Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
maide%2035.jpg
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
KOMUTAN HATTAB

HATTAB

hattab3.jpg



Şehidimiz Ibn-ul HATTAP

"Hepimiz Allah'ın elindeyiz. Burada ki 3 kişiden birimizin tek eli yok birimizin tek gözü yok diğerimizin de tek ayağı... Üçümüz de bir şekilde yaralı veya sakatız. Biz diger mücahidlerin arasındayız. Operasyonlarda bizzat yer alıyoruz. Aynı diğer mücahidler gibi ön cephelerde ağır silahlarla çatışıyoruz. Bir operasyona çıkarken Allah'ın bize şehadet nasip etmesi için dualar ediyoruz. Allah'a bizim canımızı kendi yolunda alması için yalvarıyoruz. Allah'ın yolunda ölmek bir şereftir ve biri Allah'a hizmet etmek istiyorsa bırakın etsin...." Ibnul Hattab-2001
O hayatının yarısını cephelerde silah başında geçirdi. O ailesınden sevdiklerinden ülkesinden lüks hayattan çok uzaklarda şehadeti aradı. Daha 15 yaşındayken zengin ve varlıklı olan ailesi onu okuması için ABD'ye yollamıştı. Onun gözü ise cihaddaydı. Bir fırsatını bulup o zamanların en büyük cihadı olan Afgan cihadına katıldığında daha 17 yaşına yeni girmişti. Cephede büyümüştü Hattab. Savaşın sonuna kadar da ayrılmadı Afganistan'dan. Afgan cihadı bitince Tacikistan'a cihada gitmisti Hattab ve onun bir sonraki durağı da Çeçenya olmuştu.
- "Televizyon'da alnında La İlahe İlallah yazan bantlar ve tekbir getiren çocukları görünce orada cihad olduğunu anlamıştım ve oraya gitmeye karar verdim" diyordu Hattab. 1995 yılında 8 Arap arkadaş ile birlikte Çeçenistan'a gidiyordu.Onun söylediği bir başka sey ise
- "Bizi cihada gitmekten alıkoyan şey ailelerimiz. Buraya gelen hiç kimse ailesinden izin alıp gelmiyor. Eğer ailemizi dinleyip geri dönseydik bu cihadı kim üstlenecekti. Bazen anneme telefon açarım hâla benim dönmem için adeta yalvarır fakat eğer biz annelerimizi ziyaret etmek için bile dönsek bu görevi kim devam ettirecek." diyordu Hattab.
Baska bir gün de
- "Allah bize kafirlere karşı onların silahlarıyla savaşmamızı emrediyor bugün kafirlerin en büyük silahı ise medya ve propaganda. Öyleyse biz de kendi medyamızı kendi propogandamız için kullanmalıyız" diyordu. Hattab Çeçenistan'a ilk geldiğinde hemen kendi grubunu kurmuştu. Özellikle 1996 yılının nisan ayında yaptığı ünlü Shatoi baskınından sonra adını duyurdu ve Rusya'nın en çok aranan isimleri arasında yerini aldı. Bu baskında yaklaşık 50 mücahid bir Rus konvoyuna pusu kurarak köşeye sıkıştırmıstı ve 30 askeri kamyon ve 20 tanktan olusan dev konvoyu tamamen imha ederek 2 saat içinde çoğu subay 350 Rus askerini öldürdükten sonra neredeyse bir mucizeyi başarıyordu. Çatışmanın sonunda mücahidler sadece 3 şehid vermişlerdi. Savaş bittikten sonra Şamil Basayev'le beraber askeri bir kamp açan Hattab burada 600 mücahide askeri eğitim veriyordu.
1997 yılı geldiğinde komsu cumhuriyet Dağıstan'daki Rus askeri karargahına saldıran mücahidler burada birkaç saat içinde yüzlerce Rus askerini öldürdükten sonra geri çekildiler. Ruslar gerçekten büyük bir darbe yemişlerdi ve mücahidlerden de Hattab'ın yakın arkadaşlarından biri Ebu Bekir şehid düşüyordu. Bu operasyon çok kısa sürede bir Rus karargahının büyük bir kısmının imha edilmesiyle sonuçlanıyordu fakat Hattab'ın yeni amacı da ortaya çıkıyordu. Bağımsızlığını kazanan Çeçenistan'dan sonra sıra Dağıstan'a gelmışti ve simdi bir avuç mücahid bu işi üstlenecekti. 1999 yılında ikinci defa Dağıstan'a giren Hattab ve arkadaşları bu kez birkaç saatte geri dönmemeye kararlıydılar. Dağıstan'ın içlerine doğru ilerleyen mücahidler 14 tane köyü ele geçirmişlerdi. Bir avuç mücahid gerçekten de büyük işler başarıyordu...
Dagıstan'daki tüm Rus askerleri alarm durumuna geçmışti. Yaklaşık 600 mücahidin karşısında 12000 Rus askeri vardı fakat mücahidler halkın desteğini arkalarına almayı umuyorlardı. Ruslar'a beklemedikleri zamanda saldıran mücahidler Dağıstan içlerinde ilerlerken onları durdurmak isteyen Ruslar ise çaresizce bölgedeki dağları ve köyleri bombalıyordu. Bunun üzerine Dağıstan halkı savaş korkusuyla köyleri boşaltmaya başlamıştı. Çatışmalarda büyük kahramanlıklar gösteren mücahidler Hattab'ın en iyi arkadaşının şehadetiyle yıkılıyordu. Hakeem Al Madani bir Arap komutandı ve Hattab'ın Çeçen savaşının başından beri çok yakın arkadası ve yardımcı komutanıydı. Dagıstan'da bir başka önemli şehid daha verilmışti bu da Hattab'ın askeri kamplarında üst düzey görev alan mücahid komutan Musab'dı. Ruslar Dağıstan'da yenilmeye başlamıstı. Operasyonun 10. günü geride kalırken Ruslar geride 500'den fazla ceset 25 kadar tank hurdası onlarca askeri aracın yığıntıları bırakıyordu. Savaşın ilk günleri sadece havadan saldırmayı tercih eden Ruslar bu esnada 1 savaş uçağı ile 8 helikopterlerini kaybediyorlardı.
Halktan beklediği desteği alamayan mücahidler geri çekilmişlerdi fakat 3-4 gün sonra bu kez 1000 kişi olarak dönmüşlerdi Dağıstan'a. Mücahidlere birkaç yüz Çeçen ve Dağıstan'lı daha katılmıştı. Bu kez çıkan çatışmalar çok daha ağırdı ve Ruslar 700 asker daha kaybediyorlardı. Hemen ardından önce Dağıstan'da bir sivil yerleşim biriminde daha sonra da Moskova'da meydana gelen patlamalar 280 Rus sivilin canını alıyordu. Ruslar bunun suçunu Hattab'a atarak kendisinin başına 1 milyon dolar koydular. Mücahidler zaten Dağıstan'da aradıkları halk desteğini bulamamışlardı ve bu olaylar onları iyice sarsmıştı. Bir de bu yetmezmış gibi Ruslar Çeçenıstan'ı yeniden kusatmıştı ve yeni savaş başlıyordu. Böylece Ağustos 1999'da başlayan Dağıstan macerası mücahidler için 1 ay sonra sona ererken yeni bir savas da baslıyordu. Hattab ise her zamanki gibi bu operasyonu da kameraya almıştı ve Dünya'ya dağıtmıştı. Kendi evinde yüzlerce operasyonun çekilmiş video kasedi vardı ve medyanın çok önemli olduğuna inanırdı. Dagıstan'dan döner dönmez komutanın başına geçerek Çeçenya savunmasına katıldı.
Çeçenya'daki Arap ve yabancı mücahidlerın komutasını kendisi almıştı. Çeçenya'da 1999-2002 yılları arasında birçok başarılı operasyona liderlık etti ve 19 mart 2002'de hain bir saldırı sonucu şehid oldu. Mücahidlerın arasına karışıp güvenlerini kazanan bir Dağıstanlı hain Hattab'a başka bir komutandan mektup taşıyordu. Mektubu Rus gizli servisinden aldığı zehirle zehirledi ve mektubu alan Hattab 5 dakıka içinde cennete kanatlandı. Hattab'ın gerçek ismi bilinmiyor ve bu ismi kod adı olarak kullanıyordu. İngilizce pestuca, Arapça ve Rusça bilen Hattab oldukça kültürlü bir mücahid olarak biliniyordu.
- "Yıllar önce Afganistan'day ken eğer bir gün gelip bana Ruslar'la tekrar Rusya'nın içinde savaşacağımızı söyleseydiniz size asla inanmazdım" diyordu fakat Ruslar'la Dağıstan'da müthış bir mücadeleye giriyordu büyük mücahid. Hattab Afganistan'a gittiği zaman daha çok genç olmasına rağmen hemen dikkat çekiyordu. Bir mücahid, Hattabın ilk kez Celalabad daki eğitim kampına geldiğinde gördüğü zamanki izlenimlerini söyle anlatıyor.

- "Celalabad daki eğitim kampı hemen hergün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslara karşı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar esyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çıkarken yeni bir grup geldi. Hattabı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaslarında henüz sakalları yeni yeni çıkan uzun saçlı bir genç… Henüz gelmişti, ilk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adını sordum. "- Ibn-ul-Hattab" la böylece tanışmıs oldum. "...... Başka bir mücahid, Hattab'ın Afganistan'da karnından 12.7 mm'lik ağır bir makinali mermisi ile yaralanmasını söyle anlatıyor. (12.7 mm 'lik bu silah zirh delici olarak kullanılmaktadır ve insan vücuduna isabet etse onu kıyma haline getirir, bunu her askeri uzman tasdik edecektir.)
- "Operasyon sırasında biz cephe gerisinde ufak bir evde idik. Akşam olmuştu ve savaş çok çetin bir şekilde devam ediyordu. Hattab birden odadan içeri girdi, yüzü solgundu, birşey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Yavasça yürüyerek bize doğru geldi ve yanımıza oturdu. Herhangi bir acı ifadesi göstermiyordu ama birşeylerin ters gittiğini anlamıştık, genellikle suskun birisi olmayan Hattab, oldukça sessizdi. Yaralanıp yaralanmadığını sorduk. Ufak bir sıyrık, önemli birşey yok, dedi. Bir kardeş yanına gidip yarasına bakmak istediğinde önemli birşeyin olmadığını tekrar ederek onu geri çevirmeye çalışti ama kardeş Hattabı zorlayarak yaraya baktı, elini karnına koydu. Hattabın yarası şiddetli bir şekilde kanıyordu, elbisesi tamamen kana bulanmıştı. Hemen bir araç çağırarak onu bir an önce en yakın hastaneye ulaştırmak için harekete geçtiğimizde halen bunun hafif bir yara olduğıunu önemli bir durumun olmadığını söylüyordu."

Afganistanda el yapımı bir el bombasını atarken elinde patlaması sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetti. Mücahidler Pesavara gidip orada tedavi olması için ikna etmeye çalıştılar isede o, Hz.Muhammed (S.A.V.) efendimizin sünneti üzere yarasını biraz bal ile sarmiş ve arkadaşlarının teklifini reddedmiş, bunun için Pesavar'a kadar gitmeye gerek yok demiştir. Parmaklarını halen benzer bir şekilde bandajlıdır. Hattab birçok müslüman tarafından zamanımızın Halid Bin Velidi olarak görülmektedir. Ölümün Allahın önceden takdir ettiği bir zamanda, 'ne bir dakika önce nede bir dakika sonra' geleceğine inanmaktaydı. Birçok kez ölüm tehlikesi atlatmış ve suikast girişimlerinden kurtulmuştu. En yakını, 4 tonluk bir Rus kamyonunu kullanırken Ruslar tarafından kamyon bombalanmış, parça parça olan kamyondan Hattab, Allah'ın izniyle burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Zeki, cesur ve güçlü bir kişilige sahipti. Dağıstan'lı bır bayanla evlı olan Hattab'ın 2 kız çocuğu bulunmaktadır. Askerleri tarafından çok sevilen Hattab,kendisi ile oyun oynanmayacak birisi olarak tanınırdı. Askerleri ile yakından ilgilenir, onların kişisel problemlerini çözmelerinde yardımcı olur, onlara kendileri için alişveriş yapmaları için para verirdi. Herbiri ilerde kendisinin yerini alabilecek kadar iyi yetişmis bir kumandan kadrosu vardı. Hattab, Ruslar Kafkasyadan Orta Asya'ya kadar bütün müslüman topraklarını tamamen terk edip gidinceye kadar onlarla savaşmaya azmetmiştir. "Rusları ve taktiklerini biliyoruz. Zayıf yönlerini de bildiğimiz Rus Ordusuna karşı savaşmak bizim için başka bir orduyla savasmaktan daha kolay." demişti. Hattab Ruslar her ne kadar onu terörist ilan etse de yüzyılın en büyük mücahidlerinden biriydi ve Ruslar onu öldüremediler sadece cennete kanatlanmasını ve hakettiği nimetlerden faydalanmasını sağladılar...

Yazan: Akkus Basayev
hattabvasiyet.jpg
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
KOMUTAN HATTAB

HATTAB

hattab3.jpg



Şehidimiz Ibn-ul HATTAP

"Hepimiz Allah'ın elindeyiz. Burada ki 3 kişiden birimizin tek eli yok birimizin tek gözü yok diğerimizin de tek ayağı... Üçümüz de bir şekilde yaralı veya sakatız. Biz diger mücahidlerin arasındayız. Operasyonlarda bizzat yer alıyoruz. Aynı diğer mücahidler gibi ön cephelerde ağır silahlarla çatışıyoruz. Bir operasyona çıkarken Allah'ın bize şehadet nasip etmesi için dualar ediyoruz. Allah'a bizim canımızı kendi yolunda alması için yalvarıyoruz. Allah'ın yolunda ölmek bir şereftir ve biri Allah'a hizmet etmek istiyorsa bırakın etsin...." Ibnul Hattab-2001
O hayatının yarısını cephelerde silah başında geçirdi. O ailesınden sevdiklerinden ülkesinden lüks hayattan çok uzaklarda şehadeti aradı. Daha 15 yaşındayken zengin ve varlıklı olan ailesi onu okuması için ABD'ye yollamıştı. Onun gözü ise cihaddaydı. Bir fırsatını bulup o zamanların en büyük cihadı olan Afgan cihadına katıldığında daha 17 yaşına yeni girmişti. Cephede büyümüştü Hattab. Savaşın sonuna kadar da ayrılmadı Afganistan'dan. Afgan cihadı bitince Tacikistan'a cihada gitmisti Hattab ve onun bir sonraki durağı da Çeçenya olmuştu.
- "Televizyon'da alnında La İlahe İlallah yazan bantlar ve tekbir getiren çocukları görünce orada cihad olduğunu anlamıştım ve oraya gitmeye karar verdim" diyordu Hattab. 1995 yılında 8 Arap arkadaş ile birlikte Çeçenistan'a gidiyordu.Onun söylediği bir başka sey ise
- "Bizi cihada gitmekten alıkoyan şey ailelerimiz. Buraya gelen hiç kimse ailesinden izin alıp gelmiyor. Eğer ailemizi dinleyip geri dönseydik bu cihadı kim üstlenecekti. Bazen anneme telefon açarım hâla benim dönmem için adeta yalvarır fakat eğer biz annelerimizi ziyaret etmek için bile dönsek bu görevi kim devam ettirecek." diyordu Hattab.
Baska bir gün de
- "Allah bize kafirlere karşı onların silahlarıyla savaşmamızı emrediyor bugün kafirlerin en büyük silahı ise medya ve propaganda. Öyleyse biz de kendi medyamızı kendi propogandamız için kullanmalıyız" diyordu. Hattab Çeçenistan'a ilk geldiğinde hemen kendi grubunu kurmuştu. Özellikle 1996 yılının nisan ayında yaptığı ünlü Shatoi baskınından sonra adını duyurdu ve Rusya'nın en çok aranan isimleri arasında yerini aldı. Bu baskında yaklaşık 50 mücahid bir Rus konvoyuna pusu kurarak köşeye sıkıştırmıstı ve 30 askeri kamyon ve 20 tanktan olusan dev konvoyu tamamen imha ederek 2 saat içinde çoğu subay 350 Rus askerini öldürdükten sonra neredeyse bir mucizeyi başarıyordu. Çatışmanın sonunda mücahidler sadece 3 şehid vermişlerdi. Savaş bittikten sonra Şamil Basayev'le beraber askeri bir kamp açan Hattab burada 600 mücahide askeri eğitim veriyordu.
1997 yılı geldiğinde komsu cumhuriyet Dağıstan'daki Rus askeri karargahına saldıran mücahidler burada birkaç saat içinde yüzlerce Rus askerini öldürdükten sonra geri çekildiler. Ruslar gerçekten büyük bir darbe yemişlerdi ve mücahidlerden de Hattab'ın yakın arkadaşlarından biri Ebu Bekir şehid düşüyordu. Bu operasyon çok kısa sürede bir Rus karargahının büyük bir kısmının imha edilmesiyle sonuçlanıyordu fakat Hattab'ın yeni amacı da ortaya çıkıyordu. Bağımsızlığını kazanan Çeçenistan'dan sonra sıra Dağıstan'a gelmışti ve simdi bir avuç mücahid bu işi üstlenecekti. 1999 yılında ikinci defa Dağıstan'a giren Hattab ve arkadaşları bu kez birkaç saatte geri dönmemeye kararlıydılar. Dağıstan'ın içlerine doğru ilerleyen mücahidler 14 tane köyü ele geçirmişlerdi. Bir avuç mücahid gerçekten de büyük işler başarıyordu...
Dagıstan'daki tüm Rus askerleri alarm durumuna geçmışti. Yaklaşık 600 mücahidin karşısında 12000 Rus askeri vardı fakat mücahidler halkın desteğini arkalarına almayı umuyorlardı. Ruslar'a beklemedikleri zamanda saldıran mücahidler Dağıstan içlerinde ilerlerken onları durdurmak isteyen Ruslar ise çaresizce bölgedeki dağları ve köyleri bombalıyordu. Bunun üzerine Dağıstan halkı savaş korkusuyla köyleri boşaltmaya başlamıştı. Çatışmalarda büyük kahramanlıklar gösteren mücahidler Hattab'ın en iyi arkadaşının şehadetiyle yıkılıyordu. Hakeem Al Madani bir Arap komutandı ve Hattab'ın Çeçen savaşının başından beri çok yakın arkadası ve yardımcı komutanıydı. Dagıstan'da bir başka önemli şehid daha verilmışti bu da Hattab'ın askeri kamplarında üst düzey görev alan mücahid komutan Musab'dı. Ruslar Dağıstan'da yenilmeye başlamıstı. Operasyonun 10. günü geride kalırken Ruslar geride 500'den fazla ceset 25 kadar tank hurdası onlarca askeri aracın yığıntıları bırakıyordu. Savaşın ilk günleri sadece havadan saldırmayı tercih eden Ruslar bu esnada 1 savaş uçağı ile 8 helikopterlerini kaybediyorlardı.
Halktan beklediği desteği alamayan mücahidler geri çekilmişlerdi fakat 3-4 gün sonra bu kez 1000 kişi olarak dönmüşlerdi Dağıstan'a. Mücahidlere birkaç yüz Çeçen ve Dağıstan'lı daha katılmıştı. Bu kez çıkan çatışmalar çok daha ağırdı ve Ruslar 700 asker daha kaybediyorlardı. Hemen ardından önce Dağıstan'da bir sivil yerleşim biriminde daha sonra da Moskova'da meydana gelen patlamalar 280 Rus sivilin canını alıyordu. Ruslar bunun suçunu Hattab'a atarak kendisinin başına 1 milyon dolar koydular. Mücahidler zaten Dağıstan'da aradıkları halk desteğini bulamamışlardı ve bu olaylar onları iyice sarsmıştı. Bir de bu yetmezmış gibi Ruslar Çeçenıstan'ı yeniden kusatmıştı ve yeni savaş başlıyordu. Böylece Ağustos 1999'da başlayan Dağıstan macerası mücahidler için 1 ay sonra sona ererken yeni bir savas da baslıyordu. Hattab ise her zamanki gibi bu operasyonu da kameraya almıştı ve Dünya'ya dağıtmıştı. Kendi evinde yüzlerce operasyonun çekilmiş video kasedi vardı ve medyanın çok önemli olduğuna inanırdı. Dagıstan'dan döner dönmez komutanın başına geçerek Çeçenya savunmasına katıldı.
Çeçenya'daki Arap ve yabancı mücahidlerın komutasını kendisi almıştı. Çeçenya'da 1999-2002 yılları arasında birçok başarılı operasyona liderlık etti ve 19 mart 2002'de hain bir saldırı sonucu şehid oldu. Mücahidlerın arasına karışıp güvenlerini kazanan bir Dağıstanlı hain Hattab'a başka bir komutandan mektup taşıyordu. Mektubu Rus gizli servisinden aldığı zehirle zehirledi ve mektubu alan Hattab 5 dakıka içinde cennete kanatlandı. Hattab'ın gerçek ismi bilinmiyor ve bu ismi kod adı olarak kullanıyordu. İngilizce pestuca, Arapça ve Rusça bilen Hattab oldukça kültürlü bir mücahid olarak biliniyordu.
- "Yıllar önce Afganistan'day ken eğer bir gün gelip bana Ruslar'la tekrar Rusya'nın içinde savaşacağımızı söyleseydiniz size asla inanmazdım" diyordu fakat Ruslar'la Dağıstan'da müthış bir mücadeleye giriyordu büyük mücahid. Hattab Afganistan'a gittiği zaman daha çok genç olmasına rağmen hemen dikkat çekiyordu. Bir mücahid, Hattabın ilk kez Celalabad daki eğitim kampına geldiğinde gördüğü zamanki izlenimlerini söyle anlatıyor.

- "Celalabad daki eğitim kampı hemen hergün gelen ve gidenlerle dolup boşalıyordu. Ruslara karşı büyük bir operasyon hazırlığı içindeydik, eğitimini tamamlayanlar esyalarını alıp cepheye gidiyorlardı. Biz cepheye gitmek için yola çıkarken yeni bir grup geldi. Hattabı ilk kez o zaman gördüm. 16-17 yaslarında henüz sakalları yeni yeni çıkan uzun saçlı bir genç… Henüz gelmişti, ilk yaptığı şey kamp komutanlarına gidip kendisini cepheye göndermesi için yalvarmak oldu. Komutanlar gitmesine müsade etmediler. Yanına gidip kendisini tebrik ettim ve adını sordum. "- Ibn-ul-Hattab" la böylece tanışmıs oldum. "...... Başka bir mücahid, Hattab'ın Afganistan'da karnından 12.7 mm'lik ağır bir makinali mermisi ile yaralanmasını söyle anlatıyor. (12.7 mm 'lik bu silah zirh delici olarak kullanılmaktadır ve insan vücuduna isabet etse onu kıyma haline getirir, bunu her askeri uzman tasdik edecektir.)
- "Operasyon sırasında biz cephe gerisinde ufak bir evde idik. Akşam olmuştu ve savaş çok çetin bir şekilde devam ediyordu. Hattab birden odadan içeri girdi, yüzü solgundu, birşey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu. Yavasça yürüyerek bize doğru geldi ve yanımıza oturdu. Herhangi bir acı ifadesi göstermiyordu ama birşeylerin ters gittiğini anlamıştık, genellikle suskun birisi olmayan Hattab, oldukça sessizdi. Yaralanıp yaralanmadığını sorduk. Ufak bir sıyrık, önemli birşey yok, dedi. Bir kardeş yanına gidip yarasına bakmak istediğinde önemli birşeyin olmadığını tekrar ederek onu geri çevirmeye çalışti ama kardeş Hattabı zorlayarak yaraya baktı, elini karnına koydu. Hattabın yarası şiddetli bir şekilde kanıyordu, elbisesi tamamen kana bulanmıştı. Hemen bir araç çağırarak onu bir an önce en yakın hastaneye ulaştırmak için harekete geçtiğimizde halen bunun hafif bir yara olduğıunu önemli bir durumun olmadığını söylüyordu."

Afganistanda el yapımı bir el bombasını atarken elinde patlaması sonucu sağ elinin iki parmağını kaybetti. Mücahidler Pesavara gidip orada tedavi olması için ikna etmeye çalıştılar isede o, Hz.Muhammed (S.A.V.) efendimizin sünneti üzere yarasını biraz bal ile sarmiş ve arkadaşlarının teklifini reddedmiş, bunun için Pesavar'a kadar gitmeye gerek yok demiştir. Parmaklarını halen benzer bir şekilde bandajlıdır. Hattab birçok müslüman tarafından zamanımızın Halid Bin Velidi olarak görülmektedir. Ölümün Allahın önceden takdir ettiği bir zamanda, 'ne bir dakika önce nede bir dakika sonra' geleceğine inanmaktaydı. Birçok kez ölüm tehlikesi atlatmış ve suikast girişimlerinden kurtulmuştu. En yakını, 4 tonluk bir Rus kamyonunu kullanırken Ruslar tarafından kamyon bombalanmış, parça parça olan kamyondan Hattab, Allah'ın izniyle burnu bile kanamadan kurtulmuştu. Zeki, cesur ve güçlü bir kişilige sahipti. Dağıstan'lı bır bayanla evlı olan Hattab'ın 2 kız çocuğu bulunmaktadır. Askerleri tarafından çok sevilen Hattab,kendisi ile oyun oynanmayacak birisi olarak tanınırdı. Askerleri ile yakından ilgilenir, onların kişisel problemlerini çözmelerinde yardımcı olur, onlara kendileri için alişveriş yapmaları için para verirdi. Herbiri ilerde kendisinin yerini alabilecek kadar iyi yetişmis bir kumandan kadrosu vardı. Hattab, Ruslar Kafkasyadan Orta Asya'ya kadar bütün müslüman topraklarını tamamen terk edip gidinceye kadar onlarla savaşmaya azmetmiştir. "Rusları ve taktiklerini biliyoruz. Zayıf yönlerini de bildiğimiz Rus Ordusuna karşı savaşmak bizim için başka bir orduyla savasmaktan daha kolay." demişti. Hattab Ruslar her ne kadar onu terörist ilan etse de yüzyılın en büyük mücahidlerinden biriydi ve Ruslar onu öldüremediler sadece cennete kanatlanmasını ve hakettiği nimetlerden faydalanmasını sağladılar...


Yazan: Akkus Basayev
hattabvasiyet.jpg




Selamün Aleyküm değerli kardeşim..Çok değerli bir mücahidin hayatını paylaşmışsınız, emeğinize sağlık..Rabbimiz c.c razı olsun, şehitlerle haşreylesin sizi inşallah kardeşim..İbretlenerek okudum, bu onurlu mücadeleyi..Tekrar tekrar teşekkür ederim, foruma olan değerli katkılarınız için..Rabbimiz c.c sevabınıza yazsın inşallah..Rabbimiz c.c onların da şehadetlerini kabul eylesin, bizlere de şehadet nasip eylesin inşallah..Rabbimize emanetsiniz kardeşim..Selam ve dua ile inşallah...
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
484.jpg



Kutsal Direnişin Manevi Lideri:

Şeyh Ahmed Yasin
Filistin'de işgale karşı iki ayrı intifadanın öncülüğünü yapan, vücudunun felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadeleden, direnişten geri kalmayan büyük insan, büyük lider, HAMAS'ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin siyonistlerin düzenledikleri bir suikast neticesi 22 Mart 2004 tarihinde hayatını kaybetti. Şeyh Yasin, evinin yakınındaki camide sabah namazını kılmasının ardından işgalci Siyonistlerin helikopterleri tarafından fırlatılan füzelere hedef olarak şehit oldui. Saldırıda ikisi Ahmed Yasin'in yardımcısı olmak üzere dört kişi daha hayatını kaybetti.

Şeyh Yasin'in Hayatının Özü:


İbadet, Hicret, Cihad ve Şehadet
Şeyh Ahmed Yasin'in hayatını dört kelimeyle özetlemek mümkündür: İbadet, hicret, cihad ve şehadet. Bu dört kelime aynı zamanda nebevi çizgiyi, peygamberlerin bize gösterdiği kutsal yolu özetlemektedir. O, insanın bu dünyaya Allah'a kulluk görevini yerine getirmek üzere gönderildiğine bütün kalbiyle inanmış ve işte bu inancın kazandırdığı teslimiyet duygusuyla Allah'a teslim olmuş, ona kulluk görevini özenle yerine getirmek için çalışan biriydi. Allah'a olan bu teslimiyeti onu, dünyevi hesaplarla zalimlere teslim olmaktan alıkoydu. Dolayısıyla kulluk teslimiyetiyle, bu vasfın kendisine kazandırdığı kula kul olmama onurunu bir araya getirmeyi başardı. Böylece hak bildiği yoldan asla sapmadı, zalimler karşısında zerre kadar taviz vermedi. Tertemiz vatanı işgalci Siyonistler tarafından işgal edilince 11 yaşında ailesiyle birlikte hicret etmek suretiyle birçok peygamberin hayatına girmiş olan hicret olayını yaşadı. İçinde bulunduğu şartların kendisine diğer kulluk görevlerine ek olarak cihad yükümlülüğünü de yüklediğini bildi ve bedensel özürlü olmasını bu konuda mazeret olarak gösterme yoluna gitmeksizin, bir kaçamak yolu aramaksızın cihad ve direniş hususunda başkalarına örnek olmak için hep gayret sarf etti. Sonunda Allah'a kulluk bilinci içinde cihad ve direnişe adadığı 67 yıllık ömrünü, bir seher vaktinde, cemaatle kıldığı sabah namazının ardından kucakladığı şehadetle tamamladı.
Onun hayatını biraz daha ayrıntılı okuduğumuz zaman yukarıdaki dört kelimenin gerçekten bu hayatı özetlediğini daha açık bir şekilde görürüz.

Şeyh Yasin'in Hayatı

Ahmed Yasin 1937 yılında Filistin'in Askalan şehrinin el-Cevra köyünde dünyaya geldi. Üç yaşında iken babası vefat etti. Bundan sonra annesinin ve kardeşlerinin himayesinde büyüdü. 1948 yılında yahudilerin Filistin'in büyük bir bölümünü işgal etmelerinin yol açtığı felaket üzerine ailesi Gazze şehrine göç etti.

Ahmed Yasin, 1952 yılında Gazze şehrindeki İmam Şafii Okulu'nda ilköğrenimini tamamladı. Sonra er-Rihal Ortaokulu'nda ortaöğrenimini tamamladı. Lise öğrenimini de 1958 yılında Filistin Lisesi'nde tamamladı. Ahmed Yasin, hayatının gerek bu döneminde gerekse sonraki dönemlerinde pek çok önemli olaya şahit oldu. Bütün bu olayların onun üzerinde önemli etkileri oldu.

1952 yazında bir yüzme faaliyeti esnasında kafasının üstüne düştü ve boyun kemiği kırıldı. Bu yüzden bütün vücudu felç oldu.

Liseyi bitirdikten sonra bazı ilim adamlarından özel dersler aldı. Bunun yanı sıra kendi özel çalışmalarıyla da kendini çok iyi yetiştirdi. Çevresinde zeki ve kültürlü biri olarak tanınırdı. Özel öğrenimini tamamladıktan sonra öğretmen olarak görev aldı.

Direniş İçin Halkı Bilinçlendirmesi

1967 yılında Filistin'in tamamının Siyonist işgalcilerin eline geçmesi üzerine insanlar vatanlarını işgalden kurtarma mücadelelerinde kendilerine önderlik edecek birilerini aramaya başladılar. İşgalci yahudilerden gelen tehlike konusunda insanların şuurlandırılmasında Şeyh Ahmed Yasin'in büyük rolü oldu.

Gazze'de İslâm Merkezi'ni kurmasından sonra iyice tanındı ve Filistin'in her tarafında adı duyulmaya başladı. Bu durum işgal yönetimini son derece rahatsız etti. Bu yüzden onu defalarca polis merkezine çağırdı.

Zindan ve Direniş

1984'te Ahmed Yasin ve yardımcılarından pek çok kimse tutuklandı. Yürütülen soruşturma sonunda Ahmed Yasin, İsrail devletini yıkarak yerine İslâmi bir devlet kurmak için çalıştığı gerekçesiyle 13 yıl hapse mahkûm edildi. Ancak on bir ay sonra Filistinlilerle işgalciler arasında bir esir değişiminde serbest bırakıldı. 1985'te gerçekleştirilen bu esir değişiminden sonra Şeyh Ahmed Yasin yine Filistinli kitlelerin Siyonist işgalcilere karşı sürdürdükleri cihadlarında başlarına geçti.

HAMAS'ın Ortaya Çıkışı ve İntifada

Ahmed Yasin 8 Aralık 1987'de başlayan intifadanın öncüsü durumundaki İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS)'nin kurucusudur. HAMAS'ın kökeni Müslüman Kardeşler cemaatine dayanır ve Ahmed Yasin de bu cemaatin Filistin kanadının bir mensubuydu. Ancak 1987'ye gelindiğinde işgale karşı fiili mücadeleyi organize edecek bir direniş örgütüne ihtiyaç olduğu görüldü. Bu konuda Müslüman Kardeşler'in genel idaresiyle de istişare edilerek Filistin'e özel olarak böyle bir teşkilat kurulması kararlaştırıldı. İşte bu karar neticesinde Şeyh Yasin'in öncülüğünde Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) ortaya çıktı. Bu itibarla HAMAS, Müslüman Kardeşler'den bir kopma değildir.

HAMAS ilk olarak ismini 8 Aralık 1987'de patlak veren intifadayla duyurdu. Sonra da bu intifadayı yönlendirmesiyle kısa sürede bütün dünyada tanındı.

Ahmed Yasin bütün hayatı boyunca bu teşkilatın manevi lideri olarak bilindi ve intifadanın devamında bir motor görevi gördü.
Yeniden Zindan

Siyonistler, 18 Mayıs 1989'da Şeyh Ahmed Yasin'i yeniden tutukladılar. Onunla birlikte İslâmi Direniş Hareketi mensubu pek çok kimseyi de tutukladılar. Bu tutuklama, intifadayı durdurmayı amaçlayan sonuç getirmeyecek bir uygulamaydı. Ancak siyonistler umduklarını bulamadılar. Çünkü bu olay üzerine intifada daha da şiddetlendi.

Mahkemeye Çıkarılışı ve Onurlu Tavrı

Uzun oyalamalardan sonra Şeyh Yasin 3 Ocak 1990'da mahkeme önüne çıkarıldı ve 15 suçlamadan yargılandı. Ahmed Yasin'in mahkeme mensuplarına söylediği söz şu olmuştu: "Bu mahkeme kanuni olarak beni yargılama hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü bu mahkeme işgalciler tarafından kurulmuştur. Dolayısıyla tamamen gayri meşru ve kanundışıdır."

Bu ilk duruşmadan sonra yargıç yeniden duruşmayı belirsiz bir tarihe erteledi. Daha sonra Siyonist yönetim Şeyh Ahmed Yasin'in 6 Ekim 1991'de mahkeme önüne çıkarılacağını açıkladı. HAMAS bu sırada, Şeyh Ahmed Yasin'in yargılanmasını protesto için genel grev ilan etti. 16 Ekim 1991'de de mahkemenin verdiği zulüm hükmü açıklandı. İsrail askeri mahkemesi HAMAS'ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'i ömür boyu hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme ona ayrıca, öldürme emirleri verdiği ve İsrail'i yıkarak yerine İslâmi bir devlet kurmayı amaçlayan kanun dışı (!) örgüt kurduğu iddiasıyla on beş yıl hapis cezası verdi.

Zindan Onu Yıldıramadı

İsrail yönetimi söz konusu cezaya mahkûm ettikten sonra Ahmed Yasin'le zaman zaman pazarlıklar yapmak ve ona serbest bırakılması için bazı şartları kabul ettirmek istedi. Bir keresinde İsrail'i tanıdığını ve imzalanan özerklik anlaşmalarına olumlu baktığını açıklaması karşılığında serbest bırakma teklifinde bulundu. O bunu kesinlikle kabul etmedi. Daha sonra İsrail'i tanıma şartından vazgeçerek sadece özerklik anlaşmalarını kabullenmesini şart koştu. Bunun üzerine Ahmed Yasin: "Bana dışarı çıktığımda karpuz yemememi şart koşsanız bile yine kabul etmem. Çünkü ben işgal rejimini muhatap kabul etmiyorum ki onun şartını kabul edeyim" cevabını verdi.

Tavizsiz Bir Kararlılık

Ahmed Yasin, sağlık durumunun kötüleşmesine, maruz kaldığı kötü uygulamalara ve bedensel özürlü olması dolayısıyla zindanda çektiği sıkıntılara rağmen işgalciler karşısında hiçbir taviz vermedi. Onun şu sözü davası ve inancında ne kadar kararlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: "Benim için hapiste 100 yıl kalmak karşılığında birtakım tavizler vererek çıkmaktan iyidir." Onun işgal rejiminin mahkemesi karşısına çıkarıldığı sıra söylediği sözler de inancındaki kararlılığının bir göstergesiydi.

Örnek Bir Sabırlılık

Şeyh Ahmed Yasin sekiz yıl süren zindan hayatı boyunca kararlılığından hiç bir şey kaybetmedi ve siyonist yönetimi muhatap kabul etmeme konusundaki tutumunu değiştirmedi. O gerçekten Hz. Yusuf (a.s.)'ı kendisine örnek almış bir insandı. Bu sebeple müstesna bir sabırlılık örneği sergiledi. Zindanın ızdırabı onu dvasından taviz vermeye zorlamadı.

Kur'an-ı Kerim'de Yusuf (a.s.)'la ilgili olarak, ona tuzak kuran kadının şöyle dediği bildirilir: "Andolsun ben onun nefsine yaklaşmak istedim ancak o iffetlilik gösterip sakındı. Ama eğer kendisine emrettiğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak." Buna karşılık Yusuf (a.s.) şöyle demiştir: "Rabb'im! Zindan benim için onların çağırdıkları şeyden daha sevimlidir. Eğer onların düzenlerini benden savmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum." (Yusuf, 12/32-33) İşte Ahmed Yasin de aynen bu tavrı kendine örnek alarak: "Ey Rabbim! Zindan benim için siyonistlerin gayri meşru işgallerini onaylamaktan, meşru olmayan bir hâkimiyeti meşru görmekten hayırlıdır" dedi ve işgalcilerin taleplerini kabul etmeyip zindanda kalmayı yeğledi.


irna.ir
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Zindandan Çıkarılması

Ne kadar ilginçtir ki Şeyh Yasin siyonistlerin taleplerini kabul etmek yerine zindanı tercih ederken aynen Yusuf (a.s.) örneğinde olduğu gibi kendisini zindana atanlar serbest bırakmaya zorlanmışlardır. Amman'da HAMAS'ın Siyasi Birimi başkanı Hâlid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Meş'al'in koruma görevlileri tarafından yakalanıp polise teslim edilmeleri üzerine İsrail başbakanı Netanyahu, Ürdün kralı Hüseyin'le pazarlık etmeye ve Ahmed Yasin'i serbest bırakmaya zorlanmıştır.

Şeyh Ahmed Yasin sekiz buçuk yıla yakın bir süre zindanda kaldıktan sonra 30 Eylül 1997 Salı akşamı serbest bırakılarak tedavi edilmek üzere Ürdün'ün başkenti Amman'a getirildi. Ancak bu serbest bırakma olayıyla ilgili iki önemli iddia ortaya atıldı. Bunlardan biri, Ahmed Yasin'in serbest bırakılmayıp Ürdün'e sürgün edildiği, diğeri ise 25 Eylül 1997 Perşembe sabahı Ürdün'ün başkenti Amman'da HAMAS Siyasi Birimi başkanı Halid Meş'al'e karşı suikast girişiminde bulunan ve ellerinde Kanada pasaportu taşıyan iki MOSSAD ajanına karşılık serbest bırakıldığı iddiasıydı. Bunlardan birincisini gelişmeler yalanladı. İkincisi ise tamamen İsrail ile Ürdün kralı arasında gerçekleşen pazarlıkla ilgiliydi. Bu pazarlıkla HAMAS'ın veya Ahmed Yasin'in hiçbir ilgisi olmamıştı. Aksine pazarlık tamamen onların bilgileri dışında gerçekleşmişti.

"Vatanıma Geri Döneceğim"

Ahmed Yasin sürgün şüphesine karşı çıkarılmadan önce kesin pazarlığını yapmıştı. Onun bu pazarlığı davasındaki kararlılığını ve örnek bir tavır sergilediğini de gösteriyordu. O zaman hasta yatağında, acil tedaviye ihtiyacının olmasına rağmen: "Benim buradan çıkarılmam vatanımdan çıkarılmam anlamına gelmeyecek. Ben bu topraklara dönme hakkımı muhafaza edeceğim" diyerek Filistinlilere: "Bu vatana sahip çıkma konusunda asla gevşeklik göstermeyin. İşgalciler sizin en ufak bir zaafınızı kendi sinsi politikaları için kullanabilirler, buna fırsat vermeyin" mesajı iletti.

Şeyh Yasin tedavi için Amman'a götürülürken yaptığı açıklamada da zindandan çıkarılması öncesindeki pazarlıklarından söz ederek, Amman'a tedavi için geldiğini ve Allah'ın izniyle sağlığına kavuşması durumunda vatanına geri döneceğini ifade etti. Açıklamasında ayrıca, işgal yönetiminden yurduna geri dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı bir belge verilmeden, kendisini Remle'den alıp Amman'a götürmek için gelen Ürdün helikopterinin kalkmasına izin vermediğini dile getirerek istediği zaman vatanına geri dönme hakkının saklı olduğuna dair yanında yazılı belge bulunduğunu dile getirdi. Böylece sürgünle ilgili iddiaların asılsız olduğu kesinlik kazanmış oldu.

Örneği Yusuf (a.s.) İdi
O, zindandan çıkarılmadan önce vatanına dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı belge istemesiyle de tam anlamıyla Hz. Yusuf (a.s.) tavrı sergilemişti. Zindandan çıkarılacağı haberinin kendisine ulaşmasına rağmen hiç heyecana kapılmadan ve tam bir kararlılık göstererek hakkında çıkarılacak spekülasyonlara meydana vermemek ve vatanına olan bağlılığını, ona karşı duyarlılığını ortaya koymak için işgalcilerden yeniden vatanına dönmesine müsaade edileceğine dair yazılı belge istedi. Bu tam anlamıyla Hz. Yusuf (a.s.) kararlılığıdır.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf (a.s.) hakkında şöyle buyuruluyor: "Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Bunun üzerine ona elçi gelince: "Efendine dön de ona sor: "Ellerini kesen kadınların durumları neydi? Şüphesiz Rabbim onların düzenlerini bilir" dedi. (Hükümdar kadınlara): "Yusuf'un nefsine yaklaşmak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Hâşâ! Allah için biz ondan hiç bir kötülük görmedik" dediler. Azizin hanımı da dedi ki: "İşte şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsine yaklaşmak istedim. O ise gerçekten doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 12/50-51) Yusuf (a.s.) zindanda o kadar ızdırap çekmesine rağmen hakkındaki dedikoduların kaynağını kurutmadan çıkmamayı tercih etmişti. Ahmed Yasin de çektiği bütün ızdıraplara ve acil tedaviye ihtiyaç duymasına rağmen vatanına döneceğinin garantisini almadan zindandan çıkmadı.

Kral Hüseyin'le İsrail Arasındaki Pazarlık
Suikastçı MOSSAD ajanlarının İsrail'e iadesi konusundaki gelişmeler hakkında da şu bilgilerin aktarılmasını yararlı görüyoruz:

Bu konuda Ürdün kralıyla İsrail arasında bir pazarlık olduğu doğrudur. Çünkü HAMAS'ın Siyasi Birim başkanı Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan iki MOSSAD ajanı Meş'al'in koruma görevlileri tarafından yakalanıp Ürdün polisine teslim edilmişti. Bu durumda Ürdün'ün onları İsrail'e teslim etmesinin büyük bir gürültüye sebep olacağı kesindi. Ama İsrail de ajanlarının Ürdün'de kalmasının ileriye dönük hesaplarına zarar vereceğinden korkuyor bu sebeple onların kendisine teslim edilmesi için bastırıyordu. Bu durum karşısında Kral Hüseyin olayın üstünü kapatacak ve halktan gelecek tepkilerin önüne set çekebilecek bir karşılığa ihtiyaç olduğunu düşünmüş, böyle bir amaç için en iyi karşılığın da Şeyh Yasin'in serbest bırakılması olacağı kanaatine varmıştı. Buna binaen o zamanki İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu ile söz konusu iki ajanın teslim edilmesi karşılığında Şeyh Yasin'in zindandan çıkarılması üzere gizli bir anlaşma yapmıştı.

Bu Pazarlıktan Şeyh Yasin'in Haberi Olmadı
Kral Hüseyin'le Netanyahu arasında gerçekleşen pazarlık ve bu konunun arka planında gelişen olaylar tamamen Ahmed Yasin'in ve HAMAS'ın iradesi dışında cereyan ettiğinden ve çevrilen oyunlar bütünüyle Ürdün - İsrail arasında vuku bulduğundan gelişmeler, bu konuda Şeyh Yasin'e ve HAMAS'a yöneltilen ithamları yalanladı. Söz konusu pazarlık Ürdün kralı Hüseyin'in kendi saltanatını korumak için izlediği zikzaklı politikasının bir yansımasıydı.

Kral Hüseyin, pazarlık yapıldığı iddialarının doğru olmadığını ve Halid Meş'al'e suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün'de yargılanacaklarını açıklamasına rağmen Şeyh Yasin'in Amman'da bir süre tedavi gördükten sonra Gazze'ye dönmesinin ardından söz konusu ajanları İsrail'e teslim etti.

HAMAS olayın hemen ardından yaptığı açıklamada teslim işine şiddetle tepki gösterdi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Biz MOSSAD adlı terör örgütüne mensup ajanların yargılanmalarını beklerken onların siyonist yönetime teslimi yönünde gelişmeler olmasına şaşırdık. HAMAS, hareketin Siyasi Birimi'nin başkanı kardeşimiz Halid Meş'al'e karşı suikast girişiminde bulunan MOSSAD ajanlarının Ürdün hükümeti tarafından siyonist işgal yönetimine teslim edilmesini büyük bir üzüntüyle karşılamıştır. Bu hareket siyonist teröre karşı yumuşak tavır gösterilmesi anlamına gelir ki böyle bir tavır da onlara daha çok cesaret kazandıracak dolayısıyla benzer girişimleri tekrarlamaya teşvik edecektir. Bu ise Ürdün'ün istikrar ve güvenine zarar verecektir. Siyonist yönetimin başbakanı Benjamin Netanyahu'nun Ariel Şaron ve İzak Mordohay adlı iki teröristi de yanına alarak dün akşam televizyonda yaptığı açıklama ve işgale karşı direnenler nerede olurlarsa olsunlar kendilerini izleyecekleri yönünde sözler sarfetmesi bizim görüşlerimizi doğrulamaktadır."

Şeyh Yasin Yeniden Gazze'de

Şeyh Ahmed Yasin, Amman'da bir süre tedavi gördükten sonra vatanı Filistin'e ve ailesinin ikamet ettiği Gazze'ye döndü. Zindan hayatı boyunca çektiği sıkıntılar, eziyetler onu yıldırmamıştı. Çünkü Gazze'ye dönüşünün ardından hemen Filistin direnişindeki manevi lider mevkiine yeniden oturarak mücadelesini kaldığı yerden devam ettirmeye başladı.

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ölümleri Dirilişe Vesile Olan Önderler

Bazı insanlar vardır ki hayatlarında bir nesle öncülük ettikleri gibi ölümleriyle de bir neslin dirilişine vesile olurlar.

Düşman onları öldürmekle bir ayakbağını çözdüğünü zanneder ama kendini bir çıkmaz sokağa attığını görür. Düşünceleriyle ve kararlılığıyla yetişen nesle örnek olan Seyyid Kutub bu gibilere bir örnektir. Kendini feda etti ama yetişen nesillere iman ve davada kararlılığı öğretti. Küfür ve fısk çamurunun her tarafı kuşattığı ortamda ondan etkilenen, onu örnek alan gençler imanî dirilişe kavuştular. Böylece bir ölüm milyonlarca dirilişe vesile oldu.

Şeyh Ahmed Yasin de şehadetiyle nicelerinin dirilişine vesile olan, kararlılığıyla müstesna bir örnek ortaya koyan direniş önderlerindendir. İşgalci siyonist devlet onu öldürmekle Filistin direnişini başsız bırakacağını ve işgal altındaki vatanı kurtarmak için mücadele edenlerin gözlerini korkutacağını sanıyordu. Ama korkmak zorunda kalan o oldu. Korkusuzca ve kararlı bir şekilde yürütülen mücadele onu Gazze'den çekilmeye zorladı. Bu zafer, işgale karşı direniş seçeneğini seçenlerin sayılarının artmasına vesile oldu ve Şeyh Ahmed Yasin'in attığı tohumların büyüyüp ağaç olmasıyla teşekkül eden Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) siyaset alanında da büyük bir başarı gerçekleştirdi.

Ahmed Yasin sağlığında düşünceleriyle, örnek tavrıyla ve kararlı mücadelesiyle, ölümünde de şehadetiyle cihad yolunu aydınlatanlardan oldu.

Hayatıyla da Ölümüyle de Örnek Olabilmek
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur:

"Bizim uğrumuzda cihad edenleri biz elbette yollarımıza iletiriz. Muhakkak ki Allah iyilik edenlerle beraberdir." (Ankebut suresi: 29/69)

"Allah: "Elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, yücedir." (Mücadele suresi: 58/21)

Ahmed Yasin, sağlık durumunun kötüleşmesine, maruz kaldığı kötü uygulamalara ve bedensel özürlü olması dolayısıyla zindanda çektiği sıkıntılara rağmen işgalciler karşısında hiçbir taviz vermedi.

Ahmed Yasin bedensel özürlü olmasına rağmen bütün hayatı boyunca iman, direniş, hak bildiği yoldan asla sapmama ve kararlılık konusunda hep örnek bir şahsiyet oldu. Fakat sadece hayatıyla değil ölümüyle de örnek oldu. Bir sabah namazının ardından, cemaatle namazı kıldıktan sonra, en yüce arzusu olduğunu her zaman dile getirdiği şehadeti kucaklayarak. Onun böyle bir vakitte, böyle bir halde şehadeti kucaklaması inşallah, Yüce Allah'ın onun davasındaki ve temennilerindeki samimiyetine olan mükâfatıdır. Allahu teala mekânını cennet eylesin. Onun yolunu sürdürenlere de zafer nasip eylesin.

Şehadet: Ölümsüzlüğe Açılan Kapı
Siyonist işgal devletinin sıkça tehdit ettiği ve değişik zamanlarda da hedef aldığı Şeyh Ahmed Yasin'in dünya hayatı 22 Mart 2004 sabahı gerçekleştirilen bir insanlık dışı saldırı neticesinde şehadetle son buldu. Ancak biz inanıyoruz ki bu bir ölüm değil, ölümsüzlüğe açılan bir kapıydı. Çünkü Yüce Allah bize Allah yolunda öldürülenlere ölüler demememiz gerektiğini, çünkü onların Allah katında diri olduklarını bildiriyor.

Bir Direniş Sembolü
Şeyh Ahmed Yasin bütün vücudunun felçli olmasına rağmen Allah yolunda mücadele etmekten ve başkalarını da bu yolda mücadeleye teşvikten geri kalmaksızın dolu dolu bir ömür geçirdi. Bu yüzdendir ki onun 67 yıla sığdırabildiği faaliyetleri birçoklarının bu sürenin on katında bile gerçekleştirebileceklerinden fazladır.

O bedeniyle ilgili engelleri aşamasa da, bunu çok fazla önemsemedi. Böylece örnek bir şahsiyet, örnek bir tavır sergiledi. Dolayısıyla gösterdiği bu örneklik hak davada mücadeleye meyilli olanları cesaretlendirdi. Örnek bir hayat ortaya koyduğu gibi "Allah yolunda şehit olmak en ulvi gayemizdir" sözüne sadık kalarak dünya hayatını noktalarken de örnek oldu.

Sevenleri Nezdinde de Ölümsüzlüğe Kavuştu
Yüce Allah'ın ayeti kerimesi hükmünce şehadetiyle Allah katında ölümsüzlüğe kavuştuğuna kanaat ettiğimiz Şeyh Ahmed Yasin'in, ortaya koyduğu o örnek hayat ve örnek şehadetle dünyadaki nesiller nezdinde de ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanıyoruz. O bütün zorlukları göğüsleyerek hak bildiği çizgide kararlılıkla yürümesinden dolayı nesillerin müteselsilen örnek alabileceği bir mücadele tarzı ortaya koymuştur. Hakka davet edişinde ve yönlendirişinde insanların zihinlerini açmaya, önlerini aydınlatmaya çalışmıştır. Dolayısıyla hem teorisini hem de pratiğini ortaya koyduğu bu mücadelesiyle nesiller boyunca anılacağına ve böylece bedenen aramızdan ayrılsa da örnek kişiliğiyle ve fikirleriyle yaşayacağına inanıyoruz.


 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
NASRALLAH-MANŞET_2.gif



Seyyid Hasan Nasrallah… Siyonist terör rejimine karşı destansı mücadelesi ile yüzümüzü ağartan, ümmetin medarı iftiharı. En bilinen özelliği sözüne sadık olması. Siyonist işgalciler dahi "Nasrallah söylemişse, yapar" demektedirler.

Hasan Nasrallah'ı diğer liderlerden farklı kılan özellik de budur. Ümmetine, halkına gerçekleştiremeyeceği vaadlerde bulunmamakta, düşmanına yapmayacağı-yapamayacağı şeylerle korkutmamakta. "Siyonistlere karşı zafer kazanacağız, sizlere söz veriyorum" dedi. Ve kazandı.

Hasan Nasrallah'ı diğer liderlerden farklı kılan başka bir özellik ise 'fitnesavarlığı'. Çok hassas dengelerin bulunduğu Lübnan gibi mezhebi ve dini zenginliklerin ülkesinde, emperyalizmin tüm gücüyle fitne çalışmalarında olduğu ve her fırsatta kirli provakasyonlara imza attığı halde, Nasrallah fitneye geçit vermemiştir. Nasrallah, ülkesindeki saygın tüm kurum ve kuruluşlara dostane elini uzatmakla birlikte ilkelerinden, onurundan, duruşundan kesinlikle taviz vermemiş, direnişi ve silahını koruma hususunda hiç kimseden çekinmeyerek, pazarlık masasına oturmayacaklarını göstermiştir. 'İslami vahdet' yükümlülüğünü tüm sorumluluklarından en mühimi addeden Nasrallah, emperyalizmin fitne oyununa sadece Lübnan'da değil, İslam coğrafyamızda sahneye koyulmak istenen fitneye de çomak sokarak 'fitnesavar' ünvanını almıştır. İşte Hizbullah'ın zaferi ve önlenemez yükselişi de burada gizli.





Hasan Nasrallah'ı, bütün öncü şahsiyetlerde olması gerektiği halde olmayan ve bu özelliğiyle sözümona 'liderlerimizden' farklı kılan en önemli özelliklerinin başında ise bedel ödemede halkına öncü olması, önde olmasıdır. Oturduğu evden, günlük yaşantısına, bir lider olarak halkıyla, cemaatiyle, ümmetiyle bütünleşmenin en canlı örneklerinden biri Nasrallah.. Siyonizme karşı silahlı direnişte oğullarını çarpışmaların en şiddetli olduğu mevzilere yolladı. 1997 Eylül'ünde büyük oğlu Hadi Nasrallah'ı kurban veren Nasrallah'ın küçük oğlu Cevad Nasrallah daİsrail'e yönelik düzenlenen son operasyonlarda ön saflarda yer aldı.


* Şehid Hadi Nasrallah'ın yaklaşık 10 saniye süren cesedinin görüntüleri bir siyonist kanalda son dakika haberi olarak "iki Hizbullah teröristi öldürüldü" başlığında yayınlandığında kimse 'öldürülen teröristin' Nasrallah'ın oğlu olduğunu bilmiyordu. Bu görüntüler yayınlandıktan sonra ortaya çıkan gerçek ise dünyayı Nasrallah'a hayran etmeye yetiyordu.


Nasrallah, oğlunun şehadetini canlı olarak katıldığı bir televizyon programında öğrenmişti. Haber verildiğinde, kendisine yakışır bir vakarla karşılayarak "Hep beraber savaşıyor, hep beraber şehid düşüyor, hep beraber kurban veriyoruz" dedi.

Daha sonra yaptığı açıklamada ise: " Ben Allah'ın verdiği bu yüce nimete şükrediyorum. O, ailemden bir şehid seçerek bizi ikram edilenlerden kıldı. Beni ve ailemi tüm mübarek şehid ailelerinin üyelerinden kabul etti.

Şehid ailelerini ziyaret ettiğimde şehid eşi, şehid babası, şehid annesi ve şehid çocuklarının önünde utanıyor, başımı öne eğiyordum ve eğmeye devam edecektim. Ancak Allaha hamdolsunki beni ve ailemi, şehid aileleri ile eşit kıldı. Artık yüzlerine bakabileceğim" dedi.



Al-Manar Tv
 

huzun seli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Kas 2007
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
kardesım guzel konulara degınmıssın ama gel görki.ınsanlar nefıslerıyle cıhad etmekte zorluk cekıyolar.BUGUN BIR COK MUSLUMAN ULKESINDE CIHAD VAR HANI BIRIMIZIN KOLU BILE KIPIRDAMIYOR.MUSLUMANLARIN ICINDEKI NEFIS DENILEN O ZALIM*SEYTAN*IZIN VERMIYOR.BEN ALLAH ICIN ONCE NEFISLE CIHADA VARIM.ALAHU TEALANIN ISTEDIGIDE ONCE NEFISLE CIHAD.ONDAN SONRA SILAHLI CIHADA HAZIRIZ.SELAM EDER BU KONUYA DEGINDIGIN ICIN ALLAH SENDEN RAZI OLSUN
 

istikbal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2006
Mesajlar
1,236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Uzun ve düşünülmüş yoldan.
Selamün Aleyküm değerli kardeşim..Çok değerli bir mücahidin hayatını paylaşmışsınız, emeğinize sağlık..Rabbimiz c.c razı olsun, şehitlerle haşreylesin sizi inşallah kardeşim..İbretlenerek okudum, bu onurlu mücadeleyi..Tekrar tekrar teşekkür ederim, foruma olan değerli katkılarınız için..Rabbimiz c.c sevabınıza yazsın inşallah..Rabbimiz c.c onların da şehadetlerini kabul eylesin, bizlere de şehadet nasip eylesin inşallah..Rabbimize emanetsiniz kardeşim..Selam ve dua ile inşallah...
Ve alayküm selam verahmetullahi vebreketuh,hayırlı cumalar
Güzel,içten,samimi dularınıza amin,Allah c.c. razı olsun.Rabbim yapmış olduğunuz ve yapacak olduğunuz ibadetlerinizi dergah izzetinde kabul ve makbul eylesin.Yaşayan mazlum müslümanları gözetlemek,onların hallerıyle dertlenmek,onları gündem yapmak her müslümanın yapması gereken bir vazifedir.Allah rızası için benimde bu foruma bir nebze faydam olmuşsa bu durum beni sevindirir.:)Sizde Allah c.c. razı olsun güzel bir forumu açarak güzel bir çığır açtınız bizlerde Allah izniyle yardımcı olmak zorundayız.Bir islam önderi Şeyh Ahmet Yasin tekerlikli sandalye üzerinde davasının peşinde koşarken bende hiç bişe yapmadan elim kolum bağlı oturursam kendimden utanırım.Kardeşlerimizin bizlere çok ihtiyacı var onları yalnız bırakmayalım inşalah.Rasulullah s.a.v efendimiz şöyle buyuruyor.
* Kim bir müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse, Allah da, onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir *
Allah c.c. yar ve yardımcınız olsun.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
kardesım guzel konulara degınmıssın ama gel görki.ınsanlar nefıslerıyle cıhad etmekte zorluk cekıyolar.BUGUN BIR COK MUSLUMAN ULKESINDE CIHAD VAR HANI BIRIMIZIN KOLU BILE KIPIRDAMIYOR.MUSLUMANLARIN ICINDEKI NEFIS DENILEN O ZALIM*SEYTAN*IZIN VERMIYOR.BEN ALLAH ICIN ONCE NEFISLE CIHADA VARIM.ALAHU TEALANIN ISTEDIGIDE ONCE NEFISLE CIHAD.ONDAN SONRA SILAHLI CIHADA HAZIRIZ.SELAM EDER BU KONUYA DEGINDIGIN ICIN ALLAH SENDEN RAZI OLSUN


Selamün Aleyküm kardeşim..Güzel yorumunuz için teşekkür ederim..Cihadın en faziletlisi şüphesiz, nefisle olan cihaddır, aynı zamanda en zoru da..Zaten nefis ile olan cihadı başarabilmemiz, bedenen olan cihadı da Allah'ın izniyle başarabileceğimizin önemli bir göstergesi olacaktır..Rabbimiz c.c'nin hakkıyla cihad eden kullarından olmamız duasıyla..Rabbimiz c.c sizden de razı olsun..Selam ve dua ile.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ve alayküm selam verahmetullahi vebreketuh,hayırlı cumalar
Güzel,içten,samimi dularınıza amin,Allah c.c. razı olsun.Rabbim yapmış olduğunuz ve yapacak olduğunuz ibadetlerinizi dergah izzetinde kabul ve makbul eylesin.Yaşayan mazlum müslümanları gözetlemek,onların hallerıyle dertlenmek,onları gündem yapmak her müslümanın yapması gereken bir vazifedir.Allah rızası için benimde bu foruma bir nebze faydam olmuşsa bu durum beni sevindirir.:)Sizde Allah c.c. razı olsun güzel bir forumu açarak güzel bir çığır açtınız bizlerde Allah izniyle yardımcı olmak zorundayız.Bir islam önderi Şeyh Ahmet Yasin tekerlikli sandalye üzerinde davasının peşinde koşarken bende hiç bişe yapmadan elim kolum bağlı oturursam kendimden utanırım.Kardeşlerimizin bizlere çok ihtiyacı var onları yalnız bırakmayalım inşalah.Rasulullah s.a.v efendimiz şöyle buyuruyor.
* Kim bir müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse, Allah da, onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir *
Allah c.c. yar ve yardımcınız olsun.


Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berekatühü değerli kardeşim..Öncelikle güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim..Paylaşımdan yana olan umutlarımızı daha da arttırdı yazdıklarınız..Rabbimiz c.c sizden razı olsun daimen kardeşim..Evet bu konuya gerçekten çok değerli katkılarınız oldu...Hakkınızı helal edin inşallah..Rabbimiz c.c tesirli, faydalı kılarsa bunun mutluluğu zaten yetiyor insana..Rabbimiz c.c ecirlerinizi en hayırlısıyla versin, en güzeliyle mükafatlandırsın inşallah sizi..

Oradaki kardeşlerimizin davasını hiçbir zaman unutmamalıyız diye düşünüyorum..Bazen her ne kadar onlar için bir şey yapamayacağımızı düşünsek de aslında yapacağımız çok şey var..Hiç olmadı, davalarını sürekli gündemde tutabiliriz istersek. Şeyh Ahmed Yasin gibi, Hattab gibi, Şamil Basayev gibi, Hasan Nasrallah gibi örnek mücahidlerin hayatlarından ibretler almalıyız, onlar bu ipin önde giden göğüsleyenlerinden ve bugün İslam ümmetinin onurunu koruyanlardandır..Bu uğurda canlarından vazgeçenlerdir..Onların sıkıtılarını, sıkıntımız bilmek, onlar için hiçbir şey yapamayan bizlerin en azından yapacağı en küçük şey olmalı..Bu manada değerli kardeşim, elden geldiğince inşallah bu konu üzerinde durmaya gayret göstereceğim..Sizin de bu başlığa duyarlı olduğunuzu bilerek, Allah rızası için katkılarınızın devamını beklerim inşallah..Ve tekrar tekrar da çok teşekkür ederim..Rabbimiz c.c sizlerin, cümlemizin yardımcısı olsun, ne mutlu Allah'ın adını yüceltme mücadelesi verenlere..Rabbimiz c.c hepsini muvaffak eylesin, dualarımız onlarla..

Rahman ve Rahim olan Mevlamıza emanetsiniz kardeşim.Selam ve dua ile inşallah..
 

-Ammar Bin Yasir-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
4,864
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
36
Islâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. Islâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslam'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu belirtmek gerekir.. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de Islâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı Islâm inancına boyun eğdirip, Islâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir.


Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, Islâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir. Islâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır.

Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. Işte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız Islâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. Işte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslam'ın istediği de budur.


jihad.jpg


Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine Islâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez.

"Inananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ, 4/76).

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, Islâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce Islâm inkılâbının gayesi olan Hakkıgetirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. Işte Islâmî cihad budur.



Kaynak : İslam Fıkıh Ansiklopedisi
selamun aleyküm ablacım ellerine sağlık hayırlı sabahlar
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt