Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şems suresi ayet14
Fakat onlar onu yalanladılar, sonra da onu (o deveyi) kestiler. Bunun üzerine Rabbleri günahları sebebiyle onlara azab gönderiverdi ve hepsini bir yaptı.

Semûd kavmi, mucize olarak dişi devenin kendilerine verilmesini teklif edince (yüce Allah da) onlar için o deveyi kayadan çıkartınca pınarlarından kendilerinin su içmesi için belli bir gün ve deve için de bir gün su içme günü olarak tahsis edildi. Fakat bu kendilerine ağır geldi."Fakat onlar onu" Yani Salih (a.s)'ı "yalanladılar." "Eğer sizler bu deveyi kesecek olursanız azaba uğratılacaksınız" şeklindeki sözlerinin yalan olduğunu söylediler.

"Sonra da onu kestiler." Yani o deveyi en bedbaht olanları kesti. Kesme işi hepsine izafe edildi. Çünkü onlar da onun yaptığı işe razı olmuşlardı. Katade dedi ki: Bize nakledildiğine göre; küçükleri, büyükleri, erkekleri ve kadınları ile ona tabi olmadıkça o dişi deveyi kesmedi. el-Ferra dedi ki: O dişi deveyi iki kişi kesmişti.

Araplar da: “Hazâni efdalu’n-nâsi ve hazâni hayru’n-nâsi ve hazihi’l-mer’etu eşka’l-kavm" "Bu iki kişi insanların en faziletlileri, bu ikisi insanların en hayırlıları, bu kadın kavmin en bedbahtıdır" derler (ve tesniye olarak kullanmaları gereken lafızları müfred kullanırlar). Bundan dolayı; burada yüce Allah -tesniye olarak: "Eşkâhâ" diye buyurmamıştır.

"Bunun üzerine Rabbleri günahları sebebiyle onlara azab gönderiverdi." Küfür, yalanlamak ve deveyi kesmek şeklindeki günahları sebebiyle Allah onların üzerine azabını göndererek onları helak etti.

ed-Dahhâk'ın, îbn Abbas'tan rivayetine göre o şöyle demiştir: "Onlara azab gönderiverdi." Rabbleri günahları, suçlan sebebi ile (yurtlarını) üzerlerine yıktı.

el-Ferra dedi ki; "Demdeme" "Sarstı, zelzeleye uğrattı" demektir. "Ed-demdemetu"nun gerçek anlamı "azabın kat kat edilmesi ve tekrarlanması"dır. "Dememtu ale’ş-şey’" "O şeyin üzerine abandım, kapandım" denilir. "Dememe ale’l-kabra" "Üzerine kapıyı örttü, kapattı" denilir. "Nâkatun medmumetun" "Çokça yağlanmış, yağ toplamış dişi deve" demektir. İşte harfler birbirlerine mutabık olarak tekrarlanacak olursa; "Demdemet" denilir, "Ed-demdemetu" "Kökten, toptan helak edip, imha etmek" demektir. Bu açıklamayı el-Müerric yapmıştır. es-Sıhah'ta. şöyle denilmektedir: "Demdemtu’ş-şey’e" "O şeyi yere yapıştırdım, kırıp döktüm, ufaladım" demektir. "Demdemallahu aleyhim" "Allah onları helak etti" anlamındadır.

el-Kuşeyri dedi ki: "Demdemtu ale’l-meyyiti’t-turâbe" "Ölünün üzerine toprağı yığıp, düzelttim" anlamındadır, denilmiştir. Buna göre, yüce Allah'ın: "Onlara azab gönderiverdi" onlan helak edip, onları toprak altında bıraktı, demektir.

"Ve hepsini bir yaptı." Yeri üzerlerine dümdüz etti. Birinci açıklamaya göre "hepsini bir yaptı." Yani onların helakini eşit kıldı (hepsi eşit olarak helak edildi.) Çünkü gelen çığlık onları helak etmiş, küçükleriyle büyükleriyle onları mahvetmişti.

Îbnu'l-Enbari dedi ki: "Demdeme" "Gazab etti" demektir. "Ed-demdemetu" "Kişiyi rahatsız eden, dehşete düşüren söz" demektir. Bazı dilcilerin dediklerine göre; "Ed-demdemetu" "Devamlı kılmak" demektir. Araplar: "Nâkatun medmemetun" "Oldukça semiz dişi deve" derler.

Bir açıklamaya göre; "Ve hepsini bir yaptı" üzerlerine azabı indirmek bakımından küçükleriyle büyükleriyle, zayıflarıyla güçlüleriyle, erkekleriyle dişileriyle birbirine eşit ve müsavi kıldı, demektir.

İbnu'z-Zübeyr bu lafzı; diye okumuştur. Bunlar iki ayrı söyleyiştir, denildiği gibi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şems suresi ayet15
Ve O, bunun sonucundan korkmaz.

Yani yüce Allah; herhangi bir kimsenin helak edilişinin sorumluluğu, gelir kendisini bulur diye, korkmaksızın onlara bu işi yaptı. Bu açıklamayı İbn Abbas, el-Hasen, Katade ve Mücahid yapmıştır.

"Ukbâhâ" "Bunun sonucu" lafzındaki "he" "bu" zamiri yapılan işe racidir.

Peygamber efendimizin: "Men iğtesele yevme’l-cumuati fihâ veni’met" "Kim cuma günü gusledecek olursa, o ne güzel ve ne iyi bir iş yapmış olur." demesindeki "zamir"in yapılan işe raci olması gibidir,

es-Süddi, ed-Dahhâk ve el-Kelbî şöyle demişlerdir; Zamir deveyi kesene racidir. Yani o deveyi kesen kişi yaptığı işin akibetinden korkmadı. Bu açıklamayı da İbn Abbas yapmıştır. İfadede takdim ve tehir vardır ki bunun anlamı şudur: Onların en bedbahtları onun akıbetinden korkmaksızın kalkıp gittiğinde...

Şöyle de açıklanmıştır:
Allah'ın Rasûlü Salih, kavminin helak edilmesinin akıbetinden korkmadı, onların azabından kendisine birtakım zararların geleceğinden çekinmedi. Çünkü o kendilerini korkutup uyarmıştı. Yüce Allah da kavmini helak edince onu kurtarmıştı:

Nâfi' ve İbn Amir "korkmaz" buyruğunun başındaki olumsuzluk lafzını "fe" ile; "Felâ" diye okumuştur. Daha güzel olan şekil budur. Çünkü bu, birinci anlam ile alakalıdır. Yani yüce Allah, onların helak ediliş akıbetinden korkmaz. Diğerleri ise "vav" ile okumuşlardır. Bu da ikinci anlama daha uygun düşmektedir. Kâfir yaptığı işin akıbetinden korkmaksızın (bu işi yaptı), demektir.

İbn Vehb ve İbnu'l-Kasım, Mâlik'ten naklen şöyle dediler: Malik bize dedesine ait bir mushaf çıkardı. Osman b. Affan'ın halifeliği döneminde sair mushafları yazdığı vakit, kendisinin de bu mushafı yazmış olduğunu söyledi. Orada; "Ve o... korkmaz" buyruğunu "vav" ile; "Velâ yehâfu" diye yazılı olduğunu gördü. Mekkelilerin ve Iraklıların mushaflarında bu böylece "vav" iledir. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de onların mushaflanna uyarak bu şekli tercih etmişlerdir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 1
Andolsun birbiri ardınca gönderilenlere,

Bu ayetlerle ilgili şöyle birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele
Bil ki ilk beş ifade ile ya tek bir cins, veyahut da çeşitli cinsler kastedilmiştir.
Birinci İhtimale göre alimler şu görüşlere yer vermişlerdir:

Birinci Görüş:
Bütün bu ifadelerle melekler kastedilmiştir. O halde, "mürselat" (gönderilenler), bir kavme ya nimet, yahut da ilahi azab getirmek için gönderilen meleklerdir. Ayetteki, kelimesiyle ilgili olarak da şu izahlar yapılabilir:

a) Bu, "Tıpkı bir yelenin kıtları gibi, ardarda sıralanmış" demektir. Arapça´da, "Tek sıra halinde geldiler" "Bir konuda anlaştıklarında, onlar tıpkı bir sırtlanın yelesi gibi biraraya geldiler" denilir.

b) Buradaki "urfeu" kelimesi, nekire (bilinmeyen)in zıddı olan, maruf (bilinen) manasınadır. Çünkü bu melekler, eğer rahmet getirmek için gönderilmişlerse, bu mana onlar hakkında açıktır. Yok eğer azab için gönderilmişlerse, bu azab, hernekadar kafirler için "maruf" değilse de, Allah´ın onlardan, kendileri yüzünden intikam aldığı peygamberler ve mü´minler için maruftur.

c) Bu kelime masdar (mef´ûl-ü mutlak)tır. Buna göre adeta, ardarda peşpeşe gönderilenler" manasında denilmek istenmiştir. Binâenaleyh bu kelime, birinci izaha göre hal olduğu İçin; ikinci izaha göre ise mef´ûl olduğu için mansub olmuştur. İkinci izaha göre, "ihsan için, maruf birşey için gönderilenlere..." takdirindedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 2
"Sert rüzgarlar gibi hemen koşanlara..."

Ayetteki, "Sert rüzgarlar gibi hemen koşanlara..." ifadesiyle ilgili olarak da şu iki izah yapılabilir:
a) Allah Teâlâ o melekleri gönderince, onlar uçuşlarında tıpkı rüzgâr gibi sert esmiş uçmuşlardır.
b) Bu melekler, kafirlerin canını almışlardır. Nitekim birisi birşeyi yok edip-öldürdüğünde denilir. Yine Arapça´da gem götüren ve adeta hızda rüzgar gibi olan deve için de, "nâkatun asûfun" denilir. Keza, "Harb o kavmi yok etti" manasında denilir. Nitekim şair de: "Tepeden hmağa silahlı, kalabalık ve geleni gideni yok eden kudretli bir ordu içinde..." demiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 3
"iyiden iyiye yayanlara"

Ayetteki, "iyiden iyiye yayanlara" ifadesinin manası ya, "yere inerlerken kanatlarını yayıp-açanlara", yahut "yeryüzünde şer´î hükümleri yayanlara", yahut "yeryüzünde rahmeti veya azabı yayanlara" şeklindedir.
Yahut da bu ifadeyle "hesab günü insanların amel defterlerini yayan-dağıtanlar" manası kastedilmiştir. Nitekim Hak Teâlâ, "Kıyamet günü o insan için, yayılmış (dağıtılmış) olarak kendisine kavuşacağı bir kitab çıkaracağız"(İsra, 13) buyurmuştur.
Velhasıl o melekler yeryüzündekilere ulaştırmakla emrolundukları şeyi, ulaştırıp insanlar arasında onu yayarlar. Ayetteki, "Böylece tam manasıyla ayırdedici olanlara" ifadesi, "hak ile batılı birbirinden iyice ayırıp, ortaya koyanlara.." manasınadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 4
Ve de ayırdıkça ayıranlara (andolsun).

Ayetteki, "farikat" ifadesinin, bu açıdan manası açıktır. Çünkü Kur´ân´ın bütün ayetleri, hak ile batılın arasını ayırır. Bundan ötürü Hak Teâlâ, Kur´ân´a "hırkan" (ayıran) adını vermiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 5
zikri ilka edenlere (andolsun).

Mülkiyati Zikra
ifadesi de, "zikri peygamberlere ulaştıranlara yemin olsun ki.." demektir.
Buradaki "zikir" ile, mutlak manada "ilim ve hikmet" kastedilmiş olabileceği gibi, ki nitekim "Kullarından dilediğine (O Allah), emrinden olan ruh ile melekleri indirir"
(Nahl,2)
ayetinde de bu manadadır, bununla özellikle Kur´ân´ın kastedilmiş olması da muhtemeldir. Nitekim Hak Teâlâ, "Demek zikir aramızdan ona mı ilhâc edildi (verildi) (dediler)"
(Sad, 8)
ve "Sen kendine bir kitab ilka edilmesini (verilmesini) beklemiyordun"
(Kassas, 86)
buyurmuştur, bu ilka edici (vahyedlci), hernekadar sadece Cebrail (a.s) ise de, tek bir şahsın, sırf ta´zim için, büyüklüğünü göstermek için, cemi bir kelimeyle zikredilmesi de mümkündür.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 6 :
(Bu yeminler), özür olarak (mazeret olmaması) veya nezir olarak (uyarması) içindir.

Uzren Ev Nuzren

Ayetteki, ifadesiyle ilgili iki mesele var:

Birinci Mesele
Bu iki kelimede, iki değişik kıraat (okuyuş) söz konusudur. Bunları tahfif ile, yani şeklinde sükûn ile okuyuş, Ebu Amr´ın ve Hafs´ın rivayetine göre Âsim´in kıraatidir. Diğer kıraat imamları, bu iki kelimeyi teshîl, yani harekeli olarak şeklinde okumuşlardır. Tahfif ile okunuşlarında, bunların masdar manasında, yani (özür kapısını kapatıcı ve inzar edici olarak) manasında olduğunda bir münakaşa yok.
Ama "teshîl" ile olan kıraata gelince, Ebu Ubeyde, bunların masdar değil, cemî olduğunu iddia etmiştir. Ahfeş ve ZeccAc ise, bunların yine masdar olduklarını, bu iki şekit kıraatin, aynı manada iki lügat (lehçe) olduğunu iddia etmişlerdir. Ebu Ali, Ahfeş ve Zeccâc´m görüşlerini izah ederek "Uzr ile flzîr ve nezr ile nezîr, tıpkı nekr ite nekîr gibidirler (yani her iki şekilde aynı manaya gelir)" demiş ve sözüne şöyle devam etmiştir: "Bu kelimeyi harekeli okuyanın kıraatine göre tıpkı "şürüf" kelimesinin "şârlf´in çoğulu oluşu gibi, "nüzür"ün de "nezîr"in çoğulu olması mümkündür. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Bu da ilk (evvelki) nüzûrdan, yani nezirler gibi bir nezir uyanadır" (Necm, 56) buyurmuştur."

İkinci Mesele
Bu kelimelerin mansub oluşuyla ilgili birkaç izah vardır: Masdar sayılmalarına göre şu iki vecih (izah) yapılır:
1) "Zikran" bedel olarak, iki mef´ûl kabul edilmelerinden dolayı mansubturlar.
2) Mefûl-ü leh´dirler. Buna göre mana, "O zikri (vahyi), özrü ortadan kaldırmak ve inzar etmek için ilkâ eden (getiren) meleklere..." şeklinde olur. Ama bu iki kelime, cemî (çoğul) sayılmaları durumunda, "İlkâ" masdanndan "hal" olarak mansub kılınmış olurlar ve ayetin takdiri, "Mazereti beyan edici ve inkar edici oldukları halde, zikri ilka edenlere..." şeklinde olur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 7
"Şüphesiz size va´dedilen şey, mutlaka vâkî olacaktır"

Bu ifade, geçen yeminlerin cevabıdır ve manası, "Kendisiyle tehdid olunduğunuz, kıyamet gününün gelişi işi, kesinlikle olacak, mutlaka (başınıza) inecektir" şeklindedir. Kelbî, "Bunun manası, "Hayır ve şer olarak size va´dolunan herşey, mutlaka olacaktır" şeklindedir" demiştir. Birinci tefsiri yapanlar, görüşlerine, "Allah Teâlâ bu ayetlerin peşisıra, kıyamet gününün alametlerinden bahsetmiştir. Binâenaleyh bu, ayetden muradın sadece kıyamet günü olduğuna delalet eder" diyerek delil getirmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 8
"Yıldızlar söndürüldüğü zaman"

Burada geçen "tama" fiilinin izahını, Özet olarak, bu ifadede "Yıldızların kendileri, yok edildiği zaman..." manasına olabilir.
Bu, yıldızların "İntişârı" (dağılıp dökûlmesi)
(İnfitar, 2)
ve "Inkidân" (düşmesi)
(Tekvir,2)
ayetlerine de uygundur. Yine bu ifade, "Yıldızların ışığı yok edildiği zaman..." manasına da olabilir.
İlk mana daha uygundur. Çünkü onda, herhangi bir takdir yapmaya gerek yoktur. Keza, yıldızların önce ışıklarının yok edilip, sonra, ışıksız oldukları halde dağılıp dökülmeleri de mümkündür.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 9
"Gök yarıldığı zaman"

"Fevc", yarma manasınadır. "Allah onu yardı, o da yarıldı" denilir. Yarılmış (yarık) olan herşeye, "fere" denir. Binâenaleyh, bu ayetteki kelimesi de, "yarıldı" manasınadır.
Bunun bir benzeri de, "Gök inşikâk ettiği (yarıldığı) zaman..."
(lnşikak, 1)
ve "O gün gök, bulutlarla yarılır adeta parça parça gibi olur"
(Furkan, 25) ayetleridir.
İbn Kuteybe, "Bu kelime, "açılır" manasınadır. Bunun benzeri, "Gök açılıp kapı kapı olur" (Nebe. 19) ayetidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 10
"Dağlar savrulduğu zaman"

Bunda iki izah şekli var: .

1) (Otuyla-samanıyla) karışık olan hububatın, samım makinasıyla aletiyle (kalburla) savrulduğu gibi, dağlar savrulduğu zaman...
"Onu kesinlikle yakacağız, sonra da mutlaka (kökünü) savuracağız"
(Taha,97) ifadesi de bu manadadır.
Bunun bir benzeri de, "Dağlar didik didik parçalanmıştır... "(Vakıa, 5),
"Dağlar akıp dağılan bir kum yığınına döner"
(Müzemmil, 14) ve
"De ki: "Rabbim onları iyice savuracak"
(Taha. 106) ayetleridir.

2) Bu, "O dağlar, yerlerinden çabucak sökülüp çıkarılacak..." manasınadır. Bu manada fiili, "Onu kaptı, söktü" manasındaki ifadesindendir. Buradaki fiiller, şeddeti olarak, şeklinde de okunmuştur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 11
Peygamberlere vakitleri bildirildiği zaman

Âyet-i kerimede geçen ve "Peygamberlere vakitleri bildirildiği zaman diye tercüme edilen izerresulü Ukkıtet" ifadesi, Abdullah b. Abbas tarafından "Peygamberler bir araya getirildiği zaman" veya "toplandığı zaman" şeklinde izah edilmiştir.
Mücahid tarafından "Peygamberlere, ümmetlerine karşı şahitlik etmek için hazır bulunacakları vakit tayin edildiği zaman" şeklinde izah edilmiş,
İbrahim en-Nehai tarafından "Peygamberlere belli bir vakit vaadedildiği zaman" şeklinde izah edilmiş,
İbn-i Zeyd tarafından ise "Peygamberlere, kıyamet gününde bir araya gelmelerine kadar süre verildiği zaman" şeklinde izah edilmiştir.[
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 12
(Bu vakit) hangi güne ertelenmişti..

Cenab-ı Hak adeta, o günün büyük bir gün olması karşısında şaşmaya ve hayrete davet ederek, "Bunları ilgilendiren bu işler, bütün bunlar hangi gün için tecil edilmişti?" buyurmuştur. Bu işler de, bunları yalanlayanlara azab etme, bunları ve peygamberlerin insanları kendisine imana davet etmiş oldukları kıyametin o müthiş halleri arzolunma, hesaba çekilme, amel defterlerinin dağıtılması ve terazilerin konulması gibi şeylerin zuhur edip meydana geleceğini tasdik eden kimseleri ululamak, saygınlıklarını ortaya koymaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 13
"Ayırdedip hüküm verme gününe...

Ibn Abbas (r.a) bu ifadeye, "Rahmanın, yarattıkları arasında hüküm vereceği güne..." şeklinde mana vermiştir ki, bu ifade tıpkı "Şüphe yok ki, o ayırdetme günü onların, topunun vakitleridir" (Duhan, 40) ayeti gibi olmuş olur.

Mürselât suresi ayet 14
"Bu ayırdetme gününü sana hangi şey bildirdi?"

Bu da, "O ayırdetme gününü, onun şiddetini ve onun heybetini sana bildiren şey nedir?" demektir.

Mürselât suresi ayet 15
"Yalan sayanların o gün vay haline!"

Peygmaberler ve onlara vaadedilen kıyamet günündeki hesap, azap ve mükafatlar hangi güne ertelendi hiç biliyor musunuz? Bu dehşetli şeyler, allahın, yarattıklarının arasında hüküm vereceği, haklıyı haksızdan ayıracağı bir zümreyi cennete, diğerini de cehenneme sevkedeceği günü ayırmıştır. Ey Muhammed, hakkın batıldan aymlediieceği o günün ne olduğunu sen nasıl bilecek*sin? O gün, yalanlayanlara, cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı Veyl va*disi vardır
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 16
Biz, öncekileri helak etmedik mi?

Bu, ahiret hakkındaki tarihi istidlaldir. Yani bu dünyada kendi tarihinize bakınız. Ahireti inkar ederek bu dünyayı asıl hayat zanneden ve bu dünyadaki neticeleri, hayr ve şerri ölçü kabul ederek ahlâki değerleri ona bağlayan bütün kavimlerin istisnasız hepsi de helak olmuşlardır.
Bir gerçek olan ahireti hesaba katmadan davrananlar hüsrana uğrarlar. Nasıl ki bir şahıs açık açık gerçeği hesap etmeden, gözü kapalı davranır da zarara uğrarsa, bu da onun gibidir

Mürselât suresi ayet 17
Sonra arkadan gelenleri onların izinde yürüteceğiz.

Yani, bu bizim sünnetimizdir. Ahireti inkar edenler, helaka uğrayan geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, sonunda aynı felakete uğramalarının kaçınılmaz olduğunu göreceklerdir. Bundan önce hiçbir kavim bu akıbetten istisna edilmemiş ileride de olmayacaktır.

Mürselât suresi ayet 18
İşte biz, suçlu-günahkarlara böyle yapmaktayız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 19
O gün, yalanlamakta olanların vay haline.

Onların dünyadaki sonu, onlara dünyada verilen ceza asıl ceza değildir. Gerçek ceza ve felaket kıyametten sonra olacaktır. Bu, şuna benzetilebilir: Suçlu bir kimse sürekli suç işliyorsa sonunda yakalanarak hapse atılır. Sonra da hakim karşısına çıkarılır. Hakim de onun cezasını karara bağlar ve asıl ceza ondan sonra başlar. Bunun gibi, insanlar için ahirette mahkeme kurulur. O kişiler için asıl felaket günü o gün olacaktır

Mürselât suresi ayet 20
Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı?

Mürselât suresi ayet 21
Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik,

Yani annenin rahminde hamilelik istikrar bulduktan sonra çocuğu o kadar sağlam yerleştirmiş, bütün imkanlarla onu korumak ve yetişmesi için öyle tedbirler almıştır ki, en şiddetli olay bile, çocuğu ıskat edemez. Suni olarak, yani bugünkü tıbbi ilerlemelere rağmen çocuk aldırmak tehlikeden hâli değildir.

Mürselât suresi ayet 22
Belli bir süreye kadar;

Buradaki kelime olan "Kaderin Ma'lum"un anlamı, yalnızca "belli bir süre kararlaştırmak" değildir. Bu kelimenin içeriğinde "ancak Allah'ın bildiği bir müddet" anlamı da vardır. Hiç kimse bir çocuğun anne karnında kaç ay, kaç gün, kaç saat kaç dakika ve kaç saniye kalacağını bilemeyeceği gibi, onun tam doğum vaktinin ne zaman olacağını da bilemez. Vakti Allah tayin etmiştir ve tamtamına ancak O bilir.

Mürselât suresi ayet 23
İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, biz ne güzel güç yetirenleriz.

Bu, hayattan sonraki hayatın varlığına açık bir delildir. Allah buyuruyor ki: Biz sizi hâkir bir nutfeden başlatarak insan olarak yetişmenizi sağlamaya kadir iken, sizi tekrar başka türlü yaratma hususunda niye kadir olmayalım? Bizim yaratışımız sayesinde bugün mevcutsunuz. Bizim kudret sahibi olduğumuzun ispatı da sizin varlığınızdır. Bu durumda, sizi yarattıktan sonra bir kere daha yaratmaktan aciz olmadığımızı bilmelisiniz.

Mürselât suresi ayet 24
O gün, yalanlamakta olanların vay haline.

Bu cümle şu manadadır: Bu apaçık delil mevcut iken ölümden sonra dirilişi inkar etmektedirler. Bunlar ne kadar alay ederlerse etsinler ve inananlara ne kadar müthiş; örümcek kafalı, hurafeci derlerse desinler; bugün yalanladıkları o müthiş gün geldiğinde göreceklerdir ki o gün onlar için felaket günü olacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 25
Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı?
1) Yeryüzü, canlıları, sırtında (üzerinde), ölüleri de karnında (içinde) bir araya getirir. Buna göre mana, "Diriler, evlerinde otururlar, ölüler de, kabirlerine gömülürler.." şeklinde olur. İşte bundan dolayı, Araplar, yeryüzüne, "ana" adını vermişlerdir. Çünkü yeryüzü, insanları bağrına basması açısından, tıpkı çocuğunu bağrına basıp onun işlerini uhdesine alan bir anne gibidir. İnsanlar yeryüzünde de bir araya gelip, onun sinesinde birleştikleri için de, yeryüzü adeta, o insanları bağrına basmış gibi olur.

2) Yeryüzü, canlılardan ayrılan o pisleri, şeyleri kendisinde topladığı için, canlıların "klfât´N, yani derleyip toplayıcısı olarak kabul edilmiştir. Ama, yeryüzünün, insanlar onun üzerinde olmaları halinde, canlıları toplaması meselesine gelince, hayır; buna, "kifât" adı verilmez.

3) Yeryüzü, insanın, yeme-içme gibi ihtiyaçları hususunda kendisine muhtaç olduğu şeyleri kapsayan bir mahal, yer olduğu için, "canlıların toplayıcısı - kifât´ı" olarak addedilmiştir. Çünkü, bütün bunlar, yerden biter. Zararlı şeyleri def etmeye elverişli, mamur ve derli toplu binalar da, yeryüzünde ve oradan inşa edilmişlerdir.

Mürselât suresi ayet 26
Dirilere ve ölülere.

Ayetteki kelimelerinin manası, yerle ilgilidir. Buna göre diriler, yerin bitirdiği şeyler; ölüler de, bitirmediği şeyler olmuş olur. Ayette geriye iki soru kalmaktadır.
Yeryüzü, hem canlıların hem de ölülerin birlikte "kifât" (yani hiçbir şey kalmayıp hepsi bunun içine girdiği ve böylece de marife olarak ifade edilmesi gerektiği halde) olduğu halde, niçin nekire olarak denilmiştir?

Mürselât suresi ayet 27
Ve onda sabit yüksek dağlar var etmedik mi? Size tatlı bir su da içirmedik mi?

Bu, ahiretin mümkün ve makul olduğunun başka bir delilidir. Yeryüzünde milyonlarca yıldır sayısız mahlukat, her türlü bitki, hayvan ve insan onun kucağında yaşamaktadır. Her türlü mahlukatın ihtiyacı da karşılanmıştır. Yeryüzünün hazinelerinden sürekli imkanlar aktarmaktadır. Aynı yeryüzünde sayısız mahlukat yaşamaktadır. Böylesine benzersiz bir nizamdır ki hepsine aynı toprakta yer bulmaktadır. Yeryüzü, mahlukatın yaşayabilmesi için hazır hale getirilmiştir.
Tam yuvarlak ve boş biçimde yapılmamıştır. Üzerinde yer yer dağlar yaratılmıştır. Mevsimlerin değişikliği, yağmurların yağması, nehirlerin meydana gelmesi ve verimli vadilere ulaşması, kendilerinden kütük elde edilen büyük ağaçların meydana gelmesi, çeşitli maden ve taşlar olması için yüksek dağlar yerleştirilmiştir. Ayrıca yeryüzünün altında tatlı su da yaratılmıştır. Yer üstünde de tatlı sular nehirlere akmaktadır. Denizin tuzlu suyundan; temiz, halis suyun buhar olarak yükselip yağmur olarak inmesi O'nun varlığının delili değil midir? O sadece bunlara kadir değil, aynı zamanda Alim ve Hakim'dir. Bu yeryüzü kaynaklarını ve onun bütün sebeplerini yaratan kudret ve hikmet sahibinin bu nizamı kaldırarak yeni bir tarzda bir dünya kurmaya muktedir olmasını akıl sahibi bir insan niçin anlamakta zorluk çeksin? Üstelik O'nun hikmetinin bir gereği olduğu için bu dünyanın kaldırılıp bir başka hayatın yaratılması lazımdır ki insanın bu dünyada yaptığı amellerinin karşılığı verilsin.

Mürselât suresi ayet 28
O gün, yalanlamakta olanların vay haline.

Bu cümlenin anlamı şudur: Onlar, Allah'ın kudret ve hikmetinin işaretlerini gördükleri halde, ahiretin imkanı ve vukubulması da akıl dahilinde olmasına rağmen, Allah'ın bu dünyadan sonra başka bir hayat nizamı kuracağını ve O dünyada insanlardan yaptıklarının hesabını soracağını yalanlamakta ve inkar etmektedirler. Onlar bu zanlarıyla yaşamak istiyorlarsa devam etsinler. Sonunda sözü edilen günle karşılaştıklarında ne kadar büyük ahmaklık içine düşerek kendilerine ne büyük felaket hazırladıklarını anlayacaklardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 29
Kendisini yalanlamakta olduğunuz (azab) a gidin.

Şimdi, ahiretin delillerinden sonra, bu olay vukubulduğu zaman inkarcıların sonunun ne olacağı görülmüştür.

Mürselât suresi ayet 30
Üç dala ayrılmış bir gölgeye gidin.

Gölgeden murad duman gölgesidir. Duman yükseldiği zaman üç kola ayrılacak.

Mürselât suresi ayet 31
O, gölge yapmadığı gibi ateşten de koruyamaz,

Allah teala, kendilerine yeryüzünü bir siper, oradaki dağları bir denge unsuru ve suları da içme ve temizlenme vasıtası olarak verdiği, kullarına seslenerek bu nimetlere karşı nankörlük edenlere diyor ki: "Kıyamet gününde size şöyle denilecektir: "Dünyada iken yalanladığınız Allahın azabına koşun. Cehennemin ateşinden çıkan ve üç kola ayrılan dumanın altına gidin. O, öyle bir dumandır ki sizi sıcağa karşı gölgelendirmez ve sizi ateşten kur


Mürselât suresi ayet 32
Cehennem, saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.

Bu ûyet-i kerime, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Ebu Sahr ve Muham-med b. Ka'b tarafından, mealde verildiği şekilde izah edilmiş Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu izaha göre cehennemden çıkan kıvılcımlar, büyüklükte köşkler gibidir.
Katade, Dehhak ve Hasan-ı Basri'ye ve Abdurrahman b. Âbidin İbn-i Abbas'tan naklettiğine göre bu âyetin izahı şöyledir: Cehennem ateşi kalın ağaçlar gibi kıvılcımlar saçar."
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Biz, uçarsın boyunda veya daha kısa yahut daha büyük ebatta odunlar keser kış için hazırlardık. Biz bu odunları, âyette kıvılcımlara sıfat olarak zikredilen "Kasr" kelimesiyle ifade ederdik."
Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşte de o, bu âyeti şöyle izah etmiştir. "Cehennem ateşi odun yığını gibi kıvılcımlar fırlatır."


Mürselât suresi ayet 33
Sanki o kıvılcımlar sarı develer gibidir.

Bu âyet-i kerime, Hasan-ı Basri ve Katade tarafından mealde verildiği şekilde izah edilmiş ancak bunlar, "San deve"den maksadın "ASiyaha yakın koyu sarı develer" oldukların zira develerin bu renkte olduklarını söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
Abdullah b. Abbas bu âyeti şu şekilde izah etmiştir "Sanki o kıvılcımlar, gemilerin halatları gibidir."
Said b. Cübeyr ve Mücahid ise: "Sanki o kıvılcımlar köprülerin halatlan gibidir." diye izah etmişlerdir.
Ali b. Ebi Talha'nm, Abdullah b. Abbas'tan naklettiği diğer l?ir görüşe gö-rebu âyetin manası şöyledir: "Sanki o kıvılcımlar bakır külçeleridir."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mürselât suresi ayet 34
O gün, yalanlamakta olanların vay haline.

Mürselât suresi ayet 35
Bu, onların konuşamıyacakları bir gündür.

Mürselât suresi ayet 36
Ve onlara, özür beyan etmeleri için izin de verilmez.

Bu onların son durumu olacaktır. Cehenneme girmeden önceki son durum. Ondan önce haşr meydanında pek çok mazeret ileri sürecekler. Kendi suçlarını birilerine yükleyecekler ve kendilerinin masum olduğunu ispata gayret edecekler. Kendilerini saptıranlara küfredecekler. Hatta bazıları, Kur'an'ın pek çok yerinde bildirildiği gibi utanmadan suçlarını inkar etmeye çalışacaklar. Ama onların elleri, ayakları ve bütün organları kendilerine karşı şehadet edecek. Suçları tamamen ispatlandıktan, adalet ve hak bakımından hiçbir yönden eksiklik kalmadıktan sonra suçlarına ceza bildirilecek. O zaman onlara hiç söz hakkı kalmayacak. Hiç bir mazeretleri kalmayacak. Özür ileri sürmelerine imkan ve kendilerini müdafaaya izin verilmeyecek. Bu, onların müdafaadan mahrum bırakıldıkları anlamına gelmez. Asıl olarak söylenmek istenen, bütün suçları ispatlandıktan sonra hiçbir delilleri kalmayacağıdır. Böylece onların ağızları kapatılmış olacak.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt