Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Müziği dine sokmak (1 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
teşekkür ederim,


Haram olan zevkler var ,bir de helal olanlar varyoksa din zevksiz bir yaşam, tuzsuz bir çorba demek değildir
Hz. Ayşe (ra) de spor yapardı, Peygamberimiz (sav) , Sahabeler yarışmalarda iştirak ederdi...
Burada bahsedilen şehevi duyguları tahrik ettiren müziktir.

Müzik fiziki açıdan bir gürültüdür, sestir, boğazdan çıkan ses ile müziki aletten çıkan ses arasında frekans farkı var sadece...insan kalıbı balçıktan ,neyde kamıştandır...


Önemli olan insanın şeytani, şehevi duygulardan kaçınmasıdır.

Bu yüzden Hz. İmam Gazali "müzik aşıkın aşkını fasıkın de fıskını artırır"

kısaca "her küp içindekini sızdırır" ...

Allaha emanet olun
 

TEVHİD_GÜLÜ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Nis 2008
Mesajlar
78
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
ben de neshidler dinliyorum ,marşlar falan ben de çoşkulu müzikli olanları sevmiyorum en iyisi sohbet dinlemek ,kuran dinlemek:)
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
نعىمة;687215' Alıntı:
Hayır, Ayrıca İmanda artar ve Eksilir Ehli Sünnet Alimlerine Göre ,hadislere göre bu sitede ise aksi yazıyor..

Herşey doğru tercüme edilmiştir...ben arabçasını de okudum

Allahın zikrine vesile olanın haram olması mümkün değildir ! Allahı zikir haram değildir farzdır !

CEVAP
Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine kalbin inanması ve inandığını dil ile söylemesi demektir. Bu bilgilerin her birini araştırmak ve anlamak lazım değildir. Mutezile fırkası, herbirini anlayıp inanmak lazımdır dedi. Ayni, Buhari şerhinde diyor ki, en derin âlimler, mesela Ebül-Hasen Eşari, kadi Abdülcebbar Hemedani Mutezili, üstad Ebül-İshak İbrahim İsferaini ve Hüseyn bin Fadl ve daha birçokları, (İman, açıkça bildirilmiş olan şeylere yalnız kalb ile inanmaktır. Dil ile söylemek ve ibadetleri yapmak iman değildir) dediler. Sadeddin-i Teftazani de (Şerh-i akaid) kitabında böyle söylüyor ve Şems-ül-eimme ve Fahr-ul-islam Ali Pezdevi gibi âlimlerin dil ile ikrar etmenin de lazım olduğunu söylediklerini bildiriyor. Kalbdeki imanı dil ile söylemek, müslümanların, birbirlerini tanımaları için lazımdır. Söylemeyen de mümindir. Ameller, ibadetler, imandan parça değildir. Âlimlerin çoğu, mesela imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri böyle buyurdular. İmam-ı Şafi’i ve bazı âlimlerin iman; inanmak, söylemek ve ibadetleri yapmak demeleri olgun olan imanı bildiriyor. Müminim diyen kimsenin imanlı olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir.

Rükneddin Ebu Bekir Muhammed Kirmani Buhari şerhinde diyor ki, ibadetler imandan sayılınca, iman azalır ve çoğalır. Fakat, kalbdeki iman azalmaz ve çoğalmaz. Azalan, çoğalan bir inanış iman olmaz, şüphe [zan] olur. İmam-ı Nevevi inanılacak şeyleri inceleyerek, sebeplerini anlamakla iman artar. Ebu Bekri Sıddıkın imanı ile, herhangi bir kimsenin imanı bir değildir dedi. Bu söz, imanın kuvvetli ve zayıf olmasını göstermektedir. İmanın kendisi azalır ve çoğalır demek değildir. Hasta insanla, sağlam insanın kuvvetlerinin bir olmaması gibidir. Her ikisinin de insanlığı birdir. İnsanlıklarında azlık çokluk yoktur.

İmanın azlığını çokluğunu bildiren âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri, imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri şöyle açıklamaktadır:
Eshab-ı kiram imana gelince, her şeye topluca inanmıştı. Sonra, zaman zaman birçok şeyler farz oldu. Bunlara birer birer inandılar. İmanları böylece, zamanla çoğaldı. Bu hal, yalnız Eshab-ı kiram içindir. Sonra gelen müslümanlar için, imanın böyle artması düşünülemez.

Sadeddin-i Teftazani hazretleri buyuruyor ki:
Kısaca bilenlerin kısaca inanmaları, etraflı ve inceliklerini bilenlerin etraflı inanmaları lazımdır. İkincilerin imanları, birincilerinkinden elbet çoktur. Fakat, birincilerinki de, tam imandır. İmanları noksan değildir. (Şerh-i akaid)

İmam-ı Matüridi hazretleri buyuruyor ki:
İbadetler imana dahil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tembellikle yapmayan kâfir olmaz. Mümin ne kadar büyük günah işlerse işlesin imanı gitmez.
Ancak farzlara ve haramlara, olduğu gibi inanmak lazımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeye kalkışmak imanı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmaya sebep olur.

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Sözün kısası, imanın kendisi azalmaz ve çoğalmaz. İmanın kuvveti çoğalır. İbadetlerin az veya çok olması ile imanın kemali, kıymeti değişmektedir. İmanın azalıp çoğalacağını bildiren âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere böyle mana verilmiştir.
Vehhabilerin ibadetleri kabul edip de, tembellikle yapmayana kâfir, müşrik demeleri, Ehl-i sünnet olmadıklarını göstermektedir. (Hadika)

Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Mutezile [ve vehhabiler], ibadetleri imanın parçası saydı. İbadet yapmayanın imanı yoktur dedi.
İbadetler, imanı olgunlaştırır, güzelleştirir. Ağacın dalları gibidir. İman ibadet yapmakla çoğalmaz ve günah işlemekle azalmaz. İmam-ı a’zam Ebu Hanife ve imam-ı Malik ve imam-ı Ebu Bekir Ahmed Razi ve birçok derin âlimler böyle söylediler. Çünkü, iman tam inanmak demektir. Bunun azalması çoğalması olmaz. Bir kalbdeki imanın çoğalması demek, bunun tersi olan küfrün azalması demektir. Böyle şey olamaz. İman azalır çoğalır diyen Ehl-i sünnet âlimlerinin bu sözlerinin, imanın kendisinin azalıp çoğalması değil, kuvvetinin azalıp çoğalması demek olduğunu (Mevakıf) kitabı açıklamaktadır. Çünkü, Peygamberin imanı ümmetinin imanı gibi değildir. İşittiklerini aklı ile, ilmi ile inceleyenin imanı, işitmekle inananın imanı gibi değildir. [Evliyanın imanı, tasavvuftan haberi olmayanların imanları gibi değildir.] İbrahim aleyhisselamın kalbinin itminan, yakîn hasıl etmesini istediğini Kur’an-ı kerim bildiriyor. (Berika)

İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri buyuruyor ki:
Yerde ve göklerde bulunanların imanları, inanılacak şeyler bakımından azalıp çoğalmaz. İtminan, yakîn bakımından azalıp çoğalır. Yani, imanın kuvveti artıp azalır. Fakat yakîni, kuvveti hiç bulunmazsa, iman olmaz. (Fıkh-ı ekber)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. İbadetleri, Allahü teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı, imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. Cilası, parlaklığı çok olan imana çok dediler. Bunlar, sanki, cilalı olmayan imanı, iman bilmedi. Cilalılardan bazısını da, iman bilip, fakat az dedi. İman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. Cilası çok olup, cisimleri parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan daha çoktur demeye benzer. Başka birisi de, iki ayna müsavidir. Yalnız, cilaları ve cisimleri göstermeleri, yani sıfatları başkadır demesi gibidir. Bu iki adamdan birincisi, görünüşe bakmış, öze, içe girmemiştir. (Ebu Bekir’in imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. (Mektubat, m.266)

İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:
İmanın artması, devam etmesi, çok zaman sürmesi demektir. İmanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demektir. Mesela, Eshab-ı kiram, önce az şeylere inanırlardı. Yeni emirler gelince, imanları çoğalırdı. [Ayrıca zamanla nesh edilen hükümler yüzünden de imanları yani iman edilecek hususları azalırdı. Bu şekilde imanın artması ve azalması, yani iman edilecek hususların artıp azalması sadece eshab-ı kiram efendilerimize mahsus olup, bu da, Peygamber efendimizin ahirete irtihaline kadardır.] İmanın artması demek, kalbde nurunun artması demektir. Bu parlaklık, ibadet ile artar. Günah işlemekle azalır. (Şerh-ı Mevakıf, Cevheret-üt-tevhid)

İman, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdik yönünden parlaklığı, kuvveti artar ve eksilir. Müminler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine eşittir. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdır.

Ehl-i kıbleden olanı tekfir etmemek [namaz kılana kâfir dememek], kimseyi imandan uzaklaştırmamak, marufu [iyilikleri] emredip, münkerden [kötülüklerden] sakındırmak gerekir.

Günahkâr Müslümana kâfir denmez. Küfür hariç, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mümin olarak ölen kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennemde azap eder, dilerse affeder, hiç azaba uğratmaz.

İmam-ı a’zam hazretleri, âlimlerle otururken biri gelip, (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içerek sarhoş olsa ve zina etse imanı gider mi?) dedi. Bunu işiten âlimlerin hepsi bu suali sorana kızarak, (Bunu sormaya ne lüzum var? Elbette imanı gider, kâfir olur) dediler. İmam-ı a’zam hazretleri, (O kimse, çok büyük günahlar işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu.
Yine buyurdu ki, ameller imandan parça değildir. İman, inanmak demektir. İnanmakta azlık çokluk olmaz. İbadetler, iman olsaydı, iman azalıp çoğalırdı.

Amel x ihlas
Mutezile, Vehhabi ve benzeri akılcı gruplara göre ibadetler imandan bir parçadır. Onlara göre günah işleyen ve farzları yapmayan kâfir olur, yani iman X amel diyorlar. Bunlardan birisi sıfır olursa netice de sıfır olur diyorlar. Yani imansız amel de amelsiz iman da makbul değil diyorlar.
Ehl-i sünnete göre ise, amelsiz iman makbul, imansız amel makbul değildir. Ehl-i sünnete göre amel X ihlas denebilir. Ancak amel işlemeden, (Param olsaydı şu fakire yardım ederdim diye ihlasla düşünen de, vermediği halde, amel işlemediği halde ihlaslı niyetinden dolayı sevaba kavuşur.

Bir kimsenin ihlası ne kadar çoksa, amel ile çarpılınca netice büyük olur. Bizim ihlasımız 1 ise, bin fakire birer ekmek versek, 1x1000 = bin sevap eder. Eshab-ı kiramın ihlası çok kuvvetli olduğu için, mesela onların ihlası 1 milyon olsun, bir fakire bir ekmek verse bir milyon sevap alır. Nitekim hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç kadar arpa sadakasının sevabına kavuşamaz.) [Buhari]

Eshab-ı kiramın imanları çok kuvvetli ve ihlasları çok fazla olduğu için böyle sevaplara kavuşuyorlar. Eshab-ı kiramdan biri diğerinden daha yüksek idi. Bunun için Hazret-i Ebu Bekir’in verdiği bir avuç hurmanın sevabı ile diğer sahabeden birinin vereceği sevap arasında dağlar kadar fark vardır. Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Benden sonra, Eshabımın ihtilaf edecekleri meseleler hakkında sual ettim. Rabbim bana “Senin eshabın benim yanımda gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı diğerinden daha parlaktır. Onlardan birisine uyan hidayet üzerindedir” buyurdu.) [Deylemi]

İman ya vardır ya yoktur, ibadetlerin kıymeti ise imana bağlıdır
İman ile ibadetlerin, yani inanmak ile bunları yapıp yapmamanın ayrı şeyler olduğunu, imanın artıp azalmayacağı, artıp azalanın imanın kuvveti, nuru, parlaklığı olduğu hususunu nakli deliller ile arzettik. Şimdi herkes tarafından kolay anlaşılması için, yukarıda doğru imanın önemi bahsinde arzettiğimiz misali değişik bir şekilde verelim:

İman ayrı, ibadetler ayrı
Kağıda rakamla 1.000.000 (bir milyon) yazalım. Burada yer alan (0)ların kıymeti (1) rakamına bağlıdır. (1) rakamını çekersek, bu sıfırların hepsi sıfır olur, yani bir kıymet ifade etmez. İşte (iman) ve (ibadetler) de bunun gibidir. İman (1) rakamına benzer. Diğer ibadetler, hayır hasenatlar (0) rakamına benzer. İman varsa diğer ibadet ve iyi işlerin bir kıymeti olur. İman yoksa bunların hiçbir kıymeti yoktur. Yukarıdaki örnekte (1) rakamını çekince, diğerlerinin değerinin (0) olduğu gibi, imanı çekince de ibadetlerin bir kıymeti yoktur. Demek ki iman ayrı, ibadetler ayrıdır. Yani ibadetlerin kıymeti imana bağlıdır.

İman değil, kuvveti nuru parlaklığı artar
Yukarıdaki örneğe devam edelim. Kağıda (1) rakamını yazalım. Yanına bir (0) koyunca 10 olur, iki (0) koyunca 100 olur. Yani (0) koydukça değeri artar. (0) koyarak arttırdığımız bu sayıdan, (0) silmeye başlarsak o sayının değeri azalır. Bu değerin artması ve azalması (1) rakamına bağlıdır. Yani (1) varsa bunların bir kıymeti olur. Artan azalan ise bu (1) rakamı değil, onun değeri, kuvvetidir.

İşte (imanın nurunun artması azalması da) bunun gibidir. İman (1) rakamına benzer. Diğer ibadetler, hayır hasenatlar (0) rakamına benzer. İmanın yanına ibadet ve hayırlı işleri koyunca, yani bunları yapınca imanın kuvveti, nuru, parlaklığı artar. İbadeti terk etmekle, günah işlemekle, kötü işlerle kuvvetinin, nurunun, parlaklığının azalması da bunun gibidir. Artan azalan imanın sayısı değil, imanın kuvveti, nuru, parlaklığıdır. İmanın kuvvetini, nurunu, parlaklığını arttırmak veya azaltmak herkesin ilmine, ihlasına, gayretine vs. bağlıdır. Halbuki iman böyle değildir, ya vardır ya yoktur.

İmam-ı Eşari hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâya ve Peygamber efendimizin iman etmeye davet ettiği şeylere iman eden kimseleri, küfürden başka hiçbir günah imandan çıkarmaz, imanlarını, ancak küfür giderir. Ehl-i kıble, günahları sebebiyle imandan çıkmayıp, dinin bütün emirleriyle mükelleftirler.

Ehl-i kıbleden olup, günahkâr olanları da, Allahü teâlâ Maide suresi 6. âyet-i kerimesinde, (Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzünüzü ve ellerinizi (dirseklerinizle beraber) yıkayın, başınızı mesh edin ve ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın) buyurarak, mümin diye isimlendirmiştir. Eğer akidesi bozuk olan Kaderiyye'nin [ve vehhabilerin] dediği gibi günahkârlar, günahları sebebiyle imandan çıkmış olsalardı, onlara abdest farz olmazdı. Allahü teâlânın hitabı da bütün müminlere değil, yalnız itaat edenlere olurdu. Yine Allahü teâlâ, Cuma suresi 9. âyet-i kerimesinde mealen (Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman, Allah’ın zikrine (hutbe dinlemeye) namaz kılmaya) koşunuz. Alışverişi bırakın) buyurdu. Bu hitabı yalnız itaat edenlere tahsis buyurmadı. Bu hitap aynı zamanda günahkârları da içerisine almaktadır. (Risaletün ila ehli's-sagr)


İman azalıp çoğalmaz .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
İman artıp eksilir mi?
Sual: Bazı muteber kitaplarda iman artar diye okuyoruz. İman artar mı?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlara [iman edenlere], [Düşmanlarınız] “Size karşı bir ordu topladı, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” dediler.) [Al-i İmran 173]

(Müminler, Allah anılınca kalbleri ürperen, âyetler okununca, imanları artan ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.) [Enfal 2]

(Bir sure inince onlardan [Münafıklardan] bir kısmı, [alay ederek] “Bu sure hanginizin imanını artırdı?” derler. İman edenlerin ise, [her inen sure] imanlarını artırır.) [Tevbe 124]

(O [Allah] imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalblerine güven verdi.) [Fetih 4]

(Cehennemin görevlilerini yalnız meleklerden kıldık. Meleklerin sayısını [19 olarak] bildirmekle de, inkârcılar için bir fitne [imtihan] yaptık. Böylece inananların imanlarının artmasını sağladık. İnkârcılar “Allah bu misalle ne demek istiyor ki" derler. İşte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir.) [Müddessir 31]

Bu âyetlerde imanın arttığı bildiriliyor. İman, belli olan altı esasa inanmaktır. Bu altı esas azalıp çoğalmaz. Âlimler, imanın artması, parlaklığının, nurunun, kuvvetinin artmasıdır diye açıklıyorlar.

Mesela İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubat kitabında buyuruyor ki:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife, (iman artmaz ve azalmaz) buyuruyor. Çünkü iman, kalbin tasdîk etmesi, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan bir inanışa, inanmak değil, zan ve vehim denir. imanın kâmil veya noksan olması, ibadetlerin çok ve az olması demektir. İbadet çok olunca, imanın kemâli çok denir. O halde, müminlerin imanları, Peygamberlerin imanları gibi olmaz. Çünkü, bunların imanları ibadetler sebebi ile kemâlin tepesine varmıştır. Diğer müminlerin imanları oraya yaklaşamaz. Her ne kadar, her iki iman, iman olmakta ortak iseler de, birincisi, ibadetler vasıtası ile, başka türlü olmuştur. Sanki aralarında benzerlik yoktur. Müminlerin hepsi, insan olmakta, Peygamberler ile ortaktır. Fakat, başka kıymetler, üstünlükler bunları yüksek derecelere çıkarmıştır. İnsanlıkları, sanki başka türlü olmuştur. Sanki, müşterek olan insanlıktan daha yüksek insandırlar. Belki, insan bunlardır. Başkaları sanki insan değildir. (2/67)

Bir hadis-i şerifte, (Ebu Bekr-i Sıddıkın imanı, bu ümmetin hepsinin imanlarının toplamından daha ağırdır) buyuruldu. Bu da, imanın nuru, parlaklığı bakımındandır. Fazlalık, asılda, özde değil, sıfatlardadır. Nitekim, Peygamberler de, herkes gibi insandır. İnsanlık bakımından, arada fark yoktur. Fark, kâmil, üstün sıfatlardan ileri gelmektedir. Üstün sıfatları olmayan, sanki olanlardan ayrıdır. Bununla beraber, insan olmakta hepsi birdir. Aralarında azlık, çokluk yoktur. İnsanlık, azalır, çoğalır denilemez. İmanın doğrusu, kalbin tasdiki, yani inanmasıdır. Zan ve şüpheye, iman denmez. (1/266)

İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiram, her şeye topluca inanmıştı. Sonra, zamanla birçok şeyler farz oldu. Bunlara birer birer inandılar. İmanları böylece, zamanla çoğaldı. Bu hal, yalnız Eshab-ı kiram içindir. Sonra gelen Müslümanlar için, imanın böyle artması düşünülemez. (Hadika)

İman azalıp çoğalmaz .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Pandora

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2008
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Ney islam tasavvuf müziğini sembolize eder, ezan da segah makamında okunuyordu yanlış hatırlamıyorsam. İlahiler vb… Zaten islam müziğe yer vermiştir. Kuran’ın bile kendine özgü musikisi vardır.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Ney islam tasavvuf müziğini sembolize eder, ezan da segah makamında okunuyordu yanlış hatırlamıyorsam. İlahiler vb… Zaten islam müziğe yer vermiştir. Kuran’ın bile kendine özgü musikisi vardır.

Tevbe tevbe. o nasıl söz arkadaşım.

Tesavvuf musikisi diye bir şey yoktur islamiyette.

Dikkat edin bakın. Adam tasavvufu inkar eder. İşine geldiği zamanda tasavvuf musikisi diye bir şey savunur. Hakiki tasavvuf büyüklerinin müzikle çalgıyla vs. hiç alakaları yoktur. Böyle söylemek o büyüklere iftira olur. Son seksen , doksan senedir, yaygınlaştırılmaya çalışılan bir şey.
 

Pandora

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2008
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
-İlahi dinlemiyor musunuz?

-Kur'an düz yani yalın olarak mı okunuyor? Kendine göre farklı bir okunuş tarzı var. Hüzünlü bir eda ile okunması önerilmiştir.

-Hz. Muhammed neden ezanı Bilal-i Habeşi'ye okutmuş. Sesi güzel olduğu için değil mi?


Şimdi tüm bu yazdıklarım musikiye İslamın karşı durmadığını gösterir.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
-İlahi dinlemiyor musunuz?

-Kur'an düz yani yalın olarak mı okunuyor? Kendine göre farklı bir okunuş tarzı var. Hüzünlü bir eda ile okunması önerilmiştir.

-Hz. Muhammed neden ezanı Bilal-i Habeşi'ye okutmuş. Sesi güzel olduğu için değil mi?


Şimdi tüm bu yazdıklarım musikiye İslamın karşı durmadığını gösterir.

İlahi dinliyorum ama çalgılı ilahi dinlemiyorum elhamdülillah.

Yanlış anlaşılmasın biz müsikinin (çalgı aletlerinin) caiz olmadığını nakletmek istiyoruz. Yoksa güzel sese bir şey dediğimiz yok. Yasak olan çalgı aletleriyle okunmasıdır. Sadece güzel erkek sesi caizdir.

Aşağıdaki linkte örnekleri çoktur. Sizede tavsiye ederim.

Dualarınızı beklerim.

http://forum.islamiyet.gen.tr/ilahiler-ve-ezgiler/59517-calgisiz-ilahiler.html
 

Pandora

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2008
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Yorumsuz:

Hz. Âişe Validemizin evinde kadınlar toplanıp tef çalıp eğlenirlerken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz içeri girmiş, onlara bir şey demeden çekilip bir köşede uzanarak uyumak istemişti. Tam bu sırada Ebûbekir Sıddık içeri giriyor ve çalgı seslerini işitince üzülüyor, onları azarlayarak «Peygamber Efendimizin huzurunda caz ve sazın yeri mi olur?» diye uyarıda bulunuyor. Bunun üzerine Efendimiz yüzünün üstündeki örtüyü kaldırarak, «Ya Ebabekir! Herkesin bir bayramı var, onda eğlenirler, vazgeç bunlar da kendi bayramlarında eğlensinler.» buyurarak bunun bir aşırılık olmadığını belirtiyor.
 

Dizayn

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2006
Mesajlar
83
Tepki puanı
0
Puanları
56
Yorumsuz:

Hz. Âişe Validemizin evinde kadınlar toplanıp tef çalıp eğlenirlerken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz içeri girmiş, onlara bir şey demeden çekilip bir köşede uzanarak uyumak istemişti. Tam bu sırada Ebûbekir Sıddık içeri giriyor ve çalgı seslerini işitince üzülüyor, onları azarlayarak «Peygamber Efendimizin huzurunda caz ve sazın yeri mi olur?» diye uyarıda bulunuyor. Bunun üzerine Efendimiz yüzünün üstündeki örtüyü kaldırarak, «Ya Ebabekir! Herkesin bir bayramı var, onda eğlenirler, vazgeç bunlar da kendi bayramlarında eğlensinler.» buyurarak bunun bir aşırılık olmadığını belirtiyor.

Sayın Pandora rica etsem kaynak alabilirmiyiz kaynaksız hadis-i şerifler nakil konusunda problem olabilir.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Cariyelerin şarkı söylemesi

Cariyelerin şarkı söylemesi

Yorumsuz:

Hz. Âişe Validemizin evinde kadınlar toplanıp tef çalıp eğlenirlerken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz içeri girmiş, onlara bir şey demeden çekilip bir köşede uzanarak uyumak istemişti. Tam bu sırada Ebûbekir Sıddık içeri giriyor ve çalgı seslerini işitince üzülüyor, onları azarlayarak «Peygamber Efendimizin huzurunda caz ve sazın yeri mi olur?» diye uyarıda bulunuyor. Bunun üzerine Efendimiz yüzünün üstündeki örtüyü kaldırarak, «Ya Ebabekir! Herkesin bir bayramı var, onda eğlenirler, vazgeç bunlar da kendi bayramlarında eğlensinler.» buyurarak bunun bir aşırılık olmadığını belirtiyor.


Sual: Buhari ve Müslim’de bildiriliyor ki: Hazret-i Âişe anlatır:
"Bayram günü iki cariye, kahramanlık şiirlerini def çalarak terennüm ediyordu. Resulullah yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra babam [Hazret-i Ebu Bekir] içeri girdi. (Bu ne hâl, Resulullahın huzurunda şeytanın düdüğü ve sesi ne arıyor?) diye beni azarlayınca, Resulullah (Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır) buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca cariyelere işaret ettim, dışarı çıktılar.”
Bu olay, kadınların erkeklerle beraber oturmasının, çalgı çalmasının, şarkı söylemesinin ve seslerini erkeklere duyurmasının helal olduğunu gösteriyor mu?
CEVAP
Kesinlikle göstermez. Yukarıdaki ifadeleri İslam âlimleri nasıl açıklıyor, ona bakalım:
1- Şiir okuyan veya şarkı söyleyenler, hür kadın değil cariyedir. Cariyelerin saçlarını, kollarını açmaları seslerini erkeklere duyurmaları günah değildir. Hatta efendisiyle nikaha lüzum görmeden ilişkiye girmeleri de caizdir. Çünkü cariyenin dindeki statüsü farklıdır. Cariyeyi örnek gösterip, hür kadınlara da bunların mubah olacağını söylemek Müslüman’ım diyen kimseye yakışmaz.

2- Hazret-i Ebu Bekrin, def için şeytanın düdüğü demesi, çalgının mubah olmadığını gösterir. Bu ve benzeri hadis-i şeriften İslam âlimleri şu hükmü çıkarmışlardır:

Bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, düğünlerde ve askerlikte davul çalmak, kahramanlık türküleri söylemek, okullarda, millî ve siyasi toplantılarda bando, mızıka, mehter marşı çalmak caizdir. Kadınların düğünlerde ve bayramlarda kendi aralarında def çalması caizdir. Bunun dışındakiler haramdır. (Hadika)

Kahramanlık şarkılarının, mehter marşlarının, düğünlerde davul ve def çalmanın caiz olması, diğer şarkı ve türkülerin de caiz olmasını gerektirmez.

3- Def ile şarkı türkü söylenir, ilahi söylenmez. Çünkü ilahi ibadettir. İbadete çalgı karıştırılmaz. Tasavvuf müziğinin dinde yeri yoktur. Resulullah efendimizin geldiği bir evde, küçük zenci kızları [cariyeler] def çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resulullahı övmeye başladılar. Resulullah efendimiz, (Onu bırakın, oyun arasında beni övmeyin. Beni övmek [ilahi söylemek] ibadettir. Eğlence, oyun arasında ibadet caiz değildir) buyurdu. (K. Saadet)
 

Pandora

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2008
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
''Şiir okuyan veya şarkı söyleyenler, hür kadın değil cariyedir. Cariyelerin saçlarını, kollarını açmaları seslerini erkeklere duyurmaları günah değildir. Hatta efendisiyle nikaha lüzum görmeden ilişkiye girmeleri de caizdir. Çünkü cariyenin dindeki statüsü farklıdır. Cariyeyi örnek gösterip, hür kadınlara da bunların mubah olacağını söylemek Müslüman’ım diyen kimseye yakışmaz. ''

Cariye kadın değil mi? Cariye için tesettür şartı yok, cariyenin sesi haram değil. Cariyeyi taciz etmek de serbest o zaman. Pess...
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
''Şiir okuyan veya şarkı söyleyenler, hür kadın değil cariyedir. Cariyelerin saçlarını, kollarını açmaları seslerini erkeklere duyurmaları günah değildir. Hatta efendisiyle nikaha lüzum görmeden ilişkiye girmeleri de caizdir. Çünkü cariyenin dindeki statüsü farklıdır. Cariyeyi örnek gösterip, hür kadınlara da bunların mubah olacağını söylemek Müslüman’ım diyen kimseye yakışmaz. ''

Cariye kadın değil mi? Cariye için tesettür şartı yok, cariyenin sesi haram değil. Cariyeyi taciz etmek de serbest o zaman. Pess...


Cariyelerin hükmü farklıdır. Bilmeden karşı çıkmanız sizin imanınıza zarar verir. Araştırmanızı tavsiye ederim. Allahü teala korusun , dinin hükümlerini inkar etmek insanı imansızlığa sürükler.
 

Pandora

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2008
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Cariyenin hükmü ayrıdır demek gibi bir açıklama olamaz. Müslüman kadına sağlanan şartlar cariyeler için geçerli değildir. Cariyeler başlarını örtmezlerdi, örtmek zorunda da değillerdi. Kapanma mecburiyeti hür kadınlara idi.

Bunun sebebi de Cariyelerin köle sınıfına ait olması. Bir eşya gidip satın alınıp satılabiliyorlardı.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Cariyenin hükmü ayrıdır demek gibi bir açıklama olamaz. Müslüman kadına sağlanan şartlar cariyeler için geçerli değildir. Cariyeler başlarını örtmezlerdi, örtmek zorunda da değillerdi. Kapanma mecburiyeti hür kadınlara idi.

Bunun sebebi de Cariyelerin köle sınıfına ait olması. Bir eşya gidip satın alınıp satılabiliyorlardı.

Bakın farkında olarak bilerek konuyu değiştiriyorsunuz. Ölene kadar sorun, cevabını alırsınız. ama forumların konularını değiştirmeyin. Ayrı bir başlık açın. İslamiyette cevabı verilmedik hiç bir konu yoktur. Yeterki samimi olarak sorulsun. Buyrun kölelik hakkında kafanıza takılan birşey varsa okuyun. Allahü teala hidayet nasib etsin.

------

Dinimiz ve kölelik

Sual: Kur'an meali okuyorum. Köle ve cariye geçiyor. Cariye nedir, niye insanlar köle yapılıyordu?


CEVAP

Mealden tefsirden din öğrenmeye kalkmak yanlış olur.
Cariye, kadın köle demektir. Köle de cariye de alınıp satılırdı. Mal gibi idi. Mesela ilk müezzin Bilal-i Habeşi hazretleri de bir köle idi. Köle azat edilince hür insan statüsüne tâbi oluyordu.

Köle kadınların hukuki durumu hür kadınlardan farklı idi. Hür kadının her yeri kapalı olurdu. Cariyenin ise kol ve başları, dizden altı açık dursa günah olmazdı. Şarkı söylemeleri de caiz idi.

Durumu iyi bilmeyen veya art niyetli bazı kimseler, bak Müslümanlıkta kadınlara şarkı söyletmek caiz idi diyerek müziğe helal diyorlar. Hür kadınlara değil cariyelere şarkı söylemek caiz idi. Açık saçık giyinmek de onlara serbest idi. Hür kadın ile cariye karıştırılmamalıdır.

Kölelik sistemini sanki İslamiyet kurmuş gibi, bazıları dinimizi kötülüyorlar. İslamiyet, Yunan ve Roma’da görülen köleliğin kaldırılması için bir çok tedbir bildirmektedir. Hem de kölelere iyi muamele edilmesini emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kölelere iyilik edin.) [Nisa 36]

(Yanlışlıkla bir adam öldürenin, bir köle azat etmesi gerekir.) [Nisa 92]

(Yemin kefareti, on fakiri yedirmek, giydirmek veya bir köle azat etmektir.) [Maide 89]

(Bir mal karşılığı kölelikten kurtulmak isteyenlere yardım edin.) [Nur 33]

(Savaşta alınan esirlere iyilik edin veya fidye alarak bırakın.) [Muhammed 4]

Celaleyn tefsirinde, (İyilik edin demek, esirleri karşılıksız olarak serbest bırakın demektir. Fidyeden maksat da, mal ile veya esirleri mübadele etmek suretiyle serbest bırakın demektir) buyuruluyor. Savaşta alınan esirler, fidye ile de serbest bırakılmazsa, canımızı ve malımızı almaya gelen bu düşmanlara, (isterseniz köle olarak kalabilirsiniz) deniyor. Kabul edenler de köle oluyor. Böyle bir düşmanı öldürmeyip, kendi rızası ile köle olarak kullanmak normal değil midir? Şimdi, savaşlar gibi köleliğin şekli de değişti. Ülkeleri işgal edilen, kültürleri erozyona uğratılan, yer üstü ve yer altı kaynakları sömürülen milletler yok mu? Bugün dünyada ekmek parası için kölelik yapanlar az mı?

İslamiyet, normal insanı köle etmiyor. Vatana, cana, mala ve namusa kasteden düşmanı, esir alınca, o da razı olursa köle kabul ediyordu. Bununla beraber, dinimiz, köleyi azat etmek için çeşitli yollar koymuş ve köle azat etmeyi ibadet olarak bildirmiştir. Mesela Ramazan orucunu veya yeminini bozanın; bunun kefareti olarak, varsa bir köle azat etmesi gerekir. Böyle sebeplerle köle azat edilince, kölelik kendiliğinden kalkmış olur. Dinimizin köleye verdiği hakkı, gayri müslimler kendi halkına tanıyor mu?

Zenci cariye olan Ümmi Eymen’in oğlu Üsame bin Zeyd, 18 yaşında iken, bir birliğin komutanı idi. Babası Zeyd bin Harise de, köle idi. Rum ordusu ile savaşırken İslam ordusunun komutanı idi.

Peygamber efendimiz, Zeyd bin Harise’yi azat etti. Ana babası bunu almaya geldiler. Onlarla gitmeye razı olmadı. Ben yine Resulullaha hizmet edeceğim dedi.

Dinimizde kölenin hakkı çok mühimdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Azat edilen kölenin her uzvu için, azat edenin o uzvu Cehennemden azat olur.) [Buhari]

(Kölelere yediğinizden yedirin, güç iş vermeyin ve onları hiç üzmeyin.) [Ebu Davud]

(Kölesine kötü davranan Cennete giremez.) [Tirmizi]

(Köle günde 70 hata işlese de affedin!) [Ebu Davud]

(Cennete ilk girecek olanlar; şehitler, efendisine hizmet ve Rabbine ibadet eden köleler ile kalabalık aileye malik olan iffet sahibi fakirlerdir.) [Tirmizi]

Bir kimse, suçundan dolayı kölesini döver. Kölesi, Allah aşkına beni bırak demesine rağmen dövmeye devam eder. Peygamber efendimiz, bunu duyunca (Allah aşkına beni bırak dediği halde onu niçin bırakmadın?) buyurur. O kişi, Ya Resulallah, suçumun cezası olarak bu köleyi azat ettim der. (Eğer azat etmeseydin, Cehennem ateşi yüzünü yakıp karartırdı) buyurdu. (İbni Mübarek)

Bütün bu misaller; dinimizdeki köleliğin, eski Mısır, Yunan ve Roma’daki gibi bir esaret olmadığını açıkça göstermektedir.

Bir batılı ilim adamının basında yer alan itirafı:

[En önemli Ortadoğu uzmanlarından kabul edilen, Fransa’da Aix-en-Provence Üniversitesi'nde Siyasi ve Kültürel Antropoloji dersi veren, Fransız siyaset bilimcisi Bruno Etienne şöyle diyor:
“Osmanlı İmparatorluğundaki köleler, bugünün sözde özgür bireylerinden daha çok özgürlüğe sahiptiler.” (Yenişafak, 21.10.2002)]

Dinimiz ve kölelik .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Sayın Pandora rica etsem kaynak alabilirmiyiz kaynaksız hadis-i şerifler nakil konusunda problem olabilir.


Kaynaklarda bu hadisi şerif mevcut ama yanlış mana yüklüyorlar. Ehli sünnet alimlerinin hadisi şerifleri nasıl açıkladıkları yukarıda bildirilmiştir.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt