Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sahabeler ve tabiin (2 Kullanıcı)

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Naasini Meleklerin Yikadigi Sehid
Hanzala Ibni Ebî Âmir (ra)

Hanzala Ibni Ebî Âmir radiyallahu anh sehidlik hasretiyle yanan bir yigit... Uhud savasi öncesinde yeni dünya evine giren ve o günün sabahinda Uhud’a kosup müsriklerle çarpisan bir kahraman... Naasini meleklerin yikadigi bir sehid...
O, Evs kabilesinin ileri gelenlerindendi. Son derece kuvvetli, dirayetli ve yüksek bir ahlâka sahipti. Müslüman olmadan önce insanlardan uzak kalarak ibadetle mesgul olurdu. Hanif dini üzere yasardi. Inziva hayatini severdi. Putlara ibadet etmekten nefret ederdi.
Hanzala Ibni Ebî Âmir, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Medine-i Münevvere’ye tesrifinden sonra Islâm’la sereflendi. Babasi Ebû Âmir ise Iki Cihan Günesi efendimize düsman olanlarla beraber oldu. Efendimiz Medine’ye tesrif edince o da Mekke’ye gitti ve müsriklerle ayni safta yer aldi. Bu yüzden ona fâsik lâkabi verildi.
Hanzala (r.a.) bütün akrani arasinda “Takî” lakabiyla meshurdu. Yüksek ahlâkli bir zâtti. Kalbinde iman günden güne çosuyordu. Iki Cihan Günesi efendimizin yanindan ayrilmiyordu. Babasi ise, küfür ve tugyan içerisinde kendi kabilesinden elli kisilik bir grupla Mekke’li müsriklerle bir olmus Fahr-i Kâinat (s.a) efendimize karsi cephe olusturmustu.
Hanzala (r.a) Bedir ve Uhud Gazvelerine istirak edip büyük kahramanliklar gösterdi. Bedir Gazvesine katildiginda henüz bekârdi. Savastan bir müddet sonra Abdullah Ibni Übey Ibni Selül’ün müslüman olan kizi Cemîle ile nikahlandi. Dügünleri Uhud savasi öncesine rast geldi. Dügünün oldugu günün aksami Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz ashabiyla Uhud’a hareket edecekti. Geceyi evinde geçirmek üzere Fahr-i Kâinat (s.a)’den izin istedi. Efendimiz de müsaade buyurdu.
Yeni dünya evine giren Hanzala (r.a) o geceyi ailesinin yaninda geçirdi. Sabahleyin erkenden evinden çikti. Uhud’da Iki Cihan Günesi Efendimize yetisti. Sevgili Peygamberimiz harp için saflari düzeltirken o da ashab-i kiram’in arasina katildi.
Uhud günü büyük kahramanliklar sergileyen Hanzala (r.a) diger sahabiler gibi can-siperâne bir sekilde müsriklere hücüm etti. Sehidlik arzusuyla saga-sola atildi. Hiç durmadan dinlenmeden kiliç salladi. Günboyu ok atarak kiliç sallayarak savasti. Müsrikler bozguna ugrayip kaçmaya baslamisti. Müsrik ordusu komutani Ebû Süfyan ise yalniz kalmisti. Hanzala (r.a.) onu görünce hemen kilicini çekti ve atinin bacaklarini uçurdu. Atiyla birlikte Ebû Süfyan’i yere düsürdü. Korkudan ne yapacagini sasiran Ebû Süfyan âvâzinin çiktigi kadar bagirmaya basladi. Etrafina: “Ey Kureys ben Ebû Süfyanim Hanzala beni öldürecek yetisin.” diye seslendi: O hengamede herkes can derdine düsmüstü. Aldiris eden pek yok gibiydi. Hanzala (r.a) ona dogru hücum etmeye hazirlanirken birdenbire arkasindan yaklasan Seddat Ibni Esved, hain mizragi ile onu sirtindan vurdu. Hanzala (r.a) mukabele etmek istediyse de pesinden ikinci bir darbe daha aldi ve sehadet serbetini içti.
Uhud Savasini Bedir’in intikamini almak için gerçeklestiren Ebû Süfyan, Hanzala (r.a)’in sehid edilmesini Bedir’de öldürülen oglu Hanzalaya karsilik olarak kabul etti. Onun yerine öldürülmüs gibi saydi. Savas meydaninda müsrikler intikam duygusuyla sehidlerin organlarini kesiyordu. Hanzala (r.a)in müsrik babasi Ebû Âmir onun cesedine eziyet edilmesine engel oldu.
Hanzala (r.a) sehid olunca Iki Cihan Günesi Efendimiz onun hakkinda:
“Ben Hanzala’yi meleklerin gökle yer arasinda gümüs bir tepsi içinde yagmur suyu ile yikadiklarini gördüm.” buyurdu.
Ebû Useyd Said (r.a) diyor ki: “Gidip Hanzala’ya baktim. Basindan yagmur suyu akiyordu. Döndüm bunu Rasûlullah (s.a)’e haber verdim: Resûl-i Ekrem (s.a) de hanimina haber gönderip bunun sebebini sordu. Ailesi, Hanzala (r.a)’in Uhud’a yetisebilmek için çok acele çiktigini ve gusul abdesti alamadigini söyledi.”
O, bu hadiseden sonra “Gasîlü’l-melâike = Melekler tarafindan yikanmis kimse” lakabiyla anildi. Evs kabilesi onunla iftihar ederdi. “Melekler tarafindan yikanan Hanzala (r.a) bizdendir.” derlerdi.
Hanzala (r.a)’in ailesi Cemile dügün gecesi bir rüya görmüstü. Sabah olunca kavminden dört kisi çagirdi ve Hanzala ile evlendiklerine onlari sahit tuttu. Çocuk olursa Hanzala (r.a)’e ait olacagini söyledi. Oradaki sahidler: “Buna ne lüzum vardi?” diye sorunca Cemile (r.anhâ) gördügü rüyayi anlatti ve: “Rüyamda semanin açildigini, Hanzala’nin içeri girdikten sonra kapandigini gördüm.” dedi. Rüyasi hakikat olup Hanzala (r.a) Uhud’da sehid oldu. Abdullah isminde bir ogullari oldu. Abdullah Ibni Hanzala olarak taninan bu çocuk Yezid Ibni Muâviye’ye karsi Medine halkinin biat ettigi Abdullah’dir. Yezid’in zamaninda sehid edilmistir.
Cenab-i Hak’tan baba-ogul her iki yigit sevgilinin sefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.

Altinoluk dergisi, Ekim 1998
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
besmele4.gif

HAMZA IBN ABDULMUTTALIB (r.a)
(Hz. HAMZA)

Hz. Peygamber'in amcasi, Sehidlerin efendisi.
Künyesi; Ebn Ya'la veya Ebû Ammâre; Lakabi; Esedullah (Allah'in Aslani)dir. Babasi Abdulmuttalib, annesi Hâle'dir.
Hz. Hamza, Peygamberimizin amcalarinin en küçügüdür. Dogumdan bir kaç gün sonra, Peygamberimizi emziren Ebû Lebeb'in câriyesi Süveybe daha önceleri Hz. Hamza'yi da emzirmis oldugundan, Hamza Peygamberimizin süt kardesi idi.
Hz. Hamza, orta boylu, güçlü kuvvetli, heybetli, onurlu bir sahabîdir. Hz. Hamza (r.a) iyi bir avci, keskin nisanci, Kureys'in en sereflilerindendir. Mazlumlara yardim etmeyi seven cesur bir savasçiydi. Av dönüsü evine gitmeden Ka'be'yi tavaf edecek kadar kutsal kabul ettigi degerlere saygili, karsilastigi sahislara selâm verip sohbet etmesini seven mürüvvetli bir insandi. Onun gençlik dönemine ait bilgilerimiz yok denecek kadar azdir (Ibnu'l-Esîr, Isdit'l-Gâbe, II, 52).
Peygamberimiz yakinlarina Islâm'i teblig etmis olmasina ragmen, Hz. Hamza henüz müslüman olmamisti. Ebû Cehil'in Peygamberimize yaptigi bir hakaret sonucunda müslüman olmustur. Peygamberimiz bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaslari onun yanina gelirler. Ebû Cehil Peygamberimize hakaret eder. Abdullah b. Cüdâ'nin câriyesi bu olayi seyredin av dönüsü Kabe'ye ugramayi âdet edinen Hz. Hamza'ya anlatir. Hz. Hamza, eve gitmeden Ebû Cehil'in yanina ugrayarak elindeki yayi Ebû Cehil'in kafasina çalar, basini yaralar ve hakaret eder. Bir gün sonra da Allah Rasûlünün yanina giderek (Bi'set'ten iki yol sonra) müslüman olur.
Hz. Hamza'nin müslüman olmasi Peygamberimizi çok sevindirmistir. Onun Islâm'a girmesiyle müslümanlar güçlendi. Müsrikler rahatsiz oldular.
Mekke müsrikleri, hicretten sonra da rahat durmadilar. Peygamberimizin ve müslümanlarin Medine'den çikarilmasi için Abdullah b. Übeyy, Hazreç ve Evs kabilesi müsrikleriyle iliski kurdular. Müslümanlarin hac yollarini da kapadilar.
Müsriklerin gözlerini korkutmak, Sam ticaret yollarini keserek onlari sikintiya düsürmek gerekiyordu. Peygamberimiz bu amaçla Hz. Hamza'yi Sifu'l-Bahr'a gönderdi. Otuz kisilik bir kuvvetle Hz. Hamza belirtilen yere vardi. Müsriklerin kervam Sifu'l-Bahra gelmisti. Kervanda Ebû Cehil de bulunuyordu. Üçyüz kisilik bir kuvvetleri vardi.
Hz. Hamza, müsriklerle çarpismak istiyordu. Yaninda bulunan müslümanlar da ayni duyguyu yasiyorlardi.
Henüz müsrik olan Mecdi b. Amr b. Cühenî bu iki grubun arasina girdi. Hem müslümanlarla hem de müsriklerle görüstü. Sonunda iki tarafi çarpismaktan vazgeçirdi.
Bundan Sonra Hz. Hamza'yi Bedir savasinda görüyoruz. Bedir savasinda Utbe, Vefid, Seybe meydana çiktilar. Çarpismak için er dilediler. Hz. Hamza, Seybe ile çarpisti. Bir hamlede Seybe'yi öldürdü. Daha sonra Utbe'yi ve Tuayma b. Adiyy'i öldürdü.
Hz. Hamza, Bedir savasinda kahramanca savasti. Allah ve Rasûlünün hosnutlugunu kazandi.
Bedir savasinda Hz. Hamza (r.a)'nin etkinligi ileri boyutlara ulasti ve müsriklere karsi amansiz bir savas verdi. Hârisû't-Temîmî, HzHamza'nin Bedir'deki durumunu anlatan bir rivayetinde söyle diyor: "Hamza b. Apdülmuttalib(r.a)'in, Bedir savasinda üzerinde, deve kusu olan kim" diye sordu. "Hamza b. Abdulmuttalib" diye cevap verildi. O müsrik: "Ne yaptiysa O bize yapti" diye mirildandi" (M. Yusuf Kandehlevi, Hadislerle müslümanlik, ll, 553).
Hz. Hamza, Bedir Savasini mütekaib Kaynukogullari gazvesine katildi.
Peygamber Medine'ye geldiginde Yahudilerle anlasma yapmisti. Yahudiler, Bedir savasini müslümanlarin kazanmasini hazmedemediler.
"Siz savasin ne demek oldugunu bilmeyen adamlarla çarpistiniz" dediler. Savas için firsat kollamaya basladilar.
Kaynuka gazvesi'nin genel sebebi bir kadina karsi yapilan terbiyesizliktir. Kadincagiz bazi esyalarini Kaynuka pazarinda sattiktan sonra bir kuyumcuya giriyor. Kuyumcu yahudi kadinin eteginin alt kismini üst kismina bir dikenle igneliyor. Kadincagiz ayaga kalktiginda üzeri açiliyor. Utaniyor, sikiliyor, feryat ediyor, çevresinden yardim istiyor. Kadinin yardimina kosan müslümanlar Yahudiyi öldürüyor. Yahudiler de müslümanin basina üsüsüyorlar ve onu sehid ediyorlar.
Öldürülen müslümanin akrabalari Peygamberimizden yardim istiyorlar. Bunun üzerine-Peygamberimiz Yahudilerden antlasmanin yenilenmesini istedi. Yahudiler Peygamberimizin bu istegini reddettiler.
Bu olay üzerine Peygamberimiz beyaz sancagim Hz. Hamza'nin eline verip Kaynukaogullarinin üzerine gönderdi. Kaynukaogullari Yahudileri bekledikleri yardima kavusamayinca teslim olmak zorunda kaldilar.
Bedir savasi'nin acisini unutmayan Kureysliler yeniden savas için hazirliga basladilar. Bir yil önceki kervanin gelirini savas için harcamaya karar verdiler. Savas için degisik müsrik kabilelerden yardim isteyerek büyük bir kuvvet olusturdular.
Bu kez de Kureys'in kadinlari da katilacakti. Bedir Savasi'nin bozgunla bitmesi sebebiyle müsrik kadinlar erkeklerini suçluyorlardi. Bedir'in matemini tutarak erkekleri savasa tesvik ediyorlardi.
Cübeyr b. Mut'i'nin Vahsi adinda Habesli bir kölesi vardi. Bu köle harbe (Habeslilere özgü bir mizrak) atmakta oldukça maharetli idi. Hz. Hamza, Cübeyr b. Mut'im'in amcasi Tuayma b. Adiyy'i Bedir savasinda öldürmüstü. Cübeyr, amcasinin acisini unutmamisti. Kölesi Vahsi ile konustu. Hz. Hamza'yi öldürmesi sartiyla kendisini serbest birakacagini bildirdi.
Peygamberimiz, Medine'nin içinde kalmayi, savunma savasi yapmayi düsünüyordu. Bedir Savasi'na katilmayanlar düsmanla yüz yüze gelmek, Medine disinda savasmak istiyorlardi. Peygamberimiz Ashabin bu tavri karsisinda Medine disinda savasilmasina karar verdi.
Hz. Hamza'da Medine disinda savasilmasina taraftardi. Hattâ Peygamberimize "sana, kitabi indirmis olan Allah'a yemine eder, and içerim ki, bu kilicima Medine disinda Kureys müsrikleriyle çarpismadikça yemek yemeyecegim" demisti.
Hz. Hamza Cuma günü oruçlu idi. Cumartesi müsriklerle karsilastigi zaman da oruçlu bulunuyordu.
Peygamberimiz, sabahleyin "Rüyada, meleklerin, Hamza'yi yikadiklarini gördüm" diye buyurdu. Uhut bölgesine varildi, orduya savas düzeni verildi. Kureys'in birinci bayraktari Talha b. Ebî Talha, Hz. Ali tarafindan, ikinci bayraktari Osman b: Ebî Talha da Hz. Hamza tarafindan öldürüldü. Sancaktarlarin ölmesi Kureys'i saskina çevirdi. Sarsildilar, sendelediler. Halid b. Velid'in saldirilari da sonuç vermedi: Müsrikler, kaçismaya basladilar. Hz. Hamza Uhud günü "ben Allah'in Arslaniyim" diyerek kihç salladi. Sâfvân, Hz. Hamza'yi savasirken görüyor, "Ben, bugüne kadar kavmini öldürmeye onun kadar hirsli bir kimse daha görmedim" buyuruyor. Uhud savasinda müsriklerin çogunu Hz. Hamza öldürmüstür.
Kureysliler bozguna ugrayip kaçmaya baslayinca Peygamberimiz tarafindan görevlendirilen okçular yerlerini birakmaya basladilar. Birbirlerine "ne duruyorsunuz? Allah, düsmani bozguna ugratti. Siz de, müsriklerin ordugahina giriniz. Kardeslerinizle birlikte ganimet toplayiniz" dediler. Diger bir kismi bu teklife itiraz ettiler. "Siz Rasûlullah'in: Bizi arkamizdan koruyunuz! Sakin yerinizden ayrilmayiniz! Bizim öldürüldügümüzü görürseniz de yardimimiza kosmayiniz! Ganimet topladigimizi görürseniz de, bize katilmayiniz! Bizi arkamizdan koruyunuz" buyurdugunu bilmiyor musunuz?" dediler.
Okçular, komutanlari Abdullah b. Cübeyr'i dinlemediler; "ganimetten nasibimizi alacagiz" diyerek yerlerini terkettiler. Abdullah b. Cübeyr'in yaninda çok az bir kuvvetin kaldigini gören Halid b. Velid bu firsati degerlendirmek istedi. Kuvvetlerini bir araya topladi, okçularin üzerine yürüdü. Abdullah b. Cübeyr, kendilerine dogru bir kuvvetin geldigini görünce arkadaslarina dagilmamalarini söyledi. Müslüman okçular, üzerlerine gelen Kureys müsriklerini ok yagmuruna tuttular. Oklari bitinceye kadar kahramanca savastilar. Abdullah b. Cübeyr, oklari bitince mizragi ile savasti. daha sonra kilicini kinindan siyirdi. Sehid düsünceye kadar çarpisti. Digerleri de ayni sekilde savastilar. Kureys'in süvarileri insanliga yakismayan bir davranisla Abdullah b. Cübeyr'in karnini destiler, barsaklarini döktüler.
Okçularin yerlerini birakmasi, kalan kisminin sehid edilmesiyle müslümanlar gâfil avlandilar. Hem arkadan, hem önden kusatildilar. Müslümanlar saskinlikla birbirlerine kiliç sallamaya basladilar.
Hâris b. Amr kizi ile Utbe'nin kizi Hind de Hz. Hamza'yi öldürmesi için Vahsi'yi. tesvik ediyorlardi. Vahsi, açik dövüsmekten korkuyor, gizli dövüsmeyi tercih ediyordu.
Vahsi, Uhud Savasindaki durumu söyle açikliyor: "Halk arasinda Ali'yi aradim. Çok uyanik, girisken, çevik, çekingen ve etrafina çok bakinan bir adamdi. Kendi kendime:"benim aradigim adam bu degildir" dedim. O sirada Hamza'yi gördüm. Halki kasip kavuruyor, kesip biçiyordu. Firsat kollamak için kayanin arkasina gizlendim. Bir ara Siba'b. Ümmü Emmâr "var mi benle çarpisacak bir yigit' diyerek meydan okuyordu. Hamza ona: "Allah ve Rasûlüne sen misin meydan okuyan' dedi. Göz açtirmadan, bacaklarindan vurdu yere serdi. Sel sulari arkalarina eristigi sirada ayagi kayip düsünce mizragimi firlatip attim; bögründen vurdum."
Hz. Hamza'yi Sehid eden Vahsi daha sonra bir kenara çekilir. Hind üzerindeki takilarini çikarir Vahsi'ye verir. Hz. Hamza'nin yanina gelen Hind, onun burnunu, kulaklarini keser, cesedine iskence yapar, hatta cigerini bile çigneyerek parçalar.
Vahsi müslüman olusunu anlatirken: "Mekke'nin fethinden sonra Mekke'ye gelerek Rasûl-i Ekremi gördüm. Bana dedi ki: "Sen Vahsi misin?" Ben cevap verdim: "Evet" Hamza'yi sen mi öldürdün? buyurdular. "Öyle oldu" dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyururdular ki: "bana yüzünü göstermemen mümkün mü? Ben de çikip gittim.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
devamı....... Rasûlullah'in vefatindan sonra yalanci peygamber Müseyleme ortaya çikti. Belki bu herifi öldürürüm de günahimi öderim, diye düsündüm. Müslûmanlarla birlikte Yemâme'ye gittim ve bildiginiz gibi Mûseyleme'yi öldürdüm (Sahihi Buharî, V, 36, 37).Allah Rasûlünün Hz. Hamza'ya derin bir sevgisi vardi. Bu sevgiden dolayi elinde olmayarak "Vahsi"ye karsi olumsuz bir tutum içinde olmaktan da çekiniyordu. Bu sebeple de Vahsi'yi görmek istememisti.Peygamberimiz, Hz. Hamza'nin sehit oldugunu ögrenince onun basi ucuna gelir ve dua eder. Hz. Hamza, kiz kardesi Safiyye'nin getirdigi bir hirka ile kefenlendi. Peygamberimiz, amcasi Hamzâ'nin cenaze namazini kildirdi. Hz. Hamza, Uhud'a defnedildi.Hz. Peygamber'den iki veya dört yas büyük olan Hamza, öldürüldügünde elli yedi yasinda idi. Hz. Peygamber (s.a.s) öldürülen her sehid ile beraber Hamza'nin namazini tekrarlamis; o gün yetmis iki defa onun cenaze namazini kildirmistir. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ilk cenaze namazi kildigi sehidin de Hz. Hamza oldugu söylenmistir. Hz. Hamza'nin esi, çocuklari Medine'de olmadigi için sehâdetine aglanmamis bunu gören Hz. Peygamber "Hamza'nin niye aglayanlari yok" buyurmustur. Bunu duyan Ensâr önce Hamza için sonra kendi sehidleri için aglamaya basliyorlar. Tarihçi Vâkidî (V. 207/223) benim zamanima kadar bu adet devam etmekteydi diye naklediyor (Ibnü'l-Esir, Usdü'l-Gâbe, II, 51, 55).Hz. Hamza, bir gün Peygamber Efendimize gelerek Cebraîl (a.s)'i asli yapisiyla görmek istedigini bildirdi. Peygamberimiz, Hz. Hamza'ya "O'nu görmeye dayanabilir misin?" diye sordu. Hz. Hamza, "Evet, dayanabilirim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz "otur, öyleyse" buyurdular. Cebrail (a.s.) müsriklerin Kâbe'yi tavaf edecekleri zaman elbiselerini üzerine koymakta olduklari kütüge indi. Peygamberimiz Hz. Hamza'ya "Kaldir gözünü, bak" dedi. Hz. Hamza'ya bakip, Cebrail'in zebercede yesil cevhere benzeyen ayaklarini görünce bayildi. Arkasinin üzerine düstü. Bu olayi Ibn Sa'd Tabakat'inda anlatmaktadir.Hz. Hamza Peygamber (s.a.s)'den su hadisi rivâyet etmistir: "Su duayi hiç birakmayin; "Allahümme inni es'eluke bismike'l-a'zam ve ridvânike'lekber" (Ibn Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 55).Bekir SAGLAM
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36

besmele5.gif

HASAN B. ALI B. EBÎ TALÎB
(3-50/624-670)


el-Hasan b. AIi b. Ebî Talib el-Hâsimî el-Kurasî, Hz. Peygamber'in en çok sevdigi torunlarindan ve O'nun "Reyhânesi", Hz. Ali'nin, Hz. Fatima'dan dogan büyük oglu. Hulefâ-i Rasidîn'in besincisi kabul edilir. Imamiyye'ye göre ise 12 imamin ikincisidir.
Üçüncü hicrî yili, Ramazan ayinin ortalarinda Medine'de dogdu. Saban ayindan; 4. veya 5. hicrî senesinde dogduguna dair rivâyetler varsa da, en dogru görüs, 3. hicrî senede dogduguna dair rivayettir (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Ibn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarabad 1325, II, 296). Hz. Hasan dogdugunda, Hz. Peygamber bir torununun oldugunu duyunca hemen Hz. Ali'nin evine giderek "oglumu bana getirin' Adini ne koydunuz?' diye sordu. "Harb" ismini koyduklarini duyunca, bu ismi begenmedi. Çocuga isim olarak, câhiliye döneminde bilinmeyen "Hasan" ismini koydu. Künye olarak da, "Ebû Muhammed" adini verdi. Arkasindan da kulagina ezan okudu (Ibnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec, Sifatü's-Saffe, Haleb (ty), I, 759; Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 296). Rasûlullah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka kurbani kesilmesini ve saçlarinin kesilerek, agirliginca gümüs tasadduk edilmesini emretti (ez-Zehebî, Siyer A'lami'n-Nübelâ, Beyrut 1406/1986, III, 246).
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in terbiyesinde yetisti. Sahih hadis kitaplari dahil bir çok Islâmî literatürde, Hz. Peygamber'in torunu ile ne kadar ilgilendigini ve onu ne kadar çok sevdigini ifade eden rivayetler bu gerçegi göstermektedir. Onunla her an ilgilendigini, hemen hemen yanindan hiç ayirmadigini; bilhassa namazlarda bile torununun gelip üzerine çiktigindan dolayi, Hz. Peygamber'in sirf onu incitmemek için secdesini uzattigini ifade eden hadisler, ilahî vahye mazhar dede ile, onun "reyhanesi" arasindaki sevgiyi anlatmaktadirlar (Ahmed b. Hanbel, III, 493, 494; Nesâî, Talbîk, 82). Hatta Hz. Peygamber rukû'da iken torunu gelir, ayaklarini açar bir yönden girer, öbür taraftan çikar (el-Haysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü't-Tenzîb, II, 296) ve Hz. Peygamber ses çikarmazdi. Bazen secde ederken üzerine bindiginde, onu yavasça sirtindan indirirdi. Hatta bir defasinda Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardesi Hz. Hüseyin üzerlerindeki uzun ve kirmizi elbiseleri ile düse kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarim kucagina aldigi ve önüne oturttugu, daha sonra da " "Allah Teâla" "Mallariniz ve evlatlariniz sizin için birer imtihan vesilesidir"(et-Tegâbün, 64/15) derken dogru söylemistir. Su ikisini bu sekilde görünce sabredemedim" diyerek hutbesine devam ettigi kaynak hadis kitaplarinda anlatilmaktadir (Ahmet b. Hanbel, V, 254; Ebu Davud, Salât, 233; Tirmizî, Menâkib, 31; Ibn Mace, Libas, 20; Neseî, Salatu'l-Ideyn, 27; Zehebî, a.g.e., III, 256).
Hz. Peygamber zaman zaman her iki torununu da sirtina alip namaza geldigine (Ahmet b. Hanbel, III, 493). Hz. Hasan'i omzuna alarak disarda gezdirdigine dair (Tirmizî, Menâkib, 31) bir çok hadis sunu gösteriyor ki, Hz. Peygamber her iki torunuyla devamli ilgilenmisler, her türlü ihtiyaçlarini gidermeye çalismislardir. Kizi Hz. Fatima'yi ziyarete gittiklerinde, torunu Hasan uyku arasinda su istedigi zaman bizzat kendileri kalkip su getirerek, hem ona, hem de kardesine içirmeleri (Ahmed b. Hanbel, I, 101; Tayalisî, II,129-130) vb. hareketleri dede sefkati ve merhametinin fiili isaretleridir. Yine Hz. Peygamber'in bu iki torununu çok sevdigi ve "Allah'im ben bu ikisini seviyorum, sen de sev" diye dua etmeleri (Tirmizî, Menâkib, 31) bu sevgi ve ilginin dil ile ifadesini göstermistir (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedailit's-Sahabe, 56-60).
Öbür taraftan Hz. Peygamber torunlarini öper (Ahmed b. Hanbel, IV, 93 ; Tabaranî, hadis no: 2658) ve her iki torununun cennet ehli gençlerinin efendileri oldugunu da söylerdi (Tirmizî, Menâkiti, 31; Ahmed b. Hanbel, III, 3; el-Hatîb el-Bagdadî, Târihu Bagdad, Beyrut (ty), I,140), hatta onlari sevenleri Allah'in sevmesini diledigi dualari da rivayetler arasinda yer almistir (Ahmet b. Hanbel, II, 249, 331; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 297 vd.).
Hz. Hasan fizik olarak dedesi Hz. Peygamber'e çok benzerdi (Tirmizî, Menâkib, 31). Öyle ki, bir defasinda Hz. Ebu Bekr ikindi namazindan çiktiktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan'i görürler. Hz. Ebu Bekr onu omuzuna alir ve "Nebiye benzeyen, Ali'ye benzemeyen, sana babam feda olsun!" diye bir misra söyler (Buhârî, Fadâilü'l-Ashâb, 22). Hz. Ali bu hâdise ve sözler karsisinda gülümser.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtügü siralarda sekiz yaslarinda idi. Henüz çok küçük oldugu için, Hz. Peygamber'den dogrudan dogruya rivayet ettigi hadislerin sayisi oldukça azdir. Bunlardan biri Ebu'l Havrâ'nin rivayet ettigi su hadistir:
"Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duydugun hangi hadisi hatirliyorsun? diye sordum. O da sunu anlatti: "Su hadiseyi hatirliyorum: Zekat hurmalarindan bir hurma alip, agzima atmistim. Hz. Peygamber o hurmayi agzimdan salya ile çikardi. Oradakiler "ya Rasûlallah, bu çocugun agzina attigi tek bir hurmayi, niçin geri çikardin?" dediler. O da "biz Âl-i Muhammed'e sadaka (zekat) helâl degildir" buyurdu. Hatirladigim diger bir hadis de "Seni ilgilendirmeyen seyleri birak, ilgilendiren seylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana su duayi da ögretmisti: "Ey Allah'im! beni hidayete erdirdigin kimselerden eyle, âfiyet verdigin kisilerden eyle, dost edindigin kullarinin arasina kat! Verdigin seyleri benim hakkimda mübarek kil ve hüküm verdigin (takdir ettigin) seyleri serrinden de koru. Senin dost edindigin bir kisi asla zelil olmaz" (Ahmed b. Hanbel, I, 200; Ebu Dâvûd, Salat, 340; Tirmizî, Ebvâbu's-Salât, 341 Neseî, Kiyamü'lleyl, 50; Üsdü'l-Gâbe, II, I1).
Buna mukabil Hz. Hasan'in bu hadislerin disinda basta babasi Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabîden rivayet ettigi hadisleri vardir.
Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aise, kardesinin oglu Ali b. Hüseyin, onun iki oglu Abdullah ve el-Bakir ile Ikrime, Ibn Sirin, Cübeyr b. Nefir, Ebû'l Havrâ, Rebia b. Seybân, Ebû Miclez, Hübeyre b. Berîm, Seybân b. el-Leyl, Sa'bî, Sakîk b. Seleme, el-Müsebbib b. Nuhbe, Ishak b. Bessâr ve diger raviler (radiyallahü anhüm) hadis rivayet ettiler (Ibn Hacer el-Askalânî, el-Isâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Misir 1358/ 1939, I, 327-330; Ibnü'l-Esir Üsdü'l-Gâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 295-296).
Gerek tabakat kitaplari, gerekse hadis kitaplari, Hz. Hasan'in çocukluguna dair yukardaki rivayetlere bolca yer verdikleri halde, Hz. Ali'nin sehid edilmesiyle onun halife seçilmesine kadar olan hayati hakkinda pek fazla bilgi vermemektedirler. Bilinen bir kaç husustan birisi, Hz. Ömer divan teskilatini kurdugu sirada, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn'i babalarinin "farizasina" katarak, her birine bes bin dirhem hisse ayirdigina dair haberdir (Zehebî, a.g.e., III, 259). Bir diger hadise de Hz. Osman'a bas kaldiranlara karsi, halifeyi savunmak için Hz. Osman'in yaninda ona yardim etmek için kalan sahislarin arasinda Hz. Hasan'in isminin de yer aldigina dair haberlerdir (Zehebî, a.g.e., III, 260).
Hz. Hasan'in tarihî bir sahsiyet olarak ortaya çikmasi, babasi Hz. Ali'nin sehid edilmesini müteâkiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek halife seçmeleriyle baslar (h. 40/660).
Hz. Hasan halife seçilirken ilk beyat edenin Kays b. Sa'd oldugu söylenir. Bu kisiyi Hz. Ali Azarbaycan'a gönderilen ve Iraklilardan toplanarak hazirlanan ordunun komutani olarak atamisti. Bu zat, sirf Araplardan olusturulan kirk bin kisilik diger bir ordunun da komutaniydi. Bu ordu Hz. Ali'yi ölünceye kadar müdafaa etmek üzere and içmisti. Iste babasinin da en çok güvendigi komutanlardan olan Kays, beyat esnasinda, Hz. Hasan'dan elini uzatmasini isteyerek, Allah (c.c)'nun Kitab'i, Rasûlü'nün sünneti ve âsîlerle savasmak üzere beyat edecegini söyledi. Hz. Hasan bu söze karsi çikti. Sadece Allah'in Kitabi ve Rasûlü'nün sünneti üzere beyat edilebilecegini, bunun içine saydigi ve saymadigi diger sartlarin girdigini söyledi. Kays bunun üzerine bir sey söylemeden beyat etti. Arkasindan da diger Iraklilar beyat ettiler (Taberî, Târihu'r-Rusül ve'l-Mulûk, Dâru'l-Meârif 1963, IV, 158).
Hz. Hâsan beyattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çikip, uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasinin katili Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti. Ifadesini aldiktan sonra ölümle cezalandirdi (Ya'kubî, Ahmed b. Ebî Ya'kub, Tarihu Ya'kubî, Beyrut, ty. II, 214).
kalig008.jpg

Iraklilar derhal, babasinin öldürülmesini, seçtikleri halifeye hatirlatarak, Sam'da hüküm süren Muaviye b. Ebî Süfyan ile savasmasi için, onu Sam üzerine yürümeye tesvik ettiler. Hz. Hasan da onlarin sözlerine kanarak bir ordu hazirladi ve savasmak üzere yola çikti (Ziriklî, a.g.e., II, 214); Ayri bir görüs için bkz. Ibn Hibbân, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut 1407/ 1987, s. 554). Hz. Hasan bu siralarda 37 yaslarinda idi. O topladigi on iki bin kisilik ordusuyla Medâin'e kadar geldi. Ordu komutani olarak kendisine ilk bey'at eden Kays b. Sa'd'i atadi. Diger bir rivayete göre Ubeydullah b. Abbas'i komutan yapip, Kays'i da ona yardimci atayarak, Kays'a komutanin her türlü emrine itaat etmesini emretti (Ya'kubî, II, 214).
Araplarin dört "dâhîsi"nden biri olan Hz. Muaviye, Hz. Hasan'in kendisi ile savasmak üzere yola çiktiginin haberini alinca, o da derhal Sam'dan hareket ederek el-Enbar'in kazalarindan biri olan Mesiken'e gelerek konakladi (Taberî, V,159). Hz. Ali'nin sehid edilmesi üzerinden henüz on sekiz gün geçmisti, iki tarafin ordusu sirf siyasî kaygilarla karsi karsiya geldiler (Ya'kubî, II, 214).
Muaviye derhal durumun kritigini yaparak, akibetin lehine olmasi için çesitli çarelere bas vurmaya basladi. Elindeki en büyük koz, hasminin tecrübesizligi ve siddetten hoslanmayan, fitneden adeta korkan ve müslümanlara karsi derin sevgi besleyen, onlardan birinin bile kaninin dökülmesine razi olamayacak kadar yumusak bir kalbe sahip sahsiyette olmasidir. Onun için ilk isi, Hz. Hasan'in, Kays b. Sa'd komutasindaki ordusu arasinda bir kargasa yaratmak oldu (Tehzîbü't-tehzîb, II, 299). Hz. Hasan'in ordusu içinde bir kaç kisi söyle bagirmaya basladi: "Haberiniz olsun, Kays b. Sa'd öldürüldü!" Diger bir kaynaga göre ise, bu münâdîler Kays'in Muaviye ile sulh yaptigini ve onun tarafina geçtigini, hatta Hz. Hasan'in bile Muaviye'ye sulh yapma teklifinde bulundugunu ve Hz. Muaviye'nin bu teklifi kabul ettigini söylüyorlardi. Böylece ordu içinde dedi kodu çikariyorlardi (Ya'kubî, s. 214-215). Hz. Hasan'in ordusu içinde kargasa basladi, büyük bir panik çikti. Derken bu panik yagmalamaya dönüstü. Askerler her seyi yagmalamaya basladi. Hatta Hz. Hasan'in ordugah çadirini, altindaki sergisine varincaya kadar yagmaladilar. Bu yagmalama her tarafa yayildi. Sözü edilen bu yagmalamadan sonra da ordu dagilip gitti (el-Isabe, I. 327-328; Taberî, V.158-159).
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Bu kargasadan istifade etmek isteyen el-Cerrâh b. Sinan el-Esedî isimli sahis, sehirden geceleyin ayrilmak isteyen Hz. Hasan'a saldirdi. Elindeki hançerle onu baldirindan yaraladi. Fakat Hz. Hasan kendini savunup, o katilin hakkindan gelmeyi basardi (Ya'kubî, II, 228 ; el-Isâbe, I, 327-328). Bu durumda çaresiz kalan Hz. Hasan Medâin'deki "el-Maksuratü'l-Beydâ"ya dönmek zorunda kaldi. O sirada Medâin'in valisi Sa'd b. Mes'ud idi. Henüz çocuk denilebilecek yasta olan bu genç valiyi atayan el-Muhtar b. Ebî Ubeyd ona bir teklifte bulundu. Hz. Hasan'i baglayip Hz. Muaviye'ye götürme karsiliginda kendisinin çok zengin ve serefli birisi yapacagini söyledi. Genç vali bu teklifi siddetle reddederek "Allah'in laneti üzerine olsun! Ben Allah'in Rasûlünün kizinin oglunun üzerine atlayacagim ve onu baglayacagim ha! Sen ne igrenç herifsin" dedi (Taberî, V, 159-160).
Hz. Hasan içinde bulundugu durumu gözden geçirdi. Güvenemeyecegi bir ordu ve güçlü bir düsmanla karsi karsiya oldugunu anladi. Ayrica mizaç olarak fitne ve kan dökmekten de nefret eden birisi oldugu için, gerek kendi sahsi, gerekse Islâm ümmetinin selameti için hilafeti Hz. Muaviye'ye birakarak, bu isten feragat etmekten baska bir çare bulamadi. Anlasma yollarini arastirmaya ve her iki tarafin da razi olacagi çözümler aramaya basladi. Amr b. Seleme el-Erhâbî'yi çagirarak, anlasma teklifini içeren bir mektupla Muaviye'ye gönderdi (el-Isâbe, I, 327-330). Muaviye aldigi ve bekledigi bu teklifi derhal kabul etti. Hz. Hasan'a elçi olarak Abdullah b. Âmir el-Küreyz ve Abdurrahman b. Semure'yi gönderdi. Bu iki elçi Medâin'e geldiler ve Hz. Hasan'a, ne isterse hepsinin kendisine verilecegini bildirmekle kalmayip, kendilerini kefil göstererek, bu anlasmayi teahhüt edeceklerini de ona söylediler (Ibn Hacer, Fethu'l-Bârî fi Serhi Sahîhi'l-Buhârî, Misir,1959, VI. 235, Buharî rivayeti).
Bu sirada Hz. Hüseyn durumdan haberdar oldu ve anlasma teklifine karsi çikti. Muaviye'nin hakliligini tasdik, Hz. Ali'nin davasini yalanlamis olacagi gerekçesi ile agabeysi Hz. Hasan'a, bu anlasmayi yapmamasi gerektigini söyledi. Hz. Hasan onu susturarak, yönetim isini kendisinin ondan daha iyi bildigini iddia ederek, anlasma yapmakta israr etti (Taberî, V. 160).
Bu sirada Hz. Hasan'in hilâfeti Hz. Muaviye'ye birakacagini anlayan ordu komutanlarindan Ubeydullah b. Abbas, Muaviye'ye bir mektup göndererek kendisi için eman istedi. Karsilik olarak elindeki mallarina dokunulmamasini ve can güvenligini sart kostu. Muaviye bu teklifi kabul etti. Ubeydullah bunun üzerine ordusunu birakarak karsi tarafa geçti. Hz. Hasan'in ordusu bu durum karsisinda, Kays b. Sa'd'a, Hz. Ali ve taraftarlarinin kanlarini ve mallarini korumak ve sonuna kadar Muaviye ile savasmak üzere beyat yaptilar. Bir görüse göre, zaten komutan oldugu için, bu beyat'i yenilemek olarak anlamak da mümkündür (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarîh, Beyrut 1385/1965, III, 408).
Nihayet Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan ile anlastilar. Anlasmaya göre, sayet, Muaviye, Hz. Hasan'dan önce ölürse, Hz. Hasan halife olmak sarti ile, hilafeti Muaviye'ye birakiyordu. Ayrica Kûfe hazinesindeki bes milyon dirhem Hz. Hasan'in olacakti. Muaviye Hz. Ali ve taraftarlarina hutbede sövme adetine son verecekti (Tâberî, V, 158-159). Karsi taraf bu teklifleri kabul etti. Anlasmayi yapan Hz. Muaviye'nin elçileri Hz. Hasan'in yanindan çiktiklarinda "Rasûlullah'in oglu sayesinde kan dökülmesi önlendi, fitne sona erdi, sulh yapildi" diyorlardi (Ya'kubî, II, 214-215). O sirada yaralari da agirlasan Hz. Hasan kalkip, Iraklilara uzunca bir hutbe irat etti. Onlara dedesi Hz. Peygamber vasitasiyla Yüce Allah'in insanlari hidayete erdirdigini hatirlatti. Kendisi vasitasiyla da kan dökülmesini önledigini söyleyerek, Muaviye ile anlasma yaptigini haber verdi. Muaviye'ye beyat etmelerini de istedi (Ya'kubî, II, 215). Kendilerini babasini öldürmeleri, kendisine saldirip mallarin yagmalamalari sebebiyle terkettigini de ilan etti (Taberî, V. 158).
Yapilan anlasma üzerine Hz. Muaviye Medâin'e geldi. Hz. Hasan'i yanina alarak Kufe'ye girdi. Hz. Hasan kendi eli ile hicrî 41 yilinin Rabîu'l-Evvel ayi sonlarinda Kufe'yi Muaviye'ye teslim etti. Böylece Hz. Peygamber'in su hadisi tecellî etmis oldu:
"Hiç süphe yok ki, bu oglum bir seyittir. Umulur ki, Allah onun sayesinde iki büyük mü'min grubunu baristiracak" (Buhârî, Fiten,, 20, Sulh, 9; Ebu Davud, Sünne, 12...). Hz. Hasan, Muaviye'nin huzuruna çiktiginda, Muaviye ona "seni senden önce hiç kimseyi mükafatlandirmadigim ve senden sonra da kimseyi mükafatlandirmayacagim bir mükafatla mükafatlandiracagim" dedi ve ona 400.000 (dirhem) verdi (el-Isâbe, I, 327-328). Ayrica her sene bir milyon dirhem maas bagladi. Ama bunlarin çogunu sonradan kisitladi ve ona çok az bir sey verdi.
Hz. Hasan ile Hz. Muaviye arasindaki bu anlasmaya sahit olan Imam Sa'bi hadiseyi söyle anlatir: "Muaviye dedi ki, Kalk da, hilafeti bana biraktigini ve teslim ettigini insanlara haber ver". Hasan kalkti ve Allah'a hamd ve senâ'dan sonra söyledi: Akillilarin en akillisi, muttaki olandir; ahmaklarin en ahmagi da fâcir olandir. Muaviye ile benim aramda anlasmazlik konusu olan bu is, ya benden daha layik birisinin hakki idi; ya da benim hakkimdi. Ben ümmetin sulh içinde olmasi, birliginin bozulmamasi ve kan dökülmesine mani olunmasi için hilafeti ona biraktim". Arkasindan "bilmem belki de o, sizi denemek ve bir süreye kadar yasatmak (metâ) içindir" (el-Enbiya, 21 / I 11) âyetini okuyarak hutbesini bitirdi (Hilye, 11, 37).
Hz. Hasan'in hilâfette ne kadar kaldigi kaynaklarda farkli farkli olmakla birlikte, 6 ay 5 gün oldugu konusundaki görüs en kuvvetlisidir (Ziriklî, II, 214-215).
Bu devir-teslim töreninden sonra ordusunun komutani Kays b. Sa'd'a bir mektup göndererek Muâviye'nin emrine girmesini istedi. Kays da bu konuda ordusu ile istisare yapti. Onlara dalâlet içindeki bir imama mi itaat etmek istediklerini; yoksa imamsiz savasmak mi istediklerini sordu. Onlardan dalâlet içinde de olsa imama itaati tercih ettiklerine dair cevabi alinca, o da Muaviye'ye beyat edip emrine girdi (Taberî, V,160). Ya'kubi'ye göre Muaviye anlasmadan önce, Kays b. Sa'd'a bir milyon dirhem ile bazi mallar göndererek, davasindan vaz geçip, kendisine katilmasini istedi. Sa'd ona cevaben "benim dinimle ilgili bir konuda beni aldatmaya çalisiyorsun (satin almaya çalisiyorsun)" diyerek bu tuzaga düsmedi (Ya'kubî, II, 215). Diger bir kaynaga göre ise, Hz. Hasan Muaviye ile anlasinca, Muaviye Kays'a bir mektup yazarak, itaat etmeye çagirdi. Mektupla birlikte imzali ve mühürlü bos bir kagit daha göndererek, üzerine diledigini yazabilecegini, yazdigi her seyin kendisinin olacagini bildirdi. Kays çaresizlik içinde, sadece can ve mal güvenligi karsiliginda Muaviye'nin emri altina girdi (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 408. Diger bir görüs için bkz. Taberî, V, 158-159).
Hz. Hasan hilâfeti Muaviye'ye biraktiktan sonra, geri kalan on yillik ömrünü Medine'de geçirmek üzere yola çikti. Kufeliler onun sehirden ayrilisi sirasinda aglasiyorlardi. Fakat o kendilerine hiç güvenilemeyecegini söylemekten çekinmedi. Babasi Hz. Ali'ye de yaptiklarini kendilerine hatirlatarak, akibetlerinin hiç iç açici olmadigini belirterek hallerine acidigini söyledi.
Yolda birisi kendisine "Ey müslümanlarin yüz karasi!" diye hakarette bulundu. Hz. Hasan Hz. Peygamber'den naklettigi bir hadisle Ümeyye ogullarinin bu makama gelmesinin mukadder oldugunu hatirlatmaya çalisti (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 407). Bir baskasi "Ey mü'minlerin emirinin utanci" diye bagirinca, ona da "âr, atesten daha hayirlidir" dedi (el-Isâbe, I, 327-330).
Medine'de on yil yasayan Hz. Hasan (Zehebî, a.g.e, III, 264) vefati yaklasinca Hz. Aise'ye haber göndererek, Hz. Peygamber'in yanina defnedilmek istedigini söyledi. Hz. Aise de bu istegi kabul etti. Bunun üzerine kardesine söyle vasiyyet etti. "Ben ölünce Hz. Aise'den, Hz. Peygamber'in yanina gömülmem için izin iste. Ben ondan bu izni almistim. Bana karsi çikmadi. Belki de benden utandi. Sayet izin verirse, beni onun evine defnet. Ben yine de Ümeyyogullarinin seni bundan mahrum edeceklerini zannediyorum. Bunu yaparlarsa, onlarla ugrasma beni Bakî mezarligina defnet"
Hz. Hasan kirk gün hasta yatti. 5 Rabîu'l-Evvel 50 (2 Nisan, 670) günü vefat etti (Sifatü's-Safve, I, 762). (Bazilari bu tarihin hicrî 49, 50, 51, hatta, 54. yili oldugunu söylemislerdir. (el-Isâbe, I, 330). Ölüm sebebi olarak zehirlendigi söylenir. Zehirleyenin de kendi hanimi Ca'de binti el-Es'as b. Kays oldugu rivayet edilir. Hasta yatarken kardesi kendisine kimin zehirledigini sorduysa da, o buna cevap vermekten kaçindi. Hatta bu zehirlenmeden önce üç defa daha ayni girisimde bulunuldugunu, fakat onlari atlatmayi basardigini söyler. Bu son içtigi zehirin baska oldugunu ve herhalde ölecegini ona açiklar (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 15).
Vefat edince Hz. Hüseyin, Hz. Aise'ye müracaat ederek, durumu anlatti. Hz. Aise de Hz. Hasan'in vasiyyetine "memnuniyetle kabul ederim, bas üstüne" dedi. (Ya'kubiye göre Hz. Aise bu istege siddetle karsi çikmistir (Ya'kubî, II. 225). Fakat bu iddiayi Ya'kubî'den baskasi öne sürmemektedir. Bu durumdan Mervan ve Ümeyyeogularinin haberi olunca "vallahi, asla ve ebedî olarak Hz. Peygamber'in yanina gömülemez" dediler. Bu keyfiyet Hz. Hüseyin'e ulasti. Hemen kendisi ve beraberindekiler silahlandilar. Hz. Ebu Hüreyre durumun vehâmetini anlayarak, önce, Hz. Hasan'i buraya defnetmeyi engellemenin mutlak surette zulüm olacagini söyledi. Daha sonra da hiç olmazsa Hz. Hüseyin'e laf anlatirim düsüncesiyle ona geldi. Onu bu israrindan vaz geçirmeye çalisti. Kardesinin vasiyetini hatirlatarak onun "sayet herhangi bir fitneden çekinirsen beni müslümanlarin mezarligina defnet" dedigini hatirlatti. Hz. Hüseyin de fitneden çekinerek, kardesini bir çok sahabînin defnedildigi el-Bakî' mezarligina defnetti.
Hz. Hasan'in cenazesine Ümeyyeogullarindan, Medine valisi olan Saîd b. el-Ass'dan baska hiç kimse katilmadi. Hz. Hüseyin, cenaze namazini kildirmayi valiye teklif etti. Vali de teklifi kabul etti ve cenaze namazim kildirdi. Cenazesine çok sayida kisi katildi, hatta "igne atsan yere düsmeyecek" kadar kalabalik vardi (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II. 15). Hz. Hasan vefat ettiginde 47 yasinda idi (Tehzîbü't- Tehzîb, II, 301).
Hz. Hasan cömert ve kerîmdi. Fizik ve ahlâk olarak Hz. Peygamber'e çok benzerdi. Çok takva sahibi idi. Medine'den Mekke'ye yürüyerek 15 defa hac yaptigi meshurdur.
Hayir yapmayi çok severdi. Öyle ki, mallarinin tamamini iki defa fakirlere dagitti; üç defa da Allah (c.c) ile "kasame" yapti. Yani iki ayakkabisi varsa, birini tasadduk edip, birini kendisine birakarak; herhangi bir yiyeceginin bir avucunu dagitip, bir avucunu kendine ayiracak kadar adil davranarak, mallarini fakirlere dagittigi kaynaklarda geçmektedir. Onun güzel ahlâka ve baskalarina ikram etmenin faziletine dair bir çok vecizesi vardir. Meselâ ona "mekârim-i ahlâk"in ne oldugu sorulunca, o bunu söyle özetler: Dogru söz, isteyene vermek, güzel ahlâk, silai rahim, komsu hakkinda utanmak, arkadas hakkina riayet, misafire ikram, ve nihayet bunlarin da basinda haya'dir (Hilye, II, 37-38; Üsdü'l-Gâbe, II. 13; Ya'kubî, II. 225 vd).
Hz. Hasan çok evlenip, bosanmasiyla de üne sahiptir. Hatta bir ara babasi Hz. Ali, bu yüzden, onun evlendigi kadinlarin kabilelerinin kendi ailesine karsi düsman olacaklarindan korkarak, Kufelilere açikça ogluna kiz vermemelerini söylemis, oradan kalkan bir adam da, yemin ederek, onu evlendirmeye devam edeceklerini bildirmis ve arkasindan söyle demistir:
"Biz evlendiririz, o istedigini tutar, istedigini bosar" (Zehebî, a.g.e., III, 267).
Onun sekiz veya on iki oglu vardi: 1- Hasen b Hasen (annesi Havli binti Manzûr el-Fezâriyye), 2- Zeyd (annesi Ümmü Besîr binti Ebî Mes'ud el-Ensarî el-Hazrecî), 3- Ömer, 4- Kasim, 5- Ebu Bekr, 6- Abdurrahman (bunlarin da anneleri ümmü veled olup, hepsinin anneleri ayridir): 7-Talha, 8- Ubeydullah. (Ya'kubî, II, 228). Bir tane de kizi olduguna dair rivayetler vardir (Zirikli, II, 215).
Hz. Peygamber'in soyu torunlari Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in çocuklari vasitasiyle devam etmistir. Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere halk arasinda "seyyid" Hz. Hasan'in soyundan gelenlere de "serîf" veya "emir" adi verilir.
Talat SAKALLI
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
HASSAN B. SÂBIT (r.a)


Kâfirlere karsi Islâm ve Müslümanlari siirleriyle destekleyen, "Rasûlullah'in sâiri" diye bilinen Sahabî. Nesebi; Hassan b. Sâbit, b. Münzir b. Haram b. Amr b. Zeyd-i Menât b. Adiyy b. Amr b. Mâlik b. Neccâr b. Sa'lebe b. Amr b. Hazrec; künyesi, Ebu'l-Velid Ebû Abdurrahman ve Ebu'l-Hasan olarak bilinmektedir. Ünvâni; Sâir-i Rasûlullah'dir. Babasi Sâbit, Annesi ise Furay'a bint-i Hâlid'dir. Soyu, Neccarogullari kabilesinden gelip Kâhtanî Araplarina ulasir. Peygamberimizden yedi veya sekiz yil önce dünyaya gelen Hassan b. Sâbit, yüz yirmi yasini geçkin olarak Muaviye döneminde Medine'de vefat etmistir (682M). Onun vefati ile ilgili ayri ayri tarihler verilmektedir (Ibn Hacer el-Askalanî, el-Isabe, I, 326).

Hassan b. Sâbit, müslüman olmadan önce siirleriyle taninan ve sevilen sâirlerden olup, bu durum daha sonra da devam etmis, Müslüman olduktan sonra da Islâm hakkinda siirler yazip söylemeye baslamistir. O, bulundugu Gassânî sarayinda Yahûdi bir din adamindan duydugu yeni bir peygamberin gelecegine dair sözler üzerine onu beklemeye koyulmus, sonuçta Hazrec kabilesinden Medine'de yeni bir Peygamber'in geldigi haberini duymasiyla müslüman olmustur. O sirada Hassan b. Sâbit'in ileri bir yasta, yaklasik altmis yaslarinda oldugu söylenmektedir (Ahmed Nedvî, Sâib Ensârî, Asr-r Saâdet, Türkçe çev. III, 367).

Hassan b. Sâbit (r.a) müslüman olduktan sonra peygamberimizin yanindan ayrilmamis, ihtiyarligina ragmen Ibn Abbâs'a göre bizzat Peygamberimizin gazvelerine katilmistir. Bedir savasinda yaslilik ve bedenen zayiflik sebebiyle bulunamamis, ancak yazdigi ve söyledigi siirleri ile müsrikler üzerinde büyük te'sir yaparak müslümanlari cihada tesvik etmistir. Rasûlullah, Hassan b. Sâbit'in müsriklere karsi söyledigi siirler hakkinda "Hassan'in beyitleri düsmana ok darbesinden daha etkilidir" buyurmustur (Ibnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, III, s. 26).

Hassan b. Sâbit (r.a) siirleriyle; Rasûlullahi, Islâmiyeti ve müslümanlari över, Islâm'in yücelmesini ve cihâdi tesvik edici beyitler söylerdi. Ayrica Kureys kâfirleri ve diger müsriklerin Islâm'a saldirilarina karsi onlarin yüzkaralarini ortaya koyucu siirlerle agizlarini sustururdu. Hz. Hassan bütün sâirlerin en üstünlerinden biri kabul etmistir (Ibn Rüseyk, Kitabü'l-Umde, I, 56).

Medine'de Peygamberimiz Mecsid-i Nebevîde Hassan b. Sâbit'e ait bir minber yaptirmis, gerek ihtiyar olmasi ve gerekse o dönemin bir gelenegi olan siirin arab insaninin üzerindeki te'sirini gözönüne aldigindan Islâmî tebligin yönünün sadece kiliçla degil ayni derecede söz ve yaziyla da gerçeklestirilmesinin önemine dikkat çekmistir. Bu gün dahi bin dört yüz on yildir yürütülen bu yolda; yazili ve sözlü tebligin önemi kat kat artarak devam edegelmistir. "Ey Hassan, müsriklerin, kâfirlerin yüz karalarini ortaya koy! Cebrâil seninledir. Ashabim silahla harbettikleri gibi sen de dilinle savas" (Tehzibu't-Teshib, II, 247, Asr-i Saadet, III, 372).

Hassan b. Sâbit (r.a), hayati boyunca siir sahasinin önde gelen simâlarindan biri olmustur. Bedir savasindan sonra yahudi sair lideri Ka'b b. Esref savasta ölen Mekkeli müsrikleri için siirler söylemisti. Çevrede te'sir uyandiran bu siirlere karsi Peygamberimiz (s.a.s) de Hassan b. Sâbit'e siirler yazmasini söylemis Hassan b. Sâbit de Yahudi saire karsi siirler yazarak onun Mekkeli müsrikler arasinda itibarinin sarsilmasina neden olmustur. Hicretin dokuzuncu yilinda Temimogullari kabilesinden bir heyet, esirlerini almak üzere Medine'ye gelmisti. Yanlarinda en meshur hatiblerinden de getirerek Islâm aleyhinde propaganda yapmayi düsünüyorlardi. Ancak Peygamberimiz Hassan b. Sâbit, Utarid adli müsrik sâirin söyledigi siire karsi "Kalk bunun konusmasina karsilik ver" emriyle, Hassan b. Sabit oradaki müsriklere güzel bir ders vermis ve onlarin meclisten çikip gitmelerini saglamistir. Daha sonra Temim heyetinden Akra b. Hâbis, kendinden geçerek "Allah'a yemin olsun ki bu Zat'a (Rasûlullah'a), bizim bilmedigimiz bir yardim gelmektedir. O muhakkak muvaffak olur, onun hatibi ve sâiri bizim sâirimizden üstündür" diyerek hayranlik ve Islam'in gücünü itiraf etmistir. Sonra Akrâ b. Habis Peygamberimize gelerek müslüman olmus ve orada bulunan Temimogullari da Islâm'i seçmisti. Bu olaya sebep olan Hassan b. Sâbit'in, su meâldeki bir siir söyledigi kaydedilmektedir: "Fihr ve kardeslerimin önde gelen kisileri, insanlara uyacaklari bir adeti açikladilar. Kalbinde Allah'a karsi tavka duygusu bulunanlar ve her türlü hayri isleyenler bu adeti memnuniyetle kabul ederler. (...) Çok iffetlidirler. Onlarin iffeti hakkinda vahy nâzil oldu. Hiç bir pislige bulasmayan müslümanlardir. Dünyaya düskünlükleri de onlari kirletmez (..). Arzular ve taraftarlar farklilik gösterdikleri zaman sen Rasûlullah'in kendilerine taraftar oldugu kavme ikramda bulun (...) onlar bütün kabilelerin en faziletlisidirler; ister ciddi olarak konussunlar isterse alay etsinler bu hüküm degismez; (Ibn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü'l Meâd, çev. Vecdi Akyüz, Ali Vasfikurt, Salim Ögüt, Istanbul 1990, IV, 68-69). Ayni dönemde Abdullah b. Revâha ve Ka'b b. Mâlik de Islâm'in yüceligi için siirler söylüyorlardi.

Hassan b. Sâbit (r.a), Peygamberimizin vefatiyla ruhî bir çöküntü içerisine girmis ve üzüntüsünden gözleri görmez olmustur. Uzun mersiyeler söyleyerek Peygamberimizin arkasindan yas tutmustur. Siirlerinin birinde "Rasûlullah'in pak alni karanlik içinde göründügü zaman ortaliga nur saçan, karanligi aydinlatan çerag gibi görünür" demisti. Daha sonralari böyle bir hal içinde uzun bir hayat yasayan Hassân b. Sâbit, M. 862 yilinda vefat etmistir. Peygamberimizin "Muhakkak ki Allahu Teâla, Rasûlünü övmek ve müdafaa etmek hususunda Hassân'i Cebrâil (a.s)'la takviye etmektedir" Hadisi onun tek tesellisi olmustur (Buhâri, Bedu'l-Halk 6; Megâzî, 30; Müslim, Fadailü's-Sahabe,153-157). Hassân b. Sâbit'in Peygamberimiz hakkinda "Sizden iyisini gözlerim görmedi asla, sizden güzelini dogurmadi hiçbir ana, her ayip ve kusurdan pak yaratildiniz, sanki diledigimiz gibi yaratildi mi" (Müslîm, Fedâilü's-Sahâbe,151) sözleri de "sâirlere sapiklar uyar. Onlarin her sahaya dalip çiktiklarini ve yapmadiklari seyleri söylediklerini görmez misin? Ancak imân edip sâlih amel isleyenler Allah'i çok zikredenler ve haksizliga ugratildiktan sonra haklarini alanlar böyle degildir. O zâlimler, yakinda nasil bir inkilapla yikilacaklarini bileceklerdir" (es-Suarâ, 26/224-227) âyetlerinde geçen "Sâlih amel isleyen" sâir kullar arasinda oldugunu göstermektedir.

Naci YENGIN
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Rasûllah’in Torunu ve Kerbelâ Sehidi
Hazret-i Hüseyin
radiyallahu anh
Hazret-i Hüseyin radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sevgili ikinci torunu... Hazret-i Ali (r.a.)’in küçük oglu... “Sehid” lakabiyla meshur... Basina gelen aci hadiseler dolayisiyla Islâm ümmetinin yüreklerini sizlatan bir yigit... “Kerbelâ Sehidi” diye taninan bir sevgili mazlum insan...
O, hicretin 4. yili Saban ayinin 5. günü Medine-i Münevvere’de dogdu. O günün sevincine melekler de katildi. Hz. Hüseyin (r.a.)’in dogdugu eve geldiler. Guruplar halinde ziyaret ettiler ve Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizle tebriklestiler. O gün Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali’yi kapida bekçi birakti. Kimseyi içeriye almamasini tenbih etti. Meleklerin ziyareti tamamlaninca Efendimiz disari çikti ve bekleyen ashâbini içeriye buyur etti. Hz. Ali (r.a.)’in ziyarete gelen meleklerin sayisi konusundaki sözü hatirlatildi. Efendimiz: “Nerden, nasil bildin ya Ali?” diye sordu. Hz. Ali (r.a.) da: “Melekler gurup gurup geliyorlardi. Her biri ayri bir dil konusurlardi ve sayilarini bildirirlerdi,” diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): “Allah aklini ziyâde etsin ey Ali!” buyurdu.
kalig006.jpg

Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz sevgili torununun kulagina ezan okudu ve adini Hüseyin koydu. Yedinci günü Akîka kurbani kestirdi. Ayni gün saçlarini tras ettirip kizi Fâtima’ya verdi ve: “Ey Fâtima! Hüseyin’in saçlari agirlisinca sadaka ver,” buyurdu. O da oglunun saçlari agirlisinca gümüsü fakirlere dagitti.
Hz. Hüseyin (r.a.)’in dogumu ile ilgili Hz. Abbas (r.a.)’in hanimi Ümmü’l-Fadl bir gece siddetli, mihnetli ve korkulu bir rüya gördü. Sabahleyin dogruca Resûl-i Ekrem (s.a.)’in yanina gitti ve: “Ya Rasûlallah! Bir rüya gördüm ve çok korktum,” dedi. Efendimiz (s.a.): “Ne gördün?” dedi. Ümmü’l-Fadl da: “Ya Rasûlallah! Sizin vücudunuzdan bir parçanin kesilip evime konuldugunu gördüm” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): “Hayir olsun insaallah! Fâtima’nin bir oglu olacak, sen de ona sütünü emzireceksin,” buyurdular.
Hz. Hüseyin dünyaya gelince Ümmü’l-Fadl onu alip eve götürdü ve doyasiya sütünü emzirdi. Ümmü’l-Fadl bir gün çocugu alip Rasûlullah (s.a.)’e götürdü. Efendimiz torununu aldi ve kucagina oturttu. Onu öptü, basini oksadi ve sevdi. Çocuk kucakta otururken Efendimizin üzerini islatti. Ümmü’l-Fadl buna üzüldü ve çocugu biraz sertçe tutup Efendimizin kucagindan aldi. Çocuk aglamaya basladi. Rahmet Peygamberi Efendimiz buna dayanamadi ve: “Ey Ümmü’l-Fadl! Allah iyiligini versin. Sen onu aglatmakla beni üzdün,” buyurdu.
Iki Cihan Günesi Efendimiz hiç kimsenin üzülmesini istemezdi. O raûf ve rahîm peygamberdi. Kendi aile efradina ve ümmetine çok düskündü. Onlarin sIKINTIYA ugamasi ona çok agir gelirdi. Bir defasinda yine torunu Hüseyin’in agladigini isitti. Annesi Fâtima’ya: “Onun aglamasina üzüldügümü bilmiyor musun?” buyurdu.
Ne sefkat!.. Ne merhamet!.. Ne edeb!.. Ne ince terbiye!.. Kimseyi kirmadan, incitmeden egitmek!.. Derin merhametini tatli sözleriyle belirtmek!.. Allah’im bizlere de bu inceligi ve merhameti nasip et!.. Amin.
Rahmet ve sefkat peygamberi Efendimiz, torunlari Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm)’ü çok severlerdi. Bir gün yine onlari kucaginda oturtup severken Üsame Ibni Zeyd (r.a.) gördü. Efendimiz’in onlar hakkinda söyle buyurdugunu isitti: “Allah’im! Bunlar benim kizimin ogullaridir. Ben bunlari seviyorum. Sen de onlari sev. Onlari sevenleri de sev,” buyurdu.
Iki Cihan Günesi efendimiz sokakta oynayan çocuklara da selâm verirdi. Onlarla ilgilenirdi. Bir gün ashabiyla bir yere giderken Hüseyin’in sokakta çocuklarla oynadigini gördü. Biraz hizlica yürüyerek torununu yakalamak istedi. O da oraya buraya kosuyordu. Efendimiz de hem gülüyor hem de pesinden kosuyordu. Onu tutmaga çalisiyordu. Sonunda Hüseyin’i tuttu. Onun yüzünü mübarek iki eliyle sevdi ve yanaklarindan öptü. Ashabina döndü ve: “Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin’denim! Allah’i seven Hüseyin’i sever! Hüseyin torunlardan bir torundur,” buyurdu.
Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz iki Cihan Günesi Efendimizin sefkat ve merhamet pinarindan doyasiya içerek büyüdüler. Dedelerinin yanindan hiç ayrilmadilar. Onun mübârek dizlerinde oturarak, onun sevgi dolu gönlünden feyizler alarak yetistiler. Etrafa nur saçan tebessümleri ve iltifatlariyla gözlerini, gönüllerini nurlandirdilar. Onun nübüvvet nuruyla gelistiler. Gece-gündüz firsat bulunca dedelerinin kucagina kosarlardi.
Bir gün Habib-i Kibriya (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin evinde iken Cebrâil aleyhisselâm geldi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme annemize: “Ya Ümmü Seleme! Kapida dur içeriye kimse girmesin,” dedi. O sirada Efendimizin reyhani Hüseyin geldi ve birden içeri daldi, Rasûlullah (s.a.)’in boynuna atildi. Efendimiz onu kucagina aldi, öptü ve sevdi. Cebrâil aleyhisselâm: “Onu çok mu seviyorsun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” dedi. Bunun üzerine Cebrâil (a.s.): “iyi ama, ümmetin onu öldürecektir!” dedi. Efendimiz hayretle: “Demek onu öldürecek olanlar mü’minler!..” dedi. Cebrâil (a.s.): “Evet! istersen onun öldürülecegi yeri sana göstereyim,” dedi ve gösterdi. Oradan bir avuç kizil toprak alip getirdi. Efendimiz o topragi aldi ve kokladi da: “Bu toprak gam ve belâ kokuyor,” buyurdu. Daha sonra topragi Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize emânet olarak verdi ve: “Ey Ümmü Seleme! Bu, torunum Hüseyin’in öldürülecegi yerin topragidir. Ne zaman kan haline gelirse o vakit bil ki Hüseyin öldürülmüstür,” buyurarak ileride olacak hadiselere isaret etti.
Iki Cihan Günesi Efendimiz bu topragin Kerbelâ topragi oldugunu söylemisti. Kerbelâ, Irak’in Kûfe bölgesindedir. Efendimiz bu yeri tasa ve belâ yeri diye vasiflandirmistir. Bir seferinde Hz. Ali (r.a.) “Siffîn”e giderken bu mintikadan geçmisti. Firat kenarinda bir köy olan Ninova’ya gelince durdu ve burasinin adini sordu. Kerbelâ cevabini alinca Hz. Ali (r.a.) gözyaslarini tutamadi. Sonra sunlari söyledi:
“Bir defasinda Rasûlullah (s.a.)’in huzuruna gitmistim. Vardigimda agliyordu.
– Ya Rasûlallah! Seni aglatan nedir?” diye sordugumda bana: “Az önce Cebrâil aleyhisselâm yanimdaydi. Bana oglum Hüseyin’in Firat kenarinda Kerbelâ denen yerde öldürülecegini haber verdi ve o topraktan bir avuç alip bana koklatti. Gözyaslarim akiyorsa bu benim elimde degil ne yapayim kendimi tutamadim,” buyurdu.
Hz. Hüseyin (r.a.) agabeyi Hz. Hasan (r.a.) ile birlikte birçok seferlere katildi. Hz. Osman (r.a.)’in evini kusatan isyancilara karsi halifeyi korumak ve evine su tasimak üzere babasi tarafindan verilen vazifede bulundu. Babasinin halifeligi sirasinda beraberinde Kûfe’ye gitti. sehâdetinden sonra vasiyeti üzerine agabeyine itaat etti. Hz. Hasan (r.a.) ile Muâviye (r.a.) halifelik konusunda anlasinca Hz. Hüseyin bunu içine sindiremedi ve agabeyi ile birlikte Medine’ye döndü. Kendini ibadete verdi. Zühd ve takvâ üzere yasamaya gayret etti. Muâviye döneminde fitne çikarmak isteyen kimselere de firsat vermedi.
Muâviye (r.a.) 60. h. yilda Sam’da vefat edince oglu Yezid’e bîat etmedi. Yezid her ne sûretle olursa olsun Hz. Hüseyin ve arkadaslarindan bîat almasini Medine valisi Velid ibni Utbe’den istedi. Vali yumusak huylu, merhamet sahibiydi. Kendisine Hz. Hüseyin’in öldürülmesi fikri söylenince: “Benim dinimi mi yikmak istiyorsunuz? Yemin ederim ki Hüseyin’i öldürmek sûretiyle bütün dünyanin mal ve mülküne sahip olacagimi bilsem yine de bunu yapmam,” diyerek reddetti.
Bu haberler üzerine Hz. Hüseyin (r.a.) 28 Recep 60 h. (4 Mayis 680 m.) gecesi bütün aile fertleriyle birlikte Mekke-i Mükerreme’ye gitmek üzere yola çikti.
Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a.)’a bîat etmek için Meke’ye haber gönderdiler. O da amcasinin oglu Müslim ibni Akîl’i incelemelerde bulunmak üzere Kûfe’ye gönderdi. Müslim bir mektup yazarak Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e bîat edeceklerini hatta on bes yirmi bin kisinin bîatini onun adina kabul ettigini bildirdi. Fakat Yezid bu faaliyetleri ögrenince Müslim’i öldürttü. Halk korkudan biatlarini geri aldi. Hz. Hüseyin (r.a.) bu arada geçen hadiselerden haberdar olamadi. ibni Abbas, ibni Zübeyr ve ibni Ömer (r.anhüm) hazarâti Kûfe’ye gitmemesini tavsiye ediyorlardi. Gerekirse Mekke’de adiniza bîat aliriz diyerek görüs beyan ediyorlardi. Fakat kader-i ilâhî’nin önüne geçmek de kimsenin kâri degildi. Bir sevk-i tâbiî ile Hz. Hüseyin (r.a.) 8 Zilhicce 60 h. 9 Eylül 680 m. tarihinde ailesi ve bazi taraftarlariyla birlikte Kûfe’ye hareket etti.
Hz. Hüseyin (r.a.) rüyasinda Rasûlullah (s.a.)’i gördügünü ve bagladigi isi tamamlamakla emrolundugunu söyledi. Bunun için amcazâdesi Abdullah ibni Ca’fer’in gitmemesine dair yazdigi mektubuna da cevap vermedi. Yolda Kûfelilerin bîatlarindan caydigini ve Müslim ibni Akîl’in öldürüldügünü duyunca bir ara geri dönmeyi düsündü. Fakat kader tekrar o tarafa yönlendirdi. Kendisiyle beraber gelenlere: “isteyenlerin ayrilabilecegini,” söyledi. Yaninda sadece aile fertleri kaldi. Yaklasik 72 kisiyle birlikte Kerbelâ’ya vardi. Kûfe valisi Ubeydullah ibni Ziyad Rey valisi Ömer ibni Sa’d’a bir mektup göndererek Hüseyin’in dogrudan kendisine teslim olmasini istedi. Yoksa onunla savasmasini emretti. Her iki taraf da maalesef anlasamadi ve savas hazirligina basladi.
Hz. Hüseyin (r.a.) gerekli savas hazirliklarini yaptiktan sonra atina bindi ve önünde mushaf oldugu halde Ömer’in ordusuna yaklasti. Kendisinin buraya gelis amacini anlamalarini ve hakkinda insafli hüküm vermelerini istedi. Ömer ibni Sa’d hiçbir sey duymamis gibi davrandi ve aldigi emri yerine getirmek üzere ilk oku firlatti. Böylece savas baslamis oldu. Birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasinda tam bir dram yasandi. Hz. Hüseyin (r.a.)’in yirmi üç süvari, kirk piyadeden olusan askerleri kisa sürede azaldi. Hepsi sehid oldu. Hz. Hüseyin (r.a.) yalniz kaldi. Bu yalnizliktan yararlanan Sinan ibni Enes en-Nehâî bir harbe atti ve Hüseyin efendimizi yere düsürdü. Kendisi de atindan yere atlayarak indi ve Hüseyin efendimizin basini keserek sehid eyledi. 10 Muharrem 61. hicri 10 Ekim 680 m. senede 57 yaslarinda iken kader onu teslim aldi. Vücudunda 33 mizrak yarasi ve 33 kiliç darbesi vardi.
Hz. Hüseyin efendimizin sehid edildigi gün Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize verilen kizil toprak kan haline gelmisti. Annemiz onu kan seklinde görünce: “Eyvâh Hüseyin’im!.. Eyvâh Rasûlullah’in reyhani!..” diyerek aglamaya basladi ve etrafa haber verdi. Bu aci haberi duyan Medine halki feryatlara boguldu. O gün yer yerinden oynadi.
Sehidlerin cesetleri ertesi gün Gadiriye köylülerince topraga verildi.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz Rasûlullah (s.a.)’in sevgili torunlari olarak hep birlikte anilmislardir. Efendimizin “iki çiçek demeti” ve “Cennet gençlerinin efendileri” sifatiyla müslümanlar tarafindan daima sevilmis, sayilmis ve adlari çocuklara verilen en yaygin isimler arasinda yer almistir. Onlar yaratilis ve ahlâk itibariyle Rasûlullah (s.a.) Efendimize çok benzerlerdi. Halîm, selîm ve yumusak huylu idiler. sefkat, merhamet ve cömert idiler. Buyururlardi ki: “Cömert efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardesinin iyiligini, kendinden önce düsünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz çocuk yasta iken dedelerinin yanina serbest girip çikarlardi. Evde olsun, mescidde olsun o isik kandilinden ayrilmazlardi. Sefere gidip gelen ashâbi onlara hediyeler getirirdi. Dihye (r.a.) her ticârî seferden dönüste eli bos dönmezdi. O nur topu sevgili torunlar buna alistigi için bir gün Cebrâil aleyhisselâm’i da Dihye (r.a.)’a benzeterek varip ellerini koynuna soktular. Rasûlullah (s.a.) mahcup bir sekilde Cebrâil (a.s.)’a: “Ey kardesim Cebrâil! Sizi ashabimdan Dihye’ye benzettiler. O her sefer dönüsünde onlara hediyeler getirir deyince Cebrâil (a.s.) oturdugu yerden ellerini uzatip cennetten bir salkim üzüm ile bir kirmizi nar alip onlara hediye etti. Hz. Hasan ile Hüseyin sevinerek mescidden çikarken bir dilenci gelip onlardan istedi. Onlar da vermek istediginde Cebrâil (a.s.) mani oldu ve: “Ya Rasûlallah! O dilenci seytandir. Cennet meyveleri ona haram iken hile ile yemek istedi,” dedi. Rasûlullah’in sevgili torunlari böylesine cömert idi.
Hz. Hüseyin efendimizin soyu Ali Zeynelabidin vasytasiyla devam etmistir. Hüseyin efendimizin neslinden gelenler “Seyyid” ünvanyila anilmistir.
Hüseyin efendimizin basina gelen, yüreklerimizi sizlatan o aci hadiseleri gönüllerimizde hissederek devamli onun sevgisinin artmasina ve âhirette sefaatina vesile olmasini Rabbimizden niyaz ederiz. Amin.
Kaynak: ALTINOLUK DERGISI, Nisan 2001, SAYI: 182
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Hubeyb Bin Yesaf
Medine'nin iki büyük kabilesinden biri olan Hazrec'e mensuptur. Henüz Müslüman olmadığı halde, arkadaşı ile birlikte, İslam Ordusunda Mekkeli müşriklerle yapılacak savaşa katılmak istemiştir. İslamiyet'i kabul etmemiş olduğundan talebi, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından kabul edilmemiş, Müşriklerle yapılan bir savaşta, müşriklerin yardımının alınmayacağı belirtilerek, öncelikle Müslüman olması buyurulmuştur. İslamiyet'i kabul ettikten sonra savaşa katılmasına izin verilmiş, arkadaşı ise iman etmediğinden geri dönmek zorunda kalmıştır. Savaşa katılmasına Müslümanlar çok sevinmiş ve savaş sırasında büyük bir cesaret ve yiğitlik göstermiştir. Savaşta almış ve neredeyse kolunun omzundan kopmasına sebep olacak şekildeki büyük yarası Peygamber Efendimiz tarafından mucizevi bir tarzda iyileştirilmiştir. Bu hadise Risale-i Nurda da aktarılmakta ve Peygamber Efendimizin gösterdiği mucizeler arasında zikredilmektedir (Mektubat s. 140).
Hubeyb, Peygamber Efendimizin katıldığı bütün savaşlara katılmış ve Hazreti Osman'ın (ra) halifeliği sırasında Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Künyesi Hubeyb bin Yesaf (İsaf) bin İnebe el-Hazrecî şeklindedir.
Hubeyb'in ilk hayatı ile ilgili yeterli bilgi mevcut değildir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Aslen Medineli olup buranın iki büyük kabilesinden birisi olan Hazrec'lerin Cüşemoğulları koluna mensuptur. Evlendiği eşi Cemile, Medine münafıklarının başı durumunda olan Übey bin Selül'ün kızıdır.
Hubeyb'in, Medine'ye Müslümanların göç etmesine kadar geçen yaşamı hakkında bilgi mevcut değildir. Bedir Savaşı ile ismi gündeme geldi ve bundan sonraki hadiselerle ilgili ilişkilerine ve gelişmelere, İslam kaynaklarında yer verilmektedir. Bilindiği gibi Müslümanların Medine'ye hicret etmesinden bir süre sonra Mekkeli Müşriklerle savaşlar başladı. Bu savaşların ilki Bedir Savaşı'dır. İşte bu savaş hazırlıklarının yapıldığı bir sırada Hubeyb ortaya çıktı. Kendisi henüz İslam'a dahil olmadığı halde İslam düşmanlarıyla yapılacak bir savaşa katılma talebinde bulundu.
Peygamber Efendimiz (asm) ve sahabeleri savaş hazırlıklarını yapmış ve yola koyulmuşlardı. Bu sırada arkadaşı Kays bin Muharris ile birlikte Peygamber Efendimizin yanına gelen Hubeyb; "Kavmim, benim, harpte ne derece başarılı, düşman bağrında yaralar açan bir kahraman olduğumu bilir. Müslüman olmaksızın, ganimet maksadıyla Senin yanında bulunup çarpışayım?" (M. Asım Köksal, İslam Darihi, 9. C. Şamil Y. İstanbul ?, s. 98-99) teklifinde bulundu ve izin istedi. Gerçekten de kahramanlığı ve cesareti ile ün yapmıştı. Ama, henüz Müslüman değildi.
Hubeyb, savaşa katılma talebinde bulununca, Peygamber Efendimiz Müslüman olup olmadığını sordu. Hayır karşılığını aldıktan sonra, önce iman etmesini ve ondan sonra savaşa katılma talebinde bulunmasını söyledi. Ayrıca, Resulullah, müşriklerle savaş yapacaklarını, dolayısıyla bir müşrikten yardım istemediklerini belirterek geri dönmesi ikazında bulundu. Beklemediği bir karşılık alan Hubeyb, savaşa katılma konusunda ısrar etti. Ancak, isteğini üç kez tekrarladığı halde her seferinde ret cevabı aldı.
Hubeyb, son bir kez daha Peygamber Efendimizin huzuruna çıkarak savaşa katılma talebinde bulundu. Yine, "Müslüman oldun mu? Soruyla karşılandı. Bunun üzerine, Allah'a boyun eğip Müslüman olduğunu söyledi ve akabinde kelime-i tevhidi söyleyerek İslam'a dahil olduğunu fiilen gösterdi. Peygamber Efendimiz de isteğini kabul etti ve kendilerine katılmasına izin verdi. Arkadaşı Kays, Müslüman olmadığı için geri döndü ve savaşa katılmasına izin verilmedi. Onun da Bedir Savaşından sonra Müslüman olduğu kaydedilmektedir. Hubeyb cesaret ve yiğitliği ile şöhret olduğu gibi, hakperestliği ile de tanındı. Henüz İslam'ı kabul etmediği halde, Mekkeli müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyet ve haksızlıklar dile getirilince tepkisini ortaya koyar ve yapılan tüm haksızlıklara karşı çıkardı.
Hubeyb'in Bedir Savaşı'na katılmasından sonra, kahramanlığı ile dikkat çektiği gibi, vesile olduğu iki mucize ile de ismi zikredildi. Risale-i Nurda da Peygamber Efendimizin (asm) gösterdiği mucize konu edilirken ismi zikredilmektedir. Bedir Savaşı'nda omzundan itibaren ağır bir kılıç darbesi aldı ve neredeyse kolu kopacak duruma geldi. Yaralı halde Peygamber Efendimizin yanına gitti. Resulullah, kolunu omzuna mübarek eliyle yapıştırdı ve akabinde nefesini yaranın üstüne verdi. Yara Peygamber Efendimizin nefesiyle şifa buldu (Mektubat s. 140).
Bedir Savaşı'nda kahramanca savaşan Hubeyb, bir başka büyük hadiseye de konu oldu. Savaş sırasında aşırı çarpışmaktan dolayı kılıcı eğrildi ve kullanılamaz hale geldi. Bunun üzerine kılıcını Peygamber Efendimize götürdü. Peygamber Efendimiz kılıcı düzeltti ve kendisine iade etti. Hubeyb tekrar savaşmaya devam etti. Bu arada Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden biri olan Ümeyye bin Halef'i ağır şekilde yaraladı. Ümeyye, aldığı ağır darbenin etkisiyle bir süre sonra öldü (İ. Hakkı Ünal; "Hubeyb b. İsâf", TDVİA. 18. C. İstanbul 1998, s. 266).
Hubeyb, Bedir Savaşı sırasında ağır yaraladığı ve daha sonra ölümüne sebep olduğu Ümeyye'nin kızı ile evliydi. Hanımının, "keşke kızını sana verip büyük iyilikte bulunan birini kaybetmeseydim" şeklinde ifadelere yer verdiğini nakletmektedir. Buna karşılık o da eşine, "Sen onu bırak, babanı öbür aleme çabuk gönderen birisini kaybetmemek için dua et" mealinde karşılık verdiğini belirtmektedir(Şaban Döğen; Sahabe-i Kiram Örnek İnsanlar, Yeni Asya Neş. İstanbul 2003, s. 68).
Hubeyb, Bedir Savaşı ile birlikte Peygamber Efendimizin katıldığı tüm savaşlara katıldı. Her zaman kahramanlığı ve cesareti ile ön plana çıktı. Mescid-i Nebevi'de kalıp burada ikamet eden, ilimle uğraşan ve kendilerine Ehl-i Suffe denilen sahabelerin arasına da katıldı. Büyük halifeler döneminde bazı hizmetlerde bulundu. Hazreti Ömer (ra) tarafından bazı işlerin teftişini yapmak üzere müfettiş olarak görevlendirildi. Doğum tarihi gibi, vefat tarihi de kesin olarak bilinmemektedir. Hazreti Osman'ın (ra) halife olduğu dönemde vefat ettiği tahmin edilmektedir. İmam-ı Malik'in hocalarından olan ve kendisi ile aynı adı taşıyan Hubeyb torunudur ve Oğlu Abdurrahman'ın evladı olarak dünyaya gelmiştir
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Kus Bin Saide
(?–600 m.)
Arapların ünlü şair ve hatiplerindendir. Belagatı ve etkileyici konuşmasıyla dikkatleri üzerine çekmiştir. Cahiliye döneminde yaşamış ve peygamberliğin nazil oluşundan birkaç yıl önce haberini vermiş, insanlara, gelecek olan peygambere iman etmeyi tavsiye etmiştir. Allah’ın varlığı ve birliğine inanan, insanları putlardan uzak tutmaya, ölümden sonra dirilmeye inanmaya davet eden ileri görüşlü bir insan olarak tanınmıştır. Son peygamberin geleceğini müjdelediği hutbesini, aralarında Hz. Ebu Bekir’in de bulunduğu çok sayıda insan dinlemiştir. Risale-i Nur’da ismi zikredilirken tevhid inancına olan bağlılığına işaret edilmekte ve Peygamber Efendimizin geleceğini müjdelediği şiirinden bir bölüme yer verilmektedir. Necran bölgesinde yaşayan İyad kabilesine mensuptur. Künyesi Kus bin Saide bin Amr el-İyadî şeklindedir.
Necran bölgesinin meşhur hatiplerinden olan Kus bin Saide’nin hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Necran, ünlü hatiplerin yetiştiği bir bölge olarak tanınmış ve bununla ün yapmıştır. Söz konusu ünlü hatip hakkındaki bilgiler daha çok tanınıp insanların arasında dolaşmasından itibaren başlar. Şair ve hatip, nasihat maksadıyla aralarında Suriye ve Irak’ın da bulunduğu birçok bölgeyi dolaşarak insanlara nasihatlerde bulundu.
Bizans İmparatorluğuna da gittiği nakledilen Kus bin Saide’nin önemli bir dostluğa da vesile olduğu nakledilmektedir. Bu ülke ile kurduğu dostluk sayesinde kendileriyle muhtelif konularda sohbetlerde bulundu. Akıl, ilim, edep, mal mülk ve mürüvvet konularına değinerek bu konulardaki düşüncelerini aktardı.
Cahiliye döneminde putlara tapmayan nadir insanlardan biri olan Kus, Hanifliler arasında ismi zikredilmekte olup, bu doğrultuda insanlara nasihatlerde bulunduğu bilinmektedir. Bu amaçla meşhur Ukaz panayırında toplanan halka fikir ve düşüncelerini bir çeşit şiir tarzında insanlara aktardı. İnsanları Allah’ın varlığı ve birliğine inanmaya davet etti.
Kus bin Saide, henüz peygamberlik gelmeden önce bir peygamberin geleceğini, bazı hadiselerden edindiği izlenim ve keşif yoluyla öğrendi. Bu bilgiye Peygamber Efendimize (sav) nübüvvetin nazil olmasından çok kısa bir süre önce ulaştı ve bunu insanlarla paylaştı. Ukaz Panayırında toplanan ve çok kalabalık olan halk topluluğuna seslenerek peygamberin geleceğini müjdeledi. Bu sırada Yüce Peygamberimiz de onu dinleyenler arasında idi. Ancak, ünlü hatip bunun farkında değildi. Kısa bir süre sonra da peygamberlik nazil oldu, vahiy gelmeye başladı. Ama, müjdeci o sıralarda vefat etmişti.
Kızıl bir deve üzerinde meşhur hutbesini okuyan Kus bin Saide şunları beyan etmişti:
“Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür. Ölen fenâ olur. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Hadiselerin ardı arkası kesilmez. Hemen birbirini takib edip kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz! Gökte haber, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir ferş-i eyvân, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur...
“Yemin ederim Allah’ın indinde bir din vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir ve Allah’ın gelecek olan bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki, ona imin edip de o dahi ona hidayet eyleye. Vay ona isyan ve muhalefet eden bedbahta. Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere!
“Ey İyad halkı! Hani dedeler, nerede babalar, hani hastalar ve ziyaretçileri? Nerede o bina kurup yükselten, yaldızlayıp süsleyen Âd ve Semûd kavimleri? Hani, mal, hani evlat? Nerede o haddi aşıp azan, mal toplayıp biriktiren, hani dünya varlığına mağrur olup da kavmine: ‘Ben sizin tanrınızım!’ diyen Firavun ile Nemrud? Onlar sizden daha zengin ve kuvvetli değil miydiler? Bu kara toprak onları değirmeninde öğütüp toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet yoluna gitmeyin. Her şey fanidir. Baki olan ancak Allah’tır ki, mabud ancak O’dur. O’nun eşi, benzeri ortağı yoktur. O doğmamış ve doğurtulmamıştır. Evvel gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çoktur. Ölüm ırmağının girecek yerleri var ama, çıkacak yeri yoktur. Büyük, küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor. Katiyetle anladım ki, herkesin başına gelen benim de başıma gelecek, ben de öleceğim.”
Risale-i Nur’da, “Meşhur Kus ibni Sâide ki, kavm-i Arabın en meşhur ve mühim hatibi ve muvahhid (Allah’ın varlığı ve birliğine inanan) bir zât-ı rûşen-zamirdir (hakikatleri bilen bir zat)” şeklinde vasıflandırıldıktan sonra, Peygamber Efendimizin geleceğini müjdelediği bir şiirine yer verilmektedir; “Bize, gönderilenlerin en hayırlısı, peygamberlerin en üstünü olarak Ahmed’i gönderdi. Kafileler onu ziyaret için yollara düştükçe ve bu teşvik edildikçe, Allah ona salat eylesin!” (Mektubat, 2000, s. 172)
Kus bin Saide’nin vefatından sonra kendi kabilesinin ileri gelenlerinden oluşan bir gurup Carud bin Abdullah başkanlığında Medine’ye giderek Müslüman oldular. Peygamber Efendimiz, kendilerine Kus bin Saide’yi bilen olup olmadığını sordu. Carud; “Ya Resulallah hepimiz biliriz, ben daima onun izinden gidenlerdenim” karşılığını verdi. Bunun üzerine, meşhur hutbesinden bir kısmını okuyarak kendilerine hatırlattı. Hz. Ebu Bekir, bu hutbeyi dinleyenler arasında kendisinin de bulunduğunu ve bütün sözlerinin hatırında olduğunu belirtti. Akabinde, misafir heyetten birisi kalkıp şiirini okuyunca, Peygamber Efendimiz;
“Ümid ederim ki, Cenab-ı Hakk kıyamet gününde Kus bin Saide’yi bir ümmet olarak haşreder” diye buyurdu.
Cahiliye döneminde ölümden sonra dirilmeye inanan ilk kişi olduğu da nakledilen Kus bin Saide, Allah’ın varlığına inandığı gibi, Arapları putlardan uzak tutmak için de büyük gayret gösterdi. İnsanları Allah’a ibadet etmeye davet etti. Kısa ve öz konuşmasıyla ve etkileyici ifadeler kullanmasıyla dikkat çekti. Kendisinden sonra gelenlerin konuşmasının belagattaki ölçüsü, onunkiyle kıyas edilmek suretiyle tespit edilmeye başlandı. Şairliğinin yanında tabip, kahin ve davalara bakan hakim özelliklerine de sahip olduğu bildirilmektedir
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Kusem Bin Abbas
(?–676 m.)
Peygamber Efendimizin amcası, Hazreti Abbas (ra) ve Hazreti Hatice’den (ra) sonra Müslüman olan ilk kadın sahabe Ümmü’l-Fazl Lübabe’nin oğludur. Babası ve kardeşleri ile birlikte Yüce Peygamberin duasına nail olmuştur. Dört halife dönemi ve Emevilerin ilk yıllarında yaşamıştır. Hazreti Ali (ra) zamanında Mekke valiliğinde bulunmuştur. Orta Asya’ya gidip İslamiyet’i tebliğ edenlerin ilklerindendir. Semerkand yakınlarında bulunan türbesi günümüze kadar bir ziyaretgah olma özelliğini devam ettirmektedir. Risale-i Nur’da ismi zikredilmekte ve Peygamber Efendimizin kendileri için yaptığı dua nakledilmektedir. Künyesi Kusem bin Abbas bin Abdülmuttalib el-Haşimi şeklindedir.
Peygamber Efendimizin (asm) amcası Hazreti Abbas’ın (ra) ve Ümmü’l-Fazl Lübabe bint Haris el-Hilaliyye’nin oğludur. Ümmü Fazl, Hazreti Hatice’den (ra) sonra İslamiyet’i kabul eden ikinci hanım Sahabedir. Ayrıca, Peygamber Efendimizin hanımlarından olan Meymune ile kardeştir.
Kusem, aynı zamanda Peygamber Efendimizin isimlerinden biri olup, “her hayrı kendinde toplayan” anlamına gelmektedir. Hazreti Hüseyin (ra) ile süt kardeşi olan Kusem’in çocukluğu ve ilk hayatı ile ilgili fazla bir bilgi yoktur. Bu sebepten dolayı doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kaynakların çoğunda kendisi ile ilgili iki ayrı bilgi yer almaktadır. Birincisi; çocuklar arasında oynayan Kusem ve Cafer-i Tayyar’ın (ra) oğlu Abdullah’ı gören Peygamber Efendimizin bu iki çocuğu bindiği hayvanının terkisine bindirmesidir. İkincisi; Peygamber Efendimizin, amcası Hazreti Abbas ile çocukları için yaptığı duanın aktarılmasıdır.
Peygamber Efendimizin (asm) vefatında hazır bulunan Kusem, cenazenin yıkanmasına yardımcı oldu. Daha sonra kabrine konulmasında yardımcı oldu, kabirden de en son kendisi çıktı. Dolayısıyla Peygamber Efendimize dokunan en son kişi de o oldu.
Kusem’in babası Hazreti Abbas’tan (ra) rivayet edilen ve Risale-i Nur’da da nakledilen bir hadiste Peygamber Efendimizin amcası ve dört oğlu için yaptığı dua yer almaktadır. Hazreti Abbas ve oğulları Abdullah, Ubeydullah, Fazl ve Kusem’i mülâet (bir örtü adı) denilen bir perde altına alarak üzerlerini örttü ve “Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru!” (Mektubat, 2000, s. 134) mealinde duada bulundu. Peygamber Efendimizin bu duasına evin damı, kapısı ve duvarları “amin, amin” diyerek iştirak ettiler.
Kusem, yaşının küçük olması itibariyle Dört Halife Dönemini ve Emevilerin ilk yıllarını görüp yaşadı. Ancak, ilk üç halife döneminde herhangi bir resmi vazifede bulunmadığı tahmin edilmektedir. Sadece Hazreti Ali’nin (ra) halifeliğinin son yıllarında görev aldığı ve Hazreti Ali’nin vefatına kadar Mekke valiliği yaptığı görülmektedir. Medine valiliğinde de bulunduğu ifade edilmekle birlikte, kesin bilgi mevcut değildir. Ancak, Mekke valiliği dışında hac emirliğinde de bulundu ve kendisine havale edilen konularda fetva verdi.
Yezid bin Şecre’nin Emeviler tarafından hac emiri olarak atanmasına karşı çıkan Kusem, bu şahıs yerine başkasının atanmasını istedi. Emeviler, bunun üzerine Mekke’ye üç bin kişilik bir kuvvet yolladılar. Herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan Mekke’ye girdiler. Emevi birliklerine karşı isteğinde ısrar etti ve söz konusu şahıs yerine başka birinin tayinini tekrarladı. Daha sonra hac emirliği görevine Şeybe bin Osman getirildi.
Kusem, Muaviye döneminde Horasan üzerine yapılan seferlere katıldı. Said bin Osman’ın komutanlığını yaptığı kuvvetlerle birlikte Horasan etrafındaki bazı fetihlerde bulundu. Burada yapılan savaşlarda büyük bir kahramanlık gösterdi. Bu başarısı ve cesareti karşısında kendisine fazla ganimet malı tahsis edilmesi teklifini kabul etmedi. Elde edilen ganimetlerin beşe bölünüp diğerlerine dağıtıldıktan sonra kendisine verilmesini söyledi. Daha sonra Semerkand üzerine yapılan sefere de katıldı ve burada şehit düştü.
Orta Asya’ya gidip İslam’ı tebliğ edenlerin ilklerinden olan Kusem’in bu bölge için apayrı bir yeri vardır. Vefatına yakın yıllarda bu bölgeye yapılan seferlerde bulunduğu gibi tebliğ vazifesini de ifa etti. Halk arasında anlatılanlara göre savaşta şehit düşmedi. Kendisini öldürmek isteyenlerin elinden kurtularak önünde açılan bir kayanın içine girdi. Daha sonra kendisine açılan kapı kapandı.
Vefatının üzerinden dört asır geçtikten sonra kendisi için bir mezar yapıldı. Efrasiyap tepelerinin güney yamacında bulunan türbe Ab-ı Meşhed çayının yanında yer almaktadır. Daha sonra buraya devlet büyüklerinin ve ileri gelenlerinin de defnedilmesi ile birlikte bir mezarlık halini aldı. Akabinde burası önemli bir ziyaretgaha dönüştü. Yerli halk buranın ziyaret edilmesine büyük ehemmiyet verdi. Ayrıca, halk arasında Kusem’in adı, yaşayan sultan anlamına gelen “Şah-ı Zinde” olarak anılmaya başlandı. Bu şekilde anılmasının da sebebi, ibadetini yaptığı sırada saldırıya uğramasına karşılık, mucizevi bir tarza ortadan kaybolması ve halk tarafından ölmediğine inanılmasıdır.
Hazreti Kusem (ra) için yapılan türbe, bir cazibe merkezi haline geldi. Burada kurulan Türk devletlerinin yöneticileri büyük ehemmiyet vererek bölgeyi şenlendirdi. Orta Asya’nın ilk medresesi burada kuruldu. Önlerine çıkan her şeyi yerle bir edip ilerleyen Moğolların istilasından Semerkand da nasibini aldı ve o zamana kadar yapılan ne varsa tahrip edildi. Ancak, aynı Moğollar, Kusem’in türbesinin bulunduğu bölgeye, başlarına bir musibet gelir korkusuyla dokunmadılar. Burası hâlâ önemini korumakta ve günümüzde de ziyaret edilmektedir.
Kusem’in en önemli özelliklerinin başında Peygamber Efendimize (asm) benzerliği gelir. Bu özelliğinden dolayı büyük bir sevgi ve alakaya mazhar oldu. Babası kendisine büyük bir sevgi ve alaka gösterdi. Kendisini severken de “Üstünlük ve seçkinliğin yüce sahibi Peygamber’e benzeyen Kusem” şeklindi iltifatta bulundu. Ayrıca takva ve fazilet sahibi mübarek bir insan olarak dikkatleri üzerine çekti. Bizzat Peygamber Efendimizden hadis rivayet ettiği gibi, diğer Sahabelerden de rivayetlerde bulundu.
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Lebid Bin Rebia
(?–660 m.)
Kasideleri altın harflerle yazılıp Kabe duvarına asılan ünlü Arap şairlerindendir. Genç yaşta yazdığı ve okuduğu şiirleriyle meşhur olmuş ve belagatın çok üstün olduğu bir zamanda en büyük edipler seviyesine yükselme başarısını göstermiştir. Muallaka sahibi kişiler arasında Müslüman olan tek şairdir. Söylediği şiirleri özellikle kabilesi üzerinde çok büyük tesir bırakmış ve temayüllerinin değişmesine sebep olmuştur. Müslüman olmadan önce ve Müslüman olduktan sonra yazdığı şiirlerinde önemli farklılıklar dikkat çekmiştir. Muallaka’sı Kabe duvarında asılı dururken nazil olan ayeti duyan kızı; ayetin belagatı karşısında, babasının yazdığının kıymetinin kalmadığını söyleyerek, eseri Kabe duvarından indirmiştir. Künyesi Ebu Akil Lebid bin Rebia bin Malik bin Cafer el-Amiri el-Caferi şeklindedir.
Lebid’in hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Hire Hükümdarına gönderilen elçilik heyeti içinde bulunmasından hareketle 550-570 yılları arasında doğmuş olduğu tahmin edilmektedir. Beni Cafer kabilesine mensup olan Lebid’in babası Rebia bu kabilenin ileri gelenlerindendir. Rebia, cömertliği ile şöhret bulmuş ve fakirlerin babası anlamına gelen “Rebiu’l-muktirin” lakabıyla anılmıştır.
Lebid, genç yaşta kabilesi içinde şöhret buldu. Yazdığı şiirlerle dikkatleri üzerine topladı. Hire Hükümdarına gönderilen elçilik heyeti içinde bulunması, söylediği şiirlerin hükümdarın çok hoşuna gitmesi şöhretini arttırdı. Kabile mensupları üzerindeki etkisi de hissedilmeye başlandı. Arap toplumunda şiire ve şairlere çok büyük değer verilmesinden ötürü, bunların sarf ettiği sözler de toplumun eğilimleri üzerinde çok büyük etki bırakmaktaydı. Nitekim, söz konusu elçilik heyeti içinde bulunup Hire hükümdarını metheden ve ona muhalif olanı hicveden sözlerinden sonra, hükümdara olan bağlılık arttı. Kendi kabilesinin de Hire hükümdarına olan bağlılıkları yeniden güçlendi.
Lebid, şiirleri Kabe duvarına asılan Arapların en ünlü şairleri arasına girerek büyük bir şöhret elde etti. Şiirlerindeki belagatıyla kabilesine hizmet etmekle övündü. Şöhret bulduktan sonra da kabilesine sadık kaldı. Yaşadığı dönemde kendisi için “Arapların en büyük şairi” şeklindeki övgülere rağmen gurura kapılmadı. Kendisinden üstün olanların ismini zikrederek, üçüncü sırada kendine yer verdi. İmrü’l-Kays ve Tarafa’nın kendinden önde olduğunu ifade etme nezaketinde bulundu.
Muallaka şairleri içinde Müslüman olan tek şair Lebid’in, İslamiyet’i ne zaman kabul ettiği hakkında kesin bilgi yoktur. Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasından sonra da Kabe duvarındaki şiirler asılı durmakta idi. Bu sırada Lebid henüz Müslüman değildi. Bir çok kaynakta aktarıldığı gibi, Risale-i Nur’da da Lebid ve kızının tavrı hakkındaki nakillere yer verilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in nazil olması ve ayetlerinin okunmaya başlanması, duyulması, belagat dahileri üzerinde çok büyük etki yaptı. Altınla yazılan ve Kabe’nin duvarlarına asılan meşhur ediplerin şiirleri, Kur’an’ın belagatı karşısında sönük kaldı. Bu gelişme karşısında harekete geçen kimselerden birisi meşhur Lebid’in kızı oldu. Allah’ın kelamı karşısında babasının sözlerinin ehemmiyetinin kalmadığı düşüncesiyle Kabe duvarına asılı olan babasının kasidesini indirdi. Sebep olarak da; “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı” (Şualar, 1994, s. 124) demek suretiyle duygularını ifade etti.
Belagat ustası olan Lebid de Kur’an’ın belagatına hayran kaldı. O sırada müşrik olduğu halde hayranlığını gizlemedi. Ayetlerdeki ifadelerin belagatı en güzel şekilde gösterdiğini ifade etti. İlahi kelamın nüzulüne lakayt kalmayarak Müslüman oldu. Kur’an-ı Kerim’in ancak, bir Peygamber lisanından duyulabileceğini söyleyerek vahyi tasdik etti (İşaratü’l-İ’caz, 1994, s. 268) Bu tarihten sonra şairliğinde ve eserlerinde büyük farklılıklar görülmeye başlandı.
Lebid, Müslüman olmadan önce yazdığı şiirlerinde; içki alemlerini, av sırasında avcının önünde ceylanların ve yaban eşeklerinin kaçışlarını, köpeklerle mücadelelerini tasvir etti. Hayvanlar alemini tasvirinde büyük maharet sahibi olduğunu gösterdi. Kendi kabilesinin hayat tarzına, çiftçilik işleri dahil olmak üzere, yurdunun hatıralarına yer verdi. Yolculuklarını tasvir etti.
Kabe’ye asılan Muallaka’sının ilk bölümünde eski konaklama yerlerinin tasvirine yer verirken, aşk temasını ikinci planda tuttu. Av sahnelerini ve işret alemini, kabile büyüklerine övgü, kendi cömertliği ile övünme gibi temalara yer vererek işledi. Bu eseri hakkında bir çok çalışma yapıldığı gibi İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Urduca, Farsça ve Türkçe tercümesi de yapıldı.
Lebid, Müslüman olduktan sonra ise, şiirlerinde içki ve av sahnelerine yer vermedi. Bundan sonra daha çok İslami motiflere yer verdi. “İyi biliniz ki, Allah’tan başka her şey batıldır, her nimet de şüphesiz zevale mahkumdur” beyti Peygamber Efendimizin (asm) övgüsüne, hiçbir şairin ağzından, bunlardan daha doğru ifadelerin çıkmadığı mealindeki iltifata mazhar oldu. Şairin, her nimet de şüphesiz zevale mahkumdur, şeklindeki ifadeleri, dünyevi nimetlerin zeval bulmasına karşılık, asıllarının ahirette verileceği şeklinde şerh ve izah edilmiştir.
Lebid’in, 631 yılında Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Bu tarihten sonra Küfe’ye yerleşti ve şehrin kurucuları arasında yer aldı. Oğulları da kendisiyle birlikte buraya yerleştiler. Uzun bir ömür yaşayan meşhur şair, yaşadığı uzun yılları şiirlerine de aksettirdi. 660 veya 661 yılında Küfe’de vefat etti. Beni Cafer bin Kilab adı verilen sahraya defnedildi.
Şairliği üzerinde bir çok çalışma yapılan Lebid’in şahsiyeti üzerine çalışan araştırmacılar oldu. Carl Brockelmann bunlardan birisidir. Bu araştırıcıya göre, Müslüman olmadan evvel Lebid’i diğer cahiliye devrinden ayıran önemli bir özelliği vardır. Kendisi, mısralarında dini bir hisse yer vermek suretiyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Bu hissin de Hıristiyanlıktan kaynaklandığını ileri sürmektedir. (C. Brockelmann, “LEBİD”, MEBİA., 7. C. İstanbul 1972, s. 29)
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
besme.gif

[SIZE=+3]MUAZ B. CEBEL[/SIZE]​
Ensârin ileri gelenlerinden bir sahabi. Adi, Muaz b. Cebel b. Amr b. Evs el-Ensâri el-Hazrecî'dir. Künyesi, s"Ebu Abdurrahman"dir. On sekiz yasinda müslüman olmustur. Peygamber Efendimiz'le birlikte bütün savaslara katilmistir. Rasûlüllah (s.a.s) onu Muhâcirînden Abdullah b. Mes'ud ile kardes yapmisti. Muhammed b. Sa'd: "Muaz, uzun boylu, beyaz tenli, güzel disli, iri gözlü, çatik kasli ve kivircik saçliydi" diye tanimlamistir.
Hz. Peygamber kendisini çok seviyor ve zaman zaman: "Ey Muaz seni seviyorum" demek suretiyle bu sevgisini açiga vururdu. Ashab arasinda da, yüz güzelliginin yaninda, yumusak huylulugu, hayâsi, cömertligi ile taniniyordu. Onu Hz. Ömer de çok seviyordu. Muaz hakkinda söyle dedigi rivayet edilir: "Analar bir daha Muâz gibisini doguramaz. Eger Muâz olmasaydi Ömer helak olurdu. sayet Muaz benim hilafetim zamaninda yasamis olsaydi onu kendimden sonra halife tayin ederdim ve Rabbim bana onu niçin halife tayin ettigimi sordugunda da: "Ya Rabbi, senin Rasûlün'ü, Âlimler kiyamet gününde bir araya geldiklerinde Muâz, bir ok atimi (veya bir tas atimi) onlarin önünde olacak" derken isittim, diye cevap verirdim" demistir (ibn Sa'd, Tabakât, III, 583-590).
Hz. Muâz, sünnete de son derece bagliydi. Bir gün peygamber (s.a.s) mescidin kible duvarinda tükrük görmüs ve bunun üzerine: "Her biriniz namazina durdugu vakit süphesiz Rabbi ile münâcât eder (söylesir). Rabbi, kendisi ile kiblesi arasindadir. O halde hiç biriniz kiblesine karsi tükürmesin. Mutlaka tükürmesi gerekirse, ya sol tarafina veya sol ayaginin altina tükürsün... " buyurmustur. Bunun üzerine Muâz (r.a): "Islâmiyet'i kabul ettigim günden beri sag tarafima tükürmüs degilim (çünkü sag tarafta Insanin sevaplarini yazan melek vardir)" demis ve bu hareketiyle Rasûlüllah'a ne kadar bagli oldugunu göstermistir (Sahih-i Buharî, Tevridi Sarih Tercemesi, II, 353-354).
Muâz b. Cebel'in diger bir özelligi de Kur'ân'i ezbere bilmis olmasi ve onu güzel okumasidir. Bunun için Sevgili Peygamberimiz: "Kur'an'i dört kisiden ögrenin: Abdullah b. Mes'ûd, Ubey b. Kâ'b, Muâz b. Cebel ve Ebu Hûzeyfe'nin âzadlisi Sâlim" buyurmustur. Ayni zamanda Hz. Peygamber zamaninda Kur'ân'in toplanmasinda emegi geçenlerdendir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 190; Tecrid Terc., IX, 401; X, 22).
Muâz (r.a), yasayisinda zühd ve takvaya da büyük önem verirdi. Geceleri teheccüd namazi kilar ve namaz sonunda: "Allahim! su anda gözler uykuda ve gökte yildizlar parlamis durumda. Sen ise, diri, her an yaratiklarini gözetip duransin... Rabbim bana dünya ve âhirette hidâyet nasib et! süphesiz Sen va'dinden dönmezsin" diye duâ ederdi (ibnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, V, 194-197).
ibn Mes'ûd, Muâz (r.a) hakkinda: 3"süphesiz Allah'a boyun egen ve O'na yönelen bir kimse idi; Allah'a sirk kosanlardan olmadi" demistir. Bunun üzerine ona, bu sizin söyledikleriniz Kur'an-i Kerim'de Hz. ibrahim hakkinda söylenmistir (en-Nahl, 16/120) denildiginde: "Muaz da böyleydi; hayri biliyor, ona uyuyor, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ediyordu" cevabini vermis ve onu ibrahim (a.s)'e benzetmistir (Üsdü'l-Gâbe, V, 197).
Muaz (r.a), Sahabe'den Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer vs.'den hadis rivayet etmistir. Kendisinden hadis rivayet edenler arasinda Enes b. Malik, Mesruk, Ebu't-Tufeyl, Esved b: Hilâl, Ebu Müslim el-Havlânî, Abdullah b. Kays ve Abdullah b. Ganem gibi zevât gelmektedir. Rivayet ettigi hadislerin toplami ise sâdece yüz elli yedidir (ez-Zehebî, Tezkiratü'l-Huffâz, I,19-22; Nevzat Âsik, Sahabe ve Hadis Rivayeti, s. 117).
Hz. Muâz, ayni zamanda sahabenin fakihlerinden olup dinde vukuf (ince anlayis) sahibiydi. Daha Rasülullah'in sagliginda fetva vermeye baslamisti. Hz. Peygamber onun hakkinda: "Ümmetim içerisinde helâl ve harami en iyi bilen Muâz b. Cebel'dir" demistir (Tecrid Tercemesi, I, 84). Peygamber Efendimiz onu, Islâmi anlatip ögretmek ve Kur'an-i Kerim'i ezberletmek üzere, Hicretin dokuzuncu yilinda Yemen'e göndermisti. Yolculuk öncesi Hz. Peygamber'le aralarinda geçen konusmayi Muâz (r.a) söyle anlatir: "Allah Rasûlü beni Yemen'e gönderirken söyle dedi: "Sana bir mesele soruldugunda ne ile hükmedeceksin?" Ben: "Allah'in kitabindakilerle" diye cevap verdim. "Eger Allah'in kitabinda bulamazsan ne ile hükmedeceksin?" dedi." "Allah Rasûlü'nün hükmettigi ile, dedim. Eger onda da bulamazsan?" dediginde: "Kendi reyimle içtihad ederim, diye cevap verdim. "Bunun üzerine Allah Rasûlü: "Nebisini, râzi oldugu seyde basarili kilan Allah'a hamdolsun" dedi. Ve Yemenlilere, size ashâbimdan ilmi ve dini en iyi bilen hayirli bir kimseyi gönderiyorum diye bir de mektup yazdi (ibn Sâ'd, a.g.e., III, 583-590). Ona su tavsiyelerde bulundu: "Ey Muâz! Ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Cennet'in anahtari nedir? diye sorarlarsa: "Lâ ilâhe illallah'tir" de. Yâ Muâz, dâima alçak gönüllü ol, hilimle (yumusaklikla, akla uygun olarak) hükmet. Cenab-i Hak, sende samimiyet görürse yardimini ihsan eder, muvaffakiyet verir. Eger içtihâddan âciz kalirsan meseleyi tahkik edinceye kadar hüküm verebilmek için bekle, yahut meseleyi bana bildir. Nefsinin arzularina uymaktan çekin. Nefsin arzulari Insanr Cehennem'e götürür. Halka merhamet ve sefkatle muamele et. "Yâ Muâz! Onlari Allah'tan baska Allah olmadigina ve benim Allah'in Rasulü olduguma sehadete çagir. Eger bunu kabul ederlerse, Allah'in kendilerine bir günde bes vakit namazi farz kildigini bildir. Bunu da kabul ederlerse, zenginlerden alinip fakirlere verilmek üzere, kendilerine zekâtin farz kilindigini bildir" (Buhari, Zekât,1). Ve su mübarek sözleriyle vedâlasti: Ey Muâz! Belki bu son görüsmemiz olabilir. Allah seni dinde basarili kilsin ve sana hidâyet nasib etsin; önünden, arkandan, sagindan, solundan, yukaridan veya asagi tarafindan gelebilecek her türlü belâ ve musibetlerden korusun. Senden, Insanlarin ve cinlerin kötülüklerini uzaklastirsin. Ey Muâz, belki mescidimi ve kabrimi ziyaret edersin" Bunun üzerine Muâz (r.a), üzüntüsünden aglayarak ayrildi. Netice Allah Rasülü'nün tahmin ettigi gibi oldu. Muâz, Hz. Ebu Bekr'in halifeligi döneminde Yemen'den döndü. Kalan ömrünü sam'da geçirdi ve Ürdün'de Tâûn hastaligindan, henüz genç sayilabilecek bir yasta otuz sekiz yasinda vefat etti (Mahmud Esad, islam Tarihi, Trc. A. Lütfi Kazanci-Osman Kazanci, Istanbul 1983, s. 833), (Ayrica bk. ibn Hacer, el-isâbe, III, 426-427; Suphi es-Sâlih, Hadis ilimleri ve Hadis Istilahlari, Trc. M. Yasar Kandemir, s. 322).
Ahmet GÜÇ
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+3]MUS'AB Ibn UMEYR (r.a)
[SIZE=+1](v.3/625 m).[/SIZE][/SIZE]​
Ashab-i kirâm'in ileri gelenlerinden Künyesi Ebâ Muhammed'tir. Mekke'nin zengin ailelerinden olup, yakisikli ve güzel giyinen bir gençti. Anne ve babasi onun üzerine titrerdi. Özellikle, Mekke'nin en zenginlerinden sayilan annesi, ogluna güzel elbiseler giydirir ve güzel kokular sürerdi. Mekkeliler de onu hayranlikla seyrederlerdi. Bir defasinda Hz. Peygamber de onun hakkinda söyle buyurmustu: "Mekke'de Mus'ab b. Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakisikli ve nimetler içinde yüzen baska bir genç görmedim" (Ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116).
Mus'ab, Mekke'de o günün sartlarina göre zenginlik ve ihtisam içinde yasarken, Hz. Peygamber(s.a.s)'in insanlari islâm'a davet ettigini ögrendi. Fazla vakit kaybetmeden Hz. Peygamber'e giderek iman edip müslüman oldu. O sirada Mekkeliler, müslümanlara yogun bir baski uyguladigindan, Hz. Mus'ab müslüman oldugunu ailesinden gizlemek zorunda kalmisti. Ama o, Peygamberimizi gizlice ziyaret etmeyi de ihmal etmezdi. Ne var ki Osman b. Talha, Mus'ab'in namaz kildigini görüp durumu annesi ile akrabalarina bildirmisti. Bunun üzerine akrabalari yakalayip hapsettiler. Mekke'nin bu nazli ve zengin genci için artik çile dolu zor günler baslamisti.
Habesistan'a hicret eden ilk kafileye katilincaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkani çikinca, dinini daha rahat bir sekilde yasayabilmek için Habesistan'a hicret etti. Habesistan dönüsünde Hz. Mus'ab'in durumu tamamen degismis ve bu nazli delikanlinin yerini, kalbi Islam ve imanla dopdolu iradesi güçlü kuvvetli, metin bir genç almisti. Annesi ondaki bu kararlilik ve metaneti görünce, üzerindeki baskisini biraz hafifletmek zorunda kaldi.
Bu sirada Birinci Akabe Beyati olmus ve Medinelilerden bir grup islâm'i kabullenmisti. Kendilerine islâm'i anlatmak ve digerlerine de teblig yapmak için Rasulullah'tan bir ögretici istediler. Hz. Peygamber de bu önemli görev için Hz. Mus'ab b. Umeyr'i görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kildiracak, hem Kur'an ögretecek, hem de diger insanlara islâm'i anlatacakti ve yeni kimseleri islâm'a davet edecekti.
Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazini da Mus'ab b. Umeyr kildirdigi kaynaklarda ifade edilir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 118).
Bir yil sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yaninda yetmis kisi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e islâm'in Medine'deki hizli yayilisinin müjdesini verirken söyle demisti: "islâm'in girmedigi ve konusulmadigi ev kalmadi." Basta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler. Oglunun Mekke'ye döndügünü haber alan annesi onu tekrar hapsetmek istedi. Ancak Mus'ab bütün bunlara karsi olgun bir müslüman tavrini takinarak imaninda direndi ve annesini bundan vazgeçirdi. Onun annesini islâm'a daveti bir sonuç vermedigi gibi annesi de Mus'ab'i yolundan döndürememisti.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in yaninda iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardi. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardes ilan etmisti (Ibn Sa'd a.g.e., III, 120).
Bedir savasinda muhacirlerin sancagi onun elindeydi. "Rasûlullah'in bayraktari" olarak ün yapmisti. Uhud savasinda da sancak yine onun elindeydi. Savas esnasinda müslümanlarin geriledigini gören Mus'ab b. Umeyr, atini saga sola dogru sürüyor ve yüksek sesle su ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmistir" (Alu imrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadigi ve o gün giderildigi rivayeti, Hz. Mus'ab'in Allah katindaki degerini ifade eder (Ibn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde islâm ordusunun sancagini tasiyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sag kolu kesildi. Hemen sancagi sol eline alarak savasa devam etti. Fakat ardindan sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancaga simsiki sarildi ve yukaridaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müsriklerin bir mizrak darbesiyle sehid oldu. Sancagi hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adli sahabiler aldilar.
Hz. Mus'ab sehid olarak yerde yatarken, günün sonlarina dogru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'i elinde sancakla gördü ve "ileriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kisi geri dönerek "Ben Mus'ab degilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kiliginda savasan Allah'in meleklerinden biri oldugunu anladi (Ibn Sa'd, a.g.e., II, 121).
Uhud savasinda Ashab-i kiram'in ileri gelenlerinden birçok kimse sehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de sehidler arasindaydi. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü oldugu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'in mübarek na'sinin basucunda oturarak, Uhud sehidleri hakkinda nazil oldugu bildirilen su ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kisiler vardir ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adagini ödedi sehid oldu. Kimi de (sehid olmayi) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla degistirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diger sahabilere, sehidlere yaklasip selam vermelerini söyledi ve verilen selamlarin sehidler tarafindan alinacagini ifade etti (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Hz. Mus'ab sehid edildiginde kirk yaslarinda idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yasayan bu degerli insani kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamisti. Hz. Peygamber, yanina geldiginde Mus'ab b. Umeyr eski bir hirkanin içinde saçlari dagilmis, vücudu ise kiliç ve mizrak darbeleriyle parçalanmis bir durumda yatiyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde sunlari söyledi: "Seni Mekke'de gördügümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakisikli kimse yoktu. Þimdi ise, kefen olarak sarilmis hirkadan basin disarida kaliyor." Sonra onun için de bir kabir açtilar ve o mübarek sahabiyi de Uhud sehidleri arasina defnettiler.
Allah yolunda canini feda eden bu aziz sehid sahabi için Ashab-i Kiram'dan Habbab (r.a) sunlari anlatiyor: "Biz Hz. Peygamberle birlikte Medine'ye yalniz Allah rizasi için hicret ettik. Artik mükâfatini Allah'tan bekleriz. Arkadaslarimiz arasinda bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardir ki Mus'ab b. Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü sehid olmustu da, kendisini saracak bir kefen dahi bulamamistik. Yalniz sehidin bir kaftanini bulmus ve bu aziz sehidi ona sarmaya çalismistik. Ancak basini örterken ayaklari açiliyor, ayaklarini kapatirken de basi açiga çikiyordu. Bu yoksulluk karsisinda Hz. Peygamber bize sehidin basini örtmemizi ve ayaklarinin üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamizi emretti" (Buharî, Cenâiz 27; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Mehmet Emin AY
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nuaym ibni Mes'ud (ra)
calig30.gif

Nuaym Ibni Mes'ûd radiyallahu anh uyanik, zeki bir genç... Olaylar karsisinda güçlük çekmeyen, harbin hile oldugunu bilen bir kahraman... Hâdiseleri kavrayista ve çözümlemede becerikli bir yigit...
O , Hendek harbi esnasinda Islâm'la sereflendi. Ismi Nuaym olup Gatafan kabilesindendir. Müslüman olmadan önce para ve eglenceye düskün bir kimseydi. Arzu ve isteklerini tatmin için Necid çöllerinden kalkar Yesrib'e gelirdi. Benî Kureyza yahudileriyle siki iliski içindeydi. Mekke vâdileri Islâm nuruyla aydinlandigi siralarda o, gününü gün ediyordu. Zevk ve eglencelerine engel olmasindan korktugu için yeni din Islâm'dan siddetle uzak durmaga çalisiyordu. Fakat Allah Tealâ onun gönlünü Ahzab günü Islâm'in nuruna hazirladi.
O , Hendek gazvesinde kendine yeni bir sayfa açti. "Harb hiledir" düstûrunun saheser bir hikâye kahramani oldu. Islâm'a girisi söyle gerçeklesti:
Hicretin besinci senesiydi. Medine'li müslümanlari, disardan Kureys ve Gatafan kabileleri, içerden Benî Nâdir ve Benî Kureyza yahudileri kusatip yeni dinin kökünü kazimak istediler. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de o günlerde Medine'de Benî Kureyzâ yahudileriyle bir baris antlasmasi imzalamisti. Benî Nadir'in ileri gelenleri Benî Kureyza'yi kiskirtmaya basladilar. Bu defa felâketin Müslümanlarin basina gelecegini söylediler. Yaptiklari anlasmayi bozmalarini israr ettiler. Onlar da Mekke ve Necidden iki ordunun geldigini görünce antlasmayi bozdular.
Bu haber Müslümanlarin arasina yildirim gibi düstü. Kureys ile Gatafan kabileleri Medine'yi kusatmis halka gelen erzak yolunu kesmislerdi. Benî Kureyza da içerden Müslümanlarin arkasinda hazirlik yapiyordu. Fitne ortaligi kaplamisti. Münâfiklar bos durmuyordu. Içlerinde gizlediklerini açiga vurup söyle diyorlardi: "Muhammed bize, Kisrâ ve Kayser'in hazinelerine sahip olacagimizi vadediyor. Iste bugünkü durumumuz. Bizler ihtiyaç için tuvalete gitmekten bile korkar hale geldik... "
Kalplerinde hastalik olanlar ortaligi bu sekilde fitneye verdiler. Beni Kureyzâ'nin yapacagi baskinda kadinlarina, çocuklarina ve evlerine zarar gelecegini düsünerek guruplar halinde ayrilmaya basladilar. Bu kusatma yirmi gün kadar sürdü. Her iki tarafta da açlik, sefalet basgösterdi. Atlari, develeri ölmeye basladi. Soguktan askerler dahi kirilmaya yüz tuttu.
Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz devamli Rabbine siginarak:"Allah'im! Senden bana vadettigin yardimi istiyorum!... Allah'im! Senden bana vadettigin yardimi istiyorum..."diye duâ ediyordu.
Bu duâyi gece gündüz tekrar edip duruyorken bir gece yarisi Gatafan kabilesinden Nuaym'in gönlüne bir kivilcim düstü. Sabaha kadar onu uyku tutmadi. Içinden bir ses ona : " Yaziklar olsun sana Nuaym !.. Seni Necid gibi uzak yerden getiren sebep nedir? Senin gibi akilli birisine sebepsiz yere harb etmek yakisir mi? Sen onunla ne gasbedilmis bir hakki geri almak için ne de tecavüze ugramis bir irzi korumak için savasiyorsun. Sen bilinmeyen bir sebeble onunla harb etmeye geldin!..." diyerek sesleniyordu. Kendi kendine bir iç muhasebesi yapan Nuaym gece karanliginda kalkip Rasûlullah (s.a.) efendimizin yanina gitti. Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz ona: " Nuaym Ibni Mes'ud sen misin?" dedi. O da: "Evet benim." dedi. "Bu saatte gelmene sebeb nedir ? " dedi. Bunun üzerine Nuaym, Kelime-i Sehadet getirdi ve sunlari söyledi: "Ya Rasûlallah ! Ben Müslüman oldum. Yalniz kavmimin bundan haberi yok. Simdi bana diledigini emret !..." dedi. Iki Cihan Günesi Efendimiz de ona: "Kavmine git ve düsmanimizin gayret ve gücünü zayiflat. Cünkü harp hiledir." buyurdu.
Nuaym Ibni Mesûd (r.a.) Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizi memnun edebilmek için kabileler arasi diplomasi trafigine basladi. Her kabilenin kabul edecegi tarzda fikirler üretti. Önce Benî Kureyza'ya gitti ve onlara : " Burasi sizin memleketiniz. Mallariniz, çoluk çocugunuz ve kadinlariniz var. Baska bir yere gidecek haliniz yok. Ama Kureys ve Gatafan öyle degil. Harbi kazanirsa ganimet bilirler. Kazanamazlarsa güven içinde memleketlerine dönerler..." diyerek onlari vazgeçirmege çalisti. Hatta onlarin esrafindan bazi adamlari yanlarina alarak rehin tutmalarini teklif etti. Oradan çikti Kureys ve Gatafan'a geldi. Onlara da: " Beni Kureyza'nin Muhammed'le anlastigini ve Kureys ile Gatafan esrafindan bir çok adamlar alip ona teslim,edecegini" söyledi.
Ebû Cehil Benî Kureyza'yi denemek için oglu Ikrime'yi gönderdi. Ikrime onlara vardiginda: "Babamin selâmi var. Burda eglenip durmamiz uzadi. Artik bizde usandik. Yarin çarpismaga karar verdik." dedi. Onlar: " Yarin Cumartesidir. Biz o gün hiçbir is tutmayiz. Sonra yanimizda rehin kalmalari için sizden ve Gatafan esrafindan yetmis kisiyi bize vermedikçe sizinle birlikte harb etmeyiz. " cevabini verdiler. Ikrime kavmine döndü ve duyduklarini anlatti. Onlar da hep bir agizdan: "Vay asagilik maymunlar!.. Vallahi bizden rehine olarak bir koyun bile isteseler yine vermeyiz." dediler.
Nuaym (r.a.) bu sekilde düsmanlari birbirine düsürdü. Aralarindaki anlasmalari bozmada basarili oldu. Gece yarisi bir de siddetli rüzgâr çikti. Firtina çadirlarini baslarina yikti. Kazanlarini devirdi. Ateslerini söndürdü. Perisan bir vaziyette karanlikta çekip gitmek zorunda kaldilar.
Sabah olunca, müslümanlar, düsmanlarin kaçip gittigini gördü ve: " Kuluna yardim eden Allah'a... Askerini aziz kilan... Kabileleri tek basina yenen Allah'a hamd olsun..." dediler.
O günden sonra Nuaym Ibni Mesûd (r.a.) Resûl-i Ekrem (s.a.)'in güven kaynagi oldu. O'nun verdigi hiçbir vazifeyi aksatmadi. Onunla birlikte harblere katildi. Onun önünde sancak tasidi.
Mekke fethi günü Ebû Süfyan Ibni Harb, müslüman askerleri'ni seyretmek üzere durdugunda, Gatafan'in sancagini tasiyan bir adami gördü ve yanindakilere: " Bu kim? " diye sordu. Onlar da: "Nuaym Ibni Mesûd..." dediler. Bunun üzerine Ebû Süfyan sunlari söyledi: " Hendek savasinda bize yaptigi neydi!... O, Muhammed'in en büyük düsmaniyken simdi onun önünde kavminin sancagini tasiyor..."
Allah her zaman mü'minlerin yardimcisidir... Yeter ki gönlümüzü O'na tam verelim. Dinde muhlisler olarak yasayalim. Göz yaslariyla samimi duâlara devam edelim. Allahu Teala bu dualar hürmetine nice Nuaym'ler çikarir... Cemel vakasinda vefat ettigi rivayet edilen Nuaym Ibn Mesûd (r.a.)'un sefaatlerini niyaz ederiz.
Mustafa ERIS
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
[SIZE=+1]Medinede Vefat Eden ilk Muhacir[/SIZE]Osman Ibni Maz'un (ra)
calig40.jpg
Osman Ibni Maz'un radiyallahu anh Medine'de vefat eden ilk sahâbî... Bakî kabristanligina defnedilen ilk muhacir... Mâbedi hayat olan bir âbid zâttir.
O, ilk muslumanlardandir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz Dâru'l-Erkam'a yerlesmeden once Islâmla sereflendi. cahiliye doneminde de temiz yaratilisli, agirbasli bir insandi. O donemde de hic icki icmedi. "Akli gideren, benden asagidakileri bana gulduren bir seyi icmem" derdi. Onun Islâm'a girisi Ahmed Ibni Hanbel'in Musned'inde soyle anlatilir:
"Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gun Mekke'de evinin yaninda oturuyordu. Osman Ibni Maz'un da oradan geciyordu. Rasûlullah (s.a.)'e bakip tebessum etti. Iki cihan Gunesi Efendimiz de ona: "Biraz oturmaz misin?" buyurdu. O da karsisina oturdu. Konusurlarken Rasûlu Ekrem (s.a.) Efendimize bir hal oldu. Sanki karsisinda birisi ona bir seyler anlatiyor, Efendimiz de anladim dercesine basini salliyordu. Bu hal bir muddet sonra gecti. Osman bu hali merak etti ve Efendimize sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz kendisine Allah'in elcisi cebrâil'in geldigini ve Nahl Sûresi 90. âyet-i celileyi indirdigini soyledi. Meâlen: "Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsâni ve akrabaya vermeyi emrediyor. Zinâdan, fenaliklardan ve insanlara zulum yapmaktan da nehyediyor. Size boylece ogut veriyor ki, benimseyip tutasiniz."
Bu hadise Osman Ibni Maz'un'un gonlunde iman nurunun parlamasina vesile oldu. Oracikta Islâm'a giriverdi. Islâm'in ilk gunlerinde Osman'in bu hareketi Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimizi pek memnun etti. Ailesine de Islâm'i anlatti ve onlar da musluman oldu. Diger muslumanlar gibi o da musriklerin ezâ ve cefâlarina mâruz kaldi. Ama imanindan hic taviz vermedi. Sonunda Habesistan'a hicret etti.
O, hicret eden ilk gurubun baskaniydi. Habesistanda inanclarini daha rahat bir sekilde yasama imkâni bulan ilk muhacirler her an Mekke'den haber bekliyorlardi. Iki cihan Gunesi Efendimizden ayri kalmalarina cok uzuluyorlardi. Bir ara Kureys'in Islâm'a girdigi haberini aldilar. Bunun uzerine muslumanlar Mekke'ye geri donmeye basladilar. Ancak Mekke'ye yaklasinca bu haberin yalan oldugunu ogrendiler. Aralarinda istisare ettiler ve herkes bir dostunun himayesine girmek sûretiyle Mekke'de kalmaga karar verdiler. Kimi himaye edecek birini buldu, kimi de gizlice Mekke'ye girdiler. Osman Ibni Maz'un (r.a.) Velid bin Mugiyre'nin himayesine girmisti. Fakat inanan bir insan icin musrik birinin himayesinde olmak hazmedilir sey degildi. Bu yuzden hepsinin gonlu huzursuzdu.
Osman Ibni Maz'un (r.a.) bu durumun acisini kalbinde hissetti ve bunu imandan taviz vermek olarak kabul etti. Birgun kendisini: "Vallahi benim arkadaslarim Allah yolunda eziyet ve sikinti cekerken, bir musrigin himayesinde rahat ve emniyet icinde yasamam benim icin buyuk bir eksikliktir." diyerek ic muhasebeye tâbi tuttu. Sonra kalkti Velid bin Mugire'ye geldi ve ona: "Ey Ebû Abdissems! Artik senin himayeni kabul etmiyorum." dedi. Velid: "Nicin ey Kardesimin oglu!" dedi. O da: "Ben artik Allah'in himâyesini kabul ediyorum. Ondan baskasinin himâyesine girmek istemiyorum." diye cevap verdi. Velid: "Oyleyse bunu Kâbe'ye git ve orada acikla." dedi. Birlikte Kâ'be'ye gittiler. Osman Ibni Maz'un (r.a.) orada: "Ben Allah'dan baskasinin himâyesinde bulunmayi sevmiyorum. Onun icin Velid'in himâyesini artik kabul etmiyorum." diye ilân etti ve Velid'in himayesinden cikti.
Bir gun o, Kureyslilerin toplandigi yere gitmisti. Lebid siir okurken: "Suphesiz Allah'tan baska her sey bâtildir." dedi. Osman Ibni Maz'un da: "Dogru soyledin." dedi. Lebid: "Her nimet mutlaka yok olacaktir." misraini okurken Osman (r.a.): "Yalan soyledin, cennet nimetleri yok olmaz." dedi. Lebid Kureyslilere sitemle: "Sizin meclisinizde boyle kimseler olmazdi. Ne oldu size?" dedi. Bu sirada Abdullah Ibni Umeyye adindaki musrik Osman Ibni Maz'un (r.a.)'in gozune siddetli bir yumruk vurdu. Velid yegenine: "Himayemi reddetmeseydin boyle olmazdi." dedi. Bunun uzerine o da: "Vallahi, Allah yolunda bu saglam gozum de otekinin akibetine ugrasa gam yemem. Suphesiz ben senden daha guclu birinin himâyesindeyim. Bana ne kadar eziyet etseler de bu yolda yuruyecegim." dedi. Sa'd ibni Ebî Vakkas (r.a.) da o meclisdeydi. Kardesine yapilan bu zulme dayanamadi ve o kâfirin suratina muthis bir yumruk da o indirdi. Abdullah Ibni Umeyye'nin yuzu gozu kanlar icerisinde kaldi. Lâyik oldugu cezayi buldu.
Osman Ibni Maz'un (r.a.) Mekke'de kaldigi muddetce belâ ve musîbetleri sabirla karsiladi. Iki cihan Gunesi Efendimiz Medine'ye hicret izni verince, kardesleri, zevcesi Havle binti Hakim ve oglu Sâib ile beraber Medine'ye hicret etti. Sevgili Peygamberimiz onu Ebu'l-Heysem ile kardes yapti.
O, dunyaya hic deger vermedi. Geceleri namaz kilar, gunduzleri oruc tutardi. Her seyi birakip Allah'a yonelen âbid, zâhid bir kisiydi. Birgun o, Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ashabiyla otururken mescide girdi. Uzerinde post parcasiyla yamanmis bir elbise vardi. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz ona huzunlu huzunlu bakti ve soyle dedi: "Sizden birinizin giderken gelirken bir baska elbise giydigi, onune bir tabak konulup baska bir tabagin kaldirildigi, Kâbe'nin ortuldugu gibi evlerinizi orttugunuz gun siz nasil olursunuz acaba?" Bu inci danesi sozleri dinleyen Osman Ibni Maz'un (r.a.) daha zâhidâne bir hayat surmeye basladi. O kadar ki mesrû nimetlerden kacmaga kadar vardi. Bunun uzerine Iki cihan Gunesi efendimiz ona: "Ben senin icin guzel bir ornek degil miyim? Gozlerinin, bedeninin, ailenin senin uzerinde hakki var. Namaz kil, fakat ayni zamanda yat ve uyu, oruc tut, ancak bazan da tutma. Ey Osman! Allah Teâlâ beni ruhbanlikla degil, tatbiki kolay bir din ile gonderdi." buyurdu. Bundan sonra o, hayati terkedip inzivaya cekilen abidlerden degil, aksine hayati guzel amellerle, Allah yolunda cihadla dolduran ornek hayat âbidlerinden oldu.
Hak yolunda yilmadan calisan, hayirli islerde devamli fedâkârliklar gosteren Osman Ibni Maz'un (r.a.) hicretten otuz ay sonra ebedî aleme goctu. O sirada muslumanlarin henuz bir kabristani yoktu. Efendimiz Medine etrafina cikti ve Bakî' ile emrolundum buyurdular. Osman Ibni Maz'un (r.a.) Medine'de ilk vefat eden sahabî ve Bakî kabristanligina defnedilen ilk muhacir oldu. Zevcesi kabri basinda: "Ey Ebâ Sâib! cennet sana âfiyet olsun." dedi. Sevgili Peygamberimiz de: "Allah ve Resûlunu severdi, desen kâfi idi" buyurdu. Techiz ve tekfin hazirligi sirasinda Iki cihan Gunesi Efendimiz alnindan operken gozyaslarini tutamadi ve "Ey Ebû Sâib!.. Allah sana rahmet etsin!. Dunyadan cekip gittin... Ama ne sen ona iltifat ettin, ne de o sana..." buyurdu. Defnedildikten sonra da: "O bizim ne iyi selefimizdir..." dedi ve kabrinin basina bir tas dikti. Ondan sonra birisi vefat edince "nereye defnedelim" diye sorulunca Rasûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz "Selefimiz Osman Ibni Maz'un'un yanina" cevabini verirlerdi. Kizi Rukiyye vefat ettiginde de: "Bizim hayirli selefimiz Osman'a kavus..." buyurarak devamli onu anardi. cenab-i Hak sefaatlerine nâil eylesin. Amin.
Mustafa ERIS
 

pakizebölükbas

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eki 2007
Mesajlar
230
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Emeklerine saglik Allah razi olsun.firsat buldukca hepsini okuyacagim insallah.selametle...
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Resûlullah'in Hatibi
image.jpg
[SIZE=+3]Sâbit ibni Kays (ra)[/SIZE]​
Sâbit ibni Kays radiyallahu anh gür sesli ve güzel konusan bir sahâbi... Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin hatîbi olmakla taninan bir yigit... Konusmasiyla dinleyenleri hayran birakan bir hatip... Savas meydanlarinda ise cengâverligiyle meshur bir kahraman...
O, Yesrib'in sayili kisilerindendi. Hazrec kabilesine mensuptu. Hicretten evvel müslüman oldu. Mekke'li genç davetçi Mus'ab (r.a)'in güzel sesiyle okudugu Kur'an ayetlerini dinledi. Bundan etkilendi ve gönlünü islâm'in nuruna açti. Kelime-i sehadet getirerek islâm'a girdi.
O, iki Cihan Günesi Efendimiz'i Medine-i Münevvere'ye hicret ettigi zaman, büyük bir süvari gurubuyla karsiladi. Onun önünde durarak son derece belig bir konusma yapti. söyle ki:
"-Ya Rasûlallah! Biz canlarimizi, çocuklarimizi ve kadinlarimizi korudugumuz gibi seni koruyacagimiza söz veriyoruz. Buna karsilik bize ne var? Bize neyi va'dediyorsunuz?" dedi. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz bu samimi karsilama ve suâle karsi tek kelime ile: "Cennet..." diye cevap verdi. Orada bulunanlar bu cevaptan çok memnun oldu ve birlikte: "Kabul ettik Ya Rasûlallah!.. Râziyiz Yâ Rasûlallah!.." diye sevinçlerini bildirdiler.
Ne güzel va'd!.. Ne güzel cevap!... Kendisine tâbi olanlara Allah'in rizasi ve cennetini müjdelemek... Ashab bu halis niyyet ve maksatlarla baska seylere deger vermediler... Gel-geç sevdâlara kapilmadilar... Fâni lezzetlerle telezzüzü terkedip ebedi hayat için çalistilar...
Rasûl-i Ekrem (s.a) efendimiz arap sâir ve hatipleri geldiginde hatiplere karsi Sâbit ibni Kays (r.a)'i sairlere karsi da Hassan ibni Sâbit (r.a)'i görevlendirirdi. 630 m. senede Beni Temim'den bir heyet geldi. Fahr-i Kâinat (s.a)'den izin alarak övünme yarisi yapmak istediler. Efendimiz de: "Hatibinize izin verdim. Konussun." buyurdu Utarid isminde bir hatip ayaga kalkti. Zengin olduklarini iyi isler yaptiklarini, halkin en güçlüsü en faziletlisi olduklarini sayica çok ve savasa çabuk hazirlandiklarini, sayip döktü. Sonunda da; Bizim gibi faziletlere sahip olaniniz varsa çiksin da görelim? dedi. iki Cihan Günesi Efendimiz Sâbit ibni Kays (r.a)'a cevap vermesini emir buyurdu, Sâbit kalkti ve söyle cevap verdi:
"Hamd Allah'a mahsustur. Ben O'na hamd ederim, O'na iman eder ve O'ndan yardim isterim. O'na güvenir, O'na dayanirim. O birdir. Esi-benzeri yoktur. Gökde ve yerde ne varsa hepsini yaratan ve yasatan O'dur. O'nun ilmi her seyi içine almistir. Gizli ve açik her seyi bilir. Yarattiklarinin en hayirlisini Peygamber olarak gönderdi. O insanlarin en dogru sözlüsüdür. Soyu en asil soydur. Emindir. En cömerddir. Her bakimdan insanlarin en üstünüdür. Allah Teâlâ ona kitabini indirdi. O insanlari Allah'a iman etmeye çagirdi. Biz bu daveti kabul ettik. O'na tâbi olduk. Bu daveti kabul edenler kavmimizin en hayirlilari oldular. Bu davete karsi gelenlerle biz cihad edecegiz. inananlarin canlarini ve mallarini koruyacagiz. Allah'a hamdolsun ki bizleri dininin yayilmasina vasita kilip, Resûlünün yardimcilari olarak sereflendirdi. Ben bunlari söylüyorum. Allah'dan kendim ve bütün mü'minler için afv ve âfiyet dilerim."
Temim heyetinin sâiri kalkti siirini okudu. Buna karsi da Hassan ibni Sâbit cevap verdi. islâm hatip ve sâirinin hutbe ve siirleri karsisinda Beni Temim'in reislerinden Akra ibni Habis Peygamber efendimiz için: "Bu zât muvaffak olmustur. Vallahi onun hatibi ve sairi bizimkinden daha kuvvetlidir. Ses ve sedâlari, mânâlari daha güzeldir. Bu zat Allah tarafindan korunuyor." diyerek hakki kabul etti. Kelime-i sehadet getirerek müslüman oldu. Sevgili Peygamberimiz ona: "Bundan önceki halin sana zarar vermez." buyurdu Reislerinin pesinden Temim halki da akin akin islâm'a girdi.
Sâbit ibni Kays (r.a) Rabbinden çok korkan, onun gazabini çekecek her seyden uzak duran bir müttaki mü'mindi. Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) onu, korkudan titrerken gördü. "Neyin var Yâ Sâbit!" dedi. O da: "Mahvolmaktan korkuyorum." dedi. Efendimiz: "Niçin Ya Ebâ Muhammed!" dedi. Sâbit (r.a) da: "Allah Teâlâ, yapmadiklarimizla övülmeyi istemememizi emretti. Halbuki ben kendimi övülmeyi seviyor görüyorum. Allah bize büyüklenmeyi yasakladi ama ben kendimi begendigimi zannediyorum." diye cevap verdi! Bunun üzerine Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz onun korkusunu söyle gidermege çalisti: Sabit! Övülmüs olarak yasamaya, sehid olmaya ve Cennet'e girmeye razi olmaz misin?" dedi. Bu müjdeyle onun yüzü aydinlandi. Gülerek: "Evet isterim Yâ Rasûlallah!" dedi. Efendimiz: "iste bunlar senin için var.." buyurdu.
Yine o: "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bagirdiginiz gibi Peygambere yüksek sesle bagirmayin. Yoksa farkina varmadan, isledikleriniz bosa gidiverir" (Hucurat:2) ayeti nazil olunca evine çekildi. Rasûlullah'in mescidine gelmedi. Kendini, yaptiklarim bosa mi gidiyor diye hesaba çekti. Yanina gelenlere bu sebepten gelmedigini söyledi. Efendimiz bunu haber alinca ona adam gönderdi ve:
"Git ona söyle söyle. Sen cehennemlik degilsin. Cennetliksin..." buyurdu.
Ne hassasiyet!... Ne derinlik!... Ne iman!... Ne sevgi!... Allah'im bizleri de böyle hassas anlayisli ve titiz davranisli eyle!...
Sâbit ibni Kays (r.a) Hz. Ebû Bekir (r.a) devrinde Yemâme savasina katildi. Müseylime üzerine gönderilen orduda Ensar'li askerlerin kumandaniydi. O gün kefenini giydi. Hanut yagi sürerek bedenini kokuladi ve meydana atildi. Müslümanlarin hamiyetlerini kabartan, müsriklerin de korkularini çogaltan bir vurusmaya girdi. siddetli darbeler aldi. Fakat düsmanin da gücünü kirdi. Orada sehid düstü. Cenâb-i Hak sefaatlerine nail eylesin. Amin.
Mustafa ERIS

 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
SAİD BİN MUSEYYİB
(636 - 710m. )

Evliyalar Ansiklopedisi

Tâbiîn devrinde Medîne'de yetişen yedi büyük âlimden biri. İsmi, Saîd bin Müseyyib'dir. Annesi, Ümm-i Saîd binti Hakîm bin Ümeyye bin Hârise bin Evkas es-Sülemî'dir. Künyesi Ebû Muhammed Medenî'dir. Kureyş kabilesinin Mahzum kolundan olduğu için, el-Kuraşî ve el-Mahzumî de denilmektedir. Babası Müseyyib ile dedesi Hazn, Eshâb-ı kirâmdandır. 636 (H.15)yılında hazret-i Ömer'in hilâfetinden iki sene sonra doğdu. Hazret-i Osman'ın hilâfeti gençlik yıllarıydı. 710 (H.91)yılında Medîne'de vefât etti.Vefât târihi olarak başka rivâyetler de bildirilmektedir. Vefâtında yetmiş yaşını geçmişti.

Kendisinin ve çoluk çocuğunun ihtiyacını karşılayacak ve komşularına ve fakirlere yardım ve ihsanda bulunacak kadar malı vardı. Zeytinyağı ticareti yapardı. Vaktini ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirirdi. Hiçbir hükümdardan hediye kabul etmezdi.

Saîd bin Müseyyib, Tâbiînin büyüklerinden ve Medîne'deki yedi büyük âlimdendir. Bunlara "fukahâ-i seb'a" denirdi. Bu yedi âlim: Saîd bin Müseyyib, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr-i Sıddîk, Urve bin Zübeyr, Hârice bin Zeyd, Ebû Seleme bin Abdürrahman bin Avf, Ubeydüllah bin Utbe ve Ebû Eyyûb Süleymân bin Yesâr (r. aleyhim)idi. Bunlar Tâbiîn içinde, kendilerine çok sorulan ve en çok fetvâ veren âlimlerdi.

Saîd ibni Müseyyib, ilminin yanında takvâ, zühd ve verâsı ile de çok meşhur olmuştu. İbâdete çok düşkündü. Kırk defa hac yapmış, bütün namazlarını cemâatla kılmıştır. Elli yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kıldı.Yâni hiç uyumadı. Halîfe Abdülmelik bin Mervan, Saîd bin Müseyyeb'in kızını oğlu ve veliahdı Velid'e almak istediği halde o, Ebû Veda'a isminde sâlih, dînine bağlı bir fakire vermişti. Bu yüzden çok sıkıntılara katlandı.

Hadîs ve fıkıhtaki ilimleri, Eshâb-ı kirâmdan birçok zevat ile görüşerek, onların ilmî sohbetlerinde bulunarak elde etmiştir. O, hazret-i Ebû Bekr'den mürsel olarak, hazret-i Ömer'den, hazret-i Osman'dan, hazret-i Ali'den, Sa'd bin Ebî Vakkâs'tan, Abdullah ibni Abbâs'tan, Abdullah bin Ömer'den, Ebû Katâde'den, Ebû Hüreyre'den, hazret-i Âişe'den ve babasıMüseyyeb'den daha birçok Sahâbiden hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. En çok Ebû Hüreyre'den hadîs rivâyet etmiştir. Kendisinden de, oğlu Muhammed, Sâlim bin Abdullah bin Ömer, Zührî, Katâde, Ebü'z-Zemân, Târık binAbdurrahman ve daha pekçok âlim hadîs rivâyetinde bulunmuşlardır.

Kendisinin ilmini birçok âlim övmüştür. Onun için "Fakîhlerin fakîhi, âlimlerin âlimi" denilmiştir. Kendisi şöyle derdi: "Bâzan bir tek hadîs-i şerîfi öğrenmek için günlerce yolculuk ederdim." Çünkü hadîs-i şerîfte; "İlim talebi için evinden çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır" ve "İlim aramak için yola koyulan kimseye, Allahü teâlâ Cennet yolunu kolaylaştırır." buyrulmuştu. Onun ilmi hakkında Ali bin el-Medenî dedi ki: "Tâbiînin içinde ondan daha âlim birini bilmiyorum. O, Peygamberimizin sünneti böyle olmuştur dese, bu sana yeter!..." İmâm-ı Şâfiî: "Onun mürselleri, (Sahâbiyi saymadan bildirdiği hadîsleri), bizim için huccettir, sağlam bir delildir." demiştir.

Amr bin Meymun ibni Mihran babasından naklen şöyle anlatıyor: "Medîne'ye geldiğimde, şehir halkının en âlim olanını sordum. Bunun üzerine beni, Saîd bin Müseyyib'e gönderdiler."

Katâde bin Diame: "Helal ve haramı İbn-i Müseyyib'den daha iyi bilen birisini asla görmedim" dedi.

Muhammed bin İshak, Mekhul eş-Şâmî'nin şöyle naklettiğini söyledi: "İlim tahsili için bütün beldeleri dolaştım. Saîd bin Müseyyib'den daha âlim birisi ile karşılaşmadım."

"İbn-i Mende, el-Vasiyye adlı eserinde; "Saîd bin Müseyyib'in yanında idim. Bana hadîs-i şerîf bildirdi. Ona; "Ey Muhammed, bunu sana kim söyledi" dedim. "Ey Şamlı kardeşim, sormadan al. Zîrâ biz sika olan ravilerden hadîs-i şerîf alırız" dedi. Bütün âlimler, onun mürsel olarak bildirdiği hadîs-i şerîflerin sahih hadîs olduğunda ittifak etmişlerdi.

İbn-i Hibban da Kitâbüs-Sikât'ında; O, büyük bir fakih, dinde haramlardan çok sakınan verâ sâhibi bir velî, ibâdet, ahlâk ve fazilet bakımından Tâbiînin en büyüklerindendi. Hicaz halkının en fakihi, âlimi, rüyâ tabirinde insanların en üstünüydü. Kırk sene namazını, câmide cemâatla kılmıştır." diye bildirmektedir.

Fıkıh ilminde yüksek mertebelere kavuşmuştu. Resûlullah efendimizin bildirdiği bütün hükümleri, Ebû Bekir ve hazret-i Ömer'in ve hazret-i Osman'ın naklettiği bütün dînî hükümleri, ondan daha iyi bilen yok gibiydi. Basra'danHasan-ı Basrî, dinde bir müşkülü olunca, ona mektup yazardı. Medîne'de herkes, ona gelip fetva ister, haram ve helâli öğrenirlerdi. Bunu, İbrâhim bin Sa'd, babasından naklederek bildiriyor.

Mânevî bir heybete sâhipti. Yanına varmak istiyenler, vâlilerin huzuruna çıkar gibi, ziyâret için izin isterlerdi.

Hep hikmetli konuşurdu. Sözleri veciz olup, kalblere tesir ederdi. Dinden kıl ucu ayrılmaz, önce nefsine nasihat ederdi. Gece olunca, nefsini muhatab alır, ona: "Ey bütün şerrin yuvası, kalk bakalım. Allah'a yemin olsun, seni yorgun bir deve haline getirip bırakacağım." der. Sabaha kadar ibâdet ederdi. Bu sebeple ayakları şişerdi. Bu defâ da nefsine; "İşte böyle olacaksın; aldığın emir bu yoldadır ve bunun için yaratıldın" derdi.

Hikmet dolu sözlerinden bâzıları şunlardır:

"Dünyâyı toplıyan bir kimsenin niyyeti, dînini korumak, yakınlarına bakmak, ibâdet için kuvvet kazanmak değilse, onda hayır yoktur."

"Kırk yıldır, farzı cemâatle kılmağı bırakmadım. Otuz yıldır müezzin ezân okurken, ben mescidde olurum."

Yaşı yetmişi geçmişti. Yine de; "Bana göre, en çok korkulacak şey, kadınlardır. Şeytan bir adamı, başka yollardan aldatamayınca, ona kadın ile yaklaşmaya çalışır." buyururdu.

"Hangi şerif, hangi âlim, hangi fâzıl olursa olsun, mutlaka bir aybı vardır. Ama öyleleri vardır ki, ayıplarını anlatmak doğru olmaz. Bir kimsenin fazilet tarafı, eksik tarafından çok olursa, eksiği fazileti için bağışlanır."

Gıybet hakkını helâl et, diyenlere, o: "Onu ben haram etmedim ki, helâl edeyim, onu haram eden Allahü teâlâdır. Sonuna kadar da haramdır" derdi. "Kırlarda namaz kılan kimsenin, sağında ve solunda iki melek durur ve onunla kılarlar. Ezan okur ve kâmet getirirse arkasında dağlar gibi melekler saf bağlar."

"Yemin karışmayan manifatura ticâreti kadar hoşuma giden hiçbir ticâret yoktur". Nitekim hadîs-i şerîfte de; "Ticâretin en hayırlısı bezzazlık yâni kumaş ve elbise ticâreti; san'atın en güzeli de terziliktir" buyrulmuştur.

"Geçmiş ümmetlerin hıyânet yapmalarına, kâfir olmalarına sebep, şarap içmekti."

"Dünyâ malını toplayıp da, her türlü fenalıkta bulunanlarda hayır yoktur."

"İnsanların hepsi Allahü teâlânın muhâfazası altındadır. O, insanlar için bir şey dilerse, buna kimse mâni olamaz."

"Hazret-i Ali ile Medîne kabristanına geldik. Selâm verip, (Halinizi bize bildirir misiniz? Yoksa biz mi hâlimizi haber verelim)dedi. Bir ses işittik (Ve aleykesselâm yâ Emîr-el müminîn. Bizden sonra olanları sen söyle!)dedi.

YEDEK SERMÂYE

Saîd ibni Müseyyib bildirdi ki: Dindar dost aramağı teşvik etmek üzere hazret-i Ömer şöyle buyurmuştur: "Sâdık dost bul ve onların arasında yaşa!Dürüst ve samimi arkadaşlar, genişlikte süs ve ziynet; darlıkta yedek sermayedirler. Dostunun sana düşen işini güzelce gör ki, lüzumunda sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun. Düşmanından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak emin olanları seç. Emin olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır. Kötü insanlarla düşüp kalkma, onlardan kötülük öğrenirsin. Onlara sırrını verme, ifşâ ederler. İşlerini, Allah'tan korkanlara danış ve onlarla istişâre et."

1)Şevâhidün-Nübüvve; s.281

2)Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.375

3)Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.5, s.119

4)Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.161

5)Tehzîb-üt Tehzîb; c.4, s.84

6)Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.94

7)El-A'lâm; c.3, s.102

8)Menhel-ül Azbül Mevrûd; c.2, s.175

9)Meşâhir-i Eshâb; s.80

10)Tam İlmihâlSeâdet-i Ebediyye; (49. Baskı)s.1137
11)İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.27
 

_Resul_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ocak 2007
Mesajlar
8,169
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Gözü Yasli, Yufka Yürekli Bir Sahâbî
Seddad ibni Evs-radiyallahu anh
kaaba2.jpg

Seddad ibni Evs radiyallahu anh âbid, zâhid bir zât... Allah korkusundan kalbi ürperen, devamli vücudu titreyen ve derin tefekküre dalan bir yigit... Gece yattigi zaman ilâhi rahmetin enginligini düsünen ve ilâhi azâbin siddetini de unutmayan bir zâhid...
O, Medineli müslümanlardandir. Hazrec kabilesinin Neccar koluna mensuptur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin sâri Hassan'in yakin akrabasi. Babasi Evs ibni Sâbit, Akabe'de islâm'la sereflendi. Bedir harbine istirak etti. Uhud'da sehid oldu. Annesi Harime de müslümandi. seddat böyle güzel bir muhitte, müslüman bir aile ocaginda yetisti. Genis bir ilme sahipti.
Ubâde ibni Sâmit (r.a) onun, ilmî konularda herkesin kendisine basvurdugu zâhir ve bâtin ilimlerine vâkif bir ilim eri oldugunu söyler. seddat (r.a)'in ilmi ve hilmini "Mecmeu'l-bahreyn" olarak tavsif eder.
O, yumusak huylu, açik sözlüydü. Agzindan lüzumsuz bir söz çikmazdi. Bir defasinda agzindan bir söz kaçmisti. Zaman kaymetmeden su açiklamayi yapti: "islâm'a girdigim günden beri sözlerimi dikkat ederek söylemege çalistim. Fakat bu söz nasil oldu agzimdan kaçti. Onu aklinizda tutmayin." dedi. Riyadan, gösteristen de çok sakinirdi. Namazlarindan sonra duâ ve istigfari çok yapardi. Sik sik tefekküre dalardi. Allah korkusuyla kalbi ürperir ve: "Ya Rabbi! Cehennem atesini düsündükçe uykum kaçiyor." derdi. Saman üzerindeki dâne gibi sabahlardi.
O, son derece halim selimdi. Kalbi rakik; yufka yürekli ve gözü yasliydi. Birgün aglarken görüldü. Kendisine: "Niçin agliyorsun?" diye soruldu. O da: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir hadisini hatirladim da onun için agliyorum." dedi. Rasûlullah (s.a) bu hadisinde: "Ümmetim için sirk ve gizli sehvetten korkuyorum." buyurdu. O zaman ben: "Ya Rasûlallah! Ümmetin senden sonra sirke düsecek mi?" diye sordum. Resûl-i Ekrem (s.a): "Evet, dediler. Gerçi onlar günese, aya ve puta tapmayacaklar, fakat islerinde riyakârlik yapacaklar. (Allah için degil de ondan baskalarinin rizasi için hareket edecekler) Gizli sehvet ise sudur: Onlardan biri, oruç tutar, oruçlu olur. Sonra sehvete sebeb bir seyi görür ve orucunu bozar." buyurdu.
seddat ibni Evs (r.a) islâm'in emir ve nehiylerine uymakta çok titizdi. Hayatinda tatbik eder, taviz vermezdi. Çevresine de Allah Teâlâ'nin emir ve yasaklarini güleryüzle, tatli dille anlatirdi. Her firsatta teblig vazifesini unutmazdi. 50 kadar hadis-i serif rivayet etti. Râvileri arasinda sâm'in en güzîde ricâli vardi. Ogullari, Ya'lâ ve Muhammed ile Mahmud bin Lebid, Mahmud bin Rebi', Abdurrahman bin Ganem, Besir bin Ka'b bunlardan bazilaridir.
Onun rivayet ettigi hadislerden bir kaç tanesi söyledir:
Ebû Es'as es-Sagani rivayet ediyor: "sam Cami-i serifine gitmistim. Orada seddat ibni Evs ile karsilastim. Bir yere gidecekti. Nereye gidecegini sordum. O da; Hasta bir arkadasini ziyaret edecegini söyledi. Ben de kendileriyle gelebilecegimi söyledim. Beraber gittik. Oraya varinca hastaya durumunun nasil oldugunu sordu. Hasta: "Nimet içerisinde oldugunu" söyledi. Bunun üzerine seddad: "Günahlarinin affedildigini sana müjdelerim. Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu isittim." dedi ve Efendimizden duydugu hadis-i kudsîyi nakletti: "Allah Teâlâ buyurur ki: Mü'min olan kullarimdan birini imtihan ettigim zaman, o bu imtihani hamd ile karsilarsa, anasindan dogdugu günki gibi günahlarindan temizlenmis olur." buyurdu.
seddat ibni Evs (r.a) iki Cihan Günesi efendimizden ayrilmazdi. Yasi küçük oldugu için savaslarda bulunamadi ise de onun muhabbetiyle hep beraberdi. Birgün bir arada iken, Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz: "Yanimizda yabanci birisi var mi?" diye sordu. Biz de: "Yok Ya Rasûlallah dedik. Kapinin kapatilmasini isaret ettikten sonra: "Ellerinizi kaldiriniz, Lâ ilâhe illallah deyiniz." buyurdu. Bir müddet bu sekilde kelime-i tevhide devam etti. Sonra mübarek ellerini indirdi ve; "Sana hamd olsun yâ Rabbi! Beni bu kelime ile gönderdin. Bana onu emrettin. Bana, onunla cenneti va'dettin. Sen va'dinde hulf etmezsin. Va'dinde duran yalniz sensin." buyurdu. Bu sözlerden sonra bize: "Sizi müjdelerim Allah teâlâ sizi magfiret buyurdu. Hepinizi bagisladi." dedi.
Birgün o yine Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizden hadis naklediyordu. Onun söyle buyurdugunu isittim. "Kim riyâ ile namaz kilar, oruç tutar, sadaka verirse, o Allah Teâlâ'ya ortak kosmus olur." buyurdu demisti. Avf ibni Mâlik ona: "Böyle bir adamin amelinden halis olani ayrilarak kabul olunmaz mi?" diye sordu. seddad (r.a) da su hadis-i kudsiyi nakletti: "Müsrik olan insanin çogundan da, azindan da zâti-i kibriya müstagnidir."
Yine rivayet ettigi hadislerden bir tanesinde: "Ey insanlar Dünya, hazir bir meta'dir. Ondan iyiler de kötüler de yer. Âhiret haktir. Orada Allah Teâlâ hükmeder. Ey insanlar! Sizler âhiret adami olunuz. Âhireti düsünüp ona hazirlaniniz. Dünya adamlarindan olmayiniz. Âhireti unutup dünyaya dalanlardan olmayiniz. Siz, Allah'dan korkarak amel yapiniz. Biliniz ki, amellerinize göre arz olunursunuz. Allah Teâlâ'ya mutlaka kavusacaksiniz. Kim zerre miktar hayir yaparsa, onun karsiligini görür. Kim de zerre kadar kötülük islerse onun karsiligini görür. Cezasini çeker."
seddad ibni Evs (r.a) ömrünün sonlarina dogru sam, Filistin, Beytül Makdis ve Humus'ta bulundu. Bu havâlide ilimle ugrasanlar hep ona müracaat ederdi. 58. hicri yilinda yetmis bes yaslarinda iken Kudüs'te vefat etti. Cenab-i Hak sefaatlerine nâil etsin. Amin.
Mustafa Eris

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt