Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kâfirun suresi ayet 4
"Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim."

Kâfirun suresi ayet 5
"Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz."

Müfessirlerden bir gruba göre bu iki cümle, önceki iki cümlenin tekrarıdır. Bu tekrardan maksat, önceki söyleneni güçlendirmek ve teyid etmektir. Pek çok müfessir de bunu tekrar olarak kabul etmez ve iki cümlenin aynı anlamı taşımadığını söyler. Bize göre de bu cümleler önceki iki cümlenin tekrarı değildir. Burada yalnız "Benim ibadet ettiğime sizler ibadet edenlerden değilsiniz" cümlesi tekrardır. Bu tekrar, önceki cümle ile aynı anlamda tekrar değildir. Bu cümleleri tekrar kabul etmeyen müfessirler, bu iki cümlenin anlamlarında ihtilaf etmişlerdir. Onların görüşlerinin hepsini burada sıralamak mümkün değildir. Çünkü bu konudaki münakaşa çok uzundur. En doğru bulduğumuz görüşü aşağıya alıyoruz.
Bu cümlede "Sizin ibadet ettiklerinize ibadet edenlerden değilim." ifadesi, ikinci ayetin anlamından tamamen farklıdır. İkinci ayetteki, "Sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem" ifadesi ile önceki ifade arasında büyük fark vardır. Birincisi, "Ben falan işi yapmam veya yapmayacağım" şeklindedir. Yani burada şiddetli inkar vardır. Ama bundan daha şiddetli inkar, "Ben falan işi yapanlardan değilim." cümlesindedir. Çünkü bunun anlamı, o işin çok kötü olmasından dolayı onu işlemek bir yana, onu düşünmenin bile mümkün olamayacağıdır. İkincisi, "ibadet ediyorsunuz" ifadesinin kapsamı, kafirlerin ibadet etmekte oldukları mabudlaradır. Bunun tersine, "ibadet ettikleriniz" ifadesinin kapsamı, ataları da dahil olmak üzere kafirlerin mabudlarının zaman zaman eksildiği ve arttığı bir gerçektir. Kâfirler değişik zamanlarda çeşitli mabudlara tapmışlardır. Bütün kafirlerin mabudları her zaman ve her yerde aynı olmamıştır. Onun için ayetin anlamı, "Yalnız bugünkü mabudlarınızdan değil, atalarınızın mabudlarından da beriyim. Bu mabudlara ibadet etmek aklımdan bile geçmez" olur. İkinci cümle, beşinci ve üçüncü ayetlerdekilerle aynı kelimeleri taşımasına rağmen, suredeki yeri nedeniyle değişik anlam taşımaktadır. Üçüncü ayet, "Sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum." cümlesinden sonra gelmiştir.
Onun için anlamı, "benim ibadet ettiğim vasıflardaki tek İlah'a sizler ibadet edenlerden değilsiniz." cümlesinden sonra gelmektedir. Onun için anlamı, "Ve siz de benim ibadet ettiğim tek İlah'a ibadet edenlere benzemiyorsunuz." olur. Diğer ifadeyle, "Benim için sizin ve atalarınızın taptığı tanrılara tapmak mümkün değildir. Sizin de pek çok tanrıya ibadeti terkederek bir tek İlah'a ibadet etmeye karşı inadınız vardır. Onun için, tek ilah'a ibadet etmeniz ümit edilmiyor."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kâfirun suresi ayet 6
"Sizin dininiz size, benim de dinim bana."

Yani benim dinim ayrı, sizin dininiz ayrıdır. Ben sizin mabudlarınıza tapanlardan değilim, siz de benim taptığım ilah'a tapmıyorsunuz. Ben sizin mabudlarınıza ibadet edemem. Siz de benim mabuduma ibadet için hazır değilsiniz. Onun için benim yolum ve sizin yolunuz hiç bir zaman birleşmez. Bu ifade, kafirlere hoş görünmek için değil, gittikleri yolda devam ettikleri sürece onlardan kesinlikle beraat ve ilişki kesmeyi ilan etmek içindir. Aynı zamanda kafirlerin, din konusunda Allah'ın Rasulü ve O'na iman edenler ile hiçbir zaman uzlaşmayacağını belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsamaktadır. Bu beraat ilanı, bu sureden sonra nazil olan Mekki surelerde peşpeşe tekrarlanmıştır. Yunus suresi 41. ayette şöyle buyurulmuştur: "...benim yaptığım bana, sizin yaptığınız size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım" Aynı surenin 104. ayetinde şöyle buyurulmuştur: "De ki ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, ben sizin Allah'tan başka taptıklarnıza tapmam. Sizi öldürecek olan Allah'a taparım. Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir." Şuara suresi 216. ayette ise şöyle buyurulmuştur: "Şayet sana, karşı gelirlerse, ben sizin yaptıklarınızdan uzağım de." Sebe suresinde 25 ve 26. ayetlerde de şöyle buyurulmuştur: "Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz, biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz. De ki, Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak sonra aramızda hak ile hükmedecektir. En adil hüküm veren, bilen O'dur." Zümer suresi 39 ve 40. ayetlerde şöyle buyurulmuştur: De ki ey kavmim, durumunuza göre çalışın, ben de çalışıyorum. Yakında bileceksiniz, kendisini rezil edecek azab kime geliyor ve sürekli azab kimin üzerine konuyor?" Aynı ders Medine'de bütün müslümanlara şöyle verilmiştir: "İbrahim'de ve O'nunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal var. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir..." (Mümtehine:4) Kur'an-ı Kerim'in bu peşpeşe açıklamaları ve 'lekum dinukum veliyedin' ifadesinin anlamı, "siz kendi dininize devam edin, ben de kendi dinime devam edeyim" değildir. Aslında maksat Zümer suresi 14. ayetde buyurulduğu gibidir: "De ki, ben dinimi yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk ediyorum."
İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii, bu ayetten (Kafirun,3) , kafirlerin kendi aralarındaki dinleri ne kadar farklı olursa olsun onların topluca bir millet olduklarını istidlal etmişler ve Yahudi'nin Hristiyan'a, Hristiyan'ın da Yahudi'ye veya bir kafirin, başka dinden bir kafire mirasçı olabileceklerini söylemişlerdir. Veraset; nikâh, neseb veya başka bir ilişki dolayısıyla olabilir. Bunun tersine İmam Malik, Evzaî ve Ahmed, bir dinin inananlarının, diğer dinin inananlarına varis olamayacağını söylerler. Onlar şu hadisi bu görüşe delil gösterirler: İbn Ömer b. As'tan rivayet edilmiştir ki, Resulullah: "iki değişik millet (din) birbirine varis olamaz" buyurmuştur. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî) Bunun benzeri bir hadisi Tirmizî Cabir'den, İbn Hibban İbn Ömer'den, Bezzar Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir. Bu mesele üzerinde ayrıntılı olarak söz eden meşhur Hanefî fakihi Şemsü'l Eimme Serahsî şöyle der: "Müslümanların birbirlerine varis olmaları gibi, kâfirler de birbirlerine varis olurlar. Onların arasındaki bazı veraset şekilleri müslümanlar arasında yoktur... Hakikat, Allah'ın iki din üzerinde karar kıldığıdır. Biri hak din, diğeri batıl dindir. Bundan dolayı Allah (c.c.) -lekum dinukum veliyedin- buyurdu.. O'nun indinde iki fırka vardır. Bir fırka cennet ehlidir, onlar mü'minlerdir. İkinci fırka cehennem ehlidir, onların hepsi de kafirlerdir. Allah, bu iki grubu birbirine muhalif kılmış ve şöyle buyurmuştur: "İşte şunlar, Rabb'leri hakkında çekişen iki hasım taraf, inkar edenler için ateşten giysi biçildi, başlarının üstünden de kaynar su dökülüyor." (Hac, 19) . Yani bir fırka topluca bütün kafirlerdir. Onlar iman edenler ile çekişme halindedirler... Biz onları itikadlarına göre ayrı ayrı millet olarak kabul edemeyiz. Onlar Müslümanlar karşısında tek millettirler. Çünkü Müslümanlar Hz. Muhammed'e (s.a.) ve Kur'an'a inanmakta, onlar ise bunları inkar etmektedirler. Onun için onlar kafir olarak tanımlanmış ve Müslümanlar karşısında tek millet oldukları belirtilmiştir... (İki ayrı millet birbirine varis olamaz) hadisi, zikrettiğimiz gibi bu iki milletin birbirine varis olamayacağını hükme bağlar. Yani Müslüman kâfire, kâfir de Müslümana varis olamaz. (el-Mebsut c.3, s.30'dan, 32'ye) İmam Serahsî'nin burada verdiği hadis, Buharî, Müslim, Neseî, Ahmed, Tirmizî, İbn Mace ve Ebu Davud'da Usame b. Zeyd'den rivayet edilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Alak suresi ayet 6
Sakın! Çünkü İnsan gerçekten azar;

"Sakın! Çünkü insan gerçekten azar..." buyruğundan itibaren sûrenin sonuna kadar olan buyrukların, Ebu Cehil hakkında indiği söylendiği gibi, sûrenin tamamının Ebu Cehil hakkında indiği de söylenmiştir. O, Peygamber (sav)'ın namaz kılmaktan vazgeçmesini istemişti. Yüce Allah da peygamberine mescidde namaz kılmasını ve yüce Rabbin adı ile okumasını emretti. Buna göre bu sûre ilk nazil olan buyruklardan olamaz. Bununla birlikte sûrenin ilk beş âyetinin ilk nazil olmuş buyruklar olması, sonra da geri kalan bölümlerinin Ebu Cehil hakkında inmesi, Peygamber (sav)'ın bu buyrukları sûrenin başından sonra yerleştirmesini emretmiş olması da mümkündür. Çünkü sûrelerin (âyetlerinin) biraraya getirilmesi yüce Allah'ın emriyle olmuştur. Nitekim yüce Allah'ın son inen buyruğu olan: "Bir de Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz." (el-Bakara, 2/281} buyruğuna dikkat edelim. Bu buyruk, son inen âyet olmakla birlikte kendisinden uzun bir süre önce inmiş olan buyruklar arasında yer almaktadır.

"Kellâ: Sakın" buyruğu burada "gerçek şu ki" anlamındadır. Çünkü bundan Önce (reddedilmesi gereken) herhangi bir husus, bulunmamaktadır Burada "insan"dan kasıt, Ebu Cehil'dir. Tuğyan (azmak)dan kasıt ise isyan hususunda haddi aşmaktır.

Alak suresi ayet 7
Kendisini müstağni gördü diye.

"Kendisini müstağni gördü diye." Yani kendisinin müstağni yani mal ve servet sahibi olduğunu gördü dîye.

Ebu Salih'in kendisinden yaptığı rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: Bu âyet nazil olup, müşrikler de bunu işitince Ebu Cehil Peygamber'e gelip şöyle dedi: Ey Muhammedi Sen kendisini müstağni gören (zengin olan) kimsenin azgınlık ettiğini İddia ediyorsun. Haydi Mekke'nin dağlarını bizim için altın yap! Belki ordan bir şeyler alırız. O zaman haddi aşarız ve kendi dinimizi bırakıp, senin dinine uyarız. Cebrail (a.s) ona gelip şöyle dedi: "Ey Muhammedi Bu hususta sen onları istediklerini seçmekte serbest bırak. Dilerlerse onlara istediklerini yaparız. Fakat eğer müslüman olmazlarsa sofra sahiplerine yaptıklarımız gibi onlara da yaparız." Rasûlullah (sav) kavminin getirilen teklifleri kabul etmeyeceğini bildiğinden onların varlıklarının devam etmesi için ona ilişmedi.

"Kendisini müstağni görmesi"nin, sahib olduğu aşireti, yardımcıları ve destekleyicilerle olduğu da söylenmiştir.

Yüce Allah'ın: "Kendisini gördü diye" buyruğunun başından "lam" hazfedil iniştir. Nitekim: "Sizler zengin olduğunuzu gördüğünüz takdirde şüphesiz ki azarsınız" denilir.

el-Ferrâ dedi ki: "Kendi kendisini öldürdü" denildiği gibi "kendisini gördü" diye buyurulmamasmın (ve "kendi" anlamını verdiğimiz "nefs" yerine zamir kullanılmasının" sebebi şudur: "Gürdü" fiili bir isim ve bir haber gerektiren fiillerdendir. Tıpkı "zannetmek ve sanmak" anlamındaki fiiller gibi. O bakımdan bu fiil yalnızca bir tek meful almaz. Araplar "nefs" tabirini bu kabilden kullanır ve şöyle derler: "Kendimi gürdüm, kendimi zannettim. Seni çıkıyor göreceği vakit ve seni çıkıyor zannedeceği vakit" gibi.

Mücahid, Humeyd ve Kunbul, İbn Kesir'den: "Kendisini müstağni gördü diye" diye "hemze'yi kasr ile okumuşlardır. Diğerleri ise; "Kendisini gördü" lafzını med ile okumuşlardır. Tercihi edilen de budur
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Alak suresi ayet 8
“Halbuki dönüş Rabbinedir.”

Bu gidiş Rabbinedir. Her gidiş Allah’a doğrudur. Adım atarken, yürürken, dururken, yerken, içerken, konuşurken, evlenirken, boşanırken, otururken, kalkarken, bilesiniz ki hep Rabbinize doğru hareket etmektesiniz. Yaşadığınız her bir saniye, alıp verdiğiniz her bir nefes sizi Rabbinize doğru götürüyor, Rabbinizin huzuruna gidiyorsunuz. Her şey sizi ona yaklaştırıyor. Hep mezara doğru yaklaşıyorsunuz. Bir gün gelecek bu dünya da, bu hayat da bitecek, O’nun huzurunda toplanacak ve yaşadığınız bu hayatın hesabını O’na ödeyeceksiniz. O’nun huzurunda yapıp ettiklerinizden hesaba çekileceksiniz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Alak suresi ayet 9
Engellemekte olanı gördün mü?

Bu âyetlerin ve bunlardan sonra gelen âyetlerin Ebu Cehil hakkında nazil oldukları rivayet edilmektedir. Bu husus Abdullah b. Abbas ve Ebu Hurey-re'den rivayet edilmektedir. Abdullah b. Abbas diyor ki: "Ebu Cehil dedi ki: "Yemin oisun ki eğer Muhammed'in Kabe'de namaz kıldığını görürsem ayağımı onun boynuna basacağım." Ebu Cehil'in bu sözü Resulullaha ulaştı. Resulullah: "Şayet o bunu yapacak olsaydı melekler onu yakalardı." buyurdu.
Ebu Hureyre diyor ki:
"Ebu Cehil şöyle demişti: "Muhammed yine aranızda yüzünü topraklara sürüyor mu (namaz kılıyor mu?)" "Evet" dendi. Ebu Cehil: "Lat ve Uzza'ya (putlara) yemin olsun ki ben onun böyle yaptığını görürsem mutlaka ayağımı onun boynuna basacağım. Veya onun yüzünü topraklara süreceğim." dedi.
Resulullahın yanına vardı. O, namaz kılıyordu. Boynuna basmaya kalktı. Bir de baktılar ki Ebu Cehil geri geri çekiliyor ve elleriyle de bir şeyleri kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyor Ona: "Sana ne oldu?" diye soruldu.
Ebu Cehil: "Benimle onun arasında ateşten bir çukur, bir uçurum ve bir de kanatlar var." dedi. Bunun üzerine Resulullah: "Şayet o bana yaklaşacak olsaydı melekler onun vücudunu parça parça koparıp götüreceklerdi." buyurdu.

Alak suresi ayet 10
Namaz kıldığı zaman bir kulu.

"Kul" dan kasıt, Rasulullah'tır. Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde Rasulullah'tan bu şekilde söz edilmiştir. Mesela İsra suresinde, "Eksikliklerden uzaktır. O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü." (İsra, 1) buyurulmuştur. Kehf suresi birinci ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: "O Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitab'ı indirdi." Cin suresinde ise şöyledir: "Allah'ın kulu kalkıp O'na yalvarınca üzerine üşüştüler. (Cin, 19) Bundan anlaşılıyor ki, bu ifade özel bir üsluptur. Ve Allah (c.c.) Kitabında Rasulullah için kullanılmıştır. Ayrıca bu ayetten şu da anlaşılıyor; Allah (c.c.) Rasulullah'a risalet verdikten sonra namaz kılmasını öğretti. Namaz kılmanın şekli hakkında Kur'an'ın hiç bir yerinde açıklama yoktur. Dolayısıyla bu da Rasulullah'a sadece Kur'an'da yazılı olan vahyin dışında bazı talimatlar verildiğinin de işaretidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69

Alak suresi ayet 11
Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise,


Alak suresi ayet 12
Ya da takvayı emrettiyse.

Söyle bakalım, o kul ya doğru yolda giden, Allah’ın hidâyetine tâbi olan, hayatını Allah’tan gelen vahiyle düzenleyen veya Allah'a karşı gelmekten sakınmayı buyuran bir kimse ise. Yani o kul Allah’ın koruması altına giren, Allah’la yol bulan, hayatını Allah’a sorarak yaşayan birisiyse. Takvayı yaşayan, takvayı emreden birisiyse. Böyle hayatını Allah adına yaşayan, Allah’ın istediği şekilde yaşayan bir kulu namazdan engellemeye çalışanı gördün mü?

Alak suresi ayet 13
Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise.

Allah’ı, Allah’ın dinini, Allah’ın hayat programını, Allah’tan gelen âyetleri yalanlayan, yalan sayan, yok farz eden ve de O’ndan yüz çeviren, O’nunla ilgilenmeyen, O’ndan habersiz bir hayat yaşayan kişiyi görmedin mi? Kendisini, kendi bilgisini, kendi hevâ ve heveslerini putlaştırıp o istikâmette kendisine bir hayat programı çizerek burnunun doğrusuna gideni.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Alak suresi ayet 14
O, Allah'ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?

Öyle anlaşılıyor ki, burada her insaflı insan muhatap kabul edilmiştir. Onlara şöyle sorulmaktadır: Allah'a ibadet eden kullara engel olan o kişinin hareketini gördünüz mü? İnsanları Allah'tan korkutan, onların kötü işlerine engel olmaya çalışan kulun doğru yolda olmadığını ne biliyorsun? Bu kişi Hak'kı yalanlayarak ona karşı koymakta ve onu yalanlamaktadır. Bu ne biçim bir harekettir? Bu kul (Rasulullah) iyi işler yapmaktadır. Diğeri ise Hakkı yalanlayarak yüz çevirmektedir. Eğer Allah (c.c.) dilese bu şahıs bu tutumlarını sürdürebilir mi? Burada zalimin zulmünü ve mazlumun mazlumiyetini Allah'ın gördüğü belirtilerek şu sonuca varılmıştır: Zalim cezalandırılacak ve zulme uğrayana da yardım edilecektir.

Alak suresi ayet 15
Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;

Alak suresi ayet 16
O yalancı, günahkâr olan alnından.

Hayır, Ebu cehil, iddia ettiği gibi Muhammedi yakalayıp boynuna basamayacakve buna gücü yetmeyecektir. Yemir olsun ki, eğer Ebu cehil, Muham-mede karşı yaptığı bu tür davranışlarından vazgeçmezse biz, mutlaka onu perçe*minden yakalayacağız, zelil edeceğiz. Yüzünü karartacağız ve cehenneme sü*rükleyeceğiz. Böylece biz, yalancı bir insanın perçeminden ve günahkâr bir in*sanın perçeminden yakalamış olacağız ve ona haksızlık etmemiş olacağız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Alak suresi ayet 17
Ozaman, taraftarlarını yardımına çağırırsın.

Biz, Ebu cehili perçeminden yakaladığımız zaman, o da kendi adamlarını aşiret ve kavminden yardımcılarını yardımına çağırsın da kendisini kurtarmaya çalışsın.

Abdullah b. Abbas diyor ki: Resulullah makam-ı İbrahimin yanıda namaz kılarken yanından Ebu cehil geçmiş ve ona: Ey Muhammed, ben bunu sana yasaklamadım mı? demiş ve onu tehdit etmiştir. Resullullah da ona sert bir muka-belede bulunmuş ve onu azarlamıştir. Ebu cehil de demiştir ki: "Ey Muhammed, beni ne ile tehdit ediyorsun? Dikkat et ben bu Mekke vadisinin taraftan en çok olan biriyim." Bunun üzerine Allah Teâlâ " Ozaman taraftarlarını yardıma çağırsın." âyetini indirdi.


Alak suresi ayet 18
Biz de zebanileri çağıracağız.


Biz de, cehennemde vazifelendirilen ve "Zebani" denen melekleri çağıracağız. O zaman Ebu cehil, neyin ne olduğunu görecektir.

Abdullah b. Ebil Hüzeyl diyor ki: Zebaniler ayaklan yerde iken başlan göğe değecek kadar büyük olan meleklerdir.

Peygamber efendimiz buyuruyor ki: "Şayet Ebu cehil, ayağı ile boynuma basmaya girişecek olsaydı Zebaniler onu açıkça yakalaycaklardı."


Alak suresi ayet 19
Hayır, Ey Muhammed, sakın ona uyma. Secde et ve Allaha yaklaş SECDE AYETİ

Durum namaz kılarak rabbine ibadet eden Muhammedi ibadetten engellemeye çalışan Ebu cehilin iddia ettiği gibi değildir. Ey Muhammed, sakın sen, namazı bırakmanı sana emreden Ebu cehile itaat etme.. Rabbine secde et ve ona itaat ederek ona yaklaşmaya ve onun tarafından sevilmeye çalış. Çünkü Ebu cehil sana herhangi bir zarar veremez. Biz onun bir şey yapmasına engel oluruz
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 17
Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına?

Müfessirler dedi ki: Yüce Allah, her iki yurdun sahiplerinin halini sözkonusu edince kâfirler bu işe hayret ettiler, yalanlayıp inkar ettiler. Yüce Allah da onlara, kendi sanat ve kudretini, herşeye güç yetiren, mutlak kadir olduğunu hatırlattı. Nitekim o canlıları yeri ve göğü yaratandır. Sonra öncelikli olarak deveyi sözkonusu etti. Çünkü deve Araplar arasında pek çoktur. Onlar filleri görmemişlerdi. Bundan dolayı şanı yüce Allah, pek büyük bir yaratığını küçük bir mahlukun emrine verdiğini hatırlatarak buna dikkatlerini çekti. Bu küçük varlık, bu büyük varlığı yularından çekip götürüyor, onu çoktürüyor, kaldırıyor. Deve yerinde çökmüş iken ona ağır yükleri yükletiyor ve bu ağır yüküyle yerinden kalkıyor. Bu özellik, onun dışında hiçbir hayvanda yoktur. Onlara, yarattığı büyük bir mahluku, yarattıklarından küçük bir varlığın emrine verdiğini gösterdi ve bununla; onlara, vahdaniyetinin ve büyük kudretinin delilini de göstermiş oldu.
Hikmet sahihlerinden birisinden nakledildiğine göre, o deveden ve harikulade yaratılışından sözetmiş. Ancak bu şahıs devenin bulunmadığı bir yerde yetişmişti. Bir süre düşündükten sonra şöyle dedi: Muhtemeldir ki bu develerin boynu uzun olmalıdır. Yüce Allah bu develerin karanın gemilerini olmasını murad ettiğinden ötürü onlara susuzluğa katlanabilme kabiliyetini verdi. Öyle ki; onlar on gün hatta daha fazla susuz kalabilmektedirler. Çöllerde ve tehlikeli geçiş yerlerinde bitip de diğer hayvanların otlamadığı herbir şeyi otlayacak şekilde yarattı.
Şöyle de açıklanmıştır: Yüce Allah, onlara yüksek tahtları hatırlatınca onlar: Bunlara nasıl çıkacağız, dediler. Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi ve develerin üzerine yükler vurulsun diye çöktüklerini, sonra da ayağa kalktıklarını anlattı. İşte bu tahtlar da böyle olacaktır. Önce alçalacaklar, sonra yükseleceklerdir. Bu anlamdaki açıklamaları Katade, Mukatil ve başkaları yapmıştır.
Burada sözü edilen develerin pek büyük bulut parçalan olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı el-Müberred yapmıştır. es-Sa'lebî dedi ki: Burada sözü geçen "develer"in bulutlar olduğu söylenmiş ise de, ben bunun imamlarımızın kitaplarında bir temelinin olduğunu göremedim.
Derim ki: el-Asmaî Ebu Said Abdu'l-Melik b. Kurayb'ın naklettiğine göre Ebu Amr şöyle demiştir; Bu "Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına" buyruğunda; “El-İbil” kelimesini şeddesiz olarak okuyanların bu okuyuşu ile maksat devedir. Çünkü deve dört ayaklılardandır. Yere çöker ve onun üzerine yük vurulur. Diğerleri ise dört ayaklı olmakla birlikte, yük onlara ayakta oldukları halde vurulur. Bu kelimeyi şeddeli olarak okuyanların okuyuşuna göre ise, bununla su ve yağmur taşıyan bulutlar kastedilmiş olur.
el-Maverdi dedi ki: Buradaki: “El-İbil” kelimesinde iki şekil sözkonusudur.
Daha kuvvetli ve meşhur olan birinci görüşe göre bundan kasıt, dört ayaklılardan olan develerdir. İkinci görüşe göre ise, maksat bulutlardır. Eğer bunlarla maksat bulutlar ise, bulutlardaki ilâhî kudrete delil teşkil eden belgeler ve bütün yaratıklarına fayda sağlayan genel menfaatlerden dolayı söz konusu edilmiştir. Eğer dört ayaklılardan olan develer kastedilmiş ise, diğer hayvanlara göre develerin daha çok faydalı oluşundan dolayıdır. Çünkü hayvanlar sağmal, binek, yiyecek ve yük hayvanları olmak üzere dört türlüdür. Develerde bu dört özellik de vardır. Dolayısıyla nimet olmak özellikleri daha geneldir, ilahi kudretin onlarda tecellisi daha mükemmeldir.
el-Hasen dedi ki: Yüce Allah'ın deveyi özellikle sözkonusu etmesi, hurma çekirdeklerini yemesi, ot otlaması ve bununla birlikte süt vermesi dolayısıyladır. Yine el-Hasen'e develer hakkında soru sorulmuş ve: Filin acaibliği bundan büyüktür, demişler. O da şu cevabı vermiş: Araplar ile filler arasında uzak bir mesafe vardır. Diğer taraftan fil eti yenmez bir çeşit domuzdur. Sırtına binilmez, sütü sağılmaz.
Şureyh şöyle derdi: Haydi hep birlikte (Kufe'de develerin geldiği çarşı olan) el-Künâse'ye çıkalım ve develerin nasıl yaratıldıklarına bir bakalım.
“El-İbil” "Deve" lafzının aynı kökten tekili yoktur, müennes bir lafızdır, Çünkü kendi lafzından tekili olmayan çoğul isimler, şayet insanların dışındaki varlıkların adı ise müenneslik onların ayrılmaz bir özelliğidir. Bu lafızların küçültme ismi yapıldığı takdirde sonlarına "he (yuvarlak te)" getirilir. O bakımdan: "İbiletun ve ğanimetun" "Devecik, koyuncuk" ve benzer şekilleri kullanılır. Devenin bu lafzı bazan hafif olsun diye "be" harfi sakin olarak; "İbl" diye kullandıkları da olur. Çoğulu, "âbâl" diye gelir. [23]

Gaşiye suresi ayet 18
Göğün nasıl yükseltildiğine,

"Göğün nasıl" yerden direksiz olarak "yükseltildiğine"; ona hiçbir şeyin erişemeyeceği kadar yükseltildiğine, diye de açıklanmıştır.


Gaşiye suresi ayet 19
Dağların nasıl dikildiklerine,

"Dağların" yıkılıp, yok olmayacak şekilde yerin üzerinde "nasıl dikildiklerine..."
Şöyle ki; yer yayılıp döşendiğinde çalkalandı, yüce Allah, dağlarla orayı sağlamlaştırdı. Nitekim şöyle buyurmaktadır:
"Ve yer onları çalkalamasın diye onda sağlamlaştırıcı kazıklar yarattık." (el-Enbiya, 21/31)


Gaşiye suresi ayet 20
Ve yerin nasıl yayılıp, döşendiğine?

"Ve yerin nasıl yayılıp döşendiğine" Yayılıp, uzatıldığına.
Enes dedi ki: Ali (r.a)'ın arkasında namaz kıldım. O: "Keyfe halektu" "Nasıl yarattığıma" "Rafe’tu" "Yükselttiğime"; "Nesabtu" "Diktiğime" ve "Setahtu" "Yayıp döşediğime" diye "te" harflerini ötreli olarak zamiri yüce Allah'a izafe ederek okudu. Muhammed b. es-Semeyka' ve Ebu'l-Âliye de böyle okurdu. Bu okuyuşda meful mahzuf olmakta birlikte anlamı "Halektuhâ" "Onları… yarattığıma" şeklindedir. Diğerleri de bu şekilde açıklanır.
el-Hasen, Ebu Hayve ve Ebu Recâ' "yayılıp döşendiğine" anlamındaki lafzı "ti" harfini şeddeli, "te" harfini de sakin olarak; "Suttihat" diye okumuşlardır. Çoğunluk da böyle okumuş olmakla birlikte, ancak onlar "ti" harfini şeddesiz okumuşlardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 21
Ey Muhammcd, sen hatırlat. Çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın.

Gaşiye suresi ayet 22
Sen onlara tahakküm edici değilsin.

Ey Muhammed, sen kullarıma âyetlerimi hatırlat, onlara öğüt ver ve seni peygamber seçtiğimi onlara tebliğ et. Sen ancak bir hatırlatıcısın. sen onlara karşı bir tahakkümcü ve bir zorba değüsin. Sen onlan bana bırak. Onlar hakkında ben hüküm vereceğim."

Cabir b. Abdullah, Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu rivayet et*mektedir:

"Ben insanlarla, Lailahe İllallah demelerine kadar savaşmakla emrolun-dum. Onlar bunu deyince öldürülmeyi hak etmeleri dışında kanlannı ve mallarını benden korumuş olurlar. Bundan sonra hesaplan Allaha attir." Resulullah daha sonra "... Çünkü sen ancak bir hatırlatıcısın. Sen onlara tahakküm edici değil*sin." âyetlerini okudu."

İbn-i Zeyd bu âyetleri: "Sen ancak bir uyarıcısın. Sen onlara, zorla iman ettirecek bir zorba değilsin." şeklinde izah etmiş ve demiştir ki: "Bu âyetten sonra "Ey Peygamber, kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran.." "Mukaddes olan haram aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayıp çember içine alın. Her gözetilecek yerden onlan gözetleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekatı verirlerse artık yollanm serbest bırakın. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." âyetleri nazil oldu, Ve "Sen onlara tahakküm edici değilsin." âyetlerini neshetti. Öğüt verme emrini ise neshetmedi.

Gaşiye suresi ayet 23
Ancak kim yüz çevirir ve küfre saparsa,

Gaşiye suresi ayet 24
Allah, onu en büyük azab ile azablandırır.

Bu âyetler iki şekilde izah edilmiştir. Birinci izah şekli şöyledir: "Ey Muhammed, sen kavmine hatırlat. Ancak onlann içinden, Allahın emrinden yüz çevirenlere ve inkar edenlere hatırlatma. Allah onlara, en büyük azap olan cehennem azabıyla azabedecektir."

Diğer bir izah şekli ise şöyledir: Ey Muhammed sen onlara tahakküm edici değilsin. Fakat Allah onlara, dünyadaki inkarları yüzünden, âhirette en büyük azap olan cehennem azabını verecektir.

Gaşiye suresi ayet 25
Şüphesiz ki onların dönüşü bizedir.

Gaşiye suresi ayet 26
Onları hesaba çekmek de bize aittir.

Şüphesiz ki inkarcıların dönüşleri bizedir. Onlan hesaba çekecek olan da biziz. Biz onları, geçmişte işledikleri suçlarına göre cezalandıracağız.

Allah teala bu âyet-i kerimelerde Resulullahın vazifesinin, hatırlatma ve tebliğ etme olduğunu, hesaba çekme ve cezalandınnanın ise yalnızca kendisine ait olduğunu beyan etmektedir.

Ancak dünyada bir kısım kullarım diğer bir kısım kullan aracılığıyla da cezalandırabilir. Müminlerin, cihad sırasında kâfirleri öldürmeleri .gibi bu cezalan kulları eliyle de verebilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Gaşiye suresi ayet 6
Onlar için (öldürücü ve zehirli olan) dan dikeninden başka bir yiyecek yoktur.

Gaşiye suresi ayet 7
Ne doyurup-semirtir, ne de açlıktan korur.

Yüzleri zelil olan o kâfirlere cehennemde, insanı beslemeyen ve açlığını gidermeyen isimli bir yiyecekten başka bir şey yoktur.

Mealde "Deve dikeni" diye tercüme edilen kelimesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde tercüme edilmiştir.

Abdullah b. Abbas, îkrime, Mücahid, Katade ve Şerik b. Abdullah'a göre kelimesinden maksat, "Şebrak" diye adlandırılan bir dikendir.

Said b. Cübeyr'e göre'ise bir taştır. Cehennemlikler yemek olarak bu taşı yiyeceklerdir.

Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyd'den nakledilen başka bir görüşe göre, cehennem ateşinden meydana gelmiş bir ağaçtır.

Kur'an'ın bazı yerlerinde, cehennemliklerin zakkum ve irin'den başka yiyeceklerinin olmadığı ifade edilirken, burada kuru bir diken'den başka yiyeceklerinin olmadığı anlatılmaktadır. Bu iki farklı ifade arasında bir çelişki yoktur, çünkü cehennemde farklı farklı dereceler vardır. Cehennemliklerin suçlarına göre, yani her suç için, ayrı bir azabın verilmesi sözkonusudur. Şu şekilde de anlaşılması mümkündür. Onlar zakkum yemekten kaçınacaklar ve onlara irin verilecektir. Ondan da kaçınacaklar ve bu kez onlara yemeleri için kuru diken verilecektir. Kısaca onlara sevdikleri bir yiyecek verilmeyecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 7
Göz kamaştığı

"Göz kamaştığı" buyruğundaki: Kamaştı" lafzını Nâfî ve Âsım'clan rivayetle Ebân, "re" harfini üstün olarak okumuşlardır.
İleri derecede İrileşmiş olacağından, insanın gözü kamaşmış olaeak ve o gözün kirpiIdığı görülmeyecektir, demektir. Mücahid ve başkaları, bu durum ölüm halindedir, demişlerdir. el-Hasen ise bu, kıyamet gününde olacaktır, demiştir. Ayrıca o şöyle der: Bu buyrukta insanın hakkında soru sorduğu hususun cevabını ihtiva eden bir mana vardır. "Göz kamaştığı, ay tutulduğu... zaman" işte o gün, kıyamet günüdür, denilmiş gibidir.
Diğerleri, bu Iafzı "re" harfi kesreli olarak okumuşlardır. Şaşkınlığa düşüp, gözünü kırpmadı, demektir. Bu açıklamayı Ebu Amr, ez-Zeccac ve başkaları yapmışlardır. Şair Zu'r-Rimme şöyle demiştir:
"Eğer Lukman-ı Hakîme, onan gözlerine Meyye Yüzünü açmış olarak görünecek olsaydı, gözlerim iri iri açar,
gözünü kırpmazdı."
el-Ferrâ ile el-Halİl "re" harfi kesreli olarak; "korktu, dehşete düştü, hayret etti" demektir, demişlerdir. Araplar da dehşete düşüp, hayret etmiş insan hakkında: derler. Bu durumda olan kimseye de; derler. el-Ferrâ şu beyiti zikreder:
"Sen kendi nefsin için ağıt yak, benim için değil Yaralan tedavi et de hayret ve dehşete düşme!"
Yani; aldığın yaraların fazlalığından dolayı korkma.
(Mazisinin "re" harfi) üstün olarak: Gözlerini açtı ve iriİeştirdi' demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmış olup, el-Küİlâbî'nin de şu be-yitini zikretmektedir;
"İbn Umeyr umutla bana geldiği vakit Ben ona kırmızıya çalan beyaz tüylü develer verdim de gözlerini iri iri açtı."
"Re" harfi hem kesreli hem üstünlü söylenişinin anlamdaki iki ayrı söyleyiş olduğu da söylenmiştir.

Kıyamet suresi 8
"Ay tutulduğu"

"Ay tutulduğu" yani ışığı gittiği zaman ... Dünyada ay tutulursa, daha sonra yine ışığına kavuşur, Âhirette ise böyle değildir. Işığı bir daha geri gelmeyecektir. Buyruğun, ay kaybolduğu zaman... anlamına gelme ihtimali de vardır. Nitekim yüce Allah'ın -aynı kökten gelen fiilin kullanıldığı-: Biz onu da, evini de yere geçirdik (yerde kaybettik)" (el-Kasas, 28/81) buyruğunda da bu anlamda kullanılmıştır.
İbn Ebi İshak, İsa ve el-A'rec "hı" harfi ötreli, "sin" harfi de kesreti olarak; diye okumuşlardır. Buna da yüce Allah'ın: "Güneş ve ay bir araya getirildiği zaman" buyruğu delil teşkil etmektedir.
Ebu Hatim Muhammed b. İdris dedi ki: Ay'ın bir kısmı kaybolduğu zaman küs Cif (kısmî ay tutulması), tamamı gittiği zaman husuf (tam ay tutulması) denilir.

Kıyamet suresi 9
"Güneş ve ay biraraya getirildiği zaman"

"Güneş ve ay biraraya getirildiği zaman" ışıklarının söndürülmesi hususunda ikisi de aynı özellikte olduğu zaman, demektir. Ay'ın tutulmasından sonra ışığı kalmadığı gibi, güneşin de ışığı olmayacaktır. Bu açıklamayı el-Ferrâ ve ez-Zeccâc yapmıştır. el-Ferrâ dedi ki: Burada: Biraraya getirildi" denilmeyip (sonuna "te" harfi getirilmemesi) anlamın: İkisini biraraya getirdi" şeklinde oluşundan dolayıdır. Ebu Ubeyde ise: Bu müzekkerin tağlib edilmesi dolayısıyla böyle gelmiştir, demektedir. el-Kisaî ise: Manaya hamledildiği için böyle gelmtşcir. Sanki: "İki ışık (söndürüldü)" buyurmuş gibidir. el-Müberred de: Müenneslîk hakiki değildir (onun için sonuna "te" getirilmemiştir), demiştir.
İbn Abbas ve İbn Mesud dedi ki: İkisi biraraya getirilmiş olacaktır. Her ikisi de batıdan kararmış, ışıkları alınmış, aydınlıkları gitmiş, kesilmeye hazır iki öküz gibi birbirine bağlanmış halde biraraya getirilmiş olacaklardır, demektir. Bu anlamdaki açıklamalar el-En'âm Sûresi'nin sonlarında (6/158. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Abdullah (b. Mesud)'ın kıraatinde Güneş ile ay ikisi biraraya getirildiği zaman" şeklindedir.
Ata b. Yesar dedi ki; Kıyamet gününde ikisi de bir araya getirilecek, sonra da denize atılacaklardır ve her ikisi Allah'ın büyük ateşi olacaklardır.
Ali ve İbn Abbas dedi ki: Her ikisi de perdelerin nuru içerisinde bırakılacaklardır. Cehennem ateşinde de biraraya getirilecekleri ihtimali vardır. Çünkü her ikisine de Allah'ın dışında ibadet edilmiştir. Ateş onlar için azab olmayacaktır. Çünkü her ikisi de cansızdır. Ancak onlara bu şekilde muamele edilmesi kâfirlerin azarlanması ve hasretlerinin daha da ileriye gitmesi için olacaktır. Ebu Uavud et-Tayalisi'nin Müsned'inde, Yezid er-Rukaşi'den, onun Enes b. Malik'ten, Enesin Peygamber (sav)'a dayandırarak (ref ettiği) rivayetine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki güneş ve ay cehennem ateşinde kesilmek için bir ayaklan kesilmiş, kötürüm iki öküz gibi olacaklardır, "
Bu biraraya gelişin birbirlerinden ayrılmamak üzere biraraya getirilmeleri, insanlara oldukça yakınlaştınlmalan ve aşırı sıcaktan dolayı insanların terlemeleri anlamına geldiği de söylenmiştir. Sanki her ikisinin sıcaklığı da insanların üzerine topianacakmış gibi bir mana vardır. Güneş ve ay biraraya getirilecek ve artık gece ile gündüzün ardı arkasına gelmesi sözkonusu olmayacaktır; diye de açıklanmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 10
"O günde insan: Kaçış nereye? der."

"O günde insan: Kaçış nereye? der."Ademoğlu böyle söyler, söyelemektir. Ebu Cehil böyle diyecek de denilmiştir. Kaçacak yer neresidir, demektir. Şair şöyle demiştir:
"Koçlar toalaşırken kaçış nereye? Hangi koç oradan başka tarafa kayarsa rezil olur."
el-Maverdi dedi ki: Bunun iki anlama gelme ihtimali vardır. Birincisine göre, Allah'tan haya edileceği için ondan "kaçış nereye?" demektir. İkincisine göre, cehennemden korkulup, sakınıldığı için; ondan "kaçış nereye?" demektir.
Bu sözü söyleyecek olan insan ile ilgili iki ihtimal sözkonusudur. Birinci ihtimale göre, bu söz özel olarak kâfirin kıyamet gününde cehenneme arzedilmesi esnasında söyleyeceği bir sözdür, mü'minin söyleyeceği bir söz değildir. Çünkü mü'min Rabbinin müjdesine güvenmektedir. İkinci görüşe göre, kıyametin kopacağı esnada görecekleri kıyamet dehşetlerinden ötürü hem mü'minlerin, hem de kâfirlerin söyleyeceği bir sözdür.
"Kaçış, kaçmak" anlamındaki iafız genel oiarak "fe" harfi üstün; diye okunmuştur. Ebu Ubeyde ve Ebu Hatim bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü bu mastardır.
İbn Abbas, Mücahid, el-Hasen ve Katade ise "mim" harfi üstün fakat "fe" harfini kesreli okumuşlardır. el-Kisai dedi ki: Bunlar iki ayrı söyleyiştir ile gibi.
ez-Zühri'den ise "mim" harfini kesreli, "fe" harfini de üstün okuduğu nakledilmiştir.
el-Mehdevî dedi ki: Kaçış" lafzının "mim" harfim ve "fe" harfini üstün okuyanların okuyuşuna göre bu "firar; kaçmak, kaçış" anlamında bir mastardır. "Mim" harfini üstün, "fe" harfini kesreli okuyuş ise, kendisine kaçılacak yer anlamında olur, "mim" harfini kesreli, "fe" harfini üstün okuyuş ise iyice kaçabilen insan demek olur. Buna göre de buyruk şu anlama gelir: Güzel, iyi kaçabilen insan nerede? Bununla birlikte o da asla kurtulamayacaktır.
Derim ki: İmruu'l-Kays'ın şu mısraı da bu anlamdadır:
"(Düşmana) güzel yönelir, güzel kaçar, güzel ileri atılır, güzel geri döner aynı zamanda."
Şair burada atının güzel döndüğünü ve güzel kaçtığını anlatmak İstemektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 11
"Hayır" yani kaçacak yer ve kaçış yoktur.

Buna göre: Hayır" bir reddir ve bu yüce Allah'ın (.söyleyeceği) bir sözüdür. Daha sonra bu reddi açıklayarak şöyle buyurmaktadır; "O gün sığınacak yer yoktur." Ateşten kurtulmak için sığınılacak bir yer yoktur. İbn Mesud: "Bir kale, bir sığınak yoktur" diye açıklardı. el-Hasen de: "Bir dağ yoklur" derdi. îbn Abbas: "Bir sığınak yoktur" diye açıklardı. İbn Cübeyr: Kaçıp kurtulacak ve sığınüacak bir korunak yoktur, diye açıklamıştır. Hepsinin anlamı birdir. Sözlükte; kendisine sığınılan kale, dağ ve benzeri şeylere denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Ömrüm hakkı için gencin sığınacak bir yeri yoktur Ölümden (kurtulmak için) ölüm de onu yetişir, yaşlanmak da."
es-Süddi dedi ki: Dünyada iken sığınacak bir yer aradıklarında dağlarla kendilerini korumaya çalışırlardı. Yüce Allah, onlara: Bu günde sizi benden koruyacak bir sığınak yoklur, diye buyurdu. Tarafe de şöyle demiştir:
"Bekr kesinlikle bilir ki bizler Üstün görüş sahibiyiz ve korkmakta (korkan için) bir sığınak vardır."
Bu beyilin son kelimesi diye de rivayet edilmektedir.

Kıyamet suresi 12
"O gün varıp durulacak yer Rabbİnin huzurudur."

Katade; nihai olarak varılacak yer, diye açıklamıştır. Bunun bir benzen de: "Şüphesiz ki son gidişin Allah'a olacağını" (en-Necm, 53/42) buyruğudur. îbn Mesud: Dönülecek ve sonunda varılacak yer, Rabbİnin huzuruna olacaktır, diye açıklamıştır.
Âhirette son olarak karar kılınacak yer, yüce Allah'ın teshil edeceği yerdir. Çünkü onlar arasında hüküm verecek olan O'dur.
"Hayır" sözünün, insanın kendisi için kaçıp kurtulacak yer olmadığını öğrenmesi üzerine kendisine söyleyeceği sözlerden birisi olduğu da söylenmiştir. İşte o vakit insan kendi kendisine: "Hayır, bugün sığınacak yer yoktur. Bugün varıp durulacak yer Rabbİnin huzurudur" diyecektir.

Kıyamet suresi 13
"O günde insana önden yolladığı şeyler ile geriye bıraktığı şeyler haber verilir."

O gün Âdem oğluna iyi ya da günahkâr bir kimse olsun, iyi ya da kötü amel islemiş yahutta kendisinden sonra ona uygun iş yapılan iyi ya da kötü bir sünneti ardında bırakmış olsun... (bütün bunlar kendisine haber verilecektir.) Bu açıklamayı İbn Abbas ve İbn Mesud yapmıştır.
Mansurun rivayetine göre de Mücahid şöyle demiştir: Ona amelinin başı da. sonrası da haber verilir. en-Nehaî de böyle demiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 20
Hayır;siz çarçabuk geçmekte olan (dünya) ı seviyorsunuz.

Burada, ara cümleden sonra önceki konuya kalındığı yerden devam edilmektedir. "Hayır asla değil"in manası şudur. Yani sizin kıyameti inkâr etmenizin asıl sebebi bu kainatın yaratıcısının kıyameti getirmeye ve ölümden sonra sizi diriltmeye muktedir olmadığını zannetmeniz değildir. Asıl sebep yukarıda ayette verildiği gibidir.

Kıyamet suresi 21
Ve ahireti terkedip-bırakıyorsunuz.

Bu, ahireti inkârın ikinci sebebidir. Birincisi 5. ayette beyan edilmişti. O ayette, insanın fiskü-fücur için serbestlik ve ahlâkî kayıtlardan kurtulmak istediği ve eğer ahirete inanırsa bir takım ahlâkî kurallarla kayıtlanacağı, bu yüzden de nefsani şehvetlerinin ona ahireti inkâr etmesi için baskı yaptığı ve daha sonra bir takım aklî deliller ileri sürerek bu inkârın gayet mantıklı olduğunu ona göstermeye çalışmakta olduğu söylenilmekteydi. Şimdi burada da ikinci sebep olarak ahireti inkâr edenlerin dar ve kısır görüşlü oldukları beyan edilmektedir. Onlar için, bu dünyadaki işler ve bu işlerin sonuçları önemlidir.
Ahirette kendilerinin ne sonuçlar elde edecekleri hususuna hiç önem vermiyor, hep bu dünyanın lezzet ve faydaları için çalışmak gerektiğini sanıyorlar. Bunlara göre ne pahasına olursa olsun, bu dünyada başarı kazanmak gerekir. Bunun ahiretteki neticesi ne kadar kötü olursa olsun onlar için önemli değildir. Karşılıkları ahirette ne kadar güzel olsa bile bu dünyadaki kaybetme, meşakkat ve kederden muhakkak kaçmalıdır diyorlar. Peşin alışveriş istiyorlar. Ahiret gibi uzak bir olay için, bugünkü kârlarından vazgeçmek işlerine gelmiyor. Oradaki bir mükafaat için burada bir zarara uğramayı göze alamazlar. Böyle bir düşünme tarzına sahip insan ahiret konusundaki tartışmada aslında aklî deliller ileri sürüyorsa da saf akıl yürütmemektedir. Bunların aklî delillerinin arkasında yukarıda bahsettiğimiz zihniyet yatmaktadır. Bu yüzden her ne kadar onun vicdanı ahiretin meydana gelmesi mümkündür ve de gereklidir diyorsa ve Kur'an'daki mantıkî deliller karşısında onun zihniyeti bir hiç mesabesinde ise de, o yine ahirete inanmayacaktır.

Kıyamet suresi 22
O gün yüzler ışıl ışıl parlar.

Yani, sevinçten yüzleri parlayacaktır. Çünkü onlar ahirete iman etmişlerdi ve şimdi bu inançlarına göre ahirete şahit olmaktalar. Bu, ahirete iman etmekle dünyadaki gayri meşru bir takım faydalardan vazgeçtiler ve Hakk için bir takım zararlara girmek zorunda kaldılar, ama karşılığında ahirette mükafata nail oldular ve gözleriyle o ahiret olayını temaşa ederek dünyadayken bu şekilde bir hayatı ve zihniyeti tercih etmelerinin ne kadar isabetli olduğunu gördüler. Şimdi ise onlar için en güzel mükafatlara layık olma vaktidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 23
Rablerine bakıp durur

Müfessirlerden bazıları bunu mecazi anlamda anlamışlardır. Buna göre, bir kimseyi görmek demek o kimseden bir şeyler ummak ve ondan bir karar, bir ihsan beklemek anlamına gelir. Meselâ, kör bir insan bile "Ben ona gözümü diktim" diyebilmektedir. Birçok hadiste ise Allah Rasulü bunun yorumunu, Allah'ın mükerrem kulları ahirette O'nu görebilecektir şeklinde yapmıştır. Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste "'Siz Rabbinizi açıkça göreceksiniz" denilmektedir. Müslim ve Tirmizi'de Hz. Suheyb'in (r.a) bildirdiği bir hadiste ise Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli cennete girdikleri vakit, bir münadi: Sizin için Allah'ın indinde bir ikram daha vardır, diyecek; onlar da: O bizim yüzümüzü ak etmedi mi, bizi ateşten kurtarmadı mı ve bizi bu cennete sokmadı mı? deyince melekler; Evet ama, diye cevap verecekler ve bunu müteakip perde açılacaktır." O zaman onlar Allah'ı görmekle müşerref olurlar. Rasul-i Ekrem diyor ki "Yemin ederim ki, O, onlara kendisini görmekten daha sevgili birşey vermemiştir."
Aynı mükafat Kur'an-ı Kerim'de "İyilik yapanlara o iyilik vardır. Fazlası da vardır." (Yunus: 26) şeklinde ifade edilmiştir. Buhari ve Müslim'de, Ebu Hüreyre'den rivayet edilir ki: "Allah Rasulü'ne; biz kıyamet günü Rabbimizi görebilecek miyiz?" diye sordular. O da dedi ki: "Güneş ve Ay'ı bulut olmadığı zaman görmekte bir zorluk çekiyor musunuz? Onlar da "Hayır" dediler. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem "İşte Allah'ı da böyle göreceksiniz" dedi. Bunun benzeri bir diğer rivayette yine Buhari ve Müslim'de Hz. Cabir bin Abdullah'tan nakledilir. Ayrıca Ahmed, Tirmizi, Darekutni, İbn Cerir, İbn Münzir, Taberani, Beyhaki, İbn Ebi Şeybe ve diğer bazı muhaddisler ufak tefek bazı lafız farklarıyla Abdullah bin Ömer'den Allah Rasulü'nün şöyle dediğini rivayet ederler: "Cennette olanların en düşük seviyede olanları bile kendisine ikram edilen nimetleri iki bin senesine kadar öğrenecekler ve onların Allah için en makbul olanı da sabah ve akşam O'nun yüzünü iki defa görecektir" demiş ve sonra da bu ayeti okumuştur.
"O gün yüzler vardır ki pırıl pırıldır ve Rablerine bakarlar." İbni Mace'de, Cabir bin Abdullah'tan rivayet edilir ki "Allah onlara bakacak, onlar da Allah'a bakacaklar, Allah perdeyi indirmedikçe onlar O'na bakarken öyle mest olacaklar ki cenneti gözleri görmeyecek bile." Bütün bu rivayetler üzerinde Ehl-i Sünnet, bu ayetin anlamının ahirette cennet ehlinin Allah'ı görmek ile müşerref olacağı görüşünde ittifak etmişlerdir. Bunun doğruluğunu Kur'an'ın şu ayeti de teyid etmektedir. "Hayır, onlar (facirler) o gün Rablerini görmek gibi en büyük nimetten büsbütün yoksundurlar." Bu mahrumiyet facirler için olacak, ebrar için değil. Şimdi, peki Allah'ı bir insan nasıl görebilir ki? Görme olayının meydana gelmesi için bir şeyin hususi bir boyutu, bir mekanı, bir şekli ve bir de rengi olması ve ışığın ona çarparak insanın gözüne aksetmesi ve sonunda da beyinde görmenin gerçekleşmesi gerekir. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın zatını görebileceğimiz, nasıl düşünülebilir? şeklinde sorular sorulabilir. Ama aslında bu gibi sorular yanlış bir düşünce sonucudur. Burada şu iki şey arasındaki fark görülememektedir. Birincisi, görme olayının gerçeği; ikincisi, bu dünyaya özgü olarak bilinen görme fiili. Görende, görmenin nitelikleri bulunduğu için görmektedir. Yani kör değildir ve görülecek olan şey de gizli değildir. Bu yüzden bizim bu dünyadaki deneyim ve gözlemimiz yalnızca insanın gördüğü o belirli şeklidir. Tabii görenin gözleri ve o gözlerin de görme yeteneği olmalıdır. Ayrıca o cismin belirli bir cisim olması ve renkli bir cisim olması gerekir ki ışık çarparak göze yansısın ve sonra gözden o cismin bir şekli canlansın. Oysa görme olayının hakikatinin ve fiili şeklinin, yalnız bizim bu dünyada vakıf olduğumuz biçimden ibaret olduğunu zannetmek düşünce sığlığını gösterir. Allah Teâlâ'yı kainatta görmenin o kadar çok şekli mümkündür ki biz onu tasavvur bile edemeyiz. Bunu anlamamakta direnen bir kimse ibadet etmekte olduğu ilâhının görür mü, kör mü olduğunu söylesin. Eğer ilâhın görmekte olduğunu söylerse, o zaman bütün kainatı gözetmektedir ve o her şeyi görmektedir. O zaman o hangi gözle görmektedir? Acaba insan ve hayvan gibi gözleri mi vardır? Bizim gördüğümüz gözlerle mi görmektedir? Bunun cevabının hayır olduğu bellidir. Eğer bunun cevabı olumsuz ise o zaman akıllı ve anlayışlı bir insan niye ahirette cennettekilerin, Allah'ı görmelerinin bir hususî şeklinin olacağını anlamakta güçlük çeksin? Orada Allah'ı görmenin bir başka şekli olabilir ki biz bugün, burada bunu kavrayamayız. Aslında ahiretin mahiyetini kavramak demek, tıpkı iki yaşındaki bir çocuğun evlilik ve cinsel hayata bakışına benzer. Halbuki, büyüyünce bu olayla bilfiil kendi kendisi yüzyüze gelecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 24
"Ve o günde asık nice suratlar vardır."

Yani kıyamet gününde, kâfirlerin yüzleri gerilmiş, çekiJmiş ve asılmış olacaktır. es-Sıhah'lz şöyle denilmekledir: dişi devenin isteği olmaksızın erkek deve dişi deve ile ilişki kurdu" denilir, Adam yüzünü ekşitti, astı" demektir. Yüzünü astı, ekşitti" denilir.
es-Süddî: "Asık surat" şekli değişikliğe uğramış surat demektir, diye açıklamıştır. Anlamlar aynıdır.

Kıyamet suresi 25
"Kendilerine, bel kemikleri kıran, çok belâlı işler yapılacağını anlarlar."

Kesinlikle buna inanır ve bunu iyiden iyiye bilirier, demektir.
Büyük iş ve musibet" anlamındadır. Sırtmın omurgasını kırdı" demektir. Bu anlamdaki açıklamayı Mücahid ve başkaları yapmıştır. Katade ise: Şer ve kötülük" demektir, der.
es-Süddi; helak olmak, îbn Abbas ve İbn Zeyd, cehenneme girmek, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine yakındır. Bu kelimenin asıl anlamı devenin burnuna bir demir yahutta ateş ile kemiğe ulaşıncaya kadar işaret yapıp dağlamaktır. Bu açıklamayı el-Esmaî yapmıştır.
O bakımdan devenin burnunu bir demirle delip, sonra da delinen yere deriden yapılmış bir ip geçirip, onun üzerine de bükülmüş bir halat geçirmeyi anlatmak üzere: Devenin burnunu delip, ondan halat geçirdim" denilir.
Arapların: O'na fâkira (musibet, belâ veya az önce deve için sözkonusu edilen uygulamanın benzeri) yapıldı" denilir. en-Nâbiğa da şöyle demiştir:
"Hiçbir kabir beni kabul etmedi; hâlâ önümde duruyor Ve başımın tepesine inecek kırıcı bir balta darbesi."
(Burada bu kelime) "kırıcı" anlamında kullanılmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi 26
Hayır; can köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman,

Buradaki "kesinlikle değil" ibaresi bir önceki konuya atıftır. Yani, senin ölümden sonra yok olacağına ve Rabbinin huzurunda hazır bulunmayacağına dair zannın yanlıştır.

Kıyamet suresi 27
"Son müdahaleyi yapacak kim" denir.

Metinde "Râkin" kelimesi geçmektedir. Bu, Rukye kelimesinden türemedir. Üfürükçülük ve muskacılık anlamına gelir. "Râki" demek ise, yukarıya doğru tırmanmaktır. Şimdi eğer biz bunu ilk manada alırsak o zaman anlamı, deva bulamayan hastayı hemen acele okuyacak birisini aramak olur. Eğer ikinci manada alırsak, bu sefer anlamı meleklere; bu ruhu kim alacak, azab melekleri mi yoksa rahmet melekleri mi? diye sormalarıdır.
Diğer bir ifade ile, bir kimse öldüğü zaman ahirette nereye gireceğinin kararı alınmaktadır. Yani eğer salih bir insan ise onu rahmet melekleri götürecek ve eğer kötü bir insan ise o zaman onun yanına kimse yaklaşmayacak ve azab melekleri onun ruhunu alacaktır.

Kıyamet suresi 28
Artık gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu kavrayıp anlamıştır.

Can veren kimse, malından, ailesinden, çocuklarından ve bütün dünyadan ayrıldığını idrak ettiği zaman, varılacak yer, Allanın huzurudur.

Kıyamet suresi 29
(Ölüm korkusundan) Ayaklar da birbirine (ayak ayağa) dolaştığında;

Müfessirlerden bazıları "Sâk" kelimesini lügat manasında almışlardır. Onlara göre bundan kastolunan "ölüm zamanı bacakların kuruyarak birbirine yapışmasıdır." Bazıları da bunu bir deyim olarak anlamışlardır. O zaman manası çok zorluk şiddet ve musibet anlamlarına gelir. Yani, birincisi bu dünyadaki herşeyden ayrılma musibeti, ikincisi öte dünyada bir suçlu olarak yakalanma musibetidir. Her kafir fasık, facir ve münafık bununla karşı karşıya kalacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi ayet 30
O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.

Âyette geçen, "Bacaklar birbirine dolaştığı zaman" ifadesi müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas, Müeahid, Katade, Hosan-ı Basri, Dehhak, Atiyye ve İbn-i Zeyd'e göre bu ifadeden maksat, dünyanın dehşetinin, âhiretin dehşetine karışmasıdır. Yani, can veren kişi, dünyada veda ederken bir taraftan onun sıkıntısını çeker diğer tarafta âhirete ilk adımını atarak orada olacak şeylerden dolayı büyük bir sıkıntı hisseder. Böylece dünyada olan bir ayağı ile âhirete attığı diğer ayağı birbirine dolaşmış olur.
Hasan-ı Basri ise, iki bacağın birbirine dolaşmasından maksadın, ölünün, kefenlenirken bacaklarının sarılması olduğunu söylemiştir.
Âmir eş-Şa'bî, Ebu Malik, Hasan-ı Basri ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre, Ölenin bacaklarının birbirine dolaşmasından maksat, kişinin, ölümü anında gücünü kaybederek bacaklarının birbirine fiilen dolaşmasıdır.
Ebu Malik ve Süddi'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, ölenin bacaklarının ölümü anında kuruması ve sertleşmesidir.
Ebu İsa'ya göre bu ifadeden maksat, ölen kişinin işlerinin birbirine karışmasıdır.
Mücahid'e göre bu ifadeden maksat, ölenin felaketlerinin birbirine karışmasıdır.
Taberi, ölenin, dünyadaki sıkıntıları ile âhiretteki sıkıntılarının birbirine karıştığını söyleyen görüşü tercih etmiştir. Buna delil olarak da: "Evet, işte o gün sevkediliş ancak rabbinin huzurunadır." âyetini göstermiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kıyamet suresi ayet 31
Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.

"O, tasdik de etmemiş, namaz da kılmamış." Yani Ebu Cehil, tasdik de etmedi, namaz da kılmadı.
Bunun, sûrenin baş taraflarında sözü ediien "insan" (10. âyet) hakkında olduğu da söylenmiştir. Çünkü oradaki "insan" cins isimdir. Birincisi İbn Ab-bas'ın görüşüdür. Yani o risaleti tasdik etmediği gibi "namazdakılmamış" Rabbine dua etmemiş, Rasûlüne de salât ve selâm getirmemiştir.
Kata de dedi ki: Allah'ın Kitabını tasdik etmediği gibi, Allah için namaz da kılmadı. Şöyle de açıklanmıştır: O, Aİlah nezdinde kendisi için biriken bir azık olsun diye malını tasadduk etmediği gibi, Allah'ın kendisine emrettiği namazları da kalmamıştır.
Kalbiyle iman etmemiş, bedeniyle amel etmemiştir, diye de açıklanmıştır.
el~Kisaî dedi ki: ...ma" olumsuzluk edatı; ...madı" anlamındadır. Şu kadar var ki bu (birinci) olumsuzluk edatı, benzeri ile bir defa daha tekrarlanır. Mesela; Araplar: Ne Abdullah çıkıyor, ne de filan" derler. Buna karşılık; denilmez. Ancak ona: de eklenir. (Bu durumda: Ben ihsan edici de olmayan, iyilik de yapmayan bir adama uğradım, demek olur.) Yüce Allah'ın: Fakat o sarp yokuşa saldıramadı" (el-Beled, 90/11) buyruğu ise, bu kabilden değildir. Çünkü bu; tabiri, Niye o sarp yokuşa saldırmadı, o sarp yokuşa saldırmalı değil miydi?" anlamındadır, istifham edatı olan hemze hazfedil mistir.
el-Ahfeş de şöyle demektedir: "O tasdik etmemiş" buyruğu; Tasdik etmedi" demektir. Yüce Allah'ın: O saldırmadı" buyruğunun; anlamında olması gibidir. O bakımdan bunun arkasından başka bir şeye (yani olumsuzluk edatının tekrarlanmasına) gerek yoktur. Nitekim Araplar: Gitmedi" tabirini; anlamında kullanırlar. Burada nefy (olumsuzluk) edatı, muzari fiili nefyettiği gibi, mazi fiili de nefyetmektedir. Züheyr'in şu mısraında da bu kabildendir:
"O, onu ne açıkladı, ne de öne geçti."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt