Mulk suresi ayet 2
O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.
Allah’ı tanımak için Kur’an’daki 6000 küsur âyeti kavramak, bu âyetleri bize anlatan, şerh eden, açıklayan Rasulullah Efendimizin hadislerini kavramak, bir de bu âyetlerin şerhi mahiyetinde olan, sanki laboratuar mesabesindeki olan semâvât ve arzı kavramak, semâvât ve arzdaki görsel âyetleri özümsemek gerekecektir. Çünkü Rabbimi-zin bu kitabındaki âyetlerini anlamak için semâya bakmak, arza bakmak, insana bakmak, deveye bakmak gerekecektir.
Allah, ölümü ve hayatı yaratandır. Peki acaba âyet-i kerîmede neden önce ölüm zikredildi de hayat sonra zikredildi? Bunun münakaşasına girmeye gerek yoktur. Bakara sûresinde de Rabbimiz der ki:
“Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki siz ölüler idiniz de sizi diriltti. Sonra sizi yine o öldürecek, sonra yine diriltecek. Sonra ona döndürüleceksiniz.”
(Bakara 28)
“Nasıl oluyor? Sizler ölüydünüz de sizi Allah var etti! Sizler ölüydünüz! Yoktunuz! Hiçtiniz! Bu varlığınızı, bu gücünüzü biz verdik size! Sonra bu varlığınızı, bu gücünüzü alıp sizi öldüreceğiz. Sonra da sizi hesap, kitap için yeniden dirilteceğiz.” Allah mutlak mânâda ölümü de dirimi de yaratandır. Bize lazım olan da işte budur. Yine bize lazım olan önce ölümün yaratılmasıdır. Kaçacak mısınız? Hayrola! Derdiniz ne? Ne çabuk unutuyorsunuz ölümü? Halbuki Allah’ın yarattıklarını unutmadınız. Meselâ ekmeği unutmadınız, suyu, kadını, semâyı, arzı, yiyeceği, içeceği, elmayı, armudu unutmadınız. Onları kul-lanıyorsunuz, onları kendi zevkinize âmâde kılıyorsunuz da, ölümü niye unutuyorsunuz? Ölümü niye gündeme almıyorsunuz? Hayatı u-nutmuyorsunuz, hayatı kullanıyorsunuz, hayattakileri ihmal etmiyorsunuz da, ölümü niye kullanmıyorsunuz?
Ölüm, kalplere daha çok korku verici ve ürpertici olduğu için Yüce Allah önce onu zikretti. Ölüm, yok olma ve hayattan tamamen kesilme değildir. O, sadece bir yurttan başka yurda taşınmaktır. Bunun içindir ki, ölünün, kabrinde işittiği, gördüğü ve hissettiği bildiril-miştir. Ölüm sadece ruhun bedenle ilgisinin kesilmesi ve vücuttan ay-rılmasıdır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Sizden biri kabrine ko-nup da eşi dostu oradan döndüğünde, o onların ayak seslerini işitir.” (Buhâri, Cenaiz: 68, 87; Ebu Davud, Cenaiz: 74) “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi işi-temezsiniz. Ancak şu var ki, onlar cevap veremiyorlar.” (Buhâri, Ce-naiz: 88; Müslim, Cennet: 87, 88)
Katade diyor ki: Allah, insanoğlunu ölüm hadisesiyle zelil kıl-mıştır. Dünyayı yaşama ve yok olma yurdu yapmıştır. Âhireti ise dünyada yapılanların karşılığının verildiği ve devamlı olan bir yurt kılmıştır. Böylece anlıyoruz ki; 1) Ölüm ve hayat Allah'tandır. Ve hiç kimse bir başkasına hayat veremez, ölüm de getiremez. 2) Kendisine iyilik ve kötülük yapabilme kudreti verilen insanın yaradılışı maksatsız değildir, bilakis Allah onu imtihan etmek maksadıyla yaratmıştır. Bu hayat insana bir imtihan süresidir ve ölüm bu sürenin sona ermesi demektir. 3) Yaratıcının bu süreyi (fırsatı) insana vermesinin nedeni, onun iyi mi, kötü mü olduğu dünyada fiilen ispatlansın diyedir. 4) Han-gi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğunu belirtmek yetkisi ancak Yaratıcıya, yani imtihanı yapan Zat'ın indinde hangi amellerin makbul olduğunu bilmesi gerekir. 5) Bu imtihanın kendiliğinden çıkan sonuca göre, herkes yaptığı davranışın karşılığını (ceza ve mükafat) mutlaka görecektir. Çünkü bu karşılık olmasaydı, bu imtihanın bir anlamı olmazdı.
Allah ki, ölümü yaratandır. Bu ölüm şu bizim ölümümüzü, beşerin ölümünü, toplumların, devletlerin, piyasanın ölümünü anlatan her şeyi içerecektir. Hayatı da yaratandır Allah. Bunda da her türlü hayat, her türlü dirilik geçerli olacaktır. Allah dirilişi yaratmıştır. Hangi dirilişler? Meselâ piyasanın dirilişi, veya evlerimizdeki dirlik ve düzeni de Allah yaratmıştır. Veya ekonomik canlanmayı da Allah yaratmıştır. Dirilik adına, canlılık adına, hayat adına aklınıza ne geliyorsa hepsinin yaratıcısı Allah’tır. Bu ölümü ve hayatı neden yarattığının sebebini de Rabbimiz şöyle anlatıyor:
“Sizi sınamak, sizi denemek, sizi imtihan etmek için. Hangimiz amelce daha güzel? Böylece sizi denemek için Allah ölümü ve dirimi yaratmıştır.” İşte ölümün ve hayatın sebeb-i hikmeti budur.
Allah, hâkimiyet ve hikmet sahibidir. Yani Rabbimiz ne dediyse, ne yapmışsa, ne yarattıysa, ne gazap ettiyse, ne merhamet ettiyse, kendisinden ne tecelli ettiyse mutlaka ve mutlaka Allah’ın yaptığı her şey hikmetlidir. Meselâ 30 gün Ramazan tutun mu dedi? Mutlaka hikmetlidir, mutlaka bir hikmeti vardır. Bize iki göz mü verdi? İki gözle tek görme özelliği mi verdi? Mutlaka bir hikmeti vardır. Gusülde tüm vücudu yıkayın mı dedi? Mutlaka bir hikmeti vardır. Kadın şöyle, erkek böyle giyinmelidir mi dedi? Mutlaka bir hikmeti vardır. Toplumda kısası uygulayın mı dedi? Hukukunuz şöyle olsun, eğitiminiz böyle ol-sun, kazanmanız, harcamanız, geceniz-gündüzünüz şöyle olsun mu dedi? Şuradan kazanın, şuradan kazanmayın mı dedi? Çocuklarınızı şöyle eğitin, hanımlarınızla şöyle bir ilişki kurun, komşularınıza şöyle davranın, içki içmeyin, zina etmeyin, fâizden uzak durun mu dedi? Si-ze bir musibet mi gönderdi? Sizi şöyle bir hayatla mı imtihan etti? Al-lah ne dedi, ne yaptı, ne yapmanızı ve ne yapmamanızı istediyse bile-siniz ki hepsinde mutlaka bir hikmet vardır.
Allah’ın her yaptığı işte mutlaka bir hikmet vardır. Ama bize düşen hikmet aracılığına çıkmak, felsefe yapmak değildir. Filozofların derdi, hikmet aramaktır. Neden insanların saçı şöyledir? Kılı niye böyledir? Neden anne şefkatlidir? Baba neden gaddardır? Bu sorulara cevap bulmaya çalışırlar. Hikmet aramaya gerek yok, Allah’ın yaptığı her şeyde hikmet vardır. Neden yaratmıştır Rabbimiz ölümü? Niçin var etmiştir hayatı?
“Sizin hanginiz amelce daha güzel, bunu denemek, bunu sınamak için.”
Buna göre şöyle diyebiliriz: Ben neden yaratıldım? Niye yaratmış Rabbim beni? Yaşadığım hayatta güzel ameller mi, yoksa kötü ameller mi işleyeceğimi açığa çıkarmak için yaratılmışım. Peki benim için niçin ölüm yaratılmış? Yani neden öleceğim ben? Amelimin imtihanı, amellerimin karşılığını görmek için. Peki neden karşımdaki var? Neden karşımdaki yaratılmış? Ne için o da ölecek? Yine benim için. Benim imtihanım için. Tabiri caizse dört boyutlu düşünüyoruz. Benim hayatım ve başkasının hayatı, benim ölümüm ve başkasının ölümü nedenmiş? Benim imtihanım içinmiş diyeceğiz. Benim hayatım ve ölü-müm, karşımdakinin hayatı ve ölümü, benim ve karşımdakinin imtihanı içindir unutmayalım.
Ama bu imtihan, olacak. Hanginiz daha güzel amel işleyecek bunun değerlendirilmesi olacak. Yani bu hayat ve ölüm arasında herkes amel işleyecek ve insanlar bu imtihan salonu dediğimiz dünya içinde "Ahsenü amelayı" gerçekleştirecekler. İslâm dini, amellere iki damga vurur:
a- Salih Amel
b- Gayri salih amel.
Ya da âyette ifade edildiği şekliyle söylersek, ahsen amel, ah-sen olmayan amel, ahsen amel, gayrı ahsen amel. Ameli üçe ayırıyoruz:
1- Kişiyi cennete götüren amel,
2- Kişiyi cehenneme götüren amel,
3- Kişiyi ne cennete ne de cehenneme götüren amel. Yani kişiyi cennete de cehenneme de götürücü olmayan boş ameller.
Bizi cennete ve cehenneme götürmeyen boş amelleri reddediyoruz, cehenneme götüren amellerden şiddetle kaçınıyoruz ve bizi cennete götüren ameller bizim olsun istiyoruz.
İmtihan edildiğinizi bilir, ancak Allah’ı Azîz ve Ğafûr bilmezseniz, yine mahvoldunuz demektir. Niye? Örneğin öğretmeniniz sizi imtihan ediyor. Eğer sizler sizi imtihan eden öğretmeninizin aciz, güçsüz ve bunak birisi olduğuna inanır, onun beceriksiz birisi olduğunu zanneder, yani sizin o imtihanda kopya çekmenize engel olamayacak, buna göz yumacak birisi olduğuna inanır veya imtihan sonuçlarının değerlendirilmesi konusunda o öğretmenin üzerinde etkili birilerinin varlığına inanırsanız, sizin adınıza şefaatte bulunup o öğretmene etkili olabilecek bir dostunuzun varlığına inanıyorsanız, elbette bu im-tihanın sizin üzerinizde etkinliği olmayacaktır.
Veya meselâ size bir görev veren âmirinizin, müdürünüzün atlatılabilecek, kandırılabilecek birisi olduğunu bilirseniz, böyle inanırsanız, elbette onun sizin üzerinizdeki etkisi azalacak veya hiç olmayacaktır değil mi? İşte aynen bunun gibi, şu anda bulunduğunuz imtihan salonunda sizi imtihan eden Allah’ın Azîz olduğunu, mutlak güç ve kudret sahibi olduğunu, her şeyi gördüğünü, her şeyi bildiğini, her şeye galip olduğunu, kesinlikle atlatılmaz, yenilmez ve yanılmaz bir Allah olduğunu bilir, Allah’a böylece inanırsanız, elbette bu imtihanda farklı davranırsınız. Rabbinizin bu imtihanda sizin üzerinizdeki etkisi farklı olacaktır.
Ama Allah’ı Azîz bilmez, mutlak güç ve kudret sahibi bilmez, ya da izzet ve şerefi Allah’tan başkalarında görürseniz, Allah yanında etkili, hatırlı bir kısım varlıkların da varlığına inanırsanız, o zaman Al-lah’ın sizin üzerinizdeki etkisi azalacak ve imtihanda farklı davranmaya kalkışacaksınız demektir. Güya imtihan olunuyorsunuz, imtihana çekiliyorsunuz, ama işlediğiniz suçları göremeyen, sizi her an kontrol edemeyen bir Allah var karşınızda veya imtihan eden Allah’tan hâşâ daha güçlüler var zannediyorsunuz. Eteğine yapıştıklarınızın, şefaatçilerinizin, veliahtlarınızın, Allah yanında hatırlı zannedip gözünüzde büyüttüklerinizin yarın sizi Allah’ın elinden kurtaracaklarına, size yardımcı olacaklarına inanırsanız, o zaman Allah’ın imtihanına aldırış et-mez veya Allah’ın imtihan salonundaki tavrına aldırış etmez kendi kendinize bir yalan yanlışın içine girersiniz. İkincisi:
Unutmayın ki Allah Gafûr’dur. Allah Azîzdir, O’nu Azîz bilin, O’nu atlatılamaz bilin, mutlak güç ve kudret sahibi bilin, O’nun huzurunda olduğunuzu unutmayarak O’na karşı ciddiyetinizi takının, imtihandaki tavrınızı O’na yakışır biçimde ayarlayın. Kendisine karşı yapacağınız falsolarınız sonucunda hemen sizin defterinizi dürüvereceğini unutmadan yaşayın, ama şunu da unutmayın ki, Azîz olan Allah aynı zamanda Ğafûr’dur da. O’nun İzzet sıfatının yanında Ğufran sı-fatı da vardır. Sakın bu konuda kendi kendinize bir yanlışa düşmeyin. Yani Allah’ı Azîz bilip de, sadece İzzet sıfatının sahibi bilip de kendinizi köşe bucak atmaya kalkışmayın. Yaptığınız günahlardan dolayı Rabbinizin rahmetinden, Ğufranından ümit keserek saçınızı başınızı yolmaya, kendinizi yerden yere vurmaya kalkışmayın. “Rabbimin huzurunda bunları işleyen birisi olarak artık benim işim bitiktir. Bundan böyle artık benim Rabbime yönelecek yüzüm kalmamıştır” diyerek toplumdan kaçmaya, kendi kendinizi mahvetmeye kalkışmayın! Ümitlerinizi tümden yitirip, “eyvah! Mahvoldum! Bittim! Kahroldum! Şimdi ben ne yapacağım? Allah Azîzdir. Allah her şeyi bilen, gören ve günahkârlardan intikam alandır! Bu durumda ben onun yüzüne nasıl bakarım? O’nun imtihanını nasıl başarırım? O’na karşı nasıl hesap verebilirim? Bu kadar Azîz, bu kadar Cebbâr, bu Kahhâr ve Azamet sahibi bir Allah beni ne yapar? Ne eder?” diye yıkılıp dökülmeyin. Bilin ki Allah Azîz oluşunun yanında aynı zamanda Ğafûr’dur da. Affedendir, mağfiret edecek olandır. Yani O’na karşı O’nun istediği tam kulluğu yapamazsanız bile, tam imtihanı başaramazsanız bile gayretinizden dolayı Rabbinizin sizi affedeceğine ve O’nun imtihanını kazanacağınıza da inanın.
Rabbimiz buraya kadar kendisini anlattı. Öyleyse ey Müslümanlar! Bilin ki Allah güçlüdür! Allah Azîzdir, Gafûr’dur, unutmayın! Allah mülkün sahibidir kafanızda canlı tutun! Hayatı ve ölümü yaratan O’dur, unutmayın! Bu hayatlarınızı, bu varlıklarınızı siz kendiniz kazanmadınız, siz bulmadınız! Hayatınızı ve şu anda hayatta sahip olduklarınızı sizler bir yerlerden satın almadınız! Babalarınızdan kiralamadınız, analarınızdan elde etmediniz! Toplumdan faydalanmadınız, amirinizden ödünç bulmadınız! Yine onu şu gördüğünüz dükkanlarınızda, şu tükettiğiniz bürolarınızda, şu harcadığınız fabrikalarınızda imal etmediniz! Bunu size veren Allah’tır! Siz yokken, siz ölüyken, siz daha yaratılmamışken, adınız, esameniz bile mevcut değilken sizi varlık âlemine getiren Allah’tır.
"Azîz ve Gafûr" sıfatlarının burada kullanılmaları iki anlama gelebilir ve her ikisi de geçerlidir.
1) "O her şey üzerinde galip olandır ve buna rağmen mahlukatına zulüm ve şiddetle davranmaz. Onlara karşı merhametli ve affedicidir."
2) "O kötü davranışları cezalandır-maya muktedirdir ve O'nun cezasından hiç kimse kaçıp kurtulamaz. Ancak, kötülükten vazgeçip tevbe dileyen kimseyi de affeder.”
Öyleyse sahibinizi iyi bilin! Kime borçlu olduğunuzu, kime minnet duymanız gerektiğini, kime teşekkür edip kulluk yapmanız gerektiğini iyi anlayın da sadece ona boyun eğin! Sadece O’na kulluk yapın! Sadece O’nu dinleyin ve sadece O’nun çektiği yere gidin. Rabbi-miz, kendisine kulluk edeceğimiz, yasalarını uygulayacağımız otoriteyi anlattı