Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda cihad kavramı (10 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Nisa suresi ayet 89
Onlar kendilerinin inkâra sapmaları gibi sizin de inkâra sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin ne de bir yardımcı.

Burada müslümanlara, kâfirlerle işbirliği içinde olan ve onların İslâm devleti karşısındaki girişimlerine ortak olan münafıklara karşı dikkatli olmaları tavsiye ediliyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Nisa suresi ayet 95
Mü'minlerden özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.

Bu ibarede, İslâm ordularının lideri, bütün müslümanları savaşa çağırmadığı ve sadece gönüllüler için cihad çağrısı yapıldığı zaman, bu çağrıya icabet esas alınarak gerçek müslümanların nasıl ayıredildiği ifade ediliyor. Malları ve canlarıyla katılanlar, iyi amellerle meşgul olsalar da geride kalanlardan daha yüksek bir dereceye sahiptirler. Bunun ötesinde onlara "büyük bir ecir" vardır. Cihada gitmeleri emredildiği halde bahaneler öne sürerek geride kalan kimseler ise -bu iki durumda cihada gitmeyip başka işlerle uğraşanlar- münafıklardır ve geride kalmaları için geçerli bir sebebi olanlar hariç" "büyük ecir" den onlara bir pay yoktur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Nisa suresi ayet 96
Kendinden dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Allah, cihad edenleri, özürsüz olarak cihada gitmeyenlerden büyük bir mükâfaatla üstün kılmıştır. Bu mükâfaat ta Allah´ın ikram ettiği yüksek dereceler, günahlarını affetmesi ve Allah yolunda verdikleri imtihan dolayısıyla onlara, merhametli davranmasıdır. Zira Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Peygamber efendimiz bir lıadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:

"Allah, kendi yolunda cihad edenler için cennette yüz derece hazırlamıştır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır.

Müfessirler, burada zikredilen derecelerden neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

Katade´ye göre bu derecelerden maksat, müslüman olma, müslüman iken hicret etme, hicret ettikten sonra cihad etme, cihad etme sırasında düşman öldürme gibi derecelerdir. Bunların her biri başlı başına birer derecesidir.

İbn-i Zeyd´e göre ise burada zikrdilen derecelerden maksat, Allah tea-la´nm, tevbe suresinin yüz yirmi ve yüz yirmi birinci âyetlerinde zikrettiği yedi derecedir. Bu âyetlerde şöyle Duyurulmaktadır. "Medine halkı ve çevresinde bulunan Bedevilere, Peygamberle birlikte savaşa çıkmaktan geri kalmaları, kendi canlarını, onun canından daha çok sevmeleri yakışmazdı. Çünkü onlar için, Allah yolunda uğrayacakları susuzluk, yorgunluk, açlık, düşmanlarını kızdıracak bir yere ayak basmaları ve düşmana verdikleri her zarar karşılığında salih bir amel yazılır. Şüphesiz ki Allah, iyilik yayanların miikftfaatmı zayi etmez." "Sar-fettikleri az veya çok herhangi bir mal ve Allah yolunda aştıkları herhangi bir vadi, onlar için îesbit edilip yazılacaktır ki Allah onları yaptıklarının en güzeliy-le mükâfaatîandırsın."

İbn-i Muhayriz ise bu âyette zikredilen derecelerden maksadın, cennetteki dereceler olduğunu söylemiştir.

Taberi, bu görüşü tercih etmiştir. Zira, bundan önceki âyette Allah teala-nin, cihad edenleri, oturup kalanlardan büyük bir mükâfaatla üstün kıldığı zikredilmiştir. Bu âyette ise o büyük mükûfaatın ne olduğu açıklanmış, onun, bir kısım dereceler, Allah´ın affı ve merhameti olduğu zikredilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Nisa suresi ayet 101
Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda) kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler sizin apaçık düşmanlarınızdır.

Barış zamanında yolculuk sırasında namazı kısaltmak, dört rekatı iki rekata indirmektir. Fakat savaş sırasında ne kadar kısalacağını bildiren bir sınırlama yoktur. Namaz her halükârda ve imkân-ların el verdiği ölçüde her yerde kılınmalıdır. Namazı eğer cemaatle kılmak mümkünse, cemaatle kılınmalıdır, mümkün değilse tek başına kılınmalıdır. Yüzü kıble tarafına çevirmek mümkün değilse, herhangi bir tarafa yönelerek namaz kılınabilir. Namazda bir yerde sabit olarak kalmak mümkün değilse binek üzerinde veya yürüyerek kılınabilir. Eğer rükû ve secde yapılamıyorsa ima ile namaz kılınabilir. Eğer namaz sırasında oradan ayrılmak gerekiyorsa, hareket halinde iken de namaza devam edilebilir. Elbiseleri kan ile pislenmiş de olsa, o kişinin bu şekilde namaz kılmasında bir beis yoktur. Eğer bütün bu kolaylıklara rağmen yine de namaz kılınamıyorsa o zaman "Ahzab" (Hendek) savaşı sırasında olduğu gibi istemeyerek tehir edilir.
Sefer sırasında sadece farzların mı kılınması gerektiği, yoksa bununla birlikte Hz. Peygamber'in (s.a) fazladan kıldığı sünnetlerin de kılınıp kılınmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Hz. Peygamber (s.a) seferde iken hiç terketmeksizin sabah namazının iki sünnetini ve yatsı namazından sonra kılınan üç rekat vitr namazını kılmıştır. Bunlardan başka sünnet kılıp kılmadığı konusunda delil yoktur. Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a) yolculuk sırasında vakit bulduğunda, bazan binek üzerinde iken nafile (navafil) namazlar kılardı. Bu nedenle Abdullah İbn Ömer, yolculuk sırasında sabahın sünnetinden başka sünnetlerin kılınmayacağını söylemiştir. Fakat ulemanın çoğu, seferde sünnetleri kılıp kılmama konusunda kişiyi serbest bırakmışlardır. Hanefiler yolculuk yapıldığı sırada sünnetlerin terkedilmesi, fakat insanın gerekli zemini bulabileceği bir konak yerine gelindiğinde kılınması gerektiği görüşündedirler.
Namazın kısaltılacağı seferin (yolculuk) özelliğine gelince, bazı alimler (İbn Ömer, İbn Mes'ud ve Atâ) yolculuğun Allah yolunda, yani cihad, Hac, Umre, İlim gibi sebepler için olmasını şart koşmuşlardır. İmam Şafiî ve İmam Ahmed yolculuğun meşru bir nedene dayanması gerektiği, aksi takdirde kişinin namazı kısaltma hakkından yararlanamayacağı görüşündedirler. Yolculuğun niteliği ne olursa olsun, kendi niteliği nedeniyle ceza veya mükafata neden olabilir, fakat namazın kısaltılması konusunda hiçbir değişiklik yapmaz.
"Sizin üzerinizde bir günah yoktur" ayetinin orijinal metindeki Arapça kelimeler çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir. Bazıları bunun "Namazı kısaltmak zorunda değil, isteğe bağlıdır" anlamına geldiğini söylemişlerdir. Kişi bu izinden yararlanıp namazı kısaltma veya kısaltmama serbestisine sahiptir. İmam Şafiî de namazı kısaltmanın daha iyi olduğuna inanmasına rağmen bu görüştedir. İmam Şafiî "kısaltmadan yararlanmayan kişinin yüce olanı bırakıp, aşağı olanı seçen bir kişi" olduğunu söyler. İmam Ahmed "kısaltma"nın vacip olmamasına rağmen, bu izinden yararlanmamanın uygun olmadığı görüşündedir. İmam Ebu Hanife'ye göre ise "kısaltma" vaciptir. İmam Malik de bunu destekler nitelikte bir hadis rivayet etmiştir. Hz. Peygamber'den (s.a) rivayet edilen bütün hadisler O'nun her yolculukta namazı kısalttığını göstermektedir ve O'nun seferde iken dört rekat kıldığını gösteren hiçbir güvenilir hadis yoktur. İbn Ömer der ki: "Çeşitli yolculuklarda Hz. Peygamber (s.a) Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer veya Hz. Osman'la (Allah hepsinden razı olsun) birlikte oldum. Onların hep namazı kısalttıklarını müşahede ettim. Hiçbir zaman dört rekat kılmadılar." Aynı görüş İbn Abbas'tan ve diğer birçok sahabeden rivayet edilen sahih hadislerle de desteklenmektedir.
Bir keresinde Hz. Osman (r.a) Mina'da namaz kıldırırken dört rekat kıldı ve sahabeden bir çoğu ona karşı çıktılar. Hz. Osman (r.a) onlara: "Ben Mekkeli bir kadınla evlendim ve Hz. Peygamber'den (s.a) 'Kim nereden evlenirse oralı olur' diye duydum. Bu nedenle namazı kısaltmadım" diyerek teskin etti.
Bununla birlikte Hz. Aişe'den (r.a) rivayet edilen ve namazı kısaltmanın da tam olarak kılmanın da aynı şekilde doğru olduğunu gösteren bu rivayetlere zıt iki hadis vardır. Fakat bu iki hadis de sıhhatçe zayıf ve Hz. Aişe'nin (r.a) kendi uygulamalarına aykırıdır. Çünkü o da seferde iken her zaman namazı kısaltırdı.
Bu bağlamda bir kimsenin dönüşümlü olarak değişen şartlara göre bazen seferde, bazen "İkametgâhında" olabileceği hatırlanmalıdır. Böyle bir durumda kişi ortamına göre namazı ya kısa kısaltır, ya da tam olarak kılar. Büyük bir ihtimalle Hz. Aişe (r.a) böyle bir durumu kastederek: "Seferde iken Hz. Peygamber (s.a) namazı bazen kısaltır, bazen de tam kılardı" demiş olabilir.
"Namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur" sözlerine bakıp "emr"in ihtiyari olduğu sonucuna varılmamalıdır. Aynı sözler Bakara Suresi'nin 158. ayetinde hac'da Safa ile Merve arasında sa'y etme konusunda da kullanılmıştır. Oysa sa'y, hacc'ın farzlarından biridir. İki yerde de bu kelimelerin kullanılmasının sebebi, bunu yapmanın günah olduğu veya namaz kısaltıldığında Safa ile Merve arasında gidip gelindiğinde sevabın az olacağı korkusunun ortadan kaldırılmasıdır.
Yolculuğun uzaklığı sözkonusu olduğunda, metnin sözlük anlamına göre hüküm veren Zahiriler, yolculuğun uzaklığı ne olursa olsun "kısaltma"nın her yolculukta yapılabileceği görüşündedirler. İmam Malik'e göre yolculuk en azından 48 mil olmalı veya süresi en az bir gün bir gece olmalıdır. İbn Abbas ve İmam Ahmed de aynı görüştedir. İmam Şafii'nin de aynı görüşü desteklediğini gösterir bir sözü vardır. Hz.Enes'e göre "kısaltma" yapabilmek için yolculuğun en az 15 mil olması gerekir. İmam Evzaî ve İmam Zührî, Hz. Ömer'in görüşüne uyarak "kısaltma" için bir günlük yolculuk yeterlidir, derler. Hasan Basri ve İmam Yusuf'a göre, iki günlük yolculuk yapan kişi namazı kısaltabilir. İmam Ebu Hanife en az 54 millik bir yolculukta namazın kısaltılabileceğini söyler. İbn Ömer, İbn Mes'ud ve Hz. Osman da (Allah hepsinden razı olsun) bu görüştedir.
Yolculuk sırasında konaklandığında kısaltmanın yapılıp yapılmayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. İmam Ahmed'e göre eğer dört veya daha fazla gün için konaklanmışsa namaz tam olarak kılınmalıdır. İmam Malik ve İmam Şafiî'ye göre tam namaz için asgari konaklama süresi beş gündür. Fakat bu konuda Hz. Peygamber'in (s.a) açık bir emri yoktur. Bununla birlikte eğer şartlar kişiyi bir yerde kalmaya zorlar ve kişi mümkün olan ilk fırsatta evine dönmeyi beklerse, bu belirsiz zaman içinde namazın kısaltılabileceği konusunda görüş birliği vardır. Sahabeden bazılarının bu sebeple yaklaşık iki yıl boyunca namazlarını kısalttıkları vaki olmuştur. Ahmed İbn Hanbel'e göre bir mahpus hapsolunduğu sürece namazlarını kısaltabilir.

Zahiriler ve Hariciler ayetin bu bölümünden yola çıkarak namazları kısaltmanın sadece savaş zamanında geçerli olduğu ve barışta yapılan yolculuk sırasında namazı kısaltmanın Kur'an'a aykırı olduğu sonucuna varmışlardır. Fakat sahih bir hadisten öğrendiğimize göre Hz. Ömer (r.a) aynı sebeple bu uygulamaya karşı çıkmış ve Hz. Peygamber (s.a) ona şu cevabı vermiştir: "Namazı kısaltma izni Allah'tan bir lütuftur. O halde onu kabul et." Hz. Peygamber'in (s.a) hem savaşta, hem de barış zamanında yaptığı yolculuklarda namazını kısalttığı da sabittir.
İbn Abbas'tan rivayet edilen diğer bir hadis de meseleyi açıklığa kavuşturur: "Hz. Peygamber (s.a) Medine'den Mekke'ye giti ve Allah'tan başka korkulacak bir şey olmadığı halde dört rekatlık namazı iki rekat olarak kıldı." Bu nedenle mealde "özellikle" kelimesini parantez içinde not ettik.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Nisa suresi ayet 102
İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında onlardan bir grup seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar onlar da ‘korunma araçlarını' ve silahlarını alsınlar. Küfredenler size apansız bir baskın yapabilmek için sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz Allah kafirler için aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır.

"Ey Peygamber! Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman" ibaresinden İmam Yusuf ve Yusuf bin Ziyad "korku namazı" ile ilgili emrin sadece Hz. Peygamber (s.a) zamanında geçerli olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Fakat sadece Hz. Peygamber'in (s.a) şahsına hitap edildiğinden yola çıkarak, emrin, O'nun zamanıyla sınırlanması sonucuna varmanın hiçbir nedeni yoktur. Birçok durumda hitap Hz. Peygamber'e (s.a) yapılmış ve O'na uyanlar da o emirden sorumlu tutulmuşlardır. Bunun yanısıra sahabeden birçoğunun Hz. Peygamber'in (s.a) irtihalinden sonra "korku namazı" kıldığı sabittir. Sahabeden hiçbirinden bu uygulamanın aksini savunan bir tek söz bile bize ulaşmamıştır.

"Korku namazı" ile ilgili emir, savaş halinde olmaksızın düşmandan ani bir saldırı beklendiği durumlar için de geçerlidir. Savaşın devam ettiği sırada, Hanefiler'e göre, namaz tehir edilmelidir. İmam Malik ve İmam Sevrî'ye göre ise eğer rükû ve secde yapmak mümkün değilse, ima ile namaz kılınmalıdır. İmam Şafiî'ye göre "korku namazı" kılınırken eğer gerekirse az olmak şartıyla çatışma ile de meşgul olunabilir.
Sahih hadislerden, Hz. Peygamber'in (s.a) "Ahzab" (Hendek) savaşı sırasında arka arkaya dört vakit namazı tehir ettiğini ve daha sonra aynı sıra ile eda ettiğini öğreniyoruz. Oysa "korku namazı" ile ilgili emir bu olaydan önce indirilmiştir.

"Korku namazı"nın şekli savaş şartlarına göre değişir. Hz. Peygamber (s.a) çeşitli durumlara göre çeşitli şekillerde namaz kıldırdığı için, müslüman komutanlar durumuna göre bu şekillerden herhangi birini seçebilirler.
Birinci yol, bir grubun komutan ile namaz kılıp, ikinci grubun savaşa devam etmesidir. Birinci rekat tamamlandıktan sonra bu grup çatışma alanına gitmeli ve diğer grup gelip imamla birlikte bir rekat kılmalıdırlar. Bu şekilde komutan iki rekat, iki grup ise birer rekat namaz kılmış olurlar. (İbn Abbas, Câbir b. Abdullah ve Mücahid) .
İkinci yol, bir grup imam ile bir rekat kılar ve sonra ikinci grup gelip, onlar da imam ile bir rekat kılarlar, daha sonra birinci grup tekrar gelir ve tek başlarına birer rekat kılarak, ikiye tamamlarlar. İkinci grup da aynısını yapar. (Abdullah İbn Mes'ud ve bu görüşü Hanefiler de tercih ederler.)
Üçüncü yol ise şöyledir: Bir grup, komutanın arkasında iki rekat kılar ve savaş alanına döner. İkinci grup bunun devamı olan iki rekatı komutanla birlikte kılarlar ve son oturuştan sonra savaş alanına dönerler. Bu şekilde imam dört rekat, askerler ikişer rekat kılmış olurlar. (Hasan Basri)
Dördüncü yol, bir grubun iki rekatı imamının arkasında kılması, ikinci rekatı kendilerinin tamamlaması ve sonra savaş alanına dönmeleridir. İmama gelince, İmam ikinci rekatını biraz uzatarak ikinci grubun kendisine yetişmelerini sağlar. İkinci grup imamın arkasında bir rekat kıldıktan sonra, bir rekat da kendi kendilerine kılarlar. Bu şekilde imam, ikinci grubun da imamın arkasında kılabilmesi için ikinci rekatını biraz uzatmış olur. (İmam Şafiî, bu görüşü biraz farklı olarak kabul etmişlerdir.)
Bundan başka çeşitli "korku namazı" kılış şekilleri vardır ki bunların ayrıntıları İslâm fıkıh kitaplarında belirtilmiştir.

Kendi yanlış kuruntuları ile Allah'ın nurunu söndürmek isteyen kâfirlere Allah gereken cezayı verecektir ve onları büyük bir alçaklığa uğratacaktır. Müminler bu konuda temin ediliyorlar. Alınması emredilen tedbirler sadece onlara güçlerinin son noktasına kadar çabalayıp sonucu, zafer ve yenilgi hükmünü elinde bulunduran Allah'a bırakmaları gerektiğini öğrenmek içindir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Nisa suresi ayet 104
(Düşmanınız olan) Topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız şüphesiz onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz onların umud etmediklerini Allah'tan umuyorsunuz. Allah bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.

"O topluluk" İslâm'ı reddeden ve İslâm dininin yayılıp yerleşmesini engellemek için çalışan kâfirlerdir.

Yani, "Müminlerin, kâfirlerin tağut için katlandıkları zorluk kadar Hak yolda zorlukları cesaretle üzerlerine almamaları çok gariptir. Çünkü kâfirlerin bu dünyadan ve onun geçici menfaatlerinden başka amaçları yoktur. Oysa müminler, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'ı razı etme amacına sahiptirler ve onlar Rablerinden hiç sona ermeyecek olan mükâfatlar beklerler."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Maide suresi ayet 35
Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.

Yani, "Allah'ın, yakınlığı ve razılığını kazanmanıza yardım edecek her türlü aracın peşinden koşun."

"Elinizden geleni yapın" ifadesi "Câhidû"nun anlamını bütünüyle vermemektedir. 'Cahidû'da şu anlam vardır: Müminler Allah'ın yolu üzerinde duran tüm güçlerle mücadele etmelidirler. "Allah yolunda elinizden geleni yaparsanız, ancak, Allah'ın rızasını kazanabilir ve O'nu memnun edebilirsiniz. O halde, sizi Allah'ın yolundan alıkoyan, O'ndan yüz çevirten kulları olarak, O'nun yolunu izlemekten alıkoyan ve sizi kendilerinin veya başkalarının kulları olmaya zorlayan Allah'ın yolu üzerindeki her türlü kişi, grup ve güçle mücadele edin."
Gerçek başarı ve kurtuluşun ise, tümden ve yalnızca Allah'a kul olup, başka hiç bir şeye boyun eğmeden açıktan ve gizliden Allah'a itaatte yattığı ortadadır. Böyle olunca, düşmanla kuşkusuz bir çatışma durumu doğacaktır. Bu nedenle, "mümin" tüm düşman ve karşıt güçlerle her zaman ve her durumda savaşa tutuşmadıkça amacına ulaşamaz. Ne zaman tüm bu engelleri ortadan kaldırırsa, işte o zaman Allah'ın yolunda yürümesini sürdürür.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Maide suresi ayet 54
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.

"Müminlere karşı alçak (gönüllü) " demek, "müminlere karşı hiçbir zaman kuvvet kullanamazlar; zekâ, yetenek, etki, servet, güç veya bir başka şeylerini onlara baskın vermek veya zarar vermek yolunda harcamazlar; müslümanlar böyle kişileri her zaman yumuşak, nazik, içten ve sevgi dolu bulurlar" demektir.
"... Kâfirlere karşı onurlu" ise; bir müminin sağlam imanı, samimi dindarlığı, kesin prensipleri, güçlü karakteri ve Allah vergisi zekâsıyla İslâm'ın düşmanlarına karşı sert, keskin, tavizsiz ve dirençli olması demektir. Kâfirler kendisiyle ne zaman çatışmaya girseler, teslim olmaktansa ölmeyi tercih edecek kadar İslâmî prensiplerindeki tavizsizliğinden dolayı, onun ne satın alınabileceğini, ne de zorlanabileceğini farkederler.

Bu, korkusuzca Allah'ın Yolu'nda gidecekleri ve O'nun hükümleri doğrultusunda davranıp, bunlara göre neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ilân ederek, karşıtlarının muhalefet, sansür, eleştiri, itiraz ve alaylarına hiç mi hiç aldırmayacakları demektir. Onlar halkın görüşü İslâm'a aykırı da olsa, dünyanın kınama ve alaylarına maruz kalsalar da samimi olarak doğruluğuna inandıkları İslâm'ın Yolu'nda korkusuzca giderler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet 5
(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir.

Bu durum (Ganimet malları hakkındaki ihtilaf) müminlerden bir cemaat istemediği halde, rabbinin seni evinden hak uğrunda çıkardığı (Bedirde savaşmak için çıkardığı) durum gibidir.
Müfessirler, neyin Resulullah'm, müminler istemediği halde evinden çıkarılmasına benzetildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- îkrimeye göre müminlerin, Allah'tan korkup aralarını düzeltmelerinin, kendieri için hayırlı olacağı, hususu, Resulullah'm, müminler istemediği halde evinden çıkarılmasının kendisi için daha hayırlı olacağı hususuna benzetilmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey müminler, nasıl ki müminler istemediği halde Allah'ın, peygamberini, savaşmak için evinden çıkarması onun için hayırlı olmuşsa sizin de Allah'tan korkup birbirinizle barışmanız sizin için daha hayırlıdır.
b- Mücahid ve Süddiye göre ise burada, müminlerin savaşmayı istememeleri durumu, ResulüUah'ın evinden çıkarılmasını istememeleri durumuna benzetilmiştir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki bu müminler daha önce Kureyşin ticaret kervanına el koymak için senin, evinden çıkmanı istemiyorlardı ise şimdi de düşmanla savaşmak istemiyorlar ve o hususta seninle tartışıyorlar.
c- Kûfeli lügat âlimlerinden bazılarına göre ise burada Resulullah'ın, ganimetleri taksimde bildiğini yapması hususu Kureyş kervanına el koymak için evinden çıkmada bildiğini yapma hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki Kureyş müşriklerinin ticaret kervanına el koymak için çıkıp gitmek istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de, arkadaşlarının hoşuna gitmese de kararını yerine getir."
d- Kûfeli lügat âlimlerinden diğer bir kısmına göre ise burada, bir kısım insanların, ganimet mallan hususundaki tartışmaları meselesi, Bedirde savaşmak için tartışma meselesine benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki arkadaşların Bedirde savaşma hususunda "Bizi kervan için çıkardın savaş için çıkarmadı ki hazırlıklı gelelim." diyerek seninle tartışıyorlardı ise şimdi de ganimet hususunda tartışıyorlar.
e- Bir kısım Basralı lügat âlimlerine göre ise burada sıfatlan zikredilen bazı müminlerin gerçek mümin olmaları hususu Resulullah'ın, müminler istemediği halde evden çıkarılmasının bir gerçek olduğu hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki müminler istemediği halde rabbiriin seni evinden çıkarması hak idiyse Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperen, âyetleri okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazla-nnı kılan ve verdiğimiz nziklardan infak edenlerin mümin olmaları da hak'tır.
f- Bir kısım âlimlere göre de bu âyette yemin vardır. Manası: "Müminlerden bir grup istemediği halde seni evinden çıkaran rabbine yemin olsun ki onlar seninle savaş hususunda tartışırlar." demektir.
Taberi bu görüşlerden ikinci görüşün tercihe şayan okluğunu, ayet-i kerimede müminlerin, Resulullah'ın, evinden çıkmasını hoş görmedikleri gibi düşmanla savaşmayı da hoş görmedikleri hususunun belirtilmek istendiğini söylemiştir.
Bu âyet-i kerime, Bedir savaşına işaret etmektedir. Bedir savaşı, özet olarak şöyle cereyan itmişti: Ebu Süfyan idaresindeki bir Kureyş ticaret kafilesi Şamdan dönmekteydi. Resulullah (s.a.v.) kafilenin gelişini haber aldı ve durumu ashabına bildirdi. Onlar da "Çok mal, az adam" diyerek bu kafileyi ele geçirmek istediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) üçyüz on küsur kişiden oluşan bir mücahit birliği ile yola çıktı. Onun yola çakışını Mekkeli müşrikler haber almıştı. Ebu Cehil Mekke'de Kâb'nin damına çıkarak: "Ey Mekkeliler yetişin, kervanınız ve mallarınız elden gidiyor. Eğer Muhammed bu kervana el koyarsa artık bundan sonra size kurtuluş yoktur." diye feryad etmiş ve bu suretle bütün Mekkelileri toplayıp, bin küsur kişiden oluşan bir müşrik ordusuyla Medine'ye doğru yola çıkmış Bedir istikametine geliyordu. Medine'den hareket eden Resulullah da, ashabıyla birlikte Zafran vadisine varmıştı. Bu sırada Cebrail (a.s.) Resulullah'a gelerek "İki taifeden biri yani ya Kervan veya Kureyş ordusu sizindir." vahyini bildirdi.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) bu ikisinden hangisini tercih edecekleri hususunda ashabıyla istişare etti. Sahabilerden bazılan: "Bize savaştan bah-setseyydiniz ona göre hazırlanırdık. Biz, sadece kervan için yola çıktık." dediler. Resulullah (s.a.v.): "Kervan deniz kenarından geçip gitmiştir. Ebu Cehili kastederek şu adam ise bize yönelmiştir." dedi. Ebubekİr ve Ömer (r.a.) ayağa kalkıp güzel şeyler söylediler. Sonra Hazreç kabilesinin reisi Sa'd b. Ubade "Ey Allah'ın Resulü, sen yapacağına bak, sana emredileni yerine getir." dedi. Ondan sonra Mikdat b. Amr "Allah'ın emrini yerine getir. Biz, senin arzun neyse onu yapmakta seninle beraberiz. Çünkü biz sana, İsrailoğullannm, Musa aleyhisse-lama, "Sen ve rabbin gidin birlikte savaşın, biz burada oturacağız." dedikleri gibi demeyiz. Biz, "Sen, rabbinle beraber git, onunla beraber savaş, biz de seninle beraber savaşacağız." deriz." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) tebessümle Ensan kastederek şöyle dedi: "Ey insanlar görüşünüzü belinin. "Çünkü Resulullah, Ensar ile, Medine'nin içinde bulunduğu sürece kendisini savunacaklarına dair ahitleşmişti. Bu sözleri duyunca Sa'd b. Muaz: "Ey Allah'ın Resulü galibe bizi kastediyorsun?" dedi. Resulullah da "Evet" cevabını verdi. Sa'd dedi ki: "Biz sana iman etmişiz. Getirdiğin İslâm'ın hak olduğuna şahit. Seni dinleyip sana itaat edeceğimize dair biat etmişiz. İstediğin yöne git. Ey Allah'ın Resulü sen bize denizi göstersen ve kendin içine dalsan bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere hepimiz birlikte oraya dalarız..."
Bu konuşmlardan sonra Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler karşı karşıya geldiler. O zamanın harp usullerine göre savaş önce mübareze şeklinde başladı. Bir taraftan bir kişi çıkıyor meydan okuyor ona diğer taraftan bir rakip çıkıyor teke tek vuruşuyorlar, onlardan birisi yeniliyor daha sonra başka bir kişi çıkıyor ve bir müddet böyle devam ediyordu. Burada da savş mübareze usulü ile başladı. Müslümanlar karşılarına çıkan düşmanlan tepelediler. Bundan sonra her iki taraf ta umumi bir saldın ile birbirlerine girdiler. Ramazan ayının onyedinci cuma günüydü. Toz duman ortalığı kaplamış, kılıç şakırtıları cenk nâralan ufukla-n inletiyordu... Hz. Peygamber savaşın en şiddetli anında mücahitlerin arasında dolaşıyor onların morallerini takviye ediyor onlara destek oluyordu. İman güçleriyle savaşan Müslümanlar, kendilerinde kat kat üstün olan müşrikleri sonunda bozguna uğratarak Allahm yardımıyla galip geldiler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet 6
Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı.

Bir kısım müminler: "Sen bize düşmanla karşılaşacağımızı bildirmedin ki onlarla savaşmak için hazırlık yapalım. Biz, yalnız ticaret kervanını yakalamak için çıkmıştık" diyerek seninle bir gerçek olan savaş hakkında tartışırlar. Halbuki bunu Allah'ın emriyle yaptığı onlar için ortaya çıkmıştır. Onlar, düşmanla karşılaşmayı sevmediklerinden, sanki ölüme sürükleniyormuş gibi oluyorlar.
Âyet-i kerime'de bir kısım insanların Resulullah ile tartıştıkları zikredilmektedir.
Abdullah b. Abbas ve İbn-i îshaka göre bunlar, Resulullah'ın mümin olan sahabileridir. Bunlar demişlerdir ki: "Biz kervan için çıkmıştık. Sen bize, düşmanla karşılaşacağımızı haber vermiştin ki onlarla savaşacak şekilde hazırlanalım."
İbn-i Zeyde göre ise burada, Resulullah ile tartıştıkları beyan edilen kimseler, müşriklerdir. Onlar, savaşmaktan korkarak ölüme sürükleniyonmuş gibi hareket ediyorlar ve savaşmamak için Resulullah ile tartışıyorlardı.
Taberi diyor ki, Bundan sonra gelen ayette "Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağın vaadediyordu da siz kuvvetli olmayanın, sizin olmasını istiyordunuz." Duyurularak müminlerin, Kureyş ordusuyla karşılaşmayı değil kervanı istedikleri beyan edildiği için bu âyette zikredilen tartışanların da müminler oldukları muhakkaktır."
Ayet-i kerime'de geçen "Gerçek"ten maksat, savaş'tır. Âyet-i kerime'de gerçeğin açıkça ortaya çıktığı beyan edilmektedir. Süddi'ye göre bundan maksat, Resulullah'ın, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının belli olmasıdır. Abdullah b. Abbas'a göre ise savaşmanın, Allah tarafından emrediidiğinin ortaya çıkmasıdır. Birinci izaha göre âyetin manası "Ey Muhammed, senin, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının ortaya çıkmasına rağmen yine de gerçek hususunda seninle savaşıyorlar." şeklindedir. İkinci izaha göre ise "Ey Muhammed, savaşın emredilmesinin ortaya çıkmasından sonra yine de gerçek hususunda seninle tartışıyorlar." şeklindedir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet 7
Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.

Zikredilen iki zümre, Ebu Süfyan başkanlığındaki Kureyş'in Şam'dan dönen, takriben kırk kişilik kervanıyla, Resulullah'ın bu kervana ei koyacağım duyarak Mekke'den hareket edip Bedire kadarg elen, yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Müslümanlar, kuvvetli olmayan zümrenin, yani kervanın kendilerinin olmasını istiyorlardı. Allah Teâlâ ise, müşrik ordusunun mağlup edilerek müslümanlann yücelmesini, kâfirlerin ise kökünün kesilmesini sitiyordu. Neticede ilâhî irade tecelli etti. Müslümanlar kervanı yakalayamadı!ar fakat müşriklerle çarpışarak onları mağlup ettiler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet 8
(Bunlar,) günahkârlar istemese de hakkı gerçekleştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi.

Allah, kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu ki, suçlular istemese de hakla ortaya çıkarsın. Allah'a kulluk edilsin, İslâm yücelsin. Bâtılı ise ortadan kaldırsın. Artık putlara tapılır olmasın.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet15
Ey iman edenler,savaş için elerlerken toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın.

Ey iman edenler, savaş sırasında size doğru yaklaşan kafirlerle karşılaştığınız zaman, sakın onların önünden kaçmayın. Yerlerinizde sabit olun. Onların Önünde mağlup olup geri dönmeyin.
İsiâmda,savaş sırasında dumanla karşılaşmak zarureti doğunca ve karşılaşma hali meydana gelince artık ya zafer ya da şehitlik söz konusudur. Üçüncü bir yol yoktur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet 16
Kim onlara böyle bir günde -yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka bölüğe katılmak için yer tutanın dışında- arkasını çevirirse, gerçekten o Allah'tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o.


Sizden kim, savaş taktiği icabı veya başka birliğe katılmak için çekilme hariç, çatışma anında düşmandan geri dönüp kaçarsa şüphesiz ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olur. Kıyamet gününde onun varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.
Müfessirler, bu âyet-i kerimede zikredilen, savaştan kaçanın cezasının, sadece Bedirde savaşanlar için mi yoksa bütün savaşlarda savaşanlar için mi geçerli olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Ebu Nadra, Ebu Said el-Hudri, Nafı, Dehhak, Hasan-ı Basri, Katade, Yezid b. Habib, Ata b. Ebi Rebah ve Mücahid'e göre bu âyette savsatan kaçan için zikredilen ceza, Bedir savaşından kaçacak olan kimselere mahsustur, Bu itibarla bundan sonra yapılan savaşlarda kaçanların, bu âyette zikredilen cezalarla cezalandın İmal an söz konusu değildir. Zira bu ayetin hükmü mensuhtur.Bu hususta Ebu Said el-Hudri demiştir ki: "Bu hüküm Bedir savaşı içindi. O sırada müslumanların, Resulullah'tan başka katılacakları başka bir askeri birlikleri yoktu. Bedirden sonra ise artık müslümanlar birbirlerine destek olan birlikler meydana getirdiler.
Yezid b. Habib de demiştir ki: "Allah Teâlâ, Bedir savaşından kaçana cehennem azabını gerekli kılarak buyurmuştur ki: "İçinizden kim düşmana arkasını dönüp kaçarsa Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir."
Daha sonra Uhut savaşı meydana geldiğinde o savaştan kaçanlar hakkında ise "İki topluluk karşılaştığı gün, içinizden savaştan yüzçevirenlerin işledikleri bazı günahlardan dolayı şeytan, onlann ayaklannı kaydırmak istemişti. Allah onlan affetti. [20] buyurmuş ve onlan affettiğini belirtmiştir. Yedi sene sonra
Huneyn savaşından kaçanlar hakkında: "O gün sayınızın çokluğu, sizi gururlan-dırmıştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye başlamıştı. Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız..." Ondan sonra Allah dilediği kullanmn tevebesini kabul eder buyurmuş ve dilediğini affedeceğini belirtmiştir.
Ata b. Ebi Rebah da demiştir ki; "Düşmanın önünden kaçanın, cehennem azabıyla cezalandınlacağtnı beyen eden bu âyet~i kerime, yine bu surenin altmış altıncı âyeti olan şu âyetle neshedilmiştir. Artık bundan sonra müslümanlann kendi sayılarının iki katı olan düşmanın Önünden kaçmalan yasaklanmıştır. Daha fazla olan düşmandan kaçmalanna ise izin vardır. Bu hususta Allah Teâlâ: "Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi çıksa iki yüz k işiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa Alalh'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. buyurmuştur.

b- Abdullah b. Abbas'a göre ise bu âyetin hükmü, savaştan kaçan herkes için geçerlidir. Çünkü savaştan kaçmak, Allah'a ortak koşma gibi en büyü günahlardandır.
Bu hususta Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Helak eden yedi şeyden kaçının" "Ey Allah'ın Resulü onlar nedir?" diye sorulunca "Allah'a ortak koşmak, büyü yapmak, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir kişiyi haksız yere öldürmek, faiz yemek yetim malı yemek, savaş sırasında düşmandan kaçmak ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmaktır." cevabını vermiştir
Taberi ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu, âyetin, Bedirde savaşanlar hakkında nazil olmasına rağmen hükmünün, bütün müminler için geçerli olduğunu, bu itibarla, herhangi bir müminin bir taktik kullanma veya başka bir birliğe katılma dışında, savaştan kaçmasının haram olduğunu, buna rağmen savaştan kaçarsa, Allah'ın affetmesi dışında cehennem azabım hak etmiş olacağını söylemiş ve âyetin neshedildiğini gösteren kesin bir delil olmadığından, muhkem olduğunu belirtmiştir.
 

TRHACKER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2009
Mesajlar
2,454
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
allah razı olsun kardeşim birde birşey rica edebilirmiyim
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
TRHACKER,
Allah CC sizden de razı olsun
tabiki elimizden gelen ne ise
 

TRHACKER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2009
Mesajlar
2,454
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
kardeşim tanışma köşesinde yardımınıza ihiyacım var diye bir başlık var ayet ve hadis istiyor ben bildiklerimi ve bulduklarımı yazıyorum fakat sende bir bakabilirmisin?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
TRHACKER,
Haber verdiğiniz için teşekkür ederim, Memnuniyetle elimden gelen ne ise yaparım inşaallah
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enfal suresi ayet 39
Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa şüphesiz Allah yaptıklarını görendir.

Cihadın amacı bu açık ayette belirlenmiş, bunun Allah için, O'nun mesajına, dinine ve hayat sistemine özgü hedeflerin gerçekleşmesi uğruna yapıldığı böylece açığa kavuşmuş... Bu cihaddan elegeçen ganimetlerin mülkiyetine ilişkin olarak daha kesin söz söylenmiş, bunlar Allah ve peygamberine bırakılmış ve mü'minler niyetleri ve davranışlarıyla tamamen Allah adına hareket etmeleri için bunlardan soyutlanmış olmakla beraber... Evet bunlarla beraber Kur'an'ın ilahi hareket metodu, yaşanan realiteyi ona göre düzenlenmiş hükümlerle karşılıyordu. Ortada ganimetler vardı. Öte yandan bu ganimetleri elde eden savaşçılar... Bu savaşçılar Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad ediyorlar. Onlar cihad çağrısına koşup özel bir harcamayla savaş gereçlerini tedarik ediyorlar. Aynı şekilde, harcayacak herhangi bir şey bulamayan mücahidlerin savaş gereçlerini de onlar temin ediyorlar. Bunları, cihadda gösterdikleri sabır, direnç ve verdikleri güzel sınavla elde ediyorlar. Aslında yüce Allah ganimetlerin mülkiyetini daha baştan kendisine ve peygamberine özgü kılmakla, onların gönüllerini ve ruhlarını bu ganimetlere ilişkin olarak herhangi bir şekilde üzülmekten kurtarmıştı. Böylece bu ganimetlerden paylarına düşen miktarı aldıklarında artık üzülmüyorlar. Çünkü onlar bunları kendilerine bahşedenin Allah ve peygamberi olduğunun bilincindedirler. Aynı zamanda ganimetlerden bahşedilen bu miktar, pratik ihtiyaçlarına ve insani duygularına cevap veriyordu. Surenin başında yeralan bu kesin açıklamadan sonra, artık ganimetlere üşüşmez, bunlar hakkında birbirleriyle çekişmezlerdi

Kuşkusuz bu, insanın tabiatını bilen yüce Allah'ın belirlediği metoddur. Yüce Allah onlara bu dengeli ve eksiksiz metodla muamele ediyordu. Bu metod, pratik ihtiyaçlara cevap verdiği gibi, insanın duygularına da cevap veriyor, bu ganimetler için vicdan ve toplumun bozulmasına da engel oluyordu.
 

furkanozkaya

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 May 2009
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Bakara suresi ayet 190
Sizinle savaşanlara karşı ALLAH yolunda savaşın (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette ALLAH aşırı gidenleri sevmez.

Yani, "Sizi ALLAH yolundan alıkoyan, hayatı ALLAH'ın hidayeti üzere düzenlemeye çalıştığınız için size düşman olan ve görevinizi yapmamanız için ellerinden geleni yapanlarla savaşın."
Bundan önce, müslümanlar zayıf ve dağınık iken, onlara, İslâm'ı tebliğ etmeleri ve bütün zulümlere sabırla dayanmaları emredilmişti. Fakat müslümanlar Medine'de küçük bir devlet kurduklarında, ilk kez, İslâm'a karşı çıkanlarla savaşmalarına izin veriliyor. Bedir ve onu izleyen bir dizi savaş bu emirden sonra vukû bulmuştur.
Müslümanlar, savaşmalarının sebebinin şahsî çıkar, maddî kazanç veya intikam olmaması gerektiği konusunda uyarılıyorlar. Bu nedenle müslümanlar, kendilerine saldırmayan ve işlerini engellemeyenlerle savaşmamalıdırlar. Bundan ALLAH Hz. Peygamber'e (s.a) savaşın insanî boyutlarda sürdürülmesi için gerekli birçok talimatlar da vermiştir. Savaşta barbarca metodlar kullanmaktan sakınılmasını istemiş, kadın, çocuk, yaşlıların ve yaralıların öldürülmesini yasaklamıştır. Bunların yanısıra cesetlerin hırpalanmasını, tarlaların, ağaçların ve hayvanların tahrip edilmesini ve buna benzer her tür barbarlık ve vahşiliği yasaklamıştır. Müslümanların, sadece kaçınılmaz durumda ve gerekli olduğu kadar kaba kuvvet kullanmalarına izin verilmiştir. saygılar
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt