Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sahabeler ve tabiin (1 Kullanıcı)

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+4]Hz. ÂISE (r.a.)[/SIZE]​
kabe2.jpg

Allah Resulü Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilk iman eden onun en sadik arkadasi Hz. Ebu Bekr es-Siddîk'in kizi ve Hz. Peygamber'in zevcesi. Hicret'ten dokuz veya on sene önce Mekke-i Mükerreme'de dogdu. Annesi Ümmi Rûmân binti Âmir ibn Umeyr'dir. Hz. Âise çok küçük yasta müslüman olmustur.
Resulullah, ilk zevcesi Hatîcetü'lKübrâ hayatta iken baska bir kadinla evlenmemisti. Onun vefatindan sonra bir süre daha evlenmedi. Resulullah, Hatice (r.a.)'in ölümüne çok üzüldü. Osman ibn Maz'un'un hanimi Havle binti Hakim, Resulullah'a gelerek Ebu Bekr es-Siddîk'in kizi Âise ile evlenmesini teklif etti. Sonra da Resulullah adina Ebu Bekr'e giderek kizi Âise'yi istedi.
Hz. Âise'nin Resulullah'a nikâhlanmasi Hicret'ten iki veya üç sene önce oldu. Kaynaklar, bu nikâhlanma sirasinda Hz. Âise'nin yasinin küçük oldugunu kaydetmektedir. Nikâhin kiyilmasindan iki yil kadar zaman geçtikten sonra zifâf vukû bulmustur. Hz. Âise'nin o zaman dokuz veya on bir yasinda oldugu rivayet edilmektedir. Bu rivayetleri bazi tarihçiler cerhetmekte ve Âise validemizin evlendikleri zaman daha büyük oldugunu ileri sürmektedirler. Âise validemizden rivayet edilen bir hadiste, Hz. Cebrâil Âise'nin resmini ipek bir hirka içinde Resulullah'a getirmis ve "Bu, senin dünya ve ahirette zevcendir." demisti. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bâkire olarak nikâhladiklari tek zevcesi vâlidemiz Hz. Âise'dir. Resulullah onu çok severdi. Ona 'Hümeyra' lâkabini vermis ve: "Dininizin yarisini bu Hümeyra'dan aliniz" buyurmuslardir. Hazret-i Âise, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katildi ve diger sahâbe hanimlari gibi harpte yaralilarin tedavisiyle bizzat mesgul oldu. Uhud gazâsinda sirtinda su ve yiyecek tasiyip yardim için Peygamber Efendimizin hep yaninda kalmisti. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müsriklerin taslariyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasir yakip, külünü basarak kanlarinin durmasini saglamisti. Hz. Âise bir ara Uhud'da kiliçla cepheye gitmek istemisse de, Resulullah buna müsaade etmemistir.
Âise 14-15 yaslarinda iken Benu Mustalik (Müreysi') gazâsina Resulullah'la beraber katildi. Gazâ dönüsü tuvalet için geride kalmasi yüzünden iftiraya ugradi; savasa ganimet için katilan münafiklar Hz. Âise'nin, gecikmesi sebebiyle, kâfilenin ardindan yaninda Ashabtan Safvan ile birlikte geldigini görünce bunu kötü sözlerle ve çirkin bir sekilde yorumladilar. Yolda bu dedikodulara bazi müslümanlar da karisinca Hz. Âise çok üzüldü; Medine'ye gelince hastalandi. iftira, dedikodu etrafa yayilmisti. Atesi yükselerek yataga düstü. Bu arada kendisini fazla aramayan Rasûlullah'tan izin isteyerek babasi Ebû Bekir'in evine gitti. Orada bir müddet kaldi; sabirla bekledi. Bu arada Rasûlullah diger hanimlarina ve sahâbeden en yakinlarina Âise'nin durumunun ne olabilecegini sordu. Hepsi de Hz. Âise'nin temiz ve suçsuz oldugunu söylediler; "Peygamberini fenaliklardan koruyan Cenâb-i Hak, size böyle bir seyi revâ görmez, sabreyleyin" dediler.
Aradan bir ay gibi uzun bir zaman geçinceye kadar danismalarini sabirla sürdüren Resulullah, sonunda Hz. Ebû Bekir'in evine ugradi. Hz. Âise'yi, anne, babasi ve sahâbeden bir hanimla aglar buldu: "Ya Âise, senin için bana söyle söyle söylediler. Eger sen, dedikleri gibi degilsen; Allah'u Teâlâ yakinda senin dogrulugunu tasdik eder. Eger bir günah islediysen, tövbe ve istigfar eyle! Allah'u Teâlâ, günahina tövbe edenlerin tövbesini kabul eder. " buyurdular. Resulullah'in mübarek sesini isitince aglamayi kesen Hz. Âise babasina bakip cevap vermesini istedi. Hz. Ebû Bekir ve Âise'nin annesi böyle söylentilere ve dedi-kodu yapanlara sadece sasirdiklarini söylediler. Hz. Âise ise: "Allah'u Teâlâ'ya yemin ederim ki kulaginiza gelen lâflarin hepsi yalandir, iftiradir, Allah biliyor ki benim bir seyden haberim yoktur. Yapmadigim bir seye evet dedigimde kendime iftira etmis olurum. Sabretmek iyidir. Onlarin söyledigi sey için Allah'u Teâlâ'dan yardim bekliyorum." dedi. Günahsiz oldugundan, kalbinin temizligi ile ve kendinden emin olarak bekledi .
Bu sirada Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yüzünde vahiy alâmetleri belirdi. Hz. Ebû Bekir, Resulullah'in basinin altina bir yastik koyup üzerine çarsaf örterek beklediler. Vahiy tamamlaninca Resulullah terlemis yüzünü örtünün altindan kaldirarak: "Müjdeler olsun sana ey Âise! Allah'u Teâlâ seni temize çikardi. Senin pak olduguna sahit oldu." deyip Kur'an'daki Nûr Suresinden, o an nazil olunan 10 ayeti okudu. Hz. Ebû Bekir hemen kalkip kizi Âise'yi basindan öptü, "Kalk, Resulullah'a tesekkür et." dedi. Kendisi için ayet inecegini aklindan geçirmeyen Âise saskinlik içinde: "Hayir kalkmam baba vallahi kalkmam. Allah'u Teâlâ'dan baskasina sükretmem. Çünkü Rabbim beni Ayet-i Kerîme ile methetti." dedi. Ama, çok sevindi. iftirada bulunanlar zamanla hakîr ve zelîl oldular.
Peygamberimiz (s.a.s.) 632 senesinde hastalaninca son gününü Hz. Âise validemizin evinde geçirdi. Rebiü'levvel ayinin onikinci pazartesi günü ögleden önce mübarek basi, Hz. Âise validemizin gögsüne yaslanmis oldugu halde vefat etti. Resulullah'in vefatindan sonra Ashâb-i Kirâm, Hz. Aise validemize müminlerin annesi adini vererek, ona büyük hürmet göstermislerdir. Hz. Âise de, sahâbe içinde, kirk yila yakin bir müddet daha yasamis ve pek çok hadis rivayet etmistir.
Hz. Âise'nin bu son kirk yillik hayatindaki en önemli olay; Cemel Vak'asi'dir. Hz. Osman'in karisiklik çikaran entrikaci asiler tarafindan sehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kisas yapmak hususunda günün sartlari geregi olarak sabirla hareket etmeyi uygun bulmustu. Bu yumusak davranistan yüz bulan asiler taskinliklarini artirarak fenaliklarina devam ettiler.
Durum böyle endise verici bir hâl alinca Ashâb-i Kiram'in büyüklerinden bir kismi (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sirada hac için orada bulunan Hz. Âise'yi ziyaret edip, olaylara el koymasini ve kendilerine yardimci olmasini istediler. Hz. Âise de; acele etmemelerini, sabirla bir köseye çekilip Hz. Ali'ye yardimci olmalarini tavsiye etti. Ashâb-i Kirâm'in büyükleri de Hz. Âise'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âise'ye de: "Ortalik düzelinceye ve halifeye kavusuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanlarin annesi ve Resulullah'in muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âise de, müslümanlarin rahat etmesi ve Ashâb-i Kirâm'in korunmasi için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti. Bu gidisi asiler, Hz. Ali'ye baska türlü anlattilar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sagladilar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âise'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculugu hakkindaki düsüncelerini sordu. Hz. Âise, fitneyi önlemek ve sulhu saglamak için Basra'ya geldigini; öncelikle katillerin yakalanmasini istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüsü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birlesmeyi kararlastirdilar.
Bu baris haberini ve memnunlugu isiten münafiklar birlesmeye engel olmak için, gece karanlik basinca, her iki tarafa da ayri ayri askerlerle saldirdilar. Taraflara da: "Bakin, karsinizdakiler sözünde durmadi" deyip bu gece baskini ile ortaligi karistirdilar. Karanlikta neye ugradiklarini bilemeyen müslümanlar harb etmeye basladilar. Her iki taraf da karsisindakini suçluyordu. iste bu iki müslüman grup arasinda meydana gelen çatismaya Cemel vak'asi denir.
Bu vak'ada Hz. Aise'nin ictihadi Hz. Ali'nin ictihadina uymamisti. Buna ragmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneligi Kur'an-i Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aise'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandir." hadisini haber veren Hz. Âise de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin sehâdetine üzüldü ve çok agladi. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.
Hayatinin son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadinlara mahsus hallere dair fikhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yilinda Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kildirdi. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanina defnedildi. Küçük yaslarda iken Âise'nin egitim ve ögretimiyle bizzat babasi Hz. Ebû Bekir (r.a.) ilgilenmistir. Bütün müminlerin annesi olan Âise validemiz daha küçük yaslarda iken okuma yazma ögrenmis, zekâsi ve kabiliyeti ile etrafinin dikkatini çekmistir. Ögrendiklerini unutmaz, ezbere tekrar ederdi. Hafizasi çok kuvvetli idi. Akilli, zeki, âlime, edibe, iffet sahibi bir hanim idi. Pek çok konulari siirle anlatan sanatkârca bir ifadeye sahipti. Ashâb, karakter ve hâfizasina güvendikleri ayet-i kerime ile övüldügünü bildikleri için birçok meseleyi ondan sorar ve ögrenirlerdi.
Hz. Âise vâlidemiz babasi Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Osman'in hilâfetleri zamaninda Hz. Peygamber'den isittiklerini müslümanlara anlatti. Devamli oruç tutar ve daima gece namazi kilardi. Hz. Âise fikih ve ictihadda keskin, kuvvetli görüse sahiptir. Fikih ilminin kurucularindan sayilir. Devrinin üstün âlimlerinden ve Fukahâ-i Seb'a*dandir.
Hz. Âise, güzel ahlâkli, merhamet dolu, cömert ve ibadete düskün, çok zeki bir sahâbiydi. Hepsinin basinda en mümtaz vasfi ise islâm'a ve ilme olan büyük hizmeti idi. Müslüman bilginler arasinda yaygin bir rivayete göre fikih ve dinî ilimlerin dörtte birini Hz. Âise nakletmistir.
Ebû Mûsa el-Es'ârî: "Bizler, müskül bir mesele ile karsilastigimizda gider Hz. Âise'ye sorardik." demistir.
Abdurrahman b. Avf'in oglu Ebû Seleme: Resulullah'in sünnetini Hz. Âise'den daha iyi bilen; dinde derinlesmis, Ayet-i Kerîme'lere bu derece vâkif ve sebeb-i nüzulleri bilen, ferâiz ilminde mâhir bir kimseyi görmedim." demistir.
Hakkinda imam Zührî: "Eger zamaninin bütün âlimlerinin ve peygamberimizin diger zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Hz. Âise'nin ilmi yine daha agir basardi" derdi.
Atâ b. Ebî Rebâh; "Hz. Âise, ashâb içinde en çok fikih bilen, isabetli rey bakimindan en ileri gelen bir kimse idi." demistir.
Tabiinden Mesruk; "Allah'a yemin ederim ki, Ashâb-i Kirâm'in ileri gelenlerden bir çogu gelir Hz. Âise'den Ferâiz'e ait sorular sorar ve ögrenirlerdi." demistir.
Hz. Âise Peygamberimizden ikibinikiyüzon hadîs rivayet etmistir. Kendisinden de Ashâb ve Tabiin'den bir çok kimse hadîs nakletmislerdir. Sahih hadis kitaplari Hz. Âise'nin fetvalari ile doludur. Ahmet b. Hanbel Müsned adli eserinde de Âise'nin rivayet ettigi hadislerinden uzun uzun bahseder .
Hz. Âise'nin naklettigi hadislerden bazilari:
"Ey Âise, Allah, kullarina lutf ile muamele edicidir. Her iste yumusak davranilmasini sever."
"Her gün yirmi kere ölümü düsünen kimse, sehidlerin derecesini bulur"
"Resul-i Ekrem (s.a.s.) 'in en ziyade hoslandigi ibadet, devamli olani idi, az olsa bile."
"Sekir (sarhosluk) veren her içki haramdir. "
Hazret-i Peygamber (s.a.s.) söyle buyurmustur: "Cebrâil hiç durmaz komsu hakkina hürmet olunmasini bana tavsiye ederdi. Hatta ben yakinda komsuyu mirasçi kilacak sandim. "


Yunus Emre ÖZULU

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ömer ibni Hattab’in Kizi - Mü’minlerin Annesi
Hazreti Hafsa
radiyallahu anhâ​
Hazret-i Hafsa radiyallahu anhâ Hz. Ömer (r.a)’in kizi... Bilgili ve kültürlü, irâdesi kuvvetli, sadakat sahibi bir Islâm hanimefendisi... O devirde okuma-yazma bilen pek ender, kültürlü kadinlardan... Üçüncü hicri yilda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin aileleri arasina katilarak mü’minlerin annesi olma serefini elde eden bahtiyarlardan...
O, Mekke’de Peygamberlik gelmezden (Bi’set’ten) bes sene önce dogdu. Babasi, Islâm tarihinde adâletiyle ün salan, ikinci halife Hz. Ömer (r.a)dir. Annesi Zeynep, Osman ibni Maz’ûn (r.a)’in kiz kardesidir. Babasi ile birlikte Mekke’de müslüman oldu. Ashab’tan Huneys ibni Huzâfe (r.a) ile evlendi. ilk müslümanlarin safinda yer alan bu bahtiyar kari-koca birlikte önce Habesistan’a, daha sonra Medine’ye hicret etti.
Huneys (r.a), Abdullah ibni Huzâfe (r.a)’in kardesidir. Bedir ve Uhud gazvelerine istirak etmistir. Her iki gazvede de kahramanca çarpisti. Uhud savasinda ciddi sekilde yaralandi. Medine’ye dönüldügünde sehadet serbetini içti. Hazreti Hafsa (r.anhâ) genç yasta dul kaldi.Hz. Ömer (r.a) kizinin dul olarak kalmasina gönlü râzi degildi. Biran önce onu evlendirmeliydi. O devirde iddetini tamamlayan kadinlarin fazla beklemeden evlenmesi daha uygun görülüyordu. Bir baba olarak Hz. Ömer (r.a) da kizinin iyi bir kimse ile evlenmesini arzu ediyordu. Bunun için düsündü, tasindi ve onu Hz. Osman (r.a)’a nikâhlamaya karar
verdi. Hz. Osman da o sirada dul kalmisti. Hanimi Peygamberimiz’in kizi Rukiyye (r.anhâ) vefat etmisti. Rahatlikla teklif yapilabilirdi. Vakit kaybetmeden Osman’a gitti. Kizi Hafsa’yi nikâhliyabilecegini söyledi. Bu konudaki görüsmeleri Abdullah ibni Ömer radiyallahu anhümâ bizzat babasindan söyle nakletmektedir:
Osman ibni Affan’a gittim. Onu hüzünlü gördüm. Üzüntüsünü gidermek ve teselli etmek için ona Hafsa’dan bahsettim. istersen Hafsa’yi sana nikâhliyayim dedim. Osman birden cevap veremedi. Hemen evet diyemedi. Biraz düsünmek için zaman istedi ve Hele bir düsüneyim dedi. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra karsilastigimizda, simdilik evlenemiyecegim diye özür diledi.
Hz. Ömer ayni teklifi Hz. Ebûbekir (r.a)’a yapmayi düsündü. Onunla karsilastiginda:
istersen sana kizim Hafsa’yi nikahliyayim dedi. Hz. Ebûbekir de sustu. Agzini açip da bir söz söylemedi. Hiçbir cevap vermedi. Bu sebeple ona, Osman’a gücendiginden daha fazla kizdi.
Hz. Ömer (r.a) iki samimi arkadasindan müsbet bir cevap alamayinca cani sikildi. içerledi. Üzüntülü bir sekilde Rasûlullah (s.a)’in huzuruna girdi ve söyle dedi: Yâ Rasûlallah! Ben Osman’a sasiyorum. Hafsa’yi ona nikâhlamak istedim de yanasmadi.
Ebûbekir de öyle...
iki Cihan Günesi Efendimiz Ömer’e tebessüm ederek: Yâ Ömer! Hafsa, Osman’dan, Osman da Hafsa’dan daha hayirli birisiyle evlenecektir. buyurdu.
Hz. Ömer büsbütün merak içerisinde kalmisti. Osman’dan daha hayirli damât kim olabilirdi? Merak içerisinde aradan yine birkaç gün geçti. Nebiyy-i Ekrem (s.a) Efendimiz Hafsa’ya tâlib oldu. Hz. Ömer (r.a)’a: Sen kizin Hafsa’yi bana nikâhlarsin. Ben de kizim Ümmü Gülsüm’ü Osman’a nikâhlarim. buyurdu.
Hz. Ömer bu müjdeye çok sevindi. iki Cihan Günesi Efendimiz bu haberle Hafsa’yi kendisine Allah’in nikâhladigini anlatmak istiyordu. Bunun üzerine kisa zamanda dügün hazirliklari tamamlandi. Hicretin üçüncü yilinda saban ayi içerisinde Hz. Hafsa, Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizle nikâhlanarak mü’minlerin annesi olma serefine erdi.
Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz bu nâzikâne tesebbüsü ile üç büyük sahâbîsi arasindaki dostlugu, kardesligi, din bagini hisimlikla, akrabalikla daha da kuvvetlendirmis oldu. Âise’yi nikahlayarak Hz. Ebûbekir (r.a)’i Hafsa’yi nikahlayarak da Hz. Ömer (r.a)’i taltif etti. Onlari kendine kayinpeder, kizlarini da mü’minlerin anneleri olma bahtiyarligina kavusturdu.
Hz. Ebûbekir (r.a) kendine teklifte bulunan Hz. Ömer’e müsbet-menfi bir cevap veremedigi için üzülüyordu. Fakat baska çaresi de yoktu. Çünki bir sirri muhafaza etmesi gerekiyordu. Hz. Hafsa ile Fahr-i Kâinat (s.a)’in evlenecegini biliyordu. Bunu söylemek emanete hiyanet olacakti. Bu sebepten sükût etti. Nikâh kiyildiktan sonra Hz. Ömer (r.a)’a gelerek özür diledi ve durumu söyle izah etti:
Hafsa’yla evlenmemi istedigin, benim de sana cevap vermedigim zaman herhalde bana gücenmissindir. dedi. Hz. Ömer de: Evet diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebûbekir (r.a) sunlari söyledi:
Bana bu konuyu açtiginda sana bir cevap vermeyisimin sebebi, Rasûlullah (s.a)’in Hafsa ile evlenmekten söz etmesidir. Elbette onun sirrini ifsâ edemezdim. sayet Nebiyy-i Muhterem, Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, elbette onunla evlenirdim diyerek onu teselli etti.
Ne nezâket!.. Ne edeb!.. Ne sir saklayicilik!.. iste Islâm edebi!... Emanet bir sir... Sükût bir hazinedir... Emanete riâyet ve sükûtu ihtiyar etmek ise insanin emniyeti ve süsüdür...
Hz. Hafsa (r.anhâ), Rasûlullah (s.a)’in evine Sevde ve Aise (r.anhümâ) annelerimiz varken gelin olarak geldi. O, iki Cihan Günesi Efendimizin saâdethânelerine geldiginde yirmi yaslarindaydi. Sevde (r.anhâ) annemiz Âise (r.anhâ) gibi onu da büyük bir gönül rahatligi içinde karsiladi. Her ikisine de hizmet etti. Hafsa (r.anha) da gençti. Bilgili ve onurluydu. Özü sözü birdi. iradesi kuvvetliydi. Hâne-i seâdette iki genç annemiz olmustu. ikisi de Efendimize hizmet etme yarisinda gayretlerini esirgemiyorlardi. Son derece nâzik davraniyorlardi. Sevgi ve hürmette kusur etmemeye çalisiyorlardi. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz de iki aziz
arkadaslarinin kizlari olmalari sebebiyle gücünün yettigince onlara müsâmaha ile davraniyordu. Kadinlik zaafiyetlerini, gençliklerini göz önüne alarak daha merhametli, daha sefkatli muâmele ediyordu. Fakat beser olarak sikintili zamanlar da geçiriyordu. söyle ki: Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Zeynep binti Cahs (r.anhâ) annemizin evinde bal serbeti içmisti. Biraz da yaninda fazla kalmisti. Bu durum iki genç annemizin dikkatlerini çekti ve aralarinda anlasarak. Efendimizin yanina vardiklari zaman kendisinden megâfir kokusu geldigini söylediler. Efendimiz megâfir yemedigini, bal serbeti, içtigini söyledi ve:
Demek ki bali yapan ari megâfir yalamis diyerek bir daha bal serbeti içmemege yemin etti.
Bunun üzerine Allah Teâlâ Tahrim sûresini nâzil buyurdu. Meâli söyledir:
Ey Peygamber! Eslerinin rizasini gözeterek Allah’in sana helâl kildigi seyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bagislayan, çok esirgeyendir.
Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz bir ara hanimlarindan ayrilarak uzlete çekilmisti. Genç ailelerini egitmek istiyordu. Ashab arasinda bu durum, Rasûlullah hanimlarini bosadi. diye yayildi. Hz. Ömer (r.a) bu haberi isitince dogruca Efendimizin odasina yöneldi. Kizi Hafsa’nin bir hatasi olabilecegini düsünerek Efendimiz’den içeri girmeye izin istedi ve huzura girerek Efendimizin gönlünü rahatlatacak su sözleri söyledi:
Ya Rasûlallah! Kadinlardan dolayi ne kadar sikinti çekiyorsun. sayet onlari bosarsan Allah da melekleri de seninle beraberdir. Ben de, Ebûbekir de, mü’minler de seninle beraberiz... dedi.
iki Cihan Günesi Efendimiz tebessüm etti. Gül yüzünden nurlar saçildi. Ömer’in kalbine huzur verecek ve mü’minleri sevindirecek su cevabi verdi. Hanimlarini bosamadigini, sadece uzlete çekildigini söyledi. Hz. Ömer mescide geldi ve durumu müslümanlara izah etti.
Hz. Hafsa (r.anhâ) yaratilis icâbi biraz celâlli idi. Hz. Âise (r.anhâ) annemiz onu söyle tavsif ediyor: Hafsa tam manasiyla babasinin kizidir. Kuvvetli bir iradesi vardir. Özü sözü birdir.
Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz Hafsa annemizin yaninda Hudeybiye’de biat eden ashabini anarak: insaallah, Hudeybiye’de biat eden ashâbim Cehenneme girmez. buyurdu. Hafsa (r.anhâ) da:içinizden oraya ugramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinlesmis bir hükümdür. (Meryem sûresi; 71) âyetini okuyarak hatirlatmada bulundu. Efendimiz de ona: Sonra, biz Allah’tan sakinanlari kurtaririz; zalimleri de diz üstü çökmüs olarak orada birakiriz. (Meryem sûresi; 72) ayetini okuyarak cevap verdi.
Hz. Hafsa (r.anhâ) annemiz ibadete düskündü. Çok namaz kilar, çokca nâfile oruç tutardi. Onun hayati da diger annelerimiz gibi fakirlik içinde geçti. Yatak olarak kullandigi bir siltesi vardi. Yazin onu altina sererdi. Kisin da bir tarafini altina serip, bir tarafini da üzerine örterdi. Çogu zaman yemek için ekmek bulamazdi. Buna ragmen sikâyetçi olmadi. Hep haline sükretti.
O, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize son derece sadakat ve muhabbetle bagliydi. Kendisine hediye edilen seyleri yemez içmez, Resûlullah’a ikram ederdi. Onu daima nefsine tercih ederdi. Bir defasinda kendisine bir tulum bal hediye etmislerdi. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz odasina ugradiginda ondan serbet yapar ve ikram ederdi.

Hz. Hafsa (r.anha) Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin dâr-i bekâya irtihalinden sonra da önemli hizmetlerde bulundu. Hz. Ebûbekir (r.a) devrinde Kur’ân âyetleri bir araya toplanarak Mushaf haline getirilmisti. Bu tek nüsha idi. Hz. Ebûbekir (r.a)in nezdinde kaliyordu. Vefatindan sonra Hz. Ömer (r.a)’in nezaretine verildi. Hz. Ömer (r.a) da yaralanip sehid olacagi zaman kizi Hz. Hafsa (r.anhâ) annemize teslim etti. O da itina ile muhafaza etti. Hz. Osman (r.a) devrinde bu nüshadan çogaltildi.
Hz. Hafsa (r.anhâ) vâlidemiz 60’a yakin hadis-i serif rivayet etti. Bir tanesi sudur. Rasûlullah (s.a) yatagina girdiginde sag elini basinin altina koyar söyle duâ ederdi: Yâ Rabbi! Kullarini dirilttigin gün beni azabindan koru. Bunu üç defa tekrar ederdi.

Hicretin 45. yilinda Hz. Muaviye’nin halifeligi döneminde altmis yasinda iken vefat eden Hz. Hafsa (r.anhâ) annemiz’in cenâze namazini Medine valisi Mervan ibni Hakem kildirdi. Cennet-i Bakî’a’da mü‘minlerin annelerinin yanina; ebedî istirahatgâhina tevdi edildi. Cenab-i hak’tan sefaatlerini niyaz ederiz. Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
quran-a.gif

[SIZE=+4]Hz. SAFIYYE (r.a)[/SIZE]​
Hz. Muhammed (s.a.s)'in hanimlarindan biri.
"Ümmehâtül-Mü'minin" (Mü'minlerin anneleri)'nden biri olan Safiyye, Huyeyy b. Ahtab adinda Medine'deki yahudilerden Madirogullari kabilesi reisinin kiziydi. Huyeyy, Hz. Peygamber (s.a.s)e karsi müsriklerle isbirligi görüsmeleri yapan ve bundan dolayi müslümanlar tarafindan Medine'den uzaklastirilan Nadirogullari'nin lideriydi. Bu zorunlu göçten sonra bu kabilenin bir kismiyla Hayber tarafina gitmisti. Ahzab savasinda, Huyeyy de hücum edenlerle beraber gelmis ve Kureyzaogullarini müslümanlarin aleyhine kiskirtmak için onlarin kalelerine girmis, sonra da onlarin ugradigi akibete ugramis ve orada öldürülmüstü. Huyeyy'in kizi olan Hz. Safiyye'nin annesinin adi Durra idi.
Safiyye, önce kendi kabilesinden Sellam b. Miskem ile nikahlanmis; bir süre sonra bosanarak Kinâne b. Ebi Hukayk ile evlenmisti. Bu esi de Hayber savasinda öldürülenler arasindaydi. Ayrica yine bu savasta Safiyye, esi ve babasiyla birlikte kardesini de kaybetmisti. Safiyye savas esirleri arasindaydi. Bazi kaynaklar Safiyye'nin asil isminin Zeyneb oldugunu kaydeder. Arabistan'da reislere veya hükümdarlara düsen ganimet hissesine "Safiyye" denildigi ve bu sebeple, Zeyneb de Hayber savasinda esir olarak Rasûlüllah (s.a.s)'in hissesine düstügü için ona "Safiyye" denIlmisti. Esirler toplandigi zaman Dihyetül-Kelbî, Hz. Peygamber (s.a.s)'den bir cariye Istemis. O da Safiyye'yi vermisti. Ashabtan birinin, Safiyye'yi peygamberimizin almasinin daha uygun olacagini, zira bir reis kizi oldugu için mevkiinin bunu gerektirdigini söylemesi üzerine, Safiyye'yi geri almis, ona da baska bir cariye vermisti.
Hz. Peygamber, Yahudiler ile bir anlasma imzaladiktan sonra Safiyye'ye Islâm ve Yahudilik hakkindaki görüsünü sordu. "Ey Allah'in Rasûlü! Islâmi arzu etmis ve sen davet etmeden önce seni tasdik etmistim. Babam da senin davanin dogrulugunu itiraf ederdi. Fakat irkçilik onu götürdü.
Ben Allah'tan baska ilâh olmadigina ve senin Allah'in Rasûlü olduguna kesinlikle inaniyorum" cevabini alinca onu âzad ederek onunla evlenmisti.
isl24.gif
Hz. Peygamber (s.a.s), yeni hanimini yakindan tanimaya firsat bulabildigi Ilk gece onun yanaginda yesil bir benek gördü. Sormasi üzerine Safiyye'nin cevabi su olmustu: "Bir süre önce rüyamda, gökteki ayin yerinden ayrilip gögsümün üzerine düstügünü gördüm; bunu kocama anlattigimda o Sen su Medine krali ile evlenmek istiyorsun" dedi. Ben ise senin hakkinda o sirada hiç bir sey duymamistim. Buna ragmen tutup suratima siddetli bir samar indirdi; Iste bunun izi hâlâ devam etmektedir".
Hz. Muhammed (s.a.s) dügününün yapildigi gece, esini kabilesinin ugradigi zarar ve kayiplar konusunda teselli etti ve Hayberlilerin kendisini bu konuda zorladiklarini izaha çalisti. Islâm'a ve onun peygamberine karsi çok samimi hislerle bagli olan Hz. Safiyye, ayni zamanda asil, zeki, güzel ve dindar bir kadindi. Özellikle tutumluluguyla taninirdi. Diger bir hususiyeti de pisirdigi yemeklerdi. Hz. Safiyye'nin mutfaginda pisen yemekler, onun aile fertleri, yani ehl-i beyti arasinda çok begenilirdi. Öte yandan, Hz. Peygamber (s.a.s)'den birkaç hadis rivayeti de vardir. Rasûlüllah da Hz. Safiyye'ye hürmet ve sevgide özen gösterirdi. Bir gün, bir seyahat esnasinda Hz. Safiyye'nin devesi hastalanmis Hz. Peygamber (s.a.s) de, Hz. Zeyneb'e, develerinden birini ona ödünç vermesini Istemis, ancak o "Devemi bir Yahudi asilliya mi vereyim?" demisti. Hz. Peygamber (s.a.s) onun bu sözünden çok müteessir olmus ve Hz. Zeyneb ile Iki ay görüsmemisti.
Hz. Safiyye H. 50/ M. 670 yilinda vefat etmistir. Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra, uzun bir ömür sürmüs olan Hz. Safiyye, ölüm döseginde iken, sahip oldugu mallarinin üçte birini, Yahudi dininde israr edip kalmis olan bir yegenine vasiyet etmisti. Zira Islâm hukukuna göre, gayr-i müslim akrabaya sadaka câizdi. Bu durumda mirastan hisse almaya hak sahibi olmayanlar için vasiyette bulunmak mümkündü. Ancak bazi müslümanlar bu vasiyetin yerine getirIlmesine karsi çiktilarsa da, Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir diger esi ve döneminin hukuk otoritesi Hz. Aise; lehine vasiyet yapilanin tarafini tutacak bir biçimde araya girerek, vasiyetin yerine getirIlmesinin Islâm hukukuna uygun olacagini ifade etti. Halbuki Hz. Aise ile Hz. Safiyye, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sagliginda zaman zaman dargin durmuslar, ancak darginliklarina hemen son vererek helâllesmislerdi.
Hz. Safiyye Medine'de Baki' mezarliginda topraga verIlmistir (Ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut (ts.), VIII,120-129; Muhammed Hamidullah, Islâm Peygamberi, çev. Salih Tug, Istanbul 1980, II, 740-741; Mevlana Sibli, Asr-i Saadet, çev. Ö. Riza Dogrul, Istanbul 1981, II, 162-163).
Mefail HIZLI
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
CÛVEYRIYE BINTÜ'L-HÂRIS


kalig007.gif
Hz. Peygamber'in zevcesi ve müminlerin annesi.

Hz. Cüveyriye, Mustalikogullari kabilesinin baskani Hâris b. Ebî Dirar'in kizidir. Ayni kabileden Safvân oglu Musâfi'den dul kalmisti. Mustalikogullari, Hicret'in altinci yilinda Medîne'ye saldiri için hazirlik yapmaya basladilar. Durumu ögrenen Hz. Peygamber (s.a.s.), yediyüz kisilik bir askerî kuvvetle, onlardan önce davranarak Müreysi' suyu basinda saldirdi. On kisi öldürüldü. Müslümanlar bu gazvede bir sehit vermisti. Mustalikogullari'nin bütün erkekleri, kadinlari ve çocuklari esir alindi. Deve, sigir ve davarlarina da ganimet olarak el konuldu. Esirler arasinda bulunan, kabile baskani Hâris'in kizi Cüveyriye için, dokuz okiyye altin, kurtulus fidyesi olarak tespit edilmisti. Cüveyriye yirmi yaslarinda bir kadindi. Kurtulus fidyesini temin edemeyince Hz. Peygamber'den yardim istedi.
Hz. Âise bu olayi söyle rivayet eder:
"Mustalikogullari kabilesinin kadinlari esir düstüklerinde ganimet olarak gaziler arasinda paylasildi. Önce beytülmâle beste bir ayrildi. Sonra her atliya iki pay, her yaya savasçiya ise birer pay verildi. Hâris'in kizi Cüveyriye, Kays oglu Sâbit'e düsmüstü. Cüveyriye Rasûlullah (s.a.s.)'a geldi; dedi ki: Ey Allah'in Peygamberi, ben Hâris'in kizi Cüveyriye'yim. Babam Benî Müstalik kabilesinin baskanidir. Benim basima gelen felâketi biliyorsun. Sâbit beni dokuz okiyye kurtulus fidyesi ile serbest birakacak. Beni kurtar". Rasûlullah cevap olarak buyurdular ki: "Ondan daha hayirli bir teklifim var, kabul eder misin? Teklifiniz nedir ya Rasûlallah? "Hem o parayi verip seni azat edecegim, hem de seninle evlenmek istiyorum." Cüveyriye: "Memnuniyetle kabul ederim" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) da:
"Ben de kabul ettim. " buyurdular. (Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 277; Ebû Dâvud, Sünen, IV, 22; Ibn Hisâm, Sîre, III, 307; Ibn Sa'd, Tabakat, VIII,116,117). Bu haber hemen etrafa yayildi. Esirleri ellerinde tutan sahabîler; "Biz Allah elçisinin sihrî hisimlarini nasil esir olarak tutabiliriz!" diyerek, hepsini serbest biraktilar. Bu manzara karsisinda Müstalikogullari Islâm'a girdiler. Bu yüzden Hz. Âise O'nun hakkinda; "Ben kavmi için Cüveyriye'den daha hayirli ve daha bereketli bir kadin bilmiyorum" demistir" (Ahmed b. Hanbel, VI, 277; Ibn Hisâm, Sîre, III, 307, 308; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s. 238; Mahmud es-Savvâf, Rasûlullah'in Pak Zevceleri, Terceme, Ali Aslan, Ankara (t.s), s. 68-71).
Hz. Peygamber Cüveyriye'yi babasina teslim edip; ondan istedi. Cüveyriye müslüman olmustu. Rasûlullah (s.a.s.) kendisine mehir olarak dört yüz dirhem gümüs verdi ve O'nunla evlendi (M. Âsim Köksal, Islâm Tarihi, XII, 55, 56). Daha önceki adi "Berre" iken, Hz. Peygamber tarafindan, kadincik, kizcagiz anlaminda "Cüveyriye" ismi verildi. Hz. Cüveyriye çok oruç tutar ve çok namaz kilardi. Hayir severdi. Kendisi aç durur, yoksullari doyururdu. Bir gün Allah Rasûlü Cüveyriye'yi sabah namazini kildiktan sonra, kusluk vaktine kadar dua ve zikirle uzunca zaman mesgul olurken görmüs ve kendisine söyle buyurmustur: "Ben senden sonra, üç kerre, dört kelime söyledim ki, bugün sabahtan beri senin söylediklerinle tartilsa, onlardan daha agir gelir. Dikkat et, o kelimeleri sana da ögreteyim: Sübhânallâhi adede halkihî; (Allah'i yaratiklarinin sayisinca tesbih ederim). Sübhânallâhi riza nefsihî (Allah'i razi olacagi Sekilde tesbih ederim). Sübhânallâhi zinete arsihi (Allah'i Arsi'nin agirliginca tesbih ederim. Sübhânallâhi midâde kelimâtihi (Allah'i kelimelerinin miktarinca tesbih ederim). " (Ahmed b. Hanbel, VI, 430; Ebû Dâvud, II, 81; Tirmizî, V, 556; Ibn Sa'd, Tabakât, VIII, 119; Âsim Köksal, a.g.e., XII 57-58)
Hz. Cüveyriye'den altmisbes hadis rivâyet edilmistir. Hicrî 56 tarihinde vefat etmistir (Sahîh-i Buhârî Muhtasari Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara 1983, VII, 454).
Hamdi DÖNDÜREN
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
calig07.jpg

[SIZE=+2]ÜMMÜ HABIBE (r.a)[/SIZE]
Hz. Peygamber'in temiz eslerinden, mü'minlerin annelerinden.
Ebu Süfyan'in kizi olan Ümmü Habibe'nin ismi Remle'dir. Tarihçilere göre nesebi, Remle binti Ebu Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdi's Sems b. Abdi Menaf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik el-Ümeviyye el-Kuresiyye'dir (Ibn Sa'd, et-Tabakatu'l-Kilbrâ, Beyrut 1960, VIII, 96; Ibn Abdi'l-Berr, el-0stlâb Fi Esmai'l Ashab, Misir,1939, IV, 269). Annesi ise Safiyye binti Ebu'l-As'dir ( Ibn Abdil-Berr, el-Istiâb, IV, 296; Ibn Hacerel-Askalâni, el-Isâbe fi Temyizi's-Sahabe, Misir 1939, IV, 298) Arap örf ve âdetlerine göre, Ilk evliliginden dogan kizi Habibe'den dolayi "Ümmü Habibe" künyesini almisti. Ilk evliligini Hz. Peygamberin halasi Ümeyme binti Abdu'I-Muttalib'in oglu Ubeydullah b. Cahs b. Riâb b. Ya'mur el-Esedî ile yapmisti (Ibn Hisâm, es-Siretu'n-Nebsviyye, Kahire (Tarihsiz), III, 197; Ibn Abdi'I-Berr, ensâbe, IV, 297).
Ümmü Habibe, Islâm gelmeden önce Hanif dinine bagli idi. Islâm dini gelince, kocasi Ubeydullah ile birlikte, onu Ilk kabul eden Müslümanlardan olmustu. Bu yüzden kocasi ile müsriklerin ezâ ve baskilarina en çok maruz kalanlarin basinda geliyorlardi. Ubeydullah, bu sIkintidan kurtulmak için hanimi Ümmü Habibe ile birlikte Ikinci kafile içinde Habesistan'a hicret etmisti. Dini ugrunda memleketini terk edecek kadar inançlarina bagli olan Ubeydullah b. Cahs, orada irtidad ederek (Islâm'dan dönme) Hiristiyanliga girmisti.
Ümmü Habibe, Habesistan'da kocasinda yavas yavas meydana gelen degisikliklerin farkinda idi. Fakat durumu henüz tam bir açiklik kazanmadigi için bir sey diyemiyordu. Nihayet onun (kocasinin) "Önceleri din konusunu uzun uzadiya düsünmüstüm, Hiristiyanliktan daha hayirli bir din görmeyip Hristiyan olmustum. Sonra Muhammed'in dinine girdim ve simdi tekrar Hiristiyanliga döndüm" sözleri ile kocasinin gerçekten Islâm'dan çiktigini anladi. Bu sözleri duyan Ümmü Habibe, ona rüyasinda kendisini çok kötü bir sekilde gördügünü anlatmis ise de kocasini tekrar Islâm'a döndüremedi. Buna karsilik Ubeydullah, kansinin Hristiyan olmasi için büyük bir baski uygulamis, fakat bunda muvaffak olamamisti. Bu mübarek kadin, her seye ragmen dininde sebat gösterdi ve sonunda kocasindan ayrildi (Semseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehrebî, Siyeru A'lami'n-Nubela, Beyrut 1985, II, 221; Ziya Kazici, Hz. Muhammed'in Esleri ve Aile Hayati, Istanbul,1991, 295). O, Mekke'nin yüksek aristokrat ailesinden birine mensuptu. Bu yüzden de kolay kolay kimse ile evlenmezdi. Bu sebeple yabanci bir diyarda kimsesiz kaldi. Korunmaya muhtaç bir duruma düstü. Babasi Ebu Sufyan ise henüz Müslüman olmadigi gibi, Müslümanlarin da en büyük düsmani idi. Bu sebeple Ümmü Habibe, babasinin yanina da dönemezdi. Hz. Peygamber durumdan haberdar oldu. Onu teselli için Habesistan'a bir elçi gönderdi. Bu elçinin vazifesine ve Ümmü Habibe'nin Peygamber'imizle evlenmesine temas etmeden önce, onun Müslümanligi kabul edisinden bahs etmemiz gerekir.
Ümmü Habibe'nin hangi yilda Müslüman oldugu kesin olarak bilinmemekle beraber, daha önce de belirtildigi gibi, Ilk kocasi ile birlikte kabul edenlerdendir. Bu sebeple Ilk kadin Müslümanlar arasinda sayIlmaktadir (Genis bilgi için bk. Aynur Uraler, Ümmü Habibe'nin Rivayetleri, BasIlmamis Y. LIsans Tezi, Istanbul 1990, 9). Kocasi Ubeydullah b. Cahs ile birlikte müsriklerin baskilarina dayanamayarak Habesistan'a hicret (göç eden) Ikinci kafile ile birlikte oraya gitmislerdi. Fakat, kocasinin orada Hristiyanligi kabul etmesi ve kendisinin ondan ayrIlmasi üzerine büyük sIkintilara katlanmak zorunda kalmisti. Kocasinin bütün teklif ve israrlarina ragmen Müslüman olarak kalmisti. Onun bu durumu, Hz. Peygambere ulasinca bundan çok memnun oldu. Fakat Ümmü Habibe bu diyarda büyük sIkintilara düstü. Günlerce devam eden bu sIkintili anlarinda düsünmekten kendini alamiyordu. Memleketini, ana babasini ve yakinlarini niçin terk etmisti? Bütün bu sIkintilar ne içindi? Kendisi ile birlikte gelen kocasi neden Hristiyan olmustu? Günlerce kafasini ve benligini mesgul eden bu sorular karsisinda, bir gece rüyasinda gördügü ve kendisine "Ya Ümme'l-Mü'minin" diye hitâb eden sesle kendine gelir gibi olmustu. Ümmü Habibe, bundan sonrasini ve Hz. Peygamberle olan evliligini söyle anlatir:
"Habesistan'da iken Necasi'nin elçisi Ebrehe adindaki câriyenin getirdigi haber kadar hayatta hiç bir sey beni heyecanlandirmadi. Ebrehe, Habesistan Krali Necasi'nin kiyafet ve kokulari (parfüm) ile ilgilenen birisi idi. Bir gün benden izin Isteyerek konusmak Istedigini bildirdi. Ben de kabul ettim. "Rasulüllah Kral'a seninle evlenmek Istedigini bildiren bir mektup yazmis" dedi. Ben de "Allah sana da hayirli müjdeler versin" dedim. Fakat söylediklerinden emin olmak için bunu ona birkaç tekrarlattim. Nihayet Ebrehe, "Kral nikahini kiymak için bir vekil tayin etmeni istiyor" dedi. Bunun üzerine Saîd b. As'in oglu Halid'i çagirdim ve onu kendime vekil tayin ettim. Sevincimden Ebrehe'ye el ve ayaklarimda ne kadar taki varsa hepsini verdim. Söz kesildiginin ertesi günü Necasî, Cafer b. Ebu Tâlib'e orada bulunan bütün Müslümanlari toplamasini emretti. Toplantida kIsa bir konusma yaptiktan sonra
"Rasulüllah'in Istegi üzerine Ebu Süfyan'in kizi Ümmü Habibe'yi 400 dinar mehir ile ona nikahladim" dedi. Bu teklif Hz. Ümmü Habibe'nin vekili Halid b. Saîd b. Âs tarafindan da kabul edilerek evlenmeleri gerçeklesmis oldu (Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb, IV, 422; l'bn Hacer, el Isâbe, IV, 299; Ayse Abdunahman, Terâcim Seyyidât Beyti'n-Nilbilvve, Kahire t.y., 383-384). Necasi, mehir olarak tesbit edilen parayi Halid b. Saîd'e teslim ettikten sonra kalkmak üzere olan ashab-i kirama "Nikahtan sonra yemek vermek peygamberin sünnetidir" diyerek dügün yemegi ikram etmisti (Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb, IV, 423; Ahmed b. Abdullah et-Taberî, es-Suntu's-Semin fi Menakib-i Ümmehati'l-Mü'minin Haleb 1928, 97).
Nikahtan sonra "Ümmü'l Mü'minin" olarak sabahlayan Ümmü Habibe, eline mehir geçtigi zaman kendisine müjdeyi getiren câriye Ebrehe'yi çagirtarak "O gün evinde olani vermistim. Baska param yoktu. Simdi Allah bana bunu ikram etti. Mehrimden elli dinar (veya miskal) al" dedi. Ebrehe, verilen parayi kabul etmedigi gibi, Ümmü Haibe'nin daha önce verdigi dört gümüs bilezikle âyak parmaklarindaki gümüs yüzükleri de iade etti. Zira Necasî, ondan, Ümmü Habibe'den bir sey kabul etmemesini Istemisti. O (Necasî), bununla da yetinmeyerek hanimlarindan da ona yardim etmesini Istemisti. Ayrica Necasî, hanimlarina yanlarindaki bütün güzel kokulan Hz. Ümmü Habibe'ye göndermelerini emretmisti. Ertesi gün bu parfümleri getiren Ebrehe, Hz. Ümmü Habibe'nin çeyizinin hazirlanmasinda kendisine yardimci oldu.
Hz. Ümmü Habibe (r.a), Medine'ye geldiginde Hz. Peygamber'e nikah merasimini anlatmis ve kendisine hediye edilen güzel kokulan göstermisti. Rasûlüllah bunlarin kullanIlmasini yasaklamadi. Ümmü Habibe, Islâmiyet'i kabul eden câriye Ebrehe'nin selamini da Hz. Peygamber'e iletmisti (Ahmet b. Abdullah et-Taberî, es-Simtu's-Semin, 98; Ayse Abdurrahman, Teracim Seyyidât, 384).
Hicretin yedinci yilinda meydana gelen bu olay, Ümmü Habibe'nin dine baglanisinin bir mükafati idi. Bu evlilik, Ebû Süfyan'in henüz Müslüman olmamakla birlikte Hz. Peygamber'e olan kin ve düsmanliginin azalmasina sebep olmustu. Zira bu evlilikten sonra Ebû Süfyan'in Hz. Peygamberle Müslümanlara karsi yavas yavas yumusadigi görülür (Kazici, a.g.e., 297).
Gerçekten de Hicretin altinci senesinde Mekkeli müsriklerle yapilari Hudeybiye Antlasmasindan sonra Medine artik bir devletin baskenti olarak taninmaya baslandi. Müsriklerle yapilan antlasma, Müslümanlarin da artik söz sahibi olduklarinin ve devlet olarak tanindiklarinin bir ifadesi idi. Bundan sonra Hz. Peygamber komsu hükümdarlara elçiler göndermeye basladi. Iste bu elçilerden biri de Amr b. Ümeyye ed-Damrî idi. Amr'in Iki memuriyeti bulunmaktaydi. Bunlardan biri Hz. Peygamberin mektubunu Necasi'ye teslim etmek, digeri de Habesistan'a hicret edip henüz dönmemis olan Müslümanlari Istemek ve Ebû Süfyan'in kizi Ümmü Habibe'yi Hz. Peygamber'e nikahlamakti. Rivâyete göre bunun için de ayri bir mektup götürmüstü. Necasî, Hz. Peygamber'in elçisine hürmet ve saygida kusur etmedi. Cafer b. Ebî Talib'in huzurunda Müslüman oldugunu bildirdi (Ibnu'l-Esir, Usdü'l-Gâbe fi Marifeti's-Sahabe, Misir, 1280, V, 457-458).
Necasi, Ümmü Habibe'yi Hz. Peygamber'le evlendirdigi gibi Habesistan'da bulunan diger Müslümanlari da Iki gemiye bindirerek Arabistan tarafina gönderdi.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı........Hz. Peygamber, Hayber Gazasinda Ketibe kalesinin fethi ile ugrasirken onlar da geldiler. Peygamber Efendimiz "BIlmem ki bu Iki seyin hangisi ile sevineyim. Hayber'in fethi ile mi, yoksa Cafer'in gelisi ile mi?" diye sevincini belirtmisti. Bu arada Hayber'den alinan ganimetlerden Habesistan muhacirlerine de hisse verildi (Ibn Hisâm, Sire, III, 196).
Hz. Peygamber'in diger hanimlari bu yeni esi (kumalarim) iyi bir sekilde karsilamak Istediler. Baslangiçta Hz. Aise onda kendisini kiskandiracak bir sey bulamadi. Zira o, yas itibari ile kirkina yaklasmisti. Onda Hz. Safiyye'nin büyüleyici tavri, Hz. Cüveyriye'nin tatliligi, Hz. Ümmü Seleme'nin güzelligi ve Hz. Zeyneb'in çekiciligi yoktu. Bunun için Hz. Aise onu kendi tarafina çekmek istiyordu. Halbuki Ebû Süfyan'in kizi bunu Istemiyordu (Ayse Abdurrahman, Teracim Seyyidat, 385).
Arap örf ve âdetlerine göre, kendisi ile evlenmek Istenilen kadin için önce babasina, o yoksa amcasina veya amcasinin ogullarina müracaat edilirdi. Ancak, Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile evlendigi dönemde Ebû Süfyan henüz Müslüman olmadigi için, bu evlilikten haberi olmamisti. Kizinin kendisine danismadan düsmani ile evlenmesinden dolayi Ebû Süfyan'in kizmasi beklenirken aksine onun bir bakima memnuniyetini ifade ettigi ve Hz. Peygamber için "O reddedilemeyecek bir erkektir" diyerek bu evliligi tasvib ettigi görülür (Ibn Sa'd, et-Tabakat, VIII, 99; Ibn . Abdi'l-Berr, el-Istiâb, IV, 298).
Hz. Peygamber, Ümmü Habibe için daha önceden bir oda yaptirmisti ki, bu hücre, diger hanimlarinin hücrelerine göre mescide en uzak olani idi. Rasûlüllah'in emri ile Bilâl, Ümmü Habibe'yi hücresine götürmüstü. Ümmü Habibe, bu yeni evde bir süpürge bulmus, yaninda bulunan köle ile is bölümü yaparak evi süpürdükten sonra kil bir yaygi sererek odayi dösemisti. Aksam olup Hz. Peygamber Ümmü Habibe'nin odasina gelince, güzel bir koku hissetmis ve içinin tefris edildigini de gördükten sonra " Kureys kadinlari etrafi döseyen, yerlesik kadinlardir. Bedevî ve a'rabî degillerdir" buyurarak iltifatta bulunmustu. Bu sözleri ile Hz. Peygamber Ümmü Habibe'nin temizlik ve döseme zevkini takdir etmisti (Kaynaklar ve genis bilgi için bk. Kazici a.g.e., 301; Uraler, a.g.e., 20).
Hz. Peygamberin, Ümmü Habibe ile evlenmesi, onun sabrinin, cihadinin ve çektigi sIkintilarin bir nevi mükafati idi. Ayrica bu evlilik fikhî (Islâm hukuku) bakimindan da bir bir önem tasimaktadir. Zira, Hz. Peygamber'le Ümmü Habibe'nin nikahi, "giyabî nikah" seklinde icra edIlmistir. Bu, Allah elçisinin bu sahada da ümmetine örnek oldugunun bir ifadesi idi.
Hz. Peygamber'le dört yil evli kalmis olan Hz. Ümmü Habibe, Rasûlüllah'in vefatindan sonra zâhidane bir hayat yasadi. Onun bu hayati otuz dört yil sürdü. O, Peygamberimizin diger hanimlari (Ümmehatu'l Mü'minin) gibi herkes tarafindan saygi ile karsilanirdi. Bu sebeple kardesi Muaviye'ye halife olduktan sonra "mü'minlerin dayisi" diye hitâb ediliyordu (ez-Zehebî, Siyer, II, 222).
Ümmü Habibe'nin, Islâm tarihinde ortaya çikan fitne atesinden uzak kaldigi ve siyasî olaylara karismadigi da bilinmektedir. Bununla beraber, dayisinin oglu olan III. Halife Hz. Osman'in evinin muhasarasi esnasinda onun evine geldigi, orada bulunan asilerden bir adamin onun bas örtüsünü çektigi, Hz. Ümmü Habibe'nin de ona beddua ettigi, bunun da derhal yerine geldigi bildirIlmektedir (Bu olay için bk. Kazici a.g.e., 302-303).
Ümmü Habibe, Hz. Peygamberin diger hanimlari gibi bir geçim imkanina sahipti. Allah elçisi Hayber gelirinden ona seksen vask hurma, yirmi vask arpa vermisti. Ayrica Hz. Ömer zamaninda kurulan divan teskilâti, Hz. Aise hariç olmak üzere Rasûlüllah'in hanimlarina onar bin dirhem vermisti (Ibn Sa'd, et-Tabakat, VIII, 100).
Ümmü Habibe, kardesi Muaviye'nin hilâfeti (40-69/661-680) devrinde yetmis yasinda iken, hicretin kirkdördüncü senesinde Medine'de vefat etti (Ibn Sa'd, et-Tabakat, VIII,100; Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb, IV, 299) Onun vefat tarihi ile ilgili farkli rivâyetler bulunuyorsa da bunlar saglam birer görüs olarak kabul edilememektedir.
Ümmü Habibe'nin, Allah elçisine olan sevgi ve saygisi sadece onun sahsina karsi degil, ona ait olan herhangi bir esya için de söz konusu idi. Islâm tarihindeki bir olay bu söylediklerimizin güzel bir örnegini ortaya koymaktadir.
Bilindigi gibi, Hudeybiye Antlasmasinin hükümlerinden biri de Kureys kabilesinin disinda kalan diger kabilelerin Hz. Peygamber'in veya Kureys kabilesinin emniyet ve garantisini kabul etmede serbest birakIlmalariyla ilgiliydi. Buna göre Huzaa kabilesi, Hz. Peygamber'in emniyet ve garantisini kabul ederek onun tarafina geçtiler. Halbuki bu Iki kabile arasinda eskiden beri düsmanlik vardi. Bu düsmanlik sebebi ile Benî Bekr kabilesi, Kureys'in de destegi ile hicretin sekizinci senesi Saban ayinda bir gece vakti Benî Huzaa kabilesine hücum etti. Bu baskin esnasinda Kureys'in ileri gelen reIsleri Safvan b. Ümeyye, Ikrime b. Ebû Cehil, Süheyl b. Amr, Hüveytib b. Abdi'l-Uzza gibi kimseler de maiyetleri ile birlikte onlara yardim etmislerdi. Bu baskinda Hüzaa kabilesinden 23 kisi öldürülmüstü. Geri kalanlar ise Hareme siginmislardi. Islâm tarihindeki bu olay daha sonra Mekke'nin fethi ile sonuçlanacaktir. Olayin Hz. Peygamber'e haber verIlmesinden sonra sözlerini tutmadiklari ve antlasmayi bozduklari için Müslümanlarin hücumlarina ugrayacaklarindan korkmaya baslayan Kureys, Hz. Ümmü Habibe'nin babasi Ebû Süfyan'in antlasmayi yenilemek ve Hz. Peygamber'den özür dilemek için Medine'ye gitmesini Istediler. Ebû Süfyan, pek ümitli olmamakla birlikte çevresinin baskilari sebebiyle Medine'ye geldi. Burada hiç kimseden yüz bulamadi. Kizi ve Rasulüllah'in hanimi olan Ümmü Habibe'nin evine geldi. Eve girdigi zaman odadaki yataga oturtmak Istedi. Tam bu esnada Ümmü Habibe yatagi toplayip kaldirdi. Her hali ile oturmaya hazirlanmis olan Ebû Süfyan sendeleyerek düsmekten zor kurtuldu. Bunun üzerine Ebu Süfyan, "Kizim, benden sonra sana hiç de iyi olmayan haller olmus, sana ser bulasmis" dedi. Daha fazla orada durmayarak çekip gitti (Ibn Hisâm, Sire, IV, 7).
Ümmü Habibe'nin, Hz. Peygamber'den yaptigi rivâyetlerin sayisi 65 rakami ile ifade edIlmekte ise de bunun daha fazla olma ihtimali vardir. Çünkü bu rakam, Bakî b. Mahled'in "el-Müsned"inden tesbit edIlmistir. Bize ulasmamis olmasi yaninda onun, müsned-musannaf karisimi bir tertibe sahip bulunmasi, rivâyet sayisinin oldugundan daha fazla kabul edIlmesi için önemli bir âmildir (Genis bilgi için bk. Uralar, a.g.e., 32).
Ziya KAZICI
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
bes.jpg

[FONT=Tahoma, Balloon, Arial][SIZE=+4]ÜMMÜ SELEME (r.a)[/SIZE][/FONT]​
Rasûlüllah (s.a.s)'in hanimlarindan biri.
Asil adinin Remle oldugunu söyleyenler varsa da, dogrusu Hind'dir. Oglu Seleme'den dolayi, Ümmü Seleme diye taninmistir. Babasi, Ebû Ümeyye Süheyl b. Mugîre b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum'dur. Cömertliginden dolayi kendisine Zâdü'r-rekb (yolcu azigi) denirdi.
Annesi, Âtike bint Âmir b. Rabîa'dir (Ibn Sa'd, et-Tabirkatü'l Kübrâ, Beyrut, 1975, VIII, 86; el--Askalâni, el-Isâbe fi Temyizi's-Sahabe, VIII, 203; Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, IV, 1939, Kâhire 1970, VII, 340; Ibn Hisâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Misir, 1955, I, 322-326).
Ebû Seleme Abdullah b. Abdi'l Esed ile evliydi. Her Ikisi, birlikte Habesistan'a hicret ettiler. Orada, Zeyneb adinda bir kiz çocugu dünyaya getirdi. Daha sonra Seleme, Ömer ve Dürre adinda çocuklari dogdu (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 87; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 203; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., IV, 1939; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., VII. 341; Ibn HIsam, a.g.e., I, 326).
Habesistan hicretiyle ilgili olarak söyle dedigi rivayet edilmistir.
gulacan.gif

"Habesistan'a vardigimizda komsularin en hayirlisi Necâsi'ye komsu olduk. Dinimizden yana güven içindeydik, eziyet edIlmeksizin ve hoslanmadigimiz seyler isitmeksizin, Âllah Teâlâ'ya Ibâdet ediyorduk. Bu durum Kureys'e ulasinca, bizleri geri getirmeleri için, Iki yigit adamlarini, çesitli hediyelerle birlikte Necasi'ye göndermeye karar verdiler. Bu hediyelerin en kiymetlisi, Mekke'nin meshur derileri idi. Hediyeleri Abdullah b. Rabîa ve Amr Itinü'l-Âs'la gönderdiler. Bu arada kendilerine, nasil davranmalari gerektigini de iyice tembihlediler. Abdullah b. Rabîa ile Amr Ibnü'l-Âs Habesistan'a geldiklerinde, Ilk önce patrikleri ziyaret ederek onlara hediyelerini takdim ettiler ve bizi iade etmesi için Necasi'ye tavsiyede bulunmalarini Istediler. Patrikler onlarin bu Istegini kabul etti. Ancak Abdullah ile Amr, Necasi'yi bu konuda ikna edemediler. O bizi kendilerine teslim etmedigi gibi, ülkesinde güven içinde yasayip diledigimiz gibi Ibâdet etmemize izin verdi" (Ibn HIsam, a.g.e., I, 334 vd).
Habesistan'a hicret ederek, Necasi'ye siginmis olan Müslümanlar, Mekkeli müsriklerin Müslüman olduklarini haber alinca geri döndüler. Ümmü Seleme ve kocasi Ebu Seleme'de geri dönenler arasindaydi. Ancak Mekke'ye vardiklarinda durumun, eskisinden pek farkli olmadigini gördüler (Ibn HIsam, a.g.e., I, 336).
Medine'ye hicret basladigi zaman Ilk yola çikanlar Ümme Seleme ve kocasi Ebû Seleme'dir. Onlarin hicret olayi, Ümmü Seleme'nin ifadesiyle· söyle cereyan etmistir:
Ebû Seleme, Medine'ye gitmek üzere hazirliklarini tamamladi ve hanimi için bir deve hazirlayarak Ümmü Seleme'yi üzerine bindirdi. Oglu Seleme'yi de annesinin kucagina verdi. Ancak Mekke'den çikarlarken Ümme Seleme'nin akrabalarindan, Mugîre b. Abdillahogullari'ndan bazi adamlar onlari gördüler ve Ümmü Seleme'nin kocasiyla gitmesine engel oldular. Bunun üzerine, Ebû Seleme'nin akrabalari da oglu Seleme'yi zorla annesinden alip götürdüler. Mugîreogullari, buna karsilik Ümmü Seleme'yi götürüp kendi evlerinde hapsettiler. Böylece, onu hem kocasindan hem de oglundan ayirmis oldular. Ümmü Seleme, her sabah çIkip Abtah denilen yerde oturur, aksama kadar gözyasi dökerdi. Bu hal yaklasik bir yil sürdü. Nihayet her Iki tarafin akrabalari Ümmü Seleme'ye aciyarak oglunu kendisine teslim ettiler ve kocasinin yanina gitmesine izin verdiler. Ümmü Seleme, oglunu yanina alarak bir deveye bindi ve tek basina yola çikti. Yolda Abdu'ddarogullarinin kardesi Osman b. Talha b. Ebî Talha'ya rastladi. Osman, kendisini Kuba köyüne kadar getirdi geriye döndü (Ibn HIsam, a.g.e., I, 469; Ibn'ül-Esîr, a.g.e., VII, 241; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., IV, 1939).
Ümmü Seleme'nin kocasi Ebû Seleme, Uhud Savasinda aldigi bir yara sonucu vefat etti. Ümmü Seleme'ye iddet müddetini bitirdikten sonra Rasûlüllah (s.a.s) evlenme teklifinde bulundu.
Rivayete göre; Ebû Seleme vefat edip ser'î bekleme süresi dolunca Hz. Ebû Bekir kendisine evlenme teklifinde bulunmus, fakat Ümmü Seleme bu teklifi reddetmisti. Ardindan, Hz. Ömer ayni teklifte bulunmus, onu da kabul etmemisti. Daha sonra Rasûlüllah (s.a.s) kendisine evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Seleme bu teklifi reddetmemekle birlikte çekingen davrandi. Rasûlülleh bu tereddüdünün sebebini sorunca Ümme Seleme; yasli, çocuk sahibi ve kiskanç olusunu sebep gösterdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) "Kiskanç oldugunu söylüyorsun, bunu gidermesi için Allah'a dua edecegiz. Yasli olmana gelince; bu mesele degildir, ben senden bir yas daha büyügüm. Çocuklar da Allah'a ve O'nun Rasûlüne aittir" seklinde karsilik verdi (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 89 vd.; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., VII, 342; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 203).
Ümmü Seleme'den rivâyet edildigine göre, Peygamber (s.a.s), basina bir musibet geldigi zaman: "Âllah'im! Basima gelen bu musibetin sevabini ver bana onun ardinda daha hayirli bir bedel ihsan et " diye dua etmesini ögütlemistir. Kocasi Ebû Seleme vefat edince; bu sekilde dua eder ve kendine; "Rasûlüllah'in arkadasi Ebû Seleme gibisi nereden bulunur?" diye düsünürdü. Bu sirada Rasûlüllah kendisine evlenme teklifinde bulunmustur (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 87).
Rasûlüllah, Ümmü Seleme ile evlendigi zaman mehir ve çeyiz olarak Iki adet el- degirmeni, Iki adet su testisi, içi hurma lifi ile doldurulmus, yüzü deriden bir adet yastik, içi hurma lifi ile doldurulmus bir dösek ve bir çanak vermistir (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 90; Ibn HIsam, a.g.e.,I, 645).
Ümmü Seleme, Rasûlüllah (s.a.s)'in en son vefat eden hanimidir, Hicretin 59. veya 61. yilinda vefat etmistir. Vefat ettigi zaman 84 yasindaydi. Cenaze namazini, Ebû Hüreyre (r.a) Bakî Mezarliginda kildirmis ve orada defnedIlmistir. Ömer ve Seleme adindaki ogullari ile Abdullah b. Abdillah b. Ümeyye ve Abdullah b. Vehb b. Zem'a tarafindan kabre indirIlmistir (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 96; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 204).
Halid ERBOGA
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ayni ismi Tasiyan iki Annemiz
Zeynep Binti Huzeyme
Zeynep Binti Cahs
radiyallahu anhumâ
45b.jpg

Zeynep binti Huzeyme ve Zeynep binti Cahs radiyallahu anhüma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ailesine katilan bahtiyarlardan... isimleri ve ahlâklari birbirine benzeyen, mü’minlerin annesi olma serefini elde eden rehber insanlardan... Cömertlikleriyle taninmis, yoksullara, fakirlere yardim etmeleriyle meshur olmus merhametli, sefkatli, iyiliksever bir ahlâka sahip gönül zengini mücâhidelerden...
Zeynep binti Huzeyme radiyallahu anhâ annemize "Ümmü’l-Mesâkin= yoksullarin annesi" denirdi. Bu onun lâkabi olmustu. Cahiliye devrinde bile böyle taninirdi. O, Arabistanin en güçlü kabilelerinden olan Âmir ibni Sa’sa’ kabilesine mensuptu. Kabilesi arasinda önemli bir nüfûza sahipti. Onun ilk evliligi Tufeyl ibni Hâris ile oldu. Ondan bosaninca Ubeyde ibni Hâris ile evlendi. O da Bedir’de sehit edilince Zeynep (r.anhâ) dul kaldi.
Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz hicrî üçüncü yilda islâm’i anlatmak için Âmir ibni Sa’sa’ kabilesine bir gurup teblig eri göndermisti. Bunlar hâince pusuya düsürülüp kiliçtan geçirilince bu kabile ile müslümanlarin arasi bozuldu. iki Cihan Günesi Efendimiz bu büyük ve güçlü kabile ile düsmanligin devam etmesini istemedi. Aradaki iliskilerin düzelmesine vesile olacak bir firsat bekledi. Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ) dul kalinca evlenme teklifinde bulundu. Zeynep; amcasi Kabîsa ibni Amr el-Hilâli’yi vekil tayin etti. O da dörtyüz dirhem gümüs mihri ile Resûlullah (s.a) Efendimize nikâhladi.
Mü’minlerin annesi olma serefini elde eden Zeynep binti Huzeyme (r.anhâ) kendine tahsis edilen odasina tasindi. Hz. Hafsa ile odalari yanyana idi. Büyük bir mutluluk içerisinde hayatini devam ettiriyordu. Çok ibadet yapar, çokça sadaka verirdi. Bu mes’ud hayat dünyada üç-dört ay veya sekiz ay kadar ancak sürdü. 626 m. senede otuz yaslarinda iken âhirete göç etti. Cenâze namazini bizzat Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz kildirdi. Bakî kabristanina defnedildi. Rabbimiz sefaatlerine nâil eylesin. Amin.
***
Zeynep binti Cahs radiyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin diger bir hanimi... islâmiyeti ilk kabul eden hanim sahâbîlerden... Efendimizin hala kizi... ibadete düskün olusu ve cömertligiyle meshur... Fakirlerin, gariblerin annesi diye anilan takvâ erlerinden... Kendi el emegi ile geçinen, dikis, nakis ve el isi yaparak kazandigi paralari fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide... Nikâhini Allah Teâlâ’nin kiydigi bir bahtiyar... Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin ahirete göç eylemesinden sonra kendisine ilk kavusan annemiz...
O, bi’setten yirmi sene önce Mekke’de dogdu. ilk iman edenlerden oldu. Asil adi Berre idi. Resûl-i Ekrem (s.a) onu Zeynep olarak degistirdi. Babasi Beni Esad kabilesinden Burre olup annesi de Rasûlullah’in halasi Ümeyye binti Abdülmuttalib’dir. Abdullah ibni Cahs (r.a)’in kizkardesidir.
O, ilk hicret edenler arasinda yer alarak Mekke’den Medine’ye hicret etti. ilk muhacirlerden oldu. Bekârdi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onu evlâtligi Zeyd ibni Hârise (r.a) ile evlendirmeyi düsündü. Cahiliye devrinin yanlis âdetlerinden birisini daha yikmak istedi. Kölelerin asagilanmasini ortadan kaldirmak ve islâmiyetin insanlari esit saydigini göstermek üzere Zeyneb’e dünürcü olarak gitti.
Zeynep ve kardesleri bu isi uygun görmediler. Hür bir kadinin, azâtli biriyle evlenmesi o günki örfe göre imkân dahilinde degildi. Bunu içlerine sindiremediler. Hatta Zeynep tavrini su ifadeleriyle ortaya koydu: "Ya Rasûlallah! Ben senin halanin kiziyim. Ona varmaya râzi degilim. Ben Kureysliyim." dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Ahzab sûresinden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Meâlen:
"Allah ve Resûlü bir ise hüküm verdigi zaman, inanmis bir erkek ve kadina o isi kendi isteklerine göre seçme hakki yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur."
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) tekrar Rasûlullah (s.a)’e sordu: "Yâ Rasûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun?" dedi. Efendimiz de: "Evet!" buyurdu. Bunun üzerine o: "Rasûlullah’a âsî olamam" dedi ve kabul etti.
Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasinda samimi bir sevgi ve sicak bir anlayis hâkim olamadi. Evlilik onlara rahat getirmedi. Geçimsizlikleri artti. Bu beraberligin uzun ömürlü olamiyacagini sezen Zeyd ibni Hârise (r.a) durumu Fahr-i Kâinat (s.a)’e açma zarûretini duydu ve Efendimize gelerek: "Ya Rasûlallah! Ben ailemden ayrilmak istiyorum." dedi. iki Cihan Günesi Efendimiz bu söze üzüldü. Kendisinin sebeb oldugu bir ailenin dagilmasina gönlü râzi olmadi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ona: "Esini tut, bosama. Allah’tan kork!.." buyurdu.
iki Cihan Günesi Efendimiz bu âilenin devam etmesi için gayret ediyordu. Fakat gönüller bir defa sogumustu. Ülfet edebilmek, tahammül gösterebilmek bir hayli zorlasmisti. Buna ragmen âile olarak beraberlikleri bir sene devam etti. Geçimsizlikleri son haddine vardi. Bu birliktelige tahammülü kalmayan Zeyd (r.a) nikah akdini bozmak zorunda kaldi. Zeynep (r.anhâ)’yi bosadi.
Resûl-i Ekrem (s.a) bu hadiseye çok üzüldü. Ancak cahiliye âdetleri toplumu kara bulutlar gibi sarmisti. Bir kimse evlâtliginin hanimi ile evlenemezdi. Allah Teâlâ bu yanlis anlayislarin, bâtil âdetlerin kalkmasini murad etti. Çok geçmeden vahyini indirdi. Ahzab sûresinin; 4 ve 5. âyetleriyle bu konuyu açikliga kavusturdu. söyle ki: Meâlen:
"... Evlâtliklarinizi öz ogullariniz gibi tanimadi. Bu, sizin agizlarinizdaki lâfinizdir. Allah, hakki söyler ve O, dogru, yolu gösterir. Onlari babalarina nisbetle çagirin. Bu Allah katinda daha dogrudur. Eger babalarinin kim oldugunu bilmiyorsaniz, bu takdirde onlari din kardesleriniz ve görüp gözettiginiz kimseler olarak kabul edin. Yanilarak yaptiklarinizda size vebal yoktur. Fakat kalblerinizin bile bile yöneldiginde günah vardir. Allah bagislayandir, esirgeyendir."
Bu âyetler nâzil olunca azâd edilmis köleler ve evlâtliklar, öz babalarinin adiyla anilmaya baslandi. Öz babasi bilinmeyenler de eski efendilerinin dostu ve din kardesi oldular.
Aradan bir zaman geçti.
Daha sonra da ayet, bu konudaki endiseleri izale eden hükmü bildirdi. Allah Teâlâ Ahzab suresi: 37-40. âyetlerini inzal buyurdu. Meâlen:
"(Resûlüm!) Hani Allah’in nimet verdigi, senin de kendisine iyilik ettigin kimseye: Esini yaninda tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’in açiga vuracagi seyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asil korkmana lâyik olan Allah’tir. Zeyd, o kadindan ilisigini kesince biz onu sana nikâhladik ki evlâtliklari karilariyla iliskilerini kestiklerinde (o kadinlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasin. Allah’in emri yerine getirilmistir."
"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babasi degildir. Fakat o, Allah’in Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her seyi hakkiyla bilendir."
Hz. Âise (r.anhâ) annemiz bu âyetleri duydugu zaman: "islerin en büyügü en faziletlisi ona nasib olmus ve Allah onu gökte Resûlüne nikâhlamistir. Zeynep, bize karsi bununla iftihar edecek, ögünecektir." dedi.
Zeynep binti Cahs ile iki Cihan Günesi Efendimiz, hicretin besinci senesinde evlendi. O sirada Zeynep (r.anhâ) annemiz 35 yaslarinda idi. Mükellef bir dügün ziyafeti verildi. Enes ibni Mâlik (r.a)’in annesi Ümmü Süleym (r.anhâ) o gün Medine hurmasini yag ile karistirarak özel bir yemek yapti. "Hays" adi verilen bu yemegi Enes ile birlikte Efendimize gönderdi. Yemek iki kisiye zor yeterdi. Ama Allah dilerse bir orduya yetirirdi.
Enes o zamana kadar hiç görmedigi bir manzara ile karsilasti. iki Cihan Günesi Efendimiz ona: "Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çagir" dedi. O hayretler içerisinde gitti çagirdi. Efendimiz tekrar Enes’e: "Mescidde kim varsa, yolda kimi görürsen davet et!" buyurdu. Enes büsbütün sasirdi. Bu kadar yemek kime yetecek diye kendi kendine alip verdi? Ama emre uyarak disari çikti. Kimi gördü ise dügün yemegine çagirdi. Ulasilabilen ashabin hepsi grup grup gelmeye basladi. Habib-i Kibriya (s.a) efendimiz yemek kabini ortaya koydu. Bereketlenmesi için duâ etti ve: "Onar onar sofraya otursunlar ve herkes önünden yesin." buyurdular. Çagirilan herkes o yemekten doyasiya yedi. Enes (r.a) diyor ki: "Yedikçe kaptaki yemek çogaliyordu. Adetâ alttan kayniyordu. Davetlilerin hepsi yedi ve doydu. Getirdigim yemek aynen ortada idi." Resûl-i Ekrem (s.a) bana: "Yâ Enes! tabagi kaldir." buyurdu. Tabagi zevcesinin yanina koydum ve annemin yanina döndüm. Gördüklerimi hayretler içerisinde anneme anlattim. Annem bana "Hayret etme. Cenâb-i Hak o yemekten bütün Medinelilerin yemesini dilemis olsaydi, hepsi de yer ve doyardi." diyerek bunun bir mûcize oldugunu söyledi.
Ne iman!... Ne muhabbet!... Ne ülfet!... Ne teslimiyet!... Ey yüceler yücesi Allahim böyle bir iman, muhabbet, ülfet ve kaynasmayi bizlere de nasib et!... Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
DEVAMI.....
Zeynep (r.anhâ) annemizin dügün ziyafeti tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesile oldu. Davetliler yemekten sonra kalkip gitmisti. Üç kisi vardi ki, onlar oturmus çene çaliyorlardi. iki Cihan Günesi Efendimiz onlarin kalkip gitmesi için odaya girip çikiyordu. Fakat onlar bu hareketten anlamiyorlardi. Efendimiz (s.a) annelerimizin odalarini ayri ayri dolasti geldi yine onlar konusuyordu. Can sikici bu hadise üzerine Allah Teâlâ Ahzab Sûresi: 53. ayet-i celileyi nâzil buyurdu. Meâlen:
"Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemege dâvet olunmadan vaktine de bakmadan girmeyin. Ancak davet edildiginiz zaman girin. Yemegi yediginizde hemen dagilin, sohbete dalmayin. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadir. Ama, Allah hakki söylemekten çekinmez. Peygamberin hanimlarindan birsey istediginiz zaman perde arkasindan isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onlarin kalpleri için daha temiz bir davranistir. Sizin Allah’in Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanimlarini nikâhlamaniz aslâ câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katinda büyük bir günahtir."
O günden itibaren Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin âileleri, mü’minlerin anneleri, perde arkasina çekildiler. Kiyamete kadar gelecek islâm hanimefendilerine örnek teskil ettiler. insanlik haysiyet ve serefini böyle muhafaza ettiler. iffet timsâli nezih bir hayat sürdüler. Gözler ve gönüller islam’in bu güzellikleriyle huzur ve sükûn buldu. insanlik bu ölçülerle mutlu oldu. insan kiymeti ancak bu sekilde bilindi. insan insanliginin serefine erdi.
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) annemiz ibâdete düskün, takva sahibiydi. Çokça nâfile namaz kilar, nâfile oruç tutardi. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz bir gün mescitte iki direk arasinda bagli bir ip gördü. "Bu ip nedir?" diye sordu. Ashâb-i Kiram da: "Zeynep annemizin" dediler. Namazda ayakta durmaktan yorulunca bu ipe tutunur diye ilâve ettiler. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu hareketten pek hoslanmadi. Bunun üzerine: "ibadette böyle güçlüge girilmez. Bu ipi çözünüz. Sizler zinde oldukça ayakta kilin." buyurdular.
O, vefâkâr bir hanimefendiydi. Hakki teslim ederdi. Dürüstlükten ayrilmazdi. Birgün, münâfiklar Hz. Aise annemize iftira atmislardi. iki Cihan Günesi Efendimiz bu konuda Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (r.anhüm)’ün fikirlerini sordu. Bu arada Zeynep (r.anhâ) annemizin de görüsünü almak istedi. Bunun üzerine Zeynep annemiz bütün insanliga örnek olacak su cevabi verdi:
"Ya Rasûlallah! Ben isitmedigimi isittim demekten, görmedigimi gördüm demekten kendimi korurum. Onun hakkinda vallahi hayirdan baska bir sey bilmiyorum." dedi.
Bu cevap hem Habib-i Ekrem (s.a) Efendimizi hem de Hz. Âise (r.anhâ) annemizi çok sevindirdi.
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) annemizin en bâriz vasiflarindan biri de cömertligi idi. O, dünya malina önem vermezdi. Kendi el emegi ile geçinirdi. Dikis ve el isi yapardi. Deri tabaklar onlari diker ve deri esyalar üretip satardi. Elde ettigi kazanci Allah yolunda fakir ve yoksullara dagitirdi. Ömrü boyunca sehavet üzere yasadi. infak etmek onun için büyük bir zevkti. Hz. Âise (r.anha) onun cömertligi hakkinda söyle der:
"Ben, dini yasama konusunda Zeynep’ten daha hayirli, ondan daha çok Allah’tan korkan, ondan daha dogru sözlü, akraba hakkini ondan daha çok gözeten, Allah’in rizâsini kazanabilmek için fakirlere ondan daha çok sadaka veren bir kadin görmedim."
Yine onun cömertligini ortaya koyan bir örnek de sudur:
"Hz. Ömer (r.a) sahâbîlere hazineden maas baglamisti. Zeynep annemize de bagladigi maasi gönderdi. Zeynep annemiz bu kadar çok parayi görünce sasirdi ve: "Allah Ömer’i affetsin. Diger kardeslerimin hisseleri de bunun içinde mi?" diye sordu. Parayi getirenler: "Hayir! Bunlarin hepsi senindir." dediler. Bunun üzerine o: "Sübhanallah!" diyerek örtüsü ile yüzünü kapadi ve hizmetçisine: "Elini sok, o paradan bir avuç al, falan ogullarina götür. Bir avuç al, filan’a ver." diyerek akrabasina ve kimsesizlere dagitti. Örtünün altinda avuçlayacak bir sey kalmadi. Hizmetçisi: "Ey mü’minlerin annesi! Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payimiz var." dedi. Bu söz üzerine Zeynep annemiz örtünün altinda kalanlar da senin olsun dedi ve gelen paranin hepsini dagitti. Hz. Ömer (r.a) annemizin bu davranisindan haberdar olunca bin dirhem getirdi. Onun kapisinda durdu, selâm verdi ve: "Gönderdigim parayi dagittigini duydum. Bari bunlari elinde tut." dedi.
Zeynep (r.anhâ) o parayi da ihtiyaç sahiplerine dagitti. Üstelik ellerini açti ve bütün samimiyetiyle söyle duâ etti.
"Allahim! bundan sonra beni Ömer’in ihsanini almaya eristirme. Çünkü bu dünya mali bir fitnedir." dedi.
Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi. Fakiri, yoksulu sevindirmek iki Cihan Seâdetini elde etmekti. Vermek, infak etmek dagitmak onun en büyük zevkiydi.
Bu yüce hasletlerinden dolayi o, Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize vefatindan sonra ilk kavusan annemiz oldu. "Bana en önce kavusacak olaniniz kolu uzun olaninizdir." hikmetli sözünün muhatabi olarak anildi. Kolu uzun olmak cömertlikten kinaye olarak söylenmisti.
Zeynep binti Cahs (r.anhâ) vâlidemizin yapmis oldugu samimi duasi Allah katinda kabul buyuruldu ve hicrî 20 yilinda 53 yasinda iken Medine’de vefat etti. Bir daha maas alamadi. Cenâze namazini Hz. Ömer (r.a) kildirdi. Cennetü’l-Bakî kabristanligina defnedildi. Cenâb-i Hak sefaatlerine nail eylesin. Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Mersiyeleriyle Meşhur
Âtike Binti Zeyd (r.a.)

Atike binti Zeyd radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize ilk bey’at eden hanım sahâbîlerden... Aşere-i mübeşşereden Saîd ibni Zeyd (r.a)’ın kız kardeşi... Mersiyeleriyle meşhur bir şâir hanım... Hz. Ebû Bekir (r.a)’ın oğlu Abdullah (r.a)’ın hanımı...
O, Mekke’li olup Kureyş kabîlesine mensuptur. Babası Zeyd İbni Amr İbni Nûfeyl’dir. Hayatında hiç putlara tapmayan ve onlar adına kesilenleri yemeyen bir insan. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize vahiy gelmeden önce Mekke civarında Beldah vâdisinde karşılaştıklarında müşriklerin ikram ettiği yemeği putlar adına kesildiği için yemeyen Sevgili Peygamberimize tâbî olan ince düşünceli, yufka yürekli, şahsiyetli bir insan.
Cahiliye döneminin vahşetinden kız çocuklarını kurtarmak için gayret gösteren şefkatli bir baba. Küçücük yavruları diri diri gömülmeğe götürülürken âilelerinden isteyerek alan ve onları büyütüp tekrar anne-babasına teslim eden sevgi dolu bir baba.
O, ürümüş toplumu ıslah için gayret etti. Hak dini aramak üzere Şam’a gitti. Hanif dinini öğrenmek üzere Hristiyan âlimlerine müracaat etti. Onlardan aldığı cevap kendisini ümitlendirdi. İnsanlığın karanlıklardan çıkacağı günlerin yakın olduğuna çok sevindi. Alimler ona: “Allah Teâlâ senin aradığın dinin son peygamberini gönderecek. Bu çok yakınlaştı. Çıkacağı yer de sizin memleketinizdir. Sen durma git.” dediler.
Âtike’nın babası Zeyd İbni Amr büyük bir heyecan içerisinde son peygamberi görme aşkıyla hemen yola koyuldu. Mekke’ye doğru yol alırken bedevilerin saldırısına uğradı. Yaralandı. İyileşmekten ümidini kesti. Son peygambere kavuşamayacağının üzüntüsü içerisinde son anlarını yaşarken; bâri çocuklarım o şerefe erebilse dedi. Onların Peygamberle buluşması için: “Yâ Rabbi! Oğlum Said’i ve diğerlerini ondan mahrum eyleme.” diye duâ etti.
Said İbni Zeyd ve kızkardeşi Âtike bu hâlis niyetle yapılan baba duâsı hürmetine İslâm’la şereflenen ilk sahâbilerden oldular.
Âtike binti Zeyd (r.anha) kız çocuklarına kıymet verilmeyen bir dönemde Hak âşığı babasının sevgi, şefkat ve merhamet nazarları altında yetişti. Kız olsun oğlan olsun, bütün çocukları Allah’ın bir emaneti olarak kabuleden, insana insan olduğu için değer veren bir aile ortamında büyüdü. İnsânî ve ahlâki ölçülere sâhib bir terbiye aldı. Vahşetten uzak kaldı. İnce düşünceli, nazik bir hanımefendi oldu.
O, akıllı, terbiyeli, eğitimli, duygulu ve heyecan dolu bir hanımdı. Şiirler söylerdi. İlk evliliğini Medine’ye hicret ettikten sonra. Hz. Ebû Bekir (r.a)’ın oğlu Abdullah (r.a) ile yaptı.
Âtike (r. anhâ) güzelliği ve câzibesiyle kocasını etkiledi. O kadar ki; Abdullah (r.a)’ın ona düşkünlüğünden dolayı cihad ve benzeri sorumluluklarını gereği gibi yerine getirememesine sebeb oldu. Ticarî ve dinî hayatına engel teşkil edecek kadar ileri gitti. İşini gücünü bıraktı. Alış - verişten uzaklaştı. İbadet hayatı zayıfladı. Hatta bir seferinde Cuma namazını kaçırdı. Onun bu hareketleri babacığını üzmeye başladı.
Hz. Ebû Bekir (r.a) oğlunun dünya ve ahiretini birlikte düşünüyordu. Abdullah’ın bu derece hanımına ilgisi ve düşkünlüğünü bir türlü izah edemiyordu. İnsan ifrat ve tefrite kaçmamalıydı. İslâm denge dini idi. İki dünyamızı da kazanmak için çalışmak gerekliydi. Oğlunun ebedî hayatını düşünerek birgün ona: “Oğlum! Bu kadın senin din ve dünyana engel oluyor.” diyerek uyardı. Sonra “onu boşa” dedi. Ondan ayrılmasını istedi.
Abdullah (r.a) iki sevgi arasında kaldı. Babasının bu tavrına ve hanımından ayırmasına çok üzüldü. İstemeyerek de olsa babasının emrini yerine getirmek zorunda kaldı ve çok sevdiği hanımı Âtike’den ayrıldı.
Bir müddet yanlızlığa sabretti. Fakat ondan uzak kalmaya dayanamayan Abdullah (r.a) şiir söyleyerek acılarını dile getirmeye başladı.
Bir gece gönlünde kopan fırtınaları içli mısralarla şiire döküp terennüm ederken babası Hz. Ebû Bekir (r.a) duydu. Oğlunun bu ıstırabını, hasret ve nedâmetini öğrenince yeniden Âtike’ye dönmesine izin verdi.
Abdullah (r.a) gönlünü Âtike’ye o derece kaptırmıştı ki, kendisinden sonra başka bir kocaya varmasını bile istemiyordu. Bunun için Âtike (r. anhâ)’yı ikinci defa nikâhlar iken şart koştu. Ona bir bahçe bağışladı. Kendisinin vefatından sonra da kocaya gitmeyeceğine dâir ondan söz aldı. Fakat kader ilâhi bir sırlarla doluydu. İnsan yaşadığı müddetçe nelerle karşılaşacak bilinmezdi.
Abdullah (r.a) hicri sekzinci yılda yapılan Taif muhasarasında aldığı bir ok yarasından Medine’de vefat etti.
Âtike (r. anhâ) kocasının dünyadan ayrılışına çok üzüldü. Elemini, kederini şiirlere döktü. Ölünceye kadar kocasına ağlayacağını ifade eden şu mersiyeyi söyledi.
“Ben Hz. Peygamber ve Hz. Sıddık’tan sonra insanların en hayırlısı olan bir zât ile musibete dûçar oldum. Gözlerim onun gibi yiğit, kahraman birini görmedi. Onun savaş meydanlarındaki sabır ve sebatı, düşman üzerine korkmadan saldırışları, döne döne hücum edişlerinin mükâfatını Allah verecektir.
O öyle bir bahadır idi ki, her taraftan mızraklar kendisine çevrildiği halde yılmadan düşman içlerine daldı. Ölünceye kadar çarpıştı. Ben artık dünyada durdukça onun için hüzün ve elem dolu göz yaşlarımla gözlerimi nemlendirmeye yemin etmişimdir.”
Âtike (r. anhâ) sevgili kocası Abdullah (r.a)’ın vefatıyla duyduğu acıyı unutamıyordu. Hayat devam etmekteydi. Acılar ve sevinçler hepsi birer imtihandı. Yalnızlık Allah’a mahsustu. Âtike (r. anhâ) gençti. Becerikli, zeki ve güzeldi. İddet müddeti tamam olunca tâliblileri çoğaldı. İlk isteyeni Hz. Ömer (r.a) oldu.
Âtike (r. anhâ) ilk kocasıyla arasında bir şartlı nikâh söz konusu olduğunu söyledi. Abdullah (r.a)’a verdiği sözü ileri sürdü. Hz. Ömer (r.a) da: “Hele bir danış, istişâre et!” dedi. O da Hz. Ali (r.a)’ya gidip durumu izah etti. Gönlünü tırmalayan suâle cevap istedi. Hz. Ali (r.a) ona:
“O bahçeyi, Abdullah’ın mirasçılarına bırak. Onun vârislerine geri ver. Daha sonra evlen.” dedi.
Âtike (r. anhâ) bu cevap üzerine Hz. Ömer (r.a.) ile evlenmeğe karar verdi. Yalnız ona da bir şartı vardı. Camiye cemaate gitmeye izin isteyecekti. Hz. Ömer (r.a)’dan namazını Mescid-i Nebevî’de cemaatle kılmasına engel olmayacağına dâir söz aldı. Nikâhları kıyıldı.
Hz. Ömer (r.a) namaz kıldırırken mihrapta şehid edildiği sırada hanımı Âtike (r. anhâ)’nın da mescidde bulunduğu rivayet edilir.
Âtike (r. anhâ) acılarını hep şiire dökerek ifade ederdi. Hz. Ömer (r.a)’ın şehadeti üzerine de şöyle bir mersiye söylediği nakledilir:
“Ey göz, göz yaşları akıtıp feryad u figan ile ağla. Soylu ve şerefli mü’minlerin emiri hakkında ağlamaktan usanma!
Ömer, dâima mazlumların yanında ve yardımında idi. Ebu’l-Fukara idi. Fakirlerin babası durumundaydı. Savaş meydanlarının kahramanı ve korkusuz adamı idi. Bundan böyle servet ehline ve fukaraya söyle ki; ölsünler! Zira ölüm Hz. Ömer’e ayrılık kâsesini sunmuştur. Onlar da koruyucusuz kalmıştır.”
Âtike (r. anhâ) ikinci acıyı gönlüne gömerek hayatını sürdürmeye devam etti. Mersiyeler söyleyerek sükûnet bulmaya çalıştı. Ölüm iddetini tamamlayınca tekrar evlenmek için talebler gelmeye başladı. Buna karşı duramadı. Zübeyr İbni Avvam (r.a) ile evlendi. Mutlu bir hayat geçirmekteydiler. O devrin müslümanı cihaddan cihada koşmaktaydı. Bir müddet sonra Cemel vakası vukû buldu. Bu savaşta Zübeyr (r.a) şehit edildi. Onun içinde şiirler söyledi. Bu mersiyede; Zübeyr (r.a.)’ın ahlâkî üstünlüklerinden, dürüst, kâmil bir mümin, azimli, cesur, gözü pek ve gönlü zengin şerefli bir kahraman olduğundan bahsetti.
Âtike (r. anhâ)’nın kadere inancı tamdı. Allah’dan gelen her acıyı sabırla karşıladı. Üçüncü dul kaldı. Halk arasında “Kim şehid olmak isterse Âtike ile evlensin.” diye nükteler yapıldığı rivayet edilir. Son olarak Hz. Hüseyin (r.a) ile evlendiği ve onun da şehâdetini gördüğü nakledilir.
Âtike binti Zeyd (r. anhâ) zekî, anlayışlı, bilgili ve çok ibadet eden, mersiyeleri ile meşhur olmuş şâir bir hanım sahâbidir.
Allah ondan razı olsun. Rabbımız bizleri şefaatlerine nâil eylesin.
Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Şikâyetini Allah’a Duyuran Havle Binti Sa’lebe (r.â.)

Havle binti Sa’lebe radıyallahu anhâ dînî hayatını samimiyetle yaşayan, inancından asla tâviz vermeyen bir hanım sahâbî!.. Kocası ile arasında geçen zıhar konusunda şikâyetini Allah ve Resûlüne duyurabilen, duâsı kabul olunan mutlu bir hanım!.. İman mevzuunda gösterdiği hassasiyet ile tanınan dînî ölçülere göre yaşama gayreti içerisinde olan bir hanımefendi!.. Hakkında Allah Teâlâ’nın Mücâdele Sûresinin ilk dört âyetini nâzil buyurduğu bir bahtiyar!..

O Medineli olup Hazrec kabîlesine mensuptur. Hicretten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bey’at etti. Babası Sa’lebe İbni Esrem’dir. Amcasının oğlu Evs İbni Sâmit el-Ensâri ile evlendi. Rebî’ adında bir çocukları oldu.

Evs İbni Sâmit (r.a) tanınmış sahâbî Ubâde İbni Sâmit (r.a)’ın kardeşidir. Bedir ve Uhud’dan başka birçok gazvede bulunmuştur.

Havle binti Sa’lebe (r.anhâ) dînî konularda çok hassastı. İnancını hayata geçirmek için çalışırdı. Yaşlılık yıllarında kocası ile arasında bir hâdîse geçmişti. Haklarında Allah ve Rasûlünün hüküm vermesini bekledi. Kimseye durumunu açmadı. Kocasına karşı tavır aldı. Şikâyetini ancak Allah ve Resûlüne bildirdi. Sıkıntısına çözümü ancak Allah ve Resûlünün bulmasını istedi. Sızlanışı, ısrarı onun îmânî hassasiyetine en güzel örnekti. Başından geçen olayı kendisi şöyle nakletmektedir:

Evs İbni Sâmit hayli yaşlanmıştı. Ne dediğini, ne yaptığını bilemez bir hale gelmişti. Birgün canı sıkkın bir vaziyette iken, öfke ile bana: “Sen bana anamın sırtı gibi ol!” dedi. Daha sonra evden çıkıp gitti.

Bir müddet sonra pişman olarak eve döndü. Beraber olmak istedi Ben: “Hayır! Sen çok büyük lâf ettin. Sonu nereye varacak bilemiyorum.” dedim. Sonra Evs’e: “Sen Rasûlullah’a git ve yaptığın işten sor!” dedim. O da: “Ben bunu Rasûlullah’tan sormaya utanırım. Git bunu Allah Rasûlüne sen danış.” dedi.

Bu ifadeler Araplar arasında boş olmayı gerektiren bir söz olarak kabul edilmekteydi. Cahiliye devrinin bu boşama şeklinin İslâm’da da geçerli olabileceği ihtimalini dikkate alan Havle binti Sa’lebe (r.anhâ) haklarında Allah ve Resûlü bir hüküm verinceye kadar bir araya gelemiyeceklerini kocasına söyledi. Daha sonra Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin huzuruna gitti. Hâne-i saâdete vardı. Hz. Aişe annemizin evinde buldu. İzin alarak huzura girdi ve olup biteni açık ifadelerle şöyle anlattı:

“Yâ Rasûlallah! Bildiğiniz gibi kocam Evs çocuklarımın babası, amcamın oğlu. Aşırı yaşlılıktan dolayı biraz geçimsiz ve dengesiz bir halde çok ağır bir kelime konuştu. “Sen bana anamın sırtı gibisin.” dedi. Talaktan söz açmadı ama bu şekilde söyledi diye halini arzetti. Rasûlullah (s.a) Efendimizin yanından ayrılmadı. Devamlı duâ ve tazarrû halinde: “Yâ Rabbi! Halimi sen biliyorsun. Bize bir kurtuluş yolu lutfeyle!..” diye sızlanmaya başladı.

Hz. Aişe (r.anhâ) annemiz Havle (r.anhâ)’nın bu durumuna çok üzüldü. Onun acısını paylaşmak üzere birlikte gözyaşı döküp duâ ettiler. Hüzün her taraflarını kaplamış iken birden Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin halinin değiştiğine şâhit oldular. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in yüzünde vahiy sırasında görülen alâmetler görülmeye başlandı. Hz. Aişe (r.anhâ) bu hâli görünce:

– “Ya Havle! Allah bilir ya, vahiy geliyor muhakkak. O da olsa olsa senin hakkında olabilir.” diyerek teselli etmeye çalıştı. Havle (r.anhâ) duâya devam ediyor ve: “Ya Allah hayırlı olanı lutfet. Zira ben, Peygamberinden ancak hayır istedim.” diye gözyaşı akıtıyordu.

Bir müddet sonra İki Cihan Güneşi Efendimiz kendisine geldi. Vahiy hali geçmişti. Etrafına nur saçan tebessümleriyle gülümsemeye başladı ve: “Ya Havle! Allah senin ve onun hakkında âyet indirdi.” buyurdu. Nâzil olan âyet-i kerîmeleri okudu. Kalblerdeki hüzün, sürûra dönüştü. Sıkıntılı, üzüntülü hava dağıldı. Neşeli, sevinçli sıcak bir ortam oluştu. İnen âyetlerin meâli şöyle idi:

“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.

İçinizden zıhar yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.

Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.

Buna imkan bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Bunada gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. Bu hafifletme, Allah’a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.

Allah’a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.

O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şâhittir. (Mücâdele Sûresi: 1-6)

Allah Teâlâ nâzil buyurduğu bu âyet-i celîleler ile o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözlerle kadının, kocasının anası olamayacağını bildirdi.

Ancak, böyle bir söz söyleyene de fakirlerin lehine olmak üzere bir ceza koydu. Konan cezaları üç gurup halinde duyurdu. Herkesin imkânı, gücü nisbetinde bu üç cezadan birini yerine getirmesini dînî bir vazîfe saydı. Günâha düşen kulun ancak bu şekilde affedileceğini açıkladı.

Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz ilâhî mesaj yüklü bu âyet-i kerîmeleri okuduktan sonra Havle (r.anhâ)’ya hitaben:

– “Ona söyle de bir köle azâd etsin” buyurdu. Havle:

– “Hangi köleyi Ya Rasûlallah! Allah’a yemin ederim ki onun azâd edecek bir şeyi yok.” dedi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz:

– “O zaman peşipeşine iki ay oruç tutsun.” buyurdu. Havle:

– “Vallahi o çok yaşlıdır. Buna da gücü yetmez.” dedi. Efendimiz:

– “O halde altmış yoksulu doyursun.” buyurdu. Havle:

– “Ya Rasûlallah! Onda bu imkân da yok.” dedi. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz:

– “Biz sana bir ağacın verdiği kadar, bir sepet hurma vereceğiz.” buyurdu. Havle binti Sa’lebe de:

– “Ben de o kadar hurma ilâve edeceğim ve dağıtacağım.” dedi. Efendimiz Havle’nin bu sözünden memnun oldu ve:

– “Git ona ver dağıtsın. Amca oğlunun, kocanın iyiliği için çalış.” buyurdu.

Ne hassasiyet!.. Ne muhabbet!.. Ne îmânî aşk!.. Ne samîmî davranış!.. Ne güzel örnek!.. Allah ve Rasûlü katında değerini, kıymetini bilmek!.. Hayatı dînî ölçülere riâyet ederek devam ettirmek!.. Karı-koca arasında da olsa, harama düşmemek için gayret etmek!.. Muhabbet ve nezâket içerisinde hayat sürmek!.. Allahım bizlere de böyle nezâket ve incelik dolu hayat nasîb et!..

Havle binti Sa’lebe (r.anhâ)’ya bütün sahâbîler hürmet ederdi. Hakkında nâzil olan âyetler onun Allah katındaki değerini ilân etmişti. Bu sebeble ona karşı hizmet ve hürmette kusur etmezlerdi. Hz. Ömer (r.a)’ın devrinde geçen şu hâdise bunun en açık örneği idi.

Hz. Ömer (r.a) halifeliği döneminde ashâb-ı kiramdan Abdülkays kabîlesinin reisi Cârûd İbni Mualla ile birlikte yolda giderken Havle binti Sa’lebe (r.anhâ)’ya rastladı. Artık o yaşlanmıştı. Ona selam verdi. Havle (r.anhâ) selâmı aldı ve Hz. Ömer’e şu nasîhatta bulundu:

“Biz seni bir hayli zaman “Ömercik” diye bilirdik. Sonra büyüdün “delikanlı Ömer” oldun. Daha sonra da sana “Mü’minlerin emiri Ömer” dedik. Allah’tan kork ve insanların işleriyle ilgilen. Zira Allah’ın azabından korkan kimseye uzaklar yakın olur. Ölümden korkan, fırsatı kaçırmaktan da korkar.” dedi.

Bu sözlerden duygulanan Hz. Ömer (r.a)’ın gözlerinden yaş akmağa başladı. Arkadaşı Cârûd bu duruma üzüldü. Nasıl olur da bir kadın halîfeye bu sözlerle hitab edebilirdi? Onun halifeyi üzmesine ve yolda bekletmesine gönlü râzı gelmedi. Koca halîfeye karşı böyle rahat hareket etmesine sabredemedi. Öfkeli bir şekilde tanımadığı hanıma Havle binti Sa’lebe (r.anhâ)’ya dönerek:

– “Be kadın! Mü’minlerin Emîri’ni rahatsız ettin. Yolda beklettin.” diye çıkıştı. Hz. Ömer (r.a) ise arkadaşına o hanımın nasîhatlarından memnun olduğunu bildirdi. Hatta onun konuşmasını istercesine:

– “Bırak onu, istediğini söylesin! Sen bu kadının kim olduğunu biliyor musun?” dedi. Cârûd da: “Hayır, tanımıyorum.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) arkadaşı Cârûd’a o hanımı şöyle tanıttı:

– “Bu, şikâyetini Allah Teâlâ’nın arş-ı a’lâdan duyup değer verdiği Havle’dir. Vallahi beni geceye kadar burada tutmak istese, namazdan başka bir şey için kendisini bırakıp gitmezdim. Namazımı kılıp gelir yine onu dinlerdim.” dedi. Onun Allah katındaki değerini bu şekilde bildirdi. Kendisinin de Allah’a teslim olma konusundaki güzel hâlini, tevazûsunu bu sözleriyle göstermiş oldu. Allah’ın yedi kat göklerin ötesinden sesini duyduğu bu hanıma Ömer’in daha fazla kulak vermesi gerektiğini belirtti.

Ne yüce îmânî hassasiyet bu!.. Ne kadirşinaslık bu!.. Ne güzel örnek kardeşlik bu!.. Mü’min kardeşine ne değer veriş bu!..

Cenâb-ı Hak cümlemize Havle binti Sa’lebe (r.anhâ) gibi imânî hassasiyete sâhib olabilmeyi, şikâyetimizi Allah’a duyurabilmeyi ve şefaatine erebilmeyi nasîb eylesin. Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Hazret-i Hamza (r.a.)’ın Hanımı Havle Binti Kays (r.â.)

Havle binti Kays radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin evine sık uğradığı bir hanım sahâbi!.. Bir ana ocağı gibi yanında rahat ettiği, ikramlarını aldığı, yemeklerini yediği bahtiyar bir hanım!.. Efendimizin sevgili amcası seyyidü’s-şühedâ = şehidler efendisi Hazreti Hamza (r.a)’ın hicretten sonraki hanımı!..

O, Medine’li olup Neccar oğullarındandır. Hazrec kabîlesine mensuptur. Es’ad İbni Zürâre (r.a) dayısı olur. Babası, Kays İbni Kahd’dır. Annesi, Furay’a binti Zürâre’dir. Havle (r.anhâ) Sâmir lakabıyla da anılır.

Resûl-i Ekrem (s.a ) Efendimizin sevgili amcası Hz. Hamza (r.a) Medine’ye hicret edince; Havle binti Kays (r.anhâ) ile evlendi. Sevgi ve şefkat yuvası olan hânesinde bol bol ikramlarda bulundu.

Havle (r.anhâ) hizmet ehli, iş bilir ve ikram sever bir hanımdı. Misâfiri eksik olmazdı. Evi, hânesi misâfirsiz kalmazdı. Çok cömertti. İki Cihan Güneşi Efendimiz sevgili amcasının evine sık sık uğrardı. Havle (r.anhâ)’nın şefkati, merhameti, hizmeti Efendimizi celbederdi. Onun hânesini bir ana ocağı gibi bilirdi. Bu yüzden kendi evi gibi rahat hareket eder, çekinmeden yer içerdi.

Birgün sevgili amcasıyla birlikte gelmişlerdi. Havle (r.anhâ) hemen evde olanlardan kısa zamanda bir yemek yaptı. Un, süt ve yağı karıştırarak pişirip önlerine koydu. İki Cihan Güneşi Efendimiz elini uzattığında çok sıcak olduğunu anladı ve geri çekti. Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için tebessüm ederek şöyle dedi: “Havle! Ne sıcağa sabredebiliyoruz ne de soğuğa.” buyurdu.

Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz ne çok sıcak ne de çok soğuk yemez ve içmezlerdi. Bu davranışı insan sağlığı için belki en önemli ölçülerden biriydi. Sağlık her şeyin başıydı.

Yine bir gün Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz Havle (r.anhâ)nın hânesini ziyarete gelmişti. Sevgili amcası da evde idi. Birlikte sohbet edip yemek yediler. Yemek bittikten sonra Rasûlullah (s.a) Efendimiz etrafındakilere şöyle bir soru yönelterek bir şeyler öğretmek istedi ve:

– “Size hatalarınızı silecek, günahlarınıza keffâret olacak şeyi haber vereyim mi?” buyurdular. Onlar da:

– “Evet ya Rasûlallah! Buyurun, haber verin.” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz:

– “Güçlüklere rağmen abdesti tam almak, mescidlere adımları çoğaltmak ve namazdan sonra namaz beklemektir.” buyurdu.

İki Cihan Güneşi Efendimiz İslâm’ı tebliğ için gayret eder, eline geçen her fırsatı değerlendirmeye çalışırdı. Zaman ve mekânları İslâm’ı öğretmek ve yaymak için vesîle bilirdi.

Birgün yine Havle (r.anhâ)’nın evinde sevgili amcası Hazreti Hamza (r.a) ile dünya malı hakkında sohbet etmişlerdi. Karşılıklı yaptıkları bu tatlı sohbette Efendimiz buyurmuşlar ki:

“Dünya malı tatlıdır, yeşildir, çekicidir. Kim ondan kendisi için helâl olanı alırsa, onu hakkıyla elde ederse, ona bereket verilir. Nice Allah ve Rasûlü’nün malına karışan vardır ki, onlar kıyamet günü ateştedirler.”

İmam Nevevî hazretleri bu hadis-i şerifi Buhârî’den seçerek Riyazussalıhîn kitabına almıştır. Kul hakkına dikkat çekilen Terceme ve şerhi de yapılan bu hadisin tam metni şöyledir:

“Hamza’nın eşi Havle binti Sâmir el-Ensâriyye radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Şüphesiz ki, haksız olarak Allah’ın malını kullanan kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.” (Riyazussalihîn Terceme ve Şerhi c. 2, s. 173)

Allah’ın malı, müslümanların hepsine ait olan devlet malıdır. Bunları haksız yere ve meşru olmayan yollarla sarfetmek en büyük günahlardan sayılır. Cezası ise, kıyamet günü cehenneme girmektir.

Rabbımız cümlemizi bu tür günahlara düşmekten muhâfaza buyursun. Kul hakkı konusunda o yıldız insanların ashâb-ı kiramın gösterdiği hassasiyyetten gönüllerimize hisseler nasîb eylesin. Havle Binti Kays (r.anhâ)’nın şefaatine nâil eylesin. Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Sabır ve Metânet Sâhibi
Hind Binti Amr (r.a.)
Mustafa Eriş


Hind binti Amr radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize hicretten sonra biat eden hanımlardan… Allah ve Rasûlüne imânî bir aşk ile teslim olmuş, malını canını fedâdan çekinmeyen bir hanım sahâbi… Uhud’da gösterdiği metâneti ve muhabbeti dillere destan bahtiyar, yiğit bir hanım...

O, Medine’nin iki büyük kabilesinden biri olan Hazrec kabîlesinin Benî Seleme koluna mensuptur. Uhud Savaşında müslümanlardan ilk şehid olan Abdullah İbni Haram (r.a)’ın kızkardeşidir. Çok hadis rivâyet etmesiyle meşhur olmuş bir sahâbî olan Câbir İbni Abdullah (r.a)’ın da halası olur. Annesinin adı Hind binti Kays İbni Kureym’dir.

O, Benî Seleme kabîlesinin reisi, cömertliğiyle ve putlara aşırı bağlılığı ile tanınan Amr İbni Cemûh ile evlendi. Bu evlilikten dört oğlu oldu.

Hind binti Amr (r.anhâ) Uhud günü, müslüman yaralıların tedâvisinde hizmet etmek üzere savaş meydanına kadar giden dokuz veya ondört hanımdan biri olarak bilinir.

O, akıllı, zeki, kendine güvenli, ibtilâlar karşısında sabır ve metânetini kaybetmeyen cesûr bir hanımdır.

O, Uhud savaşından sonra şehidlerini Medine’ye nakletme sırasında sergilediği davranışlarıyla, kalbinin Allah ve Rasûlünün sevgisiyle dopdolu olduğunu gösteren bir muhabbet eridir.

O, Uhud günü şehid düşen kocası, kardeşi ve oğullarını savaş meydanında ararken, cesedleri başında durup için için ağladı. Kendini ancak gönlündeki Rasûlullah sevgisiyle teselli etmeye çalıştı. “Rasûlullah sağ olduktan sonra hiç bir felâketin önemi yoktur.” diyerek büyük bir sabır ve matânet ile sergileyerek kendini teskin etti. Ancak bu sözlerle sükûnet buldu.”

O, şehid âile fertlerinin fâni bedenlerini bir deve üzerine yükleyip Medine’ye nakletmeyi istedi. Fakat buna muvaffak olamadı. Deve Medine tarafına yönlendirilince gitmiyordu. Bu nasıl bir duygu idi? Neden Uhud tarafına gidiyor da Medine’ye yönelince duruyordu? İlâhi bir sırrın var olduğunu anladı ve deveyi zorlamayıp kendi hâline bıraktı. İbretlik bir hâdise olarak Hind’in başından geçen bu olay şöyle nakledilir:

Hind binti Amr (r.anhâ) Uhud savaşından sonra kocası Amr İbni Cemûh, oğlu Hallâd ve kardeşi Abdullah’ın şehid bedenlerini bir deve üstüne yükleyerek Medine’ye götürüyordu. Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz de bir haber almak için Uhud’a giden yol üzerine çıkmıştı. Harre mevkiinde Hind ile karşılaşınca ona olup bitenleri sordu ve:

“Geride ne haber var?” dedi.

Hind (r.anhâ) zekî bir hanımdı. Hz. Âişe (a.anhâ) annemizin merakını hemen gidermek için: “Rasûlullah sağ olduktan sonra hiç bir felâket önemli sayılmaz.” dedi.

Hind bu sözleriyle hem gönlündeki Rasûlullah sevgisini açıklıyor, hem de Hz. Âişe annemizi bekletmeden cevap vermiş oluyordu.

Hz. Âişe (r.anhâ) annemizin gözleri devenin üstündeki cesedlere takılmıştı. Onları göstererek:

“Bunlar kimdir?” dedi.

Hind (r.anhâ) hüzünlü bir sesle:

“Kardeşim Abdullah, oğlum Hallâd ve kocam Amr’dır” dedi.

Hz. Âişe (r.anhâ):

“Onları nereye götürüyorsun?” dedi.

Hind (r.anhâ):

“Medine’de Bakîa kabristanlığına defnetmek istiyorum.” dedi.

Hind (r.anhâ) devesini sürdü. Fakat deve yürümedi. Biraz zorlayınca da yere çöküverdi. Hz. Âişe (r.anhâ) ona:

“Deve yükünün ağırlığından mı çöküyor acâba?” diye sordu.

Hind (r.anhâ) da:

“Neden çöktüğünü bilmiyorum. Başka zamanlarda iki devenin yükünü taşırdı. Bugün onda farklı bir hal seziyorum.” dedi.

Bir müddet uğraştıktan sonra deve kalktı. Ancak Medine’ye yönlendirilince yine çöktü. Tekrar kaldırıldı. Yönü Uhud’a çevrildiğinde koşmaya başladı. Hind (r.anhâ) devenin bu garip durumunu Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin yanına varıp anlattı. İki Cihan Güneşi efendimiz ona:

“Deve görevlidir. Amr sana bir şey söylemiş miydi? Onun herhangi bir vasiyeti var mıydı?” diye sordu.

Hind de:

Topal olduğu için Bedir Gazvesine katılamayan kocasının Uhud’a giderken şöyle duâ ettiğini söyledi:

“Allah’ım! Bana şehidlik nasib et! Beni mahrum bir vaziyette; şehitliği kaybetmiş olarak zillet içerisinde âilemin yanına döndürme!” dediğini nakletti.

Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz Hind’e:

“İşte bunun içindir ki, deve yürümez Ey Ensâr! Sizden her kim Allah’a yemin etmişse yeminine sâdık kalsın.

Ey Hind! Kocan Amr sâdıklardandır. O şehid edildiği andan itibaren melekler kanatlarıyla üzerine gölgelik yaptılar. Nereye defnedilecek diye bakıp durdular.”

Şehidler defnedildikten sonra Rahmet Peygamberi Efendimiz sahâbesi Hind’i teselli etmek niyetiyle:

“Ey Hind! Cennette kocan Amr İbni Cemûh, oğlun Hallâd ve kardeşin Abdullah bir araya gelecek ve arkadaş olacaklar.” buyurdu.

Hind (r.anhâ) bu müjdeyi alınca pek sevindi. Hemen fırsatı kaçırmadan Efendimize: “Yâ Rasûlallah! Allah’a duâ et de beni de onlarla beraber bir araya getirsin” diye niyazda bulundu.

Rabbımız cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ümmü Eymen
Peygamber Efendimize dadılık yapmış ve “Annemden sonra annemdir” iltifatına mazhar olmuş mübarek kadın Sahabedir. Kendisi doğumundan itibaren Peygamber Efendimizin hizmetinde bulunmuş ve azad edilip özgürlüğüne kavuşturulduğu halde hizmetini devam ettirmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen tek Sahabe olan Zeyd bin Harise’ye eş, Üsame gibi kahraman bir İslam kumandanına anne olmuştur. Savaşlara katılmış ve bu sırada yaralıları tedavi, su taşıma ve durumu ağır olanları Medine’ye götürme gibi hizmetlerde bulunmuştur. Peygamber Efendimizin vefatından sonra Sahabeden büyük saygı ve hürmet görmüştür. Uzun bir ömür yaşamış ve Hz. Osman’ın (ra) halifeliğinin ilk yıllarında vefat etmiştir.
Risale-i Nur’da, Peygamber Efendimiz hakkındaki, “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi -ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde-" müşahedelerine yer verilmiştir. Asıl adı Bereke’dir. Oğlunun ismine izafeten Ümmü Eymen lakabıyla anılmıştır.
Ümmü Eymen’in doğum tarihi ve ilk hayatı hakkında bilgi yoktur. Ne zaman doğduğu, nasıl yaşadığı ve Peygamber Efendimizin (asm) babası Abdullah’a ne zaman ve nasıl köle olduğu bilinmemektedir. Bilinen kısım, Peygamber Efendimizin doğumundan evvel babası Abdullah’ın kölesi olduğudur. Dolayısıyla Yüce Peygamberin doğumuna şahit olmuş, küçük yaşta kendisine hizmet etmiştir.
Hz. Amine, hem eşinin kabrini, hem de akrabalarını ziyaret etmek maksadıyla Ümmü Eymen ile birlikte Medine’ye gitti. Yaklaşık bir ay burada kaldı. Medine’den dönüşlerinde Hz. Amine’nin vefat etmesi üzerine Peygamber Efendimizi alarak Mekke’ye döndü. Salim bir şekilde dedesi Abdulmuttalib’e götürüp teslim etti. O sıralarda Peygamber Efendimiz altı yaşlarında bulunuyordu. Bu tarihten sonra da hizmet etmeye devam etti. İslamiyet’ten önce Ubeyd bin Zeyd ile evlendi. Bu evlilikten Eymen adını verdikleri oğulları dünyaya geldi. Kendi ismi Bereke olduğu halde, Eymen’in annesi anlamına gelen “Ümmü Eymen” lakabıyla anılmaya başlandı ve gerçek ismi unutuldu. Lakabıyla tanındı.
Ümmü Eymen, henüz peygamberlik nazil olmadan önce eşini kaybetti. Dul kaldıktan sonra oğlunu yalnız başına büyüttü. İslamiyet’in zuhurundan sonra oğlu ile birlikte Müslüman oldu. Daha sonraları Hayber Gazasına katılan oğlu Eymen burada şehit oldu. Peygamber Efendimiz kendisini hiçbir zaman unutmadı ve ihmal etmedi. Hz. Hatice ile evlendikten sonra, kendisine hediye edilen Zeyd bin Harise’yi azat ederek özgürlüğüne kavuşturmuştu. Bir gün; “Cennet ehlinden bir kimseyle evlenmek isteyen Ümmü Eymen ile evlensin” buyurunca, Zeyd bin Harise öne atıldı ve bu mübarek hanımla evlendi.
Ümmü Eymen ile Zeyd bin Harise’nin oğlu olarak dünyaya gelen Üsame, İslam tarihine Sahabenin büyüklerinden ve kahraman kumandanlarından biri olarak geçti. Bu üç kişiden oluşan aile bir çok kez Peygamber Efendimizin iltifatına ve dualarına mazhar oldu.
Medine’ye hicret edilince Ümmü Eymen de buraya hicret etti. Daha önce Müslümanlara yapılan işkencelerden o da nasibini almış, ancak zerre kadar inançlarından taviz vermemişti. Müslümanlara hicret etme izni çıktıktan sonra Habeşistan’a giden kafile içinde o da yer almıştı.
Ümmü Eymen, Medine’de de Peygamber Efendimizin hizmetinde bulunmaya devam etti. Yapılan bazı savaşlara katıldı. Uhud Savaşı sırasında İslam ordusunun bozulmaya başlayıp içlerinden bazılarının Medine’ye dönmelerine çok üzüldü. Hatta bunlardan bir kişiye; “Burada öreke (iplik eğirme aleti, iğ) var! Bari onu al da iplik bük! Kılıcını da getir, bana ver. Kadınlarla birlikte Uhud’a gidip ben çarpışayım” (Sahabiler Ansiklopedisi, Yeni Asya G. Neş., C. 2, İstanbul 1993, s. 806) dediği nakledilmektedir.
Uhud Savaşının olduğu yere bazı kadınlarla birlikte giden Ümmü Eymen, önce Peygamber Efendimizin durumunu sordu. İyi olduğunu öğrenince rahatladı. Müslüman yaralıların tedavisine yardım etti. Ayrıca Sahabelere su dağıttı. Ağır yaralıların Medine’ye taşınmasına yardımcı oldu. Hayber Gazasında da bulunup aynı hizmeti gördü. Bu savaşta daha önceki eşinden olan oğlu Eymen’in şehitliğine tanık oldu. Kocası Zeyd, Mute’de, İslam ordusu kumandanı olarak katıldığı savaşta şehit düştü. Böylece İslam uğruna hem oğlu, hem de eşi şehit oldu.
Peygamber Efendimiz (sav), Mute Savaşında Zeyd bin Harise’nin şehit olmasından sonra dul kalan Ümmü Eymen’e sık sık ziyarette bulundu. Bu bahtiyar kadını ziyaret ettikten sonra etrafındakilere; “Ehl-i Beytimden geriye bu kaldı” buyururken, onu ailesinin bir ferdi olarak gördüğünü göstermekteydi.
Ümmü Eymen, doğumuna tanık olduğu Peygamber Efendimizin (asm) vefatını da gördü. Vefattan sonra günlerce göz yaşı döktü. Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) ziyaretine giderek; “Resulullah onu nasıl ziyaret ettiyse biz de öyle ziyaret edelim” dediler. Yanına vardıklarında ağlamaya devam ettiğini görünce şaşırdılar. Niçin ağladığını sorup, “Resulullah için Yüce Allah’ın katındaki makamının daha hayırlı olduğunu bilmez misin?” şeklinde ihtarda bulundular. Bunun üzerine, kendisini ağlatan şeyin Peygamber Efendimizin vefatı olmadığını, çünkü her canlının ölümü tadacağını bildiğini, vahyin kesilmesine üzülüp ağladığını bildirdi. Bu cevap orada bulunanları ağlattı.
Peygamber Efendimizin, “annemden sonra annemdir” buyurarak iltifat ettiği ve kendisine olan muhabbetini izhar ettiği Ümmü Eymen, Resulullahın yaşadığını adeta kendisi de yaşamaktaydı. Kendisiyle ağlar ve kendisiyle gülerdi.
Doğumundan vefatına kadar Peygamber Efendimizi yakından bilen ve en iyi tanıyanlardan birisi olan Ümmü Eymen, Resulullah hakkında, Risale-i Nur’da da geçen şu ifadelere yer vermiştir:
“Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi - ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde-” (Mektubat, 2000, s. 178)
Ümmü Eymen, Peygamber Efendimizin yakın alaka ve ilgisine mazhar gibi, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere Sahabenin de yakın alaka ve ilgisini gördü. Kendisine her zaman saygı gösterilerek değer verildi. Peygamber Efendimizin vefatından sonra kendisini ziyaret ederek ihtiyaçlarının karşılanmasında yardımcı oldular. Hz. Ömer (ra) halifeliği sırasında, ihtiyaçlarını karşılaması ve geçimini sağlaması için kendisine maaş bağladı.
Hz. Osman’ın (ra) da halifelik zamanına yetişen Ümmü Eymen, bereketli bir ömür yaşadı. Vefat tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hz. Osman’ın halifeliğinin ilk yıllarında vefat ettiği belirtilmektedir. Hz. Osman 644 yılında halife seçildiğine göre, bu tarihten kısa bir süre sonra, yani 640’lı yıllarda vefat etmiştir.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Ümmü Gülsüm Binti Ukbe (r.a.)


Tek Başına Hicret Eden Kureyşli...

Ümmü Gülsüm binti Ukbe radıyallahu anha Kureyşliler içinde yurdunu yuvasını bırakıp Medine’ye tek başına hicret eden bir hanım sahâbî!.. Allah’ ve Resûlüne hicret için evinden kaçan bir muhâcir hanım!.. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Mekke’de biat eden kahraman hanımlardan!.. Medine-i Münevvere’ye hicret ettiğinde; “Beni müşriklere geri çevirmeyin” diye Efendimize sığınan, imanlı, yiğit bir hanım!.. Hz. Osman (r.a)’ın anne bir kızkardeşi!..

O Mekke’li olup Kureyş kabilesine mensuptur. Babası Peygamberimizin can düşmanı, Efendimizi boğmaya teşebbüs eden, azılı müşrik Ukbe bin Ebî Muayt’tır. Annesi, Ervâ binti Kureyz’dir.

Ervâ hatun, İslâm’ın ilk yıllarında müslüman olma seâdetine eren bir hanım. Resûl-i Ekrem (s.a)’in hala kızı, Hz. Osman (r.a)’ın da annesi olur. Erva hatunun annesi Beyzâ hanım Efendimizin halası olmaktadır.

Ümmü Gülsüm, Mekke’de müslüman olarak Rasûlullah (s.a)’e biat etti. Diğer müslümanlar gibi o da işkencelere maruz kaldı. Başta babası olmak üzere müşriklerin ezâ ve cefâlarından nasîbini aldı. Dinden dönmesi için çok baskılar yapıldı. Fakat o bunların hiç birine aldırış etmedi. İnancından aslâ dönmedi. İmanından zerre kadar taviz vermedi.

Günler acı ve ıstırapla geçiyor, yıllar sıkıntılarla akıp gidiyordu. Sevgili Peygamberimiz Medine’ye hicret etmişti. Onun ayrılışıyle Mekke âdeta boşalmıştı.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) doğup büyüdüğü şehirde ailesinin içerisinde idi. Fakat bir müslüman olarak kendini yalnız hissediyordu. Bunun için o da hicret etmek istiyordu. Babası izin vermediğinden Mekke’de kalmıştı. Müslüman kardeşlerinden ve Rasûlullah’tan ayrı kalmanın ıstırabıyla hayatına devam ediyordu. Sanki o öz yurdunda gurbet hayatı yaşıyordu. Bu ayrılığın bitmesi için Rabbimize duâ ediyor, hicret için fırsat kolluyordu.

O yedi yıl Rasûlullah’a kavuşma hasretiyle yandı. Müslüman kardeşlerinden ayrı kalmanın acısını yedi yıl kalbine gömdü. Nihayet Rabbımız ona bir fırsat lutfetti. Hergün gittiği yere gidiyormuş gibi bir plânla evden kaçtı.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) hicret mâcerâsını şöyle nakleder: “Mekke’den en son çıkış bölgesi olan Ten’im taraflarında kendimize ait bir bahçe vardı. Ev halkımızdan bazısı da orada otururdu. Buraya sık sık gider, üç dört gün kalır Mekke’ye dönerdim. Ailem benim oraya gitmeme mâni olmazdı. Buraya gidiş gelişi sıklaştırarak ev halkını alıştırdım. Artık Mekke’de durmak istemiyordum. Kendi kendime hicret etmeye karar verdim. Yolda karşılaşacağım sıkıntılara razı oldum.

Birgün bahçeye gidiyor gibi yine Mekke’den çıktım. Yolun en son noktasına, şehrin çıkışına vardım. Orada bir adamla karşılaştım. Bana: Sen nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ben de: Sen kimsin? dedim. Huzâa kabilesinden diye cevap verdi. Bu kabile Rasûlullah (a.s) ile antlaşma yaparak sadakat göstermişti. Ona: “Ben Kureyşî’lerdenim Medine’ye gitmek istiyorum” dedim. O da: “Biz Huzâlılar gidilecek yolu iyi biliriz.” dedi. Bana yol klavuzu olabileceğini söyledi ve devesini getirip benim önümde ıhdırdı. Ben de deveye bindim. Huzalı devenin yularını tutup öne düştü ve Medine yoluna koyuldu.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Allah ve Resûlü yolunda annesinden, babasından ve memleketinden ayrılıyordu. Bundan dolayı da hiç üzülmüyordu. Rasûlullah (s.a) Efendimize ve müslüman kardeşlerine kavuşmayı büyük bir seâdet biliyordu. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine karşıdan göründü.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın gönlü sevinç içerisindeydi. Mekke’de geçen sıkıntılı günler geride kalmıştı. Allah Rasûlüne kavuşma heyecanı kalbini sarmış, içi içine sığmaz olmuştu. Selâmet içerisinde Medine’ye ulaşmanın şükrü ile Rabbımıza hamdediyordu. Yol rehberi Huzâlı’ya duâ ediyordu. Allah o yoldaşı hayırla mükâfatlandırsın! Bir defa bile en ufak bir rahatsızlık verecek harekette bulunmadı. Huzâ kabilesi ne güzel kabiledir! diyordu.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Medine’ye girince müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya misâfir oldu. O sırada İki Cihan Güneşi Efendimiz evde yoktu. Annemiz ona ikramda bulundu. Hal hatırını sordu. Onun sevincini paylaşmak üzere birlikte oturup sohbet etti. Fakat o endişeli bir bekleyiş içinde görünüyordu.

Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz bu fedakâr, imanlı kardeşini rahatlatmak ve gönlündeki sıkıntı ve endişeleri gidermek için ona:

– “Ey Ümmü Gülsüm! Sen Allah’a ve Resûlüne hicret ettin değil mi?” dedi. O da:

– “Evet!” dedi. Fakat Ümmü Gülsüm (r.anhâ) rahat değildi. Düşünceliydi. İçinde sakladığı bir derdi, tasası vardı. Bunu açıklamak için bir fırsat kolluyordu. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin yakın ilgisinden cesâret alarak zihnini meşgul eden gönlünü sıkan korku ve endişeyi şöyle açıkladı:

– “Ey Ümmü Seleme! Hudeybiye antlaşması gereğince Mekke’den kaçıp Medine’ye gelenler Mekkelilere geri veriliyor. Müslüman olarak Rasûlullah’a sığınan Ebû Cendel (r.a) ile Ebû Basîr (r.a) iâde edilmişti. Efendimizin beni de geri çevirmesinden korkuyorum.

Ey Ümmü Seleme! Kadınların hâli erkeklerinki gibi değildir. Mekke’den ayrılışımın üzerinden sekiz gün geçti. Şimdi onlar beni arayacaklardır. Bulamayınca da buralara kadar geleceklerdir.” diyerek derd ve sıkıntısını dile getirdi.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) bu endişeler içerisinde heyecanlı bir şekilde beklerken İki Cihan Güneşi Efendimiz hâne-i seâdete teşrif buyurdu. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemiz durumu Efendimize arzetti. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz bu fedakâr sahâbîsine “Hoş geldin” dedi.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) Rasûlullah (s.a) Efendimize heyecanlı heyecanlı Medine’ye geliş mâcerâsını anlattı. Sözlerini içindeki endişeyi de dile getirerek şöyle bitirdi:

“Ya Rasûlallah! Ben, dinim uğrunda hicret ederek sizin yanınıza geldim. Beni koruyun. Müşriklere geri çevirmeyin. Onlara iâde ederseniz, bana işkence ederler. Dinimden döndürmeye çalışırlar. Ben nihâyet bir kadınım. Bilirsiniz ki, kadınların hâli zayıfların hâline benzer.” diyerek derdini, sıkıntısını açıkladı.

İki Cihan Güneşi Efendimiz dikkatle Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’yı dinledi. Onu sevindirecek ve korkusunu giderecek bir üslûpla şöyle cevap verdi: “Yüce Allah muhakkak kadınlar hakkındaki ahdi bozar, hükümsüz bırakır.” buyurdu.

Efendimiz bu imanlı, fedakâr sahâbîsini bu sözleriyle rahatlattı. Rabbimiz de Habîbi’nin isteğini tahakkuk ettirdi ve hanımların müşriklere geri verilemiyeceğini belirten âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Yeni nâzil olan bu ilâhî müjde “imtihan edilen kadın” mânâsına gelen Mümtehine sûresinin onuncu âyeti idi. Meâlen:

“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”

İki Cihan Güneşi Efendimiz vahiy tamamlanınca bu müjdeli haberi Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’ya bildirdi. Artık bundan böyle müşriklerin arasından kaçıp gelen imanlı hanımlar Mekke’ye geri verilmeyecekti. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ilâhî emir gereğince onu ve daha sonraki hanımları soruşturdu ve:

“Allah’a yemin olsun ki siz, Allah ve Resûlünün sevgisi, bir de İslâmî vazîfeleri serbestçe yapabilmek için hicret etmiş bulunuyorsunuz. Yoksa ne koca ne de mal sebebiyle göç etmiş değilsiniz.” buyurdu.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) rahat bir nefes almıştı. Sevincinden gönlü uçuyordu. Yüce Rabbımıza hamdediyordu. Sevgili Peygamberimize sevinç göz yaşlarıyla cevap veriyordu. Ama dünya imtihan dünyasıydı. Sıkıntılar bitmiyordu. Bütün bu olup biten işler, akıp giden hâdiseler arasında babası Ukbe İbni Ebî Muayt kızının Medine’de olduğunu öğrendi. Oğulları Velid ve Umâre’yi kızkardeşlerini alıp getirmek üzere Sevgili Peygamberimize gönderdi. Medine’ye geldiklerinde Efendimizi buldular. Hudeybiye antlaşması gereğince kendilerinden emin olarak İki Cihan Güneşi Efendimize: “Aramızdaki antlaşmaya göre kızkardeşimizi bize teslim et!” dediler. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz onlara: “Allah Teâlâ o şartın hükmünü hanımlar hakkkında bozdu.” buyurdu. Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’yı onlara teslim etmedi. Velid ve Umâre elleri boş olarak Mekke’ye döndüler.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) henüz evlenmemişti. Medine’de kalması kesinleşince sahâbenin ileri gelenlerinden Zübeyr İbn Avvam, Zeyd İbni Hârise ve Abdurrahman İbni Avf (r.anhüm) efendilerimiz kendisine evlenme teklifinde bulundular. Ümmü Gülsüm (r.anhâ) durumu kardeşi Hz. Osman (r.a) ile istişâre etti. O da Resûl-i Ekrem (s.a) efendimize sormayı tavsiye etti. Bu teklif Efendimize arzedilince Ümmü Gülsüm (r.anhâ)’nın Zeyd İbni Hârise (r.a) ile evlenmesi uygun görüldü. Kısa zamanda iki fedâkâr sahâbisinin sıcak yuvaları kuruldu. Hz. Zeyd ile Ümmü Gülsüm (r.anhâ) mesud bir hayat yaşadılar. Fakat mutlulukları uzun sürmedi. Çünki kocası Zeyd (r.a) Mûte Savaşında şehid düştü. Bu evlilikten Zeyd isminde bir oğulları, Rukıyye adında bir kızları dünyaya geldi.

Ümmü Gülsüm (r.anhâ) kadere rıza gösteren imanlı bir hanımdı. Allah’tan gelen her şeye râzıydı. Kocasının şehid olmasını sabır ve metânetle karşıladı. İddet müddetini bekledikten sonra Zübeyr İbni Avvâm (r.a) ile evlendi. Ondan da Zeynep adında bir kızı oldu. Hayat sürprizlerle doluydu. Mutlu bir yuva devam ederken birden aralarında bir geçimsizlik baş gösterdi. O sıcak yuva yaşanmaz bir hal aldı. Uzun sürmedi. Kısa bir müddet sonra boşanmak zorunda kaldılar.

Hayat devam etmekteydi. İnsan yalnız yaşayamazdı. Ümmü Gülsüm de bunun farkında idi. Abdurrahman İbni Avf (r.a)’tan gelen teklif üzere onun ile evlendi. Bu evlilikten de İbrâhim ve Hâmid isminde iki oğulları dünyaya geldi.

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Rasûlullah (s.a) Efendimizin sohbetinden istifâde eden bilgili, imanlı bir hanımdı. Efendimizden on kadar hadis-i şerif rivayet ettiği nakledilir. Bunlardan bir tanesi şudur:

Ümmü Gülsüm binti Ukbe İbni Ebî Muayt radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.” (Buhâri, Sulh, 2)

Müslim’in rivayetinde de:

“Ümmü Gülsüm dedi ki, Peygamber aleyhisselam halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:

1. Savaşta (düşmanı aldatmak için)

2. İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,

3. Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır.” (Riyazussalihin Terc. ve Şerh. c.2, s.247).

Ümmü Gülsüm binti Ukbe (r.anhâ) Abdurrahman İbni Avf (r.a)’ın vefatından sonra, ömrünün sonunu Amr İbn Âs (r.a) ile nikahlı olarak geçirdi. Onun nikâhında iken ahirete göç eyledi. Allah ondan râzı olsun.

Cenâb-ı Hak’tan onun fedakârlığından, gayretinden, imânî heyecanından hisseler alabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Köleleri Tarafından Şehîd Edilen Ümmü Varaka (r.â.)


Ümmü Varaka radıyallahu anha Allah yolunda cihad etme arzusuyla yaşayan ve şehîdlik özlemiyle gönlü kavrulan bir hanım sahâbi!.. Bedir Harbine katılmak için ısrarla müsaade istemesi üzerine Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem efendimizin “Allah sana şehîdlik nasîb edecektir.” diye müjde verdiği bir bahtiyar!.. Onu her gördüğü yerde “şehîde” hitabıyla karşılayan mutlu bir hanım!.. Hasretini çektiği makama kendi köleleri tarafından evinde şehîd edilerek kavuşan bir hanım sahâbi!..

Onunla ilgili fazla bir bilgiye sahip olunmamakla birlikte, hakkında nakledilen bir kaç hâdise bile bizlere ne ibretli dersler vermektedir.

O cesûr ve bilgili bir hanımdı. Dînî konularda geniş bilgisi vardı. İslâm’ı en güzel şekilde yaşamak için gayret ederdi. Ev halkına ve etrafındaki insanlara dînî meselelerde yardımcı olurdu. Bildiklerini yaşayarak çevresine örnek olurdu.

O, Allah yolunda cihad etmenin fazîletini bildiği için şehîd olmayı çok istiyordu. Bir Ramazan günüydü. Bedir harbi hazırlıkları başlamıştı. Ümmü Varaka (r.anhâ) büyük bir heyecanla Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize müracaat etti ve şöyle ricada bulundu:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bana müsaade etseniz de sizinle birlikte harbe katılsam! Yaralılarınızı tedâvî edip, hastalara baksam! Kim bilir belki de Allah yolunda şehîdlik de nasip olur.” dedi.

Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz hiçbir hanımın Bedir savaşına katılmasına izin vermedi. Bu sebepten Ümmü Varaka’ya da müsaade edemedi. Fakat onun yanık hasretini, ısrarlı arzusunu, şehîdlik özlemini teskîn edecek onu sevindirecek, onu huzura kavuşturacak bir müjde verdi. “Ey Ümmü Varaka! Allah sana şehîdlik nasip edecektir.” buyurdu.

İki Cihan Güneşi Efendimiz onun bu kahramanca davranışından pek memnun kalmıştı. Bu sebebten bundan sonra ne zaman Ümmü Varaka (r.anhâ)’yı görse; kendisine “şehîde” diye hitab ederdi.

Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz zaman zaman Ümmü Varaka (r.anhâ)’yı evinde ziyaret ederdi. Hal hatırını sorardı. Ashab-ı kiram böylesi fırsatları ganîmet bilirdi. Böyle zamanları en iyi şekilde değerlendirmeye gayret ederlerdi. Efendimize ikramda bulunabilmek onu memnun edebilmek için adeta yarışırcasına ellerinden gelen hizmeti yapmak isterlerdi. Bu arada zihinlerini meşgul eden konularda sorular sorarlardı.

Birgün, ensarlı bir hanım vefat etmişti. Ümmü Varaka (r.anhâ) dînî konulara çok meraklı idi. Kendi kendine: “Acaba öldükten sonra birbirimizi görür müyüz? diye zihninden geçirdi. Bu soruya cevap aradı. İki Cihan Güneşi Efendimizin evine geldiği bir sırada bu konuyu açtı ve: “Ya Rasûlallah! Öldüğümüz zaman birbirimizi görür müyüz?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz şöyle cevap verdi: “Can, ağaca konmuş bir kuş gibidir. Öyle ki, kıyâmet günü geldiğinde her can cesedine girer.” buyurdu.

Ümmü Varaka (r.anhâ)’nın biri erkek biri de kadın iki kölesi vardı. Vefatından sonra onların hürriyetlerine kavuşturulmalarını vasiyet etti. Köle ile câriye hırsa kapıldılar. Şeytana uydular. Bir an evvel hürriyetlerine kavuşma düşüncesiyle, aralarında anlaşıp Ümmü Varaka (r.anhâ)’ya sûikast hazırladılar. Odasına zorla girip öldürüp kaçtılar.

Bu hâdise Hz. Ömer (r.a) devrinde oldu. Bütün müslümanları derinden üzdü. Halife bu haberi duyar duymaz: “Rasûlullah (s.a) doğru söyledi.” dedi. Ona müjdelenen şehitliğin gerçekleştiğini anladı. Suçluların yakalanması için emir verdi. Suçlular kısa zamanda yakalanıp gerekli sorgulamaları yapıldıktan ve cürümlerini itiraf ettikten sonra suçlarının cezâsını idam edilerek ödediler. Medine’de asılarak idam edilen ilk suçlu bu iki köle oldu.

Hz. Ömer (r.a) zaman zaman arkadaşlarına: “Kalkın gidip şu şehîdenin kabrini ziyaret edelim” derdi.Ümmü Varaka (r.anhâ) ashâb arasında sayılan ve sevilen bir İslâm hanımefendisiydi. Allah ondan râzı olsun. Rabbımız şefaatlerine nâil eylesin. Amin.

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HAZRETİ ÖMER RA...
Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan ALLAH'a yemin olsun ki, seytan sana bir yolda rastlamis olsa mutlaka yolunu degistirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).
"Gökte bir melek bulunmasin ki Ömer'e saygi duymasin. Yeryüzünde ise bir seytan bulunmasin ki Ömer'den kaçmasin" (Suyûtî, a.g.e., 133).
"Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eger benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandir" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II).
Bir defasinda da Hz. Ömer'i göstererek söyle demisti: Bu aranizda yasadigi sürece, sizinle fitne arasinda kuvvetlice kapanmis bir kapi bulunacaktir" (Suyûtî, ayni yer).
 

hanife deniz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Tem 2007
Mesajlar
4,279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Bursa
Selamun Aleykum Kardeşim,
Allah razı olsun,emeğine yüreğine sağlık,
Sevr,sevre 3 yıl önce,onca yıpranmaya,aşınmaya rağmen çıkmak hiçte kolay değildi,Ya RABBİM bizi affet,Ya Rasulallah,bizi şefaatinden mahrum eyleme,siz bu kadar zorluklara göğüs germişken,biz biz....................RABBİMİN Rahmetine,Ya Rasulallah senin şefaatine sığınıyoruz.
Selam ve Dua ile
 

salavatqetir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2010
Mesajlar
1,596
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt