Selamün Aleyküm.
İÇİMİZDEKİ DÜŞMAN
At üstünde yolda giden bir adam, çeşme başında uyuyan birisinin ağzına yılan girdiğini gördü. Atlı, uyuyan adama birkaç değnek vurarak uyandırdı. Ağacın altında çürümüş elmalar vardı. Atlı uyandırdığı adama; “Bu elmaları ye!” diye emretti. Adam dayak korkusundan o kadar çok elma yedi ki, ağzından geri gelmeye başladı. Kederli adam konuşmaya başladı:
“Ey yolcu! Niçin hiçbir sebep yok iken bana çürük elmaları yedirerek zulmettin? Sana rastlamam ne büyük talihsizliktir. Bir suç ve günah işlemeden, dinsize bile bu eziyet yapılmaz.”
Adamın böyle bedduâ etmesine aldırmayan atlı, onu arkasından kovalayarak ovada koşturmaya başladı. O kimse, bir müddet ağlaya ağlaya koştu. Nihayet midesi bulandı ve içerdekilerin hepsini çıkardı. Bu arada, o yılan da dışarı çıktı. Adam yılanı görünce, çok korktu ve durumu anladı. Çektiği sıkıntıları unuttu. Atlıya karşı mahcup olup dedi ki:
“Ey yolcu! Meğer sen, melek gibi bir insan imişsin. Bana Allahü teâlânın bir rahmetisin. Ben ölecekken hayatımı kurtardın. Sen, beni bir anne gibi korurken, ben de senden aslandan kaçar gibi kaçıyordum. Ne mutlu senin yüzünü görebilene, her zaman senin muhitinde bulunabilene. Senin için bu kıymetli canım feda olsun! Ben ise, sana karşı sert konuştum, küstahça davrandım. Ey efendi! Ey şahların şahı! Sana söylediğim kötü sözler hep bilgisizliğim sebebiyledir. Durumu biraz bilseydim, kötü sözlerden sakınırdım. Ey güzel huylu kimse! Ey iyi huylu kimse! Lüzumsuz, delice konuşmalarımdan dolayı özür dilerim, beni affet!..”
Atlı da şöyle cevap verdi:
“Eğer sana yılanın karnına girdiğini bildirseydim, zehirden önce seni korku öldürürdü.” (Mesnevî’den)
Bu konuda Peygamber efendimiz buyurdu ki:
“İçinizde gizli olan düşmanı anlatsam, yiğitlerin ödü patlar, akıllıların aklı mahvolurdu. Ne gönlünüzde duâ edip yalvarmaya, ne oruç tutmaya ve ne de namaz kılmaya kuvvet bulamazdınız.”