Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (2 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnşikak suresi ayet 21
Onlara karşı Kur'ân okunduğunda secde etmezler? DİKKAT SECDE AYETİDİR

"Onlara karşı Kur'ân okunduğunda secde etmezler?" Namaz kılmazlar, demektir. Sahih-i Müslim'de şöyle buyurulmaktadır: Ebu Hureyre: "Gök yarılıp çatladığı zaman" (sûresin)i okudu ve onda secde yaptı. Bitirdikten sonra Rasûlullah (sav)’ın burada secde etliğini onlara bildirdi.
Malik dedi ki: Bu mutlaka gerekli secdelerden değildir. Çünkü buyruk; onlar amellerini gereği gibi yerine getirmeye kulak asmazlar ve itaat etmezler, demektir.
Îbnu'l-Arabî dedi ki: Sahih olan ise, bunun yapılması gerekli secdelerden olduğudur. Medineli Maliki alimlerin İmam Malik'ten yaptığı rivayet de bu şekildedir. Dolayısıyla Kur'ân ve sünnet bu hususta birbirini desteklemektedir. Îbnu'l-Arabî dedi ki: Ben insanlara imamlık yapmaya başlayınca onu okumayı terkettim. Çünkü secde yapacak olursam buna tepki gösterirlerdi, secde etmeyecek olursam bu da benim kusurlu bir davranışım olurdu. Bundan dolayı yalnız başıma namaz kıldığım vakitler müstesna (namazda) onu okumaktan uzak durdum. O doğru sözlünün dediği gibi "marufun münker, münkerin maruf görüleceği bir zaman.,." şeklindeki sözünün tahakkukudur bu. Çünkü Peygamber (sav), Aişe (r.anha)'ya şöyle demişti: "Eğer senin kavminin küfrü bırakması üzerinden az bir zaman geçmemiş olsaydı, beyti yıkar ve onu İbrahim'in temelleri üzerine yeniden bina ederdim"
İbnu'l-Arabi devamla dedi ki: Hocamız Ebu Bekr el-Fihri, rükua giderken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırırdı. Malik'in ve Şafii'nin görüşü bu olduğu gihi, şia da böyle yapar. Bir gün ders verdiğim yer olan Suğur'deki İbn eş-Şevva karargahında öğ!e namazında yanıma geldi. Adı anılan karargahtan mescide girdi. Saffın ön taraflarına geçti, ben ise arka taraflarda denize bakan pencerelerde oturuyordum, aşırı sıcaktan dolayı esen rüzgarı teneffüs etmeye çalışıyordum. Benimle birlikte aynı safta bahriye kumandanı Ebu Simne arkadaşlarından bir grub ile birlikte oturmuş namaz vaktini bekliyorlardı. Limanda gidip gelen gemilere bakıyordu. Hocamız rukûa giderken ve rukûdan başını kaldırırken ellerini kaldırınca Ebu Simne ve arkadaşları:
"Şu meşrıkli kimseyi görmüyor musunuz? Bakın mescide nasıl girmiş? Haydi kalkın onu öldürün ve denize atın, kimse sizi görmüyor." Aklım başımdan gitti ve;
"Subhanallah! Bu zamanın fakihi et-Turtuşi'dir." dedim. Bana:
"Peki niye ellerini kaldırıyor", diye sordular. Ben:
"Peygamber (sav) da böyle yapıyordu. Medinelilerin ondan yaptığı rivayete göre Malik'in görüşü de budur." dedim. Onlan teskin etmeye ve susturmaya koyuldum. Nihayet namazını bitirdi. Karargahtan onunla birlikte kalkıp, eve gittim. Benim yüzümün değiştiğini görünce tepki gösterdi ve sebebini sordu. Ben de ona durumu bildirdim. Gülerek:
"Ben nerede, bir sünneti uyguladığım için öldürülmek nerede?" dedi. Ben ona:
"Fakat böyle bir iş yapmak senin için helal değildir. Çünkü sen öyle bir topluluk arasında bulunuyorsun ki, büyle bir sünneti yerine getirecek olursan, senin başına üşüşürler ve belki de kanın boşu boşuna dökülür gider", dedim. Bana:
"Sen bu sözleri bırak da başka bir konuya geç", dedi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnşikak suresi ayet 22
Aksine o inkâr edenler yalanlarlar.

"Aksine o inkâr edenler" Muhammed (sav)'ı ve onun getirdiklerini "yalanlarlar."
Mukatil dedi ki: Ayet Amr b. Umeyroğulları hakkında inmiştir. Bunlar dört kişi idi. Onların ikisi müslüman oldu.
Bütün kâfirler hakkında olduğu da söylenmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnşikak suresi ayet 23
Halbuki Allah, içlerinde neyi gizlemekte olduklarını en iyi bilendir.

"Halbuki Allah, içlerinde neyi gizlemekte olduklarım en iyi bilendir."
İçlerinde gizledikleri yalanlamayı en iyi bilendir. ed-Dahhak da İbn Abbas'tan böylece rivayet etmiştir.
Mücahid dedi ki: Gizledikleri davranışlarını (en iyi bilendir). İbn Zeyd: Hem salih, hem de kötü amelleri bir arada işlediklerini (en iyi bilendir).
(Buradaki "gizlemekte oldukları" anlamı verilen fiil) içinde bir şeylerin toplandığı kab demek olan; “El-viâu”den alınmıştır. Azığı ve eşyayı bir kaba koyduğumuz zaman: “Ev’aytu’z-zâde ve’l-menâi” deriz. Şair de şöyle demiştir:
"Aradan uzun zaman geçse dahi, hayır daha bir kalıcıdır
Kötülük ise senin kaba doldurduğun en kötü azıktır."
"Veâe" "Onu belledi" demektir. "Veaytu’l-hadise eıhi va’yen" "Sözü belledim, bellerim" denilir. "Uzunu vâiyetun" "İyice belleyen, kulak" demektir Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Hakka, 69/12. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnşikak suresi ayet 24
Artık sen, onlara çok acıklı bir azabı müjdele!

"Artık sen onlara" yalanlamalarına karşılık cehennemde "çok acıklı" can yakıcı, acılıcı "bir azabı müjdele!" Yani bunu onlara müjde yerine bildir.

İnşikak suresi ayet 25
Ancak iman edip, salih ameller İşleyenler müstesnadır. Onlar için eksilmez ve kesilmez bir mükâfat vardır.

"Ancak iman edip, salih ameller işleyenler müstesnadır." Bu istisna munkatı' bir istisnadır. Şöyle buyurmuş gibidir: Ama Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna dair şehadeti doğru kabul edip, tasdik edenler ve salih amel işleyenler, yani onlara farz olan emirleri eksiksiz yerine getirenler, "onlar için eksilmez ve kesilmez bir mükâfat," bir sevab "vardır."
"Menentu’l-hable" "Halatı kestim" denilir. Daha önceden (Fussilet. 41/8. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Nâfi' b. el-Ezrak, İbn Abbas'a yüce Allah'ın: "Onlar için eksilmez ve kesilmez bir mükâfat vardır" buyruğu hakkında sormuş, o da: Kesintisiz demektir, diye açıklamıştır. Peki Araplar bu anlamı biliyorlar mı, diye sormuş,
İbn Abbas, şöyle demiş: Evet, Yeşkurlulardan olan şair şu beyiti ile bu anlamda olduğunu bilmiş ve zikretmiş bulunmaktadır:
"Sen arkalarında süratle yürüyüşünden ötürü
Adeta etrafa yayılmış ince bir toz gibi görürsün."
el-Müberred dedi ki: "El-menin" "Toz" demektir. Çünkü (atlar) o tozu arkalarından kesmektedir (arkalarında bırakmaktadır). Zayıf olan herbir şeye de: "Menin" ile "Memnun" denilir.
"Ğayru memnun" "Kesilmez ve eksilmez"in, kendisi sebebiyle onlara minnet olunmaz, anlamına geldiği de söylenmiştir.
İlim ehlinden birtakım kimselerin zikrettiklerine göre, yüce Allah'ın: "Ancak iman edip, salih ameller işleyenler müstesnadır" buyruğu bir istisna değildir. Burada (istisna) "vav: ve" anlamındadır. Sanki; îman edip ... gelince" diye buyurmuş gibidir. el-Bakara Sûresi'nde (2/150. âyetin tefsirinde) bu hususta açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 1
"Yüzünü ekşitip, çevirdi"

"Yüzünü ekşitip, çevirdi" buyruğundaki: Yüzünü ekşitti' demektir. Nitekim; Yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı" denilir. Daha önce (el-Müddessir, 74/22. âyet açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır.
"Çevirdi" yüzünü çevirdi, demektir.

Abese suresi ayet 2
Kendisine o ama geldi diye

Kendisine o ama geldi diye" buyruğundaki Diye" lafzı mefulün leh olduğundan ötürü nasb mahallindedir. Kendisine âmâ geldiği için demektir. Âmâ da gözleriyle görmeyen kimseye denilir.
Bütün tefsir bilginlerinin rivayet ettiklerine göre, Kureyş'in eşrafından bir topluluk, Peygamber (sav)'ın yanında bulunuyordu. Peygamber onların müslüman olacaklarını ümit etmişti. Bu sırada Abdullah b. Um Mektûın geldi. Rasûlullah (sav), Abdullah'ın sözünü keseceğinden çekindiği için, ondan yüz çevirdi. İşte bu âyet-i kerime onun hakkında inmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 3
Ne bilirsin belki o, temizlenecekti."

"Ne bilirsin belki o" İbn Um Mektûm "temizlenecekti." Senden kendisine öğretmeni istediği Kur'ân ve dinbilgisi ile dininde temizliği daha da artıp, üzerindeki bilgisizlik karanlığının gitmesi ile arınacaktı.
"Belki o" buyruğundaki zamirin kâfire ait olduğu da söylenmiştir. Sen o kimsenin müsliiman olması ile temizlenmesi, yahutla öğüt almasını ümit etmiş, bundan dolayı öğüt alması sonucunda hakkı kabul edeceğine ümit bağlamıştın ama, senin bu ümidinin gerçekleşeceğini nereden bilirsin demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 4
Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt ona fayda verecekti?

Sen ne bileceksin belki de kentlisine yüzünü ekşittiğin bu âmâ, günahlarından temizlenecekti. Veya öğüt alacaktı ve alacağı bu öğüt ona fayda verecekti.

Abese suresi ayet 5
İhtiyaç duymayan kimseye gelince;

yani servet sahibi ve varlıklı olan "kimseye gelince,

Abese suresi ayet 6
Sen ona yöneliyorsun.

Ona dönüyor, onun sözlerine kulak veriyorsun.
Yönelmek, dinlemek, kulak vermek" demektir. er-Râî şöyle demiştir:
"Aldı: sanki geceleyin yanan kandili andıran ve ona doğru At sürücülerinin eğildiği soylu bir kimseye kulak verdi."
Bu fiilin ash; olup, 'den gelmektedir ki; bu da "senin karşına çıkıp, senin önünde duran"' demektir. Mesela; Evim onun evinin karşısında dır" denilir. Zarf olarak nasbedilmiştir. Bu fiilin "susuzluk" demek olan: 'dan geldiği de söylenmiştir. Yani sen ona susuzun, suya yöneldiği gibi ona yöneliyorsun. Karşı karşıya gelmek, karşılaşmak" demektir.
"Yonelİyorsun" anlamındaki fiil genel olarak:şeklinde tahfif olsun diye ikinci "te" telaffuz edilmeksizin okunmuştur. Nâfî ve İbn Muhaysın ise idgam esası üzere şeddeli okumuşlardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 7
"Halbuki onun temizlenmemesinden sana vebal yok."

Bu kâfir, hidayet bulmayacak, iman etmeyecektir, Sen ancak bir Rasûlsün ve senin görevin tebliğden ibarettir.

Abese suresi ayet 8
"Ama yanına süratle gelip"

Allah için bilgi sahibi olmak isteyen

Abese suresi ayet 9
"kendisi de Allah'tan "korkan kimseye gelince, sen onu bırakıp oyalanırsın."

Yüzünü ondan başka tarafa çeviriyorsun, başkasıyla uğraşıyorsun.

Abese suresi ayet 10
"Sen onu bırakıp oyalanırsın"

"Sen onu bırakıp oyalanırsın" anlamındaki; 'inaslı dir. "Ben o şeyden (başkasıyla uğraşarak) oyalanıyorum" denir. Oyalanmak, dikkat etmemek, gafil kalmak" demektir. ile aynı anlamdadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 11
"Hayır! Çünkü o, bir Öğüttür"

"Hayır! Çünkü o, bir Öğüttür" buyruğundaki: Hayır" bir vazgeçme emri ve bir azardır. Yani durum her iki kesime karşı davrandığın şekilde olmamalıdır. Bu da; bundan sonra zengine yönelmek, fakir mü'minden yüz çevirmek gibi bir davranışı bir daha tekrarlama! demektir.
Peygamber (sav)'in yaptığı, önceden de geçtiği gibi evlâ (öncelikli) olanı terketmekten ibaretti. Bu davranışının küçük bir günah olarak yorumlanması da uzak bir ihtimal değildir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmıştır. Buna göre de: Hayır" üzerinde durmak caizdir. Bununla birlikte; Oyalanırsın" (10. âyet) üzerinde vakıf yapıp, sonra da "gerçek şu ki" anlamı ile; ile okumaya başlanır.
"Çünkü o" yani bu sûre yahut Kur'ân'ın âyetleri "bir öğüttür." Bir hatırlatma ve insanların basiretlerini bir aydınlatmadır.


Abese suresi ayet 12
"Artık dileyen onunla öğüt alsın."

"Artık dileyen onunla öğüt alsın."Kur'ân-ı Kerim'ın öğütlerini tutsun.
el-Cürcânî dedi ki: Çünkü o" müennes zamiri, Kur'ân'a aittir. Kur'ân-ı Kerim (lafız olarak) müzekker olmakla birlikte, Kur'ân'ın kendisi Bîr öğüt" (ki bu lafız müennestir) kabul edildiğinden burada da zamir bu lafza uygun olarak kullanılmış olmaktadır. Bu zamir müzekker olarak gelseydi yine caiz olurdu. Nitekim şanı yüce Allah bir başka yerde: Hayır gerçekten o bir öğüttür." (el-Müddessîr, 74/54) diye buyurmuştur. Yüce Allah'ın bununla Kur'ân-ı Kerinı'i kastettiğine ayrıca; Artık dileyen onunla öğüt alsın." Yani onu bellesin ve unutmasın, buyruğudur. Burada zamirin müzekker gelmesi: Öğüt" lafzının zikir (hatırlatma) ve vaaz (öğüı) anlamında oluşundan dolayıdır.
ed-Dahhak, İbn Abbastan yüce Allah'ın: "Artık dileyen onunla öğüt alsın" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:
 

bedavih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2009
Mesajlar
299
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
selamunaleykum kardeşim..RAHMAN (c.c) razı olsun emeğine gönlüne sağlık...hayırlı ve bereketli cum'alar.....
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
bedavih,
Vealeykümselam Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 13
"Çok şerefli... sahifelerdedir."

Allah dilediği kimseye onu itham eder. Daha sonra yüce Allah, bu kitabın yüceliğinden, büyüklüğünden haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Çok şerefli... sahifelerdedir." Yani Allah nezdinde. çok şerefli sahifelerdedir. Bu açıklamayı es-Süd-dî yapmıştır.
Sahifeler"; sahifenin çoğuludur.

Abese suresi ayet 14
Yüceltilmiş, mutahhar kılınmış (sayfalardadır).

et-Taber. ki: "Çok şerefli," ihtiva ettiği ilim ve hikmetler dolayısıyla dinde çok şerefli, demektir. Bir diğer açıklamaya göre; "çok şerefli" olmaları en şerefli hafaza meleklerinin onları indirmiş olmasındandır. Çünkü bu sahıfeîer Levh-i Mahfuzdan inmiştir.
Bir diğer açıklamaya göre; "çok şerefli" olmaları, Kerim olan bir zattan indirilmiş olmalarıdır. Çünkü bir kitabın kerim oluşu onun sahibinin kerim oluşundan kaynaklanır.
Bununla kastedilenin bütün peygamberlere verilen kitablar olduğu da söylenmiştir. Buna delil de yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunlar Önceki sahifelerdedir. İbrahim ile Musa'nın sahifelerindedir." (el-Ala, 87/18-19) buyruğudur.
"Son derece yüksek," Allah nezdinde, değeri çok yüksek demektir. Şanı yüce Allah nezdinde çok yükseklerde diye, de açıklanmıştır. Yedinci semada yükseğe çıkartılmış diye de açıklanmıştır ki, bu açıklamayı Yahya b. Sellâm yapmıştır, et-Taberî: Şanı ve değeri çok yüksek, diye açıklamıştır, Şüphe ve çelişkilerden yükseklerde, diye de açıklanmıştır.
"Ve tertemiz" el-Hasen dedi ki: Her türlü kir ve pislikten arındırılmış, kâfirlerin onlara el uzatmalarına karşı korunmuş, diye de açıklanmıştır. Bu da es-Süddî'nin açıklamasının ifade ettiği manadır. Yine el-Hasen'den: Müşriklere indirilmekten yana tertemiz diye açıkladığı rivayet edilmiştir. Bir başka açıklamaya göre; yani Kur'ân-ı Kerim meleklerin okudukları sahifelerde de tesbit edilmiştir. Bu sahifeler çok şerefli, son derece yüksek ve tertemizdir,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 15
"...Kâtiblerin elleri ile"

Yani, yüce Allah'ın kendisi ile rasûlleri arasında elçi kıldığı melekler iyi ve itaatkâr kimselerdir. Herhangi bir günah işleyerek kirlenmiş değillerdir. Ebu Salih, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu sahifeler tertemizdir, onları taşıyanlara (ezberleyip, hıfzedenlere) temizlik sağlar. "Kâtiblerin elleri île" buyruğu da "yazıcılar" demektir, diye açıklamıştır. Mücahid de böyle açıklamıştır.
Bunlar, kulların amellerini sahifelere yazan Kirâmen Kâtibin melekleridir. Kitaplar' demek olup, tekili 'dir. Nitekim Kâtib ve kâtibler" demek de böyledir. Yazdım" anlamındadır. Kitaba da ;ısifr" denilir, çoğulu da "esfâr" diye gelir.
ez-Zecxac dedi kî: Kitaba -"sin" harfi kesreli olarak- "sifr", katibe de "safir" denilmesinin sebebi, bunun bir şeyi açıklayıp, vuzuha kavuşturması anlamını taşıdığından dolayıdır. Sabah etrafı aydınlattığı vakit: Sabah oldu" denilir. Kadın yüzünden peçeyi açtı" demektir, (ez-Zeccac devamla) dedi ki: O kimselerin arasını düzelttim, düzeltiyorum, düzeltmek (sefirlik)" de buradan gelmektedir. el-Fer-râ da böyle demiş ve şu beyiti zikretmiştir:
"Ben, kavmim arasını düzeltmeyi (sefirlik yapmayı) terketmeyeceğim Ve eğer gidip gelirsem, hiçbir zaman aldatmak için gidip gelmeyeceğim."
Sefirde kavmin arasını düzelten ve elçilik yapan kimse demektir. Çoğulu "süferâ" diye gelir. "Fakih"in çoğulunun "fukahâ" diye gelmesi gibi. tbra-nicede sahaflara "süfera" adı verilir.
Katade dedi ki: Burada geçen: Kâtibler" burada kurra (Kur'an okuyanlar) demektir. Çünkü onlar sifirleri okurlar. Yine ondan İbn Abbas'ın açıkladığı gibi bir açıklama da rivayet edilmiştir.

Abese suresi ayet 16
"Emrine itaatkar, oldukça değerli kâtiblerin elleri ile"

Vehb b. Münebbih dedi ki: "Emrine itaatkar, oldukça değerli kâtiblerin elleri ile" buyruğunda kastedilenler, Peygamber (sav)'ın ashabıdır.
İbnu'l-Arabî dedi ki: Rasûlullah (sav)'in ashabı gerçekten itaatkâr, oldukça değerli okuyucular idiier, Fakat bu âyet-i kerimede kastedilenler, onlar değildir, onlar kastedilenlere yakın kimseler de değildir. Aksine bu mutlak olarak anıldığı takdirde meleklere has bir lafızdır. Onların dışında bu ismi taşımakta kimse onlarla ortak değildir, onun kapsamına onlardan başkası girmez.
Sakih'du Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Kur'ân'ı ezberlemiş olduğu halde, Kur'ân okuyanın misali emrine itaatkâr, oldukça değerli kâtibier ile birlikte olmaktır. Kur'ân'ı okumayı öğrenip onu ara sıra okuyan ve bu okuyuşu kendisine ağır gelen için de iki ecir vardir. Hadis muttefekun aleyh (Buhari ve Müslim tarafından rivayet ediimiş) olup, lafız Buharİ'ye aittir,
"Oldukça değerli", Rabbleri nezdinde, oldukça değerli demektir. Bu açıklamayı el-Kefbî yapmıştır. el-Hasen: Masiyet işlemek tenezzülünde bulunmayan demektir. Onlar, kendiierini bu halden üstün tutarlar. ed-Dahhak'ın, İbn Abbas'tan rivayetine göre; "oldukça değerli" buyruğu hakkında şöyie demiştir: Onlar, Adem oğlu hanımı ile başbaşa kaklığı vakit yahut ihtiyacını görmek için çekildiğinde, onunla birlikte bulunmaktan uzak kalırlar.
Başkalarının menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih ederler, diye de açıklanmıştır.
"Emrine İtaatkâr" (anlamı verilen): lafzı in çoğuludur. "Kâ-fir"in çoğulunun "kefere" şeklinde "sâhir (sihirbazım çoğulunun "sehara" şeklinde "fâcir"in çoğulunun "fecere" şeklinde gelmesi gibi. Bir kimse doğruluğa ve sıdka ehil olduğu takdirde; ile diye anılır. Filan kişi yemininde sadık oidu (yeminini yerine getirdi, ona bağlı kaldı)" ifadesi buradan geldiği gibi: Filan kişi yaratıcısına itaatkardır, O'na itaat eder" demektir. Buna göre "emrine itaatkar" buyruğu, Allah'a itaat eden, amellerinde Allah'a sadakat gösteren (ihlaslı amel eden) kimseler demektir. el-Vakıa Süresi'nde yüce Allah'ın: "Şüphesiz o oldukça şerefli bir Kur'ândır. Korunan bir kitaptadır. Ona ancak tam anlamı ile temizlenmiş kimseler el sürebilir" (d-Vakıa, 56/77-79) buyruğu açıklanırken, orada sözü dilenlerin bu sûrede sözü edilen "emrine itaatkar, oldukça değerli katibler" olduklarını açıklamış bulunuyoruz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 17
"Kahrolası o İnsan! Ne kadar da nankördür o!"

"Kahrolası o İnsan! Ne kadar da nankördür o!" buyruğundaki: Kahrolası"; ona lanet edildi, anlamındadır. Azab olundu, diye de açıklanmıştır, însan'dan kasıt kâfirdir, el-A'meş, Mücahid'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kur'ân-ı Kerim'de: "Kahrolası o insan" buyruğun geçtiği her yerde kastedilen kâfirdir.
ed-Dahhak, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ayet Ebu Leheb'İn oğlu Utbe hakkında inmiştir. Önce iman etmişti, fakat "Andolsun yıldıza..."(en-Necm, 53/1) buyruğu nazil olunca, irtidad etti ve: "en-Necm" dışında Kur'ân'ın tümüne iman ettim, dedi. Şanı yüce Allah da onun hakkında: "Kahrolası o insan" buyruğunu indirdi. Yani Utbe, Kur'ân'ı inkâr ettiğinden dolayı Utbe'ye lanet edildi. Rasûlullah (sav) da unu beddua ederek: "Allah'ım, sen ona d-Ğadıra arslanını ınusallat et" dedi. Hemen Şam'a doğru bir ticaret maksadı ile çıkıp gitti. d-Ğadıra denilen yere varınca, Peygamber (sav)'ın bedduasını hatırladı. Beraberindekilere eğer canlı olarak sabahı ederse bin dinar vermeyi vaadetti. Bunun üzerine onu arkadaşların ortasına aldılar, eşyalarını etrafında dizdiler. Onlar bu halde iken arslan geldi. Eşyalara yaklaşınca atıldı ve hemen Utbe'nin üzerine çıktı, onu paramparça etti. Babası ise onun için ağlamış, ağıt yakmış ve şöyle demişti: Muhamnıed, her ne dediyse mutlaka oluyor.
Ebu Salih, İbn Abbas'lan: "Ne kadar da nankördür o!" buyruğunu: Onu nankörlüğe iten ne oldu, diye açıkladığını rivayet etmiştir.
Buradaki: Ne kadar da" lafzının teaccüb (hayret ve şaşkınlık) için olduğu da söylenmiştir (mealde olduğu gibi). Araplar, bir şeye hayret edecek olurlarsa: Allah kahretsin onu, ne kadar da güzeldir, Allah rezil etsin onu ne kadar da zalimdir! demek adetleridir. Buyruğun anlamı şudur: Bundan sonra sözünü edeceğimiz bütün bu hususlara rağmen insanın kâfir (ve nankör) oİmasına hayret ediniz.
Şöyle de açıklanmıştır: Yüce Allah'ın kendisine iyiliklerinin çokluğunu bilmesine rağmen Allah'ı inkar etmeye, nimetlerine karşı nankörlük etmeye ne itti onu? Bu da teaccüb anlamını ifade eder.
İbn Cüreyc dedi ki: Onun küfrü (ve nankörlüğü) ne kadar da ileridir, demektir.
Buradaki; Ne" lafzının soru edatı olduğu da söylenmiştir. Yani, onu küfre (ve nankörlüğe) iten nedir? Buna göre bu, azar anlamını ihtiva eden bir sorudur. Bu edatın hem teaccüb anlamını ifade etme, hem de Ne" •anlamını ifade etme İhtimali vardır. O takdirde de soru edatı olur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 18
"Kendisini hangi şeyden yarattı?"

Allah, bu kâfiri neden yarattı ki o da büyüklük taslamaktadır? Yani onun yaratılışından dolayı siz de hayret ediniz.

Abese suresi ayet 19
Bir nutfeden; yarattı da onu takdir etti.

"Bir nutfeden" yani hakir, değersiz, cansız, basit bir sudan "yarattı." O ilalde niçin kendisi hakkında yanlış kanaate kapılmaktadır? el-Hasen dedi ki: İki defa küçük abdestin bozulduğu yoldan çıkan bir kimse nasıl olur da büyüklenir!
"...da onu" annesinin karnında "takdir etti."
ed-Dahhak da İbn Abbas'tan böylece rivayet etmiştir: Yani onun ellerini, ayaklarını, gözlerini ve diğer organlarını, güzellik ve çirkinliğini, uzunluk ve kısalığını, bahtiyarlık ve bedbahtlığını takdir buyurdu.
"Onu takdir etti" buyruğunun onu bütün azalarını yerli yerince, mükemmel bir şekilde yarattı, anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Seni önce topraktan, sonra da bir damla sudan yaratan, sonra da seni tam bir adam yapan (Allah)'a kâfir mi oldun?" (el-Kehf, 18/37)
Yine yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "O ki seni yarattı, herbir şeyini yerli yerince koydu." (el-İnfitar, 82/7)
"Onu takdir etti" buyruğunun bir halden bir hale, Önce nutfeden sonra alakaya daha sonra hilkati tamamlanıncaya kadar merhale merhale onu var etti, diye de açıklanmıştır,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 20
"Sonra yolu kolaylaştırdı"

"Sonra yolu kolaylaştırdı" buyruğu hakkında İbn Abbas, Ata, Katade, es-Süddi ve Mukatil'in yaptıkları rivayete göre, şöyle demiştir: Annesinin karnından çıkmasını kolaylaştırdı.
Mücahid dedi ki: Hayır ve şer yollarını izlemeyi kolaylaştırdı, yani ona bu husufları açıkladı. Bunun delili de yüce Allah'ın şu buyruklarıdır; "Gerçek ten Biz, ona yolu gösterdik." (el-İnsan, 76/3); "Ve Biz, ona iki de yol gösterdik. "iel-Bded, 90/10) el-Hasen, Ata ve Ebu Salih'in kendusinden yaptığı bir rivayete göre, yine İbn Abbas da böyle demişlerdir.
Yine Mucahid'den de şöyle dediği nakledilmiştir; Mutluluk ve bedbahtlık yolunu (kolaylaştırdı.) İbn Zeyd îslâmm yolunu... diye açıklamıştır. Ebu Bekr b. Tahir dedi ki: Herkese ne için yaratılmışsa onu kolaylaştırdı ve onun hakkında onu takdir buyurdu. Delili de Peygamber (sav)'in: "Siz amel ediniz. Herkes ne için yaratılmışa onun için kendisine kolaylık verilir" buyruğudur,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 21
"Sonra onu öldürüp, kabre koydu."

"Sonra onu öldürüp, kabre koydu." Ona ikram olsun diye içinde gömüleceği bîr kabir var etti. Onu kuşların ve diğer yırtıcı hayvanların yemesine imkan verecek şekilde yerin üzerinde atılıp, terkedilen bir varlık noktasına düşürmedi. .Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır.
Ebu Ubeyde dedi ki: "Onu kabre koydu" ona bir kabir takdir etli ve kabre gömülmesini emretti, demektir. Ebu Ubeyde dedi ki: Ömer b. Hubcyre, Salih b. Abdıırrahman'ı öldürünce Temimuğullan onun huzuruna girerek: Salih'i bir kabre gömelim diye bize ver" dediler. O da: Onu size bırakıyorum, dedi.
Yüce Allah; Onu kabre koy(dur)du" diye buyurmakla birlikte; diye buyurmadı. Çünkü (Bu ikinci şeklin ism-i faili olan); Bizzat kendi eliyle defneden şahıs" demektir. el-A'şâ da şöyle demiştir:
"Eğer bir ölüyü bağrına basacak olursa;
O yaşar ve kabre defnedecek kimseye götürülmez."
Ölüyü defnetmek halinde; Ölüyü kabirde defnettim" denilir. Allah onu kabre gömülecek bir duruma getirdi ve ona bir kabir takdir etti" demektir. Araplar: Devenin kuyruğunu kestim" ve: Allah onun soyunu kesti"; Öküzün boynunu kısalttım" ile Allah onu kessin"; Filanı kovdum" ile Allah onu uzak kılsın, uzaklaşürsın" yani unu kovulup uzaklaştırılan bir kişi haline getirsin, derler,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 22
"Sonra da ne zaman dilerse onu tekrar diriltecek."

Sonra ona hayat verecek. Onu tekrar diriltecek" buyruğu, genel olarak ~dif" ile okunmuştur. Ebu Hayve, Nafi'den ve Şuayb b. Ebi Hamza'dan "elif siz olarak: diye okuduğunu rivayet etmektedir. Bunların ikisi de aynı anlamda ve fasih iki söyleyiştir. Allah ölüyü diriltti" dendiği gibi; "( Onu diriltti" de denilir. el-A'şâ da şöyle demiştir:
"Ta ki insanlar gördüklerinden ötürü Şu diril(til)en ölüye hayret doğrusu! desinler."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 23
"Hayır! O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir."

buyruğu hakkında Mücahid ve Katade: "Yerine getirmemiştir" hiçbir kimse emrolunduğu-nu yerine getiremez, diye açıklamışlardır. İbn Abbas da şöyle dermiş: "O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir." Adem'in sulbünde iken kendisinden alınan ahdi ve rnLsakın gereğini yerine getirmemiştir.
Buradaki; Hayir"ın bir azar ve bir vazgeçme emri olduğu söylenmiştir. Yani durum kâfirin dediği gibi değildir. Çünkü kâfire ölümden sonra diriltileceği haberi verildiği takdirde o şöyle der: "Eğer Rabbime döndü-rülürsem de şüphesiz benim için onun yanında iyilik vardır." (Fussilel, 41/50) Belki de ben emrolunduğumu eksiksiz yerine getirdim, diyecek. Bunun üzerine; Hayır, o hiçbir şeyi yerine getirmemiştir. Aksine o, Beni ve Ra-sûlümü inkâr eden bir kâfirdir, diye buyurmaktadır.
el-Hasen dedi ki: Yani gerçekten o yerine getirmemiştir; yani emrolundu-ğu şeylerin gereğini yapmamıştır.
...me" lafzındaki ifade için bir imad (telaffuza dayanak teşkil eden zâid bir lafız)dsr. Yüce Allah'ın: Allah'tan bir rahmet sayesinde" (ÂH İmran, 3/159) buyruğu ile; zaman sonra elbette pişman olacaklardır." (el-Mu'minun, 23/40) buyruklarında olduğu gibi.
İmam İbn Fûrek dedi ki: Yani hayır, Allah bu kâfirin İehine, ona emretmiş olduğu imanı hükmetmiş (takdir etmiş) değildir. Aksine onun lehine hükmetmediği (takdir buyurmadığı) şeyleri ona emretmiştir.
İbnul-Enbârî dedi ki: (Burada): Hayır" üzerinde vakıf (duruş) güzel değildir (kabihtir). Buna karşılık; Kendisine emrettiği" ile; Onu tekrar diriltecek" üzerinde vakıf güzel ceyyid dır. Buna göre; burada "gerçek şu ki" anlamındadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Abese suresi ayet 24
"Öyleyse insan yediğine bir baksın"

"Öyleyse insan yediğine bir baksın" buyruğu ile kendisine kolaylaş-tırılan rızkını sözkonusu etmektedir. Yani Allah'ın, yediği şeyleri nasıl yarattığına bir baksın. Buradaki "bakmak" düşünmek suretiyle kalbin bakmasıdır. Yani insan, hayatının esasını teşkil eden yiyeceklerini Allah'ın nasıl yarattığı üzerindena hayatta kalmanın sebebierini nasıl hazırladığı üzerinde -bu yolla ölümden sonra dirilişe hazırlanmak için- iyiden iyiye düşünsün.
el-Hasen ve Mücahid'den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Öyleyse insan yediğine bir baksın!" Yani yediğinin vücuduna nasıl girip nasıl çıktığına bir baksın. İbn Ebi Hayseme, ed-Dahhak b. Süfyan el-Kiiâbi'den şöyie dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (sav) bana şöyle dedi: "Ey Dah-hak! Sen neler yersin?" Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Et ve süt dedim. Peygamber: "Sonra ne oluyor?" diye sordu. Ben bildiğin şeye dönüşüyor, dedim. Şöyle dedi: "Şüphesiz Allah Ademoğlundan çıkan şeyi dünyaya misal olarak göstermiştir.
Ubey b. Ka'b dedi ki: Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Ademoğlunun yedikleri dünyaya misal verilmiştir. O her ne kadar yemeğine baharatlar koyup güzellegtirse ve tuzlasa dahi, sen sonunda onun neye ulaştığına bir bak!
Ebu'l-Velid dedi ki: Ben İbn Ömer'e helaya girip, kendisinden çıkan şeylere bakan kişi hakkında soru sordum da şöyle dedi: Melek ona gelerek: Şu cimrilik edip vermekten çekindiğin şeylerin sonunda ne olduğuna bir bak,
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt