kalbdenkalbe mesajlar(bu ne güzel söz)
kalbdenkalbe mesajlar(bu ne güzel söz)
İslâm, sıcağın “artık yeter” dedirttiği bir anda kızgın çöl kumlarına yağmur damlalarının inişiydi.
İndi, iniyor yağmur damlaları. Güneşi doğmaya, rüzgarı esmeye, dünyayı dönmeye çağırıyor.
İnsanı, insan olmaya davet ediyor. Yani adalete, barışa, doğruya, güzele...
Ve güneş doğudan doğuyorsa, hâlâ davet sürüyor, birileri insanı fıtratına çağırıyor, hatırlıyor, hatırlatıyor...
Denizleri coşturan, semayı cûş ettiren, arzı titreten kelâm asıl muhatabına, insana eriyor her yeni anla beraber...
Bir gün birisi çıkıyor, bütün aklarımıza kara diyor, karalarımıza ak.
“Yanlış mı görüyorum?“ diyor, gözlerimizi oğuşturuyoruz. Karışıyor gözlerimiz, bakışımız. O karışıklıktan sonra ya gerçekten görüyor, açılıyor gözlerimiz, ya ebedi körlüğe mahkûm oluyoruz.
İşte Rasulullah Efendimiz'in daveti buydu. Ters yönde giden akmaya alışmış suların yönünü değiştirmekti. O ve arkadaşları çöl fırtınalarına karşı yürüdü.
Bir yol açıldı önümüzde o yürüyüşten. Şimdi bize, o yolda her gün yeni bir yol arkadaşıyla yürümek düştü. İlk daveti hatırlayıp hatırlatarak...
Gözün görmesi yetmiyor
Efendimiz s.a.v. davetine başlamıştır. İnananlar vardır, inanmayanlar; inanmadıkları gibi, inananları sabrın ve çilenin en çetiniyle karşı karşıya bırakanlar... İşte, Efendimiz s.a.v. bu günlerin birinde bir başka kabileyi, Kindelileri Ukaz Panayırında İslâm'a davet ediyordu.
Kindeliler huyu yumuşak, mantıkları güçlü bir kabile idi. Peygamberimiz konuşmaya başladı:
- Sizleri tek olan Allah'a çağırıyorum. O'nun ortağı yoktur. Canlarınızı koruduğunuz şeye karşı beni de korumaya davet ediyorum. Muvaffak olursam karar vermekte serbest olacaksınız.
Kabilenin çoğu şöyle söyledi:
- Bu ne güzel söz! Ama biz atalarımızın taptıklarına tapıyoruz.
Kabilenin en küçüğü aldı sözü:
- Ey kavmim, başkaları sizi geçmeden bu kişiye tabi olun! Hıristiyanlar ve yahudiler Harem-i Şerif'ten bir peygamber çıkacağını, zamanın yaklaştığını söylüyorlar.
İçlerinden birisi karşı çıktı:
- Durun, beni dinleyin! Onu akrabaları dışarı attı, siz mi barındıracaksınız? Bu bütün Araplara savaş açmaktır. Hayır hayır, bunu yapmayın!
Bunun üzerine, Rasulullah s.a.v. mahzun bir halde oradan ayrıldı. Onlar da yurtlarına döndüler. Olup biteni anlattılar. Bir yahudi:
- Vallahi, siz nasibinizi kaçırıyorsunuz. Hiç şüphe yok, O gerçeği söylüyor. Biz onun vasıflarını kutsal kitabımızda okuyoruz.
Bunları söyleyen yahudi Peygamberimiz'i tarif etti. Onlar da bu tarifin doğruluğunu onayladılar. Sonra Kindeliler ertesi sene hac mevsiminde Allah Rasulü'ne gelmek üzere sözleştiler. Fakat reisleri o yıl haccetmelerine engel oldu.
O yahudi kişi ise, Rasulullah s.a.v.'i tasdik edip iman üzere vefat etti.
İnatlarına rağmen sabırla
Davet tüm engellere rağmen en kuytulara ulaşıyordu. Her insan, sabırla, insan olmaya tekrar tekrar çağrılıyordu.
Müslümanlar Hakem b. Keysan'ı esir almışlardı. Boynunu vurmak istediler. İçlerinden biri Hakem'i Rasulullah s.a.v.'e götürmeyi teklif etti. Getirdiler. Allah'ın Rasulü ona İslâm'ı tebliğ etmeye başladı. Bu davet bir hayli sürdü. Efendimiz s.a.v. tekrar tekrar anlatıyor, o inatla karşı çıkıyordu. Nihayet Hz. Ömer r.a. dayanamadı:
- Ya Rasulallah, ne diye bu kadar konuşuyorsun? Bu adam asla müslüman olmaz. Bana müsaade et de işini bitireyim.
Efendimiz s.a.v. bu söze aldırış etmedi. Anlattı, anlattı... Nihayet Hakem İslâm ile şereflendi.
Hakem r.a. gerçekten iyi bir müslüman oldu. Allah yolunda cihat etti ve şehid düştü. Allah Rasulü ondan razı idi.
* * *
Rasulullah Efendimiz, ashabından elli kişiyi davet için bir kabileye gönderdi. Gelenlerden haberi olan kabile, büyük bir kalabalıkla çatışmaya hazır bir vaziyette onları karşıladı. Sahabiler buna rağmen onları İslâm'a davet etti. Fakat onlar ok atarak karşılık verdiler: “Davet ettiğiniz şeye bizim ihtiyacımız yok!“ dediler. Sürekli ok atıyorlardı. Arkadan da yardımcıları geliyordu. Nihayet elli sahabiyi her taraftan kuşattılar. Çatışma başladı. Sahabiler olağanüstü bir gayretle savaştı ama çoğu şehit oldu. Sağ kalan birkaç kişi ancak iki ay sonra Medine'ye dönebildiler.
* * *
Selman-ı Farisî r.a. komutasındaki İslâm ordusu İran kalelerinden birini kuşatmıştı. Selman-ı Farisî bizzat İranlılara gidip dedi ki:
- Ben sizden biriyim, İranlıyım. Siz de müslüman olun. İllâ kendi dinimiz derseniz, sizi dininizle başbaşa bırakırız ama bize cizye (gayri müslimlerden alınan vergi) verirsiniz.
İranlılar iki seçeneği de raddettiler:
- Ne cizye veririz, ne de İslâm'a gireriz.
Bu cevaba rağmen, müslümanlar onları üç gün boyunca İslâm'a çağırdı. Sonra hü***** ederek kaleyi fethettiler.
Suyun sahibi kim?
Rasulullah s.a.v., Allah'a davet etmek, İslâm'ın esaslarını kendilerine öğretmek için Ebu Ümame r.a.'ı kabilesine gönderdi. Ebu Ümame r.a. oraya vardığında, insanlar develerini suya götürmüşlerdi. Onu görünce:
- Merhaba Ümame! Duyduğumuza göre sen dininden çıkıp, o adamın dinine girmişsin, dediler. Ebu Ümame r.a.:
- Ben Allah ve Rasulü'ne iman ettim. Beni size Rasulullah gönderdi. Sizleri İslâm'a, İslâm'ın esaslarına uymaya davet ediyorum.
Bu arada kabile mensupları kan dolu çanakları getirip ortaya koydular, toplanıp yemeye başladılar. Ebu Ümame'yi de çağırdılar:
- Ümame sen de gel.
- Ben bu kanın yenilmesinin yasak olduğunu söyleyen tarafından geliyorum. Yenilmesi helal olan sadece kestiklerinizdir.
- O bu konuda tam olarak ne söylüyor?
- O'na şu ayet indi. Yüce Allah buyuruyor ki: “Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan yuvarlanmış, süsülmüş, dikili taşlar ve putlar için boğazlanan hayvanları yemeniz, fal oklarıyla kısmet aramanız size haram edilmiştir.“ (Maide, 3)
Devamla, Ebu Ümame r.a. kabilesine İslâm'ı anlatmaya başladı. Onlar geri duruyorlardı. Hava oldukça sıcaktı. İyice yanan, boğazı kuruyan Ebu Ümame r.a. bir yudum su istedi. Dediler ki:
- Vermeyeceğiz! Kendi haline kal ki, aklın başına gelsin ya da susuzluktan öl!
Ebu Ümame r.a. çaresiz, başını sarığının içine koyup, kavurucu sıcakta kumlar üzerinde uyudu. Rüyasında kendisine cam bir bardakla eşi benzerini hiç kimsenin tatmadığı lezzette bir içecek ikram edildi. İçti, içti... Nihayet içecek bittiğinde uyandı. Diyor ki:
- Vallahi o içecekten sonra bir daha susamadım.
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın'
Peygamber s.a.v. Efendimiz, “İnsanları dine tatlılıkla davet edin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz olmayın.“ buyurarak, gerek müslüman olmayan birisini davet ederken, gerek müslümana İslâm'ın esaslarını tebliğde takip edilecek yolu söylemiş, davranışlarıyla da İslâm'a daveti en güzel şekilde gerçekleştirmiştir.
Muaviye b. Haydeti'l-Kureyşi , Efendimiz'e geldi ve aralarında şu konuşma geçti:
- Vallahi, sana gelmeyeceğim, dinine girmeyeceğim diye şu parmaklarımın sayısından daha çok yemin etmiştim. Ama anlayamadığım bir şeyi sormak için geldim. Lütfen söyle, sen bize ne ile gönderildin?
- İslâm dini ile.
- İslâm dini nedir?
- Kendimi Allah'a teslim ettim, putlardan uzaklaştım demen, namaz kılman, zekât vermendir. Her müslümanın kanı birbirine haramdır, her müslüman birbirine yardımcı iki kardeştir. Allah, müslüman olduktan sonra şirk koşan bir kimsenin amelini, o kişi müşriklerden ayrılmadıkça kabul etmez. Sizi ateşe düşmekten koruyamam. Dikkat ediniz Rabbim beni çağırıp soracak: “Kullarıma tebliğ ettin mi?“ Ben de, “evet ya Rabb tebliğ ettim“ derim. Burada olanlar olmayanlara duyduklarını iletsin. İyi dinleyin. Kıyamet günü adalet divanına ağızlarınız bir bez parçasıyla bağlanmış olarak çağrılacaksınız. Soruları dilleriniz değil diğer uzuvlarınız cevaplandıracak. İlk önce de avuçlarınız.
- Bu mudur İslâm dini?
- Budur. Buna göre güzelce hareket edersen sana kâfidir.
* * *
Rasulullah s.a.v. Muaz b. Cebel r.a.'ı Yemen'e vali olarak göndereceği zaman ona şunları söylemişti:
“Muaz! Gittiğinde onları Allah'tan başka ibadete layık bir tanrı olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasulü olduğuna inanmaya davet et. Bu ikisine şehadet ederlerse Allahu Tealâ'nın her gece ve gündüz kendilerine beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bu hususa da itaat ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere, Cenab-ı Hakk'ın zekâtı üzerlerine farz kıldığını haber ver. Bu mevzuya da riayet ederlerse, mallarının en kıymetlilerini almaktan sakın. Mazlumun ahından sakın! Zira mazlum kişinin duasıyla Allah arasında hiçbir perde yoktur.“
Ümmü Süleym r.a.'ın daveti
Sahabi hanımlardan Ümmü Süleym r.a. müşrik olan eşinden ayrılmıştı. Yine bir müşrik olan Ebu Talha Ümmü Süleym ile evlenmek istemişti. Dileğini iletti. Ümmü Süleym dedi ki:
- Ebu Talha! Taptığın ilâhın topraktan bittiğini biliyor musun?
- Biliyorum.
- Peki ağaca, kendi isteğiyle bir şey yapmaktan aciz bir oduna tapmaya utanmıyor musun? Müslüman olursan seninle evlenirim ve senden mehir istemem.
Ebu Talha biraz düşünmek üzere gitti. Birkaç gün sonra geldi ve dedi ki:
- Şehadet ediyorum ki Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhammed de Allah'ın peygamberidir.
Bunun üzerine Ümmü Süleym r.a. ile Ebu Talha r.a. evlendiler.
Şahidiz Ya Rab!
Ashabıyla yaptığı bir yolculukta Efendimiz'in karşısına bir bedevi çıktı. Allah Rasulü s.a.v. bedeviye sordu:
- Nereye gidiyorsun?
- Ailemin yanına.
- Bir hayır yapmaya var mısın?
- Nedir o?
- Allah'tan başka bir ilâh olmadığına, O'nun eşi ve benzerinin bulunmadığına, Muhammed'in onun kulu ve rasulü olduğuna şehadet edeceksin.
- Söylediklerinin doğruluğuna şahidin var mı
- Evet, şu ağaç.
Allah Rasulü vadinin sağ kıyısında duran ağacı çağırdı. Ağaç yeri yararak geldi. Peygamberimiz'in önünde durdu. Allah Rasulü ağaca üç defa şahitlik ettirdi. Ağaç da şahitlikte bulundu ve eski yerine döndü. Bedevi kabilesinin yanına gitmek üzere ayrılırken şunları söyledi:
- Kabilem beni dinlerse onları da getiririm, yoksa ben sana döner, seninle olurum.
* * *
Hani veda ederken sormuştun ya, ey Allah'ın Sevgili Rasulü, “tebliğ ettim mi?“ diye.
Ettin ya Rasulallah!
Ağaçlar bile şahit, yollar şahit, ikiye ayrılan ay şahit, kovulduğun şehir şahit, taş şahit. İnanmayanlar bile şahit.
Ve şahidiz ki ya Rasulallah , davet sürüyor. Vârislerin her an, önce güzel halleriyle insanı insan olmaya, kendini bilmeye davet ediyor.
Şahidiz ya Rab!..