Siz varya siz..Neyse olay carpitilmaya gelince nasil carpitiyorsunuz..Al sana Ibn-i Kesir tefsiri maide suresi 117 ayet. Aslinda olay nasil olmus.
Bu ifâde de keza Allah'ın kulu ve rasûlü Meryem Oğlu îsâ Aley-hisselâm'a yönelttiği hitâblarından birisidir. Allah Teâlâ; kıyamet günü kendisini ve annesini Allah'dan başka iki ilâh edinenlerin huzurunda Meryem Oğlu îsâ'ya şöyle diyecektir : «Ey Meryem Oğlu îsâ; sen mi insanlara, beni ve annemi Allah'dan başka iki ilâh edinin, dedin?» Bu ifâde şâhidlerin huzurunda hıristiyanlara yöneltilmiş bir tehdîd, korku ve uyandır. Katâde ve diğerleri böyle demişlerdir. Katâde bunun tehdîd ifâdesi olduğuna; Allah Teâlâ'nın : «Bugün doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür» kavlini delil göstermektedir. Süddî de der ki: Bu hitâb ve cevâbı dünyadadır. İbn Cerîr bunun daha doğru olduğunu söyler ve bu ifâdenin Allah Teâlâ'nın Hz. îsâ'yı dünya göğüne çıkardığı zaman, söylediğini belirtir. İbn Cerîr iki bakmadan buna delil getirir. Birincisi ifâdenin mâzî lafzıyla .kullanılmış olduğunu, diğerinin de «Eğer onlara azâb edersen... Şayet bağışlarsan...» kavli olduğunu söyler ki, bu iki delil üzerinde durulması gerekir. Çünkü kıyamet günüyle ilgili pekçok konu mâzî sîgasıyla anlatılmıştır ki, olayın vâki' ve sabit olduğu gösterilsin. Halbuki İsa'nın «Eğer onlara azâb edersen...» kavli, bu meşiyyeti Allah'a havale edip kendisini onlardan uzak tutmak için söylenmiş bir sözdür. Bu ifâdenin şarta bağlanması; vuku bulmasını gerektirmez. Çünkü benzeri birçok âyet böyledir. Katâde ve diğerlerinin söylediği daha açıktır. Allah en iyisini bilendir.
Öyle sanıyoruz ki; bu olay, kıyamet günü olacaktır. Ve kıyamet gününde şâhidlerin huzurunda hıristiyanlar tehdîd edilip uyanlacaK-lardır. Bu konuda merfû' bir hadîs de rivayet edilir. Hafız İbn Asâkîr, Ömer İbn Abdülazîz'in kölesi Ebu Abdullah'ın hayat hikâyesinde bu olayı nakleder. Ebu Abdullah sika (güvenilir) bir râvîdir. Der ki: Ben, Ebu Bürde'nin babası kanalıyla Ömer İbn Abdülazîz'e Ebu Mûsâ el-Eş'arî'nin şöyle dediğini anlatırken işittim : Rasûlullah (s.a.) buyurmuş ki: Kıyamet günü olduğunda; peygamberler ve ümmetleri çağırılırlar. Sonra îsâ Aleyhisselâm çağırılır ve Allah Teâlâ, Hz. İsa'nın üzerindeki nimetlerini hatırlatır. Hz. îsâ bu nimetleri ikrar eder. Allah Teâlâ buyurur ki : «Ey Meryem Oğlu îsâ; sana ve annene olan nimetimi hatırla...» Sonra şöyle buyurur : «Ey Meryem oğlu îsâ; sen mi in-sanlaja beni ve annemi Allah'tan başka iki ilâh edinin dedin?» Hz. îsâ pöyle demiş olabileceğini reddeder. Bunun üzerine hıristiyanlar getirilir ve suâle çekilirler. Onlar derler ki: Evet, îsâ bize böyle yapmamızı emretti. Bunun üzerine Hz. İsa'nın saçı uzar. Meleklerden her birisi Hz. İsa'nın başından ve bedeninden bir saç alır. Allah Azze ve Celle onları bin yıl miktannca huzurunda diz çöktürür ve aleyhlerindeki hüccetleri kaldırır. Onların karşısına haçı diker ve hepsini birlikte cehenneme sürükler. Bu hadîs te azîz ve garîb bir hadîstir.
«Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yaraşmaz.» Bu ifâde, verilen mükemmel cevâbtaki edep tavrına uygun düşmektedir. Nitekim İbn Ebu Hatim şöyle der : Bana babam... Ebu Hü-reyre'den nakletti ki; o, şöyle demiş : Allah Teâlâ Hz. îsâ'ya hüccetini açıklama gücü verdi. Nitekim âyet-i kerîme'de «Ey meryem Oğlu îsâ; sen mi insanlara, beni ve annemi Allah'tan başka iki ilâh edinin, dedin?» kavli ile sorduğu soruya yine Allah Teâlâ şöyle buyurarak cevâb vermesini sağlamıştır. «Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yaraşmaz.» Ebu Hüreyre bunu Hz. Peygamberden rivayet eder. Sevrî de Ma'mer kanalıyla Tâvûs'tan aynı rivayeti nakleder.
«Eğer ben, onu söylemişsem; Sen onu elbette bilirsin.» Yani eğer benden böyle bir şey sâdır olmuşsa; Ey Rab Sen onu muhakkak bilirsin. Çünkü benim ister içimden geçsin, ister dilimle söylemiş olayım, Sana gizli ve saklı hiçbir yanım yoktur. «Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben Senin zâtında olanı bilmem. Doğrusu görülmeyeni en iyi bilen Sensin Sen.»
«Ben onlara; Senin bana buyurduğundan başkasını söylemedim. Rabbım ve Rabbımız olan Allah'a kulluk edin, dedim.» Ben onlara, ancak Senin beni kendilerine peygamber olarak gönderdiğini ve tebliğ etmemi emrettiğin şeyleri söyledim. Ve onlara sâdece «Rabbım ve Rab-bınız olan Allah'a kulluk edin.» dedim. «Ben aralarında bulunduğum sürece, üzerlerine şâhid idim.» Ben aralarında bulunduğum sürece yaptıkları şeylere şâhid olmuştum. «Beni öldürdüğünde, onların murakıbı Sensin. Sen herşeye şâhidsin.» Ebu Dâvûd et-Tayâlisî der ki : Bize Şu'be anlattı ve dedi ki: Ben ve Süfyân es-Sevrî, Muğire fbn Numân'a gittik. O sırada Nu'mân, Süfyân es-Sevrî'ye not ettirdi. Süfyân onun yanından kalkınca, ben de kendisinden yazdım. Muğire, Saîd İbn Cübeyr'in Abdullah îbn Abbâs'dan naklettiği şu hadîsi kendisinden işittiğini bize anlattı: Abdullah İbn Abbâs demiş ki: Bir gün Rasûlullah (s.a.) bize bir öğüt verdi ve dedi ki: Ey insanlar; siz Allah Azze ve Celle'nin huzuruna çıplak, başı ve ayağı açık olarak çıkarılacaksınız. Çünkü (dik yarattığımız gibi, sizi döndürürüz» buyurulmuştur. Mahlûkât arasında ilk giydirilen İbrahim Aleyhisselâm olacaktır. Dikkat edin, ümmetimden bazı kişiler oraya getirilir ve sol tarafa alınırlar. Ben derim ki: Onlar benim arkadaşlarımdır.[/FONT] Denilir ki: Sen onların senden sonra ne' uydurduklarını bilmezsin. Bunun üzerine ben sâlih kulun dediği gibi derim. «Ben aralarında bulunduğum sürece, üzerlerine şâhid idim. Beni öldürdüğünde onların murakıbı Sensin. Sen herşeye şâhidsin. Eğer onlara azâb edersen; şüphesiz onlar Senin kullarındır. Eğer bağışlarsan, muhakkak ki Sensin Sen Azız, Hakim.» Denilir ki: Bunlar, sen aralarından ayrıldıktan sonra, topuklarının üstünden gerisin geriye dönüverdiler. Buhârî bu hadîsi bu âyetin tefsirinde Velîd kanalıyla... Muğîre îbn Nu'mân'dan nakleder.
«Eğer onlara azâb edersen; şüphesiz onlar Senin kullarındır. Şayet bağışlarsan; muhakkak ki Sensin Sen, Azîz, Hakîm,» Bu ifâde; meşiy-yeti Allah Azze ve Celle'ye vermeyi telmih etmektedir. İstediğini yapan, O'dur. Yaptığından sorumlu olmayan O'dur. Kullar ise sorumludurlar. Keza bu ifâde; Allah'ı ve Rasûlünü yalanlayıp, Allah'a eşler, benzerler ve çocuklar isnâd eden hıristiyanlardan da uzaklaşmayı ihtiva etmektedir. Allah Teâlâ onların söylediklerinden münezzeh, yüce ve büyüktür. Bu âyetin çok büyük bir yeri ve gerçek saçan bir haberi vardır. Hadîste vârid olduğuna göre Rasûlullah (s.a.) bir gece sabaha kadar bu âyeti tekrarlamıştır.
İmâm Ahmed der ki: Bize Muhammed İbn Fudayl... Ebu Zer'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Hz. Peygamber bir gece namaza durdu ve bir âyet okudu. Sabaha kadar o âyeti okuyarak rükûa ve secdeye vardı. O âyet «Eğer onlara azâb edersen; şüphesiz onlar Senin kullarındır. Şayet bağışlarsan; muhakkak ki, Sensin Sen Aziz, Hakîm.» âyetidir. Sabah olunca dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü, sabaha kadar rükû' ve secdeye vararak bu âyeti okudun. Bunun hikmeti nedir? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki : Ben, ftabbım Azze ve Celle'ye ümmetim için şefaat temennisinde bulundum o da bana bunu verdi. Allah'a şirk koşmayanlar, inşâattan şefâatıma nail olacaklardır. Bu hadîsin bir başka, ifâde ile bir başka tarîkten rivayeti de şöyledir : Ahmed İbn Haribel der ki: Bize Yahya... Cesre Bint Dücâce'den nakletti ki; o, umreye gitmiş. Rebeze'ye vardığında, Hz. Ebu Zer'in şöyle dediğini duymuş: Bir gece Rasûlullah (s.a.) yatsı namazına durdu. Arkasından cemaatta beraber namaza durdu. Sonra arkadaşlarından bir kısmı geri kalarak namaz kılmaya başladılar. Hz, Peygamber onların kıyamım ve geri kalmalarını görünce; bineğine döndü. Halkın mescidi terkettiğini görünce; tekrar yerine dönüp namaz kıldı. Ben de geldim, arkasında oturdum. O, bana sağına gelmemi işaret etti. Ben de sağında namaza durdum. Sonra Abdullah ibn Mes'ûd geldi, benim arkamda ve Rasûlullah'm arkasında namaza durdu. Hz. Peygamber onun soluna gelmesini işaret etti, o da soluna gelip namaza durdu. Biz üçümüz ayrı ayrı namaz kılmaya başladık. Her birimiz Allah'ın dilediğince Kur'an'dan âyet okuyorduk. Hz. Peygamber, sabah namazını kılmcaya kadar Kur'an'dan bir âyeti tekrarlayarak namaz kıldı. Sabah olunca ben Abdullah İbn Mes'ûd'a işaret ederek; dün gece olan şeyden maksadının ne olduğunu sormasını söyledim. Abdullah İbn Mes'ûd eliyle; Rasûlullah bana anlatmadıkça ben kendisine birşey soramam, dedi. Bunun üzerine ben; anam babam sana kurbân olsun, yanında bunca Kur'an bulunmasına rağmen Kur'an'dan bir âyetle sabaha kadar namaz kıldın, dedim. Arkadaşlarımızdan biri böyle yapmış olsaydı, biz bunu onun aleyhinde kabul ederdik, dedim.
Hz. Peygamber buyurdu ki: Ben ümmetim için dua ettim. Bunun üzerine ben; sana nasıl cevâb verildi? dedim veya sana nasıl karşılık verildi? dedim. Hz. Peygamber buyurdu ki: Bana öyle bir cevâb verildi ki ümmetimden pekçok kişi bundan haberdâr olsaydı, namazı terk ederlerdi. Ben, halka müjde vereyim mi? dedim. Hz. Peygamber; evet, dedi. Ben; çabucak bir taş atımı mesafeye koştum. Hz. Ömer dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, halka bu haberi verecek olursan ibâdetten uzak dururlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, geri dönmem için seslendi, ben de döndüm. Bu âyet işte «Eğer onlara azâb edersen; şüphesiz onlar Senin kullarındır. Şayet bağışlarsan; muhakkak ki Sensin Sen Azîz, Hakim.» âyetidir.
İbn Ebu Hatim der ki: Bize Yûnus îbn Abd'ül-A'lâ... Abdullah İbn Amr İbn Âs'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) Hz. îsâ'nm söylemiş olduğu «Eğer onlara azâb edersen; şüphesiz onlar Senin kullarındır. Şayet bağışlarsan; muhakkak ki Sensin Sen, Azîz, Hakim.» kavlini okudu. Sonra iki elini kaldırdı; Allah'ım ümmetim, dedi ve ağladı. Allah.Teâlâ buyurdu ki: Ey Cibril; Muhammed'e git, —Rabbın ne demek istediğini bilir ya— kendisine sor neden ağlıyor? Cebrâîl Hz. Peygamber'e gelerek; neden ağladığını sordu. Rasûlullah (s.a.) söylediğini haber verince Allah Azze ve Celle buyurdu ki: Git, Muhammed'e de ki: Biz ümmeti konusunda onu hoşnûd edeceğiz ve kötü durumda bırakmayacağız.
İmâm Ahımed İbn Hanbel der ki: Bize Hasan... Saîd İbnMüseyyeb' den nakletti ki; ben Huzeyfe İbn Yemmân'ın şöyle dediğini duydum demiş : Bir gün Rasûlullah (s.a.) bizden kayboldu ve hiç yanımıza çıkmadı. Biz bir daha çıkmayacağını sandık. Yanımıza ç'ıktığmda öyle bir secdeye kapandı ki; ruhunun kabzedildiğini sandık. Başını kaldırınca dedi ki: Doğrusu Rabbım Azze ve Celle ümmetime ne yapacağı konusunda benimle istişare etti. Ben de dedim ki: Ey Rabbım; ne istersen. Onlar senin yaratığın ve kulların. Sonra Rabbim benimle ikinci kez istişare etti. Ben de aynı şekilde cevâb verdim. Bunun üzerine buyurdu ki: Ey Muhammed; ümmetin konusunda seni mahcûb etmeyeceğim. Ve bana şu müjdeyi verdi : Ümmetinden ilkin yetmiş bin kişi cennete girecektir. Her bin kişiyle beraber yetmişbin kişi daha hesâbsız olarak cennete girecektir. Sonra bana elçisini göndererek buyurdu ki: Duâ et, karşılık verilsin, iste ihsan edilsin. Ben.; elçisine dedim ki; Rabbım istediğim herşeyi bana verecek mi? Elçi dedi ki: Sırf sana "istediğini vermek üzere beni gönderdi. Doğrusu, Rabbım bana herşeyi vermiştir. Bunda övünç yoktur. Gelmiş geçmiş günâhlarımı bağışlamıştır. Ben canlı ve sağlıklı olarak gezinirim. Ümmetimin aç kalmamasını ve mağlûb olmamasını lütfetmiştir. Bana Kevser'i' vermiştir. O, cennette benim havzima akan bir nehirdir. Bana şeref ve zafer vermiştir. Korku benim ümmetimden bir aylık mesafeden gider. Bana peygamberlerin ilki olarak cennete girmeyi lütfetmiştir. Bana ve ümmetime ganimeti halal kılmıştır. Bizden öncekilere şiddetli davramlan birçok konulan bize normal kılmıştır. Dinde bizim için zorluk koymamıştır.
Orda gecen Ashabim degil Ummetimden bazilari diyor.(tabi bu ashabin gunahsiz oldugunu manasina cikmasin.sadece Hakki soylemek gerek ve Rasulullah sa.v. iftira atmamak gerek.)