Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kırk gram tebessüm (1 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Günlerden Pazar ılık ve güneşli bir gün... Keyifli bir kahvaltı yapıp sokağa çıkıyorum.İçimde dalga dalga bir sevinç sebebini bilmiyorum. Herşey benimle birlikte bayram yapıyor sanki...Yolda uzun zamandır görmediğim bir gençle karşılaşıp hal hatır sorduktan sonra;
-Amcana selam söyle diyorum.Kendisini çok severim bilirsin.Delikanlı yüzüme şaşkın şaşkın bakıp:

-Amcam 4 ay önce öldü diyor.Duydunuz sanıyordum. Bir anda bütün neşemi kaybedip kanımın beynime çıktığını hissediyor fakat bu arada amcasının cenazesine bile gittiğimi bile hatırlıyorum. Genç bana "bunamış"falan dememeli.Bunun için lafı değiştiriyorum.

-Öldüğünü biliyorum canım diyorum.Hatta cenazesine dahi gitmiştim.Ama bilirsinki mezarlıklar ziyaret edildiğinde orada yatanlara selam verilir.Kabrine uğradığında "amcana benim namımada selam ver"demek istemiştim. Delikanlı herhalde ilk defa karşılaştığı bu selam şekli karşısında ister istemez"baş üstüne"deyip ayrılıyor.Bende derin bir nefes alıp yoluma devam ediyorum. Her Pazar olduğu gibi teyzemin evine uğrayacağım.Elini öpüp dertleştikten sonra her zaman olduğu gibi buzdolabını ziyaret ediyorum.Ağzının tadını bildiği için dolap birbirinden nefis şeylerle dolu.Bu arada:

-Dün akşam çarpıntım vardı diyor.Bu günlerde herhalde tıkanıp öleceğim.Yediğim nefis tatlıları bizim buzdolabında da görmek isteyişimin tesiriyle olmalı ki yanlışlıkla;

-Allah hepimize göstersin diyorum.Çok memnun olurum. Teyzem sözlerimin tesiriyle donup kalmışken birden işin farkına varıyorum.Tatlılar mideme oturuyor.Ne diyeyim şimdi ona?Birkaç saniye düşünüp:

-Teyzeciğim yanlış anlama diye lafı çeviriyorum." Allah göstersin diyorum"çünkü insanlar vardır ki cenazesi bile kalkmadan ölüp gidiyorlar.Yani cesetleri bulunamıyor.Sevdiklerimizin eliyle inşallah cennete uğurlamak için" Allah hepimize göstersin"diyorum.Teyzem başını sallayarak:

-Haklısın yavrum haklısındiyor.O da bir nimet değilmi?Haydi bir tatlı daha yiyiver.Başıma gelenlere rağmen karnımı doyurup neşe içinde oradan ayrılıyorum. Pazar keyfim henüz tamamlanmamış.İlerideki bir evin önünde gördüğüm kalabalığa yaklaşıp çömelmiş vaziyette duran adama:

-Kolay gelsin diyorum.Kimin düğünü bu? Adam 2 metrelik boyuyla doğrulup tepemde solurken:

-Ne düğünü be adam diye kükrüyor.Görmüyormusuncenaze kaldırıyoruz?! Bir anda yumruk yemiş gibi olup kanımın tekrar beynime çıktığını hissediyorum.Adam ise hızını alamamış olmalı ki kollarını sıvayıp üzerime üzerime geliyor.Korkudan dizlerimin bağı çözülmemiş olsa yeni bir 100 metre rekoru kırmam içten bile değil.Ama ne mümkün?Asırlık bir çınar ağacı gibi toprağa kök salmış kımıldayamıyorum.Yapabileceğim tek şey adam yüzümün şeklini değiştirmeden lafı değiştirmek. Kestirme bir cevap ararken bir yandan da fakir fukaraya adaklar adıyor ve sonunda:

-Yanlış anladın be ağabeyciğim diyorum.Bilirsin ki ölüm iman sahipleri için cennete gitmeye vesiledir.Yani onlar için düğünden farksızdır.Bu yüzden sana"Kimin düğünü var?"diye sordum. Söylediklerim adamın aklına yatmış olmalı ki birkaç saniye düşünüp:

-Kusura bakma arkadaşımdiyor.Cahilliğime ver.Ölen babam olduğu için bir anda sinirleniverdim işte. Yeniden dünyaya gelmiş gibi Allah ''a şükrediyorum.Tekrar yürüyebilmek için kuvvet toplarken kendi kendime:

-Geveze adam diye söyleniyorum.Sen neşelisin diye herkesinde öyle olmasımı gerekiyor?Çabuk eve yürü ve gidene kadarda kimseyle bir kelime bile konuşma...

Cüneyt suavi
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Bazı öğretim üyeleriyle birlikte, zengin bir iş adamının evinde verdiği davete katılıyoruz. İftar öncesinde başlayan sohbetimiz konu ne olursa olsun dönüp dolaşıp yemeklere bağlanıyor. Kurtlar gibi acıkmış ve sofraya oturmaktan başka bir şey düşünemez hale gelmişiz. Derken top patlıyor ve büyük bir iştahla masaya doğru yönelirken, ev sahibimiz birer hurma ikram edip:

- Önce namaz kılalım, diyor. Geciktirmek doğru olmaz.

Ben bir önceki iftarda baş ağrısından bir şey yiyemediğin ve sahuru kıl payı kaçırdığım için fenalıklar geçirirken, ev sahibi:

- Namazı siz kıldırın Cüneyd Bey, diyor. Duyduğuma göre bu işi sık sık yapıyormuşsunuz.

Nazlanıp da vakit kaybetmemek için teklifi hemen kabul edip öne ilerliyorum. Yeni asistanlarımızdan biri kamet getirirken, bütün sermayesini eritmiş olan midem de, açlık feryatlarıyla eşlik ediyor o güzel nağmelere. Cemaat, yemek salonuna lebalep doldurmuş durumda. Tam namaza başlamak üzereyken, evin küçük oğlu bir tepsi kıymalı börekle içeri giriyor ve aklımı başımdan alan o mükemmel eseri, hemen yanımdaki masaya bırakıyor. Çocuk, anlaşılan haylazın teki. Açlığımın derecesini hissetmiş olmalı ki, gözlerimin içine bakarak koca bir parça böreği ağzına atıyor ve büyük bir şapırtıyla çiğnerken hain hain gülümsüyor. Bir anda ağzımdaki müthiş bir sulanmayla kendimden geçiyor ve tekbir bile alamayacak hale geliyorum. Hemen arkamda, fakültemizin fizik hocası var. Onun kıymalı börek sevmediğini bildiğim için:

- İmamete sen geç, diyorum. Ben yapamayacağım.

Sağ olsun beni kırmıyor ve yerimi alırken, tekrar kamet getiriliyor. Getiriliyor ama ev sahibinin oğlu bu sefer de fırında nar gibi kızartılmış tavuk butlarıyla örtülü bir tepsi getiriyor içeri. Yeni imam, gözlerini et tepsisine kilitlemiş durumda kıpırdanmaya başlıyor ve arka arkaya yutkunurken, ev sahibine dönüp:

- Şimdi aklıma geldi, diyor. Aile reisinin imam olması çok makbulmüş.

Ev sahibimiz, oldukça şaşkın görünmesine rağmen ister istemez öne geçiyor ve yeni asistan arkadaşımız kamet getirmekten yorulduğu için, bir başkası devralıyor müezzinlik vazifesini.

Nihayet namaza durabiliyoruz.

Son imamımız, eski hafızlardan. Birçok da talebe yetiştirmiş. Maşallah ayetlerin hakkını tam veriyor ve ilk rekâttaki Fatiha'dan sonra başlıyor Yasin-i Şerif'i okumaya. Ben, sadece ilk ayetleri okur falan diye içimden geçirirken, o büyük bir şevkle süreyi tamamlıyor ve yirmi dakika sonra başladığımız ikinci rekâtı, Rahman Süresiyle sürdürüyor. Bu sürede geçen Cennet nimetlerinden olsa gerek ki, açlığım dayanılmaz bir hal alıyor, ayaklarım titriyor, gözlerim kararıyor. Ve yarım saat sonra namaz bitirdiğinde, ev sahibimiz:

- Ben yeni ameliyat olduğum için oruç tutamamıştım, diyor. Siz herhalde acıkmışsınızdır, buyurun masaya geçelim.

Kıtlıktan çıkmış gibi sofraya koşarken, ne kadar aciz olduğumuzu ve çoğu zaman pek umursamadığımız nimetlerin mükemmelliğini düşünüyorum.

Yemeklerin her bir lokması, tefekkür ve şükürle geçiyor boğazımdan. Ve bir sultan gibi bahtiyar hissediyorum kendimi, onbir ayın sultanı Ramazan'da.
cüneyt suavi
 

Seyren

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2012
Mesajlar
1,036
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Yemeklerin her bir lokması, tefekkür ve şükürle geçiyor boğazımdan. Ve bir sultan gibi bahtiyar hissediyorum kendimi, onbir ayın sultanı Ramazan'da

Behiyecim emeğine sağlık canım.
RAMAZANI ŞERİFİ o kadar çok seviyorum ve özlüyorm ki anlatamam daha dün akraba sohbetinde konuştuk.Ramazan ayrı bir huzur şükür tefekkür ayrı bir haz uyandırır bende.O mübarek ay anlatılmaz bir sevgi ile beklenir bizim evde 12 yaşında ki kızım bile annecim artık ramazan gelsin diyor.Gece gece muhteşem huzur doldu içime yazılarınla.Allah razı olsun.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Behiyecim emeğine sağlık canım.
RAMAZANI ŞERİFİ o kadar çok seviyorum ve özlüyorm ki anlatamam daha dün akraba sohbetinde konuştuk.Ramazan ayrı bir huzur şükür tefekkür ayrı bir haz uyandırır bende.O mübarek ay anlatılmaz bir sevgi ile beklenir bizim evde 12 yaşında ki kızım bile annecim artık ramazan gelsin diyor.Gece gece muhteşem huzur doldu içime yazılarınla.Allah razı olsun.
rica ederim
bende çok özledim
heleki o sahur vakti çogu zaman sahura kadar yatmazdım
aynen dedinize katılıyorum her şey ayrı bir haz
Allah kızınızı saliha aldar eylesin......
benimde kardeşim suanda 8 yaşında inanırmısınız geçen sene oda bizimle
4-5 gün oruç tuttu
 

Seyren

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2012
Mesajlar
1,036
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Maşallah kızım okulda zorlandığı zamanlar bırakmadım ama oda 20 gün kadar tuttu yazılı olduğu günler tutturmadım sadece.
 

Seyren

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2012
Mesajlar
1,036
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Allah razı olsun canım.Allah hepimizin evladına hayırlı imanlı ömürler nasip etsin.Rabbim onları doğru yolundan ayırmasın.Yanında da bizleri inşallah.
(Annesi olarak evlatlarıma layık olmaya onları iyi birer kul ve evlat olarak yetiştirmeye çalışıyorum oysa ne günahkarım.Rabbim affetsin bizleri)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Allah razı olsun canım.Allah hepimizin evladına hayırlı imanlı ömürler nasip etsin.Rabbim onları doğru yolundan ayırmasın.Yanında da bizleri inşallah.
(Annesi olarak evlatlarıma layık olmaya onları iyi birer kul ve evlat olarak yetiştirmeye çalışıyorum oysa ne günahkarım.Rabbim affetsin bizleri)
amin sonuçta bizler onların temellerini atıyoruz o yaştaki bir insan ramazan özleminden bahsediyorsa doğru yoldasınız demektir inşsallah kimin hatası yoki bende elimden geldin geldikçe kardeşime islamın güzel ahlakını anlatmaya çalışıyorum ama sonuçta hidater Allahtan
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Delikanlı alaca karanlıkta yürürken, yumuşak bir şeye çarptığını fark etti. Eğildi baktı... Aman Allah'ım.!.. Ayaklarının arasında, yuvasından ustalıkla sökülmüş bil kalp duruyordu. Tıpkı resimlerdeki gibi diri ve anlıydı. Onu büyülenmişçesine avuçlarına aldığında, dehşetinden çıldıracak gibi oldu. Kalp tıp tıp atıyordu ve sıcacıktı. Delikanlı, sanki ellerine yapışıp bir başka uzvu haline geliveren kalpten kurtulmak
istiyor, fakat ne olduğunu kestiremediği duygular tarafından engellendiğini hissediyordu. Bir müddet sonra sakinleştiğinde, onun sahibini bulmak için en yakındaki evin kapısını çaldı ve zincir aralığından bakan genç kıza:

- Bu kalp sizin mi? diye sordu. Biraz önce buldum onu. Kız, mahçup bir ifadeyle:

- Ben kalbimi, üç ay önce rastladığım bir vefasıza kaptırdım, dedi. Yandaki eve sorun, onların olabilir. Kızın gösterdiği ev, göz kamaştırıcı bir villaydı. Kapıyı açan hizmetkarlar, onu üst kata çıkartarak evin
beyine götürdüler. Delikanlı, yumuşacık halıların üzerine damlayan kanları ayağıyla örtmeye çalışırken:

- Bu kalp sizin mi acaba? diye sordu. Hala atıyor da...

Beyefendi, ışıl ışıl parıldayan kristal kadehinden höpürtülü bir yudum çekerek:

- Ben kalbimi dünyaya sattım canikom, diye sırıttı. Komşu evde bir
meczup var,o bilir sahibini.

Delikanlı, hızla soğumaya başlayan ve atışları gittikçe yavaşlayan kalbi bitişik kulübedeki ihtiyara koşturarak:

- Bu sizin mi? diye sordu. Çabuk olun. Neredeyse duracak. Yaşlı adam, okumakta olduğu Kur'anı yavaşça kapatırken:

- Ben kalbimi, her şeyimle birlikte Allah'a verdim evlad, diye gülümsedi. Elindekinin sahibini neden gidip anne ve babana sormuyorsun? Her ikisi de yaşlanıp bunadı, diye üfüldendi genç. Bir bebek gibi alaka görmek istediklerinden, üç gün önce kavga edip onları terketmiştim. İhtiyar adam, büyük bir üzüntüyle:

- Terkettin ha!... diye mırıldandı. Terkettin demek. Delikanlı, söylenenlere karşı kayıtsız görünüyordu. Oysa ki yaşlı adam, beklediği cevabı çoktan almıştı. Delikanlıya doğru emin adımlarla ilerledi ve iki eliyle
kavradığı gömleğini bir hamlede yırtarak açıverdi. Delikanlının sol göğsünde, avuçlarında tuttuğu kalp büyüklüğünde kanlı bir boşluk vardı.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,546
Tepki puanı
896
Puanları
113
Yaş
65
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Beyin göçü
Tiki olduğu her halinden belli olan kızımız Beşiktaş-Taksim midibüsünde yanındaki arkadaşına dert yanmaktadır.
''Şekerim dördüncü kez girdim ÖSS'ye, ama yine kazanamadım, gidicem sonunda Amerika'ya o olucak.
Böyle, böyle beyin göçü oluyor işteeaa!''
Sen git, masrafları ben karşılıyorum.


8e2a4abf78cacc64ffff80cdfffffff2.gif
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
— Ben şimdi size cahillik nasıl yanlışlıklara sebep oluyor, nasıl insanı komik hale düşürüyor, bunun örneğini söyleyeyim.
Biliyorsunuz Osmanlı Devleti, son devirlerine doğru çeşitli bakımlardan çok zayıflamıştı. Zaten zayıflamasa son devirler gelmez, daha da devam ederdi.
İşte bu zayıflayan şeylerin başında da bilgi ve kültür geliyor. Devlet ilk yıllardaki derin bilgi ve ona dayanan köklü düşünceden kopup uzaklaşmış; uzaklaştıkça da düşmüş ve sonunda da çökmüş tabiî. Bu çöküşe doğru hızla gidildiği yıllardan birinde bir Yeniçeri, komşusu olan Yahudiye çok kızıyormuş. Dermiş ki hep: “Bu Yahudi bizden daha iyi şartlarda yer içer, bu ülkenin imkanlarından yararlanır. Ama bir gün bile Müslüman olmayı aklından geçirmez. Bu ne biçim bir nankörlüktür. Ah bir fırsatını bulsam da bu kıymetbilmezliğinin hesabını sorabilsem!...”
Yeniçeri bakmış ki fırsat çıkmayacak. En iyisi fırsatı ben hazırlayayım demiş. Tenha bir sokakta karşılaştığı Yahudi komşusuna çarpıp düşürmüş adamı yere, çekmiş kılıcını. Bir ayağı ile de göğsüne basmış ve demiş ki:
— Ulan Yahudi! Nedir senden çektiğimiz?
Tabiî dünyayı ve yaşamayı çok seven zavallı adamın gözleri faltaşı gibi açılmış:
— Amanın, kurbanın olayım Ağa! Ne dilersen yaparım. Yeter ki canımı bağışla, bana kıyma!
Yeniçeri’nin gözleri sevinçle parlamış:
— Peki öyleyse, tez Müslüman ol bakalım!...
Yahudi komşunun hiç Müslüman olmaya niyeti yok ama, can korkusuyla:
— Emret Ağam, demiş. Ne diyeyim de Müslüman olalım?
Yeniçeri’nin cevabı ne olsa beğenirsiniz:
—Ah ulan komşu, onu ben de bilmiyorum!...
Sınıfta baktım, gülenler kadar da Yeniçeri’nin bu derece cahilliğine şaşıranlar vardı. Hele bizim Filozof öyle esefleniyordu ki:
— Vay be... Yeniçeri fırsatı nasıl da kaçırmış. Ben olsaydım orada...
Sözünü kestim.
—Zorla Müslüman yapmak var mıdır bizim dinimizde?
Müslüman etmenin tek yolu benimsetmek, kafasını ve gönlünü ikna etmektir. Kesinlikle zorlamak yoktur. Kim olursa olsun zorlayarak Müslüman yapamazsınız. Çünkü zorlamak bazan da ters tepki yaptırır.
Hattâ zorlanan insan daha kötü duruma da düşürülmüş olabilir. Şimdi inançsız bir kişi düşünelim. Bunun adı en kötü ihtimalle kâfirdir. Allah’ı ve Peygamberi kabul etmiyorsa, kâfirdir. Yâni inancı inkar ediyor demektir. Böyle birini zorladığınız zaman, baskı yaparak Müslüman etmeye kalktığınız zaman, adam inanmış olamaz, daha kötü bir duruma düşmüş olur. Yani münafıklaşır. Münafık iki yüzlüdür. Dışından inanmış gibi göründüğü halde, içinden inanmamıştır. Bizim inancımıza göre, münafık kâfirden daha kötüdür. Çünkü inancında samimi değildir, iki yüzlü olduğu için de aldatıcıdır.
Hatırlayacaksınız, size demin, iyi niyet yetmez demiştim. Benim kalbim temiz, niyetim de çok iyi... Zorluyorum, kaba kuvvet kullanıyorum birini Müslüman etmek için... İşte bu çok yanlıştır. İyi niyetle kötülük yapmak demektir. Çünkü inançsız bir kişiyi Müslüman etmek değil, münafık etmek demektir.
Hem bana, söyler misiniz, insan inancını, fikrini, düşüncesini kabul ettirmek için neden baskı yapar?
— Anlatarak fikrini, inancını kabul ettiremediği için.
— Bilgisine güvenemediği için...
— Karşısındakine imanını ispatlayamadığı için...
Uzayıp giden cevapları kesiyorum.
— Aferin size... Pek güzel düşündünüz. Öyleyse bir Müslüman, ama bilgili, kültürlü, şuurlu iyi bir Müslüman, inancını kabul ettirmek için baskı yapabilir mi? Zor kullanabilir mi? Sopaya, silaha sarılabilir mi? Demek ki bütün bunlar inancına güvenememekten, ya da kendi kültürünü yetersiz bulmaktan kaynaklanıyor. İşte sizler imanın bilgisini de kazanıp böyle yanlışlıklar yapmadan medenî insanlara yaraşır biçimde İslâmiyet’i anlatacaksınız. Bunun için bazı konuları uzun uzun tartışıyoruz. Özellikle iman konularını bu sebeple enine boyuna incelemeye çalışıyoruz.
Yine dersimizin sonuna geldik ama, isterseniz size bilgisizliğin komikliğini gösteren tarihî bir fıkra anlatayım.
—Anlatın Hocam...
— Dinleyin öyleyse...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Dünyanın En Kısa Anayasası
Bir zamanlar üç bilge bir araya gelip dünyanın en kısa anayasasını yazmaya koyuldular. İnsanın hareketlerine ve davranışlarına hükmeden kanunu gösterebilen kişi, dünyanın en bilge kişisi seçilecekti.Bir zamanlar üç bilge bir araya gelip dünyanın en kısa anayasasını yazmaya koyuldular. İnsanın hareketlerine ve davranışlarına hükmeden kanunu gösterebilen kişi, dünyanın en bilge kişisi seçilecekti.
“Allah suçluları cezalandırır.” diye teklif etti bilgelerden birisi. Tek cümleydi; kısa ve özdü.
Fakat diğerleri bunun bir kanun değil bir tehdit olduğunu söyleyerek itiraz ettiler. Birinci bilgenin bu teklifi kabul edilmedi.
“Allah sevgidir.” dedi ikinci bilge.
Ama bu teklif de kabul görmedi, çünkü insanın görevlerini tam anlamıyla açıklamıyordu.
Sonra üçüncü bilge tane tane şu teklifte bulundu:
“Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi, başkalarına yapmayın.” ve ilave etti:
“Kanun budur; gerisi sadece yoruma kalmıştır.”
Diğer bilgelerde bu teklifi kabul ettiler ve o bilge zamanın en bilge kişisi seçildi.

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Tarihteki en büyük başarı öykülerinin bazılarının arkasında, yüreklendirmek için edilmiş bir söz, seven bir insanın veya bir dostun güven veren bir davranışı vardır. Eşi Sophia olmasaydı, belki de Nathaniel Hawthorne’un adı edebiyatın ünlü isimleri arasında olmazdı. Bir gün Nathaniel eve morali çok bozuk gelip, eşine gümrükteki işinden atıldığını söyleyince, eşi neşeyle çığlık atmış.
“Artık” demiş, “Kitabını yazabilirsin!” “Evet,” demiş Nathaniel, “Ama neyle geçineceğiz kitabımı yazarken?”
Bunun üzerine eşi bir çekmeceyi açmış ve bir avuç para çıkarmış çekmeceden. “Nereden buldun onca parayı?” diye sormuş Nathaniel eşine.
Eşi: “Senin hep bir deha olduğuna inandım.” demiş, “Günün birinde bir şaheser yazacağını biliyordum. Bu yüzden evi geçindirmem için bana verdiğin haftalıktan bir kısmını kenara ayırdım ve işte bize bir yıl yetecek kadar paramız var.”
Eşinin Nathaniel’e olan güveni, Amerikan edebiyatının en büyük romanlarından biri olan Scarlet Letter’in doğuşuna işte böyle neden olmuş.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Şok Eden Üniversite Mezuniyet Konuşması
Amerikan üniversitelerinin güzel bir geleneği vardır, Her üniversite, kendi alanında çok sivrilmiş ama mutlaka akademik hayattan gelmesi de gerekmeyen önemli bir ismi, mezuniyet konuşması yapmak ve yeni mezunlara öğütler vermek üzere her yıl davet eder. Ünlü Yale Üniversitesi, mezuniyet töreninde konuşma yapmak üzere Oracle Bilgisayar şirketinin kurucusu ve genel müdürü Larry Ellison’ı davet eder. Ancak Ellison’ın yaptığı şu konuşma herkesi şok eder:
Yale Üniversitesi mezunları, daha önce böyle bir giriş görmediğinizi tahmin ediyorum ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen, etrafınıza iyice bakın. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza, sonra da sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın.
Ve şimdi şunu aklınıza koyun: Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak. Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız.

Başaramayacaksınız!
Aslında bugün şöyle bir etrafıma baktığımda parlak bir gelecek için yüzlerce umut ışığı GÖREMİYORUM. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar. Sinirlendiniz. Bu anlaşılabilir bir şey.
Ben, Lawrence (Larry) Ellison, üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nerden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yüksek öğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum?
Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim:
Çünkü ben, Lawrence (Larry) Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz.
Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz. Çünkü Paul Allan, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz.
Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hala yoksunuz. Şimdi çok kızdınız. Bu da anlaşılabilir.
O halde biraz da gururunuzu okşamama izin verin.
Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Geleceğinize yönelik oldukça iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada, hayatınızın geri kalan kısmında size yardımcı olacak bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz.
Ve hayatınız boyunca yanınızdan ayrılmayacak bir kavramla güçlü bir ilişkiniz oldu burada: TERAPİ.
Bunların hepsi güzel şeyler. Gerçekten, kurduğunuz arkadaşlık bağlarına ihtiyacınız olacak. Bu çalışma alışkanlığına ve ‘terapi’ye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla, asla dünyanın en zengin insanları arasına katılamayacaksınız. Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve Ballmer gibi girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten masterdan terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız.
Son olarak, herhalde bazılarınız ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz, kendi kendinize sorarsınız: “Yapabileceğim bir şey var mı?”

Bir umut var mı?
Maalesef hayır. Geç kaldınız. Beyninize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp bir şeyler bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yaşında değilsiniz. Eveeet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bunu anlayabiliyorum. Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır.
Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek.

Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara.
Size söylüyorum: Hemen ayrılın. Bir kez daha vurgulamak istiyorum: AYRILIN. Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi ve bir daha geri dönmeyin. Terk edin! Her şeye yeniden başlayın.
Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve üstünüzdeki kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği...

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Adam bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, terminalin yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu. Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki mescide yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek:
-Herhalde namaz kılacaksınız, dedi. Abdest alma yerimiz de mevcuttur.
Adam, elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken:
-Sen herhalde görevlisin, diye diklendi. Ne iş yaparsın burda?
Delikanlı, köşedeki süpürgeye işaret ederek:x
-Temizlikçiyim efendim, diye kekeledi. Lavabo ve tuvaleti temizliyorum.
Adam, onu alaycı gözlerle süzerken:
-Ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım, diye sırıttı. Bu iş size öyle yakışıyor ki.
Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu. Fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı. Vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih ederek işine döndü.
Adam, mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti. Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa farkediyordu.
Biraz önce yediği iki porsiyon kebap, herhalde tansiyonunu yükseltmiş ve kendisini hâlsiz bırakmıştı. Birkaç adım daha attığında âniden fenalaşarak dizleri üzerine çöktü.
Allah’tan ki kolundaki palto ondan önce yere serilmiş ve yeni aldığı takım elbisenin kirlenmesini engellemişti.
Adam, çömelmiş vaziyette olmasına rağmen fırıldak gibi dönen başını yere dayayarak bir müddet dinlendi ve tekrar doğrulduğunda, aynı rahatsızlığı duyarak hareketini tekrarladı.
Fakat, başkaları tarafından görülmüş olmaktan endişe ediyordu. Bunun için başını yerden kaldırıp sağa sola bakındığında, terminalin çaycısı olduğu anlaşılan bir gençle burun buruna geldi.
Delikanlı, adamı saygılı bir ifadeyle selâmlarken:
-Allah kabul etsin bey amca, dedi Ama kıble biraz daha sağa doğruydu.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
gülümseyin...
Garson, servis yaparken müşteriye gülümser, bundan mutlu olan müşteri garsona iyi bir bahşiş verir. Garson sevinir, iyi bir alışveriş yapar. Eve dönerken yolda bir dilenciye rastlar, bahşişin bir kısmını da ona verir. Dilenci de sevinir ve o paranın bir kısmıyla ekmek alır. Kulübeciğine dönerken yolda zayıf bir kedi görür, ona acır. Garsonun verdiği parayla süt alır, kediyi eve götürür, sobayı yakar ve uyurlar. Gece kulübede yangın çıkar. Kedi yaptığı gürültü ile dilenciyi uyandırır. Adam yanmaktan, mahalle de yangından kurtulur.
Tebessüm deyip geçmeyin, bakın nelere vesile oluyor
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Amerika’yı, Cenovalı Kristof Kolomb’un keşfettiği bilgisi, Batılıların uydurduğu büyük bir yalandır. Kristof Kolomb, Amerika’yı ilk değil, belki son keşfeden adamdır. Bu hâdise, Batının tamamen ‘sömürgeci/oryantalist’ tarih zihniyetinden kaynaklanan ve tarihe “Avrupa merkezli” bakan anlayışının en çarpık mahsullerindendir.
Kolomb, hep batıya giderek Hindistan’a ve Marko Polo’dan okuduğu Kubilay Han’ın Çin’ine varabileceğini düşünüyordu. Nitekim ölüm döşeğinde bile Amerika’yı keşfettiğine ikna olmamıştı; çünkü ‘Amerika’ diye bir kıtanın varlığını bilmiyordu. Yazdığı notlarda sürekli Hintlilerden söz edişi bundan kaynaklanır.
Burada son derece hayret uyandırıcı nokta şudur: Kolomb, Seyir Defteri’nin 26 Aralık 1492 Çarşamba tarihli sayfasına kendi el yazısıyla, Hindistan’dan getireceği altınlarla Kutsal Toprakların, yani Kudüs’ün Hıristiyanlarca yeniden fethini finanse etmeyi tasarladığını yazmıştır
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt