Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kitap okumayı sevenler buraya-2 (2 Kullanıcı)

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Allah için birbirini seven iki kardeş buluştukları zaman, biri diğerini yıkayan iki el gibidirler. Ne zaman iki mü’min bir araya gelirse, Allah Teâlâ birini diğerinden faydalandırır.” (İhyâ, c. II, sf. 394)
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
“Eğer Sana isyân ederlerse, «Ben sizin amelinizden berîyim!» de.” (eş-Şuarâ, 216) buyurmuştur. Câlib-i dikkattir ki; “Sizin yaptığınızdan berîyim.” demesini emretmiştir, “Sizden berîyim.” demesini değil!.. Yâni günâha olan nefreti günahkâra taşırmamak îcâb eder.
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-15 (KARDEŞLİĞİN İHYASI)

Birlik ve Berâberliğin Temel Harcı:

İslâm Kardeşliği

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ilk müslümanları ilâhî rahmet ve ihsanla bir bahar faslı gibi kucaklamış; birbirine kanlı düşmanlar olan Arap kabileleri, müstesnâ bir kardeşlik atmosferi içinde muhabbetle kaynaşmıştır. Bu hakîkate âyet-i kerîmede şöyle işâret buyrulur:

“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeş kimseler olmuştunuz…” (Âl-i İmrân, 103)

Hazret-i Mevlânâ, İslâm kardeşliğini ne güzel îzah eder:

“Peygamber Efendimiz; «Müslümanlar tek bir can gibidir.» buyurmuştur. Tek bir can oldular ama, Allâh’ın Rasûlü sâyesinde oldular. Yoksa her biri, diğerine mutlak düşmandı. Medîne’de «Evs» ve «Hazrec» adında iki kabîle vardı. Bunlar; birbirlerinin kanını içecek kadar can düşmanı idiler.

Hazret-i Mustafâ’nın feyzi ve İslâm’ın nûru ile onların eski kinleri yok oldu gitti. O düşmanlar, önceleri bağdaki üzümler gibi, üzüm salkımındaki taneler gibi birbirlerine bağlı idiler. Birbirlerinin kardeşi idiler, lâkin «Mü’minler kardeştir.» âyeti indikten sonra onun feyiz ve rûhâniyetiyle, âdeta sıkılmış üzüm taneleri gibi tek bir şıra hâline geldiler, hakîkî mânâda birleşip kardeş oldular.”

Câhiliye devrinde zulüm, azgınlık, cehâlet ve korkunç kan dâvâları ile âdeta kan gölüne dönen bedevî çölleri, İslâm’ın nûru ile üstün bir medeniyet bahçesi oluverdi. Bugün bize kudsî bir mîras olarak intikal eden İslâm kardeşliği, o saâdet asrının bir bereketidir. İslâm kardeşliği sâyesindedir ki mü’minler; ırk, kavmiyet, meşrep ve mezhep gibi farklılıklara rağmen asırlarca birlik ve berâberliğin huzuruyla yaşamışlardır. Bu huzuru kaybetmek, ferdî ve ictimâî kayıpların en hazinidir. Birlik ve beraberliği baltalayan nefsânî ihtirasların, benlik dâvâlarının, siyâset ve riyâset kavgalarının, hiddet ve nefretin yegâne çâresi, “İslâm kardeşliği”dir.

Allâh için olan hakîkî kardeşlik, farklı bedenlerin bir kalp ile yaşaması gibidir. Allâh’ın rahmeti ve bereketi, bir ve beraber olanlar üzerine iner. Kuvvet ve muvaffakıyet, birlikten doğar. Meşhur kıssadır:

Hikmet ehli bir zât, ölüm döşeğinde vasiyetini yaparken, oğullarından birkaç değnek istemiş. Sonra da getirilen değnekleri bir demet yapıp oğullarına:

“–Haydi bunu kırın!” demiş. Oğulları kıramayınca demeti çözmüş.

“–Değnekleri birer birer alın, bakalım kırabilecek misiniz?” demiş. Hepsi birer değnek almış ve kırmış. Bunun üzerine o zât oğullarına:

“–Yavrularım! İşte siz benden sonra bu değnekler gibisiniz. Toplu olduğunuz müddetçe kimse sizi yenemez; lâkin ayrılırsanız, çabuk kırılır ve bozguna uğrarsınız.” diyerek hayat boyu bir ve beraber olmalarını istemiş.

Allah için birbirlerine muhabbetle kenetlenip, omuz omuza saf tutarak birlikte gayret ve mücâdele edenler, âyet-i kerîmede şöyle methedilir:

“Muhakkak ki Allah, kendi yolunda sanki kurşunla birbirine perçinlenmiş duvarlar gibi saf bağlayıp omuz omuza savaşanları sever.” (es-Saff, 4)

Hadîs-i şerîfte de mü’minlerin nasıl yek-vücûd ve tek yürek olmaları gerektiği şöyle beyân edilmektedir:

“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binâlar gibidir.” Peygamber Efendimiz, bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetlemiştir. (Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65)

Hak dostu Mevlânâ Hazretleri de:

“Kerem sahipleri bin kişi bile olsa, bir kişiden fazla değillerdir.” buyurur.

Din Kardeşinin Derdiyle Dertlenmek

İşte bu gönül birliği sebebiyledir ki kâmil mü’minler, din kardeşlerinin sevinciyle sevinip ıztırâbıyla muzdarip olurlar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-bunu bir teşbîh ile şöyle îzah buyurmuşlardır:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, merhamet etmekte ve korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

Din kardeşinin derdiyle dertlenip ona bir çâre aramak, Allâh’ın rızâsını kazandıran büyük bir ictimâî ibâdettir. Buna bîgâne kalmak ise, bencilliktir. Bu bakımdan her mü’min, din kardeşinin derdini sînesinde hissetmeye mecburdur.

Hak dostu Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri, bu husustaki hissiyâtını şöyle ifâde buyurmuştur.

“Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; onun ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben duyarım. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.”

İşte gerçek bir İslâm kardeşliğinde sahip olunması gereken gönül ufku…

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, sırf kendini düşünüp din kardeşinin ıztırâbına duyarsız kalmanın İslâm ahlâkıyla bağdaşmadığını bildirmişler ve:

“Komşusu açken tok yatan kimse mü’min değildir.” (Hâkim, II, 15)

“Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, bizden değildir.” (Bkz. Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87) buyurmuşlardır.

Bu itibarla din kardeşinin acısına bîgâne kalmak, çok ağır bir cürümdür. Nitekim bu duygusuzluğu, bir anlık gaflete düşerek yaşamış olan Seriyy-i Sakatî Hazretleri, o hâlinden duyduğu nedâmeti şöyle ifâde eder:

“Birgün Bağdat çarşısı yanmıştı. Birisi koşarak bana geldi ve; «–Bütün Bağdat çarşısı yandı, bir tek sizin dükkânınız kurtuldu. Gözünüz aydın!» dedi. Ben de diğer dükkânı yanan kardeşlerimi düşünmeden kendi nefsim adına; «–Elhamdülillâh!» dedim. Ancak otuz yıldan beri bu gaflet ânım için istiğfâr ederim.” (Hatîb el-Bağdâdî, Târih, IX, 188; Zehebî, Siyer, XII, 185, 186)

Bir anlık da olsa sırf kendini düşünüp felâkete uğrayan din kardeşlerinin ıztırâbından uzak kaldığı için otuz sene o gafletin tevbesi içinde olabilmek… Ne hassas bir kardeşlik ufku…

İslâm tarihinde beşinci râşid hâlife sayılan Ömer bin Abdülaziz’in din kardeşliği hassâsiyetiyle yoğrulmuş gönül dokusunu yansıtan bir hâlini, hanımı Fâtıma şöyle nakleder:

“Birgün Ömer bin Abdülaziz’in yanına girdim. Namazgâhında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona, niçin bu hâlde olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi:

«-Fâtıma! Bu ümmetin en ağır yükü benim omuzlarımda. Ümmet içindeki açlar, fakirler, hasta olup da ilaç bulamayanlar, giyecek elbisesi olmayanlar, boynu bükük yetimler, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, küfür ve gurbet diyârındaki müslüman esirler, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışma tâkatinden kesilmiş muhtaç yaşlılar, âile efrâdı kalabalık olan fakir âile reisleri… Yakın ve uzak diyarlardaki böyle mü’min kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında eziliyorum. Yarın hesap gününde Rabbim bunlar için beni sorguya çekerse, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bunlar için bana itâb ve serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereceğim?!..»” (İbn-i Kesîr, 9/201)

Bu misal, mü’minlere karşı idârî mes’ûliyeti bulunanların sahip olmaları gereken kardeşlik hassâsiyetini göstermektedir. Lâkin fert olarak da her mü’minin din kardeşleriyle aynı duygular ve kalbî beraberlik içerisinde bulunması gerekir. Bu hususta sahâbe-i kirâmın sayısız fazîlet tablolarından bir misal de şöyledir:

Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmiş, orada güzel bir şekilde karşılanmışlardı. Bir müddet sonra Mekkeli müşriklerin müslüman olduğu yönündeki asılsız haberler üzerine geri döndüler. Mekkeli müşrikler, gelen Muhâcirlerin Habeşistan’da hüsn-i kabûl gördüklerini öğrendiklerinde, bundan büyük bir endişe duydular ve yapmakta oldukları işkenceyi daha da artırdılar.

Akrabâsı Velid bin Muğîre’nin himâyesinde rahatça yaşayan Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâbının akıl almaz zulüm ve işkencelere mâruz kaldıklarını, bâzılarının ateşle dağlandığını, kırbaçla dövüldüğünü görünce tefekküre daldı:

“Vallâhi, Velid bin Mugîre gibi bir müşriğin himâyesinde emniyet içinde yaşayarak, arkadaşlarımın ve akrabâlarımın Allah yolunda çektikleri türlü çileleri benim çekmeyişim, büyük bir noksanlıktır! Allâh’ın himâyesi daha şerefli ve daha emniyetlidir!” diye düşünerek hâmîsi Velid’in yanına gitti. Ona:

“-Ey amcamın oğlu! Sen beni himâyene aldın ve taahhüdünü güzelce yerine getirdin! Şimdi senin himâyenden çıkıp Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm-’ın yanına gitmek istiyorum. O ve ashâbı, benim için en güzel örnektir. Beni Kureyşlilerin yanına götürüp üzerimdeki himâyeni kaldırdığını bildir!” dedi.1

Osman bin Maz’un -radıyallâhu anh-, mü’minlerle hemdert olmayı tercih etmiş, onlar eziyet görürken rahat yaşamayı içine sindirememiştir. Elinden bir şey gelmediği için de, müslümanların derdine ancak böyle iştirâk edebilmiştir. Bugünkü İslâm coğrafyasının mazlum ve mağdur manzaraları karşısındaki vaziyetimizi, bu kardeşlik hissiyâtıyla derin derin tefekkür etmek durumundayız.

Îtikâftan Çıkan Sahâbî...

Mü’min, her zaman ve mekânda Hakk’ın rızâsına vesîle arar. Din kardeşlerinin dertleriyle ilgilenmek ise, Allâh’ın rızâsının aranacağı en güzel yollardan biridir. Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder.” buyurmuşlardır. (Müslim, Zikir, 37-38)

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir...” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)


 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
“Muhakkak ki Allah, kendi yolunda sanki kurşunla birbirine perçinlenmiş duvarlar gibi saf bağlayıp omuz omuza savaşanları sever.” (es-Saff, 4)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binâlar gibidir.” Peygamber Efendimiz, bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetlemiştir. (Buhârî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65)
 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir...” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, merhamet etmekte ve korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun bir uzvu hasta olduğunda, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-16 (KARDEŞLİĞİN İHYASI)


Bu yüzden her mü’min, din kardeşinin ıztırâbını gönlünde duymalı ve bu yolda elinden geleni yapmalıdır. Allah Teâlâ’yı en fazla râzı eden davranış, bir kulunun, kendinden çok başkalarını düşünmesi, onların rahatını kendi rahat ve huzuruna tercih etmesidir. Nebevî terbiye ile yetiştiği için “nefsî, nefsî” hodgâmlığından kurtulup “ümmetî, ümmetî” diğergâmlığına ermiş bir sahâbînin İslâm kardeşliğindeki gönül ufkunu sergileyen şu hâdise, ne kadar hikmetlidir:

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- birgün Peygamberimiz’in mescidinde îtikâfta iken bir kimse yanına gelerek selâm verdi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-:

“–Kardeşim, seni yorgun ve kederli görüyorum.” dedi. Adam:

“–Evet, ey Rasûlullâh’ın amca oğlu, kederliyim! Falan şahsın benim üzerimde velâ hakkı var (mal mukâbilinde beni âzâd etmişti), fakat şu kabrin sâhibi (Allah Rasûlü) hakkı için söylüyorum ki, onun hakkını ödeyemiyorum.” deyince İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-; “–Senin için o şahısla konuşayım mı?” diye sordu. Adam; “–Olur.” deyince de hemen ayakkabılarını alıp mescitten çıktı. Adam:

“–Îtikâfta olduğunu unuttun mu, niçin mescitten çıktın?” diye ardından seslendi. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-:

“–Hayır! Ben, şu kabirde yatan ve henüz aramızdan yeni ayrılmış olan muhterem zâttan duydum ki, (bunları söylerken gözlerinden yaşlar akıyordu):

«Her kim, din kardeşinin bir işini tâkip eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.»” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)

Din kardeşinin noksanlığını telâfîye çalışmanın Hak katında ne kadar kıymetli bir hizmet olduğunu, şu nebevî müjde de açıkça ifâde etmektedir:

“Allah Teâlâ insanların ihtiyaçlarını temin etmek üzere birtakım insanlar yaratmıştır ki, insanlar ihtiyaçları için onlara koşarlar. İşte onlar, Allâh’ın azâbından emin olan kimselerdir.” (Heysemî, VIII, 192)

İlâhî Rahmet - Ramazân-ı Şerîf

İslâm kardeşliğini yaşayıp yaşatmak husûsunda, teşrîfiyle şereflendiğimiz Ramazan günleri de müstesnâ bir nîmettir. İlâhî rahmetin tuğyân ettiği bu mübârek ayda kardeşlik vazîfelerini yerine getirmeye daha büyük bir hassâsiyet göstermek îcâb eder. Nitekim insanların en cömerdi olan Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Ramazân-ı Şerîf’te hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert olur, bütün ibâdet ve ihsanlarını artırırdı. Kendisine; “–Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür?” diye sorulsa; “–Ramazân-ı Şerîf’te verilen sadaka..” buyururlardı. (Tirmizî)

Zîrâ Ramazan, bütün hayır-hasenâtın kat kat sevapla mükâfatlandırıldığı ilâhî bir lutuf mevsimidir. İçinde bin aydan hayırlı bir Kadir gecesi bulunan Ramazân-ı Şerîf’i lâyıkıyla ihyâ edenler, sayısız nîmetlere nâil olurlar. Ona duyarsız kalanlar ise, dehşetli bir mahrûmiyete dûçâr olurlar. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“...Cebrâîl -aleyhisselâm- bana göründü ve; «Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim…” (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)

Nasıl ki taşa veya denize yağan nisan yağmurunun hiçbir faydası olmazsa Ramazan-ı Şerîf’in hakîkatine erebilmek için de o aya mahsus olan gufrân yağmurlarından güzelce istifâde etmek zarûrîdir. Ramazan-ı Şerîf’i bütün bir yıl boyunca kaybettiklerimizi telâfî ve yanlışlarımızın keffâretini ödeme fırsatı bilip büyük bir takvâ neş’esiyle onun rahmet ve mağfiret faslından istifâdeye çalışmalıyız.

Nitekim ecdâdımız bu hususta da bizlere müstesnâ hâtıralar bırakmışlardır. Mahallelerindeki garip, kimsesiz, yetim, dul, fakir-fukarâya bilhassa bu ayda evlerini ve gönüllerini açmışlar, oruçlulara iftar ettirmişler ve müstesnâ bir nezâketle “diş kirâsı”2 adı altında ayrıca bir hediye de takdîm ederek, ikram üstüne ikramda bulunmuşlardır. Câmi şadırvanlarından terâvih çıkışında en kaliteli baldan yapılmış şerbetler akıtarak cemaate ikrâm etmişlerdir. Zekât, fitre ve sadakalarla, dertlilerin dert ortağı, mahzun gönüllerin tesellî kaynağı olmuş, bayramları da dargınları barıştırmaya fırsat bilmişlerdir. Böylece toplumun bütün kesimlerini kardeşlik ve muhabbet duygularıyla birbirine kenetlemişlerdir.

Ne mutlu bu İslâmî güzelliklerle Ramazân-ı Şerîf’i ihyâ edip ilâhî af fermânını almış olarak hakîkî bayrama erişebilenlere!.. Ne mutlu her gecesini Kadir, her gördüğünü Hızır bilip bu ebedî kazanç fırsatlarını değerlendirebilenlere!..

Cenâb-ı Hak cümlemizi îman hassâsiyetiyle din kardeşliğini yaşayıp yaşatan sâlih kullarından eylesin. Bütün bir ömrümüzü ve bilhassa içinde bulunduğumuz mübârek günleri rızâsına muvâfık amellerle ihyâ ederek ebedî bayramlara erişmemizi lutf u keremiyle ihsân eylesin!

Âmîn!..

 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Cenâb-ı Hak cümlemizi îman hassâsiyetiyle din kardeşliğini yaşayıp yaşatan sâlih kullarından eylesin. Bütün bir ömrümüzü ve bilhassa içinde bulunduğumuz mübârek günleri rızâsına muvâfık amellerle ihyâ ederek ebedî bayramlara erişmemizi lutf u keremiyle ihsân eylesin!

Âmîn!..


 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
«Her kim, din kardeşinin bir işini tâkip eder ve o işi görürse, bu kendisi için on yıl îtikâfta kalmaktan daha hayırlıdır. Hâlbuki bir kimse Allah rızâsı için bir gün îtikâfa girse, Cenâb-ı Hak o kimse ile cehennem arasında üç hendek yaratır ki, her hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.»” (Beyhakî, Şuab, III, 424-425)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
“Allah Teâlâ insanların ihtiyaçlarını temin etmek üzere birtakım insanlar yaratmıştır ki, insanlar ihtiyaçları için onlara koşarlar. İşte onlar, Allâh’ın azâbından emin olan kimselerdir.” (Heysemî, VIII, 192)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-17(İSAR)


Îsar, peygamberlere ve Hakk’ın velî kullarına mahsus, fedâkârlık ve cömertliğin zirvesi olan bir haslettir. Nefsinden fedâkârlık yaparak, hakkından vaz geçerek, kendinin de muhtaç olduğu bir hakkı veya imkânı, diğer bir mü’mine devredebilmektir. Her hâlükârda kendinden önce din kardeşinin huzur ve saâdetini düşünebilmektir. Yâni benlikten diğergâmlığa geçip “önce ben” yerine “önce o” diyebilmektir.

Nitekim “İnfak nedir?” suâline Hakîm Tirmizî -kuddise sirruh-:

“İnfak; başkasının sevinci ile huzur bulmaktır.”1 karşılığını vermiştir.

Hak dostlarını bu güzel ahlâka sevk eden en kuvvetli âmil, onların fıtratlarının merhamet hamuruyla yoğrulmuş olmasıdır. Yine onların, “Mü’minler ancak kardeştir...” (el-Hucurât, 10) ilâhî mesajını bilhassa zor zamanlarda bir ibadet heyecanıyla îfâ etmeleridir.

Îsar, cömertliğin zirvesidir. Zîrâ cömertlik, malın fazlasından kendine lâzım olmayanı vermektir. Îsâr ise, muhtâc olduğu ve kendisine de lâzım olan bir şeyi, kendisinden koparıp verebilmektir. Nefsin îtirazlarını susturarak, ihtiraslara set çekerek kazanılan rûhânî bir zaferdir. Rabbimiz, kullarında görmeyi murâd ettiği bu ahlâka dâir, bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Onlar, kendileri de muhtâc oldukları hâlde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire ikrâm ederler ve: «Biz size, sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları, o günün fenâlığından korur, yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr bahşeder.” (el-İnsân, 8-11)

Hakîkaten, insanın varlık içindeyken infâk edebilmesi kolaydır. Böyle bir infak, malın fazlasından verildiği için kişinin nefsini çok fazla zorlamaz. Zor olan, yokluk içinde de cömert olabilmektir.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ne güzel buyurur:

“Dünyalık sana yöneldiği zaman, vermesini bil. Zîrâ vermek, onu tüketmez. Dünyalık senden yüz çevirdiği zaman yine ver. Çünkü o devamlı kalmaz!”

Îsarda, yâni kişinin kendisinin de muhtaç olduğu bir şeyi infâk edişinde, nefsin çetin fırtınalarına sabredip rızâ ve teslîmiyetle fedâkârlık yapabilmek söz konusudur. Bu da her yiğidin harcı değildir. Bu ahlâkı sergileyebilmek, mânevî bir olgunluk, kalb temizliği ve ruh sâfiyeti ister.

Her hayrın ecri, onun zorluğu nisbetindedir. Bu yönüyle îsârın ecri de, sâir infaklardan çok daha büyüktür. Bunun içindir ki Hak dostları, bu ahlâkın mânevî kazancını eşsiz bir ganîmet telâkkî etmişlerdir. Onun âhiretteki saâdet ve saltanatına erebilmek için bu fânî âlemde “fakirlikten korkmaksızın” infâk etmek sûretiyle, gönül zenginliğine nâil olmuşlardır.

Hak dostu Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

“Bir çınarın yaprakları dökülürse, Cenâb-ı Hak, ona yapraksız da yaşama gücü verir. Cömertlikten ötürü elinde mal kalmasa, Allâh’ın inâyeti, seni hiç ayak altında çiğnetir mi?”

Dolayısıyla îsar, risk alarak verebilmektir. Mahrum olmayı, aç kalmayı göze alarak elindekini din kardeşine ikrâm edebilme büyüklüğünü gösterebilmektir. Nefse ne kadar ağır gelse de yüzü ekşitmeden, gönül hoşluğuyla infâk edebilmektir.

Her Nîmetten Îsar

Îsar, sırf para veya mala has bir fedâkârlık değildir. Allah Teâlâ bize ne ihsân ettiyse, kendi rahat ve menfaatimizi geri plana atarak, nefsimizin cimriliğine gem vurarak, şart ve imkânlarımızı zorlayarak, onu Allah yolunda infâk edebilmektir. Yâni îsar, bütün maddî ve mânevî nîmetlerden, kâbiliyet ve istîdatlardan, ilimden, irfandan “fedâkârâne” infakta bulunabilmektir. Bu da îsârın kalpte bir meleke hâline gelmesiyle mümkündür.

Meselâ bir Kur’ân muallimi; “Benim ne gücüm var ki infâk edeyim?” dememelidir. Bilâkis Allâh’ın kendisine lutfettiği Kur’ân’a hizmet imkânını ganimet bilip, şahsî istirahat zamanlarından bile fedâkârlık yaparak hizmetine devam etmelidir. Bu takdirde o da îsar ehli olmuş olur.

Fahr-i Cihân Efendimiz, Tâif’te İslâm’ı tebliğ ederken taşlandı. Lakin orada bir kölenin müslüman olması, O’nun hüznünü hafifletti. Bu çileli yolculuğun ardından, durup dinlenmeden, müşrik kabilelerden câhiliye haccı için gelenlere gitti. Onlara, kavminin mü’minlere karşı nasıl terör estirdiğini anlatıp, “Beni kavminize götürün, size tebliğ edeyim.” dedi. Tebliğ vazîfesini îfâ adına bir çileden diğerine koştu. Kendi rahat ve istirahatını unuttu. Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulur:

“Öyleyse, bir işi bitirince yine kalk, hemen başka bir işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (el-İnşirah, 7-8)

O hâlde Allah yolunda yapılabilecek sayısız gayretler için, rahatımızı terk etmek pahasına fedâkârlıkta bulunabilirsek -inşâallah- bizler de îsar ehli oluruz.

Allah Rasûlü’nün ve Ashâbın Îsârı

Her hususta olduğu gibi îsar bahsinde de en güzel örneğimiz, Peygamber Efendimiz ve O’nun nebevî terbiyesi altında yetiştirdiği güzîde sahâbîleridir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kendisinden bir şey isteyeni boş çevirdiği görülmemişti. Kendisinden bir şey istenildiği zaman, o an verecek hiçbir şeyi olmasa bile muhakkak bir imkânını bulur, infaktan geri kalmazdı. Nitekim birgün muhtaç bir kimse gelerek bir şeyler istedi. Allah Rasûlü:

“–Yanımda sana verebileceğim bir şey yok, git benim adıma satın al, mal geldiğinde öderim.” dedi. Bunu duyan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah Sen’i gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır.” dedi.

Efendimiz, Hazret-i Ömer’in bu sözünden hoşnud olmadı. Ensâr’dan biri:

“–Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Ver! Arş’ın Sâhibi azaltır diye korkma!” dedi.

Bu sahâbînin sözleri Efendimiz’in hoşuna gitti. Tebessüm ederek:

“–Ben de bununla emrolundum.” buyurdu. (Heysemî, X, 242)


 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Hak dostu Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

“Bir çınarın yaprakları dökülürse, Cenâb-ı Hak, ona yapraksız da yaşama gücü verir. Cömertlikten ötürü elinde mal kalmasa, Allâh’ın inâyeti, seni hiç ayak altında çiğnetir mi?”

 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
“Onlar, kendileri de muhtâc oldukları hâlde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire ikrâm ederler ve: «Biz size, sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları, o günün fenâlığından korur, yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr bahşeder.” (el-İnsân, 8-11)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
Îsar, cömertliğin zirvesidir. Zîrâ cömertlik, malın fazlasından kendine lâzım olmayanı vermektir. Îsâr ise, muhtâc olduğu ve kendisine de lâzım olan bir şeyi, kendisinden koparıp verebilmektir. Nefsin îtirazlarını susturarak, ihtiraslara set çekerek kazanılan rûhânî bir zaferdir.
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-18(İSAR)

Yâni Peygamber Efendimiz, borç alarak infâk edebilecek kadar cömertti. O’nun diğergâmlıktaki bu kâbına varılmaz incelik ve zarâfeti, biz ümmeti için ne güzel bir fiilî kıstastır.

Yine Allah Rasûlü’ne bir süt getirilse, onu önce fakir sahâbîler olan Ashâb-ı Suffe’ye ikrâm ederdi. Ashâbı açken kendisini doyurmayı düşünmezdi. Zîrâ O’nun nazarında infak ve fedâkârlığın hazzı, duyulabilecek bütün lezzetlerin şâheseriydi. Bir şâir, Efendimiz’in bu îsar hâlini ne güzel bir teşbîh ile îzah eder:

“Bir gün biri, Sen’i cömertlikte bulutlara benzetirse medhinde hatâ etmiş olur. Çünkü bulutlar verirken ağlar, fakat Sen verirken gülersin.”

Peygamber Efendimiz ve Hazret-i Ebû Bekir vefât ettiklerinde, Âişe vâlidemizin odasına defnedilmişlerdi. Hazret-i Âişe de odasında kalan bir kişilik yere kendisi defnedilmeyi arzu ediyordu. Fakat Hazret-i Ömer

-radıyallâhu anh- hançerlenerek ağır yaralandığında, o yerin kendisine bağışlanması için, oğlunu Hazret-i Âişe’ye ricâcı olarak gönderdi. Hazret-i Âişe de kendi hakkından ferâgat ederek o yeri Hazret-i Ömer’e ikrâm etti.

Yine Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın, oruçlu olduğu bir gün, yoksulun biri gelerek kendisinden yiyecek bir şeyler istemişti. Âişe vâlidemizin evinde, akşam iftar edeceği bir somundan başka bir şey yoktu. Hizmetkârına onu vermesini söyledi. Hizmetkârı îtiraz edecek olduysa da Âişe vâlidemiz ısrar edip o ekmeği verdirdi. Akşam olunca birisi Âişe vâlidemizin evine bir parça pişmiş koyun eti gönderdi. Âişe vâlidemiz hizmetkârını çağırarak:

“–Buyur ye, bu, senin (vermeye kıyamadığın) ekmeğinden daha lezzetlidir!” buyurdu. (Muvatta, Sadaka, 5)

Zîrâ onlar çok iyi biliyorlardı ki, Cenâb-ı Hak, kulundan daha cömerttir ve kulunu zorda bırakmaz. İnfâk edilenin yerine ondan daha hayırlısını lutfeder. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir...” (es-Sebe, 39)

İşte bu mânevî alışverişlerin yüksek kazancını bilen mü’minlerde infâk etmek, bir lezzet hâline gelmiştir. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

“Kumaş satan kişi, elindeki kumaşın fazla para getireceğini görünce, o kumaşa olan sevgisi soğur, onu hemen satmak ister. Fakat kumaşının fazla para getireceğini görmese, ona bağlanır, elinden çıkarmak istemez.”

“Mal, sadaka vermekle hiç eksilmez. Bilâkis hayırlarda bulunmak, malı zâyi olmaktan korur!”

Sahâbeden Câbir -radıyallâhu anh-, Ensâr’ın Muhâcir kardeşlerine olan îsarlarını şöyle anlatır:

“Ensâr, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafın altına hurma dalları koyarak o tarafı çok gösterir, Muhâcirler’e; «–Hangisini tercih ederseniz alın.» derlerdi. Onlar da çok görünen fazla yığın Ensâr kardeşlerimize kalsın diye, az görünen yığını alırlar ve böylece hurmanın çoğu yine Muhâcirler’e gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı...” (Heysemî, X, 40)

Îsârın mânevî hazzını yaşayabilmek uğruna sergilenen ne ince bir davranış… Maddî ve fânî menfaatleri geri planda bırakacak kadar ulvî bir fedâkârlık ve kardeşlik hâli…

Yine sahâbeden Ebû Ubeyde bin Cerrah, ordu kumandanı iken çölde kendisine soğuk su ve taze ekmek getirildiğinde; “Askerim de bunu bulabiliyor mu?” diye sormuş ve bunun kendisi için husûsî tedârik edildiğini öğrenince o yiyeceklere el sürmemiş; “Askerim ne yiyorsa bana da ondan getirin.” demiştir. Zîrâ o azîz sahâbî de “önce nefsim” değil, “önce din kardeşlerim” diyenlerdendi.

Bir yoksul, Peygamber Efendimiz’e gelerek aç olduğunu söyledi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- hanımlarına haber göndererek yiyecek bir şeyler istedi. Fakat bütün hanımlarından aynı cevap geldi:

“–Allâh’a andolsun ki, evde sudan başka bir şey yok.”

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, ashâbına dönerek bu şahsı kimin misâfir edebileceğini sordu. Hemen Ensar’dan biri kalkarak:

“–Ben misafir ederim!” dedi ve o yoksulu evine götürdü. Halbuki evinde ancak çocuklarına yetecek kadar az bir yiyecek vardı. Hanımına:

“–Çocukları oyala. Misafirimiz gelince lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım.” dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını güzelce doyurdu. Sabahleyin ev sahibi, Allah Rasûlü’nün yanına gitti. Onu gören Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Bu gece misafirinize ikramınız sebebiyle Allah Teâlâ sizden çok hoşnud oldu.” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 10, Tefsîr, 59/6)


 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Mal, sadaka vermekle hiç eksilmez. Bilâkis hayırlarda bulunmak, malı zâyi olmaktan korur!”
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Bir şâir, Efendimiz’in bu îsar hâlini ne güzel bir teşbîh ile îzah eder:

“Bir gün biri, Sen’i cömertlikte bulutlara benzetirse medhinde hatâ etmiş olur. Çünkü bulutlar verirken ağlar, fakat Sen verirken gülersin.”
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-19(İSAR)

Hak Dostlarının Îsârı
Allah Rasûlü’nün ahlâkıyla ahlâklanan Hak dostları da, tıpkı sahâbenin sergilediği gibi nice îsar numûneleri sergilemişlerdir. Bunlardan birini Antakyalı Ebu’l-Hasan şöyle nakleder:

“Bir defasında otuz küsur kişi Rey şehri civarındaki bir köyde toplanmıştı. Bunların, hepsine yetmeyecek kadar sayılı çörekleri vardı. Çörekleri parçaladılar, ışıkları kısarak yemeğe oturdular. Bir müddet sonra sofra kaldırıldığında ekmeklerin olduğu gibi sofrada durduğunu ve her birinin diğer kardeşini kendisine tercih ederek kimsenin bu çöreklerden yemediğini gördüler.” (İhyâu Ulûmiddîn, III, 572)

İşte diğergâmlığa ulaşabilen mü’minlerin gönül ufku… “Önce ben” değil, “önce o” diyebilmek… Yine bu güzel ahlâkın ibret dolu misallerinden biri de Dâvud-i Tâî Hazretleri’ne âittir:

Hizmetine bakan talebesi birgün ona:

“–Biraz et pişirdim; lütfen buyrun?” dedi. Üstâdının sükût etmesi üzerine de eti getirdi. Ancak Dâvûd-i Tâî Hazretleri, önüne konan ete bakarak:

“–Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sordu. Talebesi:

“–Bildiğiniz gibi efendim!” dedi. O büyük Hak dostu:

“–O hâlde bu eti onlara götürüver!” dedi. Hazırladığı ikrâmı üstâdının yemesini arzu eden samîmî talebe ise:

“–Efendim, siz de uzun zamandır et yemediniz!..” diyerek ısrar edecek oldu. Fakat Dâvud-i Tâî Hazretleri kabul etmeyip:

“–Evlâdım! Bu eti ben yersem kısa bir müddet sonra dışarı çıkar, fakat o yetimler yerse, ebediyyen kalmak üzere Arş-ı Âlâ’ya çıkar!..” dedi.

Hak dostlarından Ubeydullah Ahrâr Hazretleri de şöyle anlatır:

“Birgün pazara gitmiştim. Çok fakirdim. Bir kişi yanıma gelerek aç olduğunu söyledi. O vakit hiçbir imkânım da yoktu. Sâdece eski ve fitil fitil olmuş bir sarığım vardı. O aç insanı alıp bir aşhâneye götürdüm. Aşçıya:

“–Şu sarığımı al. Eski, fakat temizdir. Bulaşıklarını kurularsın. Yalnız bunun karşılığında şu aç insanı doyurur musun?” dedim.

Aşçı, o fakire yemek verdi; sarığımı da bana iâde etti. Fakat söz verdiğim için almadım. Kendim de aç olduğum hâlde o fakir doyuncaya kadar bekledim.” (Hadâiku’l-Verdiye, s. 651)

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, sonradan büyük bir servete sâhip oldu. Öyle ki, çiftliklerinde binlerce işçi çalışıyordu. Hazret, o zamanki hâlini de şöyle anlatır:

“Semerkand’da Mevlânâ Kutbuddîn Medresesi’ndeki dört hastanın hizmetini üzerime aldım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben, onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Devamlı hizmet ettiğim için, hastalıkları bana da sirâyet etti ve yatağa düştüm. Fakat o hâlimle bile testilerle su getirip hastaların altlarını temizlemeye, elbiselerini yıkamaya devâm ettim.” (Hadâiku’l-Verdiye, s. 653)

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin hâli ne ibretlidir. Hazret, dilese sahip olduğu servet ile bütün bu hizmetleri hiç yorulmadan yaptırabilir, kendisini hiç zahmete sokmayabilirdi. Ancak îsar fazîletinden mahrum kalmamak için, şahsî rahatından fedâkârlık ve ferâgatte bulunuyordu.

Abbâs bin Dehkan naklediyor:

“Bildiğim insanlar arasında dünyaya geldiği gibi ölen tek insan, Bişr bin Hâris’dir. Dünyaya çıplak geldi ve çıplak gitti. Ölüm döşeğinde iken biri gelerek ondan bir şey istedi. O esnâda onun, üzerindeki gömlekten başka bir şeyi yoktu. Onu da çıkardı, yoksula verdi. Başka birinden ödünç gömlek aldı ve o şekilde vefât etti. Yâni ölünce bir gömleği bile yoktu. Gömleksiz geldi, gömleksiz gitti.”

Öte yandan, Allah yolundaki hizmetlerde mühim olan da, bir hizmeti hiç kimse yapmazken onu yapabilmek, bir garibi kimse sahiplenmezken ona sahip çıkabilmektir. “Hak dostları kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş yaparlar.” sırrına nâiliyet de böyle olur. Kimsenin vermeye kıyamadığı şeylerden fedâkârlık yapmakla olur. Velev ki bu fedâkârlık, candan bile olsa…

Îsârın Zirvesi: Candan Îsâr

Îsar, dînî gayretlerin şâheseridir. Allah ve Rasûlü’nün sevgisini, bütün fânî sevdâların üstüne çıkarabilmektir. Bunun içindir ki Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Hazret-i Ömer’in şahsında bütün ümmetine:

“–Beni canından da çok sevmedikçe kâmil mü’min olamazsın!” buyurmuştur.2 Nitekim Ömer -radıyallâhu anh- da, Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbetinin bedelini canıyla ödeyerek şehîden Rabbine kavuşmuştur.

Aşk-ı ilâhî, gerçek bir fedâkârlık ister. Ancak fânî muhabbetlerden vazgeçmekle kavuşulur. Aşk ve muhabbetin kantarı, fedâkârlıktır. İnsanlar en büyük bedeli, muhabbetleri uğrunda öderler. Çünkü herkes, sevdiği uğrunda, muhabbeti nisbetinde fedâkârlığa katlanır. Aşk ve muhabbet kemâle erince, sevilen uğrunda gösterilen fedâkârlık da zirveye ulaşır. O zaman artık cefâlar dahî safâ hâline gelir.

Îmânı böyle bir aşk ile yaşayanlar, canlarını bile fedâ etmekten çekinmezler. Nitekim Rasûl-i Ekrem Efendimiz hicret edeceği gece, düşmanları tarafından evi sarıldığında, yatağına Hazret-i Ali’yi yatırarak evinden çıkmıştı. Hazret-i Ali, ölümü göze alarak korkusuzca Efendimiz’in yatağına uzandı.

Îsârın zirvesindeki mü’minler hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allâh’ın rızâsını almak için kendini ve malını fedâ eder…” (el-Bakara, 207)


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt