Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kırk gram tebessüm (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Hadi Gülümse.

Sesin düştüğü an içime, gülüşünle dünyanın sekizinci harikasını keşfe doğru yol alır gözlerim.
“Sen” düşüncelerini doldururken yürek cebime, aheste bir nefesin ilk adımı atarım sana doğru.
Bir şarkı düşer dudaklarıma adın gibi ..

sasasaah41zj1.jpg


Ezbere yaşanmış bir ömrü çıkarırken üzerimden, yalın ayak kaçışlarım olursun.
Gecenin ağır düşlerini yüklemekten vazgeçer fırtınalı geçmişim.
Ve hıçkırıklarla boğarım tüm yakarışları.
Rüzgarlar yorgun düşer, tenha bir sokak başında vurulur ayrılıklar.
Gözlerin değer gözlerime, işte o an sobelenir hayat.
Gecenin rimeli akmış, siyaha çalmıyor artık kendini.
Parmak uçlarında yaşlanan umutlar, yeni çocuklar doğuruyor,
Mutluluk kaf dağının ardında değil gülüşünde saklı.
Hiç bir çene kırmıyor artık hevesleri, ve hiçbir hayal eskisi kadar ifrit değil kendinden.
Gel faali olalım biz bu gecelerin..
Çalalım, gökyüzünün mavilerini.
Yağmur insin bu şehre, arınalım tüm acılarımızdan..
Hayatı ıslak bir kaldırım taşı üzerinde temize çekelim.
Bak bu gece hüzün demlemekten vazgeçtim.
Hadi bir kahve ısmarla bana,
Bir gülüşünün kırk yıllık hatırı kalsın bende.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Eğitim Uçağı :
Dört kişilik bir eğitim uçağı karadenizde mezarlığa düşmüş.
Lazlar 80 ceset çıkarmışlar ve ölü sayısının artmasından korkuyorlarmış.

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Çiğdem, Londra'da çalıştığı ofisindeki masasının çekmecesini açtı ve üstünde kendi adının yazıldığı bir zarf buldu.
Zarfın üstünde kırmızı bir kurdele vardı. Zarfı açtı, içinden Kurban Bayramı'nda Ankara'ya gitmesine imkan veren bir uçak bileti çıktı. Yanında bir not vardı:
“Biliyorum, bayramda aileni görmeyi çok istiyorsun. İşte bu, aileni görmen için. Eminim, şimdi nemrut patronun sana izin vermeyeceğini, söyleyeceksin. Onun için şimdi, ayağa kalk ve fotokopi makinesine git. Kapağını kaldır ve kapağın altına yapıştırılmış olan kağıttaki yazıyı oku.” İmza: Serdar.


Çiğdem kalktı. Şaşkın bir ifadeyle fotokopi makinesinin yanına gitti ve fotokopi makinesinin kapağını kaldırdı. Gerçekten kapağın alt kısmına bir yazı yapıştırılmıştı. İngilizce metnin Türkçe karşılığı şöyle:
“Sevgili Çiğdem, dinî bayramınız olan tarihlerde, izinlisin, izinlisin, izinlisin. Böyle bir nişanlıya sahip olduğun için çok şanslısın. Beni ikna etmek için ne kadar uğraştı bilemezsin.
Bana çiçekler gönderdi. Eşim ve bana konser biletleri aldı. Sunday Times gazetesine “İngiltere'deki en iyi patron, Jane'dir” diye ilan bile verdi. İzin işini de hallettiğine göre şimdi Türkiye'deki yakınlarına hediye almak isteyeceksin. Sakın hediye almak için bir de avans istemeye gelme.” İmza: Patron.
Mektup devam ediyordu.
“Sevgili Çalışanlar, Çiğdem'e verdiğim izin bu iş yerinde dine dayalı bir ayrımcılık yapılmadığının bir göstergesidir. Ancak benden özel bir izin alabilmek için önce sizi çok sevecek bir nişanlı bulmanız gerekecek.” İmza: Yine Patron
Çiğdem, gülümseyerek bunları okudu ve masasına döndüğünde, kurdeleli bir zarf daha bırakıldığını gördü. O zarfı da açtı. “Çiğdem, artık bu dakikadan sonra izinlisin. İmza: Patron.”
Çiğdem, Patron'u olan Jane Hanım'ın odasına teşekkür etmeye gitti ama Jane dışarıya çıkmıştı. Nişanlısı Serdar'ı cep telefonundan aradı ama kapsama alanı dışındaydı. Çalışma arkadaşlarına bu olayı anlatıp evine doğru yola çıktı. Uçak bileti ertesi güneydi.
Yakınlarına irili ufaklı hediyeler götürmek istiyordu. Ancak bu işe ayıracak ne zamanı ne de bütçesi vardı. Eve varıp kapıyı açtığında, kendisini bir sürpriz daha bekliyordu. Hemen salona irili ufaklı belki on beş hediye kutusu bırakılmıştı. Yılbaşında çam ağaçlarının yanına bırakılan hediye kutuları gibi, cafcaflı bir şekilde paketlenmiş kutular. Büyük bir şaşkınlık ve sevinçle kutulara eğilip yakından baktığında, her kutuya yapıştırılmış not kağıdında birer isim yazdığını gördü: “Bu Pembe teyzen için”, “Bu Adil amcan için”, “Bu kızkardeşin Selin için” gibi...
Nişanlısı Serdar, ona Kurban Bayramı tatili için uçak bileti almış, patronundan izin ayarlamış, Türkiye'de vermesi gereken hediyelere kadar ayarlamıştı. Serdar'ı tekrar aradı ama bulamadı. Kalktı, evine kadar gitti. Ama evde kimse yoktu. Uçak ertesi sabah saat altıda Türkiye'ye uçacaktı.
Kendisine bu mutluluğu yaşatan adamın yüzüne bir teşekkür bile edemediği için çok üzgün olarak evine döndü. Ama kapıya kocaman harflerle “Seni seviyorum, Çiğdem” diye yazdı. Ertesi sabah hava limanında check-in işlemlerinden sonra uçaktaki yerine doğru yürüdü.
Bagajını üst tarafa yerleştirdikten sonra, yerine oturdu. Hemen herkes yerleştikten sonra hostes geldi ve Çiğdem'in yanındaki adama, “Efendim siz yanlış yere oturmuşsunuz.” dedi. Adam çok fazla itiraz etmeden kalktı. Çiğdem'in yan koltuğu boş kaldı. Çiğdem, tuvalete gittikten sonra hediyenin büyüğünü yan koltuğunda buldu. Yan koltuğunda yarım simit gibi gülümseyen Serdar oturuyordu.
İki bayram arasında herkes size böyle hediyeler versin; siz herkese böyle hediyeler verin inşallah. Unutmayın, en güzel hediye verilen değil, buldurulan hediyedir.
 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Çiğdem, Londra'da çalıştığı ofisindeki masasının çekmecesini açtı ve üstünde kendi adının yazıldığı bir zarf buldu.
Zarfın üstünde kırmızı bir kurdele vardı. Zarfı açtı, içinden Kurban Bayramı'nda Ankara'ya gitmesine imkan veren bir uçak bileti çıktı. Yanında bir not vardı:
“Biliyorum, bayramda aileni görmeyi çok istiyorsun. İşte bu, aileni görmen için. Eminim, şimdi nemrut patronun sana izin vermeyeceğini, söyleyeceksin. Onun için şimdi, ayağa kalk ve fotokopi makinesine git. Kapağını kaldır ve kapağın altına yapıştırılmış olan kağıttaki yazıyı oku.” İmza: Serdar.


Çiğdem kalktı. Şaşkın bir ifadeyle fotokopi makinesinin yanına gitti ve fotokopi makinesinin kapağını kaldırdı. Gerçekten kapağın alt kısmına bir yazı yapıştırılmıştı. İngilizce metnin Türkçe karşılığı şöyle:
“Sevgili Çiğdem, dinî bayramınız olan tarihlerde, izinlisin, izinlisin, izinlisin. Böyle bir nişanlıya sahip olduğun için çok şanslısın. Beni ikna etmek için ne kadar uğraştı bilemezsin.
Bana çiçekler gönderdi. Eşim ve bana konser biletleri aldı. Sunday Times gazetesine “İngiltere'deki en iyi patron, Jane'dir” diye ilan bile verdi. İzin işini de hallettiğine göre şimdi Türkiye'deki yakınlarına hediye almak isteyeceksin. Sakın hediye almak için bir de avans istemeye gelme.” İmza: Patron.
Mektup devam ediyordu.
“Sevgili Çalışanlar, Çiğdem'e verdiğim izin bu iş yerinde dine dayalı bir ayrımcılık yapılmadığının bir göstergesidir. Ancak benden özel bir izin alabilmek için önce sizi çok sevecek bir nişanlı bulmanız gerekecek.” İmza: Yine Patron
Çiğdem, gülümseyerek bunları okudu ve masasına döndüğünde, kurdeleli bir zarf daha bırakıldığını gördü. O zarfı da açtı. “Çiğdem, artık bu dakikadan sonra izinlisin. İmza: Patron.”
Çiğdem, Patron'u olan Jane Hanım'ın odasına teşekkür etmeye gitti ama Jane dışarıya çıkmıştı. Nişanlısı Serdar'ı cep telefonundan aradı ama kapsama alanı dışındaydı. Çalışma arkadaşlarına bu olayı anlatıp evine doğru yola çıktı. Uçak bileti ertesi güneydi.
Yakınlarına irili ufaklı hediyeler götürmek istiyordu. Ancak bu işe ayıracak ne zamanı ne de bütçesi vardı. Eve varıp kapıyı açtığında, kendisini bir sürpriz daha bekliyordu. Hemen salona irili ufaklı belki on beş hediye kutusu bırakılmıştı. Yılbaşında çam ağaçlarının yanına bırakılan hediye kutuları gibi, cafcaflı bir şekilde paketlenmiş kutular. Büyük bir şaşkınlık ve sevinçle kutulara eğilip yakından baktığında, her kutuya yapıştırılmış not kağıdında birer isim yazdığını gördü: “Bu Pembe teyzen için”, “Bu Adil amcan için”, “Bu kızkardeşin Selin için” gibi...
Nişanlısı Serdar, ona Kurban Bayramı tatili için uçak bileti almış, patronundan izin ayarlamış, Türkiye'de vermesi gereken hediyelere kadar ayarlamıştı. Serdar'ı tekrar aradı ama bulamadı. Kalktı, evine kadar gitti. Ama evde kimse yoktu. Uçak ertesi sabah saat altıda Türkiye'ye uçacaktı.
Kendisine bu mutluluğu yaşatan adamın yüzüne bir teşekkür bile edemediği için çok üzgün olarak evine döndü. Ama kapıya kocaman harflerle “Seni seviyorum, Çiğdem” diye yazdı. Ertesi sabah hava limanında check-in işlemlerinden sonra uçaktaki yerine doğru yürüdü.
Bagajını üst tarafa yerleştirdikten sonra, yerine oturdu. Hemen herkes yerleştikten sonra hostes geldi ve Çiğdem'in yanındaki adama, “Efendim siz yanlış yere oturmuşsunuz.” dedi. Adam çok fazla itiraz etmeden kalktı. Çiğdem'in yan koltuğu boş kaldı. Çiğdem, tuvalete gittikten sonra hediyenin büyüğünü yan koltuğunda buldu. Yan koltuğunda yarım simit gibi gülümseyen Serdar oturuyordu.
İki bayram arasında herkes size böyle hediyeler versin; siz herkese böyle hediyeler verin inşallah. Unutmayın, en güzel hediye verilen değil, buldurulan hediyedir.

Çok güzelmiş kardeşim, eçok beğendim, eline gönlüne sağlık.. :)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hep kendi iç sesini dinle. Sen nasıl olmak istiyorsun?
Yoksa hayatın harcanır gider..
Eğer ilk adımı attıysan ancak 2.si mümkün olur.

Asla maske takma.
Öfkeliysen öfkeli ol.
Bu risklidir; ama gülümseme, çünkü bu dürüst olmaz.
Tüm mekanizman ters yüz olmuş.
Çünkü kızmak istediğinde kızmadın, nefret etmek istediğinde etmedin.
Şimdi sevmek istiyorsun; aniden mekanizmanın çalışmadığını farkediyorsun.
Öfkesini bastıran insanlar hep çok yerler, öfkeli insanlar daha fazla sigara içerler.
Çünkü öfke tırnak ve dişlerden boşaltılır.

Gerçekçi ol, sahici ol
Şimdiki zamana sadık kal.
Çünkü tüm yalanlar geçmişten ya da gelecekten içeri sızar.
Geçmişi bir yük gibi üzerinde taşıma, gereksiz yere de gelecekle uğraşma.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
bilgeler.jpg
Dostlarla yapılan sohbetle boy ölçüşecek bir güzel davranış daha yoktur. Onların ayrılığı kadar da keder veren bir şey yoktur.” İmam Şafii
“İyi bir dost olmadan iyi bir dost bulamazsınız.” Niyazi F. Eres

“Üç çeşit dost vardır: Bir dost vardır ki, gıda gibidir; sen onu her gün ararsın. Bir dost vardır ki, ilaç gibidir; gereğinde ararsın. Bir dost vardır ki, hastalık gibidir; o seni arar.” Bâkî

“Dostluk denince yan yana oturmak gelmemeli akla. Gerçek dost, insana güç anında Hızır gibi yetişendir ve bunu her hangi bir karşılık beklemeden yapandır. Canın için canını, malın için malını göz kırpmadan tehlikeye atabilendir.” Beydeba

“Yastık diye başını ateşe dayayan, yatak diye yılanların üzerine yatan bir adam; güvendiği bir dostundan düşmanlık sezen bir adamdan daha rahat uyur.” Beydeba

“Dostluk; iyi insanlar arasında çarçabuk temelleşir, güçlükle yıkılır.” Beydeba

“Senin dindarlığını artıran dost, her karşılaştığında eline bir altın bırakan dosttan daha hayırlıdır.” Bilal bin Saad

“Artık ne kürk, ne post isterim,
Başım hoş değil, devran ile.
En gerçeğinden dost isterim,
Gelsin elinde derman ile.
Cahit Sıtkı Tarancı

“Yalnız kendini düşünerek dost arayan, hizmetçi arıyor demektir.” Cenap Şehabettin

“En vefalı dostumuz gölgemizdir, o da yoldaşlık etmek için güneşli hava bekler.”
Cenap Şehabettin

“Gerçek dost, hiç dostun taşından kaçar mı?” Ebubekir Şiblî

“Senin gerçek dostun, ayıplarını sana gösterendir.” Ebu Cafer-i Sümani

“Sanma şahım herkesi sen sadıkane yar olur,
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur,
Sadıkane belki ol cihanda dildar olur,
Yar olur, ağyar olur, dildar olur, serdar olur.”
Fatih Sultan Mehmet Han (II. Mehmet)

“Her akıllı adam, ancak kendine benzeyenlerle dost olur.” Firdevsî

“Dostsuz ve akrabasız insanlar, ordusuz bir padişah gibi mesut olamazlar.” Firdevsî

“Akıllı bir adam, senin canının düşmanı bile olsa, cahil bir dosttan iyidir.” Firdevsî

“Dostları çoğaltmak, zekâ inceliğindedir.” Fudayl bin İyaz

“Dost ona derler ki, sır saklar, perde tutar; düşmansa her zaman perde yırtar.” Genceli Nizâmî

“İnsanların en acizi, dost aramayandır. Ondan da daha acizi var; o da bulduğu dostu kaybedendir.” Halid bin Safvan

“Dostumuzla beraber, yaralanır kanarız,
Her nefeste aşk ile yaratanı anarız.
Erenler meydanına vahdet ile gir de gör,
Kırk budaklı şamdanda, kırkımız bir yanarız.” Hacı Bektaş-ı Veli

“Sevgi muhabbeti kaynar yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda,
Hırslar kinler yok olur aşkla meydanımızda,
Aslanlar, ceylanlar dosttur kucağımızda.” Hacı Bektaş-ı Veli

“Her şeyin hayırlısı yenisidir; fakat dostun hayırlısı eski olandır.” Hz. Ali

“Birçok kimseye dostluk gösterdim, onlardan bir karşılık görmedim, yine de dostluktan vazgeçmedim.” Hz. Ali

“Hakiki dost, sıkıntı zamanında imdada yetişendir.” Hz. Ali

“Dostların kalbini kırmakla düşmanların arzularına hizmet etmiş olursun.” Hz. Ali

“Menfaate dayanmayan dostluktan başka bütün dostluklar geçidir.” Hz. Ali

“Dostlarımla dost olanları çok severim ve onların değerlerini de dostluklarının derecesiyle ölçerim.” Hz. Ali

“Dostların üçtür; dostun, dostunun dostu, düşmanının düşmanı. Düşmanlarında üçtür; düşmanın, düşmanının dostu, dostunun düşmanı.” Hz. Ali

“Dostuna ve düşmanına hüsnü muamele eden, dostunun muhabbetini artırmış, düşmanının adavetini azaltmış olur.” Hz. Ali

“Biri sana sırtını çevirirse üzülme, böylece dostunu düşmanını ayırt etmiş olursun.” Hz. Ali

“Fenalıklardan uzak duran ve daima verdiği sözü yerine getiren insanlarla dostluk etmeliyiz.”
Hz. Ali

“Dostlarla buluşup konuşmak, kederlerden kurtuluşa vesiledir.” Hz. Ömer

“Uzuvları kesmek, dostluğu kesmekten daha kolaydır.” Hz. Ömer

“Doğru sözlü, doğru özlü insanlardan ayrılma ki, gölgelerinde yaşarsın. Onlar sana bollukta ziynet, darlıkta ıslahtırlar.” Hz. Ömer

“Dostsuz kalan şahsın durumu, sol elden mahrum kalan sağ elin durumu gibidir.”
İbrahim et- Temimi

“Ahlakı kötü insanlarla sohbet etme ki, günahlara meyletmeyesin.” İmam-ı Azam

“İyi günde yaren, ahbap çok olur,
Dar günümde dost bulunmaz, nedendir.” Karacaoğlan

“İnsanın iyi dost ve arkadaşlardan mahrum olması, kötülük olarak ona yeter.”
Malik bin Dinar

“İnsanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa, yol kesenlerinin beli o kadar kırılır.” Hz. Mevlâna

“Dostluğundan fayda görmediğin kişinin, husumetinden sana bir zarar gelmez.”
Meymün bin Mihran

“Dost, rahatlık veren bir merhemdir.” Genceli Nizâmî

“Arkadaşlıkta, menfaat ve zevkler; dostlukta ise, felaketler ve kederler müşterektir.”
Peyami Safa
“Her şeyin yenisi, dostun eskisi,” Peyami Safa

“Evren çiçek olsa, arı ben olsam,
Dostlar dilinden tatlı bal bulamam.” Pir Sultan Abdal

“Hiç ellerin taşı bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni.” Pir Sultan Abdal

“Dost yüzü görmemek çetin bir iştir; ama bu hasret, onu düşmanla beraber görmekten daha kolaydır.” Sadi

“Düşmanlarınızla oturup kalkan, sizin dostunuz olamaz.” Sadi

“Sana düşmanlık edecek kadar dostuna kuvvet verme.” Sadi

“Beğenilmedik yerlere gideni, asla dostluğa layık görme. Ağzı kokmuş bir kişinin artığı olunca, insan susamış olsa da canı temiz su istemez.” Sadi

“Sevgin yoksa dost arama.” Sadi

“Olgun bir adamı dost edinmek isterseniz, eleştirin. Basit bir adamı dost edinmek isterseniz, methedin.” Sadi

“Dostunu ister iyi seç, ister kötü seç,
İbdara düşersen seçilirler er geç.” Yahya Kemâl Beyatlı

“Bir nazarda kalmayalım,
Gel dosta gidelim gönül.
Hasret ile ölmeyelim,
Gel dosta gidelim gönül.
Yunus Emre

“İki cihan zindan bile olsa, benim için gül bahçesidir. İnayet dosttan olduktan sonra, kaygı ve tasaya ne hacet,” Yunus Emre

“Tecrübe edilmiş ve güvenilir insana iyice yapış, böyle insandan sen zevk duyarsın.”
Yusuf Has Hacib

“Sadık dost, panzehirden hayırlı; fena dost da zehirden daha zararlıdır.” Zemahşerî

“Zamanımız insanlarının dostluğu çarşı yemeği gibi, rengi ve görünüşü güzel, fakat tadında iş yok.” Malik bin Dinar

“Çiçeksiz bahçenin zevki olmadığı gibi dostsuz hayatın da zevki olmaz.” Nâsır-ı Husrev

“Biriyle dostluk kurmak iyi bir şey, bu dostluğu sonuna kadar bağlı kalmak büyük bir iştir.”
Nâsır-ı Husrev

“Akıllı ve içindeki düğümleri çözen bir dosta sahip olan kimse ne bahtiyardır.”
Nâsır-ı Husrev

“Senin dindarlığını arttıran dost, her karşılaştığında avucuna bir altın koyan dosttan daha hayırlıdır.” Bilal İbn-i Sa'd
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Cemaat da toplanmış merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir ben de şu odunları yüklendim geldim işte neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..
“Evet” der meczub “Hepinizin sırtı yüklü!”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasınabıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek saf bir çocukça heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı bunda bir tencere yemek bunda kızarmış tavuk şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok boş yok hiç!..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını
biri onaracağı kapıyı
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk
birinin sırtında sevdiği kadın
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!
Meğerse efendim hocanın ineği hastaymış “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..
''''Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren var, yüreği olan görüyor elbet..'''
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Büyüdüğümü yaşlarımla anladığımda, zamanın hain bir şey olduğunu öğrenmiştim. Büyümek bir zaman sürerdi. O zamanda, büyürdün büyüdüğünü öğrendiklerinle.
Emeklemek yürümek içindi.
Uyku büyümek için...


Çocukça oyunlarım, gerçeğe hazırlıktı büyüyenler dünyasında. Ve her çocuk gibi büyüklerin algılarıyla anlaşılmaya çalışılırdı oyunlarım. Saklanan bedenimdi, bulunmak isteyen ise yüreğim... Saklanırdım ama beni bulsunlar isterdim içimde tuttuğum afacan kahkahalarımla.

Oyuncak bebekler ayakta sallanarak uyumazlardı, ama bunu büyüyünce fark ettim. Onlar uyku bilmezlerdi, çocukluğumuzu güzel geçirelim diye hep gözleri açık olurdu çünkü. Büyümek, dünyaya ayak uydurmak için... Büyümek, büyüyen yaşıtlarınla bir olabilmek için... Büyümek, büyüyen dünyada büyük adamlar olmak için... Ve büyümek çocukça, saf algılayışından her şeyi daha etraflıca anlayabilmek adına…

Zamanlarla eşitti büyümek.
Yaşlarımla doğru orantılı...

Babam ilk saatimi aldığımda ilkokul bire gidiyordum. Zaman kavramını anlamayan bir çocuk olarak, analog saati anlamam da hayli zor oldu. Hediyemi hak etmem gerekirmişçesine, büyük masanın bir köşesine oturduk beraber. Akrep ve yelkovan hareket ediyor, saat 1 oluyor. Akrep ve yelkovan hareket ediyor, saat 6'yı buçuk geçiyor oluyor. Sonra 7'e çeyrek kala. Sekizi beş geçe. Ben kocaman gözlerimi açarak dinliyor, anlamaya çalışıyor ama anlamıyordum. Sandalye büyüyor, ben küçülüyordum. Neden öğrenmeliydim bunca şeyi, anlamadığımdan belki de… Belki de akrep akrep gibi değildi. Yelkovan da neyin nesiydi bilmediğimden. 3 bir şeye benziyor, 5 yılan gibi ama değil, benzetemediğimden belki… Belki kolumu ısırıp eti kemik geçiyor demenin daha komik ve eğlenceli olduğunu düşündüğümden...

Tik Tak’lar Arasında Çocukluğunu Uzatmak
O ilk saatimi hâlâ saklıyor olsam da, saatleri nasıl öğrendim bilmiyorum. Hepimiz öğrendik saatleri bir şekilde... Hayatımızda öğrendiğimiz birçok şey gibi, düzene uymak için kurulmuş "zaman" kavramının da tam içindeyiz. Ve şu anda akrep 2'de, yelkovan 20... Ve saatler zamanı, takvimler yılları gösterirmiş. Saatler birikip 24 edince 1 gün edermiş. Bunun 12 saatinde güneş olur, 12 saatinde gece... 12 saat 12 kez akrep ediyor. Ve bir dolu yelkovan... Ve günlerde bazen 30, bazen 31 tane birikirmiş. Bunlarda ay olurmuş 12 tane. Hangisi otuz gün, hangisi bir fazla için ellerinizi yumruk yapmak gerekirmiş. Hopp tepe, hoop çukur... Ocak 31, Şubat hırsız 28, Mart 31... Öyle biriktirirlermiş günleri... Sonra, yaz-kış-sonbahar-ilkbahar varmış bir de... Halbuki, okul tatil -kar yağıyor- ya da denize girme zamanı aslında o mevsimlerin anlamı... Öyleymiş işte büyüyen, düzene girmesi gereken insanlar dünyasında zaman... Ve akrep yelkovan günleri, günler ayları, aylar mevsimleri ve yılları yaparmış. Yıllar geçermiş. Zaman dönermiş. Biz büyürmüşüz.

Saati öğrenmeye zorlanıp gözleri kocaman olan o çocuklar şimdi başka şeylere hayret edermiş gözleri kocaman yine... Mutlulukları bir başka, hüzünleri karmaşa... Büyüyen her çocuk gibi çocuk ruhunu özlerlermiş belki de... O saf, o naif hallerini...

Günleri biriktiren aralık artık görevini bitirmeye yakınken, zaman tam bir yıl olur, 365 gün devrildiğinde yeni bir yıl başlarmış. Yeni günler biriktirmelik...
Ve hep umut ederlermiş, sil baştan başlarcasına. Güzel şeyler...
Sıfır kilometre hayaller...
A
krebin yelkovanla ayrı güzellikte buluşacağı, haylaz Şubat'ın çaldığı 2 günün bile önemsiz kalacağı güzel zamanların hayalleriymiş bunlar.
Her yeni gibi çocukça, saf ve naif hayaller işte...
Çünkü onlar zamana yenik düşmüş büyük çocuklarmış aslında. Zaman hep aynı dönse de o hoş umudu taşıyacaklarmış minik ruhlu büyük çocuklar. Ve böyle böyle büyüyeceklermiş aslında.

O masada oturup saat kavramıyla ilk tanıştığımda, bir de ismi bile olmayan bir şey varmış akrep ve yelkovan dışında.

- Bu devamlı hareket edenin ismi ne Baba? Hani ismi olmayan…
Tik tak Tik tak Tik tak... Akrep ve yelkovandan çok, çocukken o ilgisini çekmiş en çok....

Bazen unutsam da yaşadığım anların kıymetini, hemen o tiktakları duyuyorum içimde...
Çocukluğumu hatırlatıyor belki de.
Gün içinde saatlerle yarışsam, yıllarla yaşıma bir artı eklesem, umutla gelecek yeni yılı beklesem de hepsi yaşadığım güzel anlardan ibaret aslında...
Yıllara göre büyüdüm.
Az uyuyorum sonra.

Uyku sadece bir çocuğun büyümesi için gerekli. Ben ise az uyuyarak çocukluğumu uzatıyorum yine bu gece...
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
bir_tebessum_hikayesi.jpg


BİR TEBESSÜM

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi...
Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.
Bu hava içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.
Hemen bir not yazdı ve ona yolladı.
Arkadaşı bu nottan o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kadına yüklü bir bahşiş verdi.
Garson kadın ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.
Akşam eve giderken kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki...
2 gündür boğazından tek lokma geçmemişti.
Karnını doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu.
Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu.
Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.
Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.
Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı sonra bütün apartman halkı.
Anneler babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi tek kuruşluk maliyeti olmayan bir TEBESSÜMÜN sonucuydu.
YÜZÜNÜZDEN TEBESSÜM EKSİK OLMASIN !
TEBESSÜM ETMEK SADAKADIR ..UNUTMAYALIM !!!

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde.
Bir ilkbahar gününde güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmıştım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanıbaşında olduğuiçin, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelipte dahakulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimide senin Hane-i Saadetine yapmışım.İlkadımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış, ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmişim. Hemen hemen yaptığım her ilkte sen varsın. Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben. Belki seni çok tanımazdım ama sanki bana çok çok yakınmışsın gibi severdim seni.Senin evini her ziyarete gelişimizde de seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik.Çocuklar evde sıkılınca babaları parka,eğlence yerlerine götürsün isterler.Biz Medinede yaşadığımız sürece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç? Sanırım Medinedeki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı.Çünkü orada hiçbir yerde olmayan gülbahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı. Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi. Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık.Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kımbilir, korkardık belkide bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun buda bizim hoşumuza giderdi.

Babama sormuştum bir seferinde- babacığım neden Medine bu kadar sıcak diye.Babam da- evladım Medinede iki tane güneş varda ondan, derdi.- Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değilmi? derdim.Babam gülerek- bak yavrum doğru, bütün dünyayı ısıtan bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medinede olunca sıcaklık iki kat oluyor.Babamın bu cevabı hoşuma giderdi ve ısınırdım.Gerçektende ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama senin güneşinde, sıcaklığında içimizi ısıtıyordu.Medineden ayrıldığımızdan beri belki ayaklarımız ısınıyor ama içimizbir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Gerçi ışığı ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı.Evet, bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilali Habeşi okuyor sanırsınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık.Büyük sütünların altından gelen soğuk havadan saçlarımızı savurturduk.Zemzem bardaklarından güller yapardık.Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakın, onlar Ebu Hüreyrenin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Sen çok iyi bir ev sahibiydin çünkü.Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı.Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhud'da yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud dağına her baktığımızda sanki orada seni görür gibi olurduk.Uhudda senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orasıda ayrı bir gül bahçesi idi sanki. İşte benim yedi senemki en değerli en güzel yıllarım senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde sanki yanımda sen varmışsın gibi seninle dopdolu geçti. Seni görmesem de seninle yaşamaya o kadar alışmıştımki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım,bir parçam orada kalmıştı.Buraları bana gurbet oluverdi.Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar.Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Taki güneşin içimi ısıtana kadar. Senin hasretinden içim üşüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni de üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın.Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki...Ne olur ben sana gelemesem bilesen beni hiç bırakma. Işığınla gecelerimize nur ol. Sıcaklığınla bütünzerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medineyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, arasıra da olsa evimizi şereflendiriver.Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız babacığım.Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum.Ben çok şanslıyım, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin. Medineden ayrıldığımızdan beri sanki sen hep yanıbaşımızdaymışsın gibi hissediyorum.Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkürederim.Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken abimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü abimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde bende kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte şimdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı.Evet demiştim ya
bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oaradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı. Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı?Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık bizi bırakmayacağını biliyordum.

Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim.
Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır.
Birgün sana gelişim geç bile olsa bana,Gül bahçesinin mermerlerinde yalın ayak koşmak nasip et.
Taki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun.
Terliklerimi bıraktığım o güzel mabed son durağım olsun.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........



2310.jpg

Siz hiç ağlarken güldünüz mü?

Ortada hiçbir şey yokken saatlerce ağladınız mı?

Sonra niçin ağladığınızı düşünüp gözyaşlarınızın o engin sularından bir cennet oluştuğunu gördünüz mü hiç?

Sizin canınızın sıkıldığı, hayata, insanlara, eşyaya kırıldığınız, incindiğiniz olmadı mı?

Her şeyden bıktığınız, hayattan hiçbir tad alamadığınız anlar olmadı mı hiç?
Dünyanın bile üstünüze geldiğini düşünüp, çatlayacak gibi olduğunuzda, bir köşeye çekilip saatlerce ağlayarak kendi gözyaşlarınızda boğulmadınız mı hiç?

Ve sonra;
Gözyaşlarınızın o engin sularında tam boğulurken…
Birden bire rahatlayıp huzur bulmadınız mı?
Hayata yeniden gelmiş gibi bir hisle bütün bu olumsuz düşüncelerinizin yerini sıcak, içten ve samimi bir tebessüm almadı mı?


Sadece bir gününüzü insanlara adayın ve çevrenizdeki insanlara dikkatli bir şekilde bakın.
Bu insanların kaçı hayata tebessüm ederek bakıyor?

Kaçı hayattan zevk alarak yaşıyor?
Kaçı mutlu?
İnsanlar maalesef tebessüm etmeyi unutmuş. İnsanlarımızın birçoğu en küçük şeyde birbirlerine kızar, bağırır, sinirlenir olmuş. Öfke potansiyeli en üst seviyeye ulaşmış. Oysa bizim kültürümüz tebessümü, insanlara tebessüm etmeyi, güler yüzlü davranmayı sadaka olarak değerlendirir.
Öyleyse bir soru daha:
Çevrenizdeki insanları mutlu ve güler yüzlü olarak mı görmek istersiniz; yoksa stres küpü olmuş umutsuz ve mutsuz olarak mı?
Başkasının acı çekmesinden zevk alan, sadist bir kişiliği olmayan her insan, birlikte olduğu insanların mutlu olmasını, tebessüm etmesini ister. Birlikte olduğu kişileri mutlu olarak gördüğünde kendisi daha da mutlu olur; yok eğer karşıdaki kişinin bir sıkıntısı varsa, mutsuzsa, onun sorununu halletmeyi ilk vazife olarak görür kendine.
Kolay değildir tebessüm edebilmek, hele günümüzde hiç kolay değildir. Bilim, teknik ve medeniyet devamlı ilerlerken; insanoğlu her geçen gün biraz daha unutuyor tebessüm etmeyi.
İnsanlar hep kahreder her şeye lanet eder olmuş ne yazık ki! Otobüste, trende, vapurda ve sokaklarda insanları güler yüzlü görmek neredeyse imkânsız olmuş. İnsanlarımız tebessüm etmeyi unutmuş.
İnsanoğlu her istediğine, hatta istemediğine bile, anında kavuşabilmesine rağmen neden mutsuz? "Medeniyet" ile "tebessüm" arasında yoksa ters bir orantı mı var? Bu da ayrı bir soru işareti...
Ne güzel, hayata tebessüm ederek bakanlara,
Ne güzel tebessümü sadaka olarak değerlendirip onu tüm insanlara dağıtanlara,
Ne güzel, birlikte olduğu insanlar arasında yalnız kaldığında bile tebessüm edebilenlere,
Ne güzel, tebessümü hayat felsefesi yapanlara,
Ne güzel, göz yaşlarında tebessüm saklayanlara ve
Ne güzel, tebessümü göz yaşında arayanlara…
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Üç Nasihat

Vaktiyle bir derviş, evinden çok uzaklarda yıllar yılı üstadının hizmetinde bulunmuş, üstadının himmet ve nazarıyla Allah’ın rızasını kazanıp, Allah’a yakınlık peyda etmede büyük mesafeler kat ederek, üstadının teveccühüne mahzar olmuştu. Geçen zaman içerisinde, manevi anlamda hızla tekâmül etmekle birlikte; evinden uzun yıllar uzak kalması sebebiyle ailesine olan hasreti gittikçe artan derviş, bir gün üstadına giderek ailesini ziyaret etmek için müsaade ister. Bu durum karşısında üstadı dervişe dönerek: “İnşaallah evladım, tabi gidebilirsin. Müsaade Allah’tan.’’ der ve akabinde: “Evladım gitmeden önce yanımıza gel sana bir emanetimiz, üç de nasihatimiz olacak” diye de ekler. Üstadının bu sözleri karşısında gayet memnun olan derviş, yolculuk hazırlıklarını yapmak üzere oradan ayrılır. Ertesi gün hazırlıklarını tamamlayarak üstadının huzuruna çıkar. Üstadı: “Evladım Biz senden memnunuz, Allah-u Teâlâ hazretleride senden memnun olsun inşaallah”;diye dua ettikten sonra dervişe bir bohça uzatarak: “Oğlum bu bohçayı al; fakat sakın ola yolda giderken açma! Evine varınca açarsın.” diye sıkıca tembih eder. Sonra da dervişe tebessüm ederek şu nasihatlerde bulunur: “Evladım; üzerine vazife olmayan işe karışma, gönül kimi sevdiyse o güzeldir, bir işin sonunu görmeden karar verme. Bu nasihatlerimize iyi yapış, onlara iyi sahip çık.” der ve dervişi uğurlar.

Derviş, yıllar sonra ailesine kavuşacak olmanın mutluluğuyla yola koyulur. Yol boyunca bohçanın içindekilerin merakı bir türlü gitmez ve ne kadar düşündüyse de üstadının nasihatlerinin hikmetine eremez.

Bir, iki günlük yolculuktan sonra bir beldeye gelen derviş, o beldenin zenginlerinden bir adamın evine misafir olur. Ev sahibi adam dervişi yemeğe buyur eder. Sofraya otururlar. Fakat garip bir haldir ki sofrada derviş, ev sahibi, bir de köpek vardır. Biraz ilerde ise demir parmaklıklar ardında, ayağından zincirlenmiş vaziyette bir kadın oturmaktadır. Adam kalkarak onun önüne de bir tas yemek koyar ve sofraya oturur. Yemeğe başlarlar. Yemeklerini yerken adam dervişe dönerek: “Ey derviş; sofrada ki gariplik dikkatini çekmedi mi? diye sorar. Derviş tam cevap verecek iken üstadının sözü aklına gelir ve adama dönerek; “Efendim, ben üzerime vazife olmayan işe karışmam.”der. Ev sahibi adam, dervişin bu sözünden çok memnun olur ve sözlerine şöyle devam eder: “Buraya pek çok misafir geldi ve hepside bu sorum karşısında, hiç utanmıyor musun? Köpeği sofraya oturtmaya, kadını da kafese koymaya diye bana kızdılar. Ben de sinirlendim ve böyle söyleyen her misafiri öldürdüm. Fakat sen “Ben, üzerime vazife olmayan işe karışmam!”dedin, vermiş olduğun bu cevap beni çok hoşnut etti. Bende sana meselenin aslını anlatacağım: Bundan bir sene evvel çalışmak amacıyla evden ayrılmıştım. Geri döndüğümde içeride karım ve iki adamın eğlendiklerini gördüm. Adamlara güç yetiremedim, beni dövdüler. Karım benden taraf olacağına onlarla beraber oldu. Ellerimi, ayaklarımı bağladılar. İçki içip sızdıklarında bu köpek geldi, ipleri çözdü. Bende kalkıp adamları öldürdüm, lakin ibret olsun diye karımı öldürmeyip: Bir köpek kadar olamadın; köpeğin yeri senin yerin, senin yerin ise köpeğin yeridir, diyerek; onu bu kafese hapsettim.”der ve olayı anlatır. Hadiseyi ibretle dinleyen derviş; müsaade alıp yoluna devam ederken üstadının nasihatlerinin ne kadar kıymet arz ettiğini anlayarak üstadına dua eder.

Derviş, özlem ve hasretle yolculuğuna devam ederken çeşitli seyirler ediyor, ailesine kavuşacak olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Fakat dervişin bir sıkıntısı vardı. Bohçanın içindekilerin merakı git gide artıyor ve dayanılmaz bir hal almaya başlıyordu. İçinden de “Sabırlı kulların mükâfatı bol ve hesapsız verilir.”ayetini tekrar ederek bu merakı defetmeye çalışıyordu.

Bu duygular içerisinde giderken yolu tekrar bir beldeye rastlayan derviş, o beldenin emirine misafir olur. Emir, dervişi evinde ağırlar, türlü türlü ikramlarda bulunur, sohbet etmeye başlarlar. Derken içeriye gayet çirkin bir kadın girer ve emir dervişe dönerek: “Nasıl? Güzel kadın değil mi?”diye sorar. Üstadının nasihati tekrar aklına gelen derviş:”Emirim, gönül kimi severse güzel odur.”diye karşılık verince, bu cevaptan memnun olan emir : “Bu hanımım, buraya gelen misafirlerime elinden geldiği kadar izzet-i ikramda bulunur. Fakat misafirler onun bu görüntüsünü beğenmezler. Üstelik efendim siz koskoca bir emirsiniz, çokta zenginsiniz. Buna rağmen neden bu çirkin kadına katlanıyorsunuz? Diye de kendi aralarında bana şirin gözükmeye çalışırlar. Bende onlara kızar ve hepsini öldürürdüm. Ama sen onlar gibi değilsin. Dediğin gibi gönlüm bu kadını sevdi, bende hanımımdan razıyım.”der. Üstadının nasihatleri bir bir çıkmakta ve nasihatlerin hikmetini kavramakta olan derviş, üstadını dinlemiş olmanın verdiği huzur içerisinde oradan da selametlikle ayrılır.

Nihayet uzun ve meşakkatli bir yolculuğun sonunda memleketine varan derviş; sevinç içersisinde evine yaklaştığı anda hanımının genç bir erkeği öptüğünü pencereden görüverir. Bir anda hiddetlenerek öfke ile içeriye yöneldiği sırada üstadının son nasihati (Bir işin sonunu görmeden karar verme) aklına gelir. Bir yere gizlenerek onları izlemeye başlar. Kısa bir süre sonra kapı açılır ve içeriden çıkan genç erkek, tekrar dervişin hanımını öperek: “Hadi anneciğim Allah’a ısmarladık.”deyince, derviş olduğu yerde gözyaşlarına boğulur. Çünkü bu genç; çocuk yaştayken geride bıraktığı evladıdır. Hemen koşarak ailesinin yanına varır. Hanımı ve oğlu, dervişi gözyaşları içinde karşılarlar ve hep birlikte eve girerler.

Derviş, üstadının son sözü olan “Evladım; bu bohçayı da evine ulaşınca açarsın” emrini yerine getirmek üzere bohçayı önüne koyar ve açar. Bohçanın üst kısmında üstadının mührü ve icazeti olan bir kâğıt, bir miktar para ile bir not vardır. Notta şöyle yazar: “Evladım, eğer bu mektubu okuyorsan elhamdülillah imtihanı başarıyla geçtin demektir. Bohçanın içerisinde bizim halifemiz olduğuna dair icazetin var. Oradaki halkı irşat ve ikazla vazifelisin. Bir miktarda para koyduk, bu parayla da orada bir dergâh açarsın. Allah-ü Teâlâ hizmetinde yardımcın, Peygamber Efendimiz önünde ışığın olsun esselâmualeyküm varahmetullâhi veberakâtüh.”

Cenab-ı Zül Celal hazretleri, kâinatı muazzam bir şekilde sırlar ağıyla örüp, bunu sadece arzu edenlerin keşfedebileceği şekilde dizayn etmiştir. Manevi âlemin, hal ve yaşantıları da aynı şekilde sırlar ağıyla örülmüş ve talip olanların ilahi sırlara ulaşmaları için yol gösterici peygamberler ve evliyalar vesile kılınmıştır. Resulallah Efendimiz “İrşada gücü yeten bir akıldan, irşad talep ediniz ve ona isyan etmeyiniz” buyurarak; O’nun ahirete irtihalinden sonra Allah dostu evliyaullaha tabi olmamız gerektiğini bizlere işaret etmişlerdir.

Kıssamızda bahsi geçen derviş, Resulallah Efendimizin (s.a.v) bu hadisi şerifindeki emre uyarak yıllarca bir Allah Dostu’nun kapısında Allah’ın rızasını kazanmak için mücadele etmiş. Evine dönerken üstadının vermiş olduğu nasihatleri dinleyerek üstadının halifesi olmakla ve nasihatlerin içindeki hakikate ermekle şereflenmiştir. Üstadı nasihatleriyle;“Evladım, Üzerine vazife olmayan işe karışma. Kula gereken, yarın neden sorguya çekilecekse onunla meşgul olmaktır. Sana Allah gerek. O’nun zatından gayrıyla uğraşma. Bırak başkaları şunu yapmış, nasıl yapmış, niye böyle yapmamış, asıl şöyle yapmalıydı gibi sözleri, onlara akıl vermeyi. Halkı bırak; Allah’ın seçkin kullarının arasına girmeye çalış. Allah yolcuları karanlığa ışıkla girerler. Onların ışığı, Hakk’a kulluktur.

Gönül sevdiğine güzeldir. Her insanın istidadı farklıdır. Sen Allah’ı, Resulü’nü, O’nun sevdiklerini seversin, kimisi dünyayı, kimisi parayı, kimisi cenneti, kimisi makamı, kimisi kadını, kimisi güzeli, kimisi çirkini, sever. Herkesin kabiliyeti hangi yönde ise, o yönde sevgi ve muhabbeti olur. Sen sakın ola bu hallerinden dolayı kimseyi kınama, kimseyi de övme, herkesi olduğu gibi kabul et, geniş gönüllü ol. Zira insanın kullukta kemalata erişmiş olmasının bir nişanesi de “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü.”sözünü düstur edinerek hayatında tatbik edebilmesidir.

Oğlum; bir işin sonunu görmeden karar verme. İşlerin sonunu gözeten, onların getireceği beladan kurtulur. Bastığı yeri bilmeyen pişmanlıkta yürür. Aklıselim sahibi ol. Çünkü aklıselim sahipleri Allah’ın yardımıyla doğruyu bulurlar. Her işin içerisinde, bir hikmet gizlidir. Feraset sahibi ol."Feraset öyle bir bakıştır ki, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar keskindir.”demek istemiş; fakat bu sözlerin özünü nasihatlerde gizleyerek dervişi imtihana tabi tutmuştur.

Sabır, sadakat, teslimiyet üzerine imtihan olan derviş nefsine ve şeytana uymayarak; İmam-ı Gazali Hazretlerinin “Mürşide teslim olan müridin hali, etrafı surlarla çevrili kale gibidir.” buyurduğu üzere, üstadına teslim olmuş, böylece öldürülmekten kurtulmuştur. Bunun yanında üstadının himmetiyle maneviyat erlerinin arasına dâhil olmakla şereflenmiştir. Cenab-ı Hak bizleri de seçkin kullarıyla beraber eylesin, ilahi sırların muhatabı olan zümreye dâhil eylesin inşâllah.

 

**RaNa**

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Haz 2011
Mesajlar
3,597
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
31
Güzel bı konu acmıssın Berra :)
Allah razı olsun
 

**RaNa**

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Haz 2011
Mesajlar
3,597
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
31
yanlız yazılarını bıraz buyuk yaz okuyamıyorum
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Çocuk sordu babasına;
- Baba sana üç sorum olacak...
- Bir kere gidince geri gelmeyen şey nedir?
Sustu adam...
- Hiç konuşmadan kendimi ifade etmek istesem ne yapmam gerekir?
Düşündü adam...
- Son olarak da hayatta nasıl mutlu olurum? Bana söyler misin baba? dedi.
Güldü baba ve
- Cevabım ''YAŞ'' tır oğlum, dedi.Pusulan yaş olsun senin...
- İlk sorunun cevabı dünyaları versen YAŞ'ını geri alamazsın.
- İkinci sorunda da bazen hiç konuşmana gerek kalmaz.
Bir damla gözYAŞ'ın en güçlü cümleleri bile kurşuna dizer.
Son sorunun cevabı da hayatta mutlu olmak istiyorsan sen sen ol, hiçbir zaman YAŞ tahtaya basma...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir kuru ekmeğe muhtaç insanlar vardır ya hani, sadece karnım doysun başka birşey istemiyorum diyerek her ağzına götürdüğü kuru ekmek için bile şükreden o temiz insanlar

Mutluluğu başka yerde arama, mutluluk aslında elinin altında Sen yeterki kıymet bil

İnsan üstüne değil, altındakilere bakıp herzaman şükretmeyi bilmeli Televoledeki yaşamları görüp ''Bizimkide hayat mı be'' demeden önce bu fotoğrafa bakın diyorum...

38a3aa50344b97750a3b7d1-1.jpg
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
[h=3] Kırk Gram tebessüm-Cüneyd Suavı
[/h]
Hayvanlarla nasıl konuşulur


Eğer hayvanlarla konuşabilsek,zalim biri kümesteki tavuğuna sokulup:

'Bak sarıkız!'diyecek.'Her sabah taze bir yumurta istiyorum. Üstelik de çift sarılı olmak şartıyla.'
Sarıkız gözlerini fal taşı gibi açıp:
'Ama patron!.' diye kekeleyecek. 'Çift sarılı yumurtalar acayip büyük olur.O tür yumurtaları yumutlarken , neler çektiğimi biliyor musun ?'
Adam , tehdit konusunda usta ya ! .
Sarıkızın yanında koca bir bıçağı bilemeye başlarken :
' Hanııım'!.' diye kibarca seslenecek.
'Akşama tavuk suyuna bir çorba yapar mısın?'
Gerisi belli ...
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
24
Bende 11 yaşındayım ama 2 gün tutabildim sadece, oruç tutamıyorum karın ağrısı, baş ağrısı, hepsi beraber geliyor. :(

En baştaki yorumlara bakarak söyledim. :)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt