Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

SOKAKTAN MEKTUP VAR (1 Kullanıcı)

SOKAKTAN MEKTUP VAR

  • EVET OLABİLİR.

    Oylama: 0 0.0%
  • HAYIR OLAMAZ.

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ Bİ FİKRİM YOK

    Oylama: 0 0.0%
  • ABD DEN HERŞEY BEKLENİR

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ BİRİ

    Oylama: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0

ikraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Şub 2007
Mesajlar
300
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
""ben ne zaman dinlesem bir cam parçalanışı hissediyorum
peki ya siz?
""

selamun aleykumm.
..kalp kırdığımda bır ses duyuyorumm ama bu genelde benden gelıyor o da VİCDANIMIN SESİ...
allah c.c bızlerıı kalp kırmaktan uzak eylesın inşallah..
allah razıı olsun..
selametle kalın..
 

keltepe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ağu 2007
Mesajlar
2,305
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BuR$A
selamun Aleyküm Ablacim..

Kirik Bir Kalpde Bende Var,ama Onu Kiranin Umrunda Bile Deyil...

Rabbim Kalp Kiran Insanlari Bizlerden Uzak Tutsun Inşaallah...

çok Güzel Anlamli Bir Paylaşim Olmuş Rabbim Senden Razi Olsun Ablacim..

Rabbime Emanet Ol Dua Ile..hayirli Günler..
 

gecekondu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
1,726
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Aşıklar Diyarı
aleyküm selam Allah razı olsun hepinizden inşallah ... yorumlara bakınca çok güzel Cümleler oluşmuş KALP KIRMAK KOLAY YAPMAK ZORDUR :(

Kalp kırdığımızda kalbimizi kıran üzücü bir olay yaşadığımızda :( Kalbimizden cam parçalanışı gibi bir acı hissederiz Rabbim kalp kırmaktan üzmekten uzak eylesin inşallah Allaha emanet olun selametle ....


kalp2lq4.jpg
 

HANCIOĞLU

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2008
Mesajlar
2
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Cennet

Cennet

Cennet

Zaman: Efsanevi
Mekân: Bir olasılıkla Güney Irak

Cennet, yeryüzünde eşi bulunmayan bir yerdir, ancak kesin yerini hiçbir insanın bilmesine izin verilemez. Gelecekte bir zaman... Tanrı Cennet'in yolunu açıklayacaktır. BİR HAHAM MESELİ

Ortasından büyük, hayat veren ırmağın aktığı Cennet'in nerede olduğunu kimse öğrenememiştir. Kitabı Mukaddes'in Tekvin kitabı ;söyle der: "Ve Rab Allah şarka doğru Aden'de bir bahçe dikti" (Tekvin 2:8). Bu tarifin Güney Irak'ta eskiden Sümer ve Akadlar Ülkesi denilen yer olduğu anlamı çıkarılmaktadır. Yüzyıllar boyunca pek çok insan bu efsanevi İrem bahçesini aramışsa da, asla bulunmuş değildir.

İbrani hikâyesinde yer alan günah ve cezalandırılma anlamından yoksun olmalarına rağmen benzer efsaneler Sümerler zamanında da bilinmekteydi. Aziz Paulus'tan sonraki ilahiyatçılar Cennet'i bir yeryüzü cennetinden çok tanrısal bir ödül yeri olarak düşünmüşlerdir. (Korintoslulara II. Mektup 12:3)



Baba ve Kral olan Tanrı, Âdem ile Havva'yı gökyüzünden kutsarken, cennetin bir yeryüzü cenneti ya da Zevk Bahçesi olarak resmedilişi. Küreleri içinde gezegenler göğü yeryüzünden ayırıyor.



(Solda) Bir 16. yüzyıl İran elyazmasında, bir bahçede yapılan piknik. İranlılar, "park" anlamına gelen bir kelimeden dünyaya Cennet (Paradise) fikrini vermişlerdir. (Sağda) Masolino ve Masaccio tarafından 15. yüzyılda yapılmış Âdem ile Havva tablosu. Yılanın kafası, kadın başı biçiminde resmedilmiş.



Asur kralı Asurbanipal saray bahçesinde yemek yiyor. Ninive sarayındaki röliyef, İÖ 7. yüzyıl.

Mısır ve Yakındoğu'daki Cennet Bahçeleri

Bir Cennet bahçesi fikrinin Sami ruhunda kök salmış olmasının nedeni, herhalde insanların yaşadıkları ekili alanları çevreleyen çöllere bir antitez oluşturmasındandır. Yakındoğu'nun pek çok yerinde, direnen toprakta yiyecek bir şey yetiştirmek çok güç bir iştir. Bu çok geniş bölge her zaman büyük çelişkiler alanı olmuştur: İyi sulanmış, kupkuru çöllerin ortasında sakinlerinin özenle geliştirdikleri yüksek derecede verimli vahalar vardır.

Fırat ve Dicle gibi Türkiye, Suriye ve Irak'tan geçen nehirlerin zengin vadileri ve Mısır'daki Nil vadisi çevredeki kuru ovalar ve çöllerle tam bir zıtlık oluşturur. Su olmadığı takdirde ne bitki ne de hayvan ve insan yaşayamaz. Ve deniz kıyılarında tatlı su ırmakları ya da kaynaklar olmadığı takdirde toprak işlenemez. Yağmur yağacağı zamanlar önceden kestirilemez, sulamalı tarım ise tümüyle suya bağlıdır. Nil vadisinde Firavun'un yedi yıllık bolluk ve ardından yedi yıllık kuraklık rüyası (Tekvin 41:1-4) Mısır'da Assuan Barajı'nın yapıldığı 20. yüzyıl ortalarına kadar gayet gerçekçi bir durumu yansıtmaktaydı.

Böylece bir Cennet bahçesi fikri, Yakındoğu'da binlerce yıldır çok değerli bir olgudur. İngilizce'deki "Eden" [Cennet] adı ya Akadça "ova" anlamına gelen "edinu"dan ya da "zevk" anlamına gelen İbrânice kökten gelmektedir ve ta ilk çağlardan beri Cennet fikriyle ilişkilendirilmiştir. İngilizce'deki "Paradise" (cennet) sözcüğü önce eski Farsça'daki "apiri-da-eza"dan (park) gelmiştir. Bu kelime İbranice'de "pardes" ve sonra Yunanca'da "paradeisos" olmuştur.

Kitabı Mukaddes'in Yunanca çevirilerinde kelime ilk olarak Cennet için kullanılmış ama sonra Kral Hirodes'in İÖ 1. yüzyılda Eriha'da yarattığı yüzme havuzlu ve fıskiyeli, iyi sulanan, bahçeler arasındaki saray kompleksi gibi büyük bahçeler için kullanılmıştır.

Firavunlar'ın Mısır'ında kralların ve soyluların evlerini, sulanan ve meyve ve sebze yetişen bahçeler çevrelerdi. Sofralarına balık, insanların günün sıcağında kenarında serinledikleri havuzlardan gelirdi. Böyle bir bahçenin Kudüs'ü saran çifte surun arasında bulunduğu Tevrat'ta yazmaktadır (Ve şehrin duvarında gedik açıldı ve bütün cenk adamları, kral bahçesinin yanında olan iki duvar arasındaki kapı yolundan geceleyin kaçtılar,- Krallar 2, 25:4) Bu bahçe, Krallar 2, 21:18'de sözü edilen Kral Uziyah'ın bahçesi olabilir. Eski Yakındoğu'da kral aileleri her tarafta tıpkı Asur ve Babil saraylarında olduğu gibi Cennet bahçeleri yaratmışlardır.

Bazı krallar avlanmak için başka ülkelerden getirtilmiş ve özellikle yetiştirilmiş vahşi hayvanlar için çok büyük parklar da kurmuşlardır. Bunlardan en ünlüsü Ninive'deki sarayının röliyeflerinde de belirtildiği gibi Asurbanipal'in (İÖ 668-627) avladığı aslanlardır. Bir başka röliyefte aynı kral ile karısının saray bahçelerinin büyük ağaçları arasında bir asma bahçede yemek yedikleri görülmektedir. Bir olasılıkla Sinahheriba'nın (İÖ 704-681) inşa ettiği bir bahçe, başka bir Ninive röliyefinde yer almaktadır. Bu Cennet'te kralın doğuda 80 kilometre ileride Zagros Dağları'ndan su kemerleriyle getirttiği suyla parklar ve meyve ve sebze bahçeleri sulanmaktadır.



(Solda) Nabukadnezar'ın Babil'deki taht odasının yeniden inşa edilmiş cephesi, palmiye ağaçları ve diğer bitkilerle, İÖ 6. yüzyıl. (Sağda) 18. hanedan Mısır lahdinden Nebamun'un bahçesinde bir havuz. Havuz gölge veren ağaçlarla çevrilidir.

Babil'in Asma Bahçeleri

Babil'in Asma Bahçeleri eski çağlarda bile çok ünlüydü. Bu "keyif bahçeleri" eski dünyanın yedi harikasından biriydi. Efsaneye göre bunlar Babil Kralı Nabukadnezar (İÖ 604-562) tarafından yurdunun ormanlık dağlarını özleyen Med prensesi karısı Amitis için yaptırılmıştır.

Alman arkeologu Robert Koldewey, 20. yüzyılın başlarında çeşit çeşit bitkiyle örtülü bir tür teraslı ziggurat olarak düşündüğü bu yapının temellerini bulduğunu düşünmüştür. Daha yakın zamanlardaki arkeolojik araştırmalar, kral sarayının kuzeyinde bir bölgedeki çok geniş sulama kanallı terasların kral ve maiyetinin kullanımı için ağaçlar ve çiçeklerle donatılmış olabileceğini belirlemiştir.

İlginç olan, bu sulak alanın Babil'in kuzeybatı köşesindeki saray duvarlarıyla kuzeydeki kent surları arasında bulunmasıdır. O zaman bir kral bahçesi için klasik yerin, tıpkı Kudüs'te olduğu gibi, kentin surları arasında, saraya yakın olmuş olması akla yatkındır.

Cennet Fikri

Eski Yakındoğu'daki kral bahçeleri efsanevi bir düşün uygulanması olduğunu akla getirmektedir. Kitabı Mukaddes'teki Aden Bahçesi, insanların dinlenme yeri olarak hayal ettikleri bir yeryüzü ya da gökyüzü cennetidir. Batı uygarlığında bu "Altın Çağ", "Mutlu Adalar", "Kutsanmışların Adaları", "Elysian Bahçeleri" ve bunlar gibi diğerleriyle ilişkilendirilir.

Kitabı Mukaddes'te Cennet, bir masumiyet mekânıdır ve insanların Tanrı ile bir dostmuş gibi konuşabildikleri bir masumiyet çağına aittir. Ondan sonra bizler büyüdük. Bilgi Ağacı meyvesi durumumuzun gerçeğini görmemizi sağladığında tam birer insan olduk. Yaşamak için çalışmak zorunda olduğumuzu, hastalığın ve kötülüğün, yoksulluk ile ölümün dünyaya hâkim olduğunu öğrendik. Bu meselin doğruluğu çok derinlere işler ve doğrudan insan yüreğini etkiler. İslamiyet'e göreyse Cennet, inananların Allah'ın iradesiyle girebileceği zevk ve mutluluk yeridir.

Günümüzde cennetin yerinin, simgesel bir mitin anlamının herhangi bir somut gerçekten güçlü olduğu ruhlarımızda bulunduğunu kabule hazırız.



Bir Mezopotamya mühür silindiri. Kutsal ağacın iki yanında oturmuş figürler: Sağda boynuzlu başlığıyla bir tanrıça. Her ikisinin ardındaki yılan Cennet Bahçesi hikâyesinin öncüsü.
 

DuaLar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2008
Mesajlar
1,107
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Talipamca bu paylaşımın da çok güzeldi ellerin dert görmesin...
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
İftira!

İftira!

Henüz, idrakin ve inkişafın tarafımdan bilinmeyen yıllardı…

İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum.

O yıllar bir başkaydı…

Heyecan ve merakın vazgeçilmez zamanlarıydı…

Kendi halinde, yaşamaya çalışan bir kişiliğim vardı!

Kimseye sataşmaz, bir hinlik yapmaz ruh halindeydim.

Belki böyle olmak zorundaydım, arkamda kimseyi bulamazdım.

Şımarıklığı, hadsizlik yapmayı içime sindiremezdim.

Aynı mahalleden arkadaşlarım vardı, fakat çok farklılardı.

Bir açık kapı gördüler mi, oraya nüfus etmeyi marifet sayarlardı.

Babalarımız aynı iş yerlerinde çalışırlardı, aynı sokakta oynardık.

Yine okulda teneffüse çıkmıştık. Semih diye arkadaş yanıma geldi.

Haydi, gel de şu bakkala gidelim dedi. Sessiz kaldım ve yanına takıldım.

Kalmak zorundaydım, çünkü harcayacak param hiç bulunmazdı.

Semihle bakkala birlikte girdik. Ben kenarda bekliyordum.

Bakkal biraz kalabalıktı, öğrenciler ihtiyaçlarını alıyorlardı.

Ben Semihe bakıyordum. Ne alacaksa, alsa da çıksak diyordum.

Semih her bir şeye el uzatıyor, bakıyordu. Cebine bir şeyler koyuyordu.

İçimden, Semihin ne kadar çok parası varmış, diye geçiriyordum.

Zil sesini duydum. Teneffüs bitmişti, öğrenciler sınıflarına giriyordu.

Ben artık beklemekten sıkılmıştım, asla bir keyif almıyordum.

Fakat Semih yeni tanıştığımız bir arkadaştı, babası da komisermiş.

Öyle söylüyordu, Semihin yalan söyleyeceğine, ihtimal vermiyorduk.

Sınıfta ve okulda ona farklı davranıyorlardı, bu çok fark ediliyordu.

Nihayet Semih, alacaklarını almış olmalı ki, bana haydi gidelim dedi.

Zil sesine ve sınıflara koşan öğrencilere baktığımdan,

Semihin, neler aldığını pek fark etmedim ve ne kadar ödediğini göremedim.

Bakkalın kapısından tam çıkıyorduk ki, bakkal amca Semihin kolundan tuttu.

Yeniden içeriye aldı. Ben şaşkın bir halde, ne yapacaklarını bekliyordum.

Bakkal amca, Semihin ceplerine elini sokarak, saklananları çıkartıyordu.

Bir taraftan da kızgın bir şekilde Semihe bakıyordu. Nihayet durakladı.

Anladım ki ben, arkadaşım Semih, verdiği paradan çok şeyler almış.

Bakkal amca utanmıyor musun çalmaya, bir de öğrenci olacaksın dedi.

Ben bunları duyunca, yerin dibine girdim. Yüzüm kızardı, şaşırdım kaldım.

Ne olacakları bekliyordum ki, Semih fırladı ve beni göstererek söyledi!

Bakkal amca, bunları bana Mustafa verdi. Sen sakla da paylaşırız dedi.

Diyerek, bakkal amcaya beni, bir parmak işaretiyle gösterdi.

Benim nutkum durdu. Donup kaldım. Hiçbir şey yapamadım.

Ve Semih hala konuşmaya devam ediyordu. Benim babam komiser diyordu.

Bakkal amca bir bana ve birde Semihe bakıyordu. Yalan söyleme diye haykırıyordu.

Semih ağlamaya başladı ve babamı istiyorum diye feryat ediyordu.

Ben perişan ve çaresiz olarak akıbetimi bekliyordum. Babamlar duymamalıydı.

Yıkılırdım. Her bir cezayı çekmeye hazırdım, fakat Annemlar duymamalıydı.

Çünkü onlar, bizleri bu konuda, çok hassas yetiştirmişlerdi. Yoksa yıkılırlardı!

Bakkal amca, öğretmenimizi çağırttırdı. Polise haber vereceğini söylüyordu.

Öğretmenimiz, telaşlı bir şekilde bakkala girdi. Neler olduğunu sordu.

Bakkal amcada, olanları bir çırpıda, öğretmenimize anlattı. Öğretmenimiz bir nefes aldı.

Yeniden bizlere dönerek, gözlerimizden bir şeyler arıyordu. Yeniden yutkundu.

Mustafa’yı her zaman, evimin anahtarını vererek, bir şeyler getirmesini istemiştim.

Bu güne kadar takip ettim, en ufak bir şüpheye kapılmadım diyerek savunma yaptı.

Bakkal amca, bende biliyorum bu çocuk şu köşeden hiç ayrılmadı.

Hiçbir şeye elini dahi uzatmadı, zavallı çocuk masun dedi.

Öğretmenimiz, özür diledi ve gerekli cezayı vereceğini söylemişti.

Bana, kimlerle arkadaşlık yapacağıma dair, dikkat etmemi öğütledi.

Komiserin oğlu olan ve benim arkadaşım zannettiğim Semih bir iftira atmıştı.

Hayatım boyunca, yaşadığım bu durumu asla unutamadım. Hüznümü yudumladım!
 

ozlem_37

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2007
Mesajlar
140
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
35
Güzel bir konu hep öyle değil midir zaten mazlumlar kötülüklerle karşılaşırlar ama sonunda aklanırlar.Selam ve dua ile...
 

DuaLar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2008
Mesajlar
1,107
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
çok güzel bir paylaşımdı kardeşim
ellerine
emegine
yüregine saglık...
 

ysmnkaos

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Ağu 2007
Mesajlar
1,327
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
16
Konum
kaosşehristanbul
Gerçek hayatın; bir tarafında hüzün, diğer tarafındada ibret bulunan güzel bir kesitiydi.....
teşekkür ediyorum..
ALLAHA EMANET OLUNUZ
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Anlamaya çalışıyorum lakin!

Anlamaya çalışıyorum lakin!

Sessizliğimin tüm Kadrelerinde nefeslenirken hilkatimin muvacehesince bir insan olmam, onun için hayatı anlamam, ruhumla barışık olmam gerekmez mi diye sormadan edemiyorum.

Her şeyden habersizken…
Bir sahibe muhtaçlıyken…
Halimde umut için bakarken…

Zaman ve mekân sayesinde sabitlenerek resmedilen o anı hangi çocuğun güzel gözlerinde, halinde ki teslimiyette görmeyiz ki…

Geleceğin teminatları olarak taltif edilen bu şefkatin emanetçisi çocukların hak ve hukuku adına ne hezeyanlar beyan edilmiyor ki…

Oysaki tertemiz ve berrak hafızalarıyla merakın eşiğinde nefeslenirlerken muhakkak bir teslimiyet içindedirler…

Onlar için anne ve babaları tüm varlıklarını seferber ederler…
Kendi hürriyetlerini vakfederler, heveslerinden vazgeçerler…
Yeter ki çocuklarımız bir eminlik içinde büyüsünler diyerek…

Kolay mı anne ve baba olmak…
Onun değerine müdrik bulunmak…

Bir zillet uğruna zevklere sarılmak…
Ne olduğu belirsiz ilişkilerde bulunmak…
Adına da bir hak diyerek nisaları pazarlamak…

Bizim olan, milletin efradı bulunan insanlar…
Hak adına nefes alan canlar çaresiz kalanlar…
Bizzat hakları ellerinden sökülerek alınan zavallılar…

Biliyoruz ki bunlar bizim canlardı…
Sahipsiz bırakılan masum kanlardı…
Teslim olmaları bizlere olan inançlarındandı…

Akıl… Nesil… Can… Mal… Din…
Gibi beş temel hak ve özgürlüğü korumak zorunda bulunan nizam…

Nizamlara vaziyete eden bizim olan insan…
Mazlumu zalimin ellerine teslim eden bir vicdan…

Ben yine sakin köşemde nefes alırken…
Tevdi edilen canın nihayetini beklerken…
Niyazımla ellerimi yaşlarla yüzüme sürerken nasibi beklerim….
 

mavicik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Şub 2008
Mesajlar
81
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Ben yine sakin köşemde nefes alırken…
Tevdi edilen canın nihayetini beklerken…
Niyazımla ellerimi yaşlarla yüzüme sürerken nasibi beklerim...

emegine saglik
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
......Öykücü.....

......Öykücü.....

Nesrin, kapının çalmasıyla irkildi.Öğle uykusu yarıda kalmış, rüyası en güzel yerinde bölünmüştü. Ayağa kalkarak ritmik adımlarla kapıya doğru yürüdü. Uyku sersemliğiyle yalpalayarak yürüyor, içten içe kapıyı çalanlara küfrediyordu.
Kapıyı açtığında kapıda görünen yakışıklı bir adam ve genç bir kadın onun ilgisini çekmişti doğrusu.Ağzında lafları geveleyerek “Ne istemiştiniz diye sordu?”Yakışıklı olan adam gülümsedi.”Ben Komiser Sertaç Erarslan.Şu anda “ÖYKÜCÜ” adlı bir psikopatın soruşturmasını yönetiyorum. Onu bulmak için de…Sizin yardımınız gerekecek.”Kadın gözlerini kısarak Sertaç’a baktı.
“Acaba bunun benle ne alakası var?”Sertaç alayla konuştu.
“Katil sizin oğlunuz efendim…Levent…”

“Doğruyu söylediğinizden nasıl emin olacağım.”Sertaç, Nermin adlı kadının evinin salonunda oturmuş Nermin’i dinliyordu.Kadın sert çıkıştı.
“Tabi ki de doğruyu söylüyorum.Gidin araştırın isterseniz mezarını kazın ama sonuç hepsinde de aynı çıkacak.Levent 7 yıl önce öldü…” Mantık neyi gösterirse göstersin, gerçekler değiştirilemezdi…

Memur, “Ruhsatınızı görebilir miyim?” dedi. Ali gülümsedi.Torpido gözüne uzanıp, içini biraz karıştırdıktan sonra kapak kısmı iyice eskimiş bir ruhsat çıkardı.
“Hey hey hey…Buyrun efendim!”Memur ruhsatı yaklaşık 30 saniye inceledikten sonra geri iade etti.”Devam edebilirsiniz.” der demez Ali gazı köklemişti bile. Burnuna gelen mazot kokusunu hiçbir şeye değişmezdi.
Tır şoförüydü Ali.İstanbul-Antalya-Denizli arasında her türlü taşımayı yapardı.Kırmızı bir tırı vardı Ali’nin.Ona MELTEM diyordu.Kızı gibi görüyordu tırını.Şimdi de Denizli’den İstanbul’a meyve suyu fabrikaları için meyve taşıyordu.
Ali, geniş düşüncelere dalmışken birden titremeye başladı.Kalçalarından başlayarak tüm vücuduna yayılan titreme belirgin olmasa da son derece rahatsız ediciydi.Bu titreme, cep telefonundan geliyordu.
“Alo!” Ali, aşırı iri vücuduna yakışan bir ses tonuyla konuşmuştu.Fakat karşıdaki için aynı şey söylenemezdi.Karşıdaki zorla konuştu.
“Ben Selin.Beni bul Ali.Yardım et.Başım dertte.Polisler yardımcı olamıyor bana.Sen yardım et Ali.Kurtar beni bu işkenceden!Lütfen Ali, senden şun…”Bağlantı kesildi.Anlaşılan Ali, telefonun çekmediği bir bölgeye girmişti.Buna kader de denilebiliyordu tabii.Tabii tabii…

Selin, yavaşça uyandı…Hiçbir şey hatırlamıyordu.Ali’yi aramıştı.Ya sonra?Nerede olduğunu merak etti Selin.Gerçekten de.Neredeydi.Rahat bir koltuğun üzerinde oturuyordu.Elleri, bağlıydı.Bir de…Oturduğu koltuk, BEYAZDI…Öykücü…
Odada çok derin bir ses yankılandı.
“Merhaba Selin…Konuşmanı istemiyorum.En büyük korkuyu senin için hazırladım.Hem de en büyüğünü.Öleceksin Selin.Yemin ederim ki öleceksin.Tanrıya inanıyor felan değilim.Ama YEMİN EDERİM ki öleceksin.”
“Senden korkmuyorum budala!”Selin’in sesi ne kadar titrek de çıksa gerçekten de korkmuyordu.Tıpkı diğer seferdeki gibi…Hiç korkmuyordu.Ama tek şey biliyordu.Ölecekti…
Hemen bir soru uydurdu.
“O zaman açıkla.Her şeyi ama her şeyi açıklamanı istiyorum.Sen kimsin?Öykücü kim?Neden böyle yapıyorsun?Yoksa Levent…YAŞIYOR mu?”
“Pekala!Sana kurgusaldan önce, gerçek bir hikaye anlatacağım.Ben buna şöyle diyorum.HİKAYELERİN EN KÖTÜSÜ!!!”Kahkaha sesleri geldi.Sonra da konuşmaya başladı.

“Kardeşim… Bir kardeşim olduğunu öğrendim. Maalesef ki ölmüştü.7 yıl önce.Evet..O Levent’ti…Kardeşim.Onunla ilgili pek bir şey bilmiyordum.Sadece kardeşim olduğunu.Ona ait özel bir eşyayı ele geçirmeyi o kadar çok istiyordum ki…Geçirdim de…Evine gizlice girerek.Kilitli bir sandıktı çaldığım.Pek pahalı bir şey değildi.Farkettiklerini bile sanmıyorum. Kilitli sandığın kilidini açmak pek zor değildi doğrusu.Açtım ve okudum.Hepsini teker teker…

Kardeşim, öykü yazmaya meraklıymış.Korku öyküleri yazmayla ilgileniyormuş.Yazıyormuş da.Ama siz arkadaşları, onu sürekli aşağılıyormuşsunuz.Alay ediyormuşsunuz.En sonunda ne yazmış biliyor musun?İntihar edeceğini.Kardeşim ölmemiş, kendini öldürmüş anladın mı ha?
Sandığın içinde bir tek bu yoktu tabii.Bir öykü vardı.ÖYKÜCÜ…Öyküde kardeşim, hepinizi teker teker kaçırıyordu.Tüm alaycıları.Sonra da onları heyecan sandalyesine bağlayıp, korkutuyordu. Sandalyeden kurtulmak için tek çare ölmekti.Kardeşim, korku seviyeniz maksimuma ulaştığında yanınıza bir neşter bırakıyordu öyküde.Siz de öyle korkmuş oluyordunuz ki, intihar ediyordunuz.

Yaklaşık 7 saat içinde her kurban intiharı seçiyordu.Ne diyeceğini biliyorum.Neden sadece öykülerden korkuyorlar diyeceksin.Çünkü onlar uyuşturuluyordu. İşte böyle.Ölümlerin en kötüsünü de sen için hazırlıyordu hikayede Levent.Çünkü seni deliler gibi seviyordu ve sevgisine karşılık vermeyip bir de üstüne en fazla kalp kıran sendin.En fazla sana çektiriyordu.İşte böyle…Kardeşimin yapamadığını ben yaptım. Herkesi teker teker kaçırdım.Uyuşturdum…Tek korkacakları şey öyküler oluyordu uyuşturuldukları zaman.Kendi yazdığım öyküleri anlattım onlara.

Genelde hepsi 2 saat içinde intiharı seçtiler.Bir tek sen, 3 saat boyunca uğraştırdın beni.Son derecede korksan da maksimum derecede korkmuyordun. O yüzden seni bıraktım.Cavidan üstünde bir prova yaptım ve artık vaktin geldi Selin.Artık ÖYKÜNÜ hakkediyorsun.Az sonra şöyle diyeceğim cesedine karşı: “…VE ÖYKÜCÜ BİTTİ…” Sonra, öykü başladı…

Öykünün yarısında ses kesildi.Selin o kadar çok korkuyordu ki.Ama henüz intihar edecek kadar korkmuyordu. Öykünün adı ALEM’di.Gerçekten de…”Selin, gözlerine inanamıyordu.Karşısında bir adam dikilmişti. O ÖYKÜCÜ’ydü.O gerçekten ÖYKÜCÜ’ydü.Rüyalarına giren, işkenceler çektiren ÖYKÜCÜ…Bir de…O, komiser Sertaç’tı…
“Sertaç!Sen sen…”
“Ben Sertaç değilim.Ben Levent’in ağabeyiyim.İsim benzerliği var tabi ki de.Benim ismim de Sertaç…Ama ben komiser falan değilim.Ben öykücüyüm.Sana bir hediye getirdim Selin.”
Selin’in eline, ufak bir neşter bıraktı.Sonra koşarak ortadan kayboldu ve öyküye devam etti.. O an tek şey düşünüyordu.Sertaç, genetikti…Çift kişilikliydi.Bir ÖYKÜCÜ iki komiser… Levent gibi o da bir katildi aslında fakat açığa çıkmamış.Levent’in sandığını açınca da her şeyi öğrenmiş ve gerçekten katil olmuştu. Selin o kadar şaşırmamıştı aslında…

Sertaç, komiserken ÖYKÜCÜ olduğunu, ÖYKÜCÜ’yken de komiser olduğunu hatırlamıyordu. Ve komiser Sertaç, bazen bu cinayetlerden kendine de pay çıkarıyordu. Diğer kişiliğinin yansımasıydı bu. Aman!Ne kadar da iç rahatlatıcıydı… Onun için dünyada tek gerçek vardı artık… ÖLECEKTİ…
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Bilinç yetersizse!

Bilinç yetersizse!

Kalın duvarların nefesimi daralttığı yıllardı.
Birçok insanla bir şekliyle müşterekliği paylaşmak zorunluluğumuz bulunuyordu zira adeta kaçınılmaz olan vakıaydı.

Tanış olduğum insanları gözlemlerken terennüm ettikleri nefeslerde hicranın izlerini görmemek mümkün değildi. Aslında saf ve temizlerdi.

Bir güvenle inanmanın…
O manada hadiselere bakmanın…
Bilinmeyenler karşısında niyazda bulunmanın açmazıyla karşılaşıyordum.

Nimetin sebebi belliyken…
Nedenlerini fikredenler irdelerken…
Gayretin nispetinde refahın olacağı aşikârken bu gerçek bilinirken…

Hiç lüzumu gerekmeyen…
İradesini avuntuya yeğleyen…
Hiddet ve adaveti piyasaya sürenler karışıklık ortamında demlenirlerdi…

Kurban olan her insan…
İnandığını mukaddes sayar…
İdealistlik o kadar işlenmiş ki marifetle anar…

Bayrağımız belliyken…
Milletimiz yıların dirliğini özlerken…
Dinimiz vicdanlarımızda bilinmeden yeğlenirken…

Sabah… Öğle… Akşam…
Birilerince yönlendirilen birçok insan…
Vatan… Nizam… Güzelliğinde hep kaygılandırılan…

Yıllara sâri olarak gelişen…
Bir girdabın içinde çaresizliğe mahkûm edilen…
Bir öğrenciyken hatta çocuk yaştayken davalar ilan edilirken…

Örfümün donattığı…
Ailemin yıllarca anlattığı…
Okullarda ezberlerin yaptırıldığı lakin hale yansımadığı…

Konuların sevgi diliyle anlatılmadığı…
Bilinmeyen her şeyden gereksizce kaçıldığı…
Zekânın gereği olan merakın insanlarca kullanılmadığı…

Bağıran şiddeti çağıranlar…
Hamaset uğruna bir yatırıma koşanlar…
Katledilen onca canlar, cahilleşendir bu insanlar…

Ruh aşkı arar… Vicdan nefrette ne arar… Can ona şaşar…
Çaresizsin… Gideceğin yeri bilensin… Sen akleden düşünensin…
Hak için derlenensin…sen kalbinin sahibinin sesini ne vakit dinleyeceksin...
 

DuaLar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2008
Mesajlar
1,107
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Nizamlara vaziyete eden bizim olan insan…
Mazlumu zalimin ellerine teslim eden bir vicdan…

çok güzel bir paylaşım
ellerine
yüregine saglık...
 

Rabia-Adeviye

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2008
Mesajlar
319
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
kaç kopyayız biz

kaç kopyayız biz

Hiç düşündünüz mü orjinal kişiliklerinizden

Kaç kopya çıkarılabileceğini?

Kaç farklı hayatı birarada yaşadığınızın farkında mısınız?

İstemeden yaptıklarınız isteyip yapamadıklarınız, gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya

çabaladığınızı farkediyor musunuz?

Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün, bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun, sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?

Sınırlı bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun, durup, geride kaç farklı ayak izi bıraktığımıza dikkat ediyor musunuz?

Sahi kaç kopyayız biz?

Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?

Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?

James Bond filmlerindeki kibar, yakışıklı ve aynı zamanda da güçlü İngiliz salon erkeklerini hayran hayran izleyen kadın mı size daha yakın, yoksa motorsikletli bir James Dean serseriliğine tutulup maceralar özleyen mi?

Ne zaman Maryl Streep'in çehresindeki duruluğun ve gizemin büyüsüne kapılıp din*gin hayatlar hayal ettiğinizi, ne zaman herşeye boşverip Madonna'nın isyana ve günaha çağıran sesine koştuğunuzu kendinize itiraf edebilir misiniz?

Huzurlu bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarım ve cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı? Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız..?

Hangi kopyanız "Kaçıp gidelim uzaklara diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken...

Üfürükçülük adı altında bastırılmış içgüdülerinden cinsel fantaziler üreten din adamlarını, ölümcül hırslarını sahte bir gülücükle maskeleyen siyaset ikonalarını, maçlarda birer küfür mitralyözüne dönüşen kibar işadamlarını görünce sistemin ne çok kopya ürettiğine şaşıyor musunuz?

Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örülmüş, çok kopyalı bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tür iki (üç-dört..?) yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi farkediyor musunuz?

Her akşam haberlerin karşısında genç mezarların ardından gözyaşı dökerken, sonra nasıl birden unutup kendi bencil dünyanıza çekilebiliyorsunuz?

Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi..?

Aklınızdan geçeni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?

Kopyalarınızı, orjinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç...?

İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?

Hangisinin ne zaman, nasıl ortaya çıkacağını denetleyebiliyor musunuz?

Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misi*niz, yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?

Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?

Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?

Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?

Sahi, kaç kopyasınız siz...?

Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz...?


----CAN DÜNDAR----
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
İnsanın Yaratılış Gayesi...

İnsanın Yaratılış Gayesi...

İNSANIN YARATILIŞ GAYESİ


clear.gif

İnsanoğlunun, yaratılışın gayesini anlayabilmesi için, aklının idrak ettiği, canlı ve cansız bütün varlıkları, aydın bir bakışla enine-boyuna, tüm detaylarıyla inceleyip, bu incelemeden sonra derin derin düşünmesi gerekir. Zira bu inceleme ve araştırma; insan, hayat ve kainat mefhumları olup, insan aklının anlama sınırı dahilindedir.
İnsan, hayat ve kainat; çölün kum zerrelerinden, Everest Tepesi’nin kar tanelerine bitkilerden insanlara, cansızlardan dünyamızı neşelendiren sayısız canlı varlıklara kadar, küçük büyük her şeyde mükemmel bir ölçü, plan, program, denge ve ahenk hakimdir. Her neye bakarsak bakalım, görünmeyen bir elin, görünmez bir kalem ve pergelle, en dakik bir şekilde zerrelerine varıncaya kadar ölçüp biçtiğini anlamakta yanılmayız.


*Kainatta her şey bir intizam içerisinde cereyan ederken, bilhassa insanın yapısında bu nokta daha bariz bir şekilde görülmektedir. İnsan beyninde bir hücre, 200 elektronik beyne denktir. Yani insanın beyin kabuğu, 2.8 trilyon elektronik beyine denktir. Beynin bu kadar dar bir sahaya yerleştirilmesi, tasavvurlarının ve tasarımlarının üzerinde harika bir sanat şaheseri olduğunu ispatlar. Beyinde 14 milyar hücre ve iki hücre arasında da 3000 bağlantı vardır. Eğer bu kadar bağlantı PTT santralinde olmuş olsaydı PTT’ciler ne yapacaklarını şaşırırlardı. Halbuki beyin asla şaşırmıyor...
*Kalp bir günlük çalışması ile, iki tankeri doldurup boşaltır.

*İnsandaki sinirler, uç uca eklense 480 bin km, damarlar uç uca eklense 200 bin km eder. Acaba bu kadar dar bir sahaya böyle geniş bir yer kaplayacak organlar nasıl sığdırılabiliyor?...
*Bağırsaklarda, yiyeceğin bağırsağa temas edeceği saha ne kadar fazla olursa o kadar iyi emilir. Bundan dolayı barsak iç yüzünü büyütmek için, bağırsakta birçok kıvrım vardır. Bu kıvrımlar olmasaydı, bağırsakların uzunluğu 35-40 metre olması gerekecekti. İnsan vücudunun her tarafında olduğu gibi, bağırsak yapısında da madde ve saha bakımından en mükemmel bir şekilde yerleşim ve intizam bulunmaktadır.


*İnsan vücudundaki göz, kulak, burun ve dil gibi organların yapıları et olduğu halde, göze görmeyi, buruna koklamayı ve dile de tat alma görevini yükleyip bir ahenk içerisinde programlayan kim? Kulağın gördüğünü, gözün de işittiğini hiç duydunuz mu?...
*İnsan vücudunda organlar sağlam muhafazalarla korunmuşlardır.
Mesela; kafatası muhallebi kıvamındaki beyni, bütün darbelerden koruyacak şekilde yapılmıştır. Göğüs kafesi, içindeki kalp, akciğer ve diğer önemli damar ve organları muhafaza eder. Yalnız karnın ön duvarı, deri ve kaslardan ibaret, yumuşak ve hareket edebilecek yapıya sahiptir. Karın duvarı da göğüs duvarı gibi sert olsaydı ne olurdu? O zaman insan gövde esnekliğini kaybeder, robot gibi olurdu. Yani solunum yapılamayacak ve hayat da olmayacaktı...

*İnsanın yaratılışı öyle muhteşem ve sırlı hadiseler zinciridir ki; bebeğin anne karnındaki kalsiyum temini için, annenin kemiklerinden kalsiyum çözülüp alınması ve bebeğin imdadına gönderilmesi, annenin doğum sırasında ağır kanamadan ölmemesi için, kanın pıhtılaşma oranının % 100 artarak tam bir koruma mekanizmasının oluşması ve bebeği doğumdan sonra hastalıklara karşı koruyacak antikorların annenin ilk sütüne bolca yerleştirilmesi, sonsuz şefkat ve kudret sahibi bir Zat’ın her şeyi bir plan ve programa göre varlığa erdirdiğini gözler önüne sermektedir.

*Çöllerin vazgeçilmez vasıtası olan deve incelendiğinde, çöl hayatı için ne kadar uygun yaratıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Uzak mesafelerde binek veya ağır yükleri taşıyıcı olarak insanoğluna hizmet ettiği gibi, eti ve sütüyle de gıda ihtiyacını karşılar. Bir deve 15 dakika içerisinde 200 litre suyu içebilmektedir. Ayrıca hörgüçlerinde bolluk dönemlerinde oluşan yağları depo ederek, susadıklarında bu yağın parçalanmasıyla su açığa çıkar ve susuzluğunu giderirler. Tabak şeklinde, araları açık olan ayaklarıyla, yumuşak kumda batmadan kilometrelerce yürüyebilirler. Deveye bahşedilen bu mükemmel sistem acaba tesadüf mü?..
.
*Karınca ve arılar gibi toplu halde yaşayan böcekler, o derece karışık davranışlarda bulunurlar ki, bu hayvanlarda akıl olmadığını düşünmek şaşırtıcı gibi gelir. Halbuki, onların çok karışık davranışları akla ve iradeye bağlı değildir. Akıllı ve şuurlu kabul ettiğimiz günümüz insanları dahi tam huzurlu ve sakin bir toplum hayatı kuramadığı halde bu böcekler o kadar intizamlı bir hayat kurmuşlar ki, insanın hayretler içinde kalmaması imkansız. Bu böceklerde cemiyet nizamına çok dikkat edilir. İşçi arıların petek yapması, yavru ve kraliçe arıları beslemeleri, kovanı temizlemeleri ve tamir etmeleri çok büyük bir intizam ve düzen içinde olur. Eğer kovanın içi sıcaksa yumurtaları soğutmak için kanat çırpan arılar, şayet kovanın içi soğuksa, yumurtaların etrafına toplanarak onları ısıtırlar. Acaba işçi arı bu işi nereden öğrendi?.. Ona yumurtaların bu şekilde bozulmadan bakılabileceğini kim öğretti?.. İşçi arı bal yapabileceği bir çiçek bulduğunda bunu diğer arılara haber verirken, güneşe göre bir açı çizerek, bazı dönme hareketleri yapmaktadır. Bu şekilde yön belirlemeyi arı nereden öğrenebilir?.. Harika bir tadı, şifa kaynağı ve besleyici değeri tam olan, çeşitli mineral ve vitaminler içeren balı yapmayı arı hangi laboratuvarda öğrendi, formülünü kimden aldı?...

*Örümceklerin her türünün sadece kendine has olan bir ağ şekli vardır. Her örümcek hiç öğretilmeden, hangi şekilde ağ yapacağını bilir. Örümcek ağının ipeksi telcikleri iplik halinde salgılandığı anda havanın etkisiyle katılaşan proteindir. Bizim gözle gördüğümüz her iplik, aslında birçok iplikten meydana gelmiştir. Örümcek bu iplik ile ustalıkla bir ağ örer.
Bu ağlara takılan sineğin titreşimlerini hissetmek için ipliğin son ucunu tutarak pusuda bekler. Acaba ağ kurarak avlanmayı örümceklere hangi usta avcı öğretti?...


*Tavuk yumurtalarının içine konulan bir ördek yumurtasından diğer yavrularla birlikte çıkan ördek yavrusu dosdoğru suya koşarken, tavuk yavruları toprağı gagalamakla meşguldür. Acaba bu ördek yavrusuna yumurta içindeyken yüzme mi öğretildi?.. Anne ve babasından uzakta kuluçka makinesinden çıkartılan bir kuş laboratuarda büyütülüp beslendiği halde, bu şartlarda bile kendine has olan yuvayı yapıyor. Yumurtadan çıktıklarından beri yuva hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu kuşlara diğer kuşlar gibi yuva yapmayı kim öğretmiş olabilir?.

*Afrika’nın Namibia Çölü’nde yaşayan birçok örümcek türünden olan “Altın Tekerlek Örümceği”, en büyük düşmanı olan yaban arılarından kurtulmak için kendilerini bir disk haline getirip tekerlek gibi dönerek kaçmaktadırlar. Yuvalarını kum tepeciklerine yapan bu örümcekler, yaban arıları tarafından sokulduğunda felç olarak hareketsiz kalmaktadırlar. Bu kötü sonuca uğramamak için Sevk-i İlahi ile örümceklere yuvalarını kum tepeciklerinin en yüksek noktalarına yapmaları öğretilmiştir. Böylece yaban arılarından yuvarlanarak kaçma işini de tepenin yüksekliğinden ve eğiminden yararlanmaktadırlar. Örümcekler yuvarlanmaları sırasında 1 saniyede 44 devir (tur) yaparlar. Bu da saatte 300 km. hızla giden bir otomobilin hızına eşit bir hız demektir. Enteresan olan husus, tepenin eğimi ile dönüş hızı arasındaki ilişkiyi bu akılsız ve şuursuz örümceğin nasıl bildiği ve yuva yapma yerini en iyi şekilde tespit etmesidir.

*Sema’dan (Gökyüzü) yağmur yerine nitrik asit (kezzap) yağabilirdi, hiç düşündük mü?. Yerküredeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devir daimindeki ahenk içinde işleyen nizam ve intizam insanı hayretten hayrete düşürür. İlmen havadaki her şimşek çakışında nitrik asit oluşumu için bütün şartlar hazırdır. Bu şartlara rağmen kezzap değil de, katre katre yağmuru indiren, yüce kudret, irade ve hikmetle hükmedip üzerimizde titreyen bir rahmet eli ibretle görünmektedir. Bunu hiç düşündük mü?... Kainatta yaşayan bu esrarengiz gelişmeleri inceleyen ve düşünen bir insan, duyu organlarının algılayabildiği şeylerin sadece varlığından bile, onları yaratmış olan bir yoktan var edicinin mevcut olduğunu anlar. Zira bütün canlılarda ve eşyada gözlenen şey onların eksik, aciz ve bir başkası tarafından yaratılmış olmasıdır.

Öyle ise bunlar yüzde yüz yaratılmıştır. Bundan dolayı çekip çeviren ve düzen sahibi bir yaratıcının varlığını ispat etmek için kainatta herhangi bir şeye dikkati çekmek yeterlidir. Kainatta herhangi bir yıldıza bakmak, hayatın görüntülerinden herhangi birini düşünmek, canlıları incelemek ve insanın herhangi bir özelliğini anlamak, Yüce Allah (cc)’ın varlığına kesin olarak delil olur. Bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim dikkati eşyaya yöneltir. İnsanı, eşyaya ve eşyanın etrafında olup bitenlere, eşyaya ilişkin hususlara bakmaya ve böylece Allah-u Teala’nın varlığına delile dayanarak inanmaya çağırır. Böylece insan eşyanın başkasına muhtaç olduğunu görünce bundan düzen sahibi bir yaratıcının varlığını tam olarak anlar. Bu anlamda yüzlerce ayet gelmiştir:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Al-i İmran 190)
“İnsan neden yaratıldığına baksın; erkeğin beli ile kadının kaburgaları arasından çıkan akıcı bir sudan yaratıldı.” (Tarık 5-7)
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeyleri denizde götüren gemilerde, Allah’ın gökten indirip, ölümünden sonra kendisi ile yeri tekrar dirilttiği yağmurun yağmasında ve her çeşit hayvanı yeryüzüne yaymasında, rüzgarları estirmesinde ve gökle yer arasında emre amade kıldığı bulutlarda, düşünen bir kavim için deliller vardır.” (Bakara 164)
“Gökten su indiren de O’dur. Onunla her şeyin nebatını çıkardık. Ve o nebattan bir yeşillik çıkardık. Ondan birbiri üzerine binmiş taneler çıkarıyoruz. Hurma ağacının tomurcuklarından birbirine yakın salkımlar, üzümlerden bağlar, (yaprakları) birbirine benzer (meyveleri) benzemez zeytin ve nar ağaçları bitirdik. Her birinin meyvelerine bakın! Bir ilk meyve verdiği vakit, bir de olgunlaştığında bakın. Şüphesiz bu size gösterilenlerde iman edenler için birçok alametler vardır.” (En’am 99)
“Denizden taze et (balık) yiyesiniz ve içinden takınacağınız bir ziynet (inci, mercan) çıkarasınız diye, denizi hizmetinize veren de O’dur. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görürsün. Bunu bir de Allah’ın fazlından nasib arayasınız diye yaptı. Olur ki şükredersiniz.” (Nahl 14)
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Ayetlerde de görüldüğü gibi Allah (cc), insanı eşyaya, eşyanın etrafındakilere ve eşya ile ilgili hususlara aydın bir düşünce ile bakmaya, bu suretle düzen sahibi bir yaratıcının mevcudiyetini delille anlamaya ve sonuçta Allah’a (cc) imanın akıl ve delil sonucu olmasıyla, köklü bir imana sahip olmasına davet etmiştir. Bundan dolayı her Müslüman’a imanı araştırması, inceleme ve aydın düşünce ile bulması ve Allah’a (cc) iman noktasında mutlak olarak aklı hakem kılması vacib (mecbur) olmuştur.

İnsanın, nizamlarını almak ve yaratıcısına iman için kainata bakmaya davet edilişi Kur’an-ı Kerimin çeşitli surelerinde yüzlerce defa tekrar edilmektedir. Bunların hepsi insanın akli yeteneklerine yöneltilmiş olup, imanı akıldan ve delilden doğsun diye, kişiyi düşünceye çağırmakta ve babalarından gördüğü şeyleri hiç düşünmeden, incelemeden, ne derece doğru olduğuna kanaat getirmeden kabul etmekten sakındırmaktadır. İşte İslam’ın istediği iman budur. Bu iman o, “kocakarı imanı” diye adlandırılan iman değildir. Bu, ancak derin derin, enine boyuna düşünüp sonra nihayet Allah-u Tealaya, şüpheye mâhal bırakmadan imana ulaştıran araştırıcı aydının imanıdır.
Kainatta olup biten olayları, canlıları ve eşyayı inceleyip bunların aciz ve eksiksiz olduğunu, Allah-u Teala tarafından yaratıldığını kavrayan insan, bir an “peki Allah’ı kim yarattı?” sorusuyla karşı karşıya kalabilir. Allah (cc) ya bir başkası tarafından yaratılmıştır, ya kendi kendini yaratmıştır, ya da varlığı vacib ve ezelidir. Başkası tarafından yaratılmış olması batıldır. Çünkü o zaman sınırlı olarak yaratık konumuna düşer.


Kendi kendini yaratmış olması da batıldır. Çünkü bir anda hem kendisinin yaratıcısı ve hem de kendisinin yaratığı olmuş olur ki, bu imkansızdır. O halde yaratıcının öncesiz, sınırsız ve başlangıçsız, varlığının vacib (zaruri ve kendiliğinden) olması gerekir ki, o da Allah-u Tealadır.
İnsan, hayat ve kainatın, derin bir inceleme sonucunda bir yaratıcıya muhtaç, sınırlı ve eksik olduğu kesin olarak anlaşıldıktan sonra aciz, sınırlı ve eksik olan bu yapının ister istemez sonrası da olmalıdır.
Zira insanlar dünya hayatının sonrasında, kıyamet günü dünyada yaptıkları fiillerden hesaba çekileceklerdir. O kıyamet günü ki, insanların şiddetli bir hesaba uğrayacağı, bu azaptan sarhoş olacakları gün... Allah (cc) kıyamet gününün dehşetli yüzünü şöyle anlatıyor:
“Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Çünkü kıyametin sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli (kadın) emzirdiğinden vazgeçecek ve her yüklü (kadın) çocuğunu düşürecek, insanları hep sarhoş (gibi) göreceksin, halbuki sarhoş değillerdir. Lakin Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” (Hac 1-2)


Ayette, kıyamet gününün dehşeti anlatılmakla beraber, insanoğlu bu dehşetli azabdan kıyamet günüyle sınırlı kalacağını mı zannediyor?.. Zira kıyamet gününün o dehşetinden sonra, insanlar dünyada işledikleri fiillerin karşılığı olarak ya cennete ya da cehenneme gireceklerdir. İslam akidesini, Allah’ın (cc) varlığını net bir şekilde kavrayıp, hayatın öncesi, hayat ve hayatın sonrası ile bağ kurup hayattaki ilişkilerini Allah’ın (cc) nizamlarına uygun olarak düzenleyen ve bu yolda canını, malını ve her şeyini feda eden insan mükafat olarak cennete girecektir. Zira gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, düşüncelerin dahi tasavvur edemediği cenneti Allah (cc) şöyle bildiriyor:
“Hiç şüphe yok ki, iman edip yararlı işler yapanlara, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük kurtuluş işte budur.” (Buruç 11)
“(Resulüm!) İman edip de yararlı işler yapanlara, kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! Onlardan kendilerine ne zaman bir meyve rızık olarak yedirilse, “bu daha önce de rızıklandığımız (yediğimiz) şeydir.” derler. O meyveler birbirine benzer şekilde kendilerine sunulur. (Renkleri birbirine benzer fakat tatları başkadır.) Onlar için orada temiz, pak zevceler de vardır. Hem onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Bakara 25)


“Onlara altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: Siz, orada ebedi kalacaksınız, işte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur. Orada sizin için bol bol meyveler vardır, onlardan yersiniz, denilir.” (Zuhruf 71-72-73)
İşte cennet bu kadar mükemmel, nimetleri dünyadaki nimetleri karşılaştırılamayacak derecede, yorgunluğun, acının ve ızdırabın olmayacağı bir mekan iken, akıllı bir insanın bu güzellikleri terk etmesi düşünülemez.
Zira bunları terk etmesi, dünya hayatında başıboş olarak hareket etmesi, Kalu-belada Allah’ın (cc) kendisine yüklediği sorumluluğu ve kıyamet gününde bu sorumluluktan hesaba çekileceğini unutup, kendi nefsi arzularına göre hayat tarzı düzenleyip o şekilde yaşamasının sonucudur. Böyle bir hayat tarzına sahip insan dünyada rezil bir hayat geçireceği gibi, bunun cezası olarak da cehenneme girecektir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:


“Kendisi için hidayet (dosdoğru yol) belli olduktan sonra, kim mü’minlerin yolundan (Allah’ın şeriatından) başka yola (şeriata) giderse, onu o yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. O ne kötü bir yerdir, gelecektir.” (Nisa 115)
“Kim Allah’a ve Resulü’ne isyan ederse, içinde ebedi kalmak üzere onun için cehennem ateşi vardır.” (Cin 23)
“Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: Küfredenler için ateşten elbiseler biçilmiştir, başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki muhteviyat ve derileri eritilir. Bir de bunlara demirden kamçılar vardır. Her ne zaman oradan (ateşten), onun bir ızdırabından (dolayı) çıkmak isteseler tekrar içine döndürülürler. Ve kendilerine, tadın bakalım yangın azabını! (denilir).” (Hac 19-20-21-22)
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:


“Cehennem ehlinin azap yönünden en azı, kıyamet gününde ateşten yapılmış iki pabuç onun ayaklarına giydirilir ki, bu pabuçların hararetinden onun beyni fıkır fıkır kaynar.”
Evet Allah (cc) cehennemi sınırlarını aşanlar için bu şekilde yarattığına göre insan aklını kullanarak olayları inceleyip ona göre hareket tarzı içerisinde olmalıdır. İnsan, hayat ve kainatın ötesinde bunların hepsini yaratan bir yaratıcının olduğu, her şeyi O’nun yarattığı, hayatın sonrasında ise; kıyamet günü insanın dünyada yaptığı işlerden sorguya çekileceği bilincinde olmalıdır. Bu yüzden bu hayatın öncesi ve sonrası ile bir bağlantısı olması ve hayatta insanın durumlarının bu bağ ile bağlanmış bulunması icab eder. O halde insan hayatta Allah’ın (cc) nizamlarına uygun olarak hareket etmeli ve dünyada yaptığı işlere göre kıyamet gününde Allah’ın (cc), kendisini hesaba çekeceği inancında olmalıdır. Böylece insan; kainat ve ötesi hakkında aydın bir fikre ulaşmış olur.


Yani hayatın öncesi ve sonrası hakkında ve hayatın öncesi ve sonrası arasındaki ilişki hakkında aydın bir fikir elde edilmiş olur. Bu suretle insanlığın en büyük düğümü İSLAMİ AKİDE ile çözülmüş olur ki, bu akide gereği hayatı incelemek, hayat hakkında doğru mefhumları bulmak için harekete geçmeli ve bu akide gereği bir hayat tarzı izlemelidir.
“Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince O’nlara icabet ediniz.” (Enfal 24)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt