Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda cihad kavramı (4 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Mumtehine suresi ayet 11
Ve eğer eşlerinizden (kafirlere kaçmalarından dolayı) herhangi bir şey kafirlere geçer böylece siz de (savaşta onları yenip) ganimete kavuşursanız eşleri (kaçıp) gidenlere (mehir olarak) harcama yaptıklarının bir mislini verin. Kendisine iman ettiğiniz Allah'tan sakının.

Kadınlarınızdan bazılarının kaçması sebebiyle kâfirlere bir hakkınız geçecek olur da siz de onlardan bir şey elde ederseniz, karıları kaçan müslümaniara, harcadıkları kadar verin. İman ettiğiniz Allahtan korkun.

Ey iman edenler, şayet sizin kadınlarınızdan bazıları kâfirlere kaçar onlar üa sizin, kadınlarınız için verdiğiniz mehirleri geri vermezlerse siz de gerek savaşarak gerekse onların kadınlarının size kaçması sebebiyle kâfirlerden bir şey elde edecek olursanız bu maldan, karıları kaçan müslümanlann, kanlarına verdikleri mehirleri geri verin. Bu emri yerine getirme hususunda, kendisine iman ettiğiniz Allahtan korkun.

Âyet-i kerimede, müminlerin karılarının kaçtığı kâfilerden söz edilmektedir. Mücahid ve Katade'ye göre bu kâfirler, ResuluİIah ile Hudeybiye sulhün-Ue bulunmayan kâfirlerdir. Zühri'ye göre ise bunlar, ResuluİIah ile musalaha yapan Ktıreyş müşrikleridir. Müslümanlar, müşriklerden kendilerine kaçan mümin kadınların mehirlerini eski kocalarına iade ederken müşrikler aynı şeyi yapmamışlardır. Bu sebeple âyette, müminlerin kâfirlerden bir şey ekle etmeleri halinde, kaçan karılarının mehirlerini alamayan müminlere o şeylerden verilmesi emredilmiştir.

Müminlerin, kâfirlerden ekle edecekleri mal, Zühri'ye göre, müslüman olup da müminlere kaçan ve evlenen kadınlardan dolayı eski kocalarına verilmesi gereken şeylerdir. Zira müminler bu mehiri, kaçan--kadının eski müşrik kocasına vreme yerine, kansı müşriklere kaçan ve bu kadının mehirinio müşriklerden alamayan mümin kocaya verilir.

Abdullah b. Abbas, Mücahid, Mesruk ve İbrahim en-Nehai'ye göre, Zühri ve Katade'den de nakledilen ikinci bir görüşe göre müminlerin kâfirlerden elde ettikleri mallardan maksat, ganimet mallan ve Resulullaha mahsus olan "Fey" mallandır. Buna göre müslüman bir erkeğin kocasına ödemeyecek olurlarsa, müslümanlar, kâfirlerden aldıkları ganimet ve Fey mallarından, bu kadının me-hirini müslüman kocasına öderler.

İbn-i Zeyd'e göre ise burada zikredilen ve ınüslümanlann kâfirlerden elde ettikleri mallardan maksat, kâfirlerden kaçıp gelen müslüman kadınlardır. Buna göre herhangi bir müslümanin hanımı kâfirlere kaçar, kafirlerden de bir kadın müslüman olup gelecek olursa bu kadına, karısı kaçan müslümanla evlenmesi teklif edilir. Kabul ettiği takdirde başka birşey almasına gerek kalmza. Kabul etmezse gerek bu kadının evleneceği kocasından alacağı mehirderi, gerekse ganimet mallarından, kansı kaçan müslüman kocaya mehiri geri verilir.

Taberi, kansı kaçtığı için mağdur olan müslüman erkeğe, kâfirlerden elde edilen ganimetten veya onlardan kaçan kadınla evlenen kişiden alınan mehirden, kaçan karısına harcadığı kadar verilmesi gerektiğini söylemenin daha doğru olduğunu belirtmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Saf suresi ayet 4
Şüphesiz Allah kendi yolunda sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.

Hayır hayır, Allah böylelerini asla sevmez. Böyle sırf konuşan, sırf işin edebiyatını yapan, ama amelini gerçekleştirmeyenleri sev-mez. Konuşma yerine, iddia yerine iş yapmayı, amel işlemeyi sever. Mü’minlerin saf saf uğrunda savaşmalarını, Allah için savaşı göze almalarını, savaş toplumu olmalarını, top yekûn savaş konumu almalarını ister. Kendi uğrunda, kendi yolunda iman, düşünce ve ideal bütünlüğü içinde birbirlerine kenetlenmiş bir yapı gibi saf saf savaşmalarını sever. Öyle düzensiz, dağınık, paramparça değil, düzenli, disiplinli saflar halinde savaşanları sever.

Söz, iddia planında Allah için bir savaştan söz edip de düşmanla karşı karşıya geliverince dağılan, parçalananları değil, birbirlerine kurşunla perçinlenmiş, kaynamış, kaynaşmış duvarlar gibi sağlam ve sarsılmaz bir şekilde savaşanları sever. Yani iman, tevekkül ve hedef bakımından mükemmel bir birlik oluşturan Müslümanları sever. Kâfirlerin hayatı sevdiklerinden çok, Allah adına ölümü sevenleri sever. Şehir toplumu, yerleşik toplumu değil, savaş toplumu olarak yapılananları sever.

Savaş insanının hayatıyla yerleşik insanın, şehir insanının hayatı, yapılanması farklıdır. Savaş hayatı, göçebe hayat hareketli, akıcı, durağan ve kokuşkan olmayan hayattır. Şehir hayatı, yerleşik hayat, toprağa yapışkan hayat, yani A’raf’ın beyanıyla “Ehlade ilel arz” olan hayat, durağan ve kokuşmaya müsait olan bir hayattır. Savaş insanının evi, yapılanması, savaş insanının eşyası, şehir insanının yapılanmasından, evinden ve eşyasından çok farklıdır. Savaş insanı yarın öleceğine inanan, ölümü hep yakınında hisseden insandır ve asla şu evlerle, eşyalarla uğraşmaz, uğraşamaz; çünkü vakti yoktur buna. Onun ne böyle bir evde oturacak, ne de böyle eşyaları kullanacak vakti yoktur. Onun tüm eşyası bir atın sırtının alabileceği kadardır. Çünkü yarın ya düşman gelecek bu ev ve eşyalar ona kalacak, ya da kendisi savaş için, fetih için bir yerlere gidecek, onlarla ilgilenemeyecektir.

Ama Kur’an’ın beyanıyla şehir hayatının, yerleşik hayatın insanı, yani Yahudi’nin hayat tarzı, arza çakılı insanın hayatı bundan çok farklıdır. O hayat durağan, yerleşik ve kokuşmaya müsait bir hayattır. Orada kişiler ebedî kalacaklarmış gibi plan, program yapar, ev-bark kurarlar.

Allah böyle durağan, kokuşmaya mahkum, dedi koducu, laf ebeliği yapan bir hayatın insanlarını değil, akıcı, canlı, hareket sahibi, yolunda, uğrunda saf saf savaşan insanları sever. Toprağa, dünyaya yapışıp hiç ölmeyecekmiş gibi bir plan ve programın içine gömülenleri değil, yarın ölüverecekmiş gibi bir hayat yaşayanları sever. Çünkü ölüm bizim için her zaman mukadderdir. Ona hazır olanlar da, ondan kaçanlar da ölmektedir.

Öyle değil mi? İnsanlar savaş yapmadan da ölmüyorlar mı? Kurtulabilen var mı ölümden? Dünya üzerinde savaşan toplumlarda ölüm var da, savaşmayan toplumlarda yok mu? Şu anda dünya üzerinde yüzyıllarca ömür sürdükleri halde “biz savaşmayacağız, “yurtta sulh cihanda sulh içinde bir hayat yaşayacağız” diyerek özgürlük ve şereflerini birilerine teslim edip zelilce bir hayata razı olan toplumlara ölüm gelmedi mi? Şereflice özgürlük savaşı verenler öldü de, savaştan korkarak zillet içinde bir hayata razı olanlar ölmedi mi? Ölümü değil de yaşamayı seçenler, ölümden kurtuldular mı? Cenneti seçenler öldü de, dünyacı kesilenler kurtuldu mi? Allah için, cennet, ebedî hayat için gözünü kırpmadan savaşa atılanlar öldüler de, Âd ve Semûd gibi âhireti unutup da dünyayı kıbleleştirenler, Firavunlar gibi dünyaya kazık çakma sevdasına kapılanlar ölmedi mi? Yeryüzünün en büyük saltanatına sahip Süleyman ve Dâvût’lar (a.s) öldüler de, Nemrutlar, Karunlar yaşamaya devam mı ettiler? Kim kurtulmuş ölümden?

Madem ki Allah yolunda saf saf savaşanları seviyor, öyleyse bizler asla savaşı terk ederek kâfirlerin egemenliği altında, zillet içinde bir hayata razı olamayız. Kâfirlerin, zalimlerin, müşriklerin egemenliği altında bir barışa Müslümanın evet demesi mümkün değildir. Kaldı ki biz böyle bir hayata evet desek bile, dünya üzerindeki kâfirler hiçbir zaman savaşsız bir dünyaya evet demeyeceklerdir. Dünyada böyle savaşsız bir hayata evet diyen birkaç felsefî ekol çıkmış olsa da, Hz. Adem’in oğlu Kabil’in Habil’i öldürdüğü o ilk günlerden bu yana dünyada hiçbir zaman savaş bitmemiştir, bitmesi de mümkün değildir. Rabbimizin beyanıyla kâfirlerin yeryüzünde Müslümanlara karşı kıyamete kadar amansız bir savaşı sürdürecekleri kesin olduğu gibi, kâfirlerin kendi aralarındaki savaşları da hiç kesilmeden devam edecektir.

Demek ki Allah sevgisine ulaşmanın yolu, O’nun uğrunda savaştan geçmektedir. Unutmayalım ki Allah sevgisinin, Allah rızasının, Allah cennetinin yanında dünya hayatı, dünya metaı çok azdır. Şu anda dünyanın ne kadarına sahip olsanız, ne kadarına egemen olsanız, tüm dünya mülkleri, tüm dünya saltanatları sizin de olsa, bilesiniz ki âhiretin ve âhiret saltanatının yanında çok azdır. Madem ki dünya metaı çok azdır, madem ki tüm dünya sizin olsa bile bir gün bitecektir, öyleyse bir gün bitecek olan dünya metaı hesabıyla Allah için bir savaştan geri kalarak ebedî bir âhiret hayatını, ebedî bir cenneti fedâ etmek akıl kârı mıdır? Hayatlarını Allah için yaşayanlar, Allah yolunda savaşanlar, Allah adına canlarını ve mallarını fedâya hazır olanlar için âhiret yurdu gerçekten çok hayırlıdır. Böyle yapanlar, yarın yaptıklarının, yaşadıkları hayatın karşılığını mutlaka göreceklerdir. Bir tek nefesleri, bir damla terleri bile zâyi olmayacaktır.

Elbette Allah’ın bu âyetlerinden habersiz bir hayat yaşayan, Kitabı tanımadan bir hayat yaşayan insanların tüm bakışları, tüm anlayışları bozuk olacaktır. Cihada bakışları da, zekata bakışları da, tesettüre, namaza bakışları da bozuk olacaktır. Böylelerinin inandığı Allah, uğrunda ölmeye değmeyen bir Allah’tır. Uğrunda can ve mal fedâ etmeye değmeyen bir Allah’tır. Böylelerinin Allah için fedâkârlığa, Allah için ölüme sağlam bir bakış taşıması mümkün değildir. Allah için şehadet gibi çok yüce değerlerin bunlar için hiçbir anlamı yoktur. Bunlar Mûsâ’nın (a.s) toplumuna benzerler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Saf suresi ayet 10
Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?

"Ey iman edenler! Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?" buyruğu hakkında Mukatil dedi ki: Âyet Osman b. Maz'un hakkında İnmiştir. Şöyle ki; o Rasûlııllah (sav)'a dedi ki: Bana izin versen de Havle'yi boşasam, ralıibliğe yönelip kendimi bulsam, et yemeyi kendime haram kılsam, geceleyin hiçbir zaman uyumasaın, gündüzün hiçbir za*man oruç açmasam. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki nikâh benim sünnetimdendir. İslam'da ruhbanlık yoktur. Ümmetimin ruhbanlığı Allah yolunda cihaddır. Ümmetimin burulması oruç tutmaktır. Allah'ın size helal kıldığı hoş şeyleri haram kılmayınız. Benim sünnetimden olmak üzere ben uyurum, namaz kılarım, oruç açarım, oruç tutarını. Kim benim sünnetimden yüz çevirecek olursa, benden değildir." Bu sefer Osman şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın en sevdiği ticaretin hangisi olduğunu bilmeyi çok isterdim. Böylelikle ben de o ticareti yapardım. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Yüce'Allah'in: "Göstereyim mi" buyruğunun göstereceğim anlamında olduğu söylenmiştir.

"Ticarefden kasıt, cihaddır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur; "Şüphesiz Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını... satın almıştır." (et-Tev-be, 9/111) Bu bütün mü'minlere yönelik bir hitaptır. Kitab ehline yönelik olduğu da söylenmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Saf suresi ayet 11
Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.

Ey iman edenler, ben sizlere, can yakıcı cehennem azabından sizi kurtaracak bir ticareti göstereyim mi? O ticaret, Allaha ve Resulüne iman etmeniz ve Allanın dini uğrunda mallarınızla canlarınızla cihad etmenizdir. Eğer sizler, nç-yin kârlı neyin zararlı olduğunu bilirseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.

Katade bu âyet-i kerimenin izahında diyor ki: "Eğer Allah insanlara can yakıcı bir azaptan nasıl kurtulacaklarını açıklamayacak olsaydı bir takım insanlar onu bilmek için kendilerini telef ederler ve öğrenmeye çalışırlardı. Şimdi ise Allah bunu size bildirdi ve sizi kurtaracak olan o alış verişin, Allah ve Resulüne iman etmek, Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad etmek olduğunu beyan buyurdu. Bunu bize beyan eden Allaha hamdolsun.

Görüldüğü gibi âyet-i kerimede, cehennem azabman kurtuluşun çaresi olarak iman etmek ve Allah yolunda cihad etmek olduğu zikredilmiştir. Bu da cihadın, diğer ameller içerisindeki üstün derecesini göstemıektedir.

Ebu Hu rey re (r.a.) diyor ki:

"Bir adam Resulullaha geldi ve ona: "Bana, cihada denk gelecek bir amel göster." dedi. Resulullah ise: "Ben böyle bir amel bulamam." buyurdu. Sonra adama "Mücahid cihada çıktığından itibaren mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılabilir misin? Ve hiç bozmadan oruç tutabilir misin?" diye sordu. Adam: "Buna kimin gücü yeter?" dedi. Ebu Hureyre diyor ki: "Mücahid'in atı bağlı olduğu ipte şahlandıkça sahibine sevap yazılır."

Ebu Said el-Hudri diyor ki:

"Denildi ki: "Ey Allanın Resulü, insanların en efdali kimdir?" Resulullah: "Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad eden mümindir." buyurdu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Saf suresi ayet 12
İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.

Eğer siz, Allaha ve Resulüne iman eder ve onun yolunda mallaınızla, canlarınızla cihad edecek olursanız o sizin günahlarınızı örtüp sizi bağışlar ve szi, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Adn cenneti erindeki güzelyerlere yerleştirir. İşte âhiretin şiddet ve dehşetlerinden kurtuluş da budur

Saf suresi ayet 13
Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri (bunlarla) müjdele.

“Bundan başka, Rabbinizin size seveceğiniz, beğeneceğiniz başka nimetleri de vardır. Size, Allah katından bir yardım, bir nusret ve yakın bir fetih vardır. Sen mü’minleri bununla müjdele. Sadece âhi-rette cennet ve nimetler değil, aynı zamanda dünyada da düşmanlarınıza karşı Allah size yardım edecek, sizlerin desteğinde olacak ve size zaferler nasip edecektir. Sen mü’minleri bu ticaretlerle, bu kazançlarla müjdele peygamberim!”
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Tahrim suresi ayet 9
Ey Peygamber kafirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı ‘sert ve caydırıcı' davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o.

“Ey peygamber, kâfirlerle ve iki yüzlü münâfıklarla cihad et. Kâfirler ve münâfıklara karşı cehd ve gayrette bulun. Tüm gücünü, tüm imkânlarını kâfir ve münâfıklarla cihada teksif et. Tüm birikimini Allah yolunda seferber et.” Cihad çok genel bir mânâ ihtiva eder. Cihadın bir boyutu dille olur. “Ey peygamberim dilini kâfirler ve münâfıklarla cihadda kullan. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, büyük bir zevk ve gayretle dilini bu dinin onlara tebliğinde kullan. Onların kurtuluşu, hidâyeti, cenneti için sabret. Onlardan gelebilecek işkencelere, alaylara karşı sabırlı davran. Malını bu uğurda harcayıp malınla cihad et. Elini bu iş için ha-reket ettirip onlarla cihad et. Her şeyini, tüm imkânlarını bu yolda seferber et. Onlarla cihad et ve onlara karşı sert ol, sert davran. Ama unutma ki senin onlara karşı bu sertliğin, yine ci-had, yine din, yine onların dirilişi ve kurtuluşu adına olacaktır.”

Dinine gerçekten bağlı, dâvâsına gerçekten inanmış olan bir insan, dini adına hamaset sahibi olacaktır. Hamiyet sahibi olacaktır. Rasulullah Efendimizin örnek sîretine, güzel ahlâkına baktığımız zaman onun kendi nefsi adına hiç kimseden öç almadığını görürüz. Kendi nefsi için bir tek kimseden öç aldığına şahit olamaz kimse. Ama konu din olduğu zaman, dinine hakaret söz konusu olduğu zaman Rasulullah Efendimizin yüzü kıpkırmızı kesilirdi. Öyle bir gazaba gelirdi ki, hiç kimse onu durduramaz olurdu. Din adına harekete geçerdi Allah’ın Rasûlü. Din adına çok kesin ve sert davranırdı. O konuda asla bir gevşeklik göstermezdi. Zaten bu da Rabbimizin emridir. “Ey peygamberim onlara karşı galiz, gılzatlı, yani çok sert bir şekilde davran. Onlar senin bu konuda hamasetini, sertliğini bilsinler. Seni böyle tanısınlar ki adam olsunlar. Sesinle, konuşmanla, duruşunla, tavrınla, kararlılığınla bunu ortaya koy ki, onlar sende dirilsinler,” di-yordu Rabbimiz.

Kâfirler ve münâfıklar dinin tebliğinin önüne set oldukları, insanlık için onulmaz bir yara haline geldikleri zaman artık onlarla savaş kaçınılmaz olacaktır. İnsanlığın önünde bir çıban başı olmaya başladıkları anda, yok edilmeleri için onlarla savaşılacaktır. Artık onların kesilmekten başka seçenekleri yoktur. Peygamber ve beraberindeki mü’minler onlarla savaşmak zorundadırlar. Ta ki yeryüzünde fit-ne kalmasın. Yeryüzünde fitne başı olan, fitnenin askerliğini yapan insanlar susturulsun, fitneleri kırılsın ki nûra muhatap olabilecek insanlara Allah’ın nûru ulaşsın. İnsanlar hür iradeleriyle nûra ulaşabilsinler ve dileyenler nûrla nûrlanma imkânı bulsunlar.
Âyet-i kerîmede Rasulullah Efendimizden nûrun önünde engel olan kâfirler ve münâfıklarla cihad etmesi isteniyor. Ama Rasulullah Efendimizin hayatına baktığımız zaman münâfıklarla bu şekilde bir cihad göremiyoruz. Bu konunun Ahzâb sûresinde ifadesini görüyoruz. Rabbimiz orada münâfıklara çok büyük bir ültimatom vermiştir. Onlar Rabbimizin bu sert uyarısından korktukları için az çok kendilerine bir çekidüzen vermişler ve bundan dolayı onlarla fiili bir savaş ortaya çık-mamıştır. Bakın oradaki âyet şöyleydi:

“İkiyüzlüler, kalplerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haber yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, andolsun ki, seni onlarla mücâdeleye dâvet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.”
(Ahzâb 60)

“Eğer bu adamlar yaptıkları bu pisliklere, Medine’de kargaşa çıkarmaya, Müslümanlar aleyhine asılsız haberler yaymaya bir son vermezlerse, elbette ey peygamberim seni onların üzerine salacak, seni onlar üzerine kışkırtacağız. Onlarla savaştıracağız seni. O zaman o şehirde çok az bir zaman sana mücavir olabilecek, çok kısa bir süre sana komşu olabilecekler.

Yani çok yakında onların işleri bitecek,” buyuruluyordu. Âyetin devamında da, “onlar nerede yakalanırsa lânetlenmiş olarak öldürülecekler. Bu Allah’ın geçmişlerin hayatında uyguladığı bir sünnetidir ve Allah’ın sünnetinde bir bedel, bir değişiklik, bir alternatif bulamazsın,” deniliyordu.

İşte bu kesin uyarı sebebiyle olsa ki, o münâfıklar az biraz durumlarını düzelttiler, mü’minler aleyhine faaliyetlerini biraz azalttılar, kendi kaplarına çekildiler de onun için Peygamber Efendimizin hayatında onlarla böyle bir savaş gerçekleşmedi. Ama ondan sonra bu âyet ümmet için geçerli olduğundan, mü’minler daha sonraları bu gibi insanlarla cihad etmişlerdir. Onların Mevlâları, onların evleri, barınakları, sığınakları cehennem olacaktır. Onlar dönüp dolaşıp cehenneme dolacaklardır.

Ne kötü bir dönüş yeridir o cehennem! Dünyada yaşadıkları çok kötü ve sıkıntılı bir hayattan sonra, kabirde çekecekleri sıkıntıdan sonra, mahşerdeki sıkıntılarından sonra yine çok kötü bir yere gideceklerdir. Öyleyse kâfirler ve münâfıklar bu âyetleri çok iyi düşünmelidirler. Ya da bizler bu âyetleri onlara düşündürmeliyiz. Duyurmalı ve düşündürmeliyiz ki, akıllarını başlarına alsınlar.

Allaha hamd olsun Kuranda cihad ile alakalı ayetleri bitirmiş olduk

Allahım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et; batılı da, batıl olarak göster ve ondan da sakınmayı nasip et. Amin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt