vaktileyl
Kayıtlı Kullanıcı
ehbe istanbul
ehbe istanbul
...
Fatih Express’i ile kaldığı yerden...
Kaç zaman olmuştu mirim sesini dinlemeyeli?
Sesin dururken, sitayişini işitme yordu ziyadesiyle kulağımı, arif diyorum çoktandır sensiz/sessiz geçen/geçinen yürecime... Hakkın mı bre! Hakkım değil elbet, lakin dinle bir... Ufaktan ray tıngırtısı, ortadan ihya olmuş kapı gıcırtısı, büyükten “yazıyor!” deyi bağıran gazete çırağı...
...
Kompartımansız trenler kalmadıysa da, birinci sınıf âlâ bir vagonda yol alacağım aziz yurduna... Kurulmuşken tek kişilik koltuğuma, iki önümde bebeği hıçkıran teyzenin utangaçlığı keyif oluyor vallahi, üç kuruşluk kahveye üç lira verirken dudaklarımda tebessüm... Kaçırırım korkusu ile kaçıklara mahsus bir erken binmişlik; akşam köyde, sabah şehirde soluklanacak yenilenmiş ekspresse. Nihayet bir düdük, saadetin bu kadarı yeter mi dersin? İnsem, bir ıslıkla üfürsem adının geçtiği şarkıları... yok yok şarkılar nakaratsız hiç bırakılır mı?..
Gece vakti gözler fal taşı, nevri dönmüş fersiz suratlar horuldarken eşlik edecek değiliz. Ehli keyif insanız hamdolsun. Yudumluyoruz yolları, açıveriyoruz bir kitap, ayracında Ayasofya resmi elhamdülillah. Esas sarhoşluk bu imiş diyoruz içten, pir-i Mevlana’ya selam gecikmiyor elbet. Böylesi mesutluk bize mi hastır, yoksa pencereden karanlığa dalan hanım abla aynı duygulara ortak mıdır? Boş ver yiğidim, boş ver! Yitiversin yollar, geçiversin zaman... Muhterem gönül devletine misafirliğin bahtiyarlığı kıvanç olsun, aksın Meriç’e, mırıldanalım “canım” la başlayan mısraları, tadalım bohçamıza saklanmış ekmek aralarını... Nihayet diyelim, öyle çabuk geçmemiş yolları bir kelimeyle geçirelim...
Durakların mübareği es selam, daha ayrılmadan aynına inşâallah...
Şöyle derininden bir nefes! Tekrar elhamdülillah...
Akidimiz kalbime işli be güzelim... Bak kokusu geldi bile simidin, ayaklı çaycılar yıllardır beni bekliyormuş meğer. Nedense dikensin hâlâ “kadı” bey, bilirim seni senlikten çıkaranların ismini, bilirimde misafire düşmez böyle şeyler. Neyse diyerek batırıyorum parmağımı dikenine, kan kardeşim bir bakış ötende. Yine de seyrin hoş, kokun başka, işven başımı döndürüyor hâlâ... Arkamda Paşa Haydar, çöl olsan yine sana bakar gözlerim, gizleyemem; ağlamaklı olduysam seninde var bir payın... Kaç Aslı, kaç Leyla gördün bilmem; şahit olduğun ilân-ı âşkların hesapları hangi mübaşirdedir merak etmem. Kadı sensen, birileri hancı; hatta kimi sanık, kimi tanık, kimiyse savcı...
Merve-Sefa’nın tadı bir başka... Görmedik lakin imân ettik, doğrudur bambaşka...
Ama bu yol, bu istikamet beni alır, alır da bilmediğim, hissetmediğim diyarlara bırakır...
Yol yorgunusun evladım biraz dinlen! Olur mu dinlenmek, dinlemek varken yakışır mı dinlenmek. İşitmek varken, izlemek varken, vuslatı için binler dilenmişken dinlenebilir mi bu beden... Bir adım, birkaç daha, biraz hadi sabret azcık daha... En sonunda, masum sevdam en sonunda... İnsanlar hicret mi etmiş bir yerlere, bu suskunluk neden? Gözler bir binaya bakmakta, gönül hep aynı adı sayıklamakta... Çok laf edip adına leke olmaktan korkuyor dilim, örtülere bürünmüş halinden bir bakış yüreğime ok, duyulmamış şiirler iki dudağımın arasında, duyduğunu hissediyor yanaklarım, güneş yeni yeni doğarken şehrine, şehrin şehrim oluyor efsaneme konuk olasın diye... Kule adına muhtaç, çıkma! Vuslat için Araf mekânım işitesin, gönlüne el değmedikçe, elim ellere namahremdir, gözüm gözlere yasaktır bilesin... Çay son yudumunu ikram ediyor, şarkı noktaya eriyor. Akidimizde “vedalara” yer yok, ilk satır “kavuşmak yok cihanda, ayrılık olsun” şimdi doymamak için aç kalkma, mısralarında kaybolma vakti...
Akşamları camlarında yangın çıkan diyar! Merhaba...
Dur ve dur seyret cihan gibi dönerek. Bak ve düşün “Mevla nelere kadir” diyerek. Hisset ve ağla kaderine küserek. Sus ve yürü sevgine sevgiler ekleyerek...
...
Bir vapur iskemlesi, bir defter, bir kalem, bir beden... Söz biter, beden elbet bir yerlere daha gider...
Fısıltı hep aynı, başı sitem, sonu özlem...
Eh be İstanbul!.. Yine ve yeniden...
biçare
ehbe istanbul
...
Fatih Express’i ile kaldığı yerden...
Kaç zaman olmuştu mirim sesini dinlemeyeli?
Sesin dururken, sitayişini işitme yordu ziyadesiyle kulağımı, arif diyorum çoktandır sensiz/sessiz geçen/geçinen yürecime... Hakkın mı bre! Hakkım değil elbet, lakin dinle bir... Ufaktan ray tıngırtısı, ortadan ihya olmuş kapı gıcırtısı, büyükten “yazıyor!” deyi bağıran gazete çırağı...
...
Kompartımansız trenler kalmadıysa da, birinci sınıf âlâ bir vagonda yol alacağım aziz yurduna... Kurulmuşken tek kişilik koltuğuma, iki önümde bebeği hıçkıran teyzenin utangaçlığı keyif oluyor vallahi, üç kuruşluk kahveye üç lira verirken dudaklarımda tebessüm... Kaçırırım korkusu ile kaçıklara mahsus bir erken binmişlik; akşam köyde, sabah şehirde soluklanacak yenilenmiş ekspresse. Nihayet bir düdük, saadetin bu kadarı yeter mi dersin? İnsem, bir ıslıkla üfürsem adının geçtiği şarkıları... yok yok şarkılar nakaratsız hiç bırakılır mı?..
Gece vakti gözler fal taşı, nevri dönmüş fersiz suratlar horuldarken eşlik edecek değiliz. Ehli keyif insanız hamdolsun. Yudumluyoruz yolları, açıveriyoruz bir kitap, ayracında Ayasofya resmi elhamdülillah. Esas sarhoşluk bu imiş diyoruz içten, pir-i Mevlana’ya selam gecikmiyor elbet. Böylesi mesutluk bize mi hastır, yoksa pencereden karanlığa dalan hanım abla aynı duygulara ortak mıdır? Boş ver yiğidim, boş ver! Yitiversin yollar, geçiversin zaman... Muhterem gönül devletine misafirliğin bahtiyarlığı kıvanç olsun, aksın Meriç’e, mırıldanalım “canım” la başlayan mısraları, tadalım bohçamıza saklanmış ekmek aralarını... Nihayet diyelim, öyle çabuk geçmemiş yolları bir kelimeyle geçirelim...
Durakların mübareği es selam, daha ayrılmadan aynına inşâallah...
Şöyle derininden bir nefes! Tekrar elhamdülillah...
Akidimiz kalbime işli be güzelim... Bak kokusu geldi bile simidin, ayaklı çaycılar yıllardır beni bekliyormuş meğer. Nedense dikensin hâlâ “kadı” bey, bilirim seni senlikten çıkaranların ismini, bilirimde misafire düşmez böyle şeyler. Neyse diyerek batırıyorum parmağımı dikenine, kan kardeşim bir bakış ötende. Yine de seyrin hoş, kokun başka, işven başımı döndürüyor hâlâ... Arkamda Paşa Haydar, çöl olsan yine sana bakar gözlerim, gizleyemem; ağlamaklı olduysam seninde var bir payın... Kaç Aslı, kaç Leyla gördün bilmem; şahit olduğun ilân-ı âşkların hesapları hangi mübaşirdedir merak etmem. Kadı sensen, birileri hancı; hatta kimi sanık, kimi tanık, kimiyse savcı...
Merve-Sefa’nın tadı bir başka... Görmedik lakin imân ettik, doğrudur bambaşka...
Ama bu yol, bu istikamet beni alır, alır da bilmediğim, hissetmediğim diyarlara bırakır...
Yol yorgunusun evladım biraz dinlen! Olur mu dinlenmek, dinlemek varken yakışır mı dinlenmek. İşitmek varken, izlemek varken, vuslatı için binler dilenmişken dinlenebilir mi bu beden... Bir adım, birkaç daha, biraz hadi sabret azcık daha... En sonunda, masum sevdam en sonunda... İnsanlar hicret mi etmiş bir yerlere, bu suskunluk neden? Gözler bir binaya bakmakta, gönül hep aynı adı sayıklamakta... Çok laf edip adına leke olmaktan korkuyor dilim, örtülere bürünmüş halinden bir bakış yüreğime ok, duyulmamış şiirler iki dudağımın arasında, duyduğunu hissediyor yanaklarım, güneş yeni yeni doğarken şehrine, şehrin şehrim oluyor efsaneme konuk olasın diye... Kule adına muhtaç, çıkma! Vuslat için Araf mekânım işitesin, gönlüne el değmedikçe, elim ellere namahremdir, gözüm gözlere yasaktır bilesin... Çay son yudumunu ikram ediyor, şarkı noktaya eriyor. Akidimizde “vedalara” yer yok, ilk satır “kavuşmak yok cihanda, ayrılık olsun” şimdi doymamak için aç kalkma, mısralarında kaybolma vakti...
Akşamları camlarında yangın çıkan diyar! Merhaba...
Dur ve dur seyret cihan gibi dönerek. Bak ve düşün “Mevla nelere kadir” diyerek. Hisset ve ağla kaderine küserek. Sus ve yürü sevgine sevgiler ekleyerek...
...
Bir vapur iskemlesi, bir defter, bir kalem, bir beden... Söz biter, beden elbet bir yerlere daha gider...
Fısıltı hep aynı, başı sitem, sonu özlem...
Eh be İstanbul!.. Yine ve yeniden...
biçare