Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kitap okumayı sevenler buraya-2 (1 Kullanıcı)

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
“…Hayır olarak harcadıklarınız, kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allâh’ın rızâsını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (el-Bakara, 272)


 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
Yapılan iyiliğin asıl bereketini, bizzat o hayrı işleyen görecektir. Hem de eksiksiz olarak ve ihlâsı nisbetinde kat kat fazlasıyla... Yâni infak, zâhiren alan kişi için faydalı gibi görünse de hakîkatte verene faydalıdır. Bu yüzden, veren, alana minnet yüklemek yerine, bilâkis minnet duymalıdır.
 

_ZÜMRA_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eki 2007
Mesajlar
9,962
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
45
Sadakayı “hasbeten lillâh” yâni “sırf Allah rızâsı için” vermek ve ecri azalmasın diye teşekkür bile beklememek hassâsiyetine dâir ümmetin annelerinin şu hâli de ne güzel bir misaldir:

Hazret-i Âişe ve Ümmü Seleme vâlidelerimiz, fakirlere bir şey gönderdikleri vakit, götürene, fakirin ne gibi duâ ettiğini ezberlemesini tembih ederler ve kendileri de o fakir için aynı şekilde duâ ederlerdi. Böylece duâmız onun duâsına karşılık olsun, derlerdi. Sadakaya karşılık olur diye fakirlerden duâ bile beklemezlerdi. Çünkü duâ, sadakaya karşılık gibi olur. (İhyâ, I, 601)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-30
(İNFAK ADABI)

BİRR’E NÂİLİYYET YOLU…

Rabbimiz âyet-i kerîmede:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «birr»e (hayrın kemâl noktasına) eremezsiniz...” (Âl-i İmrân, 92) buyurarak, kendisine yakınlık kazanma husûsunda yüksek bir kulluk hedefi gösterir.

“Sevdiklerinden infâk edebilmek” infakta en çok dikkat edilmesi gereken edeplerden biridir. Zîrâ bu hassâsiyet, kulun Rabbine olan îman muhabbetinin de seviyesini gösterir.

O hâlde bizler de, sahip olduklarımız içinde en çok hoşumuza giden, bize verildiği takdirde hoşnut kalacağımız şeylerin neler olduğunu güzelce muhâsebe edip infâkımıza onunla seviye kazandırmaya gayret göstermeliyiz. Böylece hayrın kemâline giden yolda mesâfe almalıyız. Kendimizi fakirin yerine koyup, kendimize nasıl infâk edilmesini isteyeceğimizi düşünerek ona göre tasadduk etmeliyiz. Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” (el-Bakara, 267)

Kişi, kendine verildiğinde gönül huzûruyla alamayacağı kalitesiz ve bayağı şeyleri fakirlere vermek sûretiyle infâk ettiğini zannetmemelidir. Muhtâcı, elimizin ucuyla verdiğimiz eski elbise, bayat yiyecek ve sembolik bağışlarla anlık olarak sevindirmek ve daha sonra onu muhtaçlığın ve mahrûmiyetin sıkıntılarıyla baş başa bırakmak, gerçek mânâda infâk etmek sayılmaz.

Mü’min, kerem sahibi insandır. Gerçek kerem ise; infâkı, basit ve asgarî miktarlara indirmek değil, bilâkis bir problemi çözecek, sadra şifâ olacak, kıymetli, faydalı ve sevdiğimiz şeylerden infâk edebilmek demektir.

BİRR ve TAKVÂDA YARDIMLAŞIN!

İnfaktan maksat, muhtacı bütünüyle sıkıntıdan kurtarabilmektir. Elbette ki herkesin bütçesi veya imkânı bunun için tek başına kâfi gelmez. O hâlde hayırda da birlik olmak ve yardımlaşmak îcâb eder. Nitekim Rabbimiz:

“…Birr ve takvâda yardımlaşın…” (el-Mâide, 2) buyurmuştur.

Yâni iyilikte ve hayır-hasenât işlerinde yardımlaşmak, Rabbimizin emridir. Bu, bilhassa ferdî iyiliklerin kâfî gelmediği hizmetlerde beraberce hareket etmek, sistemli bir çalışmayla hayrı inkişâf ettirmek ve hattâ müessese hâline getirmek demektir.

Bu bakımdan, derde dermân olacak seviyede bir güç ve imkânımızın bulunmadığı durumlarda, çevremizi de hayra teşvîk etmek sûretiyle, Rabbimizin “birr ve takvâda yardımlaşın” emrini yaşamaya gayret göstermeliyiz.

Mü’min, dâimâ hayır-hasenât arayışında olmalıdır. Kendimiz infâk edecek bir şey bulamıyorsak bile, zamanımızı ve emeğimizi infâk ederek belki hayra vesîle ve vâsıta olabiliriz.

Bugün toplumumuzda hayli yaygın bir infak anlayışı olan, sadra şifâ olmayacak cüz’î yardımlarda bulunmak sûretiyle fakiri geçiştirme, vicdânımızı tesellî etme hastalığına düşmemeliyiz.

Düşünmeliyiz ki, Rabbimiz’in bize lutfettiği nîmetlerin kaçta kaçını O’nun yolunda infâk edebiliyoruz?.. İnfak edebildiklerimiz, kendimize harcadıklarımızın yanında ne nisbette?.. Yoksa infak husûsundaki hâlimizi, toplumun seviyesiyle kıyaslayıp azıcık yardımlarla vicdânımızı tesellî mi ediyoruz? Hâlbuki mü’minler olarak her hususta kendimizi Peygamber Efendimiz ve O’nun güzîde ashâbı ile kıyaslamalıyız. Zîrâ Cenâb-ı Hak bizlere o müttakî kullarını emsal almayı emir buyurmaktadır:

“(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır…” (et-Tevbe, 100)

Rabbimiz’in bizlere örnek gösterdiği sahâbe nesli, mallarından ve canlarından fedâkârlık yaparak ilk defa Mekke döneminde çektikleri sıkıntılarla îmanlarının bedelini ödediler. İkinci olarak Medîne’de defâlarca müşriklerin taarruzlarına göğüs gerip müslümanca yaşayabilmenin bedelini ödediler. Üçüncü olarak da tebliğ hizmetleriyle hidâyet nûrunu asırlara taşıyarak îman mes’ûliyetinin bedelini ödediler. Sahip oldukları bütün nîmetleri Hak yolunda seferber ettiler. Zîrâ onlar dâimâ:

“Nihâyet o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8) âyet-i kerîmesinin tefekkürü içinde yaşadılar. Bizler de gerçek infâk ehlinden olabilmek için sahâbe neslini örnek alıp onların bu üç vasfının muhtevâsı içinde olmaya çalışmalıyız.

HAYRA VESÎLE OLAN, HAYRI YAPAN GİBİDİR

Diğer taraftan, yaptığımız infakların toplumdaki bir yarayı sarmasını, bir derde devâ olmasını temin etmeliyiz. Bu hususta tek başına kâfî gelemediğimiz durumlarda da;

“Ne yapalım, benim elimden ancak bu kadarı gelir…” deyip kenara çekilmek ve muhtâcı kederiyle baş başa bırakmak yerine;

“Acabâ bu insanı sıkıntıdan kurtarabilecek birilerini bulabilir miyim?..” düşüncesiyle arayış içine girmeli, muhtaç ile çevremizdeki imkân sahipleri arasında bir köprü vazîfesi görmeliyiz. Zîrâ hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir.” (Tirmizî, İlim, 14)

Bu hakîkatten dolayıdır ki Hak dostları, her fırsatta insanları hayra teşvik ederek, onların hayırlarına da mânen ortak olmanın fazîletini yaşamışlardır.

Ecdâdımız bu şuurla yoğruldukları için hayır-hasenatta zirveleşmişler, toplumu bir şefkat ağı hâlinde hayır müesseseleriyle donatmışlardır. Bu meyanda, Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın şahsiyet inşâsında ve fetihlerinde büyük emeği bulunan Akşemseddîn Hazretleri’nin şu hâli pek mânidardır:

İstanbul’un fethini takip eden ilk Cuma namazından sonra Ok Meydanı’nda fetih ve zafer alayı yapılmıştı. Nâil olduğu muhteşem fetihte, etrâfındakilerin yardımını hiçbir zaman unutmayan pâdişah:

“–Şühedâya rahmet-i Rahmân, gâzîlere şeref ve şân, teb’ama fahr ü şükrân…” dedikten sonra asker-sivil yüz yetmiş bin kişiye zafer hediyesi olarak mal, mülk ve arâzi dağıttı. Tam bu sırada Fâtih’in mânevî rehberi, Hak dostu Akşemseddin Hazretleri orada hazır bulunan gâzilere seslenerek şu nasihatte bulundu:

“–Ey gâzîler! Bilin ki cümleniz hakkında Âhirzaman Peygamberi; «Ne güzel askerdir onlar…» buyurmuştur. İnşâallah cümleniz mağfursunuzdur. Şimdi de gazâ malını isrâf etmeyip hayır ve hasenâta sarf edin ve pâdişâhınıza itaat ve muhabbet eyleyin!..”

Böylece İstanbul’u fetheden ordunun fazîletini yeni bir fazîletle taçlandırmak için onların hepsini şehrin îmârına ve âmmenin istifâdesi için hayır müesseseleri kurmaya teşvik etti.1

Millet olarak bizler de, büyük bir fazîletler medeniyeti vücûda getirmiş bir ecdâdın torunlarıyız. Onların müstesnâ bir zarâfet, nezâket ve edep ölçüleri içinde kurdukları medeniyetin bereketli semerelerini bugün bile vakıflar, imâretler, sebiller, sadaka taşları vs. sûretinde görmekteyiz. Bizler de ecdâdımızın bu mukaddes mîrâsına sahip çıkarak, onlar gibi hayır müesseseleri kurmaya ve kurulmuş olanları da yaşatmaya gayret etmeliyiz. Önce kendi iç dünyâmızı fazîletlerle donatarak örnek teşkil etmeli; sonra da, şehîd ve gâzîlerimizin emâneti olan vatanımızı ve mukaddes değerlerimizi muhâfaza için, îmanlı, vatanperver ve seviyeli nesiller yetiştirmeliyiz. Aksi hâlde din zayıflar, nesiller zâyî olur, vatan el değiştirir. Bu mes’ûliyetlerimizin idrâki içinde infâk ehli mü’minler olmalıyız.

Velhâsıl, infak ehli bir mü’min, diğergâm insandır. Kendi kurtuluş beraatını alabilmenin, başkalarının da kurtuluşu için gayret ve himmet etmekten geçtiğini bilen insandır. Zîrâ sırf kendi menfaatini düşünen, kaba, hodgâm, bencil ve cimri bir insan tipini Rabbimiz reddediyor. Bu itibarla başkalarının mes’ûliyetini omuzlarımızda hissedebildiğimiz nisbette, kendi mesûliyetimizin hesâbını kolay verebileceğimizi hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Rabbimiz, hepimize gayret-i dîniyye ihsân eylesin. Edep ve nezâket ölçüleri içerisinde, sırf rızâ-yı ilâhîyi ümîd ederek infâk edebilmeyi gönüllerimizin huzur ve saâdet hazînesi kılsın!

Âmîn...

 

_ZÜMRA_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eki 2007
Mesajlar
9,962
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
45
“Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” (el-Bakara, 267)
kendi beğenmediği bi şeyi başkasına veren bi insan nasıl vicdanı rahat ediyorda veriyor hiç anlamıyorum nasıl eli uzanıyor ?

“Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir.” (Tirmizî, İlim, 14)

islam dininin güzelliklerinden biri :)

Allah razı olsun paylaşım için

 

DİLEK-HİLAL

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
selamün aleyküm kardeşim bu kitabın adı ve yazarı nedir çok güzel
yazarsan faydalanırız inşallah
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
selamün aleyküm kardeşim bu kitabın adı ve yazarı nedir çok güzel
yazarsan faydalanırız inşallah

VE ALEYKÜM SELAM YAZARI OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCA EFENDİ.AMA DAHA KİTAP HALİNE GELMEMİŞ BİR ESER İLERİDE MUTLAKA GELİR.BÜYÜK İHTİMALLAE HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKI İSMİYLE ÇIKAR.SELAM VE DUA iLE
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
kendi beğenmediği bi şeyi başkasına veren bi insan nasıl vicdanı rahat ediyorda veriyor hiç anlamıyorum nasıl eli uzanıyor ?

“Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir.” (Tirmizî, İlim, 14)

islam dininin güzelliklerinden biri :)

Allah razı olsun paylaşım için

SELAMÜN ALEYKÜM ALLAH SİZDENDE RAZI OLSUN İNŞAALAH.
ALLAH BİZE VERMİŞ OLDUĞU EMANETLERİ YİNE ONUN RIZASI İÇİN HARCAYANLARDAN OLMAYI BİZLERE NASİP ETSİN.SELAM VE DUA iLE
 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Rabbimiz, hepimize gayret-i dîniyye ihsân eylesin. Edep ve nezâket ölçüleri içerisinde, sırf rızâ-yı ilâhîyi ümîd ederek infâk edebilmeyi gönüllerimizin huzur ve saâdet hazînesi kılsın!

Âmîn...
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
Mü’min, dâimâ hayır-hasenât arayışında olmalıdır. Kendimiz infâk edecek bir şey bulamıyorsak bile, zamanımızı ve emeğimizi infâk ederek belki hayra vesîle ve vâsıta olabiliriz.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Mü’min, kerem sahibi insandır. Gerçek kerem ise; infâkı, basit ve asgarî miktarlara indirmek değil, bilâkis bir problemi çözecek, sadra şifâ olacak, kıymetli, faydalı ve sevdiğimiz şeylerden infâk edebilmek demektir.

***

Kendimiz infâk edecek bir şey bulamıyorsak bile, zamanımızı ve emeğimizi infâk ederek belki hayra vesîle ve vâsıta olabiliriz.
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-31
(CÖMERTLİK VE İNFAK)

Îmânın ilk meyvesi merhamettir. Merhametin en belirgin alâmeti ve en olgun tezâhürü de “infak”tır. İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. Beşeriyetin fazîlet zirveleri olan peygamberler ve onların vârisleri olan âlimler, ârifler ve velîlerin hayatları, sayısız merhamet ve infak menkıbeleriyle doludur.


Hayırda Yarışın...

Birgün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sabah namazını kıldıktan sonra ashâbına dönüp:

“–İçinizde bugün oruçlu olan var mı?” diye sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Dün gece oruç tutmak aklıma gelmedi, onun için şimdi oruçlu değilim.” dedi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise:

“–Ben dün gece oruç tutmayı düşündüm ve sabaha oruçlu çıktım.” dedi.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine:

“–İçinizde bugün hasta ziyâretinde bulunan var mı?” diye sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve yerimizden ayrılmadık, nasıl hasta ziyâret edebilelim ki?” dedi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise:

“–Duydum ki kardeşim Abdurrahman bin Avf rahatsızlanmış. Mescide gelirken, bakayım durumu nasıl olmuş diye, ona bir uğrayıverdim.” dedi.

Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–İçinizde bugün bir yoksulu doyuran var mı?” diye sordu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Sabah namazını yeni kıldık ve henüz yerimizden ayrılmadık.” dedi. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise:

“–Mescide girdiğimde, ihtiyâcını arz eden birini gördüm. Oğlum Abdurrahmân’ın elinde bir parça arpa ekmeği vardı. Onu alıp yoksula verdim.” dedi.

Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Seni cennetle müjdelerim (ey Ebû Bekir)!” buyurdu.

Hazret-i Ömer derin bir iç çekerek; “Âh cennet!” dedi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- onun da gönlünü alacak bir söz söyledi:

“–Allah Ömer’e rahmet eylesin, Allah Ömer’e rahmet eylesin! Ne zaman bir hayır yapmak istese Ebû Bekir muhakkak onu geçer.” buyurdu. (Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501)

Bu hadîs-i şerîften almamız gereken en büyük ders, her an Allâh’ın rızâsına vesîle olacak bir amel arayışında olabilmektir. Zîrâ âyet-i kerîmede:

“Bir (hayır) işini bitirince hemen (başka bir iş veya ibâdete) koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (el-İnşirâh, 7-8) buyrulmuştur.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- da bir defâsında:

“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuş; o pişmanlığın sebebi sorulduğunda da:

“–(Ölen), muhsin (ihsan sâhibi, sâlih) bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; şâyet kötü bir kişi ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevâbını vermiştir. (Tirmizî, Zühd, 59/2403)

Rabbimiz, râzı olduğu sâlih kulları hakkında âyet-i kerîmede:

“…Onlar hayırda birbirleriyle yarışırlar...” (Âl-i İmrân, 114) buyurmaktadır. İşte bu hayır yarışının mü’minlerde tabiat-ı asliye hâline gelmesi şarttır. Mü’min, esen meltemler gibi müşfik, yağan yağmurlar gibi cömert olmalı, her an etrafına huzur bahşederek Hakk’ın rızâsını aramalıdır.

Bu sebepledir ki Hak dostları da cömertlikte bereketli ırmaklara benzerler. Onlar, uzun yollar boyunca binbir canlıya; insana, hayvanâta, ağaca, kuşa, güle, sümbüle huzur bahşederek akıp giderler. Gerçek infak da; ihlâs, merhamet ve diğergâmlık dolu bir gönülle bütün mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allah rızâsının aranmasıdır. Başkalarının mahrûmiyetini telâfî için, bütün imkânlarla muhtaçların yardımına koşmaktır.

Rabbimiz, aslında insanlık şerefinin en tabiî bir îcâbı ve merhametle yoğrulmuş selîm vicdanların en asil bir ifâdesi olan infâkı, ictimâî ibâdetlerin en mühimlerinden biri kılmıştır. Şüphesiz ki bu, O’nun müstesnâ lutuflarından biridir. Yâni Rabbimiz, kullarına lutfettiği nîmetlerin cüz’î bir kısmının, bir şükür ifâdesi olarak yine kendisine takdîm edilmesini irâde buyurmuş, buna mukâbil infâkı; günahlara keffâret vesîlesi ve ebedî saâdetin en mühim ecir kapısı eylemiştir.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Gerçek infak da; ihlâs, merhamet ve diğergâmlık dolu bir gönülle bütün mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allah rızâsının aranmasıdır. Başkalarının mahrûmiyetini telâfî için, bütün imkânlarla muhtaçların yardımına koşmaktır.
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
“…Onlar hayırda birbirleriyle yarışırlar...” (Âl-i İmrân, 114) buyurmaktadır. İşte bu hayır yarışının mü’minlerde tabiat-ı asliye hâline gelmesi şarttır. Mü’min, esen meltemler gibi müşfik, yağan yağmurlar gibi cömert olmalı, her an etrafına huzur bahşederek Hakk’ın rızâsını aramalıdır.
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-32
(CÖMERTLİK VE İNFAK)


Dîni Yücelten Haslet: Cömertlik

İnfak ibâdetinin îfâsı için gerekli olan yegâne gönül sermâyesi “cömertlik”tir. Cömertlik tohumunun atılmadığı gönül bahçelerinde infak meyvelerinin hâsıl olmasını beklemek beyhûdedir.

Hadîs-i şerîfte, cömertliğin ilâhî muhabbet ve yakınlığa vesîle olduğuna şöyle işâret buyrulmaktadır:

“Allah Teâlâ cömerttir, ihsan sâhibidir; cömertliği ve yüksek ahlâkı sever…” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 60)

Îmânın lezzeti olan cömertlik, halkın da Hakk’ın da sevgisini celbeder. Nitekim hadîs-i kudsîde buyrulur:

“Bu dîn (yâni İslâm), Zâtım için seçip râzı olduğum dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392)

Cömertlik, Allâh’a ve âhirete kâmil mânâda îmânın bir neticesidir. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bunu ne güzel ifâde buyurur:

“Îman bir ağaç gibidir: Kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir.”

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî de:

“Cömert kimse, meyve veren bir ağaç gibidir. Cömert olmayan insan da dağdaki odun gibidir.” diyerek bu güzel hasletten mahrûmiyetin; ateşe atılacak bir odun olmakla eşdeğer olduğuna işâret etmiştir.

İki Büyük İllet: İsraf ve Cimrilik

İsraf, kendine harcamak; cimrilik ise kendine biriktirmektir. İkisi de bencillik ve hodgâmlıktır. Cenâb-ı Hak, bu şekilde bir kulluğu reddetmektedir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Eli boynuna bağlıymış gibi cimri olma! Elini büsbütün açıp isrâfa da kaçma!..” (el-İsrâ, 29)

“Onlar verdikleri zaman isrâf etmezler; cimrilik de etmezler; ikisi ortası bir yol tutarlar.” (el-Furkân, 67)

İmam Gazâlî Hazretleri, “israf ile cimrilik arasındaki denge hâlini, cömertlik” olarak târif etmiştir.

Servetin hakkını vermek; onu men edilen yerlere harcamamak ve iki büyük tehlike olan israf ve cimrilikten uzak durmakla mümkündür. Zenginliğin âfeti; hırs, tamah ve cimriliktir. Bunun çâresi de cömertliktir.

Diğer taraftan, cömertliğin âfeti ise israftır. Yâni cömert olayım derken ölçüsüzce saçıp savurmak, nîmeti lüzumsuz yerlere sarf etmektir.

Ancak infak bahsinde şuna da dikkat etmek gerekir ki israf, çok harcamak demek değildir. Yersiz ve gereksiz harcamanın azı da çoğu da israf iken, yerinde ve isâbetli bir harcama, çok da olsa israf sayılmaz, bilâkis takdîre şâyân olur. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın bütün malını Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a getirip infâk etmesi, bunun en güzel misâlidir.

Öte yandan cimrilik de az miktarda vermek değil, imkâna göre verilmesi gereken nisbette vermemektir. Zîrâ herkes imkânı nisbetinde mes’ûldür.

Şeyh Sâdî bu hakîkati ne güzel îzah eder:

“Hak Teâlâ, kimseye iyilik kapısını kapatmamıştır. Şunu bil ki, herkesin iyiliği kendi kudretine göredir. Bir zenginin hazinesinden bir kantar altın vermesi, bir fakirin el emeğinden bir kırat vermesi kadar olamaz. Çekirge ayağı, karıncaya ağır yüktür.”

Yermük Harbi’nde üç şehîdin son nefeslerinde büyük bir fedâkârlıkla birbirlerine devrettiği, lâkin neticede ortada kalan bir bardak suyun infâkı, belki birçok büyük zannedilen infakları aşmıştır. Zîrâ orada mühim olan bir bardak su değil, sergilenen gönül zenginliğinin ihtişâmıdır.

Bu bakımdan az miktarda vermek cimrilik olsaydı, cömertlik, sırf varlıklı kimselerin bir imtiyâzı olurdu. Halbuki zenginlik veya fakirlik, bu dünyâdaki imtihan sırrının berâberinde getirdiği bir takdîr-i ilâhîdir. Kulun varlıklı veya muhtaç olması kendi irâdesine bağlı değildir. Bu yüzden cömertlik veya cimrilik, mal-mülk ve servet meselesi değil, bir gönül meselesidir.

Yâni imkânı kıt bir mü’min de pekâlâ cömert olabilir ve olmalıdır da. Îmânımız da, her hâlükârda cömert bir kul olmamızı gerektirir. Zîrâ cömertlik veya cimrilik, sahip olduğumuz imkânlardan ne miktarda değil, ne nisbette infâk edebildiğimize bağlıdır.

Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, zengin-fakir her mü’mini infâka teşvik eder; bir hurmadan başka bir şeyi olmayan için; “Yarım hurmayla da olsa cehennem ateşinden korununuz, onu da bulamazsanız güzel ve hoş bir söz ile korunun.” buyururdu. (Buhârî, Edeb, 34)

Bu husustaki nebevî telkin ve teşviklerden birkaç misal:

“Yâ Âişe! Yarım hurmayla bile olsa fakiri geri çevirme.” (Tirmizî, Zühd, 37)

“Din kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36)

Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- sahâbenin fakirlerinden Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-’a; “Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularına bak, onlar(ın muhtaç olanların)a da ver.” buyurmuştur. (İhyâ, I, 626)

Kasvet-i Kalbin İlâcı: Cömertlik ve İnfak

Her ibâdetin gönle kazandırdığı apayrı güzellikler, fazîletler ve mânevî kazançlar vardır. İnsanoğlunun ham vasıftan kurtulup olgun bir mü’min olmasında bu mânevî kazançların ehemmiyeti pek büyüktür.

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki:

“Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzuruna çıkarır.”

“İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtı maddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. Bu yönüyle ibâdetler içinde infâkın rûha sağladığı belki de en büyük fayda, “vicdan huzûru”dur.


 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
“Yâ Âişe! Yarım hurmayla bile olsa fakiri geri çevirme.”
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
Îmânın lezzeti olan cömertlik, halkın da Hakk’ın da sevgisini celbeder. Nitekim hadîs-i kudsîde buyrulur:

“Bu dîn (yâni İslâm), Zâtım için seçip râzı olduğum dîndir. Ona ancak cömertlik ve güzel ahlâk yakışır. Müslüman olarak yaşadığınız müddetçe onu, bu iki hasletle yüceltiniz!” (Heysemî, VIII, 20; Ali el-Müttakî, Kenz, VI, 392)
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî de:

“Cömert kimse, meyve veren bir ağaç gibidir. Cömert olmayan insan da dağdaki odun gibidir.” diyerek bu güzel hasletten mahrûmiyetin; ateşe atılacak bir odun olmakla eşdeğer olduğuna işâret etmiştir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt