Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sahabeler ve tabiin (1 Kullanıcı)

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
allah2.gif
[SIZE=+3]Seleme Ibni Ekva (ra)[/SIZE]
Seleme Ibni Ekva radiyallahu anh sayili arap okcularindan... Sahabe arasinda secaat ve cesareti ile sohret kazanmis bir yigit... Ok ve mizrak atisiyle, ata binisiyle usta bir suvari... Yaya olarak dusmani takip eden piyadelerin kahramani...
O, hicretin 6. senesinden once Islam'la sereflendi. Coluk cocugunu Mekke'de birakip Medine'ye hicret etti. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'den aldigi nurla gonlunu yikadi ve orada hicbir sirk kalintisi birakmadi. Islam'a ihlasla sarildi. Kahramanlikda, comertlikte, hayir islerde yarisan bir cihad eri oldu.
Seleme (r.a.) Medine'ye geldikten sonra butun gazvelere katildi. Ilk once Hudeybiye gazvesine istirak etti. Bu gazvede cesaret ve secaatiyle kendini gosterdi. Islam tarihinde muhim bir yeri olan Ridvan bey'ati de bu gazvede gerceklesti. Seleme (r.a.), burada Efendimize iki defa bey'at etti. Bu tarihi hadise soyle oldu:
"Sevgili Peygamberimiz ve ashabi hicretin altinci yilinda Kabe'yi ziyaret maksadiyla yola cikmisti. Kureys buna engel oldu. Rasul-i Ekrem (s.a.) efendimiz onlara, savasmaya degil ziyarete geldigini Umre yapmak istediklerini haber vermek uzere Osman Ibni Affan (r.a.)'i gonderdi. Kureysliler Osman (r.a.)'a:"Istersen sen beyti tavaf et fakat hepinizin girmesine yol yok" dediler. Hz. Osman (r.a.) da: "Rasulullah (s.a.) tavaf etmedikce ben tavaf edemem." dedi. Bunun uzerine Osman (r.a.)'i tutuklayip goz hapsine aldilar. Donusu gecikince ashab telasa dustu. Bu arada onun olduruldugu haberi yayildi. Bunun uzerine Iki Cihan Gunesi efendimiz: "O kavimle carpismadan gitmeyiz." buyurdu. Sahabeden olunceye kadar savasmak ve kacmamak uzere bey'at aldi. Ashab teker teker gelip bey'at ettiler. Seleme (r.a.) kendi bey'atini soyle anlatiyor:"Ben Rasulullah'a agacin altinda bey'at ettim. Olunceye kadar savasmak ve kacmamak uzere. Sonra bir kenara cekildim seyrediyordum. Bey'at edenler azalinca Rasul-i Ekrem (s.a.) bana: "Seleme! Sana ne oluyor da bey'at etmiyorsun?" dedi. Ben de: Ya Rasulallah bey'at ettim, dedim. "Yine bey'at et!" buyurdu. Tekrar kostum bey'at ettim."
Muhtelif vesilelerle uc kere bey'at eden Seleme (r.a.) Rasulullah (s.a.) ile birlikte yedi gazveye katildi. O, piyadelerin kahramani idi. Nerde biri gozetlenecekse onu gozler, nerde biri takib edilecekse onu takib eder yakalardi. Rasul-i Ekrem (s.a.) efendimiz Hudeybiye donusunde konaklarken Seleme'ye gozculuk vazifesi vermisti.
O, ok ve mizrak atmakta da ustaydi. Onun savas teknigi bugunku gerilla savaslarindaki usule benzerdi. Dusmani kendisine saldirdiginda onun onunden cekilir, dusman geri cekildiginde veya dinlenmek uzere durdugunda suratle ona saldirirdi. O, bu usulle Zu Kared gazvesinde ve bazi seriyyelerde dusman kuvvetlerini tek basina puskurtmeyi basardi. Onun secaat ve kahramanligi Zu Kared gazvesinde daha bariz bir sekilde goruldu. Soyle ki:
"Rasul-i Ekrem (s.a.) efendimizin sagmal ve dogurmalari yaklasmis yirmi devesi Gabe-Zu Kared mevkiinde otlatiliyordu. Burasi Gatafan kabilesinin mintikasi idi. Seleme (r.a.)sabahlari erkenden, develerin sutlerini efendimize getirmek uzre atla buraya gelirdi. Birgun Gabe daginin eteklerine vardiginda Abdurrahman Ibni Avf (r.a.)'in kolesi onu gordu ve kosarak yanina geldi. Cok heyecanliydi. Kendisi anlatiyor: Ne oldu sana? dedim. O da:Rasulullah (s.a.)'in cobani Zerr sehid edildi, develeri de goturuldu! dedi. Kim goturdu diye sordum. Gatafanogullari dedi. Bu hadiseden cok muteessir oldum. Hic vakit kaybetmeden, derhal Medine'ye haber ulastirdim. Yardimci kuvvet gonderilmesini istedim. Kendim de tek basima Gatafanogullarinin pesini takib ettim. Suratle onlara yetistim. Hemen yayima ok yerlestirip onlara ok yagdirmaga basladim. Oklari atarken de: "Ben Ekva'in ogluyum! Bugun alcaklarin olecegi gundur!" diyor onlari oyaliyordum. Vallahi onlara, durmadan ok atiyor ve onlari olduruyordum. Bana yonelip de oldurmedigim hicbir atli yoktu. Dag yolu daraldi.Musrikler bogazin dar gecidindeyken ok yetismez oldu. Dagin uzerine ciktim onlara tekrar atmaga basladim.Baskinci musrikler gunes batmadan once Zu Kared denilen sulu bir vadiye saptilar. Cok susamislardi. Su icmek istediler. Onlari orada da tedirgin edip uzaklastirdim. Bu arada Rasulullah (s.a.)sahabileriyle yetisti. Onlarla birlikte peslerini takibe basladim.Yaya olarak tek basima baskincilara o kadar yaklasmistim ki; ashab ordusunu arkamda goremiyordum. Sabahdan aksama kadar kacmaktan yorulan musrikler beni arkalarinda gorunce cok sasirdilar. Nihayet develeri birakarak kacmak zorunda kaldilar." Iste o gun Rasul-i Ekrem (s.a.) efendimiz ashabina: "Suvarilerin en iyisi Ebu Katade, piyadelerin en hayirlisi Seleme Ibni Ekva'dir" buyurdu.
Seleme (r.a.)'in kahramanliklari her gazvede gorulurdu. Sakif ve Hevazin gazvelerinde bir adam Islam ordugahina gelmis isbirligi yapmayi teklif ediyordu. Sonra sivisip gittigi anlasildi. Seleme onu takip etti ve yakalanacagi sirada vurusarak onu oldurdu. Devesini, silahini esyasini alip getirdi. Hadise Rasul-i Ekrem efendimize arzedilince alinan ganimetlerin hepsinin Seleme'ye ait oldugunu soyledi ve onu bu sekilde taltif buyurdu.
O, Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in baskanliginda Beni Kilab seriyyesinde de bulundu. Tek basina yedi aileyi dagitan Seleme (r.a.) coluk-cocuk, kadin-erkek hepsini toplayip esir alarak getirdi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) kadin ve cocuklari nicin getirdin deyince musluman esirlerin kurtarilmasi icin dedi. Musriklerle anlasma yapildi ve onlar da serbest birakildi.
O, comertlikte de kahramandi. Allah icin istendiginde, oldugundan daha fazla verirdi. Halk onun bu ozelligini bildigi icin; "Allah rizasi icin senden istiyorum." derdi. Seleme (r.a.) da "Allah rizasi icin istemeyen ne icin ister ki?" diye onlarin gonullerini hos eylerdi. Tanimadiklarina bile ikramda bulunurdu. Kendisinden bir sey isteyen kimseyi reddetmezdi. Herkese de boyle ogut verirdi
Seleme Ibni Ekva (r.a.) 77 hadis rivayet etti. Hz. Osman (r.a.)'in sehadetinden sonra Rebeze'ye yerlesti. Hicretin 74. yilinda Medine'ye ziyaret icin geldiginde vefat etti ve sevgilisinin topragina defnedildi. Rabbimizden sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.
Mustafa Eris

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bes.jpg

SELMAN el-FARISÎ
Seçkin ve meshur sahabilerden b iri. Iran asilli olup, Isfahan'in Cayy kasabasinda dogmustur. Bir rivayete göre de dogum yeri Râmehürmüz'dur. Dogum tarihi hakkinda bilgi bulunmamaktadir. Selman (r.a)'in müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahsan'dir. Müslüman olduktan sonra Selman ismini almistir. Künyesi Ebu Abdullah'tir. Ona nesebi soruldugu zaman; "Ben; Selman b. Islâm'im" demistir (Ibn Sa'd Tabakâtül Kübra, Beyrut (t.y.), IV, 75; Ibnul-Esir, Üsdül-Gabe, II, 417; Ibn Hacer el-Askalani, rel-Isâbe, Bagdat (t.y.), ll, 62). Selman (r.a)'in babasi Mecusilige asiri bagli olan bir köy agasi (Dikhan) olup büyük bir çiftlige sahipti. Onun evinde bir atesgede vardi ve onda atesin sönmeden sürekli yanmasini saglama isiyle Selman (r.a) ilgileniyordu. Babasinin ona karsi olan sevgisi çok asiriydi. Bu yüzden onu, kendisine bir zarar gelmesin diye eve kapatmisti. Bu arada Selman (ra), Mecusiligin gerçek bir din olup olamayacagi hakkinda düsünmeye basladi. Ancak o kendi deyimiyle, bir köle gibi eve hapsedildiginden, dIsaridaki olaylardan pek haberdar degildi ve bu yüzden Mecusiligi diger dinlerle karsilastirma imkanindan yoksun bulunmaktaydi. Bir ara babasi, Isleri yogunlasinca onu tarlalardan birisine bakmasi için göndermek zorunda kaldi. Öte taraftan onu, kendisi için her seyden degerli oldugunu söyleyerek isini bitirince gecikmeden eve dönmesi için uyardi. Bölgede az da olsa Hristiyan bulunmaktaydi. Yola çikan Selman (r.a), bir kilisenin yanindan geçerken, içerde Ibâdet edenlerin durumu dikkatini çekti ve içeri girerek onlari izlemeye basladi. O, evde hapsedIlmis oldugu için bu Insanlarin dini hakkinda hiç bir bilgiye sahip degildi. Selman (r.a) tarlaya gitmekten vazgeçerek, büyük bir merak içerisinde, aksama kadar orada kalmis ve bu dinin Mecusilikten daha hayirli oldugu kanaatine vararak, onlara bu dinin kaynaginin nerede oldugunu sormustu. Onunla ilgilenen hiristiyanlar, dinleri hakkinda onu bilgilendirmisler ve bu dinlerinin kaynaginin Suriye de oldugunu söylemislerdi. Selman (r.a), eve dönmekte gecIkince babasi endiselenmis ve onu bulmak için adamlar göndermisti. Eve dönen Selman (r.a), basindan geçen olayi babasina anlatti. Babasi ise ona, gördügü dinde hiç bir hayrin bulunmadigini ve atalarinin dininin, karsilastigi dinden daha iyi ve üstün oldugunu söyledi. Selman (r.a) babasina karsi çikarak, hiristiyanligin kendi dinlerinden üstün oldugu konusunda onunla tartismaya basladi. Babasi, onun bu durumundan telaslandi ve ayaklarindan baglayarak onu hapsetti. Selman (r.a), kilisedeki Hiristiyanlarla irtibat kurarak, Suriye tarafina gidecek bir kervan hazir oldugu zaman, kendisine haber vermelerini Istedi. Böyle bir kervan hazir oldugu zaman, kendisine verilen haber üzerine evden kaçti ve bu kervana katilarak Suriyeye gitti. Burada bir rahibin hizmetine girdi ve ondan Hiristiyanligin esaslarini ögrenmeye basladi. Ancak bu rahib, kötü bir kimseydi. O, Insanlari sadaka vermeye tesvik ediyor, fakat topladigi bu sadakalari yerlerine sarfetmeyerek kendisi için biriktiriyordu. Bu rahib ölünce, Selman (r.a), onun yerine geçen rahibe tabi oldu. Bu kimse zühd ve takva sahibi bir zatti. Ona büyük bir sevgiyle baglanan Selman (r.a), ölümü yaklastigi zaman; kendisine kimi tavsiye edebilecegini sordu. Rahip ona, tabi olunabilecek tek kisiyi tanidigini, onun da Musul'da bulundugunu söyledi. Selman (r.a), Musul'a gidip, bu kimseye tabi oldu. Onun ölümü yaklastigi zaman da ondan yine kimin gözetimine girmesi gerektigi hususunda tavsiye Istedi. Bu zat ona, üzerinde bulunduklari itikadta hiç kimseyi tanimadigini, ancak, Nusaybin'de bulunan bir âlime tabi olabilecegini söyledi. Selman (r.a) dogruca Nusaybine gitti. Nusaybin'deki rahibin yaninda bir müddet kaldiktan sonra, onun da ölüm dösegine yattigini gören Selman (r.a), yine kime uyabilecegini sordu. Bu kimse, ona, uyulabilecek tek bir kimseyi tanidigini ve onun Rum diyarinda, Ammuriye'de bulundugunu söyledi. O ölünce Selman (r.a), Ammuriye'ye gitti. Ammuriye'de bir müddet kaldiktan sonra burada yaninda kaldigi rahibin ölümü yaklastigi zaman ondan da kime tabi olacagi konusunda vasiyette bulunmasini Istedi. Bu kimse ona, yeryüzünde tabi olunabilecek bir kimsenin var oldugunu bIlmedigini söyledi ve söyle ekledi: "Ancak bir peygamberin gelmesi yakindir. O, Ibrâhim'in dini üzere gönderilecek ve kavminin arasindan hicret edip, içinde hurma bahçeleri olan Iki harra arasindaki bir yere gidecektir. Onun peygamber oldugunu belirten alâmetleri vardir: O, hediye edilen seyleri yer, sadaka olarak hiçbir seyi kabul etmez. Iki omuzu arasinda da nübüvvet mührü bulunmaktadir. Görünce onu tanirsin. O ülkeye gidip ona katIlmayi basarabilecegine inaniyorsan bunu yap" (Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; Ibn Sa'd, IV, 77-78; Ibnul-Esîr, Üsdül-Gâbe, II, 417-418).
Selman (r.a), burada bir müddet kaldiktan sonra, Kelb kabilesinden bir tüccarla karsilasti. Ondan, ülkesi hakkinda bilgi aldi ve bahsedilen nebinin bu bölgedeki bir yerden çikmasi gerektigine kanaat getirerek, kendisini bir ücret karsiliginda birlikte götürmesini Istedi. Selman (r.a)'in teklifini kabul eden Kelbli Arap onu yanina alarak Hicaz'a dogru yola çikti. Ancak, Vadil-Kura'ya geldiklerinde bu kimse Selman (r.a)'a ihanet etti ve onu köle olarak bir Yahudiye satti. Vadil-Kura'da hurmaliklari gören Selman (r.a), kalbi mutmain olmamakla birlikte, Ammuriye'deki rahibin kendisine tarif ettigi yerin burasi olmasini arzuluyordu. Vadil-Kura'da bir müddet kaldiktan sonra, efendisinin amcasinin oglu olan Kureyzaogullari'ndan bir kimse tarafindan satin alinarak Medine'ye götürülen Selman (r.a), burayi görünce, hocasinin kendisine bahsettigi beldeye geldigini anlamisti. Rasûlüllah (s.a.s) Mekke'de peygamberlikle görevlendirilip Medine'ye hicret edene kadar köle olarak hurma bahçelerinde çalismis ve sürekli mesgul tutuldugu ve serbest olarak kimseyle konusamadigi için, onun varligindan haberdar olamamisti. Rasûlüllah (s.a.s) Kuba'ya geldigi zaman Yahudiler, Evs ve Hacrec'in ona iman etmesine kiziyor ve bunu bir türlü hazmedemiyorlardi. Selman (r.a), hurma bahçesinde bir agacin tepesinde çalistigi sirada Yahudilerden birisi gelmis ve agacin altinda oturan Selman (r.a)'in sahibine (Evs ve Hacrec'i kastederek); "Allah Benu Kayle'ye lânet etsin. Vallahi onlar su anda, Mekke'den bu gün gelen bir adamin etrafinda toplanmis bulunuyor ve onun nebi olduguna inaniyorlar" dedi. Selman (r.a) söyle demektedir: "Ben kendi kendime; "bu kesinlikle o peygamberdir" dedim. Öyle bir titremeye basladim ki; agacin altinda duran sahibimin üzerine düsecegim korkusuna kapildim. Süratli sekilde agaçtan asagi inip; "Ne diyor? Bu haber nedir?" diye sordum. Bunun üzerine efendim bana siddetli bir yumruk atti ve; "Bundan sana ne! Isin in basina dön" diye bagirdi. Ben ona; "Sadece duydugum bu haberin ne oldugunu anlamak Istemistim" dedim. Aksam olunca Selman (r.a), biriktirmis oldugu bir miktar yiyecegi alarak, Kuba'da bulunmakta olan Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina gitti ve ona; "Senin salih bir kimse oldugunu duydum. Yaninizda ihtiyaç sahibi olan arkadaslariniz var. Sizin halinizi duydugum zaman, bunlari size vermemin daha iyi olacagini düsündüm" dedi ve getirdiklerini Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina koydu. Rasûlüllah (s.a.s), ashabina;
"Yiyin" dedi. Ancak kendisi bunlardan yemedi. Selman (r.a), sadaka kabul etmedigini gördügü zaman kendi kendine; "Bu alametlerin biridir" dedi. Daha sonra Rasûlüllah (s.a.s) Medine'ye geçti. Selmân (r.a) tekrar bir seyler hazirlayarak Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina gitti ve getirdiklerinin sadaka olmadigini, sadece kendisine hediye olarak vermek Istedigini söyledi. Onun sahabeleriyle birlikte bunlardan yedigini görünce Ikinci alametin de onda var olduguna kani oldu. Bir zaman sonra Selman (r.a) tekrar Rasûlüllah (s.a.s)'in yanina gitti. Rasûlüllah (s.a.s) ashabiyla birlikte oturmaktaydi. O, onlara selam verdikten sonra, Rasûlüllah (s.a.s)'in etrafinda dolasmaya basladi. Onun, bildigi bir seyi arastirdigini anlayan Rasûlüllah (s.a.s) ridasini kaldirdi. Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in sirtindaki mührü gördügü zaman Ammuriye'deki rahibin kendisine bahsettigi mührün aynisi oldugunu anladi ve onu öperek aglamaya basladi. Rasûlüllah (s.a.s) onu yanina oturtarak halini sordu. Selman (r.a), oraya ulasincaya kadar basindan geçen olaylari anlattigi zaman, Rasûlüllah (s.a.s) ve orada bulunan sahabiler bunu hayretler içerisinde dinlemislerdi (Ibn Ishak, es-Sîre, Nesr: M. Hamdullah, Istanbul 1981, 66; Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 77-79; Ibnul-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 418-419; Muhammed b. Hasan ed-Diyarbekrî, Tarihul-Hamis, Beyrut (t.y), I, 351-352; Ahmed b. Hafiz el-Hakemî, el-KIsasul-Islâmiye, (muhtemelen) Riyad 1976, I,187-189). Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e geldigi zaman Arapçayi meramini anlatacak ölçüde bIlmiyordu. Onunla Farsçayi bilen bir tercüman araciligiyla konusmus oldugu rivayet edIlmektedir (Diyarbekrî, a.g.e., I, 352).
Selman (r.a)'in Isfahan'daki köyünde baslayan ve müslüman olup kölelikten kurtuluncaya kadar basindan geçen bu olaylari Ahme d b. Hanbel, Ibn Sa'd, Ibnul-Esir ve digerleri, onun kendi anlatimiyla Ibn Abbas'dan rivayet etmektedirler. Ibn Sa'd'in Kurre el-Kindî'den naklettigi baska bir rivayette ise Selman (r.a)'in bu kissasi farkli bir sekilde anlatIlmakta ve onun, Islâm'a ulasan yolculugu esnasinda, hiristiyan hocalarin vasiyetleriyle, Hims'a gittigi; yine buradan tavsiye üzerine Kudüse ulastigi; burada kendisine tarif edilen zati bulup ondan ilim tahsil ettigi; bu kimsenin ona son peygamberin çikacagi yer ve önceki rivayetlerde geçen alametleri bildirmesi üzerine Hicaz'a dogru hareket ettigi ve sonunda Araplardan bir topluluk tarafindan köle edilip Medine'de bir kadina satildigi nakledIlmektedir (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 71-72; diger rivayetler için bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut (t.y.), III, 598, vd.).
Ibnul-Hacer, Selman (r.a)'in müslüman olana kadar hakkinda nakledilen kissalarin birbiriyle farkliliklar arzettigini, bunlarin arasini telif etmenin güç oldugunu söylemektedir (Askalanî, a.g.e., II, 62).
Selman (r.a), Hicret'in besinci yilina kadar köle olarak yasamistir. Bundan dolayi o, Hendek savasindan önceki gazalara istirak edemedi. Uhud savasi öncesinde Rasûlüllah (s.a.s) ona, efendisiyle mükâtebede bulunmasini söyledi. Selman (r.a), bunun üzerine efendisine giderek onunla, üçyüz hurma fidani temin edip dikmek ve kirk ukiye (1600 yüz dirhem) altin vermek sartiyla anlasti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s), Sahabilere: "Kardesinize yardim edin " dedi. Sahabiler güçleri miktarinca fidan temin ederek üç yüz tane fidani ona verdiler. Rasûlüllah (s.a.s), ona: "Selman, git çukurlarini kaz. Dikmeye sira geldigi zaman onlari sen dikme, bana haber ver. Onlari kendi ellerimle yerlerine koyayim"dedi. Selman (r.a), çukurlarin kazIlma isini Sahabîlerin yardimiyla bitirdi. Rasûlüllah (s.a.s), bahçeye giderek bütün fidanlari yerine koydu. Bu fidanlardan hiç bir tanesi kurumamisti. Daha sonra, Rasûlüllah (s.a.s) Selman (r.a)'i yanina çagirarak, efendisine ödemesi gereken kirk ukiye altini ödemesi için ona yumurta büyüklügünde bir altin külçesi verdi. Selman (r.a): "Bu benim ödemem gereken miktari nasil karsilar ya Rasulallah?" demekten kendini alamadi. Rasûlüllah (s.a.s) ona, Ey Selman! Allah onunla senin borcunu karsilayacaktir" dedi. Selman (r.a) söyle demektedir: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onunla kirk ukiyelik ödemem gereken miktari ödedim". Artik böylece Selman (r.a) hürriyetine kavusmus oluyordu (Ahmed b. Hanbel, V, 443-444; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 79-80; Diyarbekri, I, 468; Ibnül-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 419; onun azad edIlmesi hakkinda degisik rivayetler için bk. Diyarbekrî, a.g.e., I, 469).
Selman (r.a)'in katildigi Ilk savas Hendek savasidir. Müsrikler, müttefiklerle birlikte olusturduklari on bin kisilik bir orduyla birlikte Medine'ye dogru harekete geçtikleri zaman, Rasûlüllah (s.a.s), sehir içinde kalarak bir savunma savasi vermeyi kararlastirmisti. Ancak, Medine'nin çevresinde düsmanin sehre girisini engelleyecek her hangi bir sur yoktu. Bu durum sehrin savunulmasini oldukça güçlestiriyordu. Yapilan istIsareler esnasinda Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'e, "Ey Allah'in Rasûlü! Biz Iranda muhasara edildigimiz zaman sehrin etrafinda bir hendek kazarak kendimizi savunurduk" deyip hücuma açik bölgede bir hendek kaz Ilmasi görüsünü ileri sürmüstü (Taberi, Tarih, II, 566). Bu görüs Rasûlüllah (s.a.s) tarafindan uygun bulunmus ve derhal hendegin kazIlmasi için faaliyete geçIlmisti. Selman (r.a), kuvvetli bir kimseydi ve kazi isinde oldukça verimli çalismaktaydi. Ensar grubu, Selman (r.a)'i sahiplenerek, "Selman bizdendir" dediler. Bunun üzerine muhacirler; "Hayir Selman bizdendir" demeye basladilar. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.s); "Selman bizdendir. O ehl-i beytimdendir" diyerek onu ehl-i beytine dahil etmistir (Taberi, ayni yer; Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 83).
Selman (r.a), daha sonraki bütün savaslarda Rasûlüllah (s.a.s) ile birlikte bulunmustur. Mekkeli müsrikler, Medine önlerine geldikleri zaman sehirle aralarindaki hendegi gördüklerinde sasirmislardi. Çünkü Araplar daha önce böyle bir savunma usulünden habersizdiler. Müsrikler, bu hendegi geçmeyi denedilerse de basaramadilar. Savasin kazanIlmasinda hendegin rolü o kadar büyük olmustur ki, bundan dolayi Hendek savasi olarak adlandirIlmistir.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.........Selman (r.a), Rasûlüllah (s.a.s)'in yanindan vefat edinceye kadar ayrIlmadi. Hz. Ebu Bekir (r.a)'in Halifeligi zamaninda da Medine'de bulunmustur.
Ömer (r.a) devrinde Islâm ordusu Iran'in fethi için harekete geçtigi zaman Selman (r.a) da bu orduya katildi. Selman (r.a) Iran asilliydi. Bundan dolayi düsman ordusunun durumunu çok iyi biliyordu. Ayrica Farslarin Islâm dinini kabul ederek dalaletten kurtulmalarini siddetle arzulamaktaydi. Iranlilar, Kadisi'ye yenilgisinden sonra Medain'de toplanmislardi. Müslümanlar Dicle nehrinin kenarina geldikleri zaman, karsiya geçmek için hiç bir sey bulamadilar. Sa'd b. Ebi Vakkas, karsi sahile bir öncü birligi gönderip geçis güvenligini sagladiktan sonra, bütün orduya nehri geçme emrini verdi. Ordu topluca, sulari kabarmis bir sekilde akan Dicle nehrine daldi. Sa'd (r.a)'in yaninda Selman (r.a) bulunmaktaydi. Sa'd (r.a), dua ediyor ve Allah Teâlâ'nin dostlarina yardim edecegini, dinini üstün kilacagini ve Allah Teâlâ'ya isyan eden bir toplulugun iyilige (Islâm'a) galebe çalamayacagini söylüyordu. Nehrin ortasinda oldukça heyecanli bir halde bulunan Sa'd (r.a)'a, Selman (r.a) söyle demekteydi: "Islâm yepyenidir. Allah, karalari nasil müslümanlarin emrine vermisse, denizleri de onlarin emrine verecek güçtedir. Allah'a yemin ederim ki müslümanlar nehre nasil akin akin girmislerse nehirden öylece akin akin çikacaklardir". Gerçekten Selman (r.a)'in dedigi olmus ve müslüman ordusu hiç kayip vermeden karsi kiyiya geçmisti (Taberi, Tarih, IV, 11-12; Ibn ul-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, II, 511-512). Iranli askerler dehset içerisinde, onlarin nehri geçIsleri ne bakiyorlar ve kendi kendilerine; "Seytanlar geliyor. Vallahi bizim savastigimiz bu topluluk cinlerden baskalari degildir" demekteydiler (Taberi, II, 514). Iranli askerler kaçarak Kisra'nin sarayina siginip direnmeye devam ettiler. Buraya gönderilen öncü birliginin komutani Selman (r.a)'di. O, surun önüne geldigi zaman, Islâmin emrettigi sekilde onlari üç defa müslüman olmaya, kabul etmezlerse cizye ödemeye davet etti. Selman (r.a) onlara söyle diyordu: "Ben de aslen sizden biriyim. Size aciyor ve yumusak davraniyorum. Eger müslüman olursaniz bizim kardeslerimiz olarak ayni haklara sahip olursunuz. Bunu kabul etmez, dininiz de kalmak Isterseniz, bize itaat ederek cizye ödersiniz. Bunu da kabul etmezseniz, digerleri gibi sizinle savasiriz" (Taberi, a.g.e., IV,14). Selman (r.a), meselenin Araplarin Acemlere hâkimiyeti meselesi olmadigini onlara anlatabIlmek için, "Sizden biri oldugum halde Araplar bana itaat ediyor" diyerek (Ibn Hanbel, V, 444) ikna etmeye çalisiyordu. Selman (r.a) Ilk Iki sarti kabul etmemeleri üzerine onlara üç gün düsünmeleri için mühlet verdi. Üçüncü gün sarayda bulunan askerler teslim olmayi kabul ettiler ve böylece Kisra'nin muhtesem sarayi müslümanlarin eline geçmis oldu (Taberi, a.g.e., IV). Daha önce Behuresirdekileri de o Islâm'a davet etmisti. Ancak buradakiler, cizye vermeyi de reddedince savasilarak maglup edIlmislerdi (Taberi, ayni yer).
Sa'd (r.a) Medâin'de karargah kurmustu. Ancak buranin havasi, Islâm askerlerine iyi gelmemis, iklim degisikliginden dolayi yüzlerinin renkleri degismisti. Bu durumu ögrenen Ömer (r.a), Sa'd'a haber göndererek, müslümanlarin yasamalarina uygun bir yer tesbit edIlmesi için Selman (r.a) ile Huzeyfe (r.a)'i görevlendirmesini Istedi. Bu yer ile Medine arasinda ulasim kolayligini engelleyecek bir nehrin bulunmamasini özellikle vurguladi. Bölgede arastirmalarda bulunan Selman (r.a) ve Huzeyfe (r.a), sonunda Kufe üzerinde karar kildilar ve burada ordugah sehri insa edildi (17/638) (Taberi, a.g.e., IV, 40-41; Ibn ul-Esir, el-Kamil fit-Tarih, II, 527-528). Selman (r.a) Iran'in fethi için devam eden askerî harekâtlarda aktif olarak rol almistir (Taberi, IV, 305; Ibnul-Esir, el-Kâmil fit-Tarih, III, 132).
Selman (r.a), Hz. Ömer (r.a) döneminde Medâin valiliginde bulunmustur. Selman (r.a), Hicri 36 yilinda Medain'de vefat etmistir (Ibn ul-Imad, Sezerâtu'z-Zeheb, I, 44; Ibn Hacer, a.g.e., II, 63; Ibnul-Esîr, Tarih, III, 287; Ibn Sa'd, a.g.e., VI,17). Ancak onun ölüm tarihi hakkinda farkli rivayetler bulunmaktadir. Hz. Osman (r.a)'in hilafetinin sonlarina dogru, (35) veya 37 yilinda vefat ettigi rivayet edIlmekte; hattâ Hz. Ömer zamaninda öldügü de söylemektedir (Ibnul-Esîr, Üsdü'l-Gabe, II, 421). Ibn Hacer, onun ölümü ile ilgili farkli tarihleri verdikten sonra, Enes (r.a)'den, Ibn Mes'ud'un, ölüm dösegindeki Selman (r.a)'i ziyaret ettigi seklindeki rivayeti delil alarak, Ibn Mes'ud'un 34. yildan önce vefat ettigini, dolayisiyla Selman (r.a)'in ölümünün 33. veya 32. yilinda olmasi gerektigi görüsünü ileri sürmektedir (Ibn Hacer, a.g.e., II, 63). Onun Iki yüz elli ile üç yüz elli sene yasadigi seklinde rivayetler bulunmakta ve raviler Iki yüz elli sene yasadiginin süphe götürmez oldugunu söylemektedirler (el-Askalanî, a.g.e., II, 62; Ibnul-Esîr, Tarih, II, 287; Üsdül-Gabe, 421). Ibn Hacer, Zehebî'nin rivayetlerini degerlendirdikten sonra, onun ancak seksen yil kadar yasamis olabilecegi kanaatine vardigini nakletmektedir (Ibn Hacer, ayni yer) ki, gerçege yakin olan da budur. Selman (r.a)'in mezari, Bagdad'in 30 km dogusunda Medain harabeleri civarindan akan Deyale irmaginin kenarindadir. Onun bulundugu yer Selman-i Pak (temiz Selman) olarak isimlendirIlmistir. Onun mezarinin içinde bulundugu cami IV. Murad tarafindan tamir ettirIlmistir.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.......
Selman (r.a), ilim, fazilet ve zühd bakimindan Ashabin en önde gelen simalarindan birisi olup, Rasûlüllah (s.a.s)'e yakinligiyla taninmaktadir. Hz. Aise (r.an), söyle demektedir:
"Bir çok geceler Selman (r.a) Rasûlüllah (s.a.s) ile yalniz kalirlardi. Bu beraberlik o kadar sürerdi ki Rasûlüllah (s.a.s) hanimlarindan birinin yanina bile girmezdi" (Ibnul-Esir, Üsdül-Gabe, II, 420). Rasûlüllah (s.a.s), Hendek savasi esnasinda onun ehl-i beytinden oldugunu ilân etmisti.
Hz. Ali (r.a) onun hakkinda; "Ona evvelkilerin ve sonrakilerin Ilmi verIlmistir. Onda bulunan bu Ilme ulasilamaz" demistir. Baska bir zaman da: "O bizim ehl-i beytimizdendir. Aranizdaki konumu Lokman Hekim gibidir. Ilk ve son kitabi okumustur. Sonu olmayan bir denizdir" demistir. Muaz (r.a) kendisine gelenlere Ilmi, aralarinda Selman (r.a)'in da bulundugu dört kisiden talep etmelerini söylemistir. Onun Ilmi hakkinda yapilan övgüler Rasûlüllah (s.a.s)'in söyledigi; "Selman Ilme doyuruldu" (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 85). Sözüne dayandirIlmaktadir. Selman (r.a), Ebu Derdâ' (r.a)'in gece boyu namaz kildigi ve sürekli oruç tuttugunu gördügü zaman onu bundan alikoyup hazirlanan yemekten yiyerek orucunu bozmasi konusunda israr etmis ve ona; "Üzerinde gözünün hakki vardir, ailenin hakki vardir. Bazen oruç tut, bazen tutma; bazen namaz kil, bazan ara ver" (bunlari nafile olan Ibâdetleri için söylemistir). Ebu'd-Derdâ' bu durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e ilettigi zaman o; "Selman senden daha âlimdir" dedi ve bunu üç kere tekrarladi (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 85-86).
Hz. Ömer (r.a), ona büyük bir saygi gösterirdi. Ümmetin idaresinin sorumlulugu altinda ezilen Ömer (r.a), duydugu bir endisesini dile getirerek Selman (r.a)'a söyle sormustu: "Ben bir melik (kral) miyim, yoksa halife miyim?". Selman (r.a) ona söyle karsilik verdi; "Eger sen müslümanlarin topragindan bir dirhemden az veya fazla bir para alir, sonra onu, haksiz bir sekilde sarfedersen, sen halife olmayip bir melik olursun" (Taberi, a.g.e., IV, 211; Ibnu'l-Esir, Tarih, III, 59).
Hz. Ömer (r.a), fey gelirlerini taksim ederken, Selman (r.a)'a dört bin dirhem hisse ayirmistir. Bazi kimseler, "Halifenin oglu (Abdullah) üç bin besyüz dirhem aliyor, bu Farsli ise dört bin dirhem aliyor" diyerek bu durumu garipsemislerdi. Oradakiler: "Selman, Rasûlüllah (s.a.s) ile Abdullah'in katIlmamis oldugu bir çok savasa katIlmistir" diyerek cevapladilar (Ibn Sa'd, IV, 86). Baska bir rivayette, Ömer (r.a), Fey gelirlerinden müslümanlara maas baglamak için Divanul-Atâ'yi tesis ettigi zaman, Sahabiler için Islâm'daki öncelikleri ve katildiklari savaslari göz önüne alarak bir gruplandirma yaptigi; Selman (r.a)'i, Hasan (r.a), Hüseyin (r.a) ve Ebu Zer ile birlikte olmadiklari halde Bedir ehlinden sayarak alacaklari miktari bes bin dirhem olarak kararlastirdigi bildirIlmektedir (Taberi, a.g.e., III, 614).
Rasûlüllah (s.a.s) söyle buyurmustur: "Cennet üç kisiyi özler. Ali, Ammar ve Selman" (Tirmizi, Menâkib, 34).
Selman (r.a), son derece mütevazi ve kanaatkar bir hayat yasamistir. O, Medain'de vali bulundugu ve çogu devlet memurlarindan fazla gelire sahip oldugu halde günlük yasami, son , derece sadeydi. O, köle oldugu zaman nasil giyinir ve nasil gezerdiyse Medain valisi oldugu zaman da ayni hal üzere devam etmisti. O, eline geçen parayi tasadduk eder ve kendi emegiyle ürettigi seylerden baskasini yemezdi. Tanimayan birisinin, onun vali oldugunu anlamasi mümkün degildi. Medain sokaklarinda yürürken Suriye tarafindan gelen bir tüccar, üzerinde alelade bir aba ile gördügü Selman'i çagirarak yüklerini tasimasini Istedi. O, hiç tereddüt etmeden yükleri sirtina aldi ve adamla birlikte yürümeye basladi. Onu bu halde görenler, "Bu validir" dediklerinde adam; "Seni tanimiyordum" diyerek özür diledi. Selman (r.a) ona, "Hayir bunlari evine kadar götürecegim" diyerek yoluna devam etti (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 88; buna benzer diger bir olay için bk. ayni yer).
Bazi kimselerin giyiminden dolayi kendisine dil uzatmalari ve hafife almalarina karsi hiç bir tepki göstermemistir. Bir defasinda Iki genç asker yanindan geçerlerken, onu göstererek; "Emiriniz budur" diyerek gülüyorlardi. Selman (r.a)'in yanindaki adam ona, "Ey Ebu Abdullah! Sunlarin ne dedigini görüyor musun?" dedi. Selman (r.a) ona söyle dedi: "Onlari birak. Hayir ve ser bu günden sonradir. Eger toprak yemeyi becerebilirsen onu ye de, Iki kisiye dahi olsa emir olmaktan kaçin. Mazlumun ve sIkisik durumdaki kimselerin duasindan sakin. Çünkü onlarin dualari ile Allah Teâlâ arasinda perde yoktur" (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 87-88). Selman (r.a) çok cömert bir kisilige sahipti. Eline geçen her seyi fakirlere bölüstürürdü (Ibnul-Esîr, Üsdül-Gâbe, II, 420).
O, hiçbir zaman sadaka kabul etmemistir. Çogu zaman eline geçen parayla hemen et alir ve onu pisirerek, hadis ehlini çagirir ve birlikte yerlerdi (Ibn Sa'd, IV, 9).
Selman (r.a), ölüm dösegine yattigi zaman, ziyaretine giden Medain valisi Sa'd b. Malik ve Sa'd b. Mes'ud onu aglarken buldular. Neden agladigini sorduklarinda o söyle cevap vermisti: "Rasûlüllah (s.a.s) bizden bir ahid aldi. Hiç birimiz onu koruyamadik. O bize söyle demisti: "Sizin dünyadaki geçimliliginiz bir yolcunun azigi kadar olsun ".
Onun Ilmi ve takvasi diger sahabileri de etkilemekteydi. Zira onu ziyarete giden Sa'd b. Ebi Vakkas, kendisine nasil davranmasi gerektigi seklinde tavsiyede bulunmasini istemisti (Ibn Sa'd, a.g.e., IV, 90-91).
Selman (r.a), sik saçli, uzun boylu bir kimseydi. Onun Medâin'de Bukeyre adinda bir hanimi vardi (Ibn Sa'd, IV, 92). Selman (r.a), Medine'deyken Hz. Ömer (r.a)'in kizini ondan Istedigi, fakat, Amr b. el-Âs'in bu konuda Selman (r.a)'i kizdirmasi üzerine bundan vazgeçtigi nakledIlmektedir (Ibn Abdirrabbih, Ikdu'l-Ferid, Beyrut 1949, VI, 90). Ancak onun ailesi hakkinda açik rivayetler bulunmamaktadir.
Sufiler, Selman (r.a)'i Ashabul-Suffe ile birlikte tasavvufun kurucularindan biri olarak kabul ederler. Bir çok tarikat silsilesi ona dayandirIlmaktadir. O, Rasûlüllah (s.a.s)'in berberligini yaptigi için Futuvvet teskilatina bagli berberlerin piri olarak kabul edIlmekteydi. Selman (r.a)'in sahip oldugu hakli söhreti, bütün müslümanlarin ona karsi içten bir sevgi duymalarina sebep olmustur. Sünnî müslümanlar onun adini büyük bir sevgiyle anarlar. Ehli beytten sayIlmasi, Siilerin ona karsi farkli bir ilgi göstermelerine sebep olmustur. Hacdan dönen Siiler Kerbela'dan sonra onun mezarini ziyaret etmeyi ihmal etmezler. Ayrica, Siiler, Hz. Ali ve Ehli Beyt hakkintla rivayet olunan hadIsleri n çogunu ona isnad ederler. Gulat-i Sia ekollerinde ise o, ilahî sudur sirasinda Ali (r.a)'den hemen sonra yer alir. Nusayriler ise onu, üç gizli harften biri kabul ederler. Nusayriligin teslis akidesini ifade eden ayn, mim ve sin harflerinden ayn Ali'yi, mim Muhammed (s.a.s)'i, sin ise Selman'i ifade eder. Mana (Ali), ism (Muhammed) bab ise Selman'dir. Buna göre o Nusayrî teslis akidesinin kapisi (bab) olup, üçüncü had'dir. Durzîler ise, Kur'an'in Selman'a vahyolunduguna, Peygamberin Kur'an'i ondan aldigina inanmaktadirlar. Bu ekoller, olusturduklari inanç sIstemlerinde diger bir kaç sahabi ile birlikte Selman (r.a)'i temel unsur olarak kullanmislar ve ona çesitli fonksiyonlar yüklemislerdir. Bu mezheplerin gerçekte mutedil Sia ile alakalari yoktur. Zira muhtevâlarindaki inanç prensipleri gözönüne alindigi zaman Islâmî sahsiyetlerin isimlerini kullanarak putperest bir inanç sIstemi meydana getirdikleri görülecektir.
Ömer TELLIOGLU
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Suheyb-i Rûmî (r.a)
Zühdü MERCAN

FEDAKÂRLIK ÂBİDESİ SUHEYBİ RÛMÎ (r.a)

Hz. Suheyb–i Rûmî, Hz. Peygamber (sas)’le arkadaşlık edenlerin başında gelen bir sahabidir. Mekke’ye sonradan gelmesine rağmen, kendini onlara kabul ettirmiş, büyük simadır. Başta Hz. Peygamber olmak üzere, Hz. Ömer gibi, Ashabın önde gelenlerinin takdirine mazhar olmuş, Altın Kuşak’ın mümtazlarından biridir.

İslâm Öncesi
Musul’a yakın Dicle kıyılarında Übülle isimli bir şehirde dünyaya gelmiş. Ailesi hakkında detaylı bilgimiz yoktur. Babasının adı Sinan b. Malik. Hz. Suheyb durumunu şöyle anlatıyor: “Ben Musul ahalisinden Nemr b. Kasıt hanedanına mensubum. Küçük bir çocuk iken esir edildim ve ailemi kaybettim.” Bir kısım rivayetlere göre dedesi, buraya İran hakimi Kisra tarafından şehrin idarecisi olarak tayin edilmiştir.

Fakat küçük yaşlarda iken, oturdukları Übülle kenti, Rumların yağmasında kaçırılıp esir edildiği ve köle olarak Mekke’de İbn Ced’a’ya satıldığı için ‘Rûmî’ nisbesiyle meşhur olmuştur. Burada Allah’ın hikmetini görmemek mümkün değildir: Allahu Tealâ, Peygamber Efendimiz’e arkadaş (sahabî) olacak bu zatı, uzun yollardan dolaştırarak, farklı mekânları gezdirerek değişik insanlarla tanıştırmış ve sonunda Mekke’ye getirtmiştir. Burada yanan İslâm meşalesinin etrafında halkalanan ilklerden olma şerefini ihraz ettirmiştir. Kim bilir, babasının yanında kalsa, ailesi ile müreffeh bir hayat sürse bu şerefe nail olabilecek miydi? Evet, Allah nasip edecektir; lâkin aramadan, ter dökmeden asla.

İbn Ced’a, daha sonra Hazret–i Suheyb’i azat etmiş, hayatının geri kalan kısmına, o kabilenin halifi (anlaşmalısı, o günkü Arap toplumunda, sonradan Mekke’ye gelen birisi, orada mukim bir kabile ile anlaşarak oraya yerleşebilirdi.) olarak devam etmeye başlamıştır. Bu sıralarda İslâm da ‘arzın merkezi’nde nurunu neşretmeye başlamıştı. Tanıştığı Ammar b. Yasir vasıtasıyla Nurun kaynağı ile temasa geçmiş ve O’nu (sallallahü aleyhi ve sellem) görünce hemen nuraniler halkasına dahil olmuştu. Ve dahil olmasıyla, Mekke’de güçlü bir aşirete mensup olmayan Müslümanların maruz kaldığı işkencelere o da maruz kaldı.

Onlar için artık ikinci bir devre başlıyordu: Hicret devresi. Malından, yurdundan, eşinden.. herşeyden ayrılma, Allah rızası için bütün bunları terketme devri başlamıştı.

Hicret Yolunda
Hicret, Allah yolunda olursa kutludur. O’nun rızası uğrunda olmadan yapılan tüm yolculuklar ve göçmeler, basit birer yer değiştirmedir sadece. Hz. Suheyb, azat edildikten sonra iyi bir demirci olmuş, atölye işletmeye başlamıştı. Birinci sınıf bir demirci olarak bir şeyler artırmıştı da. Hicret emri gelince, gizlice hazırlıklarını yapmış, kimseye farkettirmeden çıkmanın yollarını aramaya başlamıştı. Lâkin etraflarından insanların birer ikişer kaybolmaları, Mekkelileri huylandırmıştı. Bunun için Hz. Suheyb’in Mekke çıkışında etrafını kuşattılar. İyi bir okçu olarak temayüz etmiş Hz. Suheyb, sadağını çıkarıp önüne koydu. Bir eliyle de kılıcını tutarak onlarla pazarlığa girişti. Onlara kendisinin iyi ok tattığını, okları bitinceye kadar kimsenin yanına gelemeyeceğini, sonra da kılıçla bu işin uzayacağını hatırlattı. Olayın bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:

“Peygamber (sa), Hz. Ebu Bekir (ra) ile birlikte Medine’ye doğru yola koyuldu. Ben de onlarla birlikte gitmeye niyetlenmiştim.. Ama karşıma Kureyşli gençler çıktı. O geceyi hep ayakta geçirdim. Hiç oturamadım. Mekkeliler; “Allah (cc) sizi Mekke’nin ortasında bırakarak alıkoydu, Peygamber'e yetişemediniz” dediler. Ben halimden şikayetçi değildim. Bazıları beni ısrarla yolumdan geri döndürmek istediler. Onlarla pazarlığa oturdum: “Size keseler dolusu altın ve iki güzel elbise versem bana güvenir ve yolumu açar mısınız?” dedim. Teklifimi kabul ettiler. Onları Mekke’ye geri gönderdim ve hemen yola koyuldum. Peygamber (sa), hicret yolunda konakladığı Kuba’dan hareket etmeden önce ona yetiştim. Peygamber (sa) beni görünce “Ey Yahya’nın babası! Alışverişin ne kadar kârlıydı, bir bilsen” diyordu. Ben de ona şöyle dedim: “Ya Rasülallah! Kimse sana benden önce gelmedi, haber vermedi. Öyleyse seni benden haberdar eden Cibril (as) olsa gerektir” dedim.

O da kârlı bir alışverişle imanını satın aldı, hicretini satın aldı, âhiretini satın aldı. Açsusuz Medine yolundaydı artık. Gecesi gündüzü ile günler sürecek yolculuğuna başlamıştı. Artık gündüzlerini güneşin tüm yakıcılığı, gecelerini de çölün ayazları dolduracaktı. Ama buna baştan razı olmuştu. Allah’ın rızası o gün bundaydı çünkü... Medine’ye ulaştığında tüm takatını tüketmiş, tükenmenin ne olduğu bütün dehşetiyle görmüştü. Medine gözlerinin önünde tüllendiği zaman, ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Hemen Sa’d b. Hayseme hazretlerinin evine misafir edildi. Bir müddet dinlendikten sonra ancak kendine gelebildi. Bu arada kendini araştıran Resul–i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, ondan yolculuğunun hikayesini dinlemiş ve şöyle buyurmuştu: ‘Kârlı bir alış veriş yaptın Ya Ebu Yahya buyurmuş,ardından da şu âyeti kerimeyi okumuştu: “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini fedâ eder.” (2, Bakara:207). Nitekim bu âyetin Hz. Suheyb–i Rumi hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir.

Onun dini uğrunda katlandığı bu fedakârlığı, Yüce Rabbimiz karşılıksız bırakmamış, gönderdiği bir âyetle tescil etmiş ve kıyamete kadar gelecek Müslümanlara da ibretle okutmaktadır.

Gazveler Dönemi
Resûl–i Ekrem Efendimiz ve Müslümanlar, Kutlu Medine’ye gelince iş bitmemiş, aksine yeni başlamıştı. Artık önlerinde yeni ufuklar açılmıştı; Allah’ı anlatmada yeni imkânlar ortaya çıkmıştı; İslam binasını, asırları da kuşatacak şekilde inşa etmek görevi yeni başlıyordu. İslâm’ı daha geniş kitlelere duyurma vazifesi vardı. Bütün bunlar yapılacaktı: lâkin, insanlar buna henüz hazır değillerdi. Nurun yayılmasına engel olmaya çalışanlar çıkacaktı. Bunun için Resul–i Ekrem Efendimiz tedbirini almış, Medine’de bulunan diğer gruplarla bir anlaşma imzalamıştı. Böylece Medine’de nispî bir rahatlık vardı. Artık tüm güçleriyle dışarı açılıp Allah adını duymayanlara duyurma görevi kendilerini bekliyordu. Bedir bu görevin duraklarından biriydi; Uhud, bir diğeri; baştan sona her şeyiyle zorluk demek olan Tebuk bir diğeri... Suheybi Rûmî hazretleri bu gazvelerin hapsine katılmış, kendinden bekleneni yerine getirmişti. İyi ok attığına daha önce temas etmiştik. Bu maharetini her savaşta konuşturmuş, Resuli Ekrem’in övgülerine mazhar olmuştu. Kendisi o günleri şöyle anlatır: Suheyb’in torunu, dedesinden naklediyor: “Rasülullah (sas)’ın bulunduğu her yerde ben de vardım. Ona bîat edilirken oradaydım. Bir seriyye (öncü kuvvet) gönderilirken orada ben de bulunurdum.
Peygamber (sas)’in ilk savaşından son savaşma kadar, ya sağında ya da solunda yer aldım. Ordunun önünde onu korurdum. Düşmanlar kaçarken onları arkalarından kovalardım. Resuli Ekrem’i hiç düşmanla başbaşa bırakmadım.”

Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem onun için “Suheyb, ne güzel kuldur” buyurmuştu. Gökler ötesinin bu ve daha önce geçen senalarına mazhariyet az bir şey değildi; hayatına bir köle olarak başlamış, imkânsızlıklarla boğuşmuş, türlü işkencelere tahammül etmiş Hz. Suheyb, Allah’ın ve sevgili Resûlü’nün takdirine mazhar olmuştu.

Vefat–ı Nebi’den Sonra

Efendimiz'den sonra da hayat devam etmişti.
Şimdi, İslam’ın sadece O’nun şahsına bağlı olmadığının tescili yapılacaktı. Hz. Suheyb ve diğer Ashab–ı Kiram Efendilerimiz, bu ağır görevin yükü altında idiler. Bu dönemde Hz. Suheyb’in ne yaptığını kaynaklarımızda bulamıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla, Hz. Ömer’in şehadetinden sonra kendi yerine imam olarak tayin edilen zat olarak karşımıza Hz. Suheyb çıkıyor. Hz. Ömer Efendimiz'in sevip takdir ettiği insanların başında gelen bu zat, böylece ümmete üç gün de olsa imamlık, yani halifelik yapmış oluyordu. Yeni Halife seçilinceye kadar bu görevini sürdürmüştü. Ki, bu görevin, pek çok sahabenin hayatta olduğu bir dönemde ona teslim edilmesi, onun liyakatini gösterdiği gibi, insan değerlendirilmesinde liyakat dışında başka bir ölçünün geçerli olmadığını işaretlemiş oluyordu.


Vefatı

Hicretten sonra, 38. senesinde, Medine’deki evinde, gün görmüş, yaş yaşamış bir insan olarak 73 yaşında vefat etti. Resuli Ekrem’den sonra ortaya çıkan fitnelere iştirak etmemişti. Baki mezarlığına defnedildi.


Hayatından ve Ahlâkından Kesitler
Malını infak edebilen, canını Allah (cc) için tehlikeye atabilen, dinini iyi bilen ve Rabbine düşkün olan Hz. Suheyb, muhacirlerden, cömert bir tüccardı. Orta boylu, kırmızı tenli bir insan olan Hz. Suheyb, yüksek ahlâka sahip bir zattı. Fazilet ve kemal sahibi idi. Hazır cevap birisi olarak lâtifeleri meşhurdu. Çok cömertti.

Torunu, dedesi Hz. Suheyb’den şöyle bir olay nakleder: Hz. Ömer (ra) bana sordu: “Suheyb! Senin künyen var. Ama çocuğun yok. Araplar arasında yetiştin. Ama sen Rumî lâkabını taşıyorsun. Bu nasıl oluyor?” Ben şöyle cevap verdim:

“Ey müminlerin emîri! Peygamber (sas) bana ‘Ebu Yahya’ diyerek künye verdi, çocuğum olmasa ne olur? Rum soyundan olmama gelince, ben Nemr b. Kasıt kabilesindenim. Çocukken Musul’da esir edilmiştim. Onları ailem bildim.”

Suheyb (ra)’ ın bereketlenen yemeği: Yine torunu Hamza b. Suheyb anlatıyor: Suheyb çok yemek yedirirdi. İkram etmeyi severdi. Hz. Ömer (ra) sordu: “Ya Suheyb! Sen çok ikram ediyorsun, çok yemek yediriyorsun. Bu malda israfa yol açmaz mı?” Suheyb şöyle cevap verdi: “Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu: ‘Sizin en hayırlılarınız, yemek yedirenleriniz ve selâmı alanlarınızdır’. Ben de bu sözden dolayı yemek yedirmeyi severim.”

Hz. Suheyb anlatıyor:
“Peygamber (sas) efendimiz için yemek yaptım. Onu çağırmaya gittiğimde bir grup insanla birlikte sohbet ettiğim gördüm. Uzaktan karşısına geçip anlatmak istediğimi gözümle ima ettim. O da bana ; “Ya bunlar, bunlar da gelsin mi?” diye ima ile cevap verdi. Ben, “hayır” anlamına gelen bir işaret yapınca o cevap vermedi. Yerimden kalktım. Rasulullah (sas) tekrar bana baktı. Ben yine işaret ettim.
O da aynı şekilde “bunlar?” diye sordu. Ben iki ya da üç defa “hayır” dediysem de sonunda kabul ettim. Evimde çok az yemeğim vardı. Peygamber (S.A.V) yanındakilerle birlikte geldi. Hepsi yediler. Yine de yemek arttı.”
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
SÜFYÂN BİN UYEYNE
(725 - 813m.)

Evliyalar Ansiklopedisi
Tebe-i tâbiîni yâni Eshâb-ı kirâmı görenleri gören büyüklerden. Fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden. İsmi, Süfyân bin Uyeyne bin Meymûn el-Hilâlî, künyesi Ebû Muhammed'dir. Kûfî künyesiyle tanınır. 725 (H.107) senesi Şâbân ayında Kûfe'de doğdu. 813 (H.198) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.

Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayan Süfyân bin Uyeyne, dört yaşındayken Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında hadîs-i şerîf yazmaya başladı. Zührî, Şa'bî, Amr ibni Dînâr, Abdullah bin Dînâr gibi büyük âlimlerden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Babası tarafından Mekke-i mükerremeye götürüldü. Orada yerleşti. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ile görüşüp sohbet etti.Yetmiş defâ hac yaptı. Fıkıh ilminde İmâm-ı Şâfiî hazretlerine ders verdi. Kendisinden İmâm-ı A'meş, Süfyân-ı Sevrî, İbn-i Mübârek, İmâm-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel gibi zâtlar hadîs rivâyet ettiler.

Hâfızası fevkalâde kuvvetli olduğundan yanında kitap bulundurmazdı. Kendisinden rivâyet edilen hadîs-i şerîflerin sayısı 7000 civârındadır. Sika, güvenilir, hâfız (râvileri ile birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen), fıkıhta, tefsîrde derin âlim ve dinde sözü senet, mutlak müctehid ve mezheb sâhibi bir imâmdır. Mezhebi zamanla unutulup, mensubu kalmamıştır. Haram ve şüphelilerden kaçması son derece fazlaydı. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin sahîh olduğunda, icmâ, sözbirliği vardır. Tâbiînin büyüklerinden 87 zât ile görüşüp, 70'inden hadîs-i şerîf dinlemiştir. Mekke-i mükerremede, hadîs-i şerîfleri ilk defâ toplayıp tasnif eden bu zâttır. Sahîh-i Buhârî'nin ilk sayfasındaki; "Ameller ancak niyetlere göredir..." hadîs-i şerîfinin râvilerinden biri de Süfyân bin Uyeyne'dir. (Muhaddis-ul Harem) "Mekke'nin hadîs âlimi" ünvânına lâyıktı. Et-Tefsîr ve El-Câmî adında iki eseri vardır.

İmâm-ı Şâfiî rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: "Hazret-i Süfyân'ın, Allahü teâlâdan çok korkması, her an Allahü teâlâ ile meşgûl olduğunun delilidir. Allahü teâlâ bana, hadîs-i şerîf ilmini Süfyân bin Uyeyne'den (rahmetullahi aleyh), fıkıh ilmini de İmâm-ı Muhammed Şeybânî'den (rahmetullahi aleyh) öğrenmemi ihsân etti."

Süfyân bin Uyeyne rahmetullahi aleyh çok duâ ederdi. Bu hususta buyurdu ki:

"Bir kimsenin kusurları, onu duâ etmekten alıkoymasın. Çünkü Allahü teâlâ, en kötü mahlûk olan şeytanın bile duâsını kabûl etmiştir."

Bir kimse Süfyân bin Uyeyne'ye gelerek; "Ben zühd sâhibi yâni dünyâdan ve dünyâlıklardan kaçınan, şüpheli olur korkusuyla mübahları bile terk eden bir âlim görmek istiyorum. Bana öyle birisini gösterebilir misin?" dedi.Süfyân bin Uyeyne o kimseye; "Zühd, sırf helâl olan rızıkta olur. Bu zamanda rızkını helâlinden temin edebilmek mümkün mü ki siz öyle birini arıyorsunuz?"cevâbını verdi.

Süfyân bin Uyeyne hazretleri insanların övmesine ve yermesine aldırmazdı. Buyurdu ki:

"İnsanların benim yüzümden günâha girmelerinden korkmasaydım, insanların beni gıybet edip kötülemelerini, beni övmelerinden daha çok isterdim. Çünkü gıybet eden, kötüleyen kimseler günahlarımı almakta, sevâblarını bana vermekteler. Halbuki, insanların beni medhetmelerinin, çok övmelerinin bana bir faydası yoktur. Hattâ, beni överken, bende olmayan hâlleri bildirmeleri, yâni yalan söylemeleri de mümkündür."

Kendisi dünyâdan uzak olduğu gibi, insanların da dünyâya meyletmemelerini isterdi. Buyurdu ki:

"Bir kimse ibâdetlerini yapar, hep Allahü teâlâyı hatırlarsa, dünyâ (insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler) ondan uzaklaşır. Allahü teâlâyı hatırlamaktan gâfil oldukça da dünyâ ona yaklaşır. İbâdetlerden ve Allahü teâlâyı hatırlamaktan maksat, dünyâyı kendinden uzaklaştırmak içindir.

İnsanlar bir yerde toplanıp, Allahü teâlâdan bahsettiklerinde, şeytan ve dünyâ oradan uzaklaşırlar. Şeytan dünyâya der ki: "Bu insanların ne yaptığını görüyor musun?" Dünyâ; "Şimdi onlara yaklaşma. Birbirlerinden ayrıldıkları zaman, ben onları tek tek yakalar sana teslim ederim." der."

Her yaptığı işte niyetinin düzgün olmasına dikkat eder, Allah rızâsı için olmayan şeyden sakınırdı. Bu hususta sevgili Peygamberimizin şu hadîs-i şerîfini rivâyet etti:

"Ameller ancak niyetlere göredir. Her kimse için ancak niyet ettiği şey vardır. Her kimin hicreti, bulacağı bir dünyâya ve evleneceği bir kadına ise, hicreti Allah ve Resûlü için değil, niyet ettiği şeye âittir. Yâni her amelin hükmü kıymeti, sâhibinin niyetine göre olur." devâm ederek buyurdu ki:

"İlmi, dünyâ nîmetlerine kavuşmak için vâsıta yapmak niyeti ile öğrenen kimseye ilim öğretmeyiniz. Çünkü, onun Cehennem'e gitmesine yardım etmiş olursunuz."

"İlmim nefsimi ıslah eder deyip de, kurtuluşu elde etmeye gayret göstermeyenler fâsıktırlar."

Birisi kendisinden nasîhat istedi. Ona; "Kendini başkalarından üstün görmekten ve haksız olarak başkasının bir kuruş da olsa hakkını almaktan çok sakın. Allahü teâlâya hesap vereceğini, O'nun büyüklüğünü düşün. Kendini üstün görüp kibirlenenleri Allahü teâlâ alçaltır. Başkalarının malını haksız yere alan da fakir ve zelîl olur."

"Sehâvet, cömertlik nedir?" diye sordular. "Dostlara ve sevdiklerine iyilik ve ikrâmda bulunmaktır." buyurdu.

"İnsan, düşünce sâhibi olursa, her şeyden bir ders alır."

Helâl lokmaya dikkat etmek husûsunda buyurdu ki:

"Helâl lokma ile, hâlis kalb ile kırk gün ibâdete devâm eden kimsenin kalbi nurlanır, hikmet söylemeye başlar."

Bir defâsında Hızır aleyhisselâmın Mûsâ aleyhisselâmla olan kıssalarını anlatan şu hadîs-i şerîfi nakletti. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:

"Mûsâ (aleyhisselâm), Benî İsrâil'in arasında hutbe okumak için ayağa kalktığında, kendisine insanların hangisi en âlimdir diye soruldu. Mûsâ (aleyhisselâm); "En âlim benim" dedi. Allahü teâlâ ona; "İki denizin kavuştuğu yerde benim kullarımdan bir kul var, o senden daha âlimdir." diye vahy indirdi. Mûsâ (aleyhisselâm); "Ey Rabbim! Benim için onunla buluşmanın yolu nedir?" diye sordu. Kendisine; "Azık olarak bir zenbilin içine tuzlu bir balık koyarak sırtına al. Bu balığı nerede kaybedersen, o zât oradadır." denildi. Mûsâ (aleyhisselâm) yola revân oldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. Bu zât Yûşâ bin Nûn idi. Mûsâ (aleyhisselâm) bir zenbilde bir balık taşıyordu. Hizmetçisi ile birlikte yürüyerek gittiler. Nihâyet bir kayaya vardılar. Orada gerek Mûsâ (aleyhisselâm), gerekse hizmetçisi bir miktar istirahat ettiler. Derken zenbildeki balık harekete gelerek zenbilden çıktı ve denize düştü. Allahü teâlâ o anda suyun akıntısını kesti. Hattâ (su) kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Mûsâ (aleyhisselâm) ile hizmetçisi için şaşacak bir şey olmuştu. Mûsâ (aleyhisselâm) uyumuş olduğu için bu hâli görmedi. Mûsâ'nın (aleyhisselâm) hizmetçisi bu hâli gördü ama ona söylemeyi unuttu (unutturuldu). Günlerinin kalan kısmı ile o geceyi de yürüdüler. Mûsâ (aleyhisselâm) sabahleyin hizmetçisine; "Sabah kahvaltımızı getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda müşkilâtla karşılaştık" dedi. Hizmetçi; "Gördün mü, kayaya geldiğimizde gerçekten ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana ancak şeytan unutturdu ve balık denizde şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu." dedi. Mûsâ (aleyhisselâm); "İşte bizim istediğimiz buydu." dedi. Hemen izlerini takib ederek geriye döndüler. Kendi izlerini takip ediyorlardı. Nihâyet kayaya geldiler. Orada örtünmüş bir adam gördüler. Üzerinde bir elbise vardı. Mûsâ (aleyhisselâm) ona selâm verdi. Hızır (aleyhisselâm) ona; "Ve aleykümselâm sen kimsin?" dedi. "Ben Mûsâ'yım!" deyince, Hızır (aleyhisselâm); "Benî İsrâil'in Mûsâ'sı mı?" diye sordu. Mûsâ (aleyhisselâm); "Evet." dedi. Hızır (aleyhisselâm); "Sen Allahü teâlânın ilminden bir ilmi bilmektesin ki Allah onu sana öğretmiştir. Onu ben bilmem. Ben de Allah'ın ilminden bir ilim üzereyim ki, onu bana öğretmiştir. Sen bilemezsin." dedi. Mûsâ (aleyhisselâm) ona; "Sana öğretilenden, hakkı bana öğretmek şartıyla sana tâbi olabilir miyim?" diye sordu. Hızır (aleyhisselâm); "Sen benimle berâber sabıra takat getiremezsin, iyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki? Bir şey yok ki, ben onu yapmaya memur olurum. Sen onu görürsen sabredemezsin." dedi. Mûsâ (aleyhisselâm); "Beni inşâallah sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir hususta karşı gelmem." dedi. Hızır (aleyhisselâm) ona; "O halde bana tâbi olursan, bana hiçbir şey sorma. Tâ ki kendim sana ondan bir şey anlatıncaya kadar!" dedi. Mûsâ (aleyhisselâm); "Pekâlâ!" cevâbını verdi. Sonra Hızır'la Mûsâ aleyhimesselâm; deniz sâhilinden yürüyerek yola devâm ettiler. Derken yanlarına bir gemi uğradı. Bunlar kendilerini gemiye almaları husûsunda gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı derhal tanıdılar. İkisini de ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. O sırada bir serçe gelerek geminin kenarına konup denizden bir yudum su aldı. Hızır (aleyhisselâm); "Yâ Mûsâ! Benim ilmim ile senin ilmin Allahü teâlânın ilmi yanında serçenin denizden azalttığı su kadar bile değildir." dedi. Sonra Hızır (aleyhisselâm) geminin tahtalarından birine vurarak onu çıkardı. Bunun üzerine Mûsa (aleyhisselâm) ona; "Bir cemâat bizi parasız gemilerine bindirdiler. Sen onların gemisine kastederek içindekileri batırmak için mi deliyorsun? Gerçekten çok büyük bir iş yaptın." dedi. Hızır (aleyhisselâm); "Ben sana, benimle berâber sabıra güç getiremezsin demedim mi?" dedi. Mûsâ (aleyhisselâm); "Unuttuğumdan dolayı beni kınama. Bu işte benim başıma güçlük de çıkarma." dedi. Bundan sonra gemiden çıktılar. Sâhilde yürürlerken bir de baktılar ki, bir çocuk diğer çocuklarla oynuyor. Hızır (aleyhisselâm) hemen onun kafasından tutarak eliyle başını kopardı ve çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Mûsâ (aleyhisselâm); "Mâsum birisini, kısas hakkın olmaksızın öldürdün! Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın." dedi. Hızır (aleyhisselâm); "Ben, sana benimle berâber sabıra güç getiremezsin demedim mi?" dedi. Mûsâ (aleyhisselâm); "Bundan sonra bir şey sorarsam, bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim tarafımdan özür derecesine vardın" dedi. Yine yürüdüler, nihâyet bir köye vararak köylülerden yiyecek istediler. Onlar, kendilerini misâfir kabûl etmekten çekindiler. Bu sefer o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır (aleyhisselâm) onu doğrulttu. Mûsâ (aleyhisselâm) ona; "Bir kavim ki kendilerine geldik de bizi ne misâfir aldılar, ne de doyurdular. Dilesen bunun için ücret alabilirdin." dedi. Hızır (aleyhisselâm); "Artık bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Sabredemediğin şeyin tevilini sana haber vereceğim." dedi. "Birincisi; gemi denizde çalışan bir takım fakirlerindi. Onun için ben gemiyi kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdâr vardı. Onu zaptedecek hükümdâr geldiği vakit, gemiyi delinmiş bulacak ve bırakıp gidecek. Fakirler de onu tahta ile tâmir edeceklerdi. İkincisi; oğlan büyüseydi kendisi kâfir olacağı gibi, anne ve babasını da küfre sevkedecekti. Bu sebeple biz onun yerine annesiyle babasına, Allahü teâlâdan ondan daha faydalı ve daha merhametli bir evlât vermesini diledik. Üçüncüsü; bu duvar, şehirde iki yetim çocuğa âitti. Altında onlara âit bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimseydi. Allahü teâlâ diledi ki, ikisi de rüştlerine ersinler (âkıl bâliğ olsunlar, evlenecek çağa gelene kadar büyüsünler) defînelerini çıkarsınlar. Bu Allahü teâlânın bir merhâmetidir. Ben bunları kendi isteğimle yapmadım. İşte senin, üzerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.......
Süfyân bin Uyeyne rahmetullahi aleyh çeşitli zamanlardaki sohbetleri sırasında buyurdu ki:

"Maddî hayâtın devâmı için, dünyâdaki su ne kadar mühim ise, mânevî hayat için de; "Lâ ilâhe illallah" Kelime-i tevhîdi o kadar, hattâ daha fazla mühimdir. Bu kelimenin yüksek mânâsını rûhuna sindirebilen kimse diridir. Bu yüksek mânâyı rûhuna işlemeyen kimse ölüdür. Allahü teâlânın, kullarına ihsân ettiği nîmetlerin en yükseği bu kelimedir.

Bir kimse, ölmüş bir kimsenin kendisinde bulunan hakkını, Allahü teâlâdan korkarak götürüp vârislerine verse, helâllık almış olur. Ama gıybet günâhının durumu böyle değildir. Bir kimse, bir kimseyi gıybet etse, gıybet edilen kimse vefât etse, gıybet eden kimse, gidip, gıybet ettiği kimsenin vârislerinden helâllık alsa, yine helâl olmaz. Yeryüzündeki bütün müslümanlar, o gıybet eden kimseyi affetseler, gıybet edilen kimse, hakkını helâl etmedikçe helâl olmaz. Müminin ırzı, şerefi, malından daha kıymetlidir."

"Hiç kimseyi işlediği bir günahtan dolayı ayıplama."

"Günümü sefihler gibi, gecemi de câhiller gibi boşa geçirsem, ondan sonra da ilmî eserler yazsam, bunlardan kimse istifâde edemez. Evvelâ başkalarının istifâdesi için benim hâlim yazdıklarıma uygun olmalı."

"Bir kimse, kendisine bir belâ geldiğinde sabreder, Allahü teâlânın takdirine râzı olursa onun işi tamamdır. O kemâl mertebesini bulmuştur."

Birine yazdığı mektupta; "Kardeşim, Allahü teâlâyı hatırlamaktan ve ölüme hazırlanmaktan gâfil kimselerden uzak dur. Biz öyle insanlara yetiştik ki, onların ölüm korkusundan aklı dağılmış gibiydi."

"Allahü teâlâyı seven, Allahü teâlânın sevdiklerini de sever. Allahü teâlânın sevdiklerini seven, Allahü teâlânın rızâsı için sever."

GÜZEL KOKULAR

Hazret-i Süfyân bin Uyeyne'ye; "Bir insan, bir işi yapmaya niyet eder, sonra yapmazsa, o kimse bu ameli işlemediği halde, kirâmen kâtibîn melekleri nasıl yazarlar?" diye sordular. Cevâben; "İnsanın iyiliğini ve kötülüğünü yazan melekler, gâibi bilemezler. Lâkin, insan güzel ve hayırlı bir amel yapmayı kalbinden geçirince, ondan misk gibi güzel kokular yayılır. Melekler bu kokuyu aldıkları zaman o kimsenin iyilik yapmaya niyet ettiğini anlarlar. Kötülük yapmaya niyet ederse o zaman da rahatsız edici pis bir koku çıkar. Bu kötü kokudan melekler, o kimsenin kötülük yapmaya niyet ettiğini anlarlar. Güzel amel yapmaya niyet edince, kul yapamasa da melekler yazarlar. Kötülüğe niyet edince ise, o kötülüğü yapmadıkça yazmazlar. Bu, Allahü teâlânın ihsânlarındandır."

Kaynakça:
1) El-A'lâm; c.3, s.105
2) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.262
3) Sıfat-üs-Safve; c.2, s.130
4) Hilyet-ül-Evliyâ; c.7, s.270
5) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.40
6) Târih-i Bağdâd; c.9, s.391
7) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.391
8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baskı); s.1144
9) Fâideli Bilgiler (5. Baskı); s.45
10) Eshâb-ı Kirâm (8. Baskı); s.394
11) Risâle-i Kuşeyrî; s.264, 329, 390, 403
12) Keşf-ül-Mahcûb; s.223, 256 (Urdu Tercümesi)
13) Mîzân-ül-İ'tidâl; c.1, s.397
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.374-377
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
ÜBEY B. KA'B
Sahabe-i kiramin büyüklerinden biri olup Rasûlüllah (s.a.s)'in vahiy kâtiplerindendir. Übey (r.a)'in babasinin adi Ka'b, annesinin ismi Suheyle'dir. Iki künyesi vardir: Ebu'l-Münzir ve Ebu't Tufeyl. Medineli olup Hazrec kabilesinin Neccâr ogullari kolundandir. Dogum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
Übey b. Ka'b'in Müslümanligi kabul etmesi Rasulüllah(s.a.s)'in Medine'ye hicret etmesinden önce, Akabe biatlarinda olmustur. Übey b. Ka'b Ikinci Akabe biatinda Rasûlüllah (s.a.s)'e biat eden yetmis kisi içerisinde idi. Rasûlüllah (s.a.s) Medineli Müslümanlar arasinda yapmis oldugu kardeslik antlasmasinda Übey b. Ka'b ile Asere-i Mübessere (Cennetle müjdelenen on kisi) den Said b. Zeyd'i kardes yapti. Übey, Rasûl-i Ekrem ile Bedir, Uhud, Hendek ve diger bütün muharebelere katildi. Uhud muharebesinde kendisine bir ok Isabet etmis, Rasûlüllah (s.a.s) ona bir tabib göndermis, tabib okun girdigi yerdeki damari keserek üzerini daglamisti. Bu suretle Übey b. Ka'b bu arizadan kurtulmus oldu (bk. Müslim, Selam, 73-74).
Übey b. Ka'b cahiliyye döneminde de okuma yazma bilen az sayidaki kimselerden biri idi (Ibn Sa'd, Tabakat, I, 498). Rasulüllah(s.a.s) Medine'ye hicret edince, orada, ensar içerisinde yazilarini Ilk yazan Übey b. Ka'b olmustur (Ibn Seyyidi'n-Nas, II, 315). Yazdigi yazilarin sonuna "filan oglu filan yazdi" diyenlerin de Ilki idi (Ibnü'l-Esir, Üsdu'l-Gabe).
Su halde Medine döneminde Rasulüllah(s.a.s)'e gelen vahyi Ilk yazan Übey b. Ka'b olmustur. Übey b. Ka'b olmadigi zaman Zeyd b. Sabit yazardi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ilahi vahyi Cebrail (a.s)'dan aldigi zaman, Übey b. Ka'b onu daha yazinin islakligi üzerinde iken ezberler, Rasûlüllah (s.a.s)e okurdu (Zehebî, Siyer, I, 280) Übey ashabin en alimlerindendi. Tabiinin büyük b ilginlerinden olan Mesruk (663/683) söyle derdi: "Rasûlüllah (s.a.s)'in ashabiyla görüstüm. 0limlerinin su alti kisiye dayandigini gördüm: Ali, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka'b ve Ebu'd-Derdâ "( Ibn ü'l-Kayyim, I'lâmu'l-Muvakkiîn, I, 16).
mecca.jpg
Übey b. Ka'b, Kur'an-i Kerîm'i en iyi okuyan sahabîlerden idi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Ümmetimin en iyi okuyani Übey'dir." (Zehebî, Siyer, I, 392) buyurmustur. Bu sebeple Seyyidü'l-Kurra (okuyucularin efendisi) lakabiyla taninmisti. Kur'an-i Kerîm'i sekiz gecede hatmederdi. Rasulüllah(s.a.s)'in zamaninda Kur'an'i cem' ederek ona arzeden sayili sahabîlerden biri idi. Nitekim Enes b. Malik, "Rasûlüllah (s.a.s) zamaninda Kur'an'i dört kisi hifzetmis olup hepsi de ensardandi. Bunlar: Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Ebû Zeyd ve Zeyd b. Sabit'tir" (Buharî, Menakibu'l Ensar 17; Tirmizî, Menâkib 33) demistir.
Übey b. Ka'b, Rasûlüllah (s.a.s)'in ashabina Kur'an'i kendilerinden ögrenmelerini tavsiye ettigi dört kisiden biridir. Abdullah b. Amr b. As'dan söyle rivâyet edIlmistir: Rasulüllah(s.a.s)'in söyle buyurdugunu isittim: "Kur'an'i dört kisiden alin (ögrenin). Abdullah b. Mes'ud'dan,-Rasulüllah(s.a.s) önce bunu zikretti, Ebu Nuzeyfe'nin mevlasi Salim den, Muaz b. Cebel'den ve Übey b. Ka'b'dan" (Buharî, Menakibu'I-Ensar,16). Bu dört sahabîden Muaz ile Übey ensardan, Abdullah b. Mes'ud ile Salim ise muhacirlerdendir.
Rasûlüllah (s.a.s) Übey b. Ka'b'i, Kur'an-i Kerim'i iyi bilen bir sahabî olmasi sebebiyle ögretmen olarak tayin etmisti. Mescid-i Nebevi'de Kur'an-i Kerîm'i ögretirdi. Aralarinda Ebu Hureyre ve Ibn Abbas'in da bulundugu bir çok sahabînin hocaligini yapmistir. O, Kur'an-i Kerîm'i ögretmesi karsiliginda her hangi bir maddi sey de almazdi. Nitekim ondan söyle rivâyet edIlmistir: "Muhacirlerden birine Kur'an ögretmistim. Bu zat bana bir yay hadiye etti. Ben bunu Rasûlüllah (s.a.s)'e anlatinca: "Onu alirsan atesten bir yay almis olursun" buyurdu. Ben de yayi sahibine geri verdim"(Ibn Mace, Ticarât, 8).
Übey b. Ka'b, Kur'an'in lafizlarinin eda keyfiyetini, kiraat vecihleriyle ilgili hususiyetlerini ögrenmeye özen gösterirdi. Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz (s.a.s)'e Übey'e Kur'an okumasini emretmistir. Enes b. Malik (r.a)'dan söyle rivâyet edildi: Rasulüllah (s.a.s) Übey b. Ka'b'n: "Âllah bana Lemyekünillezîne keferfi suresini sana okumami emretti" buyurdu. Übey "Allah benim adimi da andi mi?" dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Evet" deyince Übey b. Ka'b sevincinden agladi (Tecrid-i Sarih Tercümesi, X, 21).
Bu hadis-i serif sahabe içerisinde Übey b. Ka'b'in faziletine Isaret ettigi gibi, onun kiraat Ilmindeki yerine de Isaret etmektedir.
Übey b. Ka'b, kiraati bizzat Rasulüllah (s.a.v)'den almistir. O, Hz. Ömer'e "Ben Kur'an-i Kerîm'i daha taze iken bizzat Cebrail (a.s)'an alan zattan aldim" demistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned V, 117)
Kur'an-i Kerîm'e karsi duydugu ragbet ve arzu Übey b. Ka'b'in faziletini artirmis, bu sebeple Rasûlüllah (s.a.v)'in takdirini, ashabin saygisini kazanmistir.
Übey b. Ka'b ayni zamanda Rasûlüllah (s.a.v) zamaninda fetva veren az sayida sahabîden biridir. Muhammed babasi Sehl'in söyle dedigini nakletmistir: "Rasûlüllah (s.a.v) zamaninda fetva veren, üçü muhacir ve üçü ensardan olmak üzere alti kisi idi. Muhacirlerden olanlar Ömer, Osman, Ali; ensardan olanlar da Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit'tir" (Ibn Sa'd, ayni eser, II, 350).
Übey b. Ka'b, Rasûlüllah (s.a.v) zamaninda idârî görevlerde de bulunmustur. Rasûlüllah (s.a.v) onu Belî, Uzre ve Benî Sa'd kabilelerinin zekâtlarini toplamak üzere görevlendirmisti. Übey b. Ka'b bu görevi esnasinda karsilastigi bir vak'ayi söyle anlatir:
"Rasûlüllah (s.a.v) beni Belî, Uzre ve Benî Sa'd b. Huzeym b. Kadâa kabilelerinin zekatlarini toplamak üiere gönderdi. Onlarin zekatlarim topladim. Nihayet onlardan sonuncu adamin yanina vardim. 0çlerinde bu adamin evi ve köyü Medine'de Rasûlüllah (s.a.v)'e yakin olani idi. Bu adam bana bütün malini topladi. Ben de zekat olarak almaya henüz Iki yasina girmis bir disi deveden baskasini bulamadim. Kendisine onu alacagimi söyledim. Mal sahibi, "Bunun sütü de yok, yük tasimak için de elverisli degil. Allah'a yemin ederim ki senden önce zekat toplamaya gelen ne Rasûlüllah'a ve ne de onun elçisine malimdan sütü olmayan ve yük tasimaya da elverisli olmayan bir deveyi vermedim. Iste genç, semiz disi deve. Onu al." dedi.
Ben ona, "Bana emredIlmeyen seyi almam. Iste Rasûlüllah (s.a.v) sana yakin, Istersen ona gider, bana söylediklerini anlatirsin. Sayet o, kabul ederse, eder, etmezse reddeder" dedim. Adam:
"Bunu yapacagim" dedi ve benimle çikti, bana vermek Istedigi deveyi de aldi. Rasulüllah(s.a.v)'e gelince:
"Yâ Rasûlüllah, malinin zekatina almak için elçin geldi. Malimi topladim. O, sütü olmayan ve yük tasimaya da elverisli olinayan henüz Iki yasina girmis bir deveyi seçti. Ben kendisine almasi için genç, semiz bir disi deve gösterdim, almaktan imtiha etti. Iste o deveyi getirdim, al ya Rasûlüllah" dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Senin üzerine borç olan Übey b. Ka'b'in ayirdigi devedir. Sen kendi rizanla daha iyisini vermek Istersen, onu kabul ederiz ve Allah bundan dolayi sana ayrica mükafat verir," buyurdu. Adam:
"Ben de bu maksatla onu getirdim, buyur al, yâ Rasûlüllah!" dedi.
"Hz. Peygamber (s.a.v) devenin alinmasini emretti ve malinin bereketlenmesi için dua etti." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 142).
Übey b. Ka'b'in, Rasûlüllah (s.a.v)'in vefatindan sonra Ilk halife Hz. Ebû Bekir zamaninda da mühim görevler yaptigim görüyoruz. Hz. Ebû Bekir mühim bir mesele ile karsi karsiya gelip çözümünü Kur'an ve sünnette bulamadigi zaman ashabin seçkin alimlerini toplar, onlarla istIsarede bulunurdu. Übey b. Ka'b da Hz. Ebû Bekir'in danisma meclisi üyelerinden idi. Ayni zamanda Hz. Ebû Bekir döneminde fetva vermekle görevli meshur fakihlerden biri idi (Ibn Sa'd, Tabakat, II, 350). Bu dönemde onun Kur'an'in cem'i için kurulan komisyonda görev aldigini da görüyoruz.
Übey b. Ka'b, Ikinci halife Hz. Ömer'in de teveccühünü kazanmistir. Hz. Ömer, Übey b. Ka'b'a çok hürmet eder, ondan yararlanir ve ona Seyyidü'l-Müslimin (Müslümanlarin ulusu) derdi (Tecrid X, 22). Hz. Ömer'in hilafeti döneminde onun sura meclisinde çalisir ve kabilesi Hazrec'i temsil ederdi. Ayni zamanda fetva Isleri ne de bakardi. Hz. Ömer bir zaman halka hitabinda söyle demistir:
"Kur'an'dan sormak Isteyen Übey b. Ka'b'a gelsin, feraizden sormak Isteyen Muaz'a, mal Isteyen de bana gelsin. Çünkü Allah beni hazinedar ve dagitici kildi" (Zehebî, Siyer I, 394).
Hz. Ömer zamaninda teravihi cemaatle Ilk kildiran da Übey b. Ka'b olmustur. Hz. Peygamber (s.a.v) zamaninda, onun vefatindan sonra Ilk halife Hz. Ebû Bekr, daha sonra kismen de Hz. Ömer zamaninda teravih namazi cemaatle degil, münferid olarak kilinmistir. Bir defa Hz. Ömer mescide gidince halkin daginik bir sekilde teravih namazi kildiklarini gördü. Kimi tek basina kiliyor, kimi küçük bir cemaat olusturmus kiliyorlardi. Hz. Ömer bütün halki bir tek Imamin arkasinda toplamayi düsündü ve ertesi gün Übey b. Ka'b'i teravih Imami tayin edip cemaati onun arkasina topladi. Böylece teravih namazi cemaatle kilinmaya baslandi (Buharî, Teravih, I; Tecrid-i Sarih Terc., IV, 75-76).
Hz. Ömer, hilafeti zamaninda fetva Isleri üzerinde hassasiyetle durur, ancak bu ise ehil olanlarin fetva vermesine müsade ederdi. Onun zamaninda ancak Hz. Osman, Hz. Ali, Muaz b. Cebel, Abdurrahman b. Avf, Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit, Ebu Hureyre ve Ebu'd -Derdâ gibi tayin ettigi zatlar fetva verirdi (M. Siblî, Asr-i Saadet, Terc. Ö. Riza, Dogrul, 0st. 1974, VI, 369).
Übey b. Ka'b, Hz. Ebû Bekir döneminde oldugu gibi Hz. Ömer döneminde de danisma meclisi üyesi idi. Çesitli konularda fikri alinir, görüslerine deger verilirdi (Ibn Sa'd a.g.e, II, 350; M. Siblî, a.g.e., IV, 334).
Übey b. Ka'b tefsir sahasinda da ashabin önde gelenlerinden biri olup Medine tefsir ekolünün reisi olarak kabul edIlmistir. Celaleddin es-Suyutî (ö. 911/1505) tefsir sahasinda meshur o lan sahabîlerin on kisi oldugunu belirtmis, bunlar içerisinde de kendilerinden en çok tefsir rivâyet edilenlerin Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbas ve Übey b. Ka'b oldugunu belirtmistir (bk. Suyutî, el-0kton, II, 187).
Übey b. Ka'b vahiy kâtibi olmasi sebebiyle Rasûlüllah (s.a.v)'in fiil ve hareketlerine muttali bir sahabî idi. Kütüb-i Sitte'de kendisinden altmis küsür rivâyet edIlmistir. Bakiy b. Mahled (ö. 276/889)'in Müsned'inde Übey b. Ka'b'in yüz altmis dört hadisi vardir. Bunlardan üçü hem Buhari'de ve hem de Müslim'de vardir. Ayrica Buharî üç hadisi tek basina rivâyet etmis ,yedi hadisi de yalniz Müslim rivâyet etmistir (Zehebi, Siyeru A'lami'n -Nübela ' I ,402). Übey b. Ka'b in rivayet etmis oldugu hadislerrden birinin anlami söyledir: Rasulullah (s.a.v.) söyle buyurdu:
"Ademoglunun bir vadi dolusu mali olsa, bir Ikincisini Ister. Iki vadi dolusu mali olsa, bir üçüncüsünü de Ister. Ademoglunun içerisini topraktan baska bir sey doldurmaz. Allah Teâlâ ise tevbe edenin tevbesini kabul eder" (Tirmizî, Menokib, 32).
Übey b. Ka'b'in vefat tarihi ihtilaflidir. el-Vakidî der ki, "Bir kisim hadiseler onun Hz. Ömer'in hilafeti döneminde olduguna delalet etmektedir.
Yakinlari ve baskalarinin onun Medine'de hicri 22 senesinde öldügü söylediklerini gördüm. Hz. Ömer "Bugün Müslümanlarin ulusu öldü" demistir. Onun Hz. Osman'in hilafeti döneminde hicri 30'da öldügünü söyleyenler de olmustur. Bize göre bu daha dogrudur. Çünkü Hz. Osman ona Kur'an'i cem etmesini emretmistir" (Ibn Sa'd, Tabakat, III, 502; Zeheb, I, 400).
Durak PUSMAZ
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bism1.gif

[SIZE=+3]Ukbe Ibni Âmir El-Cuhenî (ra)[/SIZE]​
Ukbe Ibni Âmir el-Cuhenî radiyallahu anh Kur'an-i Kerim'i güzel okuyan bir Kur'an hâfizi... Gecenin seher vakitlerinde kalkip Mevlâ ile konusurcasina husû ile Kur'an tilâvet eden bir âsik... Kendi el yazmasi Kur'an'i bulunan bir ilim eri...
O, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Medine-i Münevvere'ye hicretinden sonra Islâm'la sereflendi. Müslüman olusunu kendisi söyle anlatiyor:
"Insanlardan uzak, çöllerde küçük sürülerimin pesinde hayatimi geçiriyordum. Mekke'de yeni dinin ve son Peygamberin geldigini daha sonra Medine'ye hicret edecegini duydum. Kisa bir zaman sonra da Medine'ye tesrif ettigi müjdesini aldim. Bütün Medine'li müslümanlarin sevinç haberleri geliyordu. Ben de sürülerimi birakip Medine'ye kostum. Huzuruna vardim ve: "Ya Rasûlallah! Ben size bey'at edecegim" dedim. Sevgili Peygamberimiz: "Sen kimsin?" dedi. Ben de: "Ukbe ibni Âmir el-Cuhenî'yim" dedim. Bana: "Sence hangisi daha iyi. Bedevi bey'ati mi, yoksa hicret bey'ati mi?" dedi. Ben de: "Hicret bey'ati yapmak istiyorum." Yani, Medine'de kalmak üzere bey'at ediyorum dedim. Muhacirlerle beraber yaninda bir gece kaldim. Ertesi gün küçük sürümün yanina döndüm."
Ukbe (r.a)'in gönlüne Islâm isigi girmisti, fakat o sevgiliden ayri kalisi yeni gelen vahiyleri duyamamasi ona çok zor geliyordu. Kendi ifadesiyle söyle bir çare bulmustu: "Biz oniki arkadastik. Sürülerimizi otlatmak için Medine'den uzakta kaliyorduk. Arkadaslarla aramizda : "Biz de hiç is yok. Yeni gelen vahyi ögrenmek ve Rasûlullah (s.a)'in sohbetinde bulunmak için hergün birimiz Medine'ye gitse, sürüsüne burada kalanlar baksa diye anlastik. Ben sürüleri birakmaktan korkuyordum. Siz gidin ben sürünüze bakayim. Geldiginizde, dinlediklerinizi ve ögrendiklerinizi sizden alirim" dedim. Bir müddet böyle nöbetlese devam ettik. Sonra o sevgilinin yüzünü görememek, huzurunda bulunamamak canima tak etti ve kendi kendime:
"Yaziklar olsun sana! Sen bu sürüler yüzünden mi Rasûlullah (s.a)'in sohbetinde bulunmayi terk ediyorsun. Gelen vahyi direk onun agzindan duymak, aracisiz, ondan almaktan bu sürüler mi seni alikoyuyor?" dedim. Gafletten uyanarak kendime geldim ve koyunlarimi birakip Rasûlullah (s.a)'in yakininda bulunmak için Medine'ye hicret ettim. Mescid'de yatip kalkdim."
Ukbe (r.a) gölge gibi Rasûlullah (s.a) efendimizi takip etmege basladi. Yolculukda hayvaninin yularini tuttu. Ona hizmeti zevk haline getirdi. Efendimiz de Ukbe'yi çogu kere terkisine alirdi. Bu sebebten ona Rasulullah'in redifi diye isim verildi. Kendisi söyle anlatiyor.
Birgün Rasulullah (s.a) efendimiz bana:
"Ukbe! Sana, simdiye kadar benzeri görülmeyen iki sûreyi ögreteyim mi?" dedi. Ben de: "Evet Ya Rasûlallah! " dedim. Bunun üzerine Iki Cihan Günesi efendimiz bana "felâk ve Nas" sûrelerini okudu. Namaz vakti girince imam oldu ve o iki sûreyle namazi kildirdi. Daha sonra: "Ey Ukbe! Yatarken bu sûreleri daima oku!" buyurdu.
Ukbe (r.a) Allah'in sevgilisine yakin olmanin ve ona hizmet etmenin bereketini, hayatinda gördü. Kur'an, hadis, fikih ve ferâiz ilminde güzide sahsiyet oldu. Ashab arasinda ilim ve cihad eri olarak anildi.
O, Kur'an okumak ve ögretmekten büyük zevk alirdi. Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizden: "Ya Rasûlallah! Hûd ve Yusuf sûrelerini bana okur musunuz?" diye ricada bulundu. Efendimiz okudu Ukbe dinledi. Daha sonra ögrendigi sekilde etrafina okudu ve ögretti.
O, Kur'an-i Kerim'i çok güzel okurdu. Sahabe onun tane tane okuyusunu dinler, kalpleri ürperirdi. Bilhassa geceleri ortalik sakinlesince yüksek sesle, Mevlasiyla konusurcasina âyetleri tefekkür ederek hûsû ile okur gözleri yaslarla dolardi.
Hz. Ömer (r.a) onu birgün çagirip söyle dedi "Ey Ukbe! Bana biraz Kur'an oku!" O da: "Hay, hay, Ey emîru'l-mü'minin" dedi ve bir miktar Kur'an okudu. Ukbe (r.a)'in tatli tatli okuyusunu hûsû ile dinleyen Hz. Ömer (r.a) gözyaslarini tutamadi ve sakalini islatincaya kadar agladi.
Evet!.. Kur'an böyle bir kitaptir. Onu husû ile dinlemek kalbleri ürpertir... Gönülleri yumusatir. Gözyaslarini akitir... Çünkü kâmil mü'minlerin gidasidir Kur'an... Allah'im!.. Bizlere de o yüce kitabin derinliklerine dalabilmeyi, onu okumak okutmak ve dinlemeyi zevk haline getirebilmeyi nasib et!..
Ukbe (r.a) kendi elleriyle yazdigi bir Kur'an birakti. Yakin zamana kadar Misir'da kendi adiyla bilinen cami'de muhafaza edildi. Fakat kaybolan kültür hazinelerimiz arasinda maalesef o da kayiplara karisip gitti.
O, Hz. Ömer (r.a) devrinde Sam'in fethinde bulundu. Büyük kahramanliklar gösterdi. Komutan Ebu Ubeyde (r.a) halifeye müjdeyi ulastirmak üzere onu gönderdi. Muaviye devrinde Misir'da valilik yapti. Onun emriyle Rodos adasinin fethi için gönderilen orduya kumandan oldu.
Ukbe (r.a) askeri bilgileri ögrenmekten zevk alirdi. Kendisi de mükemmel ok atardi. Halki da bu ise tesvik ederdi. Bir defasinda Hz. Halid Ibni Velid (r.a)'a Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin: "Cenab-i Hak bir ok için üç kisiye cennet nasib edecektir" hadisini hatirlatmisti. Bunun için ok atmak hususunda büyük gayret sarfederdi.
Ilim ve cihada çok önem veren Ukbe (r.a) 55 hadis-i serif rivayet etmis ve 58. hicri senede Misir'da vefat ettigi bildirilmistir. Cenab-i Hak'tan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.

Mustafa ERIS

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Kureys'in Cesur ve Keskin Görüslü Bir Yigidi...
[SIZE=+3]Umeyr ibni Vehb (ra)[/SIZE]​
Umeyr ibni Vehb radiyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin kendisine göstermis oldugu açik mûcize karsisinda hayrette kalan ve derhal gönlünü islâm'a açan bir yigit...
O, islâm'la sereflenmeden önce Kureysin azililarindandi. Cesur, keskin görüslü bir yigitti. Bedir Gazvesinde müsrikler safinda yer aldi. Kavmi onu müslümanlarin sayisini ögrenmek ve arkalarinda yardimci kuvvetleri olup olmadigini arastirmak üzere seçip gönderdi. Kavmine döndügünde gördüklerini sanki bir müslüman gibi nakletti. söyle ki: "Ey Kureys toplulugu!.. Onlarin sayilari azdir. Arkalarinda yardimci kuvvetleride görünmüyor. Fakat onlarin herbirini ölüme susamis kisiler olarak gördüm. Sizlerden birini öldürmedikçe onlardan birisinin öldürülmesi mümkün degildir. Onlarin sayisi kadar sizden de ölen olacaksa hayatin ne tadi kalir? Ona göre kararinizi veriniz..." dedi.
Bu sözlerden Kureys'in bazi ileri gelenleri etkilendi. Savas yapmadan Mekke'ye dönmeyi bile gönüllerinden geçirdi. Fakat "Kureys'in seytani" diye bilinen Ebu Cehil'in kin, kibir ve gururu baskin çikti. Harb atesi yakildi. Baslarina gelen belaya ne kendisi ne de kavmi engel olamadi. Kureys hezimete ugrayarak geri döndü. Umeyr ibni Vehb'de yara-bere içerisinde güç belâ Mekke'ye döndü. Oglu esir olarak Medine'de kaldi. Zamanla Umeyr'in yaralari iyilesti. Ama islâm'a düsmanligi daha bir koyulasti. Kendisinin Resûlullah'a ve ashabina yaptigi ezâ ve cefalar aklina geliyor ve ogluna iskence yapilmasindan korkuyordu.
Bir gün amcazâdesi Safvan ibni Ümeyye ile Kâbe'de Hicir mevkiinde oturmus hasbihal ediyorlardi. Bedir felaketinden ve esirlerden bahsediyorlardi. Safvan "Bedir'den sonra hayatin tadi tuzu kalmadi." dedi. Umeyr de: "Gerçekten öyle... Bundan sonra yasamaya degmez. sayet su borçlarim olmasa, çoluk çocugumu geçindirmek düsüncem bulunmasaydi, Medine'ye varir, Muhammed'i öldürürdüm. Ogulumun ellerinde esir olmasi da bu is için iyi bir bahânedir." dedi.
Safvan çok zengindi. Bedir'de kaybettigi yakinlarinin intikamini almak istiyordu. Umeyr'in bu sözlerini firsat bildi ve ona: "Umeyr!... Eger Muhammed'i öldürürsen, senin bütün borçlarini öderim. Çoluk çocuguna da benimkilerle birlikte ölene kadar bakarim. Malim onlarin hepsine yeter" dedi. Umeyr'in istedigi de buydu. Peki öyleyse dedi. Fakat bu anlasmamizi gizli tut! Sakin kimseye söyleme diye tenbih etti.
Umeyr kilicini bileyip zehirledi. Devesine binip Medine'nin yolunu tuttu. Mescid-i Nebevî'nin kapisina yakin bir yerde devesini ihdirdi. Hz. Ömer (r.a) onun devesinden inip, kilicini kusanmis olarak Mescide dogru gittigini görünce: "Bu, Allah düsmani Umeyr'dir. Buraya mutlaka bir kötülük yapmak için gelmistir" dedi. Kendisi derhal Rasûl-i Ekrem (s.a) efendimizin huzuruna geldi ve durumu arz etti. iki Cihan Günesi Efendimiz: "Onu bana getirin." buyurdu. Hz. Ömer (r.a) geri dönüp Umeyr'in yanina geldi. Yakasindan tuttu. Boynundaki kilici simsiki yakalayarak Rasûlullah'in huzuruna götürdü. Efendimiz Umeyr'i bu halde görünce: "Onu serbest birak Ömer!... Sen geri dur!... Sen de yakin gel ey Umeyr!... Yaklas ya Umeyr!" buyurdu. Sonra aralarinda su konusma geçti. Efendimiz ona: "-Ey Umeyr! Buraya niçin geldin?" dedi. O da "-Oglum elinizde esir. Bir iyilik edip onu birakasiniz diye geldim" dedi. "Boynundaki su kiliç ne oluyor?" "-Öyle kiliç olmaz olsun! Bize ne faydasi dokundu ki... Bedir'de bir fayda verdi mi?" dedi. Efendimiz tekrar: "Bana dogru söyle! Buraya niçin geldin?" diye sordu. O da: "-Sadece bunun için geldim" dedi. Aldigi bu cevaplardan sonra Fahri Kâinat (s.a) efendimiz ona: "-Peki öyleyse Hicir'de Safvan ibni Ümeyye ile yaptiginiz anlasma neydi? Orada, Bedir'de kuyuya atilan kimselerden bahsettiniz. Sonra sen, borcum ve su çocuklarim olmasaydi, gider Muhammed'i öldürürdüm, dedin. Safvan da borcunu ödemeyi, çocuklarina bakmayi üstlendi. Sende kalkip geldin. Fakat Allah Teâlâ yapmayi düsündügün ise izin vermeyecektir." buyurdu.
Umeyr bu bilgiler karsisinda hayretler içerisinde kaldi. Renkten renge girdi. Ürkek ürkek, kekeleyerek: "Bu konuyu sadece Safvan'la ikimiz konusmustuk. Yanimizda baska biri yoktu. Vallahi, kesin olarak inandim ki, sana bu haberi ancak Allah getirmistir. Anliyorum ki, sen Resûlullahsin. Müslüman olmam için beni sana gönderen Allah'a hamdolsun..." dedi. Pesinden kelime-i sehadet getirerek islâm'la sereflendi.
iki Cihan Günesi Efendimiz ashabina: "Kardesinize dinini ve Kur'an'i ögretin. Esirini de saliverin." buyurdu, Kisa zamanda dinini iyice ögrenen Umeyr (r.a) Rasûl-i Ekrem (s.a) efendimizden izin alarak Mekke'ye döndü.
Safvan ibni Umeyye Mekke'de Kureys'in toplantilarina katiliyor ve "Yakinda Bedir acilarinizi unnutturacak bir haber verecegim." diye ilan ediyordu. Umeyr'in dönüsü, gecikince merak edip yolcu kafilelerinden onu sormagabasladi. Onun islâm'a girdigini duydu. Ama inanamiyordu. Onun islâm'a girisi ve Mekke'ye dönüsü büyük bir hadise oldu. islâm'i yaymak için çok çalisti. Birçok müsrik onun sayesinde islâm'in nuruna kavustu. Mekke fethinden sonra da Safvan'in müslüman olmasina vesile oldu. Uhud'dan evvel Medine'ye hicret etti. Bütün gazalarda bulundu. Hz. Ömer (r.a) devrinde Amr ibni As (r.a)'a gönderilen yardimci kuvvetlerin birinde komutanlik yapti. iskenderiye fethinde büyük yararliliklar gösterdi. Diger bazi sehirlerin fethinde de bulunan Umeyr ibni Vehb (r.a) Hz. Ömer (r.a)'in hilafetinin son zamanlarinda vefat etti. Cenâb-i Hak sefâatlarina nâil eylesin. Amin

Mustafa ERIS
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
URVE BİN ZÜBEYR BİN AVVAM
(h. 22 - 92 )
Medine-i Münevvere'de zuhur eden fukaha-i seb'a (yedi fakih) dan bir mutlak müctehiddir. Muhterem babaları, Aşare-i Mübeşşere'den Hz. Zübeyr (r. a.) dır. Valideleri, Hz. Ebubekr'in iffetli kızları Hz. Esma (r. a.) dır. Hz. Zübeyr'in validesi ise Peygamber Efendimizin halası, Hz. Safiye (r.a.) dır.
Urve Hazretleri, Hz. Aişe'den hadîs-i şerif rivayet etmişlerdir. Kendisinden dahi, İbn-i Şihâb, Zührî ve sair tabiin büyükleri rivayet etmişlerdir.

Zühd ve takva ile meşhûrdur. Hafızasının kuvveti son derecede idi.
Velid bin Abdulmelik zamanında ayaklarından birine hastalık sirayet etmekle, görülen lüzûm üzerine tabipler tarafından kesilmiştir. Bu ameliyat ramazan ayı içinde olmuştu.
Kendisi o gün oruçlu olduğu halde iftar etmemiş, sabretmişlerdir. Ameliyattan sonra 8 sene yaşamışlardır.

Bir gün Hz. Urve bin Zübeyr'in bulundukları mecliste, oturanlardan her biri dünyaya ait arzu ve isteklerini beyan ediyorlardı. Hz. Urve bin Zübeyr ise : "Ben ahir ömrüme kadar ibadet ve tâat ile meşgul olmak isterim." demişlerdir.

Hikmetli sözlerinden birkaçı :
* Evladınıza ilim öğretiniz, vakıa küçüktür, ilerde büyük olur.
* Bir kavmin küçüğü fakir olsa da ilim sahibi olursa büyüktür.

Allah(c.c) ona rahmet etsin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bismi4.gif


ÜSAME B. ZEYD
Üsame b. Zeyd b. Hârise b. Surâhîl ashabin ileri gelenlerinden biri olup, Rasûlüllah (s.a.s)'in azadli kölesi Zeyd b. Hârise'nin ogludur. Künyesi, Ebû Muhammed'dir. Degisik rivayetlere göre; Ebû Zeyd, Ebû Yezîd ya da Ebû Hârice olarak da çagirIlmaktaydi (Ibn Abdi'l-Beri, el-Istiâb fi Marifeti'l Ashâb, Kâhire; I, 75 t.y, Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe f-Marifeti's-Sahabe I, 79)
Üsame'nin annesi Ümmü Eymen (ki, asil adi Bereke'dir) Râsulûllah (s.a.s)'in babasi Abdullah'in cariyesi ve ayni zamanda Peygamberimizin dadisi idi. Abdullah vefat edince, Rasûlüllah onu azad etti. Zeyd b. Hârise b. Surâhîl de Hz. Hatice'nin kölesiydi. Hz. Hatice Peygamberimizle evlenince, Zeyd'i kendisine hediye etti. Rasûlüllah (s.a.s) de onu azad edip Ümmû Eymen'le evlendirdi. Üsame, Iste bu evlilik sonucu dünyaya geldi (Ibn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ, Beyrut 1957, VIII, 223; Ibn Abdi I-Berr, a.g.e., I, 75; Ibnü'l Esîr, a.g.e., I, 79).
Üsame ile Eymen, ayni anadan kardestirler, fakat babalari ayridir. Üsame, Islâm döneminde, muhtemelen Rasulüllah (s.a.s)'in risâletinin dördüncü yilinda Mekke'de dogdu. El-Isâbe'de kaydedildigine göre, Hz. Muhammed (s.a.v), vefat ettigi zaman Üsame 18-20 yaslarinda bulunuyordu (el-Isâbe, Beyrut, t.y., I, 29).
Rasûlûllah (s.a.s), Üsame ve babasini çok severdi. Bu nedenle kendisine; "Rasulüllah'in sevdigi" anlamina gelen "Hibbu Rasûlüllah" ya da "el-Hibbu Ibnü'l-Hubbi" denirdi. Peygamber (s.a.s)'in, Üsame'yi sevdigine dair söyle bir hadis rivayet edIlmektedir: "Süphesiz Üsame b. Zeyd bana, Insanlarin en sevimlisidir. Sizin iyilerinizden olmasini umuyorum. Onun hakkinda iyilik tavsiyesinde bulununuz" (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., I, 79; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 76).
Hz. Âise'den rivayet edilen su hadise de Rasûlüllah (s.a.s)'in daha çocuk iken dahi onu ne kadar sevdigini gösteriyor. Hz. Âise (r.an) diyor ki; "Bir gün Üsame'nin ayagi kapinin esigine takilarak yere düstü ve yüzü yaralandi. Allah'in Rasûlü bana; "Yüzündeki pisligi temizle" dedi. Ben onu kirli görerek denileni yapmadim. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s); yüzündekileri emerek tükürmeye basladi" (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., I, 80).
Yine, Urve Ibnü'z-Zübeyr'den rivayet edildigine göre, Peygamberimiz, Üsame'nin gelmesini bekleyerek Arafat'tan inmeyi tehir etti. Üsame çIkip geldiginde, onun siyah, basik burunlu bir çocuk oldugunu gören Yemenler, onu küçümseyerek; "Biz bunun yüzünden mi hapsedildik?" dediler. Râvî, Yemenlilerin, Hz. Ebû Bekir zamaninda bu yûzden irtidat edip Islâm'dan çiktiklarini söyler (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 76).
Üsame de bir çok sahâbî gibi, küçük yastan itibaren savaslara katIlmayi arzulamistir. Nitekim Uhud günü onbes yasindan küçük olmasina ragmen kendi yasitlari olan, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Berâ b. Âzib, Arcir b. Hazm ve Üseyd b. Zühayr'le beraber savasa istirak etmek Istemis, fakat, Rasûlûllah (s.a.s) yaslari küçük oldugu için bu Isteklerini kabul etmemis ve savas baslamadan onlari Medine'ye geri göndermistir. Hendek günü ise savasmalarina izin verdi (Ibn HIsam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Misir 1955, II, 66).
Üsame, Uhud savasindan sonraki tüm savaslara katildigi gibi, bir çok seriyyede de önemli görevler üstlenmistir. Huneyn gazvesinde; Müslümanlar darmadagin olup saga sola kaçisirlarken, Rasûlüllah (s.a.s)'in çevresinde sayili birkaç sahâbî kalmistir ki, bunlardan biri de Üsame b. Zeyd'dir (Ibn Sa'd, a.g.e., II, 151; Ibn HIsam, a.g.e., II, 443; Ibnü'l-Esîr, el- Kâmil fi't-Târîh, Beyrut 1965, II, 263).
Üsame'nin kendisinden rivayet edildigine göre; katildigi seriyyelerin birinde, düsman safinda Müslümanlara karsi savasan birine karsi kiliç çekince, o sahis; "Eshedü en lâ ilâhe illallah" diyerek sehâdet getirdi. Fakat Üsame yine de onu öldürdü. Dönüste, durumu Rasûlüllah (s.a.s)'e haber verince, Allah Rasûlü, "Lâ ilâhe illallah" diyen birini ne diye öldürdügünü sorar. Üsame; "Ey Allah'in Rasûlü! O ölümden kurtulmak için böyle söyledi dedi. Fakat, Rasûlüllah, bu soruyu ayni sekilde defalarca sordu. Üsame, neredeyse Müslümanligindan süpheye düsecek hale geldi. Kendi kendine; "Allah'a söz veriyorum, bundan böyle lâ ilâhe illallah diyen hiçbir kimseyi öldürmeyecegim" dedi (Ibn Sa'd, a.g.e., II,119; Ibnü'l Esîr, Üsüdü'l Gâbe, I, 80; Ibn HIsam, a.g.e., II, 622; Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 226)
0fk olayinda* Rasûlüllah (s.a.s) ashabindan bazilarina danIsarak Hz. Âise hakkinda görüslerini ögrenmek Istedi. Bu arada Üsame'ye de düsüncesini sordu. Üsame, Hz. Âise'den övgüyle bahsederek, onu böylesi çirkin bir Iftiradan tenzih etti (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II,197; Ibn HIsam, a.g.e., II, 301).
Rasûlüllah (s.a.s) H,11. yilda, büyük bir ordu hazirlayarak Üsame'yi bu orduya kumandan tayin etti. Üsame'nin komutasi altinda ashâbin birçok ileri gelenleri vardi. Bunlardan bazilari; Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubey. de, Sa'd b. Ebî Vakkas, Saîd b. Zeyd, Katâde b. en-Nu'mân ve Seleme b. Eslem'dir. Bunun üzerine, halktan bazi Insanlar; "Peygamber, Ilk muhacirlere bir çocugu komutan tayin etti!" diyerek ileri geri konusmaya basladilar. Bunu duyan Rasûlüllah, çok kizdi ve minbere çikarak cemaate söyle seslendi: "Üsame hakkindaki sözleriniz bana ulasti. Siz onun komutanligini tenkid ettiginiz gibi, daha önce babasinin kumandanligini da tenkit etmistiniz. Gerçek su ki, o komutanliga layiktir. Nitekim babasi da komutanliga layikti" (Ibn Sa'd a.g.e., II, 189,' 190; el-Askalânî, a.g.e., I, 29).
Üsame, söz konusu ordusuyla hareket etmek üzereyken, Allah Rasûlü dâr-i bekâya irtihal etti. Bunun üzerine Üsame, Medine'ye geri dönerek, Rasûlüllah (s.a.s)'in yikanmasi, teklifini ve defnedIlmesi Isleri nde Hz. Ali'ye yardim etti. Defin isi tamamlandiktan sonra, Üsame ordusunun basina geçerek ,Sam'a dogru hareket etti (Ibn. Sa'd a.g.e., II,189,190, 277, 279; el- Askalânî, a.g.e., I, 29; Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, II, 332).
Üsame, Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) zamaninda yapilan birçok savasa istirak etmistir. Bunlardan biri, Müseylemetü'l-Kezzab'a karsi yapilan savastir ki, bu muharebede Halid b. Velid ile beraberdi (Ibn Sa'd a.g.e., IV, 316).
Hz. Ömer (r.a) divan teskilatini korunca, Rasûlüllah (s.a.s)'e yakinlik derecelerine ve savastaki basarilarina göre, Müslümanlara ulûfe dagitmaya basladi. Bu arada Üsame b. Zeyd'e dört bin veya besbin dirhem kendi oglu Abdullah'a ise Ikibin dirhem verdi. Abdullah babasina "Neden Üsame'ye bana verdiginden daha fazla verdin? Halbuki onun katIlmadigi savaslara ben katildim" dedi. Buna karsi Hz. Ömer: "Allah Rasûlü Üsame'yi senden daha çok severdi. Üsame'nin babasini da senin babandan daha fazla seviyordu" diyerek oglunu susturdu (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e.; Ibn Sa'd, a.g.e., III; 296, 297; el-Askalânî, a.g.e., I, 29; Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l Gâbe, I, 80).
Üsame; Hz. Osman (r.a)'in öldürülmesiyle ortaya çikan fitnelere bulasmamis, Hz. Ali'ye de bey'at etmemis, onunla herhangi bir savasa katIlmamistir. Bu çekimserligini; "Lâ ilâhe illallah" diyen bir kimseyi öldürmeyecegine dair ettigi yeminle izah etmistir (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., I, 77; Ibnü'l-Esîr, Üsüdil'l-Gâbe, I, 80).
Hz. Ali ile Muaviye arasinda meydana gelen çatismalar sirasinda Üsame bir süre Sam civarinda bir beldede oturdu. Sonra Vadi'l-kura'ya geldi. Bir müddet de burada oturdu, ardindan Medine'ye gitti ve Muaviye'nin hilafetinin sonlarina dogru Curf denilen yerde vefat etti.
Vefat tarihi çesitli rivayetlere göre, H. 54, 58, ya da 59' dur. Ebû Hüreyre, Ibn Abbas, Ebû Osman et-Hindî, Urve Ibn Zübeyr, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Ebû Vâil ve baskalari Üsame'den hadis rivayet etmislerdir (Ibn Abdi'l Berr, a.g.e., I, 77; Ibnü'l Esir Usdü'l - Gâbe, I, 81; el- Askalâni, a.g.e., I,129).
Halid ERBOGA
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bismi6.jpg

Eshâb-i kirâmin sancaktarlarindan:
ÜSEYD BIN HUDAYR
Medîne'ye Islâmiyeti ögretmek için gelen Mus'ab bin Umeyr Medîne'de fevkalâde bir gayretle çok kimsenin Müslüman olmasini sagladi. Faaliyetlerini yürütmek üzere Sa'd bin Mu'âz'in teyzesinin oglu olan Es'ad bin Zürâre'nin evine yerlesmisti. Bu sebeple Sa'd bin Mu'âz, o zaman Araplar arasinda akrabaya karsi hakâretten kaçinmak âdet oldugu için, bu ise mâni olma tesebbüsünde de bulunamadi.

Sen isini bilen adamsin

Ancak bir kabîle reisi olarak bu ise de el koymak istiyordu. Bu maksatla kabîlesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr'a dedi ki:

- Sen, isini iyi bilen, kimsenin yardimina muhtaç olmayan bir adamsin! Zayiflarimizin inançlarini bozmak için mahallemize gelmis olan bu adami, yanimiza gelmekten men et! Es'ad bin Zürâre akrabam olmasaydi, bu isi kendim hallederdim.

Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, Mus'ab bin Umeyr'in bulundugu eve giderek dedi ki:

- Sizi, bize getiren sebep nedir? Zayiflarimizin inançlarini mi bozacaksiniz? Eger, hayatindan olmak istemiyorsan yanimizdan ayrilip gidersin.

Mus'ab bin Umeyr, ona yumusak bir sesle cevap verdi:

- Hele biraz otur, sözümüzü dinle! Begenirsen kabûl edersin, begenmezsen dinlemekten yüz çevirirsin.

Mus'ab bin Umeyr ona, Kur'ân-i kerîm okudu. Islâmiyeti anlatti. Onun tatli konusmasi, insanin kalbine isleyen sözleri ve hos sesiyle okudugu Kur'ân-i kerîm âyetleriyle, kendinden geçen Üseyd bin Hudayr dedi ki:

- Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce söz. Bu dîne girmek için ne yapmak lâzimdir?

Ne yapmasi lâzim geldigini anlattilar ve Üseyd bin Hudayr, Kelime-i sehâdet söyliyerek Müslüman oldu. Büyük bir huzur içerisinde oldugu hâlde Mus'ab bin Umeyr'e söyle dedi:

- Arkamda bir adam var. Ben hemen gidip onu size göndereyim. Eger o Müslüman olursa, Medîne'de onun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz.

Sonra kalkip sür'atle gitti. Dogruca Sa'd bin Mu'âz'in yanina varinca, Müslüman oldugunu söyledi.

Bunu gören Sa'd sasirarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanina kostu. Yanina varinca sert ve kizgin bir tavirla konusmaya basladi.

Mus'ab bir Umeyr, ona da gâyet yumusak konustu ve oturup biraz dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konusma karsisinda yumusayip oturdu ve konusulanlari dinlemeye basladi.

Hepiniz îmân etmedikçe

Mus'ab bin Umeyr, ona da Islâmiyeti anlatti ve Kur'ân-i kerîmden bir miktar okudu. Kur'ân-i kerîm okunurken Sa'd'in yüzü birdenbire degisiverdi. O da orada Müslüman oldu. Kendinde duydugu üstün bir hâlin ve rahatligin sevkiyle derhal kavminin yanina gidip, onlara Müslüman oldugunu söyledikten sonra sözlerini söyle tamamladi:

- Hepiniz îmân etmedikçe sizin erkek ve kadinlarinizla konusmak bana harâm olsun!

Bunun üzerine kavmi hep birden Islâmiyeti kabûl etti. O gün kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadi.

Üseyd bin Hudayr bütün güç ve kuvvetini, maddî ma'nevî imkânlarini Islâm ugrunda kullandi. Medîneli Müslümanlardan 75 kisi ile ikinci Akabe bî'atina katildi. Peygamberimizin bu Müslümanlar içerisinden seçtigi on iki temsilciden birisi de Üseyd bin Hudayr'dir.

Hz. Üseyd, Resûlullah efendimizin bütün savaslarinda yer aldi. Canini ve varligini bu yola adadi. Uhud savasinda Evs kabîlesinin sancagi Hz. Üseyd'de idi. Bu savasta cesâret ve secaat örnekleri gösterdi. Yedi yerinden agir bir sekilde yaralandi.

Mücâhidler Medîne'ye döndükten hemen sonra, Peygamber efendimiz, müsriklerin geri dönüp Medîne'ye baskin yapma ihtimalini göz önünde tutarak, Hz. Bilâl'e, "Resûlullah düsmaninizi takip etmenizi emrediyor!" diye seslenerek Müslümanlara duyurmasini emretti.

Dertlerini unutturdu

Bu sirada Üseyd yaralarini tedâvi ettirmek istiyordu. Resûlullahin da'vetini isitince dedi ki:

- Isittim, Allahin Resulünün emrine boyun egiyorum!

Sonra Üseyd bin Hudayr, silâhini eline aldi. Yaralarinin tedâvisine ehemmiyet vermeyerek Peygamberimizin yanina geldi. Hazir oldugunu söyledi. Cihâd da'veti ve Resûlullahin emri, ona, bütün dert ve yaralarini unutturmustu.

Uhud savasindan sonra bir gün Mekkeliler Peygamber efendimizi öldürmesi için bir bedevîyi kirâlik kâtil tuttular. Bedevî Medîne'ye gelerek Peygamber efendimizin bulundugu yeri ögrendi. Peygamber efendimiz bu sirada Abdüleshelogullarinin yaninda idi.

Eshâb-i kirâm Peygamberimizin mübârek sohbetini tatli tatli dinlerken, bedevî girdi. Peygamberimiz adamin durumundan süphelenmisti. Buyurdu ki:

- Su adamin niyeti kötü. Suikastte bulunmak istiyor.

Az sonra bedevî yaklasarak sordu:

- Abdülmuttalib'in torunu hanginizdir? Peygamberimiz;

- Abdülmuttalib'in oglu benim, diye karsilik verdiler.

Sana dogruluk fayda verir

Bedevî, kötü maksadini gerçeklestirmek üzere Resûlullaha dogru ilerlerken, Üseyd bin Hudayr eteginden tutarak hizla çekti. Bir anda bedevînin, elbisesi içerisinde gizledigi hançeri ortaya çikti. Hz. Üseyd, adamin yanina vararak onu
blmosque.jpg
te'sîrsiz hâle getirdi. Bedevî, "Canimi bagisla, yâ Muhammed!" diye bagiriyordu.

Peygamber efendimiz bedevîye buyurdu ki:

- Bana dogrusunu söyle, buraya niçin geldin? Eger dogrusunu söylersen dogruluk sana fayda verir. Yalan söylersen bu senin için iyi olmaz. Yapmaya kalkistigin isten zâten haberim var.

Bunun üzerine bedevî, kendisinin müsrikler tarafindan kiralandigini itiraf etti. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz, kendisini öldürmeye gelen bedevîye;

- Ben seni serbest birakiyorum. Nereye gitmek istersen git, yahut senin için bundan daha hayirli olani tercih et! buyurarak onu Islâma da'vet etti.

Bedevî Peygamberimizin bu âlicenapligi karsisinda, hiç tereddüt etmeden:

- Allahtan baska ilâh yoktur. Sen de muhakkak Allahin Resûlüsün, diyerek Müslüman oldu.

Hendek savasinin uzamasi üzerine Resûlullah efendimiz, çesitli kabîlelerden meydana gelmis olan müsrik ordusunu zayif düsürerek morallerini bozmayi plânladi. Bunun için, Gatafanlarin kumandani Uyeyne bin Hisn ile Hâris bin Avf'a söyle bir haber gönderdi:

- Müslümanlari muhâsaradan vazgeçip yurtlarina döner giderlerse, kendilerine, Medîne'nin yillik meyve mahsûlünün üçte birini veririm.

Fakat onlar üçte bire râzi olmadilar ve mahsûlün yarisini istediler. Peygamberimiz daha fazla vermeyince, sonunda buna râzi oldular. On kisilik bir heyetle Peygamberimizin huzuruna geldiler.

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.......Ne hakla ayaklarini uzatiyorsun

Onlar Resûlullahla görüsürlerken Üseyd bin Hudayr bir vesîleyle Peygamberimizin yanina girdi. Uyeyne bin Hisn'in Resûlullahin karsisinda ayagini uzatarak saygisiz bir sekilde oturdugunu gördü. Bu saygisizca davranisa tahammül edemedi ve sert bir sekilde çikisti:

- Topla ayaklarini! Resûlullahin önünde ayaklarini ne hakla uzatiyorsun? Eger Resûlullahin huzurunda olmasaydin, vallahi su mizragimi sana saplardim.

Gatafan kumandanin ne maksatla geldigini ögrenince de Peygamberimize hitâben son derece saygili bir sekilde dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Bu, Cenâb-i Haktan gelen bir emir ise onu yerine getiriniz. Eger bu isin altinda ulvî bir gâyeniz varsa, dilediginizi yapin. Ona da bir diyecegim yoktur. Sayet bunlardan baska, bize zarar gelmemesi için buna basvuruyorsaniz, vallahi bizim onlara kiliçtan baska verecek bir seyimiz yoktur. Onlar ne zaman bizden birsey koparmayi umdular ki, simdi umabilsinler.

Üseyd bu sözleriyle, Allah Resûlünün yapilmasini arzû ettigi bir isi, nefsi istemese de teslimiyetle kabûl edecegini ortaya koyarak, Resûlullaha olan bagliligini açik bir sekilde göstermis oldu. Diger taraftan, bu sözler, onun, Allah ve Resûlünün yolunda her türlü tehlikeyi göze alacaginin ve müsriklere hiçbir sekilde tâviz vermeye yanasmayacaginin da bir ifâdesiydi.

Üseyd bin Hudayr'in bu konusmasi Resûlullahi sevindirdigi gibi, orada bulunan Sahâbîleri de gayrete getirdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Gatafanlilarla anlasmaktan vazgeçti.

Mes'eleyi halledemedik

Uyeyne bin Hisn ile Hâris bin Avf, son derece ümitsiz ve üzüntülü olarak oradan ayrildilar. Eshâbin ihlâs, sabir ve metânetlerini, Peygamberimizin emirlerine göre hareket etmekten vazgeçmeyeceklerini görünce, Medîne'yi hiçbir sekilde ele geçiremeyeceklerini anladilar. Karargâhlarina gittiler.

Kabîlelerinden neticeyi soranlara da söyle itirafta bulundular:

- Mes'eleyi halledemedik. Biz, son derece basiretli, ileri görüslü ve Peygamberleri ugrunda canlarini seve seve fedâ edebilecek bir kavim gördük. Biz de mahvolduk, Kureysliler de mahvoldular. Kureysliler Muhammed'e birsey yapamadan dönüp gidecekler. Muhammed de Benî Kurayza Yahûdîlerinin üzerine düsecek. Gebersinler, Cehenneme gitsinler. Muhammed bize Yahûdîler gibi zararli degildir.

Böylece Peygamberimizin düsündügü gerçeklesmis oldu. Gatafanlilar muhâsaradan vazgeçerek yurtlarina döndüler.

Üseyd bin Hudayr, Mekke'nin fethine de katildi. Hz. Ebû Bekir ile birlikte Peygamberimizin hemen yanibasinda yer aldi. Huneyn ve Tebük savaslarinda Evs kabîlesinin sancaktarligini yapti.

Peygamber efendimizin, "Ne iyi kimsedir!" seklinde methine mazhar olan Üseyd bin Hudayr'in sesi çok güzeldi. Bu sesini Kur'ân-i kerîm okumakla süslerdi. Okumaya basladigi zaman bambaska bir âleme giderdi.

Bir gece hurma sergisinde Bekara sûresini okuyordu. Yaninda bagli bulunan ati birden sahlandi. Hz. Üseyd okumayi kesti, at sakinlesti. Tekrar okumaya basladi, at yine sahlandi. Üseyd sustu, at da sakinlesti. Üseyd tekrar okumaya basladiginda at yine sahlandi. Ondan sonra da artik okumaktan vazgeçti.

Bilir misin onlar nedir?

Atinin yanina gitti, basini kaldirdi, semâya bakti. Birden sasirdi. Çünkü, basinin üzerinde gölgeye benzer bir sis içinde kandiller gibi birçok pariltilar gördü. Daha sonra bu gölge tabakasi, içinde isik manzûmesiyle birlikte semâya çekilip gitti ve görünmez oldu.

Hz. Üseyd, sabah olur olmaz hemen Peygamberimize kostu ve durumu anlatti. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Ey Hudayr'in oglu! Bilir misin, onlar nedir?

- Hayir, yâ Resûlallah!

- Ey Üseyd, onlar meleklerdi. Senin Kur'ân-i kerîm okuyan sesine gelmislerdi. Sesini dinliyorlardi. Eger okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler, insanlar da kendilerini seyrederlerdi. Onlar insanlardan gizlenmezlerdi.

Üseyd bin Hudayr, ilimden bir hakikat ögrenebilmek için, ba'zan geç saatlere kadar Resûlullahla sohbet ederdi. O mes'eleyi ögrenmeden rahat edemezdi.

Hz. Üseyd, Kur'ân-i kerîm okumak ve dinlemekten, Resûlullahin sohbetinde bulunmaktan o derece huzur duyuyordu ki, âdetâ bunlar ondan bir parça olmustu. Bir sözünde, bu durumunu söyle ifâde eder:

- Bütün arzûm, ömrümü üç hâl üzere geçirmek ve bu hâllerden hiçbir zaman ayrilmamaktir. Bunlar: Kur'ân-i kerîm okudugum veya dinledigim zamanki hâlim. Resûlullahin hutbesini, konusmasini dinledigim zamanki hâlim ve bir cenâzeyi gördügüm zamanki hâlim.

Isik salan baston

Bir gün, yine bir arkadasiyla birlikte Resûlullahin sohbetinde bulunmuslardi. Huzurdan ayrildiklarinda ortalik iyice kararmisti. Ellerindeki baston isik vermeye, yollarini aydinlatmaya basladi. Birbirlerinden ayrildiktan sonra isik ikiye ayrildi. Her biri kendi bastonunun aydinliginda yürüyerek evlerine gittiler.

Hz. Âise-i Siddîka buyurur ki:

Ensârdan üç zât var ki, fazîlet yönünden hiç kimse, onlarin üstünde sayilmazdi. Bunlarin üçü de Abdüleshel ogullarindan olup, Sa'd bin Mu'âz, Üseyd bin Hudayr ve Abbâd bin Bisr idi.

Hz. Üseyd, Hicretin 20. yilinda, Hz. Ömer'in hilâfeti zamaninda vefât etti. Cenâze namazini Hz. Ömer kildirdi.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig32.gif

Kardesleri tarafindan iskence gören sahâbî:
VELÎD BIN VELÎD


Velîd bin Velîd, meshûr Hâlid bin Velîd'in kardesiydi. Bedir gazâsinda müsriklerin safinda harbe katildi. Müsrikler bu harpte yenilince, onu Abdullah bin Cahs esir aldi. Medîne-i Münevvereye getirdi.

Kardeslerinden henüz müsrik olan Hâlid bin Velîd ile Hisâm bin Velîd, onu esâretten kurtarmak üzere Medîne'ye geldiler. Abdullah bin Cahs kurtulus akçesi verilmedikçe birakmak istemedi. Kardeslerinden Hâlid râzi olduysa da, baba bir annesi ayri kardesi Hisâm kabûl etmedi.

Zirh karsiligi anlastilar

Resûlullah efendimiz babalarinin silâh ve techizatinin verilmesini teklif etti. Bunu kabûl ederek babalarinin yüz dinar kiymetindeki kilici, zirhi ve migferi karsiliginda anlastilar. Velîd'i esâretten kurtarip, Mekke'ye yola çiktilar.

Fakat Velîd, Mekke yolu üzerinde Medîne'ye dört mil mesafedeki Zü'l-Huleyfe'de onlardan ayrilip, Resûlullahin yanina geldi. Îmân edip, Eshâb-i kirâmdan oldu.

Müslüman olduktan bir müddet sonra Mekke'ye kardeslerinin yanina gelmisti. O zaman Hâlid bin Velîd sordu:

- Madem ki Müslüman olacaktin, kurtulus fidyesi ödemeden olsaydin ya. Babamizdan kalan hâtirayi elimizden çikardin. Niçin böyle yaptin?

Velîd de su cevabi verdi:

- Kureyslilerin, esârete dayanamadi da Muhammed'e tâbi oldu demelerinden korktum.

Kardesleri onu Mahzûmogullarindan ba'zi Müslümanlarla, Ayâs bin Ebî Rebîa ve Ebû Seleme bin Hisâm'in yanina hapsettiler. Îmân ettigi için senelerce hapis yatti. Islâmiyetin azili düsmanlarindan amcasi Hisâm ile müsrik akrabalarindan çok zulüm ve iskence gördü.

Resûlullah efendimiz müsriklerin zulmüne ugrayan Ayâs bin Ebî Rebîa ile Ebû Seleme bin Hisâm ve kendisi için söyle duâ ettiler:

- Ilâhî! Velîd bin Velîd'i, Seleme bin Hisâm'i, Ayâs bin Ebî Rebîa'yi ve küffâr elinde bunalip zayif ve âciz görülen diger mü'minleri kurtar.

Velîd Resûlullahin duâsi bereketiyle bir firsatini bulup, bagli bulundugu yerden kaçti. Medîne-i Münevvereye gelip, Resûlullah efendimiz ile bulustu. Resûlullah, Ayâs bin Ebî Rebîa ile Ebû Seleme bin Hisâm'in hâlini sorunca, onlarin birbirlerine ayaklari ile bagli, siddetli azap ve iskenceler altinda kivrandiklarini haber verdi.

Ben kurtaririm

Resûlullah efendimiz onlarin hâline çok üzülüp, kurtarilma çârelerini aradi. Kimin kurtarabilecegini sorunca, senelerce iskence altinda kalmasina ragmen, Velîd, büyük bir cesâret ve askla dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Onlari ben kurtarir, Size getiririm.

Tekrar Mekke'ye gelip, iskence gören Müslümanlarin yerini onlara yiyecek götüren bir kadini takip ederek ögrendi. Mazlûmlar, tavansiz bir binada hapisti.

Geceleyin, ölümü de göze alarak büyük bir cesâretle duvardan siyrilip, mazlûmlarin yanina vardi. Îmân etmekten gayri bir suçlari olmayan, müsriklerce bir tasa baglanip; Arabistan'in çöl havasindaki yakici sicakliginda her türlü zulme ugratilan mazlûmlari kurtarip, devesine bindirdi.

Medîne'ye aç, susuz, yalin ayak üç günde geldiler. Parmaklari taslarin tahribatindan parça parça olmustu. Velîd bin Velîd kan revân içinde Resûlullaha kavusmanin verdigi sevinç ve huzûrla bütün sikintilarini bir bir unutuverdi.

Velîd'in kardesi Hâlid bin Velîd, söyle anlatir:

"Allahü teâlâ, benim hayrimi diledigi zaman, kalbime Islâmiyet sevgisini düsürdü. Beni, hayir ve serri anlayacak hâle getirdi. Kendi kendime dedim ki:

- Ben, Muhammed'e karsi her savas yerinde bulundum. Bulundugum savas yerlerinden hiçbiri yoktur ki, dönerken, aykiri ve yanlis bir is üzerinde bulundugumu ve Muhammed'in, muhakkak galip gelecegini içimde sezmis olmayayim!

Allah tarafindan korunuyor

Resûlullah efendimiz, Hudeybiye'ye çikip geldigi zaman, ben de, müsrik süvarilerinin basinda yola çiktim. Usfan'da, Resûlullah efendimizle Eshâbina yaklasip gözüktüm. Resûlullah efendimiz, bizden emîn bir sûrette Eshâbina ögle namazini kildiriyordu. Üzerlerine, birden baskin yapmayi düsündükse de, gerçeklesmedi. Böyle olmasi da, hayirli oldu.

cami30.jpg
Resûlullah efendimiz, kalbimizden geçenleri sezmis olmali ki ikindi namazini, Eshâbina korku namazi olarak kildirdi. Bu, bana çok te'sîr etti. Kendi kendime, "Bu zât, herhalde, Allah tarafindan korunuyordur" dedim. Mekke'ye döndügümde çesitli düsünceler hâlinde bocalar bir vaziyette idim.

"Necâsî'ye mi gideyim? Halbuki, kendisi, Muhammed'e baglanmis bulunuyor! Eshâbi da, Onun yaninda emniyet ve selâmet içinde barinip duruyorlar. Yoksa, Herakliüs'ün yanina gideyim de dînimi birakip Hiristiyan mi olayim, ya da Yahûdîlige mi gireyim? Yahut, kendilerine tâbi olarak Acemlerle birlikte mi oturayim?" diye kendi kendime söylendim, düsündüm durdum.

Ertesi sene, Resûlullah efendimiz umre için Mekke'ye gelip girince, O'ndan gizlendim. Kendisinin Mekke'ye girisini görmedim.

Kardesim, Velîd bin Velîd de umre için gelip Mekke'ye girmisti. Beni, arayip bulamayinca, bana bir mektup yazmis ve mektubunda söyle demisti:

(Dogrusu, ben, senin Islâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüsün kadar sasilacak bir görüs görmedim! Halbuki, egri yola gitmekten seni alikoyacak bir aklin da var! Aklini kullansan ya! Islâmiyet gibi bir dîni, kim bilmez ve tanimaz olabilir?!

Onun gibi bir adam

Resûlullah efendimiz, seni, bana sordu. "Hâlid, nerededir?" dedi. Ben de, "Allah, onu getirir" dedim. Resûlullah efendimiz bunun üzerine buyurdu ki:

- Onun gibi bir adam, Islâmiyeti bilmez ve tanimaz olabilir mi? Keski o, bütün savas ve çabalarini Müslümanlarin yaninda, müsriklere karsi gösterseydi, kendisi için, ne kadar hayirli olurdu! Biz, kendisini baskalarina tercih eder, üstün tutardik!

Ey kardesim! En elverisli, en yararli yerlerde kaçirmis bulundugun firsatlara acele yetis!)

Bana, kardesimin bu mektubu gelince, gitmek için, acele ettim. Islâmiyete olan istegim de artti. Resûlullah efendimizin söyledikleri ise, beni çok sevindirdi, ferahlatti."

Hâlid bin Velîd daha sonra Medîne'ye gelerek Müslüman oldu.

Velîd, Medîne'de 629 senesinde vefât etti.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36

bismi4.gif

ZEYD B. HÂRISE

Zeyd b. Hârise b. Surâhîl el-Kelbî. Üsâme'nin babasi. Ashâbin ileri gelenlerinden olup, Resûlullah (s.a.s)'in en çok sevdigi arkadaslarindandir. Bu yüzden sahâbe arasinda "el-hubb" diye anilirdi.Tam künyesi: Zeyd b. Hârise b. Surâhîl (Ibn Ishak'a göre, Surahbîl) b. Kâ'b b. Abdiluzza b. Imriülkays b. Âmir b. Abdivüdd b. Avf b. Kinâne b. Bekr b. Uzre b. Zeyd el-Lât b. Rufayde b. Sevr b. Kelb b. Vebre b. Taglib b. Hulvân b. Imrân b. Luhaf b. Kuzâa'dir (Ibn Hisâm, es-Sîretü'n Nebeviyye", I, 247; Ibn Sa'd, et-Tabakâtit'l-Kilbrâ, III, 40; Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe fi Ma'rifeti's Sahâbe, II, 281).Kaynaklarin ifadesine göre; cahiliyye döneminde, Zeyd'in annesi Su'dâ, yaninda oglu oldugu halde akrabalarini ziyarete gider. Bu sirada Benî el-Kayn b. Cisr'e mensup bazi atlilar, Su'dâ'nin akrabalari olan Benî Ma'n evlerine baskin yaparlar. Zeyd'i de bu arada beraberlerinde alip götürürler. Zeyd, bu sirada temyiz çaginda bir çocuktur. Onu, Ukaz Panayirina götürüp satisa arzederler. Hz. Hatice'nin yegeni Hakîm b. Huzâm b. Huveylid de o esnada panayira ugrayip Mekke'ye götürmek üzere birkaç köle satin alir. Zeyd b. Hârise de bu köleler arasinda bulunmaktadir. Hakîm, Mekke'ye döndügünde, halasi Hz. Hatice kendisini ziyarete gider. O da halasina köleleri göstererek, diledigi köleyi seçip götürebilecegini söyler. Hz. Hatice de Zeyd b. Hârise'yi seçer. Daha sonra O'nu, Resûlullah (s.a.s)'e bagislar.Kelb kabilesine mensup bazi insanlar, hac için Mekke'ye geldiklerinde Zeyd'i görüp tanirlar, Zeyd de onlari tanir. Dönüste durumu babasina haber vererek bulundugu yeri tarif ederler. Zeyd'in babasi Hârise ile amcasi Kâ'b, yanlarina fidye alarak Mekke'ye gelirler ve Resûlullah (s.a.s)'in yanina varip: "Ey Abdulmuttalib'in oglu! Ey kavminin efendisinin oglu! Sizler, Harem'in ehlisiniz, köleyi azad eder, esiri yedirirsiniz. Yaninda bulunan oglumuz için sana geldik. Bize iyilikte bulun, sana fazlasiyla fidye verecegiz" derler.Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), Zeyd'i çagirtarak, kendisini istemeye gelen bu kisileri taniyip tanimadigini sorar. Zeyd de, bunlardan birinin babasi digerinin de amcasi oldugunu söyleyerek tanidigini ifade eder. Bu sefer Resûlullah Zeyd'e, dilerse babasiyla gidebilecegini, sayet isterse yaninda kalabilecegini söyleyince, Zeyd, Resûlullah (s.a.s.)'in yaninda kalmayi tercih eder. Peygamberimiz de Zeyd'i elinden tutarak Hicr denilen yere çikarir ve: "Sahid olun, Zeyd benim oglumdur. O bana mirasçidir, ben de O'na mirasçiyim!" diyerek Zeyd'i evlat edindigini ilan eder (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 40-42; Ibn Hisâm, a.g.e., I, 247 vd.; el Askalânî, el-Isâbe fi Temyizi's-Sahâbe, III, 24).Zeyd b. Hârise, Muhammed (s.a.s.)'e risalet gelinceye kadar yaninda kaldi ve Resûlullah, peygamber olur olmaz O'nun risâletini tasdik edip müslüman oldu, O'nunla birlikte namaz kildi ve: "Onlari babalarinin isimleriyle çagirin..." (el-Ahzab, 33/5) meâlindeki ayet nazil oluncaya kadar "Muhammed'in oglu" diye anildi. Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra Zeyd, Zeyd b. Hârise olarak çogalmaya baslandi (Ibn Hisâm, a.g.e., I, 247; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 42; el-Askalânî, a.g.e., III, 25).Zeyd b. Hârise, Resûlullah (s.a.s.)'in cefakâr dostlarindan biriydi. Hemen hemen tüm sikintili zamanlarinda O'nunla birlikteydi. Nitekim, çevre kabileleri Islâm'a davet etmek kabilinden Tâif'e giden Rasûlüllah'i yalniz birakmamis, Tâiflilerin attigi taslar Peygamber (s.a.s.)'e isabet etmesin diye kendi vücudunu siper etmis ve basindan çesitli yaralar almisti (Ibn Sa'd, a.g.e., I, 212).Müslümanlar Medine'ye hicret etmeye baslayinca, Zeyd b. Hârise de hicret etmisti. Resûlullah (s.a.s.), hicretten sonra Medine'de, ashabi arasinda kardeslik tesis ettiginde, Zeyd'l-e Hamza b. Abdülmuttalib'i de kardes ilan etmisti. Bu sebepten Hz. Hamza, Uhud günü sehadet serbetini içmeden önce Zeyd'i kendisine vâsî tayin etmisti (Ibn Nisâm, a.g.e., I, 505; Ibn Sa,d, a.g.e., III, 44).Zeyd b. Hârise; Bedir, Uhud ve Hendek savaslariyla Hudeybiye Barisi ve Hayber fethinde de bulunmustur. Resûlullah (s.a.s.), Müreysî gazasina çiktigi zaman kendisini Medine'ye vekil olarak birakmisti.Bunun yaninda Zeyd, komutan olarak da çesitli seriyyelere katilmis ve üstün basarilar göstermistir. Bu seriyyeler; Karede, Cemûm, el-Iys, et-Tarafa, Hisma ve Ümmü Kirfa'dir. Son olarak Mute Savasi'na istirak etmis ve bu savasta sehid olmustur.Resûlullah (s.a.s.), sancagi ilk önce Zeyd'e vermis ve: "Sayet Zeyd sehid olursa, sancagi Câfer alsin, O da sehid düserse, Abdullah b. Ravâha alsin" buyurmustur. Bu üç sahâbî de Mute günü, kahramanca savasarak Hakk'in rahmetine kavusmuslardir.Zeyd, sehid oldugu zaman 50-55 yaslari arasindaydi.Resûlullah (s.a.s), bu üç kahraman dostunun sehadet haberini duyunca gözyaslarini tutamayarak aglamis ve onlar için: "Allah'im; Zeyd'e magfiret et! Allah'im; Zeyd'e magfiret et! Allah'im; Zeyd'e magfiret et! Allah'im; Câfer'e magfiret et Allah'im; Abdullah b. Ravâha'ya magfiret et!" diyerek dua etmistir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 45, II, 86-90 ve 128-129; el-Askalânî, a.g.e., III, 26).Zeyd, birkaç hanimla evlenmisti ki, bunlardan biri de Zeyneb bint Cahs'tir. Bir digeri, Ümmü Külsüm bint Ukbe. Zeyd ondan bosanip Dürre bint Ebî Leheb ile evlendi. Sonra onu da bosayarak Hind bint el-Avuâm (Zübeyr b. el-Avvâm'in kiz kardesi) ile evlendi. Sonunda, Peygamber (s.a.s.), Zeyd'i, dadisi ve ayni zamanda cariyesi Ümmü Eymen'l-e evlendirdi. Ashâbin ileri gelenlerinden biri olan Üsâme, iste bu hanimdan dünyaya geldi (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 45; el-Askalânî, a.g.e., III, 25).Zeyd b. Hârise; kisa boylu, çok esmer ve basik burunlu idi (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 44).Halid ERBOGA
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
ZEYD B. SÂBIT
Zeyd b. Sâbit b. ed-Dahhâk b. Zeyd b. Levzân b. Amr b. Abdi Avf (veya Abd b. Avf) b. Ganem b. Mâlik b. en-Neccâr el-Ensârî el-Hazrecî.Peygamber (s.a.s.)'in ashabinin ileri gelenlerinden biridir. Ensâr'dan, Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccârogullari'na mensuptur. Annesi, en-Nevâr bint Mâlik b. Muâviye b. En-Neccâr'dir. Zeyd'in künyesi Ebû Hârice'dir, fakat, Ebû Saîd ve Ebû Abdi'r-Rahmân olarak da çagriliyordu (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe, II, 278,1970; Ibn Abdi'l-Berr, el-Istîâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, II, 537; el-Askalânî, el-Isâbe fi Temyizi's-Sahâbe, III, 22).Zeyd, hicretten yaklasik onbir yil önce dünyaya gelmistir. Babasi Sabit, Buâs Günü öldürüldügü vakit Zeyd, henüz alti yaslarinda bir çocuktu. Resûlullah (s.a.s), Medine'ye geldigi zaman Zeyd, hâlâ çürük sayilabilecek bir yastaydi. Kaynaklar, O'nun bu sirada onbir yaslarinda oldugunu bildirmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.s), Bedir Savasina katilmak isteyen birkaç genci, yaslari küçük oldugu için geri çevirmisti ki, Zeyd de bu gençler arasindaydi (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 278; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 537: el-Askalânî, a.g.e., III, 22).Zeyd b. Sâbit, çok akilli, zekî ve hafizasi güçlü bir sahâbî idi. O'nun bu meziyetini farkeden Peygamber (s.a.s), Zeyd'ten Ibranice ve Süryanice'yi ögrenmesini istedi. Zira, Resûlullah (s.a.s)'a çesitli yerlerden, bu dillerle yazilmis mektuplar geliyor ve bunlarin okunup anlasilmasi, gerektiginde cevap verilmesi icab ediyordu. Allah Resûlü, okuma yazma bilmediginden, bunlari baskalarina okutmak durumunda kaliyordu. Halbuki, mektuplarin içerigini baskalarinin ögrenmesini istemiyordu. Bunun üzerine Zeyd, hemen ise koyularak çok kisa bir sürede, hem Ibranice hem de Süryanice okuma-yazmayi ögrendi. Bundan sonra Rasûlüllah'a gelen mektuplari kendisi okuyor, cevap gerekiyorsa yaziyordu. Bu arada asil görevi olan vahiy kâtipligini de sürdürüyordu (Ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, II, 358; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 538; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 579).Rivayete göre yasinin küçük olmasi nedeniyle Zeyd, Bedir ve Uhud savaslarina katilmamistir. Katildigi ilk savas Hendek savasi olup, savasa hazirlik kabilinden, müslümanlar Medine'nin etrafinda hendek kazarlarken Zeyd, çikan topragi tasima isinde yardim ediyordu. Resûlullah (s.a.s) O'nu bu durumda görünce: "Ne kadar iyi bir çocuk" diyerek takdir ifadelerini dile getirmistir.Ibn Abdi'l-Berr, "el-Istîâb"da zikredip, sahih kabul etmedigi bir habere göre; Tebük seferinde, Benî Mâlik b. en-Neccâr'in bayragini Umâre b. Hazm tasiyordu. Resûlullah, bayragi ondan alip Zeyd b. Sâbit'e verdi. Bunun üzerine Umâre: "Ey Allah'in Resûlü! Hakkimda sana herhangi birsey mi ulasti?" diye sorunca, Resûlullah; "Hayir, lâkin Kur'ân'a öncelik vardir: Zeyd de Kur'ân'i senden daha çok ezberlemistir" seklinde cevap verdi (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 537; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 278).Zeyd b. Sâbit, ashâbin en âlimlerinden biriydi. Sadece Kur'ân-i Kerîm'i ezberlemekle kalmamis, mirasla ilgili feraiz ilmini de çok iyi ögrenmisti. Öyle ki, ashâb arasinda bu ilmi O'ndan daha iyi bilen yoktu. Resûlullah (s.a.s), ashâbina: "Feraizi en iyi bilen Zeyd'dir" diyordu. Imam Sâfiî de, feraiz hususunda bu hadisle amel etmistir (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 279; el-Askalânî, a.g.e., III, 23).Gerek Hz. Ömer, gerekse Hz. Osman, Medine'den ayrildiklari zaman Zeyd b. Sabit'i vekil birakirlardi. Hz. Osman, O'nu ziyade seviyordu. Zaten kendisi de Osman taraftariydi ve bu halife devrinde beytülmâla bakmakla görevlendirilmisti. Yermük günü de ganimetleri taksim isini Zeyd üstlenmisti (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 279; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 538; II, 538; el-Askalânî, a.g.e., III, 23).Zeyd'in vefat tarihi konusundaki rivayetler arasinda tam bir mutabakat olmamasina ragmen, büyük bir ihtimalle h. 45 yilinda vefat etmistir ve buna göre tahminî yasi da 54'tür.Zeyd ten; ibn Ömer, Ebu Saîd, Ebu Hüreyre, Enes, Sehl b. Huneyf ve Abdullah b. Yezîd el-Hutamî gibi sahâbîler rivayette bulunmuslardir. Tabiînden de; Saîd b. el-Müseyyeb, Kasim b. Muhammed, Süleyman b. Yesâr, Ebân b. Osman, Büsr b. Said ve Zeyd'in iki oglu, Harice ile Süleyman ve baskalari rivayet etmislerdir (Ibnü'l-Esîr, a.g.e., II, 279; el-Askalânî, a.g.e., III, 23; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 540; Ibn Sa'd a.g.e., II, 360).Halid ERBOGA
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Zeynelabidin (ra)
(658-713m)

Hz. Hüseyin'in oğlu, 4. imam - Y.Asya Enstitüsü

Hazreti Hüseyin'in (ra)oğlu ve Hazreti Ali'nin (ra)torunudur. On iki imamın dördüncüsüdür. Tabiinin büyüklerinden olup, büyük sahabelerin çoğunu görmüştür. Risâle-i Nur'da, Hazreti Hüseyin'in soyundan gelen manevi mehdi hükmünde olduğu belirtilmektedir. (Mektubat, s. 100)O da şehit edilenlerdendir. Hazreti Hüseyin'in neslini devam ettirmesinden ötürü Seyyidü'l-Sacidin olarak anılmıştır. Büyük takva sahibi ve ibadete düşkünlüğünden ötürü, ibadet edenlerin süsü manasına gelen "Zeynelabidin" lakabıyla meşhur olmuştur. Künyesi Ebu Muhammed (veya Ebü'l-Hasan)Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib şeklindedir.

Asıl adı Ali olan Zeynelabidin, 658 yılında (bazı kaynaklara göre 655 veya 666)Medine'de doğdu. Babası Hazreti Hüseyin (ra)ve annesi de Acem sultanının kızı olan Şehr-i Banu Gazele'dir. İran'ın fethinden sonra esir alınan sultanın üç kızından biri olup, Hazreti Ali (ra)tarafından Hazreti Hüseyin ile evlendirilmiş ve bu izdivaçtan Zeynelabidin dünyaya gelmiştir. Fitnenin yoğun bir şekilde yaşandığı bir dönemde yaşadığı için o da dönemin ızdıraplarından nasibini almıştır. Kerbela faciasında başta babası Hazreti Hüseyin (ra)olmak üzere, çok sayıda müminin şehit edilmesine şahit olmuştur.

Zeynelabidin, Kerbela faciasının yaşandığı sırada orada bulunuyordu. Ancak, yataktan kalkamayacak kadar hasta olması ve tabii olarak çarpışmalara katılmamasından ötürü hayatta kaldı. Oysa ki, ailesinin büyük ekseriyeti şehit oldu. Önce Yezid'in yanına götürüldü. Yezid, kendisine iyi muamelede bulundu. Daha sonra Yezid'in yanından ayrılarak Medine'ye gitti ve buraya yerleşti. Ömrünün sonuna kadar da siyasi olaylardan uzak kalmaya büyük itina gösterdi. Yezid'e karşı burada meydana gelen ayaklanmaya ve isyana katılmadı.

Risâle-i Nur'da, Ehl-i Beyt'in başına gelen bu feci hadisenin kader noktasındaki hikmetine temas edilmektedir. Bu mübarek insanlar haklı oldukları, hareket noktaları ve ortaya çıkış amaçları tamamen doğru olduğu halde, İlahi kaderin, onların mağlubiyetine cevaz vermesine açıklık getirilmektedir: "Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem'i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi-tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mâneviyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular." (Mektubat, s. 58-59)İşte, Bediüzzaman'ın bu izahatına, yani Ehl-i Beyt'in dünyadan küsmelerine önemli bir örnek Zeynelabidin'dir. Yezid'in, komutan ve valilerinin tüm yanlışlarına rağmen, Müslümanların zarar görmemesi ve fitnenin devam etmemesi için müsbet hareket ettiği açık bir şekilde görülmektedir. O, siyasi cereyanlardan çok, yönünü iman ve Kur'an hizmetinde yoğunlaşarak tayin etmiştir.

Peygamber Efendimizin (asm), torunları Hazreti Hasan ve Hüseyin'e gösterdikleri sevgi ve ilgi, bu mübareklerin soyundan gelecek olanları da kapsamaktadır. Onları sevip okşamasında Zeynelabidin ve diğerlerinin de hissesi vardır. "Hem Hazret-i Hüseyin'e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin'in (r.a.)silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i Risâlet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir." (Lem'alar, s. 26)

Zeynelabidin, Medine'de ömrünü iman hizmetine ve ibadete adadı. Özellikle ibadetteki hassasiyetiyle meşhur oldu. İbadete olan düşkünlüğünden dolayı; kulların ziyneti, süsü anlamına gelen "Zeynelabidin" lakabıyla anıldı. Her abdest alışında adeta başka aleme gider ve rengi sararmaya başlardı. Renginin ve dünyasının değiştiğini görenler, merak edip sebebini sorduklarında; "Huzuruna çıktığım Zat'ı düşünmek, benim dünyamı değiştiriyor, tefekkür alemimi kaplıyor. Bu alemle alakam, o yüzden kesiliyor, değişik ruh haline giriyorum." (Ahmed Şahin, Örnek Yaşayışlarıyla İslam Büyükleri, YAY., s. 61-62)cevabını verirdi.

Zeynelabidin ve soyundan devam edegelen Ehl-i Beyt mensupları, Sünnet-i Seniyye'nin en önemli takipçileri ve devam ettiricileri oldular. En sağlam ve selametli yol, Kur'an-ı Kerim'in her asra göre tayin ettiği ölçü, en önemli rehber hep bu mübarek silsilenin gayret ve himayeleriyle devam etti. Gerek Zeynelabidin, gerekse ondan önce ve sonra gelen Ehl-i Beyt silsilenin Risâle-i Nur hizmetinde ayrı ve özel bir yeri vardır. Bediüzzaman, "Üveysi bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azam'dan (k.s.)ve Zeynelabidin (r.a.)ve Hasan, Hüseyin (r.a.)vasıtasıyla İmam-ı Ali den (r.a.)almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir." (Emirdağ Lahikası, s. 61)demek suretiyle, bu önemli konuya temas etmekte ve Risâle-i Nur hizmetinde takib edilen yöntem ve tarzın bu mübarek silsilenin tarz ve yöntemi olduğunu ifade etmektedir.

Zeynelabidin'in en büyük hizmetlerinden bir tanesi de Cevşenü'l-Kebir'in nakil vasıtalarından biri olmasıdır. Bu hususla ilgili olarak Bediüzzaman, "Yeni Said'in hususi üstadı olan İmam-ı Rabbani, Gavs-ı Azam ve İmam-ı Gazali, Zeynelabidin (r.a.)hususan Cevşenü'l-Kebir münacatını bu iki imamdan ders almışım. Ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahü Vecheden aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenü'l-Kebir'le daima onlara manevi irtibatımda, geçmiş hakikati ve şimdiki Risâle-i Nur'dan bize gelen meşrebi almışım." (Emirdağ Lahikası, s. 183), ifadeleriyle hem Cevşenü'l-Kebir'in nakil vasıtalarını hem de Hz. Ali'ye dayanan meşrebinin kökenini ortaya koymaktadır.

Büyük bir takva sahibi olan Zeynelabidin, fakir ve kimsesizlere yardım konusunda da büyük bir gayret gösterirdi. Çok sayıda fakire yardım ettiği halde, ihlas düsturu gereği bunu hiç kimseye fark ettirmezdi. Gece karanlığında sırtında un taşıyarak bunu muhtaçlara yetiştirirdi. Sürekli bu işi yaptığı halde hiç kimse bilemedi. Ancak, vefatından sonra cenazesi yıkanıp sırtındaki nasırlaşmış yerle karşılaşılınca durum öğrenilebildi. Elinde bulunanı muhtaç olanlardan asla esirgemeyerek, her müminin derdine merhem olmaya çalışırdı.

Zeynelabidin'in büyük bir yardımsever olduğunu gösteren hadiselerden bir tanesi de Muhammed Bin Üsame'nin borçlarını üstlenmesidir. Hasta olan bu şahsı ziyaret etmek için evine gittiğinde, ağladığını gördü. Sebebi de on beş bin dirhem borcunu ödeyemeden Allah'ın huzuruna borçlu çıkma korkusu idi. Durumu öğrenen Zeynelabidin, hazır bulunanlara seslenerek söz konusu borcu üstlendiğini, bundan sonra Muhammed bin Üsame'nin ne kadar borcu varsa kendisinin ödeyeceğini bildirdi. Söz konusu şahsın hiç bir borcunun kalmadığını orada bulunanlara ilan etti.

Zeynelabidin, günün birinde hizmetçisinin çağrıldığı halde geciktiğini görünce sebebini sordu. Hizmetçi de; affedici, müsamahakar biri olduğunu bildiği için fazla acele etme ihtiyacı hissetmediğini belirtti. Zeynelabidin (ra)bu cevap karşısında Allah'a şükrederek; "... hizmetçim de benden emindir. Ben de emin insan olmak isterim. Herkes benden emin olmalı, korku ve endişe duymamalı." (Ahmed Şahin, Örnek Yaşayışlarıyla İslam Büyükleri, s. 62-63)demek suretiyle, hizmetçiye kızmadı, aksine, memnuniyetini dile getirdi.
"Hayret edilir o kimseye ki, hayatında zararı dokunacak yemeklerden kaçınır da, vefatında zararı dokunacak günahlardan kaçınmaz." sözünün sahibi olan Zeynelabidin, 713 yılında "vefatında zararı dokunacak günahlardan kaçınan" salih kullardan olarak Hakk'ın rahmetine kavuştu. Naaşı, amcası Hazreti Abbas'ın (r.a.)yanına, Baki Mezarlığına defnedildi.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Selamün aleyküm....Şimdi ise Hanım sahabeleri ekleyeceğim inşallah...
Hayırlı günler..
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
ayet.jpg

[FONT=Desdemona, Tahoma][SIZE=+3]Hz. HADICE, HATICE (r.a)[/SIZE][/FONT]
Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s)'in temiz, iffetli ve yüce ahlâk sahibi olan hanimlarinin ilki.
O, Araplarin en asil kavmi olan Kureys kavminden ve Kureys kavminin de, en asil, pak ailelerinden idi. Babasi Huveylid, annesi Fâtima'dir (Ibn Ishak, es-Sîre, Nesr. Muhammed Hamidullah, s. 60).
flower.gif
Hz. Hatice'nin baba tarafindan soyu Kusay'da Peygamberimizin baba tarafindan soyu ile birlestigi gibi, annesi tarafindan da soyu yine Peygamberimizin baba tarafindan dedesi olan Lüey'de bilesmektedir (M. Asim köksal, Islâm Tarihi, Mekke Devri, 96).
Hz. Hatice, ticaretle ugrasan zengin, haysiyetli, serefli bir kadindi. Ücretle tuttugu adamlarla Sam'a ticaret kervanlari düzenlerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dogru sözlü, güzel ahlâkli ve son derece kendisine güvenilen bir insan oldugunu ögrenince, O'na ticaret ortakligi önerdi. Hz. Muhammed (s.a.s) Hz. Hatice'nin bu teklifini kabul etti. Hz. Hatice O'nun baskanliginda bir ticaret kervanini Sam'a gönderdi. Ayni zamanda kölesi Meysere'yi de O'nunla beraber gönderdi. Meysere, yolculuk sirasinda Hz. Muhammed (s.a.s.)'de harikulade hallere sâhid oldu. Gittikleri yerde, Peygamberimiz (s.a.s.) satacaklarini satti ve alacaklarini da aldi. Ondan sonra geri döndüler. Hz. Hatice bu ticaret kervanindan çok memnun oldu. Daha önce gönderdigi ticaret kervanlarina nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkinda Meysere'yi de dinleyince, O'na olan itimadi ve sevgisi daha da artti. O'na anlastiklari ücretten fazlasini verdi ve Hz. Muhammed (s.a.s)'e evlenme teklifinde bulundu (Ibn Ishak, a.g.e., 59).
Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu amcasi Ebu Talib'e anlatti. Ebu Talib Hz. Hatice'yi Hz. Muhammed (s.a.s.) için istedi. Iki aile anlasti. Dügünleri o zamanin örf ve adetlerine göre, Hz. Hatice'nin evinde yapildi. dügünde Ebû Talib ve Hz. Hatice'nin amcasi Amr b. Esed birer konusma yaptilar. Ikisi de konusmalarinda hikmetli ifadelerde bulundular ve evlenecekler hakkinda güzel seyler söylediler. Ondan sonra misafirlere ikram yapildi, yemekler yenildi. Ebû Talib nikâhlarini kiydi. Mehir olarak 500 dirhem altin tesbit edildi (Ibn, Sa'd Tabakat, VIII, 9).
O zaman, rivâyetlerin ekseriyetine göre, Hz. Muhammed (s.a.s.) 25 ve Hz. Hatice 40 yasinda idiler. Aralarinda 15 yas fark vardi (Ibn Hacer, el-Isâbe, 539). Bazi rivâyetlerde bu yas farkinin daha az oldugu kayitlidir.
Rasûlullah (s.a.s.)'in evlendigi ilk kadin, Huveylid'in kizi Hatice'dir. Hz. Hatice ilk olarak Atik b. Aziz'le evlendi, ondan bir kizi oldu. Onun ölümünden sonra, Temim ogullarindan Ebû Hale ile evlendi. Ondan da bir oglu ve bir kizi oldu. Onun da ölümünde sonra, Rasûlullah (s.a.s.) ile evlendi (Ibn Ishak, a.g.e., 229).
Hz. Hatice'nin Rasûlullah (s.a.s.)'den Fâtima, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye adinda dört kizi, Kâsim ve Abdullah adinda da iki oglu dünyaya geldi. Kelbî'nin rivâyet ettigine göre, önce Zeynep, sonra Kâsim, sonra Ümmü Gülsüm, daha sonra Fâtima, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi. Ali b. Aziz el-Cürcânî de, Kâsim'in Zeynep'ten daha önce dogdugunu nakletmistir (Ibn el-Esir, Usdü'l-Gâbe, I, 434).
Hz. Hatice(r.anha), Rasûlullah (s.a.s.)'e, Peygamberliginden evvel son derece saygi gösterip onu mutlu ettigi gibi, Peygamberligi döneminde de, ona ilk inanan, onunla beraber namaz kilip ona ilk cemaat olan kisi vasfini kazandi. Daima Hz. Muhammed (s.a.s.)'e destek oldu, ona moral verdi, son derece güzel davranis ve sözleri ile, onun basarilarina katkida bulunmaya çalisti.
Hz. Hatice, Rasûlullah (s.a.s.)'e (Allah kendisini Peygamberlikle sereflendirdigi zaman) teskin etmek için; "ey amca oglu, beni melek geldigi zaman haberdar edebilir misin?" diye sordu. Resûlullah (s.a.s.); "evet" cevabini verdi. Bir gün Hatice'nin yaninda iken, ona Cibril geldi ve; "Ey Hatice! Iste bu Cibril'dir, bana geldi" dedi. Hatice "Su anda onu görüyor musun?" diye sordu. "Evet" karsiligini verdi. Hatice bu kez sag tarafina oturmasini söyledi. Rasûlullah (s.a.s.) Hatice'nin sag tarafina oturdu. Hz. Hatice; "Simdi görüyor musun" sorusunu tekrarladi. Rasûlullah (s.a.s.) yine olumlu cevap verince, Hz. Hatice örtüsünü çikarip atti. O sirada Rasûlullah (s.a.s.)in hâlâ kucaginda oturuyordu. "Onu, simdi görüyor musun?" diye tekrar sordu. Rasûlullah (s.a.s.) bu kez "hayir" cevabini yerince, Hz. Hatice; "Bu seytan degil; bu kesinlikle melek, ey amca oglu! Sebat et, seni müjdelerim" dedi (Ibn Ishâk, a.g.e., 114).
Hz. Hatice(r.anha), Allah'in selâmina ve Rasûlullah (s.a.s.)'in övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve serefli bir kadindi. O, imanda, sabirda, iffette, güzel ahlâkta, kisacasi her yönü ile örnek olan bir anneydi. Rasûlullah (s.a.s.); "hristiyan kadinlarinin en hayirlisi Imrân'in kizi Meryem, müslüman kadinlarinin en hayirlisi ise. Hüveylid'in kizi Hatice'dir" buyurdu. Bu konudaki diger bir hadisinin meali söyledir: " Dünya ve âhirette degerli dört kadin vardir. Imran'in kizi Meryem; Firavun'un karisi Asiye, Hüveylid'in kizi Hatice ve Muhammed (s.a.s.)'in kizi Fâtima" (Ibn Ishak, a.g.e. s. 228).
Bir gün Cebrâil (a.s.) Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek söyle buyurdu: "Hatice'ye Allah'in selâmlarini söyle." Rasûlullah (s.a.s.): "Ya Hatice, bu Cebrâil'dir, sana Allah'tan selam getirdi" deyince, Hz. Hatice, Allah'in selamini büyük bir memnuniyetle kabul etti ve Cebrâil'e de iadei selâmda bulundu (Ibn Hisâm, es-Sîre,, I, 257).
Allah'in rizasini, yuvasinin mutlulugunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düsünen bütün anneler için en güzel örnegi teskil eden Hz. Hatice (r.a.), nübüvvetin onuncu yilinda, Ramazan ayinda vefât etti ve Mekke'deki Hacun kabristanina defn edildi (M. Asim Köksal, a.g.e. s. 302).
Nureddin TURGAY
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt