Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sahabeler ve tabiin (1 Kullanıcı)

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
besmele5.gif

Cihad askiyla dolu bir sahâbî...
Büreyde Ibni Husayb
radiyallahu anh
Mustafa Eris
Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin dâr-i bekâ’ya irtihallerinden sonra sahabenin çogu hasretine dayanamayarak uzak bölgelerde cihada katilmis ve Islâm’i yaymak için etrafa dagilmislardi. Büreyde (r.a.) da Hz. Ömer (r.a.) zamaninda Basra’ya yerlesti. Hz. Osman (r.a.) zamaninda Horasan tarafina gönderilen orduya istirak etti. Orada Islâm’i yaymak için çalisti. Insanlari tek tek Allah’a çagirdi. Onlara Islâm’i ve Kur’an’i ögretti. Ömrünü bu sekilde dini teblig ile geçirdi.
Büreyde Ibni Husayb radiyallahu anh cihad askiyla dolu bir sahâbî... Islâm’i yaymak için Medine’den kalkip Horasan bölgesine kadar giden ve orada vefat eden bir yigit... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizle ilk karsilasmasinda zorlama olmadan kendi istegiyle gönlünü Islâm’a açan bir bahadir... Efendimizi öldürmeye giderken onun nuruyla dirilen bir kahraman...
O, Eslem kabilesinin Sehmogullari koluna mensuptu. Ebû Sehl veya Ebü’l-Husayb künyesiyle anildi. Islâm’la sereflenmesi söyle oldu: "Iki Cihan Günesi efendimiz Medine-i Münevvere’ye hicret etmek üzere Hz. Ebû Bekir Siddiyk (r.a.) ile Mekke’den ayrildiginda müsrikler sevgili Peygamberimizi yakalayip öldürene büyük vaadlerde bulundu. Bu haber Mekke ve çevresinde süratle yayildi. Büreyde de bu mükâfatlara kavusmak istegiyle kendi arazilerinden geçen insanlari durdurup kimliklerini sorardi. Bir gün karsisina Allah rasûlü ile yâr-i gâri = magara arkadasi Hz. Ebu Bekir Siddik çikti. Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ona "Sen kimsin?" diye sordu. "Büreyde" dedi. Efendimiz arkadasi Ebû Bekir’e dönerek; "Içimiz serinledi", buyurdu. Sonra "Kimlerdensin?" dedi. "Eslem kabilesinden" dedi. Efendimiz yine arkadaslarina dönerek: "Selâmetteyiz."buyurdular. Tekrar "Eslem’in hangi kolundan?"diye sordu. "Sehm kolundan" dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz: "Yâ Ebâ Bekir senin nasibin çikti." buyurdular. Büreyde bu tatli konusmalardan ve o nurlu insanlardan etkilenmisti. "Ya sen kimsin?" dedi. Sevgili Peygamberimiz: "Allah’in resûlü Muhammed." diye cevap verince Büreyde’nin gönlü Islâm’in nuruyla aydinlaniverdi. Kendiliginden: "Eshedü enlâ ilâhe illâllah ve eshedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" diyerek Islâm’la sereflendi. Adamlariyla birlikte pesinde namaz kildi.
Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ertesi gün hicret yolculuguna devam etti. Büreyde (r.a.) O’nun Medine’ye bayraksiz girmesini içine sindiremedi ve: "Ya Rasûlallah! Medine’ye sancak olmadan gitmeniz uygun degildir." dedi. Basindaki sarigi çözüp mizragina bagladi ve arazilerinden çikincaya kadar onlara muhafizlik yapti. Bir süre sonra o da hicret ederek Medine’ye yerlesti.
Büreyde (r.a.) Bedir ve Uhud gazvelerinde bulunamadi. Fakat, Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizle birlikte on alti gazveye istirak etti. Çok önemli hizmetlerde bulundu. Müreysî Gazvesinden önce istihbarat görevlisi olarak düsmanin savas hazirliklarini tesbit etti. Savastan sonra da esirlerin muhafazasina memur edildi. Hudeybiye’ye giden Islâm ordusuna kilavuzluk yaparak orduyu Mekke kesif kollarinin takibinden kurtardi. Mekke’nin fethi sirasinda Eslem kabilesine ait iki sancaktan birini o tasidi. Sevgili Peygamberimiz onu Eslem ve Gifar kabilelerine zekât âmili olarak gönderdi.
O her hizmete hazirdi. Mekke fethinden sonra Iki Cihan Günesi efendimiz onu Hz. Halid komutasinda Yemen taraflarina gönderdi. Efendimizin rahatsizliginin son zamanlarinda Üsâme (r.a.) kumandasinda Sam tarafina giden orduda sancaktarlik yapti. Hayber’in fethine katildi. Surlarda açilan gedikten içeri dalan kahramanlar arasinda yer aldi. Hatta o sirada Büreyde (r.a.)’in üzerinde kirmizi bir elbise bulunuyordu. Kendisi bu elbiseden farkedilmisti. O, sonradan Islâm’in güzellikleriyle gönlünü dolurdukça bu hareketini tevâzuya aykiri buldu. Zira söhret âfetti. Hizmette esas dikkat çekmemekti. Büreyde (r.a.) Islâm’a girdikten sonra bu halinden daha büyük bir günahini hatirlamadigini anlatir.
O, Iki Cihan Günesi efendimizin bir sefer sirasinda konakladiklari yerde kalan bazi esyayi sirtina koydugunu ve kendisine "yük devesi" diye iltifat ettigini nakleder.
Ne irfan!.. Ne incelik!.. Ne dikkat!.. Ne titizlik!.. Ne muhabbet ve ne teslimiyet!.. Allah için olan her sey onun kabülüydü. Onun teslimiyeti ve sadakati böylesine güzeldi. Islâm tümüyle güzellik güzellikti...
Büreyde (r.a.)’in gönlü o derece cihad askiyla doluydu ki, at sirtinda düsmana saldirmaktan daha güzel bir hayat sekli olmadigini söylerdi. Ömrünü hep cihad askiyla geçirdi. Zaman zaman: "Benim damarlarimda cihad kani akmaktadir. Hayatim at sirtinda geçer" derdi. Arkadaslarini hep hayirla anardi. Fitne fesat çikarmak isteyenlere karsi: "Benim kilicim müslümana karsi kinindan çikmaz." derdi. Müslümanlar arasinda çikan olaylara karismadi. Hiç kimseye taraftarlik etmedi. Bir gün birisi ona Hz. Ali, Osman, Talha ve Zübeyr (r.anhüm) hakkinda fikrini sordu. O da ellerini açarak; "Cenâb-i Hak Ali’ye rahmet eyleye, Osman’a, Talha’ya, Zübeyr’e rahmet eyle..." dedi.
Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin dâr-i bekâ’ya irtihallerinden sonra sahabenin çogu hasretine dayanamayarak uzak bölgelerde cihada katilmis ve Islâm’i yaymak için etrafa dagilmislardi. Büreyde (r.a.) da Hz. Ömer (r.a.) zamaninda Basra’ya yerlesti. Hz. Osman (r.a.) zamaninda Horasan tarafina gönderilen orduya istirak etti. Orada Islâm’i yaymak için çalisti. Insanlari tek tek Allah’a çagirdi. Onlara Islâm’i ve Kur’an’i ögretti. Ömrünü bu sekilde dini teblig ile geçirdi. Bu bölgede en son vefat eden sahâbî oldu.
Yezid bin Muâviye döneminde 63 hicrî 682 milâdî senede vefat eden Büreyde Ibni Husayb (r.a.) Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizden 164 hadis rivayet etti. Buharî’de bir, Müslim’de onbir rivâyeti bulunmaktadir. Bir rivâyeti söyledir:
"Kim Kur’an-i Kerim’i okur, onu dünya kazanci için vâsita yaparsa, kiyâmet gününde, yüzü, etten soyulmus bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanina gelir."
Cenab-i Hak, bizleri de Büreyde (r.a.) gibi gönlü cihad ruhuyla dolu kullarindan olmayi ve sefaatlerine ermeyi nasib eylesin, Âmin.
Kaynak: Altinoluk dergisi, 09/1997
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
image.jpg
CA'FER-I SÂDIK (83-148/700-769)
image.jpg




strich-s.gif

Imamiyye mezhebinin kabul ettigi oniki imamin altincisi. Künyesi Câ'fer es-Sâdik Muhammed Bâkir b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib'tir. Babasi, Muhammed Bâkir'in yerine imamete geçmistir. Oniki imamin altincisidir. Hz. Hüseyin'in sehit edilmesinden sonra Peygamber çocuklari siyasetle ugrasmamislar; kendilerini ilme vermislerdir. Bu evde yetisen Câ'fer de kendini ilme verdi; fikih, hadis, ve öteki ser'î ilimler yaninda kimya ve diger ilimleri de tahsil etti. Talebesi Tarsuslu ibn Hayyan'in, Câfer'in besyüz risalesini toplayarak bin yaprak tutan bir kitap yazdigi rivayet edilir. (ibn Hallikân, Vefeyâtü'l-A yân, Misir 1948, I, 291).
Câbir ibn Hayyan, Câ'fer-i Sâdik'tan çok yararlanmis, ondan itikad ve iman usulünü ögrenmis bunun yaninda maddî varliklarin tabiati ve özelliklerine ve bunlarin birbirine karistirilmasina (eczacilik-simya) dair bilgiler de almistir. Câbir'in Câ'fer'den ilim ögrenmek için belirli bir saati vardi. O saatte, imamin yanina ondan baskasi giremezdi. Risalelerinin büyük kismini hocasi Câ'fer'in adina yazmistir (Muhammed Ebu Zehra, el-imamü's Sâdik, 77).
Ebû Hanife, imam Mâlik ve Süfyân-i Sevrî gibi büyük bilginler Câ'feri Sâdik'tan ilim ögrenmis ve hadis rivayet etmislerdir. Câ'fer-i Sâdik fazla konusmazdi. Süfyan-i Sevrî, Câ'fer'i ziyarete gitmis; uzun süre sustugunu görünce konusmasini rica etmis; bunun üzerine Câ'fer söyle demistir: "Allah'in nimetine sükret; sükür, nimetin artmasina vesîle olur. Nimet verildigi zaman da istigfara devam et. Devletin zulmüne karsi da Lâ havle velâ kuvvete illâ billah de."
Ebû Hanife de, Hicaz'a gidip, iki yil Câ'fer'in yaninda kalmis, ondan çok seyler ögrenmis ve bu iki yil için "Eger iki yil olmasaydi Nûman mahvolurdu" demistir (Ebû Zehra, a.g.e., s. 37-39).
imam Câ'fer'in ilmi önce kesbî olarak baslamis, sonra vehbî ilimle desteklenmis, ilhâma mazhar olmustur. Bu yüzden imâmiye mezhebi mensuplari, imamlarin ve bu arada Câ'fer-i Sâdik'in hatadan sâlim oldugu inancindadir. Her biri yildizlar gibi olan ashab-i kiram'in bile görüs ve ictihadlarinda zaman zaman hata ettikleri olmustur. Sahabeden sonra gelen imamlarin ilham disindaki sözlerinde yanilmasi mümkündür. Câfer-i Sâdik da insandir, masum degildir. Çünkü ismet (masumluk) sifati yalniz peygamberlere mahsustur.
Câ'fer-i Sâdik, ahlâk, fazilet ve takvada ileri idi. imam Mâlik onun hakkinda söyle der: "O, üç halde bulunurdu: Ya namaz kilar, ya oruç tutar, veya Kur'an okurdu. Hiç bir zaman temiz olmadan Allah'in Rasûlü'nü agzina almazdi. Bos yere konusmazdi. Kendisini her gördügümde kalkar, altindaki minderi bana verirdi." (Ebû Zehra, a.g.e., s. 77).
Alta yün, üste ipekli giyerdi. Süfyan ona "Bu senin ve babalarinin elbisesi degildir" deyince Câ'fer ona "O zaman darlik zamani idi. simdi genislik zamanidir. simdi hersey bol." demis, sonra cübbesini açip alttan beyaz yünlü elbisesi görününce, "iste" demis "Allah için giydigimiz elbise budur. Bu üstteki de sizin için giydigimiz elbisedir. Allah için olani gizledik. Sizin için olani gösterdik." (Hilye, III, 193; el-Kevâkib, I, 95). imamiye, Câ'fer-i Sâdik'in bazi vehbî ilimlere sahip oldugunu, Hz. Peygamber'in bu ilmi Hz. Ali'ye verdigini, Hz. Ali'den Ali Zeynelâbidin'e, ondan Muhammed Bâkir'a, ondan da Câ'fer-i Sâdik'a geçtigini, bu ilmin "cifr ilmi"* oldugunu söyler. Cifr ilmi, harflerin ilmidir. Câfer'i Sâdik'in cifr'i bildigi ve onu söyle tarif ettigi bildirilir: "O, deriden bir kaptir. Onda, peygamberlerin ve israilogullari bilginlerinin bilgisi vardir." (Seyyid Hüseyin Muzaffer, es-Sâdik, 109).
Bu gibi rivayetler genellikle Kuleynî yoluyla gelmektedir. Kuleynî, Câ'fer-i Sâdik'in, gûya Kur'an'da eksiklikler veya ilâveler bulundugunu söylediginden bahs eder ki; Murtaza Tûsî, büyük imamiye bilginleri onu yalanlamislar ve Câfer-i Sadik'dan bunun aksini rivayet etmislerdir. Ebû Hanife ve imam Mâlik, Câ'fer-i Sâdik'in görüslerine muttali olmus, ancak yukaridaki cifr ilmi vb. iddialar onlarin eserlerinde yer almamistir.
Hamdi DÖNDÜREN
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Carud
(?–641 m.)
Asıl adı Bişr bin Amr’dır. Carud lakabıdır. Bahreyn taraflarında yaşayan bir kabilenin ileri gelenlerinden olup, daha sonra kabile reisi olmuştur. İslamiyet’ten önce dindar, Allah’ın varlığına ve birliğine inanan bir Hıristiyan olarak yaşamış ve tanınmıştır. Dini konularda önemli bir bilgiye sahip olup, son peygamberin vasıflarını okuduğu kitaplardan öğrenmiştir. Hz. Muhammed’in (sav) zuhurundan sonra Medine’ye gitmiş ve burada Müslüman olmuştur. Kendisi Müslüman olduktan sonra tüm kabilesi de İslamiyet’e dahil olmuşlardır. Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) zamanında da yaşayarak İslam’a hizmet etmiştir. Risale-i Nur’da ismi, zamanın büyük din ve devlet adamları arasında zikredilmiştir. Diğer bazı meşhur zatlar gibi, Peygamber Efendimizin vasıflarını kendi dini kitaplarında görüp öğrendikleri ve iman ettikleri hatırlatılmıştır. Künyesi Ebü’l-Münzir Carud Bişr bin Amr bin Haneş el-Mualla el-Abdi şeklindedir.
Carud’un hangi tarihte doğduğu bilinmemektedir. Bahreyn’de yaşayan Adnaniler’in Rebia kabilesindendir. Ailesi de bu kabilenin Abdülkays koluna mensuptur. Gençlik yılları hakkında fazla bilgi bulunmadığı gibi, mevcut bilgilerde de farklı rivayetler dikkat çekmektedir.
Carud, kabilenin ileri gelen ailelerinden birine mensup olup Kass ibn Saide’den sonra kabilenin başına geçmiştir. Hem kendisi hem de kendinden önceki kabile reisi Hıristiyanlık dinine mensup olup, bu inanç üzerine hayatlarını sürdürmekte ve tevhid inancına bağlı, Allah’ın birliğine inanan insanlar olarak bilinmekteydiler. Kitaplarından da son peygamberin vasıflarını öğrenmiş bulunmaktaydılar.
Son Peygamberin geldiğini öğrenen Carud, kalabalık bir heyetle birlikte Medine’ye gitti. Yirmi bir kişiden oluşan heyet Medine’ye varınca, Peygamber Efendimize (sav) geldikleri haber verildi. Peygamber Efendimiz kendileri için karşılaşmadan evvel dua etti. Heyet Hz. Ömer (ra) tarafından karşılandı. Konaklayacakları yere götürülerek kendilerine yakın ilgi gösterildi. Daha sonra Mescitte bulunan Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar.
Misafir heyeti güzel bir şekilde karşılayıp iltifatlarda bulunan Peygamber Efendimiz, İslam dini hakkında kendilerine bilgi vererek onları iman etmeye davet etti. Bunun üzerine Carud; “Ben, bir dine bağlı bulunuyorum. Senin dinin için, kendi dinimi bırakırsam, dinimi bırakışımdan doğabilecek sorumluluğu üzerine alıyor musun?” (M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Şamil Y., C. 15, İstanbul ?, s. 548) mealinde bir soruyla mukabelede bulundu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de; “Allah’ın seni, o dinden daha hayırlısına hidayet eylediğine şahadet ve kefalet ediyorum!” buyurunca, Carud, orada Müslüman oldu. Kendisi ile birlikte heyettekilerin tamamı iman etti.
Carud ve heyetiyle sohbette bulunan Peygamber Efendimiz, daha önceki kabile reisleri olan Kass ibn Saide’nin ismini zikrederek hakkında bilgi sahibi olup olmadıklarını sordu. Carud, heyettekilerin hepsinin onu bildiğini ve onun yolunda gittiklerini söyledi. Bu şahıs, ilim sahibi bir kimse olup etrafındakilere son peygamber hakkında bilgi vermekte ve geleceğini ihbar etmekteydi. Bu şahsın Suku Ukaz denilen bir mevkide ve kızıl tüylü bir devenin üzerinde yaptığı konuşmayı hatırlayıp hatırlamadıklarını sordu. Ancak, heyettekiler mevki ve yaptığı konuşmayı hatırlamakla birlikte söylediklerini tam hatırlayamadılar. Huzurda bulunan Hz. Ebu Bekir (ra) sohbete katılarak, o gün kendisinin de orada bulunduğunu ve söylediklerini hatırladığını, bir şiir okuduğunu ve şiirinde son peygamberin vasıflarını açık bir şekilde dile getirdiğini belirtti.
Peygamber Efendimiz, kendisini görmeden haber veren ve birçok insanın İslamiyet’e dahil olmasına vesile olan Kass ibn Saide için de dua etti. Cenabı Hakk’ın kıyamet günü kendisini tek başına bir ümmet olarak diriltip kendisine yollayacağını ümit ettiğini söyledi. Carud ve yanındakiler bir süre Medine’de kalarak İslamiyet hakkında ayrıntılı bilgi sahibi oldular. Peygamber Efendimize sordukları muhtelif sorular ve aldıkları cevaplarla inançlarını pekiştirdiler. Dönecekleri zaman da Peygamber Efendimiz Carud’u kabilenin başına emir olarak tayin etti.
Risale-i Nur’da, Peygamber Efendimizin doğumundan önce ve sonra cereyan eden mucizelere ayrıntılı bir şekilde yer verilirken, özellikle okumuş ve ilim ehli, alim ve idarecilerin gösterdikleri tavır ve tutumların büyük önem arz ettiğine işaret edilmektedir. Çünkü, bu tür kişilerin takındığı tavır kendileriyle birlikte hareket eden bir çok insan için örnek teşkil etmiş ve çok büyük etki yapmıştır. Bunlardan birisi de Carud’tur. Dindar bir Hıristiyan olan Carud’un, dönemin meşhur zatlarından biri olduğu ve kendi kitaplarından öğrenmiş bulunduğu vasıfları Peygamber Efendimiz üzerinde müşahede etmek suretiyle iman ettiğine yer verilmektedir. (Mektubat, s. 165)
Kabilesine Müslüman olarak dönen Carud, hiç tepki çekmediği gibi bütün kabile halkı İslamiyet’i kabul ederek yanında yer almaya devam ettiler. Bu durum Peygamber Efendimizin vefatına kadar devam etti. Peygamber Efendimizin vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir’in (ra) halifeliğinin ilk zamanlarında Arap yarımadasının bazı bölgelerinde meydana gelen dinden dönme olayları Carud’un kabilesine de sirayet etti. Dininden dönmek isteyenler oldu. Ancak, Carud söz konusu kişilere karşı iyilikle davranıp nüfuzunu kullanmak suretiyle doğabilecek olumsuzluklara engel oldu. İnsanlara seslenerek; Allah’tan başka ilah bulunmadığını ve Muhammed Aleyhisselamın, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet ettiğini; Allah’ın dini din, Rahman olan Allah’ı da Rabb olarak kabul ettiğini hatırlattı.
Carud, kendi kabilesinde doğabilecek dinden dönüşlerin önüne geçtiği gibi, çevresinde meydana gelen irtidad olaylarında da engelleyici rol oynadı. Bir süre sonra kendi bölgesinden ayrılıp Basra’ya yerleşti. Hz. Ömer’in (ra) halifeliğini de gördü. İran üzerine yapılan bazı seferlere katıldığı gibi, bazılarında da kumandanlık yaptı.
Carud (ra), cesaretiyle de adından söz ettirdi. Kendisi gibi oğulları da Abdülkays kabilesinin ileri gelenleri arasında yer aldı. Oğlu Münzir, Hz. Ali (ra) tarafından İstahr’a vali olarak tayin edildi. Abdullah adındaki oğlu ise Haccac’ın zulmüne uğradı ve idam edildi. Bir oğlu daha Haccac tarafından tutuklanıp hapse atılmış ve daha sonra hapiste vefat etmiştir.
Carud’un vefat tarihi ile ilgili olarak farklı rivayetler mevcuttur. Bu rivayetlerde ağırlıklı olanlar, çarpışmalar sırasında şehit olduğu şeklindedir. Bunlara göre vefat tarihi 641 veya 642 yılıdır. Bunun dışında daha uzun süre yaşayıp Hz. Osman’ın (ra) halifelik zamanına yetiştiğine dair rivayet de mevcuttur. (Ahmet Önkal, “Carud b. Mualla”, TDVİA., C. 7, s. 160)
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+3]Cerir Ibni Abdullah (ra)[/SIZE]Cerir Ibni Abdullah el-Becelî radiyallahu anh yüzünde melek nisânesi bulunan, yakisikli bir yigit... Cahiliye devrinde "Yemen'in Kâbe'si" diye bilinen Zülhalesa tapinagini yikan bir kahraman... Yemen asîretlerinden Becîle kabilesinin reisi...
Ebu Amr künyesiyle anilan Cerir hicretin 10. yili Ramazan ayinda kavminden 200 kisiyle birlikte Medine'ye gelerek Islâm'la sereflendi.
O, uzun boylu, nûrâni yüzlü ve son derece yakisikli bir kimseydi. Hz. Ömer (r.a) onun hakkinda: "Cerir Ibni Abdullah bu ümmetin Yusuf'udur." derdi. Onun Islâm'a gelisini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabina önceden haber verdi. Bir gün hutbe okurken: "Size su taraftan hayirli bir kimse geliyor. Yüzünde melek nisânesi vardir." buyurdu. Cerir Islâm'a girisini söyle anlatiyor:
"Medine'ye gelince devemi çökerttim. Heybemi açip yeni elbisemi giydim ve Mescide girdim. O sirada Rasûlullah (s.a) hutbe okuyordu. Kendisine selâm verdim. Cemaat beni göz ucuyla süzüyordu. Sonra Resûl-i Ekrem (s.a) bana: "Ey Cerir! Ne için geldin?" diye sordu. Ben de: "-Ya Rasûlallah! Sana bey'at etmege geldim. Sartlarin nedir?" dedim.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) bana hitaben:
–"Ey Cerir! seni Allah'tan baska ilâh bulunmadigina ve benim de Allah'in resûlü olduguma sehadete, âhiret gününe, kadere inanmaga, farz olan namazlari kilmaga, farz olan zekâti vermege, her müslüman için hayirhah olmaga, iyilik düsünmege, samimi davranmaga kâfir ve müsriklerden uzak durmaga ve basinizdaki idarecilere itaat etmege davet ediyorum." buyurdu. Ben de bu sartlari kabul ederek Rasûlullah'in elini tuttum ve bey'at ettim. Yanimdakiler de ayni sartlari kabullenerek hep birlikte Islâm'la sereflendik.
Cerir (r.a) müslüman olduktan sonra Resûl-i Ekrem (s.a)'in kendisini her gördügünde gülümsedigini söyler. O, Efendimizle çok az bir zaman beraber olmasina ragmen, tebessümlerine ve iltifatlarina sik sik mazhar oldu. Birgün iki Cihan Günesi efendimiz mescidde ashabiyla oturuyordu. Cerir Ibni Abdullah (r.a) içeri girdi. Ona yer açilmadigini gören Efendimiz Cerir'e ridâsini çikarip atti ve: "Ey Ebû Amr, al onu, üzerine otur!" buyurdu. Cerir alip oturdu ve: "Ey Allah'in Resûlü! senin bana ikram ettigin gibi Allah da sana ikram buyursun." diyerek tesekkür etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) efendimiz çevresindekilere dönerek: "Size bir toplulugun kerem ve seref sahibi büyügü geldigi zaman, ona ikramda bulunun ve saygi gösterin." buyurdu.
Cerir-i Becelî (r.a) yine birgün Efendimizin yaninda bulunuyordu. Disardan yalin ayak, abalarini baslarina geçirmis, çiplak bir takim kimseler geldi. Fahri Kâinat (s.a.) efendimiz onlarin fakir ve yoksul hallerini görünce yüzünün rengi degisti. Içeri girdi ve Bilal'e ezan okumasini emretti. Namazdan sonra cemaata dönerek söyle bir hitâbede bulundu:
"Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz! Herkes yarin (âhiret günü) için ne gönderdigine bir baksin. Allah'tan korkunuz! Çünki, Allah ne yaparsaniz hakkiyla haberdardir." (Hasr sûresi: 18) ayetini okudu. Sözüne devamla; "Insan dinarindan, dirheminden elbisesinden, bugdayindan, kuru hurmasindan sadaka vermelidir" buyurdu.

Bu inci tanesi sözleri dinleyen ashabin hepsi bir seyler getirmege basladi. Yiyecek ve giyeceklerden iki küme olustu. Ensar'dan bir adam da bir kese getirdi. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin yüzü gümüs gibi parliyordu. Sevincini su ifadelerle dile getirdi. "Her kim Islâm'dâ güzel bir çigir açarsa, o çigirda gidenlerin sevaplarinin aynisi ona da verilir. Her kim de kötü bir çigir açarsa o çigirda gidenlerin vebali de ona aid olur." buyurdu.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Cerir'i gördükçe "Zülhalesa ne oldu?" diye sorardi. Cahiliye döneminde burasi "Yemen'in Kâbesi" olarak bilinirdi. Bu tapinagin ayakta durmasina gönlü râzi degildi. Beytullah'a rakip gösterilmesinden daima huzursuzluk duyan Iki Cihan Günesi efendimiz bu tapinagi yikmak üzere bir seriyye hazirladi. Cerir'i de seriyye kumandani olarak görevlendirdi. O da kabilesinden 200 kisiyle bu tapinagi tahrip ederek yikti. Ebû Ertat ve Husayn Ibni Rebia'yi Medine'ye müjdeci olarak gönderdi. Daha sonra Cerir Ibni Abdullah (r.a) Medine'ye döndü. Sevgili Peygamberimiz onu görünce: "Yiktin mi onu?" dedi. Cerir de: "Seni hak din ile Peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, onun üzerinde olanlari tutup öldürdük. Zülhalesa'yi da atese verip yaktik." dedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz Ceriri tebrik etti.
Cerir (r.a) vedâ haccinda Resûl-i Ekrem (s.a) ile birlikte bulundu. Efendimiz onu Medine'ye döndüklerinde Himyerîlerin emiri Zülkelâ ile yahudi oldugu rivayet edilen Yemen krallarindan Zû Amr'i Islâmiyet'e davet etmek üzere gönderdi. Her ikisiyle de görüsen Cerir (r.a) onlarin Islâm'a gelmelerine vesile oldu. Birlikte Medine'ye dogru yola çiktilar. Fakat yari yolda Sevgili Peygamberimizin dâr-i bekâ'ya irtihali haberini aldilar. Zülkelâ ile Zû Amr ziyareti gerçeklestiremeden geri döndüler. Cerir (r.a) ise Medine'ye gitti.

O, dört halife devrinde de güzel hizmetlerde bulundu. Hz. Ebû Bekir (r.a) onu Has'am ve Becile kabilelerinden irtidat edenlerin üzerine gönderdi. Isyanlari bastiran Cerir (r.a) yeni emir alincaya kadar Necran bölgesinde bekledi. Irak'ta yapilan çesitli harplere katildi. Sonra Hz. Halid Ibni Velid'e yardim etmek üzere Yemame'ye gitti. Hz. Ömer (r.a) zamaninda Celûla savaslarina katilan Cerir (r.a) oraya yerlesti. Hz. Osman döneminde Kufe valisi Mugire'ye bagli olarak bir süre Hemedan valiligi yapti. Daha sonra Saîd Ibni As kumandasinda Azerbaycan fetihlerine katildi. Hz.Osman (r.a) Firat kenarindaki bir kisim topraklari ona verdi. Karkisiya sehrinde uzlete çekilen ve yüze yakin hadis rivayet ettigi söylenen Cerir Ibni Abdullah (r.a) 674 m. tarihinde vefat etti. Cenâb-i Hak'tan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin
Mustafa ERIS
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+4]Dirar Ibni Ezver(r.a.) [/SIZE]​
Dirar Ibni Ezver radiyallahu anh Rumlara esir dustu, turlu iskencelere maruz kaldi. Kilic darbeleri arasinda kan revan icinde baygin olarak yere yikildi ama davasindan zerre miktar taviz vermedi.
Dirar Ibni Ezver radiyallahu anh korkusuz kahramanlardan... Cesaret ve secaatiyle meshur bir yigit kumandan... Unlu ati Muhabber'in sirtinda cesitli savaslara katilan ve arslanlar gibi dusmana hucum eden bir cengaver... Ayni zamanda her savas icin siirler soyleyen bir sair...
O, Esedogullarinin zenginlerindendi. Bine yakin devesi ve bunlari guden birkac cobani vardi. Babasi egri boyunlu" anlamina gelen Ezver lakabiyla tanindigi icin o da Dirar Ibni Ezver diye sohret buldu. Asil adi Dirar Ibni Malik Ibni Evs el-Esedi'dir.
Dirar Ibni Ezver 630 m. senesinde kabilesinden bir heyetle Medine'ye geldi. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzurunda Lamiyye" kasidesini okudu.
Bu kasidesinde o, icki, kumar, eglence gibi zevkleri biraktigini, ailesini ve butun servetini terkederek birlikte musriklere karsi savasmaya geldigini ve bu alis-veriste zararli cikmayacagini umit ettigini ifade etti. Sevgili Peygamberimiz de kasideyi dinledikten sonra ona: Karli bir alisveris yaptin Ey Dirar!" dedi. O da kelime-i sehadet getirerek Islam'la sereflendi.
Ne guzel teslimiyet ve ne karli alisveris!... Dunya zevklerinden vazgecip ebedi zevklere ermek... Gonlunu Islam'in nuruyla aydinlatip o nurla dunyaya veda etmek... Allah'im bizlere de boylesi teslimiyet ve karli alisveris nasib et!.. O nura sahib olarak huzuruna kabul et!.. Amin.
Sevgili Peygamberimiz Dirar (r.a.)'daki bu samimi teslimiyeti gorunce onu cesitli kabilelere elci olarak gonderdi. Kendi kabilesi Esed- ogullarinda cikan Tuleyha Ibni Huveylid diye birinin dinden donerek peygamberlik iddiasinda bulunmasi uzerine onu, Beni Esed yoneticilerini yakindan gozetlemekle gorevlendirdi. Dirar bu yoneticilerin Tuleyha'nin gucunden korktuklarini gordu ve Tuleyha'ya karsi harekete gecerek kabiledeki muslumanlari bir araya topladi. Fakat bu sirada Iki Cihan Gunesi (s.a.) efendimizin dar-i bekaya irtihalleri haberi geldi. Bunun uzerine o, musluman yoneticilerle birlikte Medine-i Munevvere'ye dondu.
Dirar (r.a.) cesitli bolgelerin fethi sirasinda Halid Ibni Velid (r.a.)'in emrindeki orduda yer aldi. Temimogullari uzerine gonderilen birliklerden birine kumandanlik yapti. Zekat toplanmasina karsi cikan Malik ibni Nuveyre ve adamlariyla carpisti. Hepsini esir alarak Halid Ibni Velid (r.a.)'a teslim etti.
O, Kadisiye, Hire, Yermuk, Sam ve Halep'in fethinde bulundu. Yemame'de buyuk kahramanliklar gosterdi. Sam civarinda devam eden muharebelerde 100 kisilik kesif kolunda dusman kuvvetlerine yakalanarak esir dustu. Fakat arkadaslarinin siddetli hucumlariyla kisa muddette kurtuldu. Ikinci defa esir dustu. Bu sefer basindan cok acikli sahneler gecdi. Turlu iskencelere maruz kaldi. Kilic darbeleri arasinda kan revan icinde baygin olarak yere yikildi ama davasindan zerre miktar taviz vermedi. Onun esaret altinda cektigi iskence tuyler urpertir. Gosterdigi yigitlik de gogus kabartir. O Hirakl'in karsisinda egilmedi. Daha gur imanla Islam'i savundu. Bu karsilikli konusma soyle gerceklesti:
Imparator Hirakl ust uste alinan hezimetlerden dolayi cok uzgundu. Dirar ve arkadaslarinin esir alindigini isitince cok sevindi. Derhal getirilmesini emretti. Karsisina cikarilinca: Arablarin firka kumandani Dirar sen misin?" dedi. Dirar (r.a.) da: Evet! Peygamber yolunda sizinle harbeden Dirar benim!" dedi. Hirakl: Kendini askerlerinin yaninda mi saniyorsun da oyle sert konusuyorsun." dedi. Dirar: Her nerede olsam din dusmanlarina karsi gogsumu gere gere cevab vermekten cekinmem. Sen beni korkar mi zannediyorsun?" dedi. Hirakl: Kime guveniyorsun? Burasinin askerlerimin merkezi oldugunu unutuyor musun?" dedi. Dirar: Islamiyet, gunes gibi adaletiyle her tarafi kaplamaga basladi. Hala sen kendine teselli vermek istiyorsun!" diye cevap verdi. Hirakl: Bilmis ol ki, su anda vucudunu paramparca yapmak benim icin zor degil!" dedi. Dirar (r.a.) da: Huzuru Muhammed'i de bulunmus bir musluman yetmis tane Hirakl olsa hice sayar, tehdidine aldirmaz. Senin son yapacagin oldurmek degil mi? Gidecegim yer huzur-i Rasulullah'tir. Islam icin terk-i hayat etmek bize her seyden lezzetlidir." diye karsilik verdi.
Dirar (r.a.)'in yigitce verdigi bu cevaplar Hirakl'in umerasini gazablandirdi. Her birisi ellerini kiliclarina goturdu ve bir agizdan Hirakl'e: Bu arabi nicin boyle konusturuyorsunuz? Hayatinin luzumu var mi?" dediler. Hirakl de: Icabina bakiniz diye emretti. Bir anda otuz-kirk kilic birden Dirar (r.a.)'in vucuduna inmege basladi. Agir sekilde yaralanarak kan revan icinde kaldi. Kininden kibrinden kuplere binen Hirakl: Sag birakmayiniz! diye bagiriyordu. Bu dehsetli hal karsisinda daha once Islam'i kabul eden ancak gizli tutan General Mika ne yapacagini sasirdi. Gonlu kan agliyordu. Din karindasinin helak olmasina engel olamiyordu. Ne care ki sahiblense kendini de telef edeceklerdi. Bir tedbir olarak Hirakl'e: Ey Melik! Bunu burada telef etmek ne faide verecek. Onu tedavi edelim ve herkese ibret olsun diye halkin gozu onunde asalim." dedi. Bu teklif Hirakl'in hosuna gitti ve: Oyleyse buradan kaldir. Evine gotur. Iyilesince asalim" dedi.
Bu musaadeden pek sevinen General Mika, Dirar'i evine goturdu. Orada gozlerini acan Dirar Mika'ya: Eger muslumansan bana yardimini esirgeme. Hristiyan isen insani vazifeni yap." dedi. General Mika: Korkma ya Dirar! Muhammed'in askina sana her turlu yardimi yaparim. Yeter ki, sen iyiles. Askerinle birlikte firar bile ederiz" dedi.
Mika'nin bu hayat bahseden sozlerinden pek memnun olan Dirar bir kac hafta sonra sagligina kavustu. Kizkardesi Havle binti Ezver'e bir mektup yazdi ve Mika vasitasiyla gonderdi. Bu sirada Antakya muslumanlar tarafindan muhasara altina alindi. Allah Teala herseye kadirdi. General Mika bir firsatini buldu ve Dirar Ibni Ezver ile arkadaslarini Islam ordusu tarafina kacirdi. Bu kahraman yigit yeniden zirhini giydi ve rumlara karsi: Ey ehl-i Salib!.. Evvelce esir tuttugunuz Dirar benim. Hamran'i Batros'u olduren benim" diye meydana atildi. Karsisina cikan Istafani sasirtip bir kilicda yere serdi. Oradan Halid Ibni Velid (r.a.)'in uzerine yuruyen Vardan'a hucum etti. Onu da yere serdi. Vardan oldurulunce rumlar Sam'a dogru kacismaga basladi.
Dirar Ibni Ezver (r.a.) hic bir zaman hayatini tehlikeye atmaktan cekinmedi. Daima din ugruna feday-i can etti. Bu savasta onunla birlikte uc bin musluman sehid oldu. Kabri Urdun'de Dirar koyunde bir mescidin icinde bulunmaktadir. Cenab-i Hak'tan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.
Mustafa Eris
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+3]EBÛ HUREYRE[/SIZE]​
Çok hadis rivâyet eden meshur sahâbî.
Adi, Abdurrahman b. Sahr; künyesi, Ebû Hureyre'dir. Câhiliye döneminde ismi Abdüssems idi. Hz. Peygamber onu, Abdurrahman (bazi rivâyetlere göre Abdullah, hattâ baska isimler de ileri sürülmektedir) diye adlandirdi (el-Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, Beyrut, t.y, III, 507). Ne sebeple Ebû Hureyre diye künye edindigini kendisi söyle açiklamistir: "Bir kedi bulmustum, onu elbisemin yeninde tasirdim; bundan dolayi Ebû Hureyre (kedicik babasi) künyesiyle çagrilir oldum (ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbâd 1376/1956, I, 32). Hayber gazvesi siralarinda Yemen'den Medine'ye gelip müslüman olmustur (H. 7/M. 629) (ez-Zehebî, a.g.e., ayni yer). O tarihten itibaren Hz. Peygamber'in vefâtina kadar ondan ayrilmayan bir sahâbîsi olmus, kendisini onun hizmetine adamistir. Hizmet süresi yaklasik dört yili buluyordu (ibn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye, Beyrut 1966, VIII, 108,113).
Hz. Peygamber'in misafirperverligi ve cömertligi sayesinde yasayan Ebû Hureyre, Rasûlullah (s.a.s.)'in mescidinde sadece ibadet ve ilimle mesgul olan Ehl-i Suffe'nin en ileri gelen simasi idi. Hz. Peygamber'i büyük bir muhabbetle sevmis, onun sünnetine uygun olarak yasamis ve manevî yüce mertebelere erismistir (ibn Kesir, a.g.e., VIII, 108, 110).
iffet sahibiydi, eli açik ve cömertti. Hz. Osman'in sehid edilmesinden sonraki fitne olaylarinda kösesine çekildi. Halk onun bu halinden kendisine söz ettiklerinde Rasûlullah (s.a.s.)'in su hadisini rivâyet ediyordu: "Fitneler çikacak. O zamanda, oturanlar ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen kosandan daha hayirlidir. Kim dönüp bakmaya yönelirse, o da ona yönelir. Kim bir siginak veya korunak bulursa onunla korunsun" (Buhâri, Menâkib, 25; Müslim, Fiten, I0).
Hossohbet, temiz ve ince duygulu, saf gönüllü idi (Zehebî, Tezkire, 1, 33). Emirlik ve valilik ona kibir vermedi. Üstelik alçak gönüllülügünü arttirdi. Medine valisi Mervan'a vekâlet ettigi siralarda, üzerine semeri baglanmis bir esekle, hurma lifinden örülmüs bir baslik basinda oldugu halde çarsiya çikar ve, "Savulun emir geliyor!" dermis (ibn Sa'd, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut 1380/1960, IV, 336).
imam sâfii gibi büyük âlimlerin bildirdigine göre Ebû Hureyre kendi dönemindeki hadis nakledenlerin içinde hafizasi en saglam olanidir (ibn Hacer, el-isâbe fî Temyîzi's-Sahâbe, Misir 1328, IV, 205). Hz. Peygamber ile nisbeten kisa sayilabilecek bir süre birlikte olmasina ragmen, onun hadislerini bu kadar büyük bir sayida elde edebilmesinin sirri ve sebebleri söyle açiklanabilir:
a) Birinci sebep: Hz. Peygamber ile sik sik görüsmesi ve ona hiç çekinmeden her çesit sorular sormasidir (ibn Hacer, a.g.e., IV, 206). Nitekim Buhâri ve Müslim'in naklettiklerine göre Ebû Hureyre söyle demistir: "Siz, Ebû Hureyre'nin çok hadis rivâyet ettigini söyleyip duruyorsunuz. Ben fakir bir kimseydim. Karin tokluguna Hz. Peygamber'e hizmet ediyordum. Muhâcirler çarsida, pazarda alisverisle, Ensâr da kendi mallari, mülkleriyle ugrasirken, ben Hz. Peygamber'in meclislerinin birinde bulunmustum; buyurdu ki: 'içinizden kim cübbesini yere serer de ben sözümü bitirdikten sonra toplarsa benden duydugunu bir daha unutmaz. 'Bunun üzerine ben üzerimdeki hirkayi yere serdim, Hz. Peygamber de sözünü bitirince, onu topladim. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, o andan sonra ondan duydugum hiçbir sözü unutmadim" (Müslim, Fadâilü's-Sahâbe, 159; Buhâri, ilim, 42).
b) Ikinci sebep: ilme olan tutkunlugu ve Hz. Peygamber'in ona bildigini unutmamasi için dua buyurmasidir. El-Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek'te (111, 508) su haberi vermektedir: "Bir adam Zeyd b. Sâbit'e gelerek ona bir mesele sordu. O da Ebû Hureyre'ye gitmesini söyledi ve söyle devam etti; çünkü bir gün ben, Ebû Hureyre ve bir baska sahâbî Mescid'de oturuyorduk, dua ve zikirle mesgul idik. O sirada Hz. Peygamber geldi, yanimiza oturdu; biz de dua ve zikri biraktik. Buyurdu ki: 'Her biriniz Allah'tan bir dilekte bulunsun. ' Ben ve arkadasim, Ebû Hureyre'den önce dua ettik, Hz. Peygamber de bizim duamiza âmin dedi. Sira Ebû Hureyre'ye geldi ve söyle dua etti: 'Allah'im, senden iki arkadasimin istediklerini ve de unutulmayan bir ilim dilerim.' Hz. Peygamber bu duaya da âmin dedi. Biz de, 'Ey Allah'in Rasûlü, biz de Allah'tan unutulmayan bir ilim isteriz' dedik. Hz. Peygamber, 'Devsli genç sizden önce davrandi' buyurdu.
Buhâri, ilim bahsinde, hadise olan tutku bâbinda (nr. 33) Ebû Hureyre'nin söyle dedigini nakletmistir: "Ey Allah'in Rasûlü, kiyâmet gününde senin sefâatine nâil olacak en mutlu kisi kimdir?" diye sordum. Rasûlullah buyurdu ki: "Ey Ebû Hureyre, senin hadise olan asiri tutkunlugunu bildigim için, böyle bir soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacagini tahmin etmistim. Kiyâmet gününde benim sefâatime nâil olacak en mutlu kisi Lâilâhe illallah diyen kimsedir."
c) Üçüncü sebep: Ebû Hureyre'nin büyük sahâbîlerle görüsmesi, onlardan birçok hadis almasi ve bu sayede ilminin artip ufkunun genislemesidir (ibn Hacer el-Askalâni, el-isâbe, IV, 204).
d) Dördüncü sebep: Hz. Peygamber'in vefâtindan sonra uzun süre yasamis olmasidir. Nitekim Hz. Peygamber'den sonra kirkyedi yil yasamis, hadisleri halk arasinda yaymakla mesgul olmustur (Muhammed Ebû Zehv, el-Hadis, ve'l-Muhaddisûn, Kahire 1958, 134).
Bütün bunlarin neticesinde Ebû Hureyre, Sahâbe içerisinde hadisi en iyi bilen, hadis almada ve rivâyet etme hususunda digerlerinden daha üstün bir duruma gelmistir. Onun rivâyet ettigi hadisler, diger sâhâbilerde veya birçogunda daginik halde bulunuyordu. Bu yüzden onlar Ebû Hureyre'ye basvuruyor, hadis rivâyetinde ona dayaniyorlardi. ibn Ömer, onun cenaze namazinda, ona Allah'tan rahmet dileyerek, "Hz. Peygamber'in hadisini müslümanlar adina muhâfaza ediyordu" demistir (ibn Sa'd, Tabakât, IV, 340). Buhâri, 'Ebû Hureyre'den 800 kadar sahâbe ve tâbiîn âlimleri hadis rivâyet etmislerdir' diyor (ibn Hacer, a.g.e., IV, 205).
Kendisinden besbinüçyüzyetmis dört hadis gelmis, bunlardan üçyüzyirmibes tanesini Buhâri ve Müslim müstereken, doksanüç tanesini yalniz Buhâri, yüzseksendokuz hadisini de yalniz Müslim Sahîh'lerine almislardir (Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 134).
Ebu Hureyre, asirlar boyunca tetkik ve tenkid konusu olmustur. Gerek Dogu dünyasinda gerek Bati dünyasinda Ebû Hureyre hakkinda ileri geri konusulmustur. Bunun sebebi, keyif ve arzulara karsi gelen dine yönelik hile ve tuzaklari sonuçsuz birakan bir kisim hadislerinden kurtulmak istenmesidir. Bu hücumlar ya yalan ve zayif rivâyetlere, ya da bazi sahîh hadislere dayanir. Fakat bu tür sahîh hadisleri de dogru-dürüst anlayamazlar, bu yüzden de kendi arzulari dogrultusunda yanlis yorumlara basvururlar
(Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 153; el-Hâkim en-Nisâbûrî, a.g.e., III, 5 1 3). Bu hadislerden bir kismini ve cevaplarini özet olarak verelim:
Ebû Hureyre'nin hadis konusundaki güvenilirligine gölge düsürecek süphe kaynaklarindan biri, onun Rasûlullah (s.a.s.)'den: "Bir kimse Ramazan ayinda cünüp olarak sabahlarsa, o gün oruç tutmasin " hadisini nakletmesi ve halka bu yolda fetvâ vermesidir. Onun böyle rivâyet ettigini Âise ve Ümmü Seleme haber alinca, onun bu rivâyetini kabul etmemisler, söyle demislerdir: "Hz. Peygamber ailesiyle birlikte olmasi neticesinde cünüp olarak sabahlar, sonra da boy abdesti alip orucunu tutardi." Bunun üzerine Ebû Hureyre onlarin dediklerini kabul etmis ve demistir ki: "Bu hadisi bana Fadl b. Abbâs ile Üsâme b. Zeyd Hz. Peygamber'den nakletmislerdi. Mü'minlerin anneleri ise bu gibi konulari erkeklerden daha iyi bilirler" (Buhâri; Savm, 23; ibn Hacer, Fethu'l-Bâri, Misir 1300, IV, 123-124; Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 155).
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı.......
Buna su cevap verilmistir: Ebû Hureyre sözkonusu hadisi Rasûlullâh (s.a.s.)'den kendisi isitmemistir. Hadisi Fadl ve Üsâme vasitasiyle rivâyet etmistir. Bu iki sahâbî ise dogru ve güvenilir kisilerdir. Âise ile Ümmü Seleme'nin hadisi, onun yaninda agirlik kazaninca, onlarin rivâyetine dönmüs, hakka uyarak önceki fetvâsindan vazgeçmistir (ibn Hacer, a.g.e., IV, 126; M. Eba Zehv, a.g.e, 155). Fadl ve Üsâme'nin naklettigi hadise gelince, âlimler bu konuda sunlari söylediler: Birincisi, bu hadis kendisinden daha kuvvetli hadisle çelismektedir; dolayisiyle onunla degil kuvvetli olanla amel edilir. ikincisi, bu iki sahâbînin hadisi orucun farz kilindigi dönemin baslarina aittir. O sirada oruçlunun uyuduktan sonra yemesi, içmesi, cinsel münasebette bulunmasi haramdi. Daha sonra Allah'tan yeri agarincaya kadar bütün bunlari mübah kildi. Onun için kari-koca iliskisi sabaha kadar devam ederdi. Fecrin dogusundan sonra da yikanmasi gerekmekteydi. Bu da gösteriyor ki Âise ile Ümmü Seleme'nin naklettigi hadisin hükmünü neshetmistir. Ne Fadl ile Üsamenin ne de Ebû Hureyre'nin bu son hükmü bildiren hadisten haberleri vardi. Bu yüzden Ebû Hureyre hâlâ önceki hadise göre fetvâ vermeye devam ediyordu. Kendisine bu haber ulasinca da bu fetvâsindan dönmüstür (ibn Hacer, a.g.e., IV, 127-128). ibn Hacer söyle der: "Ebû Hureyre'nin hakki teslim edip ona dönmesi onun faziletini gösterir" (a.g.e. ve yer; Kastallâni, irsâdü's-Sâri, Misir 1326. IV, 443; M. Ebû Zehv, a.g.e., 155).
Bir baska itiraz da sudur: Ebû Hureyre hadis rivâyet ederken tedlis yapardi (Hz. Peygamber'den duymadigi bir hadisi kendisine rivâyet eden sahsin ismini vermeyerek, Hz. Peygamber'den rivâyet ederdi). Meselâ, yukarida geçen "cünüp olarak sabahlayan kimseye oruç tutmak yoktur" hadisinde durum böyledir. Tedlis yapmak ise yalan söylemenin kardesidir (ibn Kesir, el-Bidâye, VIII, 109).
Bu itiraza söyle cevap verilir: Ebû Hureyre'nin islâm'a girisinin hicretin 7. yilina kadar geciktigi dikkate alinirsa, Hz. Peygamber'in pekçok hadisini ondan duymadigi ortaya çikar. Bu durum, onun hadis bilgisini tamamlayabilmesi için, Hz. Peygamber'den duymus olan sahâbîlerden almasini gerektiriyordu. Onun bu hali, ya dünyevi mesguliyetlerinden dolayi, ya da yaslarinin küçük olmasi, yahut da sonradan müslüman olmalari gibi sebeplerle Hz. Peygamber'in meclislerinde bulunmayan diger sahâbîlerin durumuyla aynidir. Humeyd'den gelen su haber de bunu teyid eder: "Biz Enes b. Mâlik'in yaninda idik. Bize söyle dedi: Vallahi size Hz. Peygamber'den naklettigimiz hadislerin hepsini bizzat kendisinden duymus degiliz. Fakat (hadisi duyan duymayana naklederdi) biz de birbirimizi yalanlamazdik" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Misir 1313, IV, 283; M. Ebû Zehv, a.g.e., 157).
Hadisi duyan ve digerlerine nakleden sahâbînin isminin zikredilmemesini tedlis saymak uygun degildir. Zira ehli sünnet âlimlerinin ittifakiyla sahâbenin hepsi âdildir. Âlimlerin, mürsel hadisi delil kabul etmek hususundaki ihtilâfi, ismi zikredilmeyen râvinin durumunun bilinmeyisi sebebiyledir. ibnu's-Salâh bu hususta söyle der: "ibn Abbâs ve benzeri yasça küçük sahâbîlerin Hz. Peygamber'den isitmedikleri halde ondan rivâyet ettikleri mürsel hadisler, mevsûl ve müsned hükmündedir. Çünkü onlar bu hadisleri sahâbîlerden almislardir. Bir sahâbînin kim oldugunun bilinmemesi, hadisin sihhatine zarar vermez. Çünkü sahâbîlerin tamami âdildir" (ibnu's-Salâh, Mukaddime, Misir 1326, 22). Bütün bunlardan anlasiliyor ki Ebû Hureyre'den hiçbir yalan çikmis degildir. Zira bu tür mürsel hadislerde Ebû Hureyre, "Rasûlullah'in söyle dedigini isittim, ya da söyle yaptigini gördüm" demiyor; aksine, "Rasûlullah söyle buyurdu veya söyle yapmistir" gibi ifadeler kullaniyordu. Burada onun tedlis yaptigi da söylenemez. Çünkü adini zikretmedigi sahâbeden biridir ve sahâbînin âdil olduguna dair icmâ vardir (M. Ebû Zehv, a.g.e., s.158).
Bir baska itiraz: Hz. Ömer, Ebû Hureyre'yi hadis rivâyetinden alikoymus ve ona, "Ya Hz. Peygamber'den hadis rivâyetini birakirsin, ya da seni Devs topraklarina sürerim" demistir (ibn Kesir, el-Bidâye, VIII, 106; M. Ebû Zehv, a.g.e., 159). Ömer'in bu tutumu Ebû Hureyre'nin yalan söyledigini göstermektedir.
Buna söyle cevap verilmistir: Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'den naklettigi hadisleri halka ögretmeyi, ilmi gizlemenin günahindân kurtulmak için, kendisine bir görev sayiyordu (Buhâri, ilim, 43). Bu anlayis onu çok hadis rivâyet etmeye sevketti. Bir tek mecliste bile Hz. Peygamber'in birçok hadisini naklederdi. Fakat Hz. Ömer, halkin herseyden önce Kur'ân ile mesgul olmasini, amelle ilgili olanlarin disinda kalan hadisleri az rivâyet etmelerini, halki yersiz bir tevekküle götürecek ruhsat hadisleriyle, halkin anlayamayacagi müskil hadisleri halka rivâyet etmeyi uygun görmüyordu. Bu arada, çok hadis rivâyet edenlerin, rivâyet sirasinda hata yapabileceklerinden ve benzeri seylerden de endise ediyordu. Bütün bu sebeplerle, Hz. Ömer sahâbîleri çokça hadis rivâyet etmekten alikoymus, Ebû Hureyre'ye de agir konusmus ve onu Devs'e sürmekle tehdid etmistir. Çünkü Sahâbe içerisinde en çok hadis rivâyet eden oydu. ibn Kesir bunu naklettikten sonra söyle der: "Bildirildigine göre Hz. Ömer (r.a.) daha sonra Ebû Hureyre'nin hadis nakletmesine izin vermistir (ibn Kesir, a.g.e., VIII, 106; M. Ebu Zehv, a.g.e., 159).
Bir baska menfî tenkid: Ebû Hureyre'nin diger sahâbîlerden daha çok hadis rivâyet etmesini saglayan sey, Hz. Peygamber söylesin veya söylemesin, helâl ve haramla ilgili olmayan, fakat güzel ahlâka tesvik, cennet ve cehennem haberleri gibi bütün güzel sözleri ona isnad etmeyi kendine câiz görmesidir. Onun bu konudaki dayanagi su hadislerdir: "Benden size hakka uygun bir söz ulastiginda, ben onu ister söylemis olayim isterse olmayayim, onu aliniz' "Benim söylemedigim fakat benden size ulastirilan güzel bir sözü, ben söylemisimdir" (M. Ebû Zehv, a.g.e., 160).
Buna verilen cevap sudur: Geç müslüman olmasina ragmen Ebû Hureyre'nin çok hadis rivâyet etmesi, onlarin ileri sürdükleri sebeplere baglanamaz. Bunun asil sebebi, dünyadan el-etek çekip Hz. Peygamber'in toplantilarina katilmasi, savasta ve savas disinda onun yanindan ayrilmamasi, hadisleri unutmamasi için Hz. Peygamber'in duasini almasi, Hz. Peygamber'in vefâtindan sonra elli yil kadar daha yasamasi ve duymadigi hadisleri diger sahâbîlerden alarak insanlara rivâyet etmesidir (A.g.e. ve yer). Helâl ve haram disindaki konularda Hz. Peygamber'e yalan isnad etmesini kendisi için câiz görmesi iddiasi da geçersizdir. Çünkü o, "Kim bilerek bana yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazirlansin" hâdisinin râvîlerinden biridir. Birçok toplantilarinda hadis rivâyet etmek istediginde bu hadisi zikrettigi sâbittir. Sahâbiler, onun hadis rivâyetindeki üstünlügünü kabul ettiler ve ondan hadis naklettiler. Hz. Ömer, Osman, Talha, ibn Abbâs, Âise, Abdullah b. Ömer ve digerleri (r.anhum) bunlardandir (Hâkim en-Nisâbûrî, a.g.e., III, 513; ibn Kesir, a.g.e., VIII, 108). Bu da onlarin, Ebû Hureyre'nin güvenilirligi ve dogrulugu hususunda ittifak ettiklerini gösterir. Diger taraftan, Ebû Hureyre'nin rivâyet ettigi hadislerin çogunun, baska sahâbîler tarafindan da nakledildigi görülür (M. Ebû Zehv, a.g.e., 160, 161).
Ebû Hureyre'nin dayandigini ileri sürdükleri hadislere gelince, bu hadisleri Ebû Hureyre rivâyet etmemistir. Aksine bunlar onun adina uydurulmus sözlerdir. Bu hususta ibn Hazm söyle demistir: "Allah'tan korkmaz bazi insanlar birtakim hadisler rivâyet ettiler. Bunlarin bazisi islâm'in temel prensiplerini geçersiz kilmakta, bazilari da Hz. Peygamber'e yalan isnat etmeyi mübah saymaktadir. " ibn Hazm bu iki hadisi de, râvîlerinin çok zayif olmasindan ötürü geçersiz saymaktadir (ibn Hazm, el-ihkâm fî Usûli'l-Ahkâm, Misir 1345, II, 76, 78, 80; M. Ebû Zehv, a.g.e., 161, 162).
Macar asilli ünlü müstesrik yahudi Ignaz Goldziher de Ebû Hureyre'nin hadis uydurdugunu ve bunda hayli ileri gittigini ileri sürmüstür. Böyle bir tenkid tümüyle bâtildir, geçersizdir ve hiçbir hakli tarafi yoktur. Buhâri'nin söyledigi gibi Ebû Hureyre'den sekizyüz âlim hadis rivâyet etmistir. O, sahâbe ve muhaddisler nazarinda son derece güvenilir yüce bir sahsiyettir. ibn Ömer söyle demistir: "Ebu Hureyre benden daha hayirli ve naklettigini daha iyi bilendir." Cennet'le müjdelenenlerden biri olan Talha b. Ubeydullah da: "süphe yok ki Ebû Hureyre Hz. Peygamber'den bizim isitmedigimiz hadisleri isitmistir" demistir (el-Hâkim en-Nisâbûrî, a.g.e, III, 511, 512). Mervan'in sekreteri Ebû Zualza'a da Ebû Hureyre'nin hadis rivâyetinde ne derece güçlü oldugunu gösteren su haberi nakleder: "Mervan, Ebû Hureyre'yi Saray'da hadis rivâyet etmek için dâvet etmisti. Mervan beni divanin arkasina oturtmustu ve ben de Ebû Hureyre'nin naklettiklerini gizlice yaziyordum. Ertesi yil yine onu dâvet etti ve ondan hadis rivâyet etmesini istedi. Bana da bir yil önceki yazdiklarimdan takip etmemi tenbih etti. Neticede, onun bir tek kelime bile degisiklik yapmadan rivâyet ettigini gördüm (ibn Kesir, a.g.e., III, 106; M. Ebû Zehv, a.g.e., 162-164).
Ebû Hureyre 78 yil yasadiktan sonra Hicrî 57/676 yilinda Medine'de vefât etmistir.

M. ALI SÖNMEZ

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Rasûlullah’in Süvarisi
Ebû Katâde
radiyallahu anh

Ebû Katâde radiyallahu anh Fâris-i Resûlullah = Rasûlullah’in süvârisi lakabiyla meshur bir yigit...Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimizin Zû Kared gazvesinde özel iltifatina mazhar bir cengâver... Ismi Haris, künyesi Ebû Katâde’dir Hazrec kabilesinin Seleme koluna mensuptur. Babasi Rebi Ibni Beldehe, annesi Kebse binti Mazhar’dir. Ailesi, sahabî olan Sülafe binti Berrâdir. Bu zevcesinden Abdullah, Ma’bed, Abdurrahman ve Sâbit adinda dört oglu dünyaya geldi.

Ebû Katâde ikinci Akabe bey’atinden sonra müslüman oldu. Bedir’den sonraki bütün gazvelere katildi. Onun cesaret ve kahramanligi Zû Kared gazvesinde baskinci müsriklerin baskani Mes’âde ile karsi karsiya geldiginde bâriz olarak görüldü. Bu karsilasmayi kendisi söyle anlatiyor:

“Medine’de bir at satin almistim.Mes’ade ati görmüstü de bana: Ey Ebû Katâde! Bu ati niçin aldin diye sormustu.Ben de:“Rasûlullah (s.a.)’in yaninda bir cihad ati bulundurmayi istedim.” demistim. Mes’ade:“Sizi öldürmek, hiç de kolay olmayacak!” diye karsilik verince: “Bu at üzerinde seninle karsilasmayi Allah’dan dilerim.” diye cevap verdim. Zû Kared mevkiinde baskinci müsriklere saldirdigimiz zaman yüzüme bir ok isabet etti. Oku ve demiri yüzümden çekip çikardim tekrar saldiracagim zaman bana dogru bir atli geldi. Migferini kaldirip yüzünü açti ve “Ey Ebû Katâde! Iste kavustuk” dedi. Meger Mes’adet’ül-Fezâri imis. Beni önemsemeyerek, çarpismak mi yoksa güresmek mi?Hangisini istersin diye sordu. Ben de bunu sana birakiyorum dedim. Öyle ise güres! dedi. Hemen atindan indi kilicini bir agaca asti. Ben de atimdan inip kilicimi baska bir agaca astim. Sonra karsilikli siçrastik. Allah Teâlâ kolaylik verdi de bir hamlede onu yere yikip gögsüne oturdum. O sira basima bir sey dokundu. Baktim ki Mes’ade’nin agaca asili kilici. Hemen uzanip kilici aldim ve kinindan siyirdim. Seni sag birakmayiyacagim dedim. Mes’ade: “Ey Ebû Katâde ne olur beni öldürme! Bizim küçükler kime kalacak?” diye yalvarmaga basladi. Fakat canina kastedene acimak olmazdi. Dolayisiyla onu öldürdüm. Kaftanimi da çikarip üzerine örttüm. Atina bindim ilerlerken, Mes’ade’nin kardesi oglunun üzerime geldigini gördüm. Onu da mizrakla sirtindan vurup yere yiktim.

Islâm süvarileri baskinci müsrikleri bozguna ugratip geri dönerken Sevgili Peygamberimiz de Zû Kared mevkiine gelmis ve oraya karargâh kurmustu. Iki Cihan Günesi efendimiz Ebû Katâde’yi görünce: “Allah’im onun saçina, derisine bereket ver. Onu zinde yasat!” diye dua buyurdu. Ona: "Mes’ade’yi sen mi öldürdün?" diye sordu. O da: "Evet!" dedi Fahr-i Kâinat efendimiz:"Yüzüne ne oldu?" dedi. O da:“Bir ok isabet etti Ya Rasûlallah!” dedi. Sefkat pinari efendimiz: “Yanima yaklas” buyurdu ve Ebû Katade’nin yarasi üzerine püskürdü. Hiç bir agrisi sizisi kalmadi. Ayrica Mes’ade’nin atini ve kilicini ona verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bir gün bir gece Zû Kared’de kaldi. Sabaha çikinca“Bu gün süvarilerimizin hayirlisi Ebû Katade, yayalarimizin hayirlisi da Ebû Seleme oldu." buyurdu.

O, birçok seriyyelere istirak etti. Hicretin 8. senesinde bir kesif kuvvetinin basinda Hadre tarafina gönderildi. Burada Gatafan kabilesi oturuyordu. Ikide bir müslümanlarin arazisine saldirip yagma ederek rahatsiz ediyorlardi. Ebû Katade (r.a.) bu kabileyi muhasara etti. Onlari fenâ halde sikistirdi ve kaçirdi.Mallarini ganimet olarak aldi ve Medine’ye döndü. O, ayni senenin Ramazan ayinda Batni Eham, Zi Hasab, Zi Merve taraflarina da gönderildi. O havalideki eskiyayi temizleyerek huzur ve sükunû temin etti. Oradan da Mekke Fethine katildi. Daha sonra Huneyn Gazvesine istirak etti. Burada bir ara bas gösteren bozgun esnasinda çok büyük kahramanliklar gösterdi. Herkesin takdirini kazandi. Tebük seferinde ve Veda haccinda da bulundu.

Ebû Katade (r.a.) Rasûl-i Ekrem (s.a.)’in sohbetlerinden aldigi feyz ile hayatini Allah yoluna adamisti. Ondan 170 kadar Hadis-i serif rivayet etmisti. Hadislerin nakil ve rivayeti konusunda çok titiz davranirdi. Bir gün oglu Ma’bed aralarinda Rasûlullah (s.a.) söyle buyurdu, böyle buyurdu diye konusurlarken, babasi bunlari duydu. Yanlarina gelerek; “Siz ne konustugunuzu biliyor musunuz? Ben Rasûlullah (s.a.)’in: “Benim söylemedigimi bana atfedenler Cehennemde kendilerine yer hazirlasinlar.” buyurdugunu isittim dedi.

O, Islâm kardesligini yasama konusunda da çok titizdi. Kardesligi bütün canliligiyla yasardi. O yüksek bir ahlâkî nezâkete sahipti. Kardeslerinin yoluna bütün malini sarfedebilirdi. Malinin kiymeti yoktu. Birgün bir cenaze getirildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.) ölenin borcu olup olmadigini sordu. Iki dinar borcu oldugu söylenince karsiliginda bir sey birakip birakmadigini sordu. Birakmadigi bildirilince: O halde götürünüz namazini siz kiliniz buyurdu. Bunun üzerine Ebu Katâde (r.a.)derhal öne çikti ve: “Ya Rasûlallah Onun borcunu ödemeyi ben üzerime aliyorum.” dedi. Ancak bundan sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.)efendimiz kalkip namazini kildirdi.

O, bir muharebede ashab-i kiram su tedariki ile mesgul iken, kendisi Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin yanindan hiç ayrilmadi. Efendimiz hayvanlarin üzerinde bir rahilenin içindeydi. Bir ara oturduklari yerde daldiklarindan vücutlari öne dogru biraz egilmisti. Ebu Katâde yanlarina giderek vücutlarini dogrulttu. Biraz sonra mübarek bedenleri tekrar egilmis ve düsecek bir vaziyet almislardi. Ebû Katâde tekrar kosarak Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimizi kaldirdi. “Kimsiniz” diye sordu. Ebû Katâde’yim dedim.Bunun üzerine: “Yâ Ebâ Katâde! Sen Allah’in Resûlünü muhafaza ile mesgul oldun. Allah Teâlâ da seni muhafaza eylesin.” diye duâ buyurdu.

Ebû Katâde (r.a.)bu dualar hürmetine yetmis yaslarinda iken bile onbes yasinda imis gibi zinde ve diri idi. O dört halife devrini de yasadi. Hz. Ali (r.a.) zamaninda Nehrevan seferinde kumandanlik yapti. 674 m. senesinde Küfe’de vefat etti. Cenâb-i Hak’dan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.

Altinoluk dergisi, 1997
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+3]Ebû Mûsa El-Es'arî[/SIZE]​
Ebû Mûsa el-Es'arî radiyallahu anh hicrî takvimin tesbitine vesile olan bir sahabî... Kur'an-i Kerim'i bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ögrenerek ezberleyen bir hâfiz... Uzun yillar idarecilik yapmasina ragmen dünya malina iltifat etmeyen bir zâhid vâli...
Yemen'in Zebid sehrinde oturan, Es'ar kabilesindendir. ismi Abdullah'dir. Ebû Mûsa künyesiyle meshur olmustur. Babasi Kays, annesi Zabye binti Vehb'dir. islâm'a girisini kendisi söyle anlatir: "Biz Yemen'de iken son peygamberin geldigi ve halki islâm'a davet ettigi haberi bize ulasti. Ben ve iki agabeyim, Es'arî kabilesinden elli iki kisilik bir heyetle birlikte Rasûlullah (s.a.)'i görmek için bir gemiye binerek yola çiktik. Hava muhalefeti sebebiyle gemi bizi Habesistan'a çikardi. Orada Ca'fer ibni Ebî Tâlib (r.a.) ile bulustuk. Yeni din ve Peygamber hakkinda ondan bilgiler aldik. Ve orada müslüman olduk. Kendilerini buraya Rasûlullah'in gönderdigini söyleyen Ca'fer (r.a.) bizim de bir müddet burada kalmamizi istedi. Bizler de onlarla birlikte Habesistan'da oturduk. Daha sonra Rasûlullah (s.a.)'in müsadesiyle Habes hükümdari Necâsî bizi Medine'ye gönderdi." Bu kafilenin Medine'ye gelisi sirasinda Rasûlullah (s.a.) Hayber fethinde bulunuyordu. Efendimiz bu savasta bulunmayanlara hisse vermedigi halde Esarîlere ganimetten hisse verdi. Onlara yufka yürekli insanlar diye iltifat etti.
Ebû Mûsa Hayber'in fethinden sonra yapilan bütün gazve ve seriyyelere katildi. Huneyn Gazvesinde bozguna ugrayan düsman askerlerini takip etmekle görevlendirilen amcasi Ebû Âmir el- Es'arî kumandasindaki birlikte o da vardi. Amcasi sehid düserken kumandayi Ebû Mûsa'ya birakti. Evtas zaferini kazanan Ebû Mûsa el-Es'arî (r.a.) Medine'ye döndü. iki Cihan Günesi efendimizin huzuruna vardi. Durumu arz etti: Efendimiz her iki kumandana da duâ etti. Ebû Mûsa'ya da: "Allahim! Abdullah ibni Kays'in günahini affeyle ve kiyamet gününde ona en güzel makami ver." diye dua buyurdu.
O, Rasûlullah (s.a.) efendimiz zamaninda Yemen'in Zebid, Aden, Me'rib ve sahil taraflarinin zekâtini toplamakla görevlendirildi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) devrinde de orada kalan Ebû Mûsa (r.a.) dinden dönen Esved el-Ansî ile mücâdele etti. Daha sonra Medine'ye döndü. Kur'an-i Kerîm'in kitap haline getirilmesinde büyük hizmetleri oldu.
O, Kur'an-i Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan ögrenerek ezberleyen sayili sahabîlerden biridir. Güzel sesliydi. Kur'an okuyusu herkesi hayran birakirdi. Dinleyeni titretip sarsan bir sesi vardi. Evinin önünden geçerken okuyusunu isitenler onu durup dinlemeden geçemezlerdi. Bir gece Rasûl-i Ekem (s.a.) efendimiz Âise (r.anha) annemizle bir yere gidiyorlardi. Ebû Mûsa'nin evinin hizasina gelince durdular. içerden tatli tatli okuyusunu dinlediler. Okumasini bitirinceye kadar beklediler. Efendimiz sabahleyin onu görünce aksamki hadiseyi anlatti ve "Buna Davud'unkine benzer güzel bir ses verilmistir." buyurarak ona iltifat etti.
O, Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizin sagliginda fetva verenlerdendi. Saffan ibni Süleyman bu konuda: "Rasûlullah zamaninda Hz. Ömer, Hz. Ali, Muâz ibni Cebel ve Ebû Mûsa el-Es'arî (r. anhüm)den baskasi fetva vermezdi." diyor. Onun verdigi fetvalar küçük bir cüz hacminde idi. Kendisi fetvâ konusunda: "Gerçek, gün isigi gibi ortaya çikmadan bir hâkimin hüküm vermesi dogru degildir." derdi.
Ebû Mûsa el-Es'arî (r.a.), uzun yillar idarecilik yapti. Dünya malina hiç iltifat etmedi. O, zühd ve takvâsiyla söhret buldu. Etrafindakilere hep iki Cihan Günesi Efendimizin zamaninda yasadiklari mütevazi hayati, ihlâs ve samimiyeti, sâde yasamanin güzelligini anlatirdi. Ne olursa olsun her konuda ihlâs gerektigini, Allah Teâlâ'dan çok korktugunu söylerdi. Her an son nefesini düsünürdü. Son nefesini imanla vermek onun en büyük gayesiydi. Yakinlari onun bu haline bakar ve: "Kendine biraz acisan" derlerdi. O da söyle karsilik verirdi. "Atlar kosuya çiktigi vakit, son noktaya gelesiye kadar nasil bütün güç ve kuvvetlerini kullanirsa, ben de son nefesimi imanla veresiye kadar bütün gücümü kullanmak mecburiyetindeyim." derdi.
Onun en belirgin vasiflarindan biri de son derece hayâ sahibi olup edepli olmasiydi. Yikanirken dahi Allah Teâlâ'dan hâyâ edip karanlikta iki büklüm olarak yikandigini söylerdi. Talebelerine yumusak huylu olmayi tavsiye ederdi. Onlari Allah korkusundan aglamaya tesvik ederdi. "Aglayamiyorsaniz aglamaga gayret edin. Zira Cehennem ehli göz pinarlari kuruyuncaya kadar aglayacak. Sonra içinde gemiler yüzecek kadar kanli yaslar dökecekler" derdi.
Ebu Musa el-Es'arî (r.a.) Hz. Ömer (r.a.) devrinde Basra valiligi ve kadiligina tayin oldu. Valiligi esnasinda, Nusaybin, Dinever, Kum gibi birçok sehrin fethinde önemli hizmetleri oldu. Ahfaz ve isfahani aldi. Tüster'de iran'in meshur kumandani Hürmüzan'i esir aldi ve halifeye gönderdi. Daha sonra Hz. Ömer (r.a.) onu, Ammar bin Yâsir (r.a.)'dan bosalan Kûfe valiligine tayin etti. Hz. Osman (r.a.) devrinde de ayni vazifeye devam etti. Bu arada Kur'an ve fikih dersleri verdi. Cemel vak'asinda tarafsiz kaldi. Siffinde Hz. Ali (r.a.)'in vekili oldu. Hakem olayinda sulh için çok gayret etti. Sonunda yapilanlara üzülerek tamamiyle uzlete çekildi.
O, valiligi esnasinda hicrî takvimin tesbit edilmesine vesile oldu. islâm takvimini yazilarinda ilk defa o kullandi. Hz. Ömer (r.a.)'a bu konuda bir mektup yazarak: "Bize tarihsiz mektuplar gönderiyorsunuz." diye uyardi. Hz. Ömer (r.a.) da derhal bir sûra toplayarak hicreti tarih baslangici olarak kabul etti.
Ebû Mûsa el-Es'arî (r.a.)'in 360 hadis-i serif naklettigi ve 662 m. tarihinde vefat ettigi rivayet edilir. Vefati Kûfe'de mi?Mekke'de mi? oldugu da ihtilâflidir. Cenâb-i Hak sefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Mustafa ERIS
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Rasûlullah’in Âzatli Kölesi

Ebû Râfi’-radiyallahu anh-
Ebû Râfi’ radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin âzatli kölesi... Hizmetleriyle Efendimizin aile efrâdi arasina girme seâdet ve serefine kavusan bir bahtiyar... Seferde hazarda özel hizmetleriyle öne çikan bir yigit...
O, Ebû Râfi’ künyesiyle meshurdur. Adi tam olarak bilinememekte olup ona atfen on kadar isim zikredilmektedir. Bunlar arasinda en fazla Ibrahim ve Eslem adi geçmektedir. Misir’in yerlilerinden olan Ebû Râfi’, Sevgili Peygamberimizin amcasi Abbas’in kölesi idi. Hazreti Abbas’in hanimi Ümm-i Fadl ile birlikte Bedir Gazvesinden önce müslüman oldu. Fakat müsriklerin serrinden çekindigi için Islâm’a girdigini ilân etmedi. Bedir muharebesine kadar Mekke’de kaldi. Islâm’i gizli gizli yasamaga çalisti.
Ebû Râfi (r.a) Mekke’de bulundugu yillarda zemzem kuyusunun yaninda agaçtan su taslari oyardi. Ümm-i Fadl’in odasi da kuyuya yakindi. Bedir harbinin oldugu günlerdi. Müslümanlarin müsrikleri büyük hezimete ugrattiklari haberini aldilar. Sevinçli sevinçli bu konu üzerinde konusurlarken Ebû Leheb oraya çika-geldi. Konusmalarini kesip herkes isiyle mesgul oldu.
Bu azili müsrik Bedir Gazvesine istirak etmemisti. Yerine Âs Ibni Hisam’i göndermisti.
calig67.jpg
Fakat Kureys’in maglûbiyet haberini almis kininden, öfkesinden ne yapacagini bilemiyordu. Nasil maglub olurlar diyerek hezimeti kabul edemiyordu. Içinde tufanlar kopuyordu. Kureys sayi bakimindan kat kat fazla. Silâh olarak yine öyle. Buna ragmen maglubiyet? Nasil olur? diyerek bir türlü içine sindiremiyordu. Derin derin düsünceye daldigi bir sirada Ebû Süfyan’in geldigini gördü, ve: “Ey kardesimin oglu! yanima gel” diye çagirdi. Ondan Bedir harbi hakkinda genis bilgi istedi. Nasil oldu anlat bakalim? dedi.
Ebû Süfyan hüzünlü hüzünlü. “Hiç sorma sanki onlarin karsisinda elimiz kolumuz bagli idi. Istedikleri gibi hareket ettiler. Bir kismimizi öldürdüler, bir kismimizi esir ettiler.” diye söze basladi. Sonra devamla: “Vallahi ben bizimkilerden kimseyi kinayip ayiplamiyorum. Çünki o sirada öyle kimselerle karsilastik ki, yer ile gök arasinda yagiz atlara binmis ve beyazlar giyinmis adamlar bizlere hücum etti. Bu adamlar bizi bozguna ugratti” dedi. Sessizce onlarin konusmalarina kulak veren Ebû Râfi’ (r.a) bu sözleri isitince: “Vallahi onlar meleklerdir.” deyiverdi.
Öfkesinden çatlayan Ebû Leheb kalkti Ebû Râfi’nin üzerine yürüdü. Onu dövmeye basladi. O ara ortalik karisti. Orada bulunan Ümm-i Fadl eline bir çadir diregi alarak Ebû Leheb’in üzerine yürüdü. Onu basindan yaraladi ve: “Kimsesi yok diye onu güçsüz gördün degil mi?” dedi. Ebû Leheb hepten kendini kaybetti. Hor ve hakir olarak zelil ve rezil bir vaziyette oradan ayrildi. Yedi gün sonra kara kizil denen bir hastaliga yakalanarak cani cehenneme gitti. Çocuklari lesini ortada birakti. Hastalik bulasir diye yanasamadilar. Etrafa pis kokular yayilmaya basladi. Halkin sikayeti üzerine bir kenara çektiler ve lesi görünmeyinceye kadar üzerine tas yigdilar. Taslar altinda ebedi azab yurduna yuvarladilar.
Ebû Râfi’ (r.a) Bedir’de esir alinan efendisi Abbas’in kurtulus fidyesini Medine’ye götürdü. Daha sonra Abbas onu Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize bagisladi. O da Medine’ye hicret etti. Iki Cihan Günesi efendimizden hiç ayrilmadi. Ashâb-i Suffa arasina katildi. Yapilan bütün gazvelerde bulundu. Efendimiz onu amcasi Abbas’in müslüman oldugu müjdesini alinca âzat etti ve câriyesi Selmâ ile evlendirdi.
O, iki Cihan Günesi Efendimize o kadar âsik idi ki âzât ettigi zaman aglayarak: “Ya Rasûlallah beni niçin birakiyorsun? Bundan sonra yine yaninizda kalip çalisacagim” dedi. Hürriyetine kavusunca hür olarak Efendimizin özel hizmetlerinde bulundu. Harb ve sulh zamanlarinda onun yanindan ayrilmadi. Seferlerde çadirini kurdu. Esyalarini korudu. Efendimizin sünneti seniyyesini ve yüksek ahlâkini en iyi bilenlerden oldu. Ibni Abbas (r.a) bir kâtip tutup onun bu husustaki bilgilerini yazdirdi.
O, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin ailesinden kabul edilmeyi en büyük seref kabul etti. Köle olarak hizmeti ganimet bildi. Hürriyete kavusmasina ragmen yanindan ayrilmadi. Ondan habersiz hiç bir is yapmadi. Birgün Sevgili Peygamberimiz, Erkam Ibni Ebi’l-Erkam’i zekat toplamaga memur etmisti. Erkam (r.a), Ebû Râfi (r.a)’a: “Bana bu iste yardimci olursan, toplayanlara ne verilirse onu sana veririm.” diyerek birlikte bu vazifeyi yapmayi teklif etti. O da durumu Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize arz etti. Efendimiz ona: “Yâ Ebâ Râfi’ Kavmin kölesi kendilerinden sayilir.” buyurarak zekatin kendisine helâl olmayacagini bildirdi.
O, Hayber seferine hanimi Selmâ ile birlikte katildi. Daha sonra hanimi Selmâ Ibrahim’in dogumunda ebelik yapti. Iki Cihan Günesi efendimiz oglu Ibrahim’in dogum müjdesini Ebû Râfi’den alinca, ona bir köle hediye etti. Bir gece yarisi Bakî kabristanligina giderken onu da yanina aldi ve beraber götürdü.
O, Hz. Ebû Bekir (r.a) devrinde mürtedlerle yapilan savaslarda bulundu. Misir’in fethine katildi. Hasan, Râfi’, Abdullah, Mutemer, Mugire ve Selmâ adinda alti çocugu ve bir çok talebesi olan Ebû Râfi’ (r.a) 68 hadis-i serif rivayet etti. Bunlarin çogu Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin çevresinde gördügü olaylarla ilgilidir.
Hz. Ali (r.a)’in kumandasinda Yemen’e gönderilen Seriyye’de de bulunan Ebû Râfi’ (r.a) 660 m. yilinda Kûfe’de vefat etti. Cenâb-i Hak’tan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Mustafa Eris, Altinoluk dergisi, 09/1998
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
EBU SAID EL-HUDRI
(? - 47)
Ashâb-i kirâmin fakihlerinden biri. Sa'd b. Mâlik b. Sinan b. Ubeyd, Adiyy b. Neccâr kabilesindendir. Babasi, Medine'de Islâm'in tebligi basladiginda müslüman olmus, Ebû Said müslüman bir ailede dünyaya gelmistir.

Ebû Said el-Hudrî, Rasûlullah'in hadislerinden binden fazla rivayet eden Ebû Hureyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Mâlik, Ümmü'l-Mü'minin Âise, Abdullah b. Abbâs, Cabir b. Abdillah el-Ensâri, ile birlikte Muksirun adi verilen sahâbelerden biridir. Bu yedi sahâbî, onaltibinden fazla hadis rivâyet etmistir. Ebû Saîd el-Hudrî bin yüz yetmis hadis rivâyet etmistir. Bunlardan kirküç tanesi Buhâri ve Müslim'de yirmi altisi yalniz Buhâri'de, elliikisi yalniz Müslim'de, digerleri öteki hadis kitaplarinda bulunmaktadir (Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasari, Tecrid-i Sarih Tercüme ve Serhi, I, 26 Mukaddime).

Ebû Saîd, Medine'de Mescid'i Nebevî'nin insasina katilmis, Bedir gazasinda küçük oldugundan bulunamamis, onüç yasinda Uhud gazasina babasi ile katilmis ve bu savasta babasi Mâlik sehid olmustur. Babasinin ölümünden sonra ailesinin geçimi ona kalmis ve önceleri açlik çekmis, karnina tas bâglamistir. Ailenin kadinlâri, "Kâlk dâ Râsûlullâh'â git, ondan bir sey iste, herkes istiyor" dediklerinde önce gitmemis, sonra Rasûlullah'in huzuruna gittiginde onun su hutbeyi irâd ettigini görmüstür: ''Istigna gösteren ve iffeti muhâfaza eden insanlari Cenâb-i Hak âlemden müstagni kilar." Bu sözü duyduktan sonra bir sey istemeye cesaret edemeden dönmüstür. Bunun sonrasini kendisi söyle anlatir: "Rasûl-i Ekrem'den bir sey dilemeyerek döndügüm halde Cenâb-i Hak bize rizkimizi gönderdi. Isimiz o kadar yoluna girdi ki, Ensar içinde bizden daha zengin bir kimse yoktu" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 449)

Ebû Said, Benû Mustalik ve Hendek gâzâlarina da katilmis, seferlere çikmistir. Hudeybiye, Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn, Tebük gazalarinda bulunmustur. Rasûlullah'in on iki gazasinda yer almistir (Sahîh-i Buhâri, II, 251). Hz. Ömer ve Osman devirlerinde Medine'de fetvâ vermis, Hz. Ali devrinde Nehrevan savasinda bulunmustur. Haricilere iliskin su rivâyeti vârdir:

Bir gün Rasûlullah bir seyleri taksim ederken bir adam geldi ve ona: "Yâ Râsûlullâh, âdalet üzere hareket et" dedi. Râsûlullâh, "Ben adalet etmezsem kim eder?'' buyurdu. Hz. Ömer âdâmin kellesini uçurmak istedi. Rasûlullah buyurdu ki: "Hayir birak. Onun öyle arkadaslari olacak ki, onlar sizin namazlarinizi, oruçlarinizi begenmeyecek, fakat onlar bir ok yayindan nasil çikarsa dinden öyle çikacaklar. Bunlarin içinde öyle bir adam bulunacak ki, memelerinden biri kadin memesi gibidir. Bunlar, insanlar bir fetret içinde iken zuhur edeceklerdir." Ve o siradâ bu adam hâkkinda su âyet nâzil oldu: ''Adamlar içinde öyleleri vardir ki, sen sadakayi dagitirken seni kasla gözle muâheze ederler.'', "Sadakalar hakkinda sana dil uzatanlar vardir. Onlara verilirse hosnut olurlar, verilmezse hemen öfkeleniverirler. Eger onlar Allah ve Rasûlü'nün kendilerine vermis olduklari seylere razi olsalar ve 'Allah bize yeter; O ve Rasûlü bol nimetinden bize verecektir; dogrusu biz Allah'a gönül baglayanlardaniz' deselerdi daha hayirli olurdu" (et-Tevbe, 9/58-59).

Ebû Said bu hadisi naklettikten sonra söyle demistir: "Sehâdet ederim ki, Rasûl-i Ekrem bu sözleri söylemis, yine sehâdet ederim ki, bu adami Hz. Ali katletmisti. Bu adam teshis olunurken vakta yerinde bulundum, onun Rasûl-i Ekrem'in tarif ettigi gibi oldugunu gördüm." Hicretin 36. yilinda olan bu olaydan sonrâ Ebû Sâid 60. yilda Kerbelâ faciasina sâhit olmustur. 63. yilda Medine halki isyan edince ve Yezid'e karsi çikârak Abdullah b. Hanzala'yâ bey'at edince Ebû Said de bu harekete, kâtilmistir Ancak Yezid'in kuvvetleri ile Medineliler çarpisirken iki tarafin da bu savastan bezgin olmasi ve Ebû Said el-Hudri'nin silahini birakmasi ve esir olarak Sam'â götürülerek orada Yezid'e bey'at etmesi, Abdullah b. Ömer ile arasinin açilmasina yol açmistir. Abdullah ona: 'Sen iki emire mi bey'at ettin?' demis, Ibn Ömer buna müteessir olmus ve, "Nass, bir emir etrafinda toplanmadan iki emire bey'at dogru degildir" demistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 29-30).

Ebû Said, H. 74 yilinda seksenbir yasinda vefât etmistir. Ashâbin fakih ve âlimlerinden olan Ebû Said'in Abdurrahman, Hâmza ve Sâîd adinda üç çocugu olmustur. Ebû Saîd'in rivâyetlerini nakledenler arasinda Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbâs, Enes b. Mâlik, Ibn Ömer, Ebû Katâde, Ebû Tufâyl, Saîd b. el-Müseyyeb, Târik b. Sihâb, Atâ, Mücâhid... bulunmaktadir. Talebelerinden Kuz'a Ebû Saîd'e, Rasûlullah'in namaz kilma seklini sordugunda Ebû Said söyle demistir: "Rasûl-i Ekrem ögle namazina durduklari zaman birimiz kalkar, Baki'ye gider, ne isi varsa görür, ondan sonra evine gelir, abdestini tazeler, sonra mescide döner, Resul-i Ekrem'i birinci rekâtta bulurdu" (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., 111, 35). Ebû Said'e, "Siz bu hadisi bizzat Rasûl-i Ekrem'den mi duydunuz? " diye soran Kuz'a'ya o söyle cevap verir: "Ben Rasûl-i Ekrem'den duymadigim seyi nasil naklederim? Evet, bizzat Rasûl-i Ekrem'den duydum." Medine valisi Mervân'in bir gün bayram namazinda, namazdan evvel hutbe okumasina cemaatten biri "sünnete muhâlefet ediyorsun" diye karsi çikmis, Ebû Said de söyle demistir: "Bu zat vazifesini ifa etmistir. Rasûl-i Ekrem efendimizden duydum: 'Içinizden biri bir kötülügü görür ve onu eliyle yok edebilirse hemen onu yok etsin; eliyle yok edemezse diliyle yok etsin, o da olmazsa kalbi ile yapsin. Bu da imanin en zayifidir" (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 10).

Ebû Saîd, Rasûlullah'tan her duydugunu her zaman rivâyet etmemis, ihtiyaç duydugu zamanlarda, sünnetin yanlis uygulandigini gördügünde hadis rivâyet etmistir. O, yoksullara, öksüzlere yardim etmis, onlari evine alarak barindirmis ve terbiye etmistir. Leys, Süleyman b. Amr bunlardandir.

Ebû Said el-Hudrî'nin rivayetlerinden bazilari:

"Üç mescidden baskasina ziyaret maksadiyla yola çikilmaz. Mescid-i Nebevi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ. "

"Bir adam bir yere girmek için üç kere izin ister, ona izin verilmezse geri dönmelidir."

"Hayirdan ancak hayir çikar, hayirdan ancak hayir gelir. Hayir ancak hayir getirir, fakat hayri hakkindan alan berekete nâil olur, hayri haksiz yoldan alan bereketten mahrum olur. "

''Kalpler dört çesittir; Temiz ve nurlu kalpler; perdeli ve karanlik kalpler; çarpik kalpler; karisik kalpler. Temiz kalpler mü'minlerin kalbidir; iman bu kalplerin çoragidir. Perdeli ve karanlik kalpler kâfirlerin kalpleridir. Çarpik kalpler münâfiklarin kalpleridir; bunlar hakki tanir, fakat onu inkâr ederler. Karisik kalpler içinde hem iman hem nifak bulunan kalplerdir; bu kalplerde kan da var, irin de var. Bunlarin hangisi galebe çalarsa o kalp de, o hal ve mâhiyeti alir. "

"Dünya yemyesil ve tatlidir. Cenâb-i Hak, sizi dünyaya halife yapiyor. Sizin ne yapacaginiza bakiyor, Allah'tan sakinin dünyadan korkun Insanlarin en hayirlisi, kolay kolay kizmayan, çabuk uyum saglayandir. Insanlarin en fenasi çabuk kizan ve uyum saglamayanidir. Gaddarligin en büyügü bir yöneticinin emri altindakilere zulmetmesidir. Hakki bilen bir kimse, sakin insanlardan korkarak ve çekinerek hakki söylemekten çekinmesin. Cihadin en faziletlisi zâlim bir hükümdar karsisinda söylenen sözdür. "

"Birtakim yöneticiler türeyecek, onlarin etrafini birtakim adamlar saracak, bunlar zulm edecekler, yalan söyleyecekler. Bunlarin yanina giren, onlarin yalanlarina inanan, onlara zulümlerinde yardim eden benden degildir, ben de ondan degilim. Bunlara karismayin, bunlarin yalanlarina inanmayin; bunlarin zulümlerine yardim etmeyen kimse benden, ben de ondanim " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 6-24).

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bismill0.gif

[SIZE=+4]Ebu Talha Zeyd ibni Sehl (ra)[/SIZE]​
Ebu Talha (r.a.) Medineli muslumanlar arasinda bag ve bahceye en cok sahib olandi. Mescid-i Nebevi'nin karsisinda Beyruha adli bir bahcesi vardi. Hurma agaclari, asma ve tatli suyu ile meshurdu. Efendimiz sik sik buraya ugrar, suyundan icerdi. Bu bahceyi Allah rizasi icin infak edip amcazadelerine bagisladi. O, bagis yapilacak yerde maliyla, savas meydanlarinda da caniyla comertti.
Ebu Talha radiyallahu anh Peygamber asigi bir genc... Gonlu cihad ruhuyla dolu bir yigit... Allah yolunda infakta maliyla, cihadda caniyla comertlik yapan bir kahraman...
Musluman olduktan sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden ayrilmayan asiklardandi. Efendimizi cani gibi sever, ona hizmeti seref bilirdi. Huzur-i alilerinde pur edeb diz cokerek otururdu. Onu golge gibi takib ederdi. Butun savaslara istirak etti. Uhud gunu en zor anlarda dahi yanindan ayrilmadi. "Canim canin icin feda, yuzum yuzun icin kalkandir Ya Rasulallah" diyerek vucudunu siper etti.
O oylesine asik idi ki, evinde pisirdigi yemegi yalniz yiyemezdi. Sevgili Peygamberimize haber gonderir onun istirakini isterdi. Efendimiz de zaman zaman gider, Ummu Suleym'in hazirladigi yemegi yer ve orada oyle uykusuna yatardi. Kucuk Enes o gunleri soyle anlatiyor:
"Rasulullah (s.a.) evimize sik gelir giderdi. Cocuklari sever ve oksardi. Bizlerle ilgilenir ve latifeler ederek neselendirirdi. Birlikte namaza durur bizler de arkasina dizilir, saf olur, namaz kilardik."
Yine birgun Ebu Talha (r.a.)'nin evinde guzel bir yemek pisirilmisti. Enes'i Peygamberimize gonderip yemege davet etti. Iki Cihan Gunesi Efendimiz de mescidde ehl-i suffe ile birlikte oturuyordu. Enes'in gelisinden yemege davet edildigini anladi ve yetmis kadar ashabiyla kalkip Ebu Talha'nin evine gitti. Kalabaligi goren Ebu Talha biraz telaslanir gibi oldu. Ailesi Ummu Suleym (r.anha) ise;" Rasulullah (s.a.) varken telasa ne gerek var" diyerek onu teskin etti. Rasul-i Ekrem (s.a.) efendimiz yemegin bereketlenmesi icin dua ettikten sonra gruplar halinde ashabini sofraya oturttu. Hepsi doyasiya yedi ve kalkti. Sonunda daha o kadar kisiye yetecek yemek kaldigi goruldu.
Ebu Talha (r.a.) Medineli muslumanlar arasinda bag ve bahceye en cok sahib olandi. Mescid-i Nebevi'nin karsisinda Beyruha adli bir bahcesi vardi. Hurma agaclari, asma ve tatli suyu ile meshurdu. Efendimiz sik sik buraya ugrar, suyundan icerdi. Ebu Talha (r.a.) "Sevdiginiz seylerden Allah yolunda harcamadikca en ustun sevabi kazanamazsiniz." (Al-i Imran; 92) ayet-i kerimesinin nazil oldugunu isitince Sevgili Peygamberimizin yanina gitti ve bu bahceyi Allah rizasi icin infak ettigini soyledi. Diledigi sekilde kullanmasini istedi. Onun bu davranisini takdir eden Efendimiz (s.a.) bahceyi akrabalarina vermesinin daha uygun olacagini soyledi. Bunun uzerine o, bu bahceyi amcazadelerine bagisladi.
O, bagis yapilacak yerde maliyla, savas meydanlarinda ise caniyla comertlik yapardi. Ashab arasinda cesareti, yigitligi ve bilhassa gur sesiyle taninirdi. Sevgili Peygamberimizin: "Ebu Talha'nin asker icinde sesi yuz kisiden daha hayirlidir." iltifatina mazhardi.
Hayatinin sonuna kadar cihad askiyla dolu olarak yasadi. Omrunun cogu harblerde gectigi icin nafile oruc tutmazdi. Cenk icin kuvvetli olmak gerekir derdi. Bu yuzden Rasul-i Ekrem (s.a.) efendimizin: "Oruc yiyerek dusmaniniza karsi kuvvetleniniz" emrine uyardi. Onun bu halini uvey oglu Enes soyle anlatiyor:
"Ebu Talha cenk icin oruc tutmazdi. Fakat Rasulullah (s.a.)'in irtihalinden sonra 30 veya 40 yila yakin ben onun orucsuz gun gecirdigini gormedim. Yalniz Ramazan ve Kurban bayramlarinda oruc tutmazdi."
Yine Enes Ibni Malik (r.a.) soyle naklediyor:
"Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber bir seferde idik. Bizden kimi oruclu kimi de orucsuzdu. Oruc tutanlar gucsuz kaldilar ve hic bir sey yapamadilar. Orucsuzlar ise binit develerini suya goturup suladilar. Oruclulara hizmet ettiler. Yemek pisirip birlikte yediler. Butun bu faaliyetler uzerine Rasul-i Ekrem (s.a.) Efendimiz: "Bugun orucsuzlar tam ucret alip gittiler." buyurdu.
Ebu Talha (r.a.) hizmetin her cesidinden anlardi. Bir hizmet eri gibi kosardi. Medine'de kabir kazma isiyle de taninirdi. Iki Cihan Gunesi Efendimiz dar-i bekaya irtihal edince kabr-i seriflerini Medine halkinin adetine uygun olarak kazmak serefi de ona nasib oldu.
O, canindan cok sevdigi Fahr-i Kainat (s.a.) Efendimizin irtihalinden sonra onun ayriligina dayanamayarak diger sahabiler gibi basini alip Sam tarafina gitti. Uzun muddet orada kaldi. Hasretini gidermek ve kabr-i seriflerini ziyaret etmek icin Hz. Omer (r.a.)'in sehadetinden once Medine'ye geldi. Kosesine cekildi. Ibadet ve taatiyle mesgul oldu. Hz. Omer (r.a.) ona cok guvenirdi. Halifeyi secmekle gorevli sura meclisinin kapisinda bekcilik gorevini ona verdi. Halife secilinceye kadar kimsenin rahatsiz etmemesini ve uc gun muddet vererek halifenin suratle secimini saglamasini ondan istedi. O da bu vazifeyi seve seve yerine getirdi. Ensardan 50 kisiyle kapiyi tuttu ve uc gun icerisinde halifenin secilmesine yardimci oldu.
Ebu Talha yaslanmisti. Fakat gonlu hakikaten gencti. O hala cihad askiyla yaniyordu. Enes (r.a.) anlatiyor: "Bir gun Kur'an-i Kerim okuyordu. Tevbe suresi 41. ayetine gelince durdu ve: "Rabbimiz bizi, ihtiyar da olsak genc de olsak savasa gitmege cagiriyor." dedi. Kendisinin harp icin techiz edilmesini istedi. Ogullari: "Babacigim sen yaslisin harb etmek sirasi bizimdir. Sen otur biz gidelim." diyerek engel olmak istediler. Fakat kabul ettiremediler. O gunlerde Rumlara karsi bir savas hazirligi vardi. Ebu Talha bu deniz harbine katildi. Gemide agir hastalandi ve bir muddet sonra vefat etti. (654 m.) Yedi gun sureyle karaya cikamadiklari icin defnedilememisti. Ancak cesedinde de herhangi bir bozulma meydana gelmemistir.
Ebu Talha (r.a.) 92 hadis-i serif rivayet etti. Bunlardan bir tanesini kendisi soyle naklediyor: "Birgun Rasulullah'in huzuruna girdim. Pek neseli, mutebessim ve guler yuzlu bir halde gordum. Sebebini sordugumda: "Ya Eba Talha! Nasil memnun ve mesrur olmiyayim ki, biraz once Cebrail aleyhisselam geldi. Ummetimden bana bir kere salat ve selam getirene Allah Teala ve melekleri on salat ve selam eder." diye mujde verdi. buyurdu." Rabbimiz bizleri onlarin ruhaniyetinden istifade ettirip sefaatlerine nail eylesin. Amin.
Mustafa Eris
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[FONT=Balloon, Tahoma, Arial][SIZE=+2]EBÛ ZERR el GIFÂRÎ[/SIZE][/FONT]
[SIZE=-1](ö.31/651 52)[/SIZE]​
erdekl.gif

Ilk müslümanlardan, sahâbî Ebû Zerr, Benû Gifâr kabilesine mensub olup dogum tarihi bilinmemektedir. H. 31 (M. 651/652) yilinda Mekke ile Medine arasinda bir yer olan er-Rebeze'de vefât etmistir.
Ebû Zerr (r.a)'in ismi ve babasinin adi hakkinda kaynaklarda çesitli isimler zikredIlmektedir. Bazi eserlerde isminin Cündüb b. Cenâde b. Seken, bazi eserlerde Seken b. Cenâde b. Kavs b. Bevaz b. Ömer olarak zikredIlmektedir. Bazi eserlerde ise Cündüb b. Cenâde b. Kays b. Beyaz b. Amr olarak zikredIlmektedir. Bu sonuncusunun daha dogru olmasi muhtemeldir. Zira annesinin künyesi Ümmü Cündüb'dür (Ibnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, Vl, 99-101).
Hz. Cündüb b. Cenâde'nin künyesi Ebu Zerr'dir. Islâm tarihinde isminden ziyade bu künyesi ile meshur olup bununla anIlmaktadir. Lâkabi ise Mesîhu'l-Islâm'dir. Bu lâkabi ona Hz. Muhammed (s.a.s) bizzat vermistir. Ebû Zerr el-Gifârî'nin kabilesi ve ailesi genellikle câhiliye devrinde yol kesmek, kervanlari soymak ve eskiyalik yapmakla taninirdi. Ebû Zerr, cesareti ve atilganligi ile o kadar büyük bir söhret yapmisti ki, ismini duyan, oldugu yerde korkudan titrerdi.
Genç yastaki Ebû Zerr hazretleri bir gün, birdenbire degiserek meslegini birakip haniflerden oldu. Islâm'in henüz zuhur etmedigi bir zamanda Allah yolunu tuttu. Öyle ki, etrafindakilere, "Allah'tan baskasina Ibâdet edIlmez. Putlara tapmayiniz, onlardan hiçbir sey Istemeyiniz!" demeye basladi. Böylece hak yolunu bulmus ve lebbeyk demisti. Bu husustaki ifadesine göre, müslüman olmadan üç yil evveline kadar kendine mahsus bir sekilde Allah'a Ibâdet ettigini ifade etmistir.
Ebû Zerr (r.a.), Islâm daha duyulmadan hakkin dâvetine cevap veren ve ruhen iman eden büyük sahâbîlerden biridir.
Ebû Zerr hazretlerinin Islâm ile müserref olmasi basli basina bir olaydir. Söyle ki: .
-Bir gün, Gifârogullari kabilesine mensub bir kisi, Mekke'den kendi kabilesine döndügünde dogru Ebû Zerr'e gitti ve Mekke'de bir zatin zuhur edip kendisinin peygamber oldugunu iddia ederek Insanlari yeni bir dine dâvet ettigini ve Cenâb-i Hakkin vahdâniyeti hakkinda halka talimatta bulundugunu haber verdi. Ve bu isi tahkik etmesini ilâve etti. Kabiledasinin vermis oldugu bilgileri dikkatle dinleyen Hz. Ebû Zerr, karsisindakinin sözleri bittikten sonra:
"Cenâb-i Hakka yemin ederim ki, bu zat, iyilikleri ögrenmeleri ve kötülüklerden sakinmalari için halka nasihatler yapmaktadir" dedi.
Bu konusmadan kIsa bir süre sonra Ebû Zerr Mekke'ye gitti. Bu sirada Hz. Muhammed'in Mekke'deki durumu çok kritik oldugundan, ashabi onu büyük bir titizlikle koruyor ve bulundugu yeri hiç kimseye açiklamiyorlardi. Ebû Zerr Hz. Peygamber'i kime sorduysa bir cevap alamadi. Çaresiz Kâbe'ye gitti. Zemzem suyundan içerek biraz rahatladi. Tekrar Hz. Peygamber'i aramaya çikti. Yine kimseden bir cevap alamadi. Bu arada tesadüfen karsisina çikan Hz. Ali'ye sordu ise de yine bir cevap alamadi. Birkaç gün böyle geçti.
Nihâyet kendisinin Rasûlullah'in nübüvvetini ve onu aradigi hususu Rasûlullah'a bildirilince önce sekli semâili ve durumu tetkik edildi. Sonra zararsiz bir kimse oldugu anlasilinca Hz. Ali vasitasiyla Hz. Peygamber'e götürüldü. Rasûlullah ile yaptigi kIsa bir konusma ve görüsmeden sonra kelime-i sehâdet getirerek Islâm'a girdi. Artik bu günden itibaren bütün kuvvet ve kudretiyle bütün ask ve sevkiyle, bütün cesaret ve secâatiyle Islâm'i yaymaya ve ögretmeye basladi. Ebû Zerr (r.a.) kardesi Uneys (veya Enis'in) de Islâm'a girmesini sagladi. Kabilesinde de Islâm'a dâvet faâliyetlerine giristi ve birçogu onun eliyle müslüman oldu. Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra meydana gelen Bedir, Uhud, Hendek ve diger gazvelere katildi. Tebük gazvesinde Islâm ordusu hazirlandigi zaman Ebû Zerr gecikmis; devesinin bitkinligine ragmen Rasûlullah'in ardindan yürüyerek Tebük seferine katIlmisti. Mekke fethi sirasinda kendi kabilesinin sancaktarligini yapmistir. Ebû Zerr (r.a.) tabiaten fakir, zâhid ve inzivâyi seven bir sahâbî idi. Dünyaya hiç deger vermezdi. Bundan dolayi Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine Mesîhu'l-Islâm lâkabini takmisti. Nitekim Ebû Zerr (r.a.), Rasûlullah'in irtihâlinden sonra bu lâkaba uygun olarak dünya ile alâkasini tamamen keserek inzivâya çekildi. Medine'nin bagi bahçesi onun için bir harabeden baska birsey degildi. Hele Hz. Ebû Bekir (r.a.) de vefât edince Ebû Zerr (r.a.) tamamen içine kapandi. Yüregindeki acilara tahammül edemez hale geldi. Medine'den ayrilip Sam'a yerlesti.
Hz. Osman (r.a.) devrinde fetih hareketleri oldukça genislemis ve bu yüzden fethedilen bölgelerin gelenekleri de Islâm'a etki etmeye baslamisti. Bunun neticesi olarak emirler, sâdelikten ayrilarak dünyevî bir yasantinin içerisine girmislerdi. Saraylar, köskler, konaklar yapIlmaya. Hizmetçiler tutularak isler onlara gördürülmeye baslanmisti. Rasûlullah'in, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devrinin sâdeligi unutulmustu. Bu sâdeligi unutmayanlardan birisi de Ebû Zerr (r.a.) idi. O, sâde yasayisini sürdürmekte isrâr ediyordu. Mal ve servet biriktirme hirsi yoktu. Debdebeli bir hayat tarzini seçenlere gereken ikazlari yapiyor; bu durumun onlara kötülükten baska birsey vermeyecegini, bir gün bunlarin hesabinin sorulacagini söylüyordu. Ve sik sik delil olarak: "Altin ve gümüs depo edip Allah yolunda sarfetmeyenlere elim azabi müjdele..." meâlindeki âyeti okuyordu. Hz. Muâviye ve emirlerinin yasantilarini sürekli elestiriyordu. Bu yüzden Sam'da fesat çikardigi iddiasiyla Ebû Zerr (r.a.), Hz. Osman (r.a.)'a sikâyet edildi. Hz. Osman, Ebû Zerr'i Medine'ye çagirdi. Hz. Ebû Zerr Medine'ye geldikten sonra Hz. Osman'a, "Benim dünya malina ve dünya metama ihtiyacim yoktur!" diye haber gönderdi. Hz. Ebû Zerr'in Medine'ye gelisi halk üzerinde büyük bir tesir ve hayret icra etti. Fakat Ebû Zerr, Medine'de fazla kalmayarak Mekke civarinda bulunan Rebeze mevkiine giderek oraya yerlesti. Onun bu hareketini Hz. Osman da tasvib etti. Hz. Osman ona birkaç koyun ve bir deve verip bunlarla geçimini saglamasini söyledi.
Medine'de âsiler Hz. Osman aleyhine faâliyetlerde bulunduklari zaman Ebû Zerr'i bu ise karistirmak Istedilerse de bir kenara çekilip âsilere bu firsati vermedi. Ebû Zerr, Rebeze'de çok sIkintili günler geçirdi. Evi harab olmus, sirtinda elbise kalmamisti. Ailesi elbiseden bahsettikçe, o "bana elbise degil, kefen lâzim" diyordu. Nihâyet hastalandi. Ölecegini anlayan esi, kefeni dahi olmadigini söyleyerek ne yapacagini ve kendisini nasil defnedecegini hem düsünüyor ve hem de Ebû Zerr'e düsüncesini açikliyordu. O ise yattigi hasta yatagindan biraz dogrularak esine, üzülmemesini, Mekke tarafindan bir kâfile gelmedikçe ölmeyecegini, zira bu kâfile ile gelen bir gencin kendisine kefen getirecegini anlatip arada sirada hanimina "Bak bakalim, ufukta toz bulutu görüyor musun" diyordu.
Nihâyet H. 31 (M. 651-652) yilinda bir gün ufukta bir kervan gözüktü. Kervan konakladiktan kIsa bir süre sonra Hz. Ebû Zerr dâr-i bekâ'ya göçtü. Ensâr'dan bir genç gelip onu kefenledi ve cenaze namazini kildirarak Rebeze'ye defnetti (Hayreddin Zirikli, el-A'lâm, II, 140).
Uzun boylu, esmer, genis omuzlu ve saçlari beyazlasmis haliyle Hz. Ebû Zerr bir âbide gibi idi. Vefâtinda geriye harab bir ev ile üç koyun ve birkaç keçiden baska birsey birakmadi.
Ebû Zerr (r.a.), ashâb tarafindan "ilim deryasi" sifatiyla vasiflandirIlmisti. Çünkü bilgi edinmek için Hz. Peygamber'e sik sik sorular sorardi. 0man, ihsan, emir, nehy, iyilik ve kötülük hakkinda ne varsa hepsini Rasûlullah'a sorarak ögrenmisti. Her hareket ve isinde Resûl-i Ekrem'e tâbi oldugunu gösterirdi. Gayet kanaatkâr olup basit ve sâde yasardi. Âbid, zâhid idi. Hakki söylemekten çekinmez ve korkmaz idi. Ebû Musa el-Es'âri'yi ise yasayisindan dolayi çok severdi ve ona, "Sen, benim kardesimsin" derdi.
Ebû Zerr (r.a.), yaratilistan hak sever bir sahâbî idi. Ümmet arasinda meydana gelen fitne ve fesatlara karismaktan son derece sakinirdi. Hz. Osman'a muhâlif olmasina ragmen, etrafin sIkistirmasina mukâbil bitaraf kalmistir. Hz. Osman'a ve Hz. Muâviye'ye muhâlif olarak taninirdi. Fakat bütün bu muhâlefetlerine ragmen onlara karsi gelmedi. Kendisine arzu etmedigi birsey teklif edildigi zaman, zâhidlere mahsus bir edâ ile ve güler yüzle, hos sohbetligini de ileri sürerek reddederdi. Ebû Zerr, pek az sayida fetvâ vermistir. Zira bu hususta çok titiz davranirdi. Ancak hakli bir meselede halifeye karsi gelmekten çekinmezdi. Hz. Ebû Zerr'in oglu, sagliginda vefât etmisti. Geriye yalniz bir esi ve bir kizi kalmisti (M. Asim Köksal, Islâm Tarihi, Mekke Devri, s.177-180).
Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
kalig007.gif

ERKAM B. EBI'L-ERKAM VE EVI
(V.h. 53 veya 55/m. 673-675)
Mekke'de müslüman olan Ilk sahâbîlerden biri. Erkam b. Ebi'l-Erkam b. Esed b. Abdullah b. Ömer b. Mahzûm; künyesi Ebû Abdullah'tir. Babasinin adi Abdü Menâf; annesinin adi Ümeyye binti Hâris'tir. Erkâm, Mekke'nin en zengin ve mûteber ailelerinden biri olan Mahzûm kabilesine mensuptu. Annesi Ümeyye, Huzâa kabilesindendi. Mahzûmîler, Hz. Peygamber'in muhâliflerinden olmakla beraber, Erkam onun sâdik bir sahâbîsi olmustur. Ibn Abdilberr'e göre (el-0stîâb, I, 31) Erkam, "Zâlime karsi, mazlumla birlikte hareket edecegiz" diye and içen ve Islâm tarihinde "Hilfü'l-Füdûl" cemiyeti diye bilinen fazîletli grup içerisinde zikredilir.
Erkam, Hz. Ebû Bekir'in tesvIkiyle, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve Osman b. Maz'ûn ile ayni gün müslüman olmustu. Islâmî kaynaklar onu, müslüman olan Ilk onbes kisi arasinda saymaktadir. Oglu Osman'a göre ise, yedinci müslümandir. Onun, "Ben Islâm'da yedinci kisinin ogluyum. Babam yedinci kisi olarak müslüman oldu" dedigi nakledilir (Ibni Sâ'd, Tabakat, III, 242; Hâkim, el-Müstedrek, III, 502; Reckendorf, 0A, "Erkam " mad. IV, 3 1 6) . Resulullah (s.a.s.) ile birlikte basta Bedir ve Uhud olmak üzere, bütün savaslara kat Ilmistir. Medine'ye Ilk hicret edenlerdendir. Hz. Peygamber onu, Ensar'dan Ebu Talha ile kardes yapmistir. Hicretten sonra, Medine'de Zureykogullari mahallesinde bir evde oturmustur. Bu evin kendisine Hz. Peygamber tarafindan verildigi rivâyet edIlmektedir (Ibn Sâ'd, a.g.e. III, 244).
Erkam denilince akla gelen hususlardan biri de onun "evi"dir. Çünkü "Erkam'in evi", Islâm'da ayri bir özellige sahiptir. Sözkonusu ev; Kâbe'nin batisinda, Safâ ile Merve arasinda, Safâ tepesinin eteklerinde, hacilarin hacc görevini yapmak için gelip geçtikleri en islek bir yerdeydi. Erkam, Ilk müslümanlarin sIkintili günlerinde evini Resulullah'in ve dolayisiyla Islâm'in hizmetine sunmustu. Bu hareketiyle o, daima hakkin ve haklinin yaninda oldugunu göstermisti. Hz. Peygamber, kendi evini terkederek bu eve tasindi. Burasi Islâm'i teblige elverisli emin bir yerdi. Bir süre bu evde emniyet içerisinde Islâmî teblige devam etti. Ancak onun orada ne zaman ve ne kadar kaldigi konusu tartismalidir. Bununla beraber, 615-617 yillari arasinda kaldigi tahmin edIlmektedir. Peygamberliginin dördüncü senesinde tasindigi da söylenmektedir.
Erkam'in evi, Islâm'in Ilk yillarinda, Peygamberimize ve Ilk müslümanlara bir çesit siginak vazifesi görmüstür. Islâm'a gönül verenler orada toplanir, cemâat halinde namaz kilarlardi. Hz. Peygamber de onlara, peyderpey nazil olan Kur'an ayetlerini okur, dinî hükümleri teblig eder ve oraya gelenleri Islâm'a davet ederdi. Böylece bu ev, oraya gelen pekçok kimsenin müslüman olma serefine nâil oldugu bir yer olmustur. Hattâ, Hz. Ömer gibi Islâm tarihinin en mühim sahsiyetlerinin hidâyetine de sahne olmustur. Onun müslüman olusundan sonra Hz. Peygamber bu evden ayrIlmistir. Çünkü Hz. Ömer'in Islâm'a girisi, müslümanlara güç kazandirmis ve daha rahat hareket etmelerini saglamistir. O dönemde Mekkeli müsriklerin Ilk müslümanlara uyguladiklari amansiz baski ve iskence gözönünde bulundurulacak olursa, Hz. Erkam'in evini Islâm'in tebligi ugrunda Resulullah'in hizmetine sunmus olmasinin mana ve önemi daha kolay anlasilacaktir. Iste bu özelliginden dolayi ona "Dâru'l-Islâm ", "Beytü'l-Islâm " gibi isimler verIlmistir. Hattâ bu evin, Islâm ugrunda vakfedilen Ilk bina oldugunu söyleyenler de olmustur. Bu hizmetinden dolayi Erkam ve evi, müslümanlarca hep saygi ile anIlmistir. Evin diger bir özelligi de, Islâm'a Ilk girenlerin sirasini ve dolayisiyla Islâm'a girIste kimin kime sebkat ettigini tespit konusunda, tarih baslangici olarak kullanIlmis olmasidir. Tarihçiler bu hususa büyük önem vermislerdir. Ayrica bu ev Islâm'in yapilan gizli davetinde merkezi ve karargâhi olmustur.
Erkam b. Ebi'l-Erkam, bu mübârek evi sonradan oglunun ve yakinlarinin yararina vakfetmis ve vakfiyesinde söyle demistir.
"Besmele... Bu, Erkâm'in, Safâ'dan biraz ilerideki evi hakkinda yaptigi ahid ve vasiyyetidir ki: Onun arsasi Harem-i Serif'ten sayildigindan, ev de Harem'lesmis, dokunulmazlasmistir. SatIlmaz ve kendisine mirasçi olunamaz. HIsam b. As ve HIsam b. As'in azadli kölesi filan (ismi zikredIlmemistir) buna sâhittir." Erkam'in bu mübârek evi, içinde ogullari ve torunlari tarafindan oturulmak veya icarlarindan yararlanIlmak surdiyle Halife Ebu Câfer el-Mansur (v. 158 h.) zamanina kadar devam etti. Halife Mansur, hacc sirasinda, Safâ ile Merve arasinda sa'yederken, Erkam'in torununun develeri evin arkasindaki bir çadirda bulunurken Halife de onlarin alt tarafindan geçiyordu. Arada mesafe çok kIsa idi. Hattâ Halife'nin basindaki serpusu almak Isteseler elleriyle uzanip alabilecek derecede yüksekte idiler. Halife Mansur, Merve'ye inip tekrar Safâ tepesine çIkincaya kadar eve ve evdekilere bakti, durdu. Halife Mansur, Erkam'in torunu Abdullah'in, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a uyanlardan oldugu halde onunla birlikte hareket etmemis oldugundan ilgilendi. Medine vâlisine, Erkam'in torunu Abdullah b. Osman b. Erkam'i hapsetmesi ve zincire vurulmasi için emir yazdi. Bu emri de Kûfeli Sihâb adinda bir sahisla Medine valisine gönderdi. Abdullah b. Osman b. Erkam hapsedilip zincire vuruldugu zaman yasi sekseni asmis bir ihtiyardi. Bu durum onu son derece üzmüs ve bunaltmisti. Halife Mansur'un Medine vâlisine gönderdigi Kûfeli Sihâb b. Abdi Rabbin, Abdullah b. Osman'in hapsedildigi yere vardi ve ona, "Ben seni içinde bulundugun su halden kurtaririm, Dâr-i Erkam'i bana satar misin? Çünkü müminlerin emiri o evi istiyor. Eger satacak olursan, senin hakkinda halife ile konusurum, suçunu da affettiririm?" dedi. Abdullah b. Osman b. Erkam, "O ev vakiftir, sadakadir. Benim onda ancak bir intifâ' hakkim vardir. Buna da kiz kardesim ve baskalari ortaktirlar" dedi. Sihâb, "Sen kendine düsen hakkini bize ver, ondan ilgiyi kes, kurtul" dedi. Abdullah'in sabit olan hakki sehâdetle hesaplandi. On yedibin dinarlik bir satis senedi yazildi. Bunun pesinden kizkardesi de paranin çokluguna aldanarak hakkini satti. Halife Mansur, bu evde intifa' hakki olan herkesin haklarini satin alip ilisiklerini kesti.
Erkam'in evi, Halife Mansur'un ölümünden sonra oglu Halife Mehdi'ye geçti. O da esi Hayzûran'a bagisladi. Hayzûran, bu evin çevresindeki evleri ve arsalari satin alip ona katmak sûretiyle Dâr-i Erkam'i yeniden yaptirdi (Ibn Sâ'd, a.g.e., III, 243-244). Bu imardan sonra adi Dâr-i Hayzûran olarak anilan ev içinde namaz kilinan bir mescid haline getirildi (Ezrâki, Ahbâr-i Mekke, II, 260).
Bu ev daha sonra halife Ca'fer b. Mûsa'ya geçti. Bu evde bir müddet de Misir ve Yemenliler oturdular. Daha sonra Gassân b. Abbâd, Musa b. Ca'fer'in ogullarindan bu evin tamamini -veya büyük bir kismini- satin aldi (Ibni Sâ'd, a.g.e., III, 244). En sonunda bu evi, Misir-Kahire defterdâri 0brahim Bey, Sultan Ikinci Selim'e hediye etti. Üçüncü Murad da, hicrî 999 (1591) yilinda bu evi mescid tarzinda yeniledi. Bugün artik bu evi yerinde görmek mümkün degildir. Harem-i Serif için yapilan çevre düzenlemesinde yIkilmis, arsasi zaten Harem'in arsasina dahil kabul edilen bu ev aslina rucû etmistir (M. Asim Köksal, Erkam'in Evi, Diyanet Dergisi, Temmuz-Agustos-Eylül 1984, Cilt: 20, Sayi: 3, sh. 3-8). (Ayrica bkz. Ibni Hacer el-Askalâni, el-Isâbe JF Temyîzi's-Sahâbe, I, 28; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbeî Ma'rifeti's-Sahâbe, I, 74; Dâiratü'l-Maârifi'l-Islâmiyye, I, 630-631; Nedvî, Ashâb-i Kirâm, III, 18-23; Mahmud Esad, Islâm Tarihi (tic.), s.433, 548).
Erkam b. Ebi'l-Erkam, H. 54 veya 55'te seksen yasin üzerinde, Muâviye'nin hilâfeti döneminde vefat etmistir. Bedir ehlinin en son vefat edenidir. Vasiyyeti üzerine namazini sâdik dostu Sâ'd b. Ebi Vakkâs kildirmistir. Kabri Cennütü'l-Bakî'dedir.
Ahmet GÜÇ
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
ES'AD B. ZURÂRE



Sahâbe-i Kirâm'dan, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe denilen yerde karsilasip müslüman olan ilk Medinelilerden.

Tam adi Ebû Umâme Es'ad b. Zürâre b. Udes b. Übeyd b. Sa'lebe b. Ganm b. Mâlik b. Neccâr'dir. Ensâr ve Hazrec'in ileri gelenlerindendir. Islâm'in Medine'de yayilmasinda en büyük rolü oynadi. Hicret'ten bir süre sonra hastalanarak Bedir savasindan önce Sevvâl ayinda vefât etti (H . I /M. 623).

Medineli Araplar iç-içe yasadiklari yahudilerden dolayi vahiy peygamberlik gibi konular hakkinda az çok bilgi sahibiydiler. Yahudilerin yakin bir zamanda bir peygamber gelecegi konusundaki beklentilerini de biliyorlardi. Çünkü yahudiler sik sik, "Bir peygamber gönderilmek üzeredir. Onun gelecegi zamanin gölgesi düstü. O peygamber gelince biz ona tâbi olacagiz. Onunla birlik olup Âd ve Irem kavminin öldürüldükleri gibi biz de sizi öldürecegiz" diyerek Araplari tehdit ediyorlardi. Bu nedenle Es'ad b. Zürâre müslüman olmadan önce yeni bir peygamber için hazirlikliydi. Ayrica Es'ad az sayida da olsa varligini sürdüren Haniflerdendi. Ibn Sa'd'in bildirdigine göre Allah'in bir oldugunu söyler, dostlarindan Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyehân ile tevhid inanci hakkinda konusur, tartisirlardi (Ibn Sa'd, Tabakât, l, 218; lll, 448).

Es'ad b. Zürâre Hz. Peygamber'le ilk kez nübüvvetin 11. yili Hac mevsiminde tanisti. Yanindaki bes Hazreçli ile birlikte Akabe'de Hz. Peygamber'le karsilasti. Hz. Peygamber kim olduklarini ögrenince kendileriyle biraz konusmak istedigini söyledi. Razi olarak oturdular. Hz. Peygamber onlara kendisini tanitti; Kur'an'dan bir bölüm (Ibrahim, 14/35, 52) okudu. Hemen onun beklenen peygamber oldugunu anladilar. Birbirlerine, "Biliniz ki, vâllâhi bu yahudilerin sizi kendisiyle korkuttuklari peygamber olmalidir. Sakin yahudiler ona inanmak ve tâbi olmakta sizi geçmesinler" diyerek müslümanligi kabul ettiler. Es'âd b. Zürâre ile birlikte ilk müslüman olanlar Râfi b. Mâlik b. Aclân, Avf b. Hâris b. Rifâ'a, Kutbe b. Âmir b. Hadide, Ukbe b. Âmir b. Nâbi ve Câbir b. Abdullâh b. Ri'âb idi ve bunlar Islâm'in Medineliler için öneminin de bilincindeydiler. Bunu Hz. Peygâmber'e "Biz kavmimizi hem birbirlerine karsi hem de kavmimizden olmayan bir kavme (yahudilere) karsi aralarinda düsmanlik ve kötülük oldugu halde geride birakmis bulunuyoruz. Umulur ki Allah onlari da senin sayende bir araya toplar" diyerek belirttiler. Hz. Peygamber ile bir yil sonra yeniden bulusmak ve bu süre içinde Islâm'i Medine'de yaymaya çalisma sözü vererek ayrildilar.

Es'ad b. Zürâre ve diger müslümanlar Medine'ye dönünce, en yakinlarindan baslayarak Islâm'i teblig ettiler. Kisa bir zaman içinde Medine'deki bütün evlerde Hz. Peygamber ve Islâm konusulmaya baslandi. Es'âd'in ilk davet ettigi kisilerden birisi dostu Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyehân idi ve Ebu'l-Heysem, Islâm'i hiç tereddüt etmeden kabul etti. Bir yil süren davet çalismalarinda hem Hazreç'ten hem de Evs'ten birçok kisi müslüman oldu.

Es'ad b. Zürâre ve onunla birlikte müslüman olan Hazrecliler sözlestikleri gibi bir yil sonra Akabe'de Hz. Peygamber'le bulustular. Ancak yanlarinda Islâm'i kabul etmis alti Medineli daha bulunuyordu. Bu alti müslüman Muaz b. Hâris b. Rifâ'a, Ubâde b. Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbâs b. Ubâde, Ebû'l-Heysem Mâlik Teyyehân, Uveym b. Sa'ide idi. Gece gerçeklesen bulusmada Es'ad ve diger müslümanlar Hz. Peygamber'e, "Darlikta ve varlikta isteklilikte ve isteksizlikte dinlemek ve boyun egmek, emirlik isinde ehil olanla çekismemek, her nerede olursa olsun hiçbir kinayicinin kinamasindan çekinmeksizin hakki söylemek" üzere bey'at ettiler. Bu bey'at tarihe I. Akabe Bey'ati* olarak geçti.

Es'ad b. Zürâre ve müslümanlar Medine'ye dönünce davet çalismalarini yeni bir hiz ve güçle sürdürdüler. Fakat Islâm'i anlatmakta özellikle Kur'an'i ögretmekte büyük zorluklarla karsilasiyorlardi. Hz. Peygamber'e mektup yazarak bir ögretmen istediler. Hz. Peygamber Mus'ab b. Ümeyr'i Medine'ye ögretmen olarak gönderdi. Mus'ab ile onu evinde misafir eden Es'ad b. Zürâre teblig ve dâvet çalismalarini birlikte yürüttüler. Ev ev dolasiyor Islâm'i anlatiyorlardi. Bu çalismalari sonunda basta Sa'd b. Mu'az ve Useyd b. Hudayr gibi kabilelerinin güçlü kisileri olmak üzere çok sayida Medineli müslüman oldu.

Medine'de Islâm'in yayilmasi konusunda en çok çaba harcayan ve fedakârlikta bulunan kisi süphesiz Es'ad b. Zürâre idi. Bu çaba ve fedakârliklari nedeniyle tabii olarak temayüz etmis önder durumuna gelmisti. Yalniz Islâm'i teblig etmekle yetinmiyor, zaman zaman müslümanlari da biraraya getirerek bilgilendirmeye, ümmet bilincine ulasmalarini saglamaya çalisiyordu. Bu nedenle müslümanlari namaz için biraraya getiriyor, yemekler vererek birbirleriyle görüsmeleri, tanismalari imkânini hazirliyordu. Bir rivâyete göre müslümanlar toplanarak yahudi ve hristiyanlar gibi haftada belli bir gün biraraya gelmeyi kararlastirdilar. O zaman Arube denilen günde Es'ad b. Zürâre'nin çevresinde toplandilar. Es'ad, müslümanlara iki rekât namaz kildirdi, vaaz etti. Beraberlikleri aksama kadar sürdü. Es'ad onlara ögle ve aksam yemegi verdi. Bu olaydan sonra Arube'ye toplanti günü anlaminda Cuma denildi (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ahkâm Tefsiri, II, 463).

Bir yil sonraki Hac mevsiminde Es'ad b. Zürâre ve Medineli müslümanlar Hz. Peygamber'le Akabe'de yeniden bulustular. Bu kez sayilari yetmisin üzerinde (ikisinin kadin oldugunda ittifak vardir, erkeklerin yarisi hakkinda rivâyetler yetmis, yetmisbir, yetmisiki ve yetmisüç rakamlarini verir) idi. Yine geceleyin ve gizli yapilan görüsmede Hz. Peygamber'in ve Mekkeli müslümanlarin Medine'ye hicretleri konusu görüsülerek karara baglandi. Hz. Peygamber Medineli müslümanlardan; kendisini, ashâbini barindirmalari, yardimci olmalari, kendi nefislerini savunduklari ve koruduklari her seye karsi Hz. peygamber ve ashâbini savunup korumalari üzerine bey'at * aldi. Bey'attan önce Hz. Peygamber'in amcasi Abbâs bir konusma yaparak Ensâr'i uyardi. Bu konusmayi Es'ad b. Zürare cevaplandirdi ve bu bey'atin anlamini bir kere daha dile getirdi. Hz. Peygamber ensardan, oniki nakib (temsilci) seçmelerini istedi. Içlerinde Es'ad b. Zürâre'nin de bulundugu oniki temsilci seçildi. Bunlarin her birisi kendi kabilelerini temsil edeceklerdi. Hz. Peygamber Es'ad b. Zürâre'yi nakiblerin de temsilcisi atadi. Böylece Es'ad bütün Medineli müslümanlarin temsilcisi oldu. Bey'ata geçildiginde yine ilk bey'at eden Es'ad idi. Bey'atini, "Ben Allah'a bey'at ediyorum. Resulullah aleyhisselâma da bey'at ediyorum. Ahdimi yerine getirerek tamamlamak, sana yardim konusundaki sözümü isimle gerçeklestirmek üzere" diyerek yapti. Sonra kadinlar hariç bütün müslümanlar teker teker Hz. Peygamber'in elini tutarak bey'at ettiler. II. Akabe bey'ati olarak anilan bu bey'at Islâm tarihinin en önemli olaylarindan birisi olan Hicret'in kapisini ve Islam'in zafer yolunu açti.

Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra Es'ad b. Zürâre uzun yasamadi. Ama bu süre içinde de Islam'a olan yüksek bagliligin ve fedakârligin örneklerini verdi. Mescid-i Nebî'nin yapilmasi için seçilen arsa Es'ad b. Zürâre'nin gözetimindeki Sehl ve Süheyl adli iki yetim gencin mali idi. Bunlar arsayi Hz. Peygamber'e hediye etmek istedilerse de Hz. Peygamber bedeli olan on miskal (48 gram) altini ödemeden kabul etmedi. Es'ad b. Zürâre ayrica gençlere geçimlerini temin etmeleri için bir tarla bagisladi. Hicretten dokuz ay sonra Mescid-i Nebî'nin insasi sirasinda vefât etti. Es'ad b. Zürâre ilk olma özelligini vefâtinda da korudu ve Bakî kabristanina defnedilen ilk Ensar*, bir rivâyete göre de ilk müslüman oldu (Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe,I, 86-87).

Medine'de ilk cuma namazini Es'ad b. Zürâre kildirmistir (Ali el-Mütteki, Kenzü'l-Ummâl, V, 136-137). Medine'de onun evi Islâm tebligcilerinin bir merkezi durumunda idi. O zamanlar müslümanlar kirk kisi idi. Medine'de insa edilen Mescidi Nebevi, iki yetimin arsasi üzerinde kurulmus, onlar arsalarini Hz. Peygamber'e bagislamak istemelerine ragmen, Hz. Peygamber arsayi satin almis ve Es'ad b. Zürâre de onlara Beyâdogullari tarafinda bir arazi temin etmistir. Es'ad b. Zürâre'nin menenjitten öldügü nakledilmis, öldügü zaman yahudiler Hz. Peygamber hakkinda, "Bir kudreti olsaydi arkadasini kurtarirdi" diye fitne çikarmaya çalismislardir. Hz. Peygamber de onlara kendisinin bir tabib olmadigini, görevinin ris'alet oldugunu söylemistir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 138; Ibnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 7). Es'ad b. Zürâre öldükten sonra Hz. Peygamber'e gelen Neccârogullari, nakiblerinin öldügünü ve yerine birisini atamasini istemisler ve Hz. Peygamber de ''Sizin nakibiniz benim" demistir (Ibnü'l-Esir, a.e.g., I, 72).

Es'ad b. Zürâre arkasinda Kebse, Habibe ve Faria adlarinda üç kiz çocugu birakmistir.

Ahmed ÖZALP
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ
(ö.52/672)
Medineli müslümanlardan ve hicret sirasinda Hz. Peygamber'i evinde misafir eden sahâbî.
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî (r.a.); Ensâr'in Hazrec kabilesinin Neccârogullari koluna mensup olup, annesi Zehra binti Sa'd'dir. Abdülmuttalib'in vâlidesi tarafindan Rasûlullah'la akraba olan Ebû Eyyûb, Ikinci Akabe bey'atinda hazir bulunmus, Rasûlullah'a iman etmistir (Ibn Ishâk, Ibn Hisâm, es-Sîre, II, 100; Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 484; Ibn Abdülberr, el-Istiâb, IV, 1606; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe, VI, 25; ez-Zehebî, Siyer A'lâmü'n-Nübelâ, II, 288).
Medine, müslümanlar için emin bir yer olduktan sonra Mekke'de Rasûlullah (s.a.s.) ile birkaç müslüman kalmisti. Rasûlullah da hicret yolculuguna çIkinca bunu haber alan Ebû Eyyûb her gün Medine'ye yakin Hire ad verilen yerde onun yolunu gözlerdi. Nihâyet Rasûlullah görününce bütün Neccar'lilari toplayarak Rasûlullah'i karsiladi. Bütün müslümanlar Rasûlullah'i kendi evlerinde mIsafir etmek istiyordu. Bunun üzerine Rasûlullah devesini serbest birakti. Kusva adli bu deve Ebû Eyyûb'un evinin önünde çöktü. Ebû Eyyûb bu olayi söyle nakletmistir: "Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) evimizin alt katina yerlesmisti. Ben de üst kattaki odada idim. Bir gün yukaridan yere bir miktar su dökülmüstü. Suyun tavandan sizarak Rasûlullah'in üzerine gelmemesi için suyu bir bez parçasi ile kurutmaya çalistik. Bunun üzerine Rasûlullah'in yanina inip dedim ki: 'Ya Rasûlallah, senin bulundugun bir yerin üstünde bulunmak bize yakismaz, yukaridaki odaya tesrif etmez misiniz?' Rasûlullah o günden sonra üst kata çikti" (Müslim, Sahih II, 192). Ebû Eyyûb ile zevcesi Ümmi Eyyûb Rasûlullah'in yemegini hazirlardi. Bir gün soganli bir yemegi Rasûlullah yemeyip, "Onu yiyemedim, çünkü bu yemekte sogan oldugunu gördüm, ben ise sogandan hoslanmam; fakat siz Isterseniz yiyin onu yemekte bir sakinca yoktur'' demis, Ebû Eyyûb da, "Ya Rasûlallah, sizin hoslanmadiginiz seyden biz de hoslanmayiz" demistir (Müslim, Sahih, II, 198).
Rasûlullah, Ensâr ile Muhacirler arasinda gerçeklestirdigi "kardeslik" olayinda Ebû Eyyûb'e kardes olarak Hz. Mus'ab b. Umeyr'i seçmistir. Ebû Eyyûb'un evinde yedi ay kalan Rasûlullah'a Medine'de mihmandarlik yapan Ebû Eyyûb, Bedir, Uhud, Hendek ve diger bütün gazvelerde Rasûlullah'in yaninda Islâm cihad hareketlerine katIlmistir (Ibn Sa'd, et-Tabakat, 485; Hâkim, el-Müstedrek, III, 458; ez-Zehebî, A'lâmü'n-Nübelâ, 290).
Rasûlullah'in vefâtindan sonra da bütün gazâlarda yer almistir. Hz. Ali'nin hilâfeti döneminde onunla birlikte Hâricilere karsi savasmistir. Hz. Ali'nin Medine'deki kaymakami olan Ebû Eyyûb'un Halid ve Muhammed adli Iki oglu, Umre adinda bir kizi vardi. Hz. Ali (r.a.) devrinden sonra Muaviye zamaninda Misir'a gitti. Misir valisi bir aksam namazina geç kalmisti. O zaman namaz konusunda çok titiz davranan her sahâbî gibi Ebû Eyyûb söyle demistir: "Rasulullah'in, 'Ümmetim aksam namazini yildizlarin gökyüzünü kaplamasina kadar tehir etmedikçe hayir üzeredir, fitrat üzeredir' dedigini duymadin mi? " "Duydum" diyen Ukbe'ye, "O halde neden aksam namazini geciktirdin?" diye sormus; çok mesgul oldugunu söyleyen Ukbe'ye söyle demistir: "Senin bu yaptigini görerek, halkin Rasûlullah da böyle yapardi zehâbina düsmesinden endise ederim" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 147).
Rasûlullah (s.a.s.) Istanbul'un fethini ashâbina anlatip, "Istanbul elbette fetholunacaktir; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335) diye müjdelemistir. Hicrî 52. yilda Muaviye oglu Yezid kumandasindaki müslümanlar Istanbul'u kusattilar. Islâm akîdesinin dünyanin dört bir yanina yayIlmasi husûsunda çok canli ve diri bir gayrete sahip olan müslümanlar Istanbul'un fethi ve Islâm devletinin sinirlarina dahil olmasini siddetle arzuluyorlardi. Hz. Ebû Eyyûb el-Ensâri bu seferin hazirlanmasi için çok çalismis ve sefere karsi çikanlara ögütlerde bulunmustu. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yasinin çok ilerlemesinden dolayi Istanbul'a yaklastiklari bir sirada hastalanmis, Yezid'e, öldügü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacagi en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyyet etmisti. Burada defnedilen Ebû Eyyûb müslümanlarin Istanbul'da bir sembolüdür. Istanbul, ashab devrinden baslamak üzere defalarca muhâsara edIlmis, nihâyet bu sehri fethetmek 1453 yilinda Fatih'e nasip olmustur. Ebû Eyyûb'un ölüm döseginde su hadisi rivâyet ettigi zikredilir; "Bir Insan Cenâb-i Hakk'a bir ortak kosmaksizin ruhunu teslim ederse, Allah onu cennete koyar."
Kisiligi, Ahlâki, Fazileti
Ebû Eyyûb'un fazîlet ve kemâl itibariyle yüksek bir makami vardi. Rasûlullah'in egitiminden geçmis bir sahâbî olarak onun sünnetine çok önem verir, bir yanlislik gördügünde dogrusunu anlatir, hemen sünnetin uygulamasina çalisirdi. Islâm ordusu Istanbul'u kusattiginda hastalanan Ebû Eyyûb, o hâliyle bile Allah Rasûlünden su hadisi nakletmistir: "Kostantiniyye surunun dibine sâlih bir kisi gömülecektir." Umarim ki o kisi ben olayim (Ibn Abd Rabbîh, el-Ikdü'l Ferîd, II, 213). Ordu komutani Yezid Ebû Eyyûb'un tabutunu askerlerin ortasina almis, askerler de çarpismalarda bu tabutu koruyarak ilerlemislerdir. Istanbul surlarini korumakta olan Bizans kumandani bu garib durumu görünce, "Bu nedir?" diye sormus, Yezid de, "Bu bizim peygamberimizin sahâbisidir. Bize senin ülkende içerilere dogru götürülüp gömülmesini vasiyyet etti. Biz de onun bu Istegini yerine getirecegiz. " Bizans kumandani: "Sen ne akilsiz adamsin. Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz." Yezid: "Eger onun kabrini açtiginizi veya cesedine birsey yaptiginizi duyacak olursam ben de bütün Suriye'de öldürmedik hiristiyan, yikmadik kilise birakirsam bu ölüye ikramima sebep olan zat-i Peygamber'i (s.a.s.) inkâr etmis olayim." Bunun üzerine kumandan söyle demistir: " Ben onun kabrini elimden geldigince koruyacagimâ Mesih hakki için söz veriyorum." Surlarin disinda defnedilen Ebû Eyyûb'un kabrinin üzerinde sonradan bir kubbe yapIlmis ve bu mübarek adamin kabri müslümanlarin ve hiristiyanlarin saygi gösterdikleri bir yer olarak korunmustur. Ebû Eyyûb el-Ensari hazretleri, Hayber savasindan dönülürken Rasûlullah'in çadirinin çevresinde kendiliginden bütün gece nöbet tutmus, Rasûlullah onun için, "Allah'im, beni koruyarak geceledigi gibi, sen de Ebû Eyyûb'u koru" diye dua etmistir (Ibn 0shâk, Ibn Hisâm, es-Sire, III 354-355).
Habib b. Ebî Sâbit'in naklettigine göre, Ebû Eyyûb el-Ensâri Muaviye'ye gidip borçlu oldugundan yakinarak yardim Istedi. Muaviye ona yardim etmedi. Ebû Eyyûb, Muaviye'ye, "Rasûlullah'in 'Benden sonra is basindakilerden bencillik göreceksiniz' diye buyurdugunu isittim" dedi. Muaviye, "Peygamber efendimiz bunu söylerken size de bir tavsiyede bulunmadi mi?" dedi. Ebû Eyyûb, "Sabretmeyi tavsiye etti" dedi. Muaviye, "O halde siz de sabrediniz" deyince Ebû Eyyûb ona, "Vallahi bundan sonra senden hiçbir Istekte bulunmayacagim" diyerek Hz. Ali'nin Basra valisi Ibn Abbâs'a gitmis ve Ibn Abbâs evini ona tahsis ettigi gibi yirmi bin dirhem para vermisti (Kenzü'l-Ummâl, VII, 95). Imam Ahmed'den yapilan bir nakle göre Ebû Eyyûb söyle demistir: ''Kim Allah'a ortak kosmadan ölürse, cennete gider" (el-Bidâye, VIII, 59).
Ebû Eyyûb, savas meydaninda Islâm askerlerini asip Rumlara tek basina saldirir, Rumlarin içine kadar ilerler ve geri dönerdi. Herkes onun kendini tehlikeye attigini söylediginde de, "kendimizi tehlikeye atmak düsmana hücum etmek degil, asil tehlike mallarimizin bakimi ile ugrasip cihadi terketmektir" demistir (Beyhâki, IX, 99; Ibn Kesir, I, 228).
Sâlim b. Abdullah'in rivâyetine göre, Abdullah b. Ömer, onun dügününe Ebû Eyyûb'u da çagirmis; Ebû Eyyûb, Sâlim'in evinin duvarlarinin yesil perdelerle süslenmis oldugunu görünce, "Siz de mi duvarlariniza perde asiyorsunuz" demis, Abdullah b. Ömer de, "Ya Eba Eyyûb, kadinlarla basa çikamadik" diye cevap vermis; bunun üzerine Ebû Eyyûb "Pek çok kimse kadinlarla basa çikamasa da senin basa çikamayacagini ummazdim. Ben ne sizin evinize girer, ne de yemeginizi yerim" demistir (Kenzü'l-Ummâl, VIII, 63).
Peygamber efendimizden sunu rivâyet etmistir:
''Müslüman kisinin kardesi üzerinde yerine getirmesi gereken alti hakki vardir. Bunlardan birini yapmadigi zaman, alti hakkindan birini yerine getirmemis olur: 1- Ona rastladiginda selâm vermesi, 2- Onu yemege çagirdigi zaman dâvetine icâbet etmesi, 3- Aksirdigi zaman ona dua etmesi, 4- Hastalandigi zaman ona ugramasi, 5- Öldügü zaman cenazesinde bulunmasi, 6- Kendisinden nasihat ve yol göstermesini Istedigi zaman ona yol göstermesi" (Buhâri, el-Edeb, 134).
Istanbul muhasarasi sirasinda sehid olan Ebû Eyyûb el-Ensâri bugün Istanbul'un Eyüp ilçesindeki Eyüb Sultan Camii avlusunda bulunan türbesinde yatmaktadir. Kabri ile ilgili olarak, (bk. Taberî, Târih, III 2324 Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, V, 143; Hâfiz Huseyn b. Hacci, Hadîkatü'l Cevâmî, I, 243) adli kitaplarda sözedIlmektedir. Türbesi yillarca müslümanlarin ziyaret yeri olmustur; bugün de halk Ebû Eyyûb'un türbesini büyük kalabaliklar halinde ziyaret eder. II. Mahmud, Topkapi Sarayi hazinesindeki Hz. Peygamber'e âit kutsal esyadan "Kadem-i Serif"i bu camiye koydurtmustur .
Sait KIZILIRMAK
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica]FADL IBN ABBAS[/FONT]​
Hz. Peygamber'in amcasinin oglu ve sahâbî. Adi Fadl, künyesi Ebû Muhammed'dir. Lâkabi,"Redîfu'r Rasûl" idi. Nesebi, Fadl b. Abbâs,

b. Abdulmuttalib b. Hisam b. Abdülmenaf b. Kusay'dir.

Bedir'den önce müslüman olmasina ragmen (Ibn Sa'd, Tabakât, IV, 37) müsriklerden çekindigi için müslümanligini açiga vurmamistir.

Mekke'nin fethinden bir müddet önce babasi Hz. Abbâs ile birlikte Medine'ye hicret etti. Hicretinden bir müddet sonra Mekke'nin fethi gerçeklesti. Fadl b. Abbas, ilk defa gazaya yani Mekke fethine katildi, sonra Huneyn gazasinda bulundu. Burada da büyük kahramanlik gösterdi. Müslümanlarin Huneyn'de daginiklik göstermesi üzerine Fadl, büyük bir dirâyet ve fedakârlikla Resulullah'in yaninda bulundu ve Havâzin kabîlelerine karsi çarpisti.

Veda haccinda Resulullah (s.a.s.) ile birlikte onun devesine binmisti. Bunun için ona "Redîfu'r Rasûl' yani "Resulullah (s.a.s.)'in üzengi arkadasi" lâkabi verilmisti. Bu sirada Has'am kabilesinden genç ve güzel bir kadin bir mesele sormak istedi. Fadl, gözlerini kadina dikmisti. Resulullah kadina bakmiyordu. Fadl'in bu hareketini begenmedi ve ona, dikkatli olmasini ihtar etti; kadina bakmasin diye, üzengisinden tutup, basini çevirdi (Ibn Sa'd, Tabakât, IV, 37).

Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in hizmetinde bulunanlardandir. Resulullah son hastaliklarinda, son hutbelerinde Fadl'dan sözetmistir (Ibn Hacer, el-Isâbe, V, 212, Ibn Abdi'l-Berr, Istiâb, V, 535). Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in gasl sirasinda hazir bulunmus; gasli suyunu dökmüs, Hz. Ali de gasletmistir.

Hz. Fadl, çok güzel yüzlü idi (el-Isâbe, V, 212). Ümmü Mektum isimli bir kizi vardi. Bu kiz, Hz. Hasan ile evlenmis, daha sonra ondan bosanarak, Ebû Musa el-Es'ârî ile evlenmistir (el-Istiâb, 535).

Hz. Fadl b. Abbâs'tan yirmidört hadis rivâyet edilmistir. Bunlardan üç tanesi müttefekun aleyh'tir (Tenzibü'l-Kemâl, 309). Râvileri arasinda sunlari saymak mümkündür: Sahâbenin büyüklerinden Ibn Abbâs ve Ebû Hureyre'den baska Kerib, Kusm b. Abbâs, Abbâs b. Ubeydullah, Rebiab. Hâris(Tehzibü't-Tehzib, IV, 280).

Hz. Fadl'in vefati hakkinda degisik bilgiler verilmistir. Bir kisim râvîler, Suriye'de meydana gelen salginda vefât ettigini; bir kismi ise, Ecnâdin savasinda sehid oldugunu söylüyorlar. Bu rivâyetlerden ikincisi, daha yaygindir ve dogruya daha yakindir (el-Isâbe, 212).

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
HABBÂB IBN ERET


Islâm ile sereflenen ve Islâm'a girdigi için müsrikler tarafindan iskence edilen ilk sahabelerden biri.

Nesebi; Habbâb b. Eret b. Cendele b. Sa'd b. Huzeyme b. Ka'b b. Zeyd. Temim kabilesinden, küçükken esir edilerek Mekke'ye getirilmis Huzâali Ümmü En'mâr'in kölesi, Zühre ogullarinin anlasmalisi.

Islâm ile sereflenen ve Allah için iskence edilen ilk müslümanlardan olan Hâbbab b. Eret müslüman oldugunu açikladiginda ilk iskence edilen sahabeler arasinda idi. Ilk Müslümanlar; Hz. Peygamber (s.a.s), Hz. Ebû Bekir, Habbâb, Suheyb, Bilâl, Ammâr, Sümeyye (r. Anhûm)dir. Hz. Peygamber ve Ebû Bekir, kendi aileleri tarafindan nisbeten korunmus ancak Mekkeli olmayan diger dört kisi müsrikler tarafindan siddet ve baski ile yildirilmaya çalisilmistir. Bu insanlar kizgin günes altinda demir zirhlar giydirilerek ölesiye iskence edilmislerdir. Habbâb bu iskencelere sabrederek kâfirlerin Hz. Peygamberin risâletini inkâr etmesini istemelerini reddetmistir (Ibnu'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe II, 114).

Hz. Habbâb (r.a) Medine'ye hicret edince Hz. Peygamber (s.a.s) onu Cebr b. Atik ile kardes yapmistir. Hz. Ebû Bekir'in vefatindan sonra, Hz. Ömer'den izin alarak Kûfe'ye cihad için gitmis, hicri 37 tarihinde siddetli bir hastaliga tutulmustur. Hastaligin siddetinden günde yedi defa basini daglatan Habbâb, hastalik aninda aci içerisinde "Hz. Peygamber (s.a.s) biri ölümü temenni etmekten alikoymasaydi temenni ederdim" demistir. Ogullarina kendisinin Kûfe disina gömülmesini vasiyet eder ve Kûfe'nin disina gömülmesi durumunda Hz. Peygamber'in sahabîsi oraya gömülmüs diye insanlarin ölülerini kendisinin etrafina gömeceklerini söyler. Öldügünde altmis üç yasinda olan Habbâb (r.a) yirmibes yasinda hicret etmis, muhtemelen onbes yaslarinda bir delikanli iken Islam ile sereflenmistir (Ibn Hacer, el-Isâbe, I, 416; Ibnü'l Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 116).

Onbes yasinda müslüman olmus bir insanin dünyada kendisinden baska bes kisi müslüman iken iskencelere sabredebilmesi imaninin ve dine bagliliginin en önemli göstergesidir. Altmisüç yasinda bir ihtiyar iken ve acilar içerisinde kivranirken ölümüyle bir sünneti ihya etmeyi düsünmesi, onun Hz. Peygamber (s.a.s)'in sünnetine de ne kadar bagli oldugunun en güzel delilidir.

Mekke döneminde, sirtina ateste kizdirilmis taslar yapistirilmis, sirt yaglan eriyinceye kadar sirtinda tutulmus, yine imaninda sebat etmistir. Demircilik ile mesgul oldugundan, efendisi Ümmü Emmâr demiri ateste kizdirir Habbâb'in basini daglardi. Hz. Peygamber Habbâb'a ugrar onunla sohbet ederdi. Onun halini görünce: "Allahim Habbâb'a yardim et" diye dua etmisti. Bir müddet sonra Ümmü Enmâr siddetli bas agrilarina tutulur, köpek gibi bagirmaya baslar. Ona basini daglatmasini tavsiye ederler. Habbâb demiri ateste kizdirir ve kadinin basini demirle daglar (Ibnu'l-Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115).

Iskencenin dayanilmaz bir hal aldigi, müsriklerin siddetli baski yaptiklari bir zaman Habbab Kabe'nin gölgesinde örtüsüne bürünmüs oturan Hz. Peygamber'in yanina geldi; "Allah'a bizim için dua buyurmaz misin" dedi: Hz. Peygamber yüzü kipkirmizi halde dogruldu, söyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde bir adam demir tarakla taranir ve sinirleri kemiginden siyrilirdi da bu iskence onu diniden döndürmezdi. Testere basinin saç ayirimina konur ve iki parçaya bölünürdü; bu da o adami dininden döndürmezdi. Allah muhakkak bu dini tamamlayacaktir. San'â'dan kalkan yolcu Hadramevt'e içinde Allah korkusundan baska hiç bir korku olmadan gidebilecek" (Buhârî, Menâkibu'l-Ensâr, 29). Bütün bu iskencelere katlanan Habbâb bir gün halinden sikâyetçi olmamis, Islâm'in zafer yillarinda, çektigi iskenceleri reklam ederek insanlarin teveccühünü kazanmaya çalismamis, mükafati yalnizca Allah (c.c.)'dan istemistir. Hz. Ömer (r.a.) hilâfeti döneminde Habbab'a "Allah yolunda çektigin iskenceleri bize anlat ey Habbâb!" demesi üzerine sirtini açar gösterir. Hz. Ömer "Bu güne kadar bu derece harap olmus bir sirt görmedim" der. Habbâb (r.a) "Sirtimda ates yakarlardi, derimden çikan yaglar atesi söndürürdü" der. Bazen de ateste kizdirilmis taslar sirtina konur derisinin yaglari sogutuncaya kadar tutulurdu. Bunun için sirti yumurta büyüklügünde oyuk oyuk idi (Ibnu'l Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115).

Bütün bu iskencelere ragmen Islâm'i tebligden geri kalmazdi. Tâhâ suresinin bazi ayetlerini Hz. Ömer'in kizkardesinin ailesine ögretirken Ömer içeri girmis; onlarin hallerindeki samimiyet Ömer'in müslüman olmasina vesile olmustur.

Zühd ve takvasi ile gerçekten örnek olan Habbâb, ihtiyarlik döneminde Islâmin ilk yillarinda ölmedigine hayiflanir durur, söyle derdi: "Hz. Peygamber ile sevabini Allah'tan dileyerek hicret ettik; Allah indinde bir mükâfaata hak kazandik. Içimizden kimi bu mükâfaat bu dünyada almadan göçtü gitti. Mus'ab b. Umeyr onlardandir... Birden kimileri de meyvelerinin olgunlastigini gördü ve bunlari topladi. Islâm'in zafer yillarini gördü ve müslüman olmasindan dolayi dünya nimetlerinden istifade etti" (Buhârî, Menâkibu'l-Ensâr, 45).

Habbâb (r.a)'in ilim talebeleri; Oglu Abdullah, Ebû Ma'mer, Kays b. Ebî Hâzim, Mesruk ve diger Tabbiîn imamlaridir. Oglu Abdullah da Hz. Peygamber'i görmüs ve babasi yoluyla ondan hadîs rivayet etmistir.

Habbâb hastaligi nedeni ile Siffin'e katilmadi. Siffin dönüsü Hz. Ali, Kûfe disinda yedi kabir görüp, bunlar nedir? diye sordu. Etrafindakiler Habbâb'in öldügünü ve Kûfe disina gömüldügünü söyleyince Hz. Ali (r.a) söyle dedi: "Allah Habbâb'a rahmet etsin. Isteyerek coskuyla müslüman oldu; Allah'in emrine itaat ederek hicret etti; hayati boyunca mücâhid yasadi; bedenine çektirilen iskenceler ve hastaligi ile imtihan edildi. Allah güzel amel isleyenin amelini zayi etmez" dedi. Kabrine yaklasarak söyle dua etti. "Ey mümin ve müslümanlar diyari! Allah'in selâmi üzerinize olsun, siz bizden önce yerinize ulastiniz, biz de insâallah kisa zamanda size katilacagiz. Allah'im onlari ve biri magfiret et. Bizi ve onlari affet. Ahireti düsünüp onun için amel eden, az ile kanaat eden, Allah (c.c)dan razi olan kullara müjdeler olsun" (Ibnü'l-Esîr, Usdü'l Gâbe, II,144-117; Ibn Hacer, el-Isâbe, I, 416).

Zübeyr TEKKESIN
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bismill0.gif
Mustafa ERİŞ
Zeki ve Siyâsi Bir Tüccar
Haccac İbni Ilât
radıyallahu anh
Haccac İbni Ilât radıyallahu anh, servet sahibi, zekî ve siyasî bir tüccar... İslâm’la şereflendikten sonra alacaklarını tahsil etme konusunda siyâsî dehâsını kullanan ve Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden özel izin alarak Mekke’li müşrikleri kendine hizmet ettiren bir yiğit...
O, Beni Süleym kabilesine mensuptur. Bu kabilenin topraklarında altın madenleri çıkardı. Bu madenlerin zekâtını vermek ilk defa ona nasip oldu. Onun İslâmiyeti kabûlü şöyle gerçekleşti:
Haccac ibni Ilât, Süleym oğulları kabilesinden bir grub ile Mekke’ye gidiyordu. Gece olunca ıssız bir vadide konakladılar. Arkadaşları Haccac’ın nöbet tutmasını istediler. O da onların emniyeti için kabul etti. Kalktı, etrafı dolaşmağa başladı. Kendi kendine: “Ben ve arkadaşlarım sağ sâlim dönünceye kadar Allah’a sığınırız.” diyordu. Bir ara birinin şöyle dediğini işitti: “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden (köşe ve bucağından) çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa haydi geçip gidiniz. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.” (Rahman: 33)
Bu sözlerin âyet olduğunu bilmeyen Haccac onları ezberledi. Mekke’ye vardığında Kureyşlilerin ileri gelenlerinin katıldığı bir mecliste bulundu. Orada geceleyin başlarından geçen olayı anlattı. Ezberlediği âyeti onlara okudu. Bunun üzerine Kureyşliler ona: “Ey Ilât! Sen de sapıtmışsın. Muhammed de bu sözlerin kendine Allah tarafından vahyedildiğini söylüyor.” dediler. Ona pek değer vermediler. Haccac da: “Vallahi bu sözleri, hem ben hem de yanımdaki arkadaşlar birlikte duyduk.” diyerek hadisenin ciddiyetini onlara duyurmaya çalıştı.
Haccac ibni Ilât’ın gönlünde bir ışık belirmişti. Bu olay ona çok tesir etmişti. Resûlullah (s.a.) Efendimizin nerede olduğunu sorup öğrendi. Onu görebilmek için vakit kaybetmeden yola çıktı. Medine-i Münevvere’ye geldiğinde İki Cihan Güneşi efendimizin Hayber’e gittiğini haber aldı. Yine orada eğlenmeden hemen Hayber’e doğru hareket etti. Hayber Gazvesi günlerinde Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimize ulaştı. Kendisiyle görüştü ve müslüman oldu. Hayber fethine de katıldı.
Haccac ibni Ilât (r.a.) servet sahibi zengin bir tüccardı. Kabilesinin topraklarında altın madenleri çıkardı. Mekke’de bir hayli alacakları vardı. Ailesi de orada kalmıştı. Malı-mülkü ve eşyası onun yanındaydı. Hem alacaklarını tahsil etmek hem de ailesinin yanındaki mallarını alıp Medine’ye getirmek istedi. Bunun için İki Cihan Güneşi Efenmdimizin huzuruna çıktı ve: “Yâ Resûlâllah Mekke’de bir takım kimselerde alacaklarım var. İzin verirseniz onları alıp diğer mallarımla birlikte Medine’ye getirmek istiyorum.” dedi. Efendimiz ona izin verdi. Haccac’ın gönlünü tırmalayan, zihnini meşgul eden bir konu daha vardı. Onu da Efendimize sormalıydı. Şöyle dedi: “Ya Rasûlâllah! Eğer müşrikler benim müslüman olduğumu anlarlarsa bana hiçbir şey vermezler. Mallarımı kurtarabilmek için belki senin hakkında münasip olmayan sözler söyleme zorunda kalabilirim. Bu hususta ne buyurursunuz?” dedi. Fahr-i Kâinât (s.a.) efendimiz bu konuda da ona izin verdi.
Haccac (r.a.) zekî idi. Siyâsî kabiliyete sahipti. Bu sebebten fırsatları değerlendirmesini iyi biliyordu. Karşısına çıkacak meseleleri, problemleri iyi hesap ediyordu. Buna göre sorular soruyordu. Aldığı cevaplardan memnundu. Gönlü huzur içinde Mekke’ye vardı. Kureyş müşriklerinin zaaf noktalarını tesbit etti. Onları oradan yakaladı. Alacaklarını tahsil hususunda onları kendine hizmet ettirdi. Müşriklerle aralarında geçen hadiseyi kendisi şöyle anlatıyor:
Kureyşliler o günlerde Rasûlullah (s.a.) efendimizin Hayber üzerine yürüdüğünü duymuşlardı. Fakat gelişmelerden haber alamamışlardı. Mekke’ye vardığımda çevremi sardılar. Bana sorular sormağa başladılar. Benim henüz müslüman olduğumu da bilmiyorlardı. Ben de Efendimizden aldığım izin üzerine onları sevindirecek haberler vermeğe başladım. Şunları anlattım; “Muhammed ve ashabı, şimdiye kadar çarpışmayı, savaşmayı Hayberli’lerden daha iyi bilen bir kavimle karşılaşmadı. Hayberliler onbin kişilik ordu topladı. Müslümanları kılıçtan geçirdi. Müslümanlar büyük bir yenilgiye uğradı. Muhammed esir alındı.” dedim. Bu haberler onları çok sevindirdi. Daha ileriye giderek şunları ilâve ettim: “Hayberliler Muhammed’i Mekkelilere teslim etmeyi öldürülen adamlarınıza karşılık onu sizin öldürmenizi istiyorlar” dedim.
Mekke’li müşriklere aslı olmayan bu parlak müjdeleri verdikten sonra onlara: “Siz de bana yardım ediniz. Alacaklarımı süratle toplayayım ki, müslümanların ganimet mallarını başka tüccarlar gelmeden satın alayım.” dedim. Bu istek ve teklifime memnûniyetle diyerek karşılık verdiler. Büyük bir sevinç içerisinde benim alacaklarımı toplayıverdiler.
Karısına da aynı şeyleri söyleyip ondan da mallarını alan Haccac (r.a.) işini bu şekilde bitirdi. Mekke’deki servetini topladı. Fakat verdiği haberler Mekke’deki müslümanları çok üzdü. Hz. Abbas bu acı haberi işitince fenâlaştı ve evine döndü. Kölesini Haccac’a gönderdi ve görüşmek istediğini bildirdi. Haccac onunla gizlice görüştü ve Abbas (r.a.)’a meselenin iç yüzünü anlattı. Birkaç gün gizli tutmasını ricâ etti. Sonra Mekke’den ayrılıp Medine’ye gitti. Hz. Abbas üç-beş gün geçince Kâbe’ye çıktı. Müşrikleri sarsan, şok eden haberler vermeğe başladı. Gerçek söylenenlerin tam tersi idi. Hayberliler hezimete uğramıştı. Zafer müslümanlarındı. Haccac alacaklarını kurtarmak için böyle söylemişti. Hz. Abbas Kureyşlilere durumu tek tek anlattı. Müşrikler bütünüyle sarsıldı.
Haccac ibni Ilât (r.a.) getirdiği malların zekâtını verdi. Medine’de kendisine bir ev, bir de mescid yaparak şehre yerleşti. Resûl-i Ekrem (s.a.)’in vefâtından sonra Humus’a giderek orada yaşadı. Hz. Ömer (r.a.)’ın hilâfetinin ilk yıllarında vefat etti. Cenâb-ı Hakk’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.
Kaynak: ALTINOLUK DERGISI, ARALIK 1999
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
selam.jpg

[SIZE=+3]HÂLID B. VELÎD[/SIZE]
Hz. Peygamberin, hakkinda "ne güzel kul" diye buyurdugu sahabî.
Nesebî, Hâlid b. Velid b.Mugire b. Abdillah b. Amr b. Mahzum. Annesinin ismi Lübâbe olur. Hz Meymune'nin yakin akrabasidir. Hz. Hâfid'in lakabi Seyfullah (Allah'in Kilici)'dir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mute savasindaki basarisindan ötürü onu Allah'in kilici diye övmüstür. Künyesi Ebû Süleyman'dir. Yedinci hicrî yilinda müslüman oldu (Ibn Hacer, el-Isâbe, I, 413)
Hz. Hâlid (r.a.)'in dogum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Mekke'nin serefli ve itibarli ailelerinden biri olan mahzum ogullarindandir. Ordu komutanligi Hz. Hâlid'in ailesinin bir imtiyaziydi. Uhud savasinda ve Hudeybiye sulhu esnasinda Hâlid b. Velid, Kureys ordusunun komutânlarindan birisiydi.
Hudeybiye anlasmasindan sonra Hz. Peygamber umre için Mekke'ye gidince Hâlid'in daha önce müslüman olan kardesi Velid'e Hâlid'i sordu. Hz. Peygamber Halid gibi bir Insanin müsriklerin içinde kalmasinin sasilacak bir durum oldugunu belirtti. Velid kardesi Halid'e Peygamber (s.a.s)'in bu iltifatini bildiren bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Hz. Halid müslüman olmak için Mekke'den yola çIkinca, yolda Amr b. el-Âs ile karsilasti ve beraberce Mekke'den Medine'ye gelip müslüman oldular. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 158).
Hz. Hâlid hicrî sekizinci yilda yapilan Mute savasina bir nefer olarak katildi. Ordu komutanlarinin sirayla sehîd olmasi üzerine Ashab istisâre ederek komutayi Hz. Hâlid'e vermis. Hz. Peygamber Medine'de olup bitenleri haber verip komutanlarin sehid düsmesini anlattiktan sonra komutayi Allah'in kiliçlarindan birinin aldigini söylemistir.
Bu olaydan sonra Hz. Hâlid Seyfullah (Allah'in Kilici) diye anildi. Halid (r.a.) komutasina aldigi orduyu kalabalik düsman karsisinda bozguna ugratmandan Medine'ye getirmeyi basardi (Ibn Hacer, el-Isâbe, I, 413).
Hz. Hâlid, Mekke fethinde süvarilerin komutani idi. Ordunun sag kanadini kontrol ediyordu. (Müslim, Sahih, II,103). Mekke fethinde müslümanlara karsi çikan küçük gruplarla Hz. Hâlid çarpismistir.
Huneyn savasinda Hâlid büyük cesaret ve yararlilik göstermistir. Hatta bu savasta yaralaninca Hz. Peygamber ziyaretine geldi, dua etti. Hâlid sifa.buldu (0sdü'l-Gâbe, II, 103).

Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber Nahle'deki Uzza putunu kirmaya Halid b. Velid'i gönderdi. Hâlid Uzza putunu kirip geri döndü.
Taif kusatmasina katildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Dumetu'l-Cendel'in hristiyan emiri Ukeydir'in üzerine Halid'i gönderdi. Hz. Halid Ukeydir'i yaban sigiri avlarken yakaladi ve esir aldi; teslim olmayan kardesini öldürdü. Diger kardesi ve Ukeydir'i esir alarak ganimetlerle birlikte Hz. Peygamber'e getirdi.
Hicrî onuncu yilda Necrân'a Hârisogullarim Islâm'a davet etmek için gönderildi. Onlari üç gün müddetle Islâm'a davet etti. Necrânlilar müslüman oldular.
Hz. Ebû Bekir Hâlife olunca Hz. Hâlid'i komutan olarak yalanci Peygamberlerin üzerine gönderdi. Yalanci Peygamber Tulayh b. Huvaylid'i Buzaha'da maglup etti sonra Temimogullari üzerine yöneldi ve Mâlik b. Nuveyra'nin komutasindakilerle karsilasti. Mâlik'i silah birakmasina ragmen esir etti ve öldürdü. Hz. Ömer, Hâlid'i bu olayda hatali davrandigi gerekçesiyle kinamistir.
Daha sonra Museylemetu'l-Kezzâb'a karsi sefere çikti ve onu Yemâme sinirinda Akraba denilen yerde maglub etti ve öldürttü.
Yalanci Peygamberlerle olan mücadelesinden sonra zekat vermeyen kabileler üzerine gönderildi. Onlari da sindirdi. Daha sonra Hicrî onIki yilinda Irak'a 0ranlilara karsi gönderildi. Iki ay zarfinda Iran Sâsânî, ordularini bozguna ugratarak Hire'yi zabtetti ve Firat çevresini hâkimiyeti altina aldi.
Suriye sinirinda Bizanslilarin ordu hazirladiklari haberi gelince hilâfet merkezinden Hz. Hâlid'e Irak bölgesinin komutanligini Müsenna'ya birakarak Sam'a gitmesi emri verildi. Hicrî onüçüncü yilda Bizanslilari Acnadeyn'de maglup ederek Sam'a dogru püskürttü. Hz. Hâlid sehri muhasara etti ve hicrî ondördüncü yilin receb ayinda Sam (Dimask) sehrini zabtetti. Daha sonar Humus'u fethetti. Yermuk savasinda Bizanslilari bozguna ugratti. Kudüs'ü kusatti ve teslim aldi. Bütün Suriye mintikasi müslümanlarin eline geçti.
Hicretin 17. yilinda Hz. Ömer, Hâlid b. Velid'i komutanliktan indirdi. Hz. Hâlid'in komutanliktan ahmsinin sebepleri ve azledildigi yil tarihçiler arasinda ihtilaflidir. Genel kanaate göre, Hz. Ömer, hilâfet merkezine döndükten sonra Hâfid'i azletti. Ama bu rivayet gerçegi yansitmamaktadir. Hz. Ömer hilafetinin besinci senesi, yani hicretin 17. senesinde Hz. Hâlid'i azletmistir.
Komutanliktan alinisi ile ilgili olarak bir çok sebepler ileri sürülmektedir. Bu sebepleri söyle siralayabiliriz: Hz. Hâlid bir çok Insana kumanda ediyordu. Ancak sert mizaçli olup sert muamele ediyordu. Kimsenin sözünü dinlemiyor, kendi fikrinden baskasina kiymet vermiyordu. Hatta birçok islerde hilâfet merkezinin görüslerine de müracaat etmiyordu.
Irak topraklarini Islâm topraklarina dönüstürdükten sonra Halife Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in emrinin hilâfina hacca gitmis ve bu duruma Hz. Ebû Bekir çok üzülmüstü. Kendi basina buyruk bir tavrin içinde hareket ediyordu. Bundan dolayi Hz. Ömer (r.a) zaman zaman Hz. Ebû Bekir Efendimize Hz. Hâlid'i komutanliktan azletmesini Istemisti. Hz. Ebû Bekir (r.a) daima söyle cevaplandirmisti: "O, Allah'in kilicidir, bu kilici kinina sokmak dogru degildir."
Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde de Hz. Halid'in tutumunda bir degisiklik olmadi. Yine bildigi gibi devam etmekteydi. Ancak Hz. Ömer (r.a) Onu hemen azletmedi. Bir çok defalar kendisini uyardi, ve bu konuda mektuplar gönderdi. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir (r.a) zamanindaki meseleleri de ona hatirlatti.
Komutanliktan alinisinin Ikinci sebebi ise, müslümanlarin genelinde söyle bir fIkir olustu, fetihlerin gerçeklestirIlmesi Hz. Halid'in kabiliyet ve kahramanligindan kaynaklanmaktadir. Fetihlerin yegane sebebinin Hz. Halid olarak gösterIlmesi elbette bir yanlislikti. Savaslarin zaferlerle neticelenmesinde onun dehasini da gözardi etmek mümkün degilse de ondan ibaretmis gibi göstermekte dogru degildir.
Üçüncü sebep; Hz, Halid (r.a) ordu masraflarinda pek fazla israf yolunu tutmustu. Ordu ekranina bol para dagitmasi diger mücahidlere kötü örnek oluyordu. Bu hususta sâirler mübalagali siirler bile yazmisti. Es'as b. Kays'a bir defasinda onbin dinar bahsis vermisti. Olay halife Hz. Ömer (r.a)'e intikal etti. Hz. Ömer Hz. Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile haber gönderdi. "Bu kadar bol parayi müslümanlarin malindan yani ordu tahsIsatindan verdi ise müslümanlara hiyanet etmistir. Kendi kisisel payindan, kendi cebinden vermis ise israf etmistir. Ikisi de câiz degildir." Halife Hz. Ömer, Hz. Hâlid'i azlettikten sonra hilâfet merkezine çagirip, sorguya çekti. Bol para harcadigindan bahsetti. Hz. Hâlid, Ganimetten eline geçen hissesinin hesabini verdi. Hesabi temiz vermisti. Hz. Ömer Hz. Hâlid'i iltifat ve ikramla karsiladi. Gönlünü aldi. Yazdigi ve her tarafa gönderdigi fermanlarda; Hz. Hâlid'in, kusur veya herhangi bir kabahatinden dolayi azledIlmedigini, ancak bütün müslümanlarin zihinlerinin aydinlanmasi için, yani bu kadar Islâm futuhâtinin yalniz Hz. Hâlid'in kolunun kuvvetiyle meydana gelmedigini herkesin bIlmesi için azlettigini bildirdi.
Hz. Ömer, Hâlid'i idari görevlere getirdi. Bir yil kadar valilik yapti sonra istifa etti (Müstedrek, II, 297).
Hz. Hâlid (r.a) cihâd duygusu ile sehitlik arzusu ile dopdolu bir mü'mindi. Cihâd meydanlari onun için Allah'a en yakin meydanlardi. Kendisi söyle der: "Ben harp meydaninda mücahede ve mücadeleden aldigim zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinin keyfinden alamam" En büyük arzusu cih ad meydanlarinda sehid düsmekti. 0ran üzerine yürürken, 0ranlilara su haberi gönderdi: "Sizin dünyayi sevdiginiz kadar Âhireti seven bir ordu ile üzerinize geliyorum".

Hz. Halid sirke ve küfre karsi çok siddetli idi. Müslüman olduktan bir sene kadar sonra Uzza putunu yikmak için gittiginde Uzza'ya siirle söyle seslenir: "Ey Uzza bu gelis seni ta'zim için degil seni inkâr içindir. Çünkü ben gördüm ki Allah seni degersiz kIlmistir." (Ibn Esir, Üsdü'l-Gâbe, II, I10).
Hz. Hâlid savasçi oldugu kadar sahsi fazilet ve ilim konusunda da üstündü. Firsat buldukça Hz. Peygamber'in sohbetlerinden istifade etmis, Medine'de onun etrafinda bulunan ilim ve irfan ashabi arasinda Hz. Hâlid'in bulundugu zikredIlmistir. Üç-dört mesele ile ilgili fetva verdigi de rivayet edilir.
Hz. Hâlid'in Buhârî, Müslîm ve diger hadis kitaplarinda Hz. Peygamberden onsekiz hadis rivayet etmistir. (Ibn Hacer, el-Isâbe, I, 413).
Rasûlullah. Hâlid'in secâat ve cesaretini muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde medhetmisti. Mekke fethinden sonra müslümanlar, her tarafa toplanip Mekke'ye girdikleri zaman Hâlid görününce, Hz. Peygamber Ebû Hureyre'ye: "Bu gelen kimdir?" diye sormustu. Ebû Hureyre: "Hâlid b. Velid'dir" demis. Onun üzerine Hz. Peygamber: "Bu Allah'in ne iyi bir kuludur" buyurmustur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 1360).
Hz. Peygamber yine onun hakkinda "Hâlid Allah'in Kilicidir" buyurmustur. Yine Hâlid hakkinda: "Hâlid b. Velid'e gelince, o herseyini sizin için vermistir, nesi var nesi yok harplerde Allah yolunda sarfetmistir" (Ebû Dâvûd, Sünen, I, 163).
Hz. Hâlid gönderildigi seriyyelerde ve yaptigi muharebelerde Allah rizasini ve Allah'in dinine davetini esas almistir. Nitekim Yermuk savasinda Rumlarin komutanina savas meydaninda Islâmi teblig etmis ve komutan Corc onun daveti ile müslüman olmustur.
Hz. Peygamber'in sahsina karsi da çok büyük hürmeti olan Hz. Hâlid onun isminin mücerred anIlmasindan bile rahatsiz olmus; savaslarinda kazandigi muvaffakiyeti Hz. Peygamberin sakalindan bir kaç taneyi sariginin içinde tasimasina baglamistir (Ibn Hacer, el-Isabe, I, 413-415; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe, II, 109-112).
Bekir SAGLAM
Zübeyr TEKKESIN
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt