlarla saldırıldı. Tam 20 yıl önce Filistin'in sembolü olan ‘taşlı direniş’ başladı ve taşa karşı tankla karşılık veren işgalci İsrail devleti bugüne kadar onbinlerce Filistinliyi şehit etti.
ŞARON’UN KIŞKIRTMASI VE AKSA İNTİFADASI
Barış görüşmeleri sebebiyle beklemeye başlayan Filistin halkını yeniden intifadaya götüren olay 29 Eylül 2000 Cuma günü gerçekleşti. Sabra ve Şatilla katliamlarının sorumlusu olması sebebiyle "Beyrut kasabı" olarak anılan dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'ya provokatif bir ziyaret düzenlemesinin ardından protesto gösterileri başladı ve 2. İntifada'nın da fitili ateşlenmiş oldu.


İSRAİL, ÇOCUKLARA KIYIYOR
Yalnızca İkinci İntifada'nın başlamasından bu yana 2 bin civarında çocuk katledildi.
Aksa İntifadası'nda da hayatını kaybedenlerin yüzde 29'unu 16 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Yaralıların ise yüzde 60'ı 18 yaşın altında. Çatışmaların yoğun olarak sürdüğü bölgelerde her gün en az 5 çocuk ölüyor ve 10'un üzerinde çocuk da yaralanıyor.
Şu ana kadar esirler hakkında yayınlanan en detaylı raporlardan birisine göre, Aksa İntifadası'nın başladığı günden bugüne kadar 62 bin Filistinli esir edildi. Bu tutsaklardan 11 bin 600 tanesi halen 30 farklı Siyonist hapishanede esir hayatı yaşamaya devam ediyor.
İNTİFADA'NIN ÖNEMİ NE?
İntifada, Filistin meselesini yeniden dünya kamuoyunun gündemine getirdi. Siyonist rejimin hizmetindeki yayın kuruluşlarının çabaları sonucu unutulmaya yüz tutmuş olan Filistin meselesi böylece yeniden dünya kamuoyunun gündeminde ilk sıralarda yerini aldı. Filistin davasının en önemli direnç noktası olan ve İntifada'yı da sürekli kılan birlik tablosu ise son zamanlarda üzücü bir boyuta ulaştı. Filistin halkının oylarıyla iktidara gelen HAMAS Batılı güçler tarafından yok sayılırken, El Fetih hareketinin Batı yanlısı politikası da İntifada'yı olumsuz etkileyen faktörler arasında.
Siyonist tankının karşısındaki imanlı yürekler
İşgal altındaki Filistin topraklarındaki direnişi sembolize eden İntifada, bundan tam 20 yıl önce başlamıştı. İsrail tanklarına karşı, eli taşlı Filistinli gençlerin direnişi tüm dünyada Filistin davasının yeniden gündeme gelmesini sağlarken, 20 yıl içerisinde onbinlerce Filistinli şehit edildi, onbinlerce Filistinli de yaralandı. Sadece 2000 yılında başlayan İkinci İntifada’da katledilen çocuk sayısı 2 bini aştı. Filistin halkının bugün ortaya koyduğu bölünmüşlük görüntüsü ise tüm dünya Müslümanlarını üzüntüye sevk ediyor.


saaf online
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
UNUTULAN ÜLKE : ÇEÇENİSTAN



Kuzey Kafkasya’da 16 yıl devam eden mücadelenin adı olmuş Çeçenistan. Müslümanların bir kaç sene önce dilinden düşürmediği ülke ve çeçen halkı artık hiç hatırlanmaz hale gelmiş. Evet dünya değişmiş, insanlar da. Ama tek değişmeyen bir yer var, Çeçenistan. Birkaç yıl önce televizyon kanallarında dillerden düşmeyen Çeçenistan, artık hiç gündeme bile gelmiyor. Geçenlerde bir televizyon kanalında Yardım Kuruluşlarının bir araya geldiği özel bir program vardı. Konuklar konuşurken, tek bir insan, sayın Av.Bülent Yıldırım, Çeçenleri zikretti, ama arkasını getirmemesi için, sunucu araya girip konuşmasına izin vermedi. Daha doğrusu, sunucunun Çeçenler gibi bir problemi olsaydı, “Evet, ne oluyor Çeçenistan’da? Tamamen gündemden düştü. Oradaki müslüman kardeşlerimiz ne durumdalar sayın Bülent Yıldırım? Sizler bölgeyi en iyi tanıyanlardansınız? Adeta, yetim kalan Çeçenlerin tek umudusunuz. Biraz oradaki kardeşlemizden bahsedelim”, derdi. Ama hayır, öyle olmadı, hemen Afrikadaki problemlere geçildi. Ben programı izlerken görüyordum B.Yıldırım Çeçenistan’ı konuşmak istiyordu. Söylenecek çok şeyler vardı. Ama olmadı, olacak merak etme kardeşim. O eski günler geri gelecek. Çeçenler tekrar zafer bayrağını sallayacaklar.
Eskiden Çeçenlere sahip çıkan, Çeçenlerin tüm problemlerini göğüsleyen insanlar ve isimler vardı Türkiye’de. Artık o isimleri hiç duymuyoruz ve nerde olduklarını bile bilemiyoruz. Çeçenler uluslararası platformda “terörist” ilan edildiği için mi bu insanlar ortadan kayboldular. Yarın tekrar Çeçenler özgürlük savaşçıları olarak ilan edilirse ortaya çıkarlar mı acaba? Bence çıkarlar ve hiç utanmadan davayı tekrar sahiplenmeye çalışacaklar. Ama Çeçenlerin böyle korkaklara ihtiyacı yok sanıyorum. Türkiye’de bazı isimlere Çeçen liderler bizzat mektuplar yazarak, mesajlar göndererek teşekkürlerini ilettiler. Ama maalesef savaşın gerçeklerindendir şehadet, onların çoğu şehit düştü. O “terörist” olanlar, hiç geri adım atmadılar, Allah yolunda, hak uğruna tüm zorluklara rağmen mücadeleye devam ettiler. Ve Allah’a verdikleri, halkımıza verdikleri sözlerini tuttular. Onların arkasından yeni gençler liderliği alarak devam ettirmekteler. Resulullah S.A.V. döneminde Uhud savaşında Hz. Hamza şehit oldu, ama Resulullah S.A.V. mücadeleyi bırakmadı. Ama Hz. Hamza Resulullah için çok önemli biri idi. Uhud savaşını kaybettiler ama mücadeleyi bırakmadılar. Sayıca hep az oldular ama galip geldiler. Bugün Çeçenistan’da mücadele verenler de işgalcilerden ve işbirlikçi hainlerden sayıca çok az, ama pes etmeden mücadele veriyorlar. Onlar adeta Resulullah dönemindeki sahabeler gibi Allah’a sımsıkı sarılmışlar ve Allah’tan yardım geleceğine iman eden insanlar. Tüm dünya’da medya kuruluşlarını elinde tutan yahudi lobilerinin müslümanlara karşı yürüttükleri propogandaya rağmen, mücahidler şehit oluncaya kadar mücadeleyi bırakmıyorlar. Çeçenlere karşı bu gün yürüttükleri yepyeni bir propoganda var. Yani, Çeçenistan’da Çeçen bir başkan seçilmiş, Grozny merkezinde büyük bir cami inşa edilmekte ve Rus yanlısı başkan Mekke’ye gidip kabenin yıkma törenine ve merasimine çağırılıyor. Çeçenistan’da Mekke’de bazı Ali Sabuni gibi satılmış şeyhlerin yanında sohbet ederken rus yanlısı başkanını göstererek, hatta “sizin yaptığınız en büyük cihaddır” diyen bu şeyhlerin desteğiyle çeçen halkını tekrar uyutmaya çalışıyor. Çeçen halkı seçeneğini 16 sene önce Şeyh Mansur meydanında yapmıştır. Çeçen halkı bağımsızlık istiyor. Bağımsız bir devlet olmadıktan sonra bir ulus olamayacağını gayet iyi biliyor. Bugün işgalcilerin vahşi savaş makinasının altında bir de işbirlikçilerin işkenceleriyle ezilmiş olan Çeçen halkı tabi ki hayatta kalabilmek için Rus yanlısı başbakanı desteklediklerini söyleyebilirler. Ne yapsınlar? Eğer söylemezlerse ne olacağını gayet iyi biliyorlar. Her gün bu zülme haksızlığa dayan(a)mayan bazı insanların çıkışlarının akibetini görüyorlar.
Çeçen direnişçiler daha doğrusu Çeçen İçkeriya Cumhuriyeti Askeri Şuraya bağlı mücahid güçleri her sene ramazan ayında, tüm müslümanlardan yardım beklediklerini çeşitli yollarla dünya müslümanlara duyuruyorlar. Kulandıkları yollar internettir. Televizyonda biri çıkıp bizler mücahidlerin temsilcileriyiz, bizlere maddi destek verin diyemiyorlar. Neden? Çünkü yasak. Neden? Çünkü tüm medya kuruluşları birilerinin kontrölü altında. Ama müslümanlar yine Çeçenlere yardımcı oluyorlar. Nasıl? Erzak veriyorlar. Öyle erzaklar veriliyor ki, bir aile belki 10-15 kuruluştan erzak alıyor. Kendileri gelip veriyorlar. Ve Çeçenlere yardım yapmış oluyorlar. Elbette o yardımdır. O aileler ihtiyaç sahipleri. Ama o ailelerin Çeçenistan’daki dağlarda mücadele veren kardeşlerine ve babalarına yardımı kim yapacak, asıl yardım edilmesi gerekenler onlar. Onlar o erzaklarını oraya gönderemiyorlar. Dağlardaki mücahidlere işgalcilere karşı savaşmak için mermi lazım, silah lazım. Eskiden hiç sorun olmadan Çeçenlere silah yardımı da yapılırdı yani maddi yardımlar. Şimdi ne değişti acaba. Ben Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşan bazı siyasi parti milletvekillerini hatırlıyorum şöyle derlerdi: “ Çeçenistan’a yardım etmek bizim borcumuzdur. Hiçbir şey yapamıyorsak oraya ordumuzu gönderelim. Onlar bizim kardeşlerimiz.” O milletvekilleri Bakanlar oldular, hiçbir şey yapamadılar.
Bugün hiç olmamış gibi Çeçen Mücahidler arasında birlik var ve Komuta sistemi oluşturmuşlar. Her bölge Komutanı kendine verdiği görevi yerine getirmek için mücadele vermektedir. Dış ülkelerde Fahri Konsolosluklar açılmış durumda. Siyasi platform’da mücadele veren bürokratlar var. Çeçenlere gereken şey maddi destektir. Düşünün bir küçücük ülke, 16 sene Dünyanın süper güçlerinden olan Rusya’ya karşı 16 senedir fiili savaş vermektedir. Güçleri azalmış, yaklaşık 18.000 mücahid şehit olmuş. Önde gelen liderlerini şehit vermişler ve şimdi yeni lideri olan Dokka Umarov önderliğinde tekrar toparlanmışlar ve mücadelenin üçüncü döneme girmiş durumdalar. Tek söyledikleri şey: “ Müslümanlar bizlere maddi ve manevi destek verin.”
Elbette müslümanların çok problemleri var, başta Filistin, Irak, Afganistan ve diğerleri. Ümmet kan ağlıyor. Bu gün hangi islam ülkesine bakarsak bakalım, müslümanlar öldürülüyor. Hakları elinden alınmış ve zülüm altındalar bir şekilde. Tabi ki hangisine yetişelim diye soru aklımıza gelecek. Hepsine yetişmemiz lazım. Çünkü Türkiye 700 sene bu işi en iyi yapanlardandır. Dünya müslümanları Türkiyeden bir şeyler beklemekteler. Bilhassa Çeçenistan halkı halen Osmanlı bize yardım edecektir ve onların bir gün Kafkasya’ya el atacaklarını ümidi içerisindeler. İyice düşünün bu insanlar veya bizler bir daha ki sene olmayabiliriz...


Hadi Mansur

kaynak:Çeçen - Online
Selemü alayküm,ibret ve ders alınması gereken güzel bilgiler vardı Allah c.c. razı olsun kardeşim.
Müslüman kardeşlerimizi bizlere unutturmak için elinden gelenleri yapıyorlar ama bu canlar bu bedende olduğu müddetçe asla o kardeşlerimiz unutulmayacaktır.

«Size selâm verildiğinde, siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını sorucudur.» Nisa sûresi, âyet: 86
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selemü alayküm,ibret ve ders alınması gereken güzel bilgiler vardı Allah c.c. razı olsun kardeşim.
Müslüman kardeşlerimizi bizlere unutturmak için elinden gelenleri yapıyorlar ama bu canlar bu bedende olduğu müddetçe asla o kardeşlerimiz unutulmayacaktır.

«Size selâm verildiğinde, siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını sorucudur.» Nisa sûresi, âyet: 86



Ve aleyküm selam değerli kardeşim..Rabbimiz c.c sizden de razı olsun ebeden..Rabbimiz c.c neşeye, sefaya dalıp da o mazlum kardeşlerimizi unutanlardan eylemesin bizleri inşallah..Yazı, müslümanların vurdumduymazlığını çarpıcı bir realiteyle gözler önüne seriyor.. ''Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılığı'' bırakmadıkça o yılan eninde sonunda gelecek bizim boynumuza dolanacaktır..Rabbimiz c.c tüm müslümanlara kardeşlik ve ümmet şuurunu versin, bizleri birleştirsin ve küfür milletine karşı tek yürek yapsın inşallah..Amin..

Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim değerli kardeşim..Rabbimize emanetsiniz..Selam ve baki dua ile inşallah.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[youtube]hz9FQu1bLI4[/youtube]



Selamün Aleyküm değerli kardeşim..Rabbimiz c.c razı olsun bu güzel ve kıymetli katkınız için..Bu güzel şehadet türküsünü Radyo Filistin'de hep dinliyordum:A.. Yalnız söyleyenin ismini bilmiyorum..Bir de Fırqat Al-İsra (GRUP İSRA) Grubu var, hep Hizbullah ve Hamas mücahidleri için güzel marşlar seslendiriyorlar..Bu ismi şu an dinleyince o coşkulu marşlar geldi aklıma..''Şehadet, şehadet...'' Rabbimiz c.c bizleri de layık görür inşallah..Çok teşekkür ederim değerli kardeşim..Emeğinize sağlık olsun inşallah..Rabbimiz c.c ecrinizi kat kat lütfeylesin inşallah..Rabbimize emanet olun..Selam ve baki dua ile.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt