Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islam savaşçıları (1 Kullanıcı)

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
"Savaşa karşıyım ancak haksızlığa karşı savaşmak karakterimdir"


Her anı acı her anı çile ve kahır dolu bir hayata rağmen yılmadı, zorluklara ve yokluklara karşı direnmesini bildi.
Küçük bir orduyla dünyanın süpergücüne sahip kızıl orduya karşı savaşmak elbette kolay değildi.

"Haksız gücün karşısında, güçsüz hakkın yanında olmak benim imanımdır" diyerek Şeyh Şamil'in bıraktığı yerden mücadeleyi başlatmış ve Ruslara meydan okumuştu.
"Üzerimdeki üniformam kefenim, şehadete talibim. Şehitliği rütbe ve şeref kabul ediyorum. Kanımın son damlasına kadar ülkemin bağımsızlığı ve milletimin hürriyeti için savaşmaya hazırım''. Böyle diyordu Çeçenistan'ın kahramanı, Devlet Başkanı, cesur Çeçenler'in Cesur Komutanı Dudayev... Evet O, bunu diledi ve Allah ona şehadeti nasıp etti. Aziz ruhu şad olsun.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com


"Üzerimdeki üniformam kefenim, şehadete talibim. Şehitliği rütbe ve şeref kabul ediyorum. Kanımın son damlasına kadar ülkemin bağımsızlığı ve milletimin hürriyeti için savaşmaya hazırım''
gosteri0a30704109f4e260by.jpg
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Kara gözlerinde mahmurca gülüş, Gayrı uyanılmaz uykundamısın..?
Kanın cemre gibi toprağa düşmüş, Şehadet yolunun ufkundamısın..?
Çizgilerle dolu ellerin yüzün, Otuzundamısın ,kırkındamısın...?
Bizi yalnız koyup göğe süzüldün, Acın dayanılmaz farkındamısın..?
Dudakların sanki bir şey söylüyor, Yine aynı sevda şarkındamısın..?
Melekler dahi sana özeniyor, Cennette döşenmiş tahtındamısın..?
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Ölmek yok şehadet var
Dönmek yok zafer var
Bizi öldürebileceğinizi mi sandınız
Bizim dirimiz MÜCAHİD ölümüz ŞEHİDTİR.
Sizin ise ey rezil kafir ölünüz LEŞ diriniz KALLEŞTİR....
 

__henza__

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Mar 2010
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Ey tağutun neferi mermin gelsin göksüme
Biz ölüme and içtik senin göz dağın kime

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri

Sürecek bu dünyadan Hizbullahiler sizi

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri



Müslümanlar korkmaz ki gün boyu aç kalmaktan

Hüseyinler utanır su diye yalvarmaktan

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri

Sürecek bu dünyadan Hizbullahiler sizi

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri



Bizde Yusuflar bitmez senin varsa zindanın

İbrahimleri yakmaz dünyaca olsa ateşin

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri

Sürecek bu dünyadan Hizbullahiler sizi

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri



Biz bu yolun sonunda cennetleri görürüz

Baş koyduk davamıza seve seve ölürüz
Korkunuz sonunuzdan dünya lanetlileri

Sürecek bu dünyadan Hizbullahiler sizi

Korkunuz sonunuzdan dünya lanetliler
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Şeyh Said’e bak bebeğim, eylemlerine,
Aldanma asrın tağutı söylemlerine,
Yetiş bebegim son rasulün erdemlerine,
Büyü bebegim Said’lerin özlemleriyle
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
CİHAD CEPHELERİMİZ


Afganistan : El Kaide liderliği ve Taliban​

Taliban’ın yaklaşık 40.000 aktif silahlı gücü El Kaidenin sadece Afganistan’da ise tahmini 5.000 kişilik gücü vardır. Taliban bu askeri gücünü istediği zaman iki katına çıkarabiliyor


Pakistan : Pakistan Taliban’ı TTP

Diğer Pakistan Taliban’ı gruplarıyla birlikte 40.000


Özbekistan : Özbekistan İslami Hareketi

1.500 - 2.000



Tacikistan : Molla Abdullah öncülüğündeki Tacikistan İslami Hareketi

1.000 (Tarafsizhaber)



Keşmir : Hizbul Mücahidin​
1.000


Hindistan : Deccan Mücahidleri ( Bilinmiyor )



Somali: Genç Mücahidler Hareketi
10.000 - 15.000



Irak : Irak İslam Devleti ve Ensar El Süne ;

İkisi toplam 10.000



Lübnan : Fethul İslam

1.000 - 1.500



Yemen : Yemen El Kaidesi

10.000 12.000




Filistin : Ceyşül Ümmet

1.000



Cezayir : İslami Mağrib El Kaide

3.000



Filipinler : Ebu Seyyaf Hareketi

3.000



Libya : İslami Savaş Cemaati ( Bilinmiyor )



Tayland : Patani İslami Mücahidin Hareketi ( Bilinmiyor )



Suriye : Cunduşşam hareketi ( Bilinmiyor )


Kafkasya Emirlik :​
Tam olarak harekete bağlı olarak gösterilmese de dünya görüşü olarak bu harekete oldukça yakın bir teşkilatlanmadır.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Özgürlük Peygamberi Musa
İle birlikte büyüdüm ben
Sen ona ihanet ederken.
Mısır’da Tîh’de
Bendim seni Harun ile birlikte
Samirî’nin altın buzağısına tapmaktan
Alıkoymak için çırpınan.

Askerleriyle birlikte geçince Tâlût
Sahrayı ve varınca nehre
İmtihanı kazanan bendim
Sonra Davud oldum ben
Daha dün olmuş gibi hatırlıyorum hepsini tek tek

Medine’de son peygamberle
Beraberdim
Sense Nadîr’de Kaynuka’da Kurayza’da
Ve en son Hayber’de görüşmüştük seninle
Hesaplaşmıştık inceden inceye
Şimdi anlıyorum senin neden
Kudurduğunu
Ben yükseltirken sesimi:
“Hayber’i unutma ey Yahudi
Muhammed’in ordusu karşında şimdi”
Diyerek.

İşte ben buradayım ey Yahudi
Sen nerdesin
Uzağa gitmeme gerek kalmayacak
İşte buradasın karşımdasın
Yani yanı başımdasın
Artık unutma
Ben Gazze’liyim ve ben Filistin’liyim

Hatırlıyor musun
Kovalarkan seni
Haçlılar yitik yurdum Endülüs’ten?
Yine ben sana kucak açmıştım
Çünkü her hayırdan mahrum bırakılarak
Dünyasında iken küçük cehennemi yaşayan


Çaresiz Yahudisin.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45


Târık bin Ziyâd:

Bu büyük kumandan 711 yılının Mayıs ayında yedi bin kişilik ordusu ile İspanya’yı fethetmek üzere bugün kendi ismi ile anılan Cebel-i Tarık boğazını geçti. Askerlerinin geriye dönüş ümidini kırmak için bütün gemilerini yaktırdı. Sonra ordusuna hitaben tarihi bir konuşma yaptı.

“İşte, önümüzde düşman, arkamızda deniz, zaferden başka kurtuluş yolu yoktur.” dedi.

Bu tarihi hadise dünya tarihinin gördüğü en büyük medeniyetlerden birisi olan 800 yıllık Müslüman İspanya Endülüs medeniyetinin başlangıcı olmuştur. Bu hakikat İslâm dinini yaymak için fetihler yapan İslâm kumandanları ile, sömürgeci küffar kumandanları arasındaki kıyası bile mümkün olmayan farkın en büyük delillerinden birisidir. Nitekim İspanyol orduları Endülüs devletini işgal ettikleri zaman sadece soykırım yapmakla yetinmemişler, bu medeniyete dair ne varsa yok etmişledir. Bugün sadece birkaç saray ve camiden başka bu yüksek medeniyetten hemen hemen hiçbir iz kalmamıştır.

Mûsâ bin Nusayr, büyük İslâm kumandanı, Endülüs fâtihi Târık bin Ziyâd'la Endülüs'te karşılaştığı zaman; “Ey Târık! Halîfe Velid bin Abdülmelik senin tüm bu çabalarına karşılık, sana bu Endülüs'ten başkasını vermez!” diyerek, onu hem Endülüs'ün fethi, hem de yapmayı plânladığı diğer fetihler hususunda, niyet ve azim bakımından ölçmeye çalışmıştı. Fakat fethettiği beldelerde İslâm'ı yaymaktan, küfrün ve kâfirlerin kökünü kazımaktan başka bir şey düşünmeyen, “İ'lâ-yı Kelimetullâh” gibi ulu bir gâyeyi bırakıp da; makam, şöhret, iktidar gibi fânî ve değersiz şeyleri tercih etmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen Târık bin Ziyâd, ona bu sözüne karşılık, içindeki hudutsuz ve sınırsız fetih arzusunu açığa vurarak; “Ey emîr! Allah'a yemin ederim ki, atımla Atlas okyanusuna girinceye kadar bu arzumdan vazgeçmeyeceğim!” karşılığını verdi. (İbn Hallikân, “Vefeyâtü'l-A'yân ve Enbâu Ebnâ'i'z-Zamân”, c. 5, s. 328. bas.: Beyrut, 1977.)

Bu İslâm kumandanının gayret ve azminin nişanı olan gemi yakma hadisesi dilimize “Gemileri yakmak” şeklinde güzel bir deyiş olarak yerleşmiştir.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Selâhaddin Eyyûbî:

Selâhaddin Eyyûbî üstüste kazandığı zaferlerle, zamanla kâfirlerin ve münâfıkların korkulu rüyâsı hâline gelmiş; yaşadığı müddetçe bir an olsun onlara aman vermemişti. Eşine ender rastlanan bu büyük İslâm mücâhidinin dirâyet ve azmine, şecaat ve şevketine Selçuklu atabegi Nûreddin Zengî de hayran kalmış; sahâbe-i kirâm'a çirkin ve asılsız iftirâlar atan Fâtımîler'e haddini bildirmek için, bu kudretli kumandanın tek başına kâfî geleceğini anlamıştı. Nitekim din-i İslâm'ı hurâfelerden arındırmak, küffarla işbirliği eden münâfıkların düzenini bozmak için, Selâhaddin Eyyûbi ile anlaştı ve Fâtımî Devleti'ne resmen savaş açtı.

Durumu haber alan mürted Fâtımîler haçlı devletleriyle anlaşarak, Selâhaddin Eyyûbî ve mâiyyetindeki İslâm ordusuna karşı küffarla aynı safta yer aldı. Onların bu çirkin hareketi imân edenlerin nazarında hiç de şaşırtıcı değildi; çünkü kâfirleri dost edinmek ve onlarla ele ele vermek münâfıkların asırlardır değişmeyen en açık ve en bâriz alâmetiydi.

Müslümanlara karşı birleşen bu kâfirler ve münâfıklar gürûhunu pusuya düşürmek için, hiç kimsenin geçmeye cesâret edemediği Tih Sahrası'ndan geçerek, bu çapulcular sürüsüne gizlice arkadan yaklaşan Selâhaddin Eyyûbî, otuz bin kişilik düşman ordusunu görünce ümitsizliğe düşen iki bin askerine hitâben, onları teskin edecek şu mânidar konuşmayı yaptı:

“Askerlerim!..

Bilin ki ölüm, Allâh'ın huzûruna varmaktır. Dinini ve imânını müdâfaa yolunda şehâdete erenlerin, doğrudan doğruya cennetlik olduğundan hepiniz haberdardır. Şâyet rahatımızı düşünüyorsak bize yakışan burada değil, karılarımızın ve çocuklarımızın yanında olmaktır!

Düşmanın az ya da çok olması bizi yolumuzdan aslâ alıkoyamaz! Şimdi siz, kaçmak zilletine düçâr olmayı mı, yoksa şehîd olmayı mı arzu edersiniz? Allah'ın yardımı şüphesiz ki bizimledir; O dinine hizmet edene mutlakâ zafer verir!..”
(“el-Kâmil fi't-Târîh”, c.11, s. 342)

O'nun dinini bırakıp küfre hizmet edenlerin ise eninde sonunda belâsını verir; O'nun kudret pençesinden kurtulmaya aslâ imkân bulamazlar.

Selâhaddîn Eyyubî Kudüs’te kurulan haçlı devleti ile defalarca kere savaşmıştı. Bir gün hıristiyan kralının hasta olduğunu öğrendi. Hemen en iyi hekimlerinden birisini elçilerle beraber krala gönderdi. Sultan Selahaddîn’in bu yüksek insanlık ve ahlâk anlayışı bugün bile hâlâ konuşulmakta, kitaplara ve filmlere konu olmaktadır.

Bu büyük Sultan vefat ettiğinde, Başveziri Şam sokaklarında dellâl gezdirerek şöyle bağırtmıştı:

“Ey ahali! Bilmiş olunuz ki, Mısır’ın, Sudan’ın, Libya’nın, Filistin’in, Şam’ın, Halep’in, Musul’un, Hicaz’ın ve daha nice ülkelerin hükümdarı olan Sultan Selâhaddîn Eyyubî vefat etmiş ve Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Şahsî parası cenaze masraflarına yetişmediği için bunlar yakınları ve dostları tarafından karşılanmıştır.”

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İskilipli Atıf Hoca şapka için idam edilmedi mi?



Mustafa Armağan İstiklal Mahkemeleri ve şapka giymediği için idam edilen İskilipli Atıf Hoca'yı konu ettiği makalesinde oldukça çarpıcı iddialar ve gerçeklere yer vermiş.

Birkaç yıl önce bir TV programında, İstiklal Mahkemelerinin haklılığını savunan muhatabıma bu mahkemede yargılanmak isteyip istemeyeceğini sormuştum. Aklı başında biri olmalı ki, istememişti.

Madem o kadar âdil bir mahkemeydi, o zaman neden kendiniz için istemiyorsunuz?
Türkiye sağlıklı bir akla sahip olacaksa hafızasındaki karanlık kısımları aydınlatmak ve geçmişiyle bir şekilde yüzleşmek zorundadır. Özellikle de Takrir-i Sükûn dönemindeki İstiklal Mahkemeleri kararlarının keyfi ve siyasi olarak alındığı o kadar açıktır ki, bir eski bakanla iki milletvekili 15 yıl hapis cezasına itiraz edince idam edilmişlerdi.
Nitekim Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam adlı hatıralarında İstiklal Mahkemelerine hakim olan hukuksuzluğu çarpıcı tablolar halinde aksettirmiştir.
Tutuklu Aydemir Hacı Bayram'daki İstiklal Mahkemesi'nin ikinci kat merdiveni başındaki şahit olduğu bir sahnede iri yarı, pehlivan yapılı bir mahkeme üyesi karşısındaki hasır şapkalı gencin yakasına yapışmıştır. Onu tartaklarken şöyle bağırmaktadır:
"Nedir bu kepazelik? Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan mı şapkalı doğdun?"
Arkasına kuvvetli bir tekme yiyen genç, merdivenlerden aşağı yuvarlanırken mahkeme üyesi hızını alamayıp küfürler eder. Şapkayı erken giyerek rejime hulus çakacağını zanneden gençse kendisini güç bela sokağa atar. İsmi Hikmet Şevki'dir ve bir gazetenin adliye muhabiridir.
Görevini yapmakta olan bir gazetecinin İstiklal Mahkemesi başkanından gördüğü bu nazik(!) muameleyi anlatan Şevket Süreyya, şapka devriminden sonra, aynı mahkeme üyesinin yine aynı yerde ama tam tersine bir hareketine de tanık olur. Ne gariptir ki, bu defa onun başında hasır bir şapka vardır.
Bu iri yarı mahkeme üyesi Ali Çetinkaya'dır ve mahkeme salonundan çıkarılan bir hükümlü grubunun merdivenlerden indirilmesine nezaret etmekte, sürekli sağa sola emirler yağdırmaktadır. Tam bu sırada sarıklı bir müderris geçer önünden. Bu, az önce Şapka Kanunu'na muhalefetten idama mahkûm ettikleri Fatih müderrislerinden İskilipli Atıf Hoca'dan başkası değildir. Aydemir, tanık olduğu sahneyi şu alevden satırlarla yansıtır:
armagan.jpg
İskilipli Atıf Hoca
"Hocanın yüzü sakindi. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağı yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızlarının arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken dudakları gene kımıldanıyordu."
Az önce idam cezasını yemiş olan Atıf Hoca, şahsından hâlâ intikamını alamamış, hırsla üzerine gelen bu İstiklal Mahkemesi'nin sözde hakiminin saldırısını susarak boşa çıkarmış ve Allah'a havale etmiştir. Neyse ki, Aydemir gibi nispeten tarafsız birisinin gözünden onun metaneti, sabrı ve tevekkülü hayranlık uyandıracak derecede ölümsüz bir levha halinde tespit edilmiştir.
Öte yandan İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca, Ankara'da 4 Şubat 1926 sabahı şehid edilmek suretiyle bir çifte kavrulmuş hukuk skandalına beraberce kurban gideceklerdir. (Yeri gelmişken yaygın bir karışıklığı düzeltelim: Tahirü'l-Mevlevi'nin hatıratına göre savunmasını yapmayan kişi Atıf Hoca değil, Ali Rıza Hoca'dır.)
İlk skandal, İskilipli Atıf Hoca'nın Şapka Kanunu'nun çıkmasından 1,5 yıl kadar önce bastırdığı kitapçıktan yargılanıp idama mahkûm edilmiş olmasıdır ("Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı bu kitap altı üstü 32 sayfalık bir broşürdür ve Milli Eğitim Bakanlığı onaylıdır). Bu, hukukun temel kurallarındandır. Oysa burada Erzurum, Rize ve Elazığ'da vuku bulan şapka protestoları (iddia edildiği gibi 'isyanlar' değil) bahane edilerek 190 küsur 'elebaşı'(!) yakalanıp idam edilecek, yazdığı kitapla onları 'isyana' teşvik ettiği iddia olunan Atıf Hoca da bilahare yanlarına gönderilecektir.
İkinci skandal ise bir gün önce Savcı Necip Ali'nin 3-15 yıl ağır hapis cezası istediği (bkz. Vakit, 3 Şubat 1926) İskilipli Atıf Hoca'yı, mahkeme başkanının, son anda hangi 'süper delili' bulduysa artık, idama mahkûm etmiş olmasıdır. Halbuki savcı, yerleşik usule göre bir suç için istenilebilecek en üst sınırdan ceza verilmesini talep eder, hakimse iyi hal, hafifletici nedenler, infaz yasası gibi gerekçeleri devreye sokarak cezayı düşürür, en fazla savcının istediği en yüksek cezayı verir.
Böylece hem bir kanunun geçmişe doğru işletilmesi gibi temel bir hukuk kuralının ihlali, hem de savcının talebinden derece değil, mahiyet itibarıyla "farklı" bir cezanın verilmiş olmasından dolayı İskilipli Atıf Hoca'nın hukukî değil, siyasî bir yargılama sonunda idam edildiği sonucuna varıyoruz.
Ancak bazı gayretkeşler, bu açık hukuksuzluğu örtbas etmek gayretiyle Atıf Hoca'nın aslında şapkadan dolayı değil, İstiklal Savaşı aleyhine fetva verdiği için asıldığını iddia ediyorlar. Böyle bir fetvanın altında imzası olmadığını hem kendisi, hem de dostu Tahirü'l-Mevlevi bizzat mahkemede açıklamışlardır. Tutanaklar 1993'te İşaret Yayınları tarafından yayımlandı. İsteyen gider, bakar. Kararda TCK'nın 45 ve 44. maddeleri gereği asılarak idamlarına... diyor.
Lakin bu manasız iddiaya karşı bizim de bazı sorularımız var:
1) Diyelim ki Atıf Hoca savaş yıllarında bir suç işledi, Lozan'da 150'likler haricindeki savaş suçluları affedilmemiş miydi? 2) Cezası verilecek idiyse 1922'den 1926'ya kadar neden beklendi? 3) Devlet yıllarca kin tutup vereceği cezayı başka bir suçun ardına gizlerse bu adalet olur mu? 4) Mahkeme kararında 31 Mart isyanı (1909) ve Mahmut Şevket Paşa suikastına (1913) karıştığından da söz ediliyor. O zaman Atıf Hoca'nın bunlar sebebiyle idam edildiğini ileri sürmek de aynı derecede mantıklı olmaz mı?
Atıf Hoca'nın Milli Mücadele'ye karşı fetva verdiği için asıldığı yalanına yapışanlar, bununla farkına varmadan İstiklal Mahkemelerinin hukuk dışı ve siyasî mahkemeler olduğuna kendilerinin de inandığını söylemiş oluyorlar. Biz de başka bir şey mi söylüyoruz zaten?



Mustafa Armağan/Zaman
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
erbakan_Dj5I.jpg


Erbakanın çocukluğu


Prof. Dr. Necmettin Erbakan'in soyu ve dogumu

ERBAKAN'IN SOYU

Necmettin Erbakan Kozanoğulları soyundandır. 1800'lü yılların son döneminde Adana'nın Kozan ve Saimbeyli bölgelerinde asırlarca hüküm süren Kozanoğulları Beyliği'nden gelip İstanbul'a yerleşen ve Sultan Abdülhamid'e yakınlığı ile bilinen Hüseyin Bey'in torunudur.
Dolayısıyla "Necmettin Erbakan Türkiye'nin "Saraylılar" diye adlandırılan bir ailesinden geliyor. Baba tarafı 19. yüzyıl sonlarında Adana'nın Kozan ve Saimbeyli bölgelerinde hüküm süren Kozanoğullarından. Dedesi Kozanoğlu Hüseyin Bey, İkinci Abdülhamit döneminde saraya yakınlığı ve bağlılığıyla tanınan bir zattır." (1) İşte Erbakan bu zatın oğlu Mehmet Sabri Bey'in oğludur. Annesi Kamer Hanım'dır. "Kamer Hanım ise Sinoplu Kale Kumandanı Binbaşı Halil Bey'in torunudur." (2)
Erbakan'ın dedesi Hüseyin Bey, oğlu Mehmet Sabri Bey'e hukuk tahsili yaptırır. Mehmet Sabri Bey hukuk mektebini bitirdikten sonra ilk görev olarak Erzurum İstinaf Mahkemesi Savcılığı'na tayin edilir. "Erzurumlular bu beyefendiyi çok severler ve tanınmış ailelerden Korukçuların kızı Sabriye Hanımla evlendirirler."
"Savcı Mehmet Sabri Bey'in ve Sabire Hanımefendinin Nizamettin ve Selahattin isimli iki çocukları dünyaya gelir."
Birinci Dünya Savaşı sonunda Ruslar'ın Erzurum'u işgali sebebiyle zorunlu bir göç başlar. İşte bu korkunç şartlar içerisinde yapılan göç sırasında Sabire Hanım yolda vefat eder. Böylece bu mutluluk bozulur.
Arkasından Ağır Ceza Reisi olarak Sinop'a tayin edilen Mehmet Sabri Bey bu sefer Sinoplu Kamer Hanımla evlenir.
Kozanoğulları daha sonraları Nazırzade oldular. Yani Bakanlık payesine erişmiş oldular. İşte bu yüzden 1934 senesinde Soyadı Kanunu çıktığında herkes soyi-sim ararken Nazırzadeler Erbakan soyadını aldılar.
Böylece Necmettin de Erbakan soyadını almış oluyordu.



ERBAKAN'IN DOĞUMU

Erbakan, Anadolu'nun kuzeye doğru en çok ilerleyen ve ince Burun ile sona eren kara çıkıntısına doğudan birleşen küçük bir yarım adanın yüksekliği az olan berzah kesiminde kurulmuş ve 1924 yılında vilayet yapılan Sinop ilinde dünyaya geldi.
Babası Mehmet Sabri Bey, Cumhuriyet'in üçüncü yılının kutlandığı 29 Ekim 1926'da dünyaya gelen oğluna "Dinin Yıldızı" anlamına gelen Necmettin adını koydu.
Erbakan, anne (Kamer Hanım'ın) ve babası (Mehmet Sabri Bey'in)nın üçüncü çocuğudur. Abilerinden Nizamettin Erbakan cildiye doktoru, Selahattin Erbakan göz doktorudur. Küçük kardeşlerinden Kemalettin Erbakan diş doktoru, Atife (kız kardeşi) eczacı ve Ak-gün Erbakan ise mühendistir. (3)
Bu, Erbakan ailesinin tüm fertlerinin akademik seviyede bilgili ve kültürlü olduğunu gösteriyor.
29 Ekim 1926'da Kamer Hanım'ın dünyaya getirdiği
çocuk, yuvarlak yüzlü nurtopu gibi idi. Bu çocuk, istikbalde hangi ilklere imza atacağını, neler kuracağını, neler yapacağını, nelerle karşılaşacağını, devlet adamı olup olamayacağını, hangi şeyi dava edineceğini, kimin rızasını kazanmak için uğraşacağını, ne ile suçlanacağını, hangi şeyi dava edineceğini, kimin rızasını kazanmak için uğraşacağını, milyonların gönlünde nasıl taht kuracağını kimse bilmiyordu. Annesi Kamer Hanım da bilmiyordu.
Dindar bir şilenin çocuğu olan Necmettin Erbakan, temel ahlaki eğitimini ve sağlam aile terbiyesini anne ve babasından aldı.
"Dinin Yıldızı" (4) 29 Ekim 1926'da Türkiye'de doğmuştu artık. Karanlıkta kalan nice meseleleri, bilinmeyenleri aydınlatacaktı. Onu söndürmek için, ışığının önüne geçmek için nice kimseler ne entrikalar çevireceklerdi...!



erbakan_X3If.jpg



Çocukluk Dönemi (1926-1938)

Ağır ceza reisi olarak görev yapan Erbakan'ın babası Mehmet Sabri Bey'in Kayseri'ye tayin edilmesi sebebiyle Erbakan çocukluk döneminin bir ila altı yaş arasını Kayseri'de geçirdi.
Daha sonra yine babasının tayini nedeniyle 1932 yılında Trabzon'a yerleşti.
İlk tahsilini Trabzon Gazi Paşa İlkokulunda tamamladı. (5)
Erbakan çok zeki olduğundan çocukluğunda da üretken idi. Kendi kafasından yeni oyunlar icad eder, icad ettiği oyunlara kurallar koyar ve oynadıkları oyunları kendisi yönetirdi. Öyleki, Trabzon'da oturduğu konağın bahçesinde çocukluğuna ait ayrı bir dünya kurmuştu. Bu dünyaya çevredeki memur çocuklarını dahil etmeyi başarmıştı.
Artık o kendi yaşındaki çocukların fikir üreteni, oyun icad edeni kural koyanı, oyunları yöneteni idi.
Erbakan'ın çocukluk günlerini çocukluk arkadaşlarından biri şöyle anlatıyor.




ERBAKAN'IN ÇOCUKLUK ARKADAŞLARINDAN VALA BEY ANLATIYOR
(TRABZON, 1932-1937)

"Necmettin Bey o zamandan bu zamana hiç değişmeyen bir olaydır. O zaman televizyon ve radyonun olmadığı bir dönemdi. Ancak köşe
kapmaca, salıncakta sallanma veyahutda Necmettin Bey'in kurallarını koyduğu oyunlarla oynardık. Bu oyunlarda onu yenmek mümkün olmazdı. Çünkü oyunların kurallarını kendisi koyardı. Salıncak oyununda kim ayaklarını tavana vurursa o birinci olurdu. Tabi kendisinin boyu o zaman da uzun idi. Dolayısıyla hemen ayağını duvara vurur ve birinci olurdu. Maalesef biz ayaklarımızı tavana vurmayı başaramazdık." (6)
Vâlâ KARTAL
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
er_mEtr.jpg


Gençlik dönemi (1938-1951)



ilkokul


Erbakan 1937 yılında İstanbul taşındı. Babası Mehmet Sabri Bey'in niyeti, oğlu Necmettin Erbakan'ı o yıllarda Almanya'nın dünya'da giderek artan prestiji nedeniyle Alman Lisesi'ne kaydettirmekti. Ancak bu okuldaki öğrenim süresi hazırlık sınıfıyla birlikte yedi yıl olduğundan Alman Lisesi yerine İstanbul Erkek Lisesi'ni tercih etti.
Okulda hep takdirle geçmenin yanı sıra sıfırcı Avni olarak ün yapan fizik öğretmeni rahmetli Avni Ku-ren'den 10 puan almayı başaran ilk öğrenci Necmettin Erbakan oldu. (9)
Erbakan öğretmenlerinden öğrendiği tarifleri noksansız ve fazlasız anlatırdı. Bu sebeple bütün öğretmenlerin ilgisini çekerdi. Bir gün okula yeni tayin edilen bir öğretmen öğrencilere bir tarif sormuş. Bu soruya en mükemmel cevabı Erbakan vermiş. Dersten sonra öğretmenler odasında Erbakan'ın zekasından bahseden bu öğretmene diğer öğretmenler gülmüşler. "Niçin gülüyorsunuz?" diye sormuş. Öğretmenler de "okula yeni geldiğiniz belli" diye cevap vermişler.

Prof. Dr. Berhan Bey anlatiyor (İstanbul, 1938-1941) "Neriman Tekil isimli beden eğitim hocamız vardı. O günkü Kültür Bakanlığı bir kural koymuştu. Lise talebesi 100 metreyi 14 saniyede katedecek. Bunu yapamayan tam not alamayacaktı. Herkes koşuyor Necmettin Bey ve ben de koşuyorum fakat bunun ardında onaltı saniye 'ye düşüyoruz. Hocamız bizi bir daha koşturuyor, arkadaşlarımız bizi teşvik ediyorlar yine olmuyordu. Her koştukça başarı derecemiz düşüyordu. Hocamız da notumuzu kıracağından bahsediyordu. Ancak kırık puan almamız gerekirken Necmettin Bey 10 puan almış ben ise daha düşük aldım. Daha sonra bunun düzeltilmesi için bir yazılı yaptı. Bu yazılı imtihanda bize bir futbol sahasının ebadını, koşmakla yürümek arasındaki farkı yazınız şeklinde sorular sordu. Necmettin Bey matematikte çok başarılı olduğu için şakır şakır yazdı. Ben ise futbol sahasının ebadım tam yazamadım. Bu sebeple Necmettin Bey 10 alırken ben 10 alamadım." (10)
Prof. Dr. Berhan Bey



Bu Hatirayi Erbakan anlatiyor
(İstanbul, 1938-1941)

"İstanbul Erkek Lisesi 2000 talebesi olan bir mektep, mektepte jimnastik dersinde hatırladığıma göre bir tek ben 10 puan almışım. Herkes birbirine bahsediyor, bir kısmı beni tanımıyor. Yahu bu nasıl bir spor da bu kadar başarılı bir adammış ki, bu meşhur Neriman Tekil'den bu puanı almış. Bahçede, koridorlarda birbirlerine beni gösteriyorlar. Zannediyorlar ki ben o puanı spordaki maharetimden aldım."
(11)
Prof. Dr. Necmettin Erbakan



Lise Yillarinda Erbakan
Erbakan, orta okul yıllarında başarılı olduğu gibi lise yıllarında da bu başarıyı daha da yükselterek devam ettirdi. Bu başarılar onu arkadaşlarının ilgi odağı haline getirmişti. O "Dinin Yıldızı" olduğu gibi okulun, sınıfın ve başarının da yıldızı oluyordu.
Okul arkadaşlarından biri "Erbakan'ı şöyle anlatıyor:
(İstanbul, 1941-1942)
"Necmettin arkadaşımız her zaman iftihar
edeceğimiz üstün zekâlı, zamanında az yetişen
kişilerden biridir. Okul tarihinde ve her yerde
ismi anılacak bir. arkadaşımızdır. Bizim için
çok kıymetli bir insandır."(l2)
Ahmet Berker Erbakan 'ın Öğrencilik Arkadaşı

Erbakan Liseyi birincilikle bitiriyor Erbakan okul derslerinde gösterdiği üstün başarılarla lise tahsilini devam ettirdi. Sonunda lise hayatını okulu birincilikle bitirerek noktaladı.
İlk üç dereceyi paylaştığı arkadaşları belki girememek ihtimalini düşünerek İstanbul Teknik Üniversite-si'nin yanısıra başka fakültelere de kayıt olmuşlardı. Oysa Erbakan sadece İstanbul Teknik Üniversitesi'ne başvurdu.
O dönemlerde liseyi birincilikle bitirenler İstanbul Teknik Üniversitesine imtihansız giriyorlardı. Erbakan bu imkanı reddetti. Daha sonra girdiği imtihanda gösterdiği üstün başarı nedeniyle İstanbul Teknik Üniversitesinin ikinci sınıfından okumaya başladı. (13)
Böylece Erbakan öğrencilik yıllarında bir ilke imza atmış oldu.

Erbakan Üniversiteyi de birincilikle bitiriyor
Erbakan liseyi birincilikle bitirdikten ve üniversite imtihanlarında gösterdiği üstün başarından sonra İstanbul Teknik Üniversitesi ikinci sınıfında okumaya başladı. İlkokul, ortaokul ve lisede gösterdiği üstün başarıyı üniversite hayatında da katlayarak devam ettirdi. "Özellikle matematik derslerinde gösterdiği üstün başarıdan dolayı arkadaşları ona "YARIM DÜNYA" ve "DERYA" diye isim takmışlardı." (14)
Aynı dönemde inşaat bölümünde okuyan arkadaşlarından biri Erbakan'ı şöyle anlatıyor:

Mehmet Bilge Erbakan'i anlatiyor
Prof. Dr. Mehmet Bilge
Erbakan'ın Öğrencilik Arkadaşı
(İstanbul, 1943 -1946)
"Necmettin Erbakan'a İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilik yıllarında çok çalışkan ve başarılı olduğu için "Derya " ismini takmıştık. Ayrıca biraz da iriyarı. olduğu için "Yarım Dünya " derdik.
Erbakan'ı daha iyi tanımak için okul arkadaşları tarafından hazırlanan Okul Albümünü (yıllığını) okumak gerekir."(l5)



Okul Albümünde Erbakan
(İstanbul, 1944-1948)
"Necmettin Erbakan,
Toylardandır, dindardır, çalışkandır. Hayatının yarısını namaz, yarısını da projeler işgal
eder. Sınıfının yarısını kendisi, yarsını da arkadaşları işgal eder. Proje ve raporları geniş izahlıdır. Herkesin bir sayfada bitirdiği konuyu, o kırk sayfada hülasa eder. Kendisine civata nedir diye sorarsanız, izaha demir filizlerinin naklinden başlar. O kadar uzun anlatır ki nihayet namaz vakti gelir, gider namazını kılar, gelir ve kaldığı yerden anlatmaya devam eder." (16)



Okul Albümü ile ilgili kendisi söyle diyor
Okul yıllığının başındaki "TOY" kelimesini arkadaşlarımız İstanbul Teknik Üniversitesi ikinci sınıfa gidenler için kullanırlardı. Ben üniversiteye ikinci sınıftan başladığım için banada aynı ifadeyi tabir etmişlerdi.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
er_6iVO.jpg


Akademik hizmet dönemi


Prof. Dr. Mustafa Köseoglu anlatiyor (İstanbul, 1944-1948)
"Üniversitemizin mescidi vardı. Cuma günleri Erbakan'la beraber oluyorduk. Rahmetli Kirazoğlu Abimiz de bizim başımızdı. Herkese bir konu verirdi. Necmettin Erbakan Bey 'e de Besmele konusu verildi, iki hafta üst üste besmeleyi bize çok güzel bir şekilde anlattı. Necmettin Erbakan Bey benimle beraber Üniversiteye başladı, ancak o benden bir yıl önce mezun olduğu için bana hocalık da yaptı. Çok güzel ders anlatıp, güzel resim çizer ve tahtayı çok düzgün kullanırdı. Uzun konuşurdu fakat cümlelerinde bir aksaklık ve ifade düşüklüğü olmazdı. Daha sonra asistanlıkta ve doçentlikte de kendisiyle beraber çalıştık. Arkadaş olarak da çok iyi bir arkadaşdı. bunun için üniversiteden ayrılıp Ankara'ya gitmesini hiç istemiyorduk." (19)
Prof. Dr. Mustafa Köseoğlu

Erbakan ögrencilik yillarinda da Namazini kilardi Anne ve babasından aldığı din eğitimini, ilk ve orta öğrenimi sırasında gittiği camilerdeki hoca efendilerden aldığı derslerle geliştiren Erbakan'ın en etkilendiği Gönenli Mehmet Efendi ve Mehmet Zahit Kotku Hoca Efendi oldu.
Aldığı sağlam dini eğitim sebebiyle İstanbul Erkek Lisesi'nde orta öğrenimini yaptığı dönemde okulun bir odasını mescid olarak kullanıyor ve vakit namazlarını orada kılıyordu. Üniversite yıllarında ise İstanbul Teknik Üniversitesindeki mescitte ve öğrenci yurtlarındaki odalarda kılıyordu.
Cemaatle namaz kılmanın daha sevaplı olduğunu bildiği için "İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Yurdundaki odalarda Süleyman Demirel Bey'in de aralarında bulunduğu üç arkadaşına imamlık yapar, cemaatle namazım kılardı." (20)
Erbakan dini istismar ediyor, gösteriş için namaz kılıyor, bir yerde bir kaç defa namaz kılıyor diye iftira edenlerin maksatlarının ne olduğunu anlamamak mümkün mü? Ayrıca bu iftiralara inananların Erbakan'ı tanımadıklarını görmemek mümkün mü?


Erbakan simdi de namazini kiliyor Erbakan, bir konferans sebebiyle gittiği kardeş ülke Pakistan'da cemaatle namaz kılarken görülüyor.
Erbakan'ın namaz kılışı, şov yapmak için ya da dini istismar etmek için kılanların acemi namaz kılışlarına hiç benzemiyor. Namaz kılanlar bunu incelediklerinde daha iyi anlar ve bilirler.
"Mü'minler o kimselerdir ki, onlar gaybe inanırlar ve beş vakit namazı gereği gibi kılarlar." (21)



Üniversite Erbakan'i Almanya'ya gönderiyor
"1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi Motorlar Kürsüsü'nde hazırladığı yeterlilik tezindeki başarısından dolayı üniversite Erbakan'ı bilimsel araştırmalar yapması için Almanya'ya gönderdi.
Aachen Teknik Üniversitesi Motorlar ve Termo Dinamik Kürsüsü'nde bir buçuk yıl kalıp bu süre içinde üç tez hazırladı. Bunlardan biri doçentlik tezi idi. Bu tezlerden biri de dizel motorlarda püskürtülen yakıtın tutuşmasının matematiksel anlatımını yaptığı tez idi. Bu tez Almanya'daki bilim camiasında geniş yankılar yaptı. Bunun üzerine Almanya'nın sanayi devi Deutz Motor Fabrikası'na çağırıldı ve Leopard tankları konusunda araştırma başmühendisi olarak görev, yaptı." (22)
Bu görevinde de üstün başarı gösteren Erbakan'a Alman yetkililer maaşını artırma teklifinde bulundular. Ancak ülkesinin sanayileşmesi aşkıyla içi yandığından bu teklifi reddedip milli duygularla milli sanayiyi başlatmak için Türkiye'ye döndü.
Bu dönemde Erbakan'la Almanya'da tanışan bir bilim adamı onu şöyle anlatıyor.


Prof. Dr. Selim Palavan anlatiyor (ALMANYA, 1951-1953)

"Necmettin Erbakan Bey 'le Almanya 'da görüştük. Birlikte bir gün yemeğe gittik. Yemekte önce güzel bir çorba içtik. Yemeği yedikten sonra bir meyve salatası getirildi. Necmettin Bey salataya doğru eğilip onu kokladı ve yemek istemediğini söyledi. Ben de kendisine niçin yemek istemediğini sordum. Salatanın içinde alkol olduğunu söyledi. Ben de ona, Necmi birkaç damla alkolden ne olur dedim. Yine de hayır yemem dedi. Bunun üzerine dedim ki: Necmi farz edin ki ağır bir şekilde hastalandınız ve sana bir ilaç verdiler ve bu ilacın içinde yüzde elli alkol var, bu durumda ilacı kullanmayacak mısınız? Hiç düşünmeden Erbakan bana şu cevabı verdi: Hocam! Siz koskoca bir hocasınız, siz hiç inanabilir misiniz ki alkollü ilaç fayda verir?
Necmettin Bey benim için ilk kitap yazan biridir. Almanya 'da bir müddet sonra maaşını artırmak istediler fakat o, bunu kabul etmeyip Türkiye'ye döndü." (23)
Prof. Dr. Selim Palavan


Almanya'daki dönemi Erbakan anlatiyor (ALMANYA, 1951-1953) "Biz ilk defa 1951 senesinde Almanya'ya gittik. Dünya Savaşı 1945 de sona ermiş, ama anlaşmalar vesaire derken 1947 olmuştu, Almanya 'da üç-dört sene evvel hiç bir şey yapılabilmiş değildi. Gittiğimiz zaman hatta şaşırdık, eyvah bu yıkık şehirde mi oturacağız! Üniversitenin camları yok, kaloriferler çalışmıyor, profesörler paltolarıyla derslere giriyorlar, ama azimliler. Binada bir takım kurşun yaraları var. Biz bu tezleri hazırlarken üniversitenin Laboratuarında yer olmadığı için Üniversitenin yakınındaki bir garajı kiraladık. O garajda yeniden baştan sona kadar laboratuarı kurduk. Bugünki Almanya o zor şartlar altında yola çıkarak geldi.

Almanya'li Bilim adami Erbakan'i anlatiyor (ALMANYA, 1951-1953)

'Sayın Erbakan çok girişimci bir insan.Te-mel niteliği hem dizel hem benzinli motorlarda yanan bir yakıt geliştirmekti. Ya da öyle bir motor geliştirmekti ki her iki yakıtla da kullanılabilsin.
Onun özelliklerine gelince, Ekim 1951 yılında Üniversitemize geldi, odama girdi yanımdaki boş masaya oturdu. Bizi tanıştırdılar. Bu Bay Galler çok yardımcı olacak dediler. Ama benim yardımıma hiç gerek yoktu. Kendini hemen işe adapte etti. Hem deneysel hem teorik olarak çok büyük bir projeye başladı. Bir buçuk yıl içinde bu projeyi hayran olacak şekilde tamamladı. Bütün problemleri çözdü. Ama onun bunların yanında çok başka özellikleri de vardı. Çok düşünceli çok sevecen bir insandı. Öyle diyebilirim ki ilk geldiği günden beri aramızda bir sempati oluştu. Ona çok çabuk ısındım. Beraberce sadaterel konular üzerine de konuştuk. Her şeyden önce bana İstanbul'u sevdiren, İstanbul 'dan zevk almamı sağlayan insandır. Onu dinamik bir insan olarak tanıdım. Sempatik bir çalışma arkadaşı ve çok iyi bir dost."(25)
Prof.Dr.Josef Geller



Erbakan Almanya'dan Türkiye'ye dönüyor
Kendi sanayimizi kurmalı, batıya muhtaç olmamalıyız düşüncesiyle yaşayan Erbakan Almanya'nın nasıl kalkındığını bizzat yaşayarak gördü. Bu büyük sanayi imparatorluğuyla karşılaşınca gözleri kamaştı, heyecanlandı. Almanya milli sanayini kurar da Türkiye millî sanayiini kuramaz mı diyerek Almanya'yı bırakıp 1953 yılında "Türkiye'ye İstanbul Teknik Üniversite-si'ndeki görevine döndü." (26)
Bu görevi esnasında Türkiye'nin sanayileşmesinde en önemli rol oynayacak olan öğrencileri yetiştirmeye çalıştı.
Erbakan'ın doçent olarak öğrenci yetiştirmeye çalıştığı Motorlar Kürsüsü'ndeki bu görevi 1954 yılına kadar devam etti.
"Aynı yıl onsekiz ay sürecek yedek subaylık için İstanbul Kağıthane'deki İstihkam Okulu'nda askerlik görevine başlamak için öğretim üyeliği görevinden ayrıldı." (27) "
İstanbul Teknik Üniversitesindeki akademik hizmet yıllarında aynı odayı. paylaştığı arkadaşlarından biri şöyle anlatıyor:


Prof. Dr. Hakki Öz anlatiyor
(İstanbul, 1953-1954)

"Necmettin Erbakan iyi bir oda arkadaşıydı. Oto Uzmanlar Motorlar Dersi en fazla rağbeti olan ve en çok ilgi görülen bir dersdi. Çünkü; teorik hem pratik, hem de dizayn olarak öğrencilere veriliyordu. Bu derslerin verildiği laboratuarda Necmettin Bey'le beraber olurduk. Bu laboratuarda ben yönetici olarak görev yapıyordum. O ise ilgili projenin bizzat çizicisi, tasarlayısıcı ve raporlarla beraber neticeye götürücüsü idi.
O günlerde Makina Fakültesi Dekanlığından bize bir yazı geldi. Bu yazıda, talebelerimiz arasında Amerika'ya göndermeye değer proje yapmış kimseler varsa, onların projelerini göndermemiz isteniyordu. Biz de güzel çizim ve tasarımlarla ortaya koymuş olduğu Necmettin Erbakan Bey 'in projesini sergilenmek üzere Amerika 'ya gönderdik." (28)
Prof. Dr. Hakkı Öz


Erbakan kendi ülkesinde Fabrika kuruyor

"Almanya'dan büyük bir aşk, şevk, azim ve heyecanla Türkiye'ye dönen Erbakan, l Temmuz 1956 yılında 200 ortak toplayarak Konya'da Gümüş Motor Fabrikası'nı kurdu. Böylece düşlerini hayata geçirme olanağını yakaladı. Tarımsal sulamada kullanılan 5-15 beygir gücünde motor ve pompaları üretmek üzere kurduğu bu fabrikanın açılışına ilim ve irfan sahibi olan ve Türkiye'nin sanayileşmesini çok arzulayıp tavsiye eden Mehmet Zahit Kotku Efendi de katıldı. Büyük yankılarla ve ihtişamla açılan Gümüş Motor Fabrikası çok uzun ömürlü olmadı. Erbakan'ın yönetimindeki Fabrika iki yıl sonra büyük bir mali krize girerek batma noktasına geldi. Bunun üzerine en büyük hissedar olan Şeker Şirketi fabrikaya el koydu." (29)
Erbakan'ın kurduğu Gümüş Motor Fabrikası, bugün Pancar Motor adı altında çalışan fabrikanın oluşumunu başlattı.
Görülüyor ki Erbakan hayalci değil icraatçı bir lider.

Bu yıllarda Gümüş Motor Fabrikası'nda çalışan bir usta şöyle anlatıyor.


Gümüsmotor Ustasi 'anlatiyor (KONYA -1956-1957)
"Necmettin Erbakan Bey in insana vermiş olduğu değer, ikna edici bir mahiyet taşır," (30)
Coşkun Tezcan
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
er_S9QC.jpg


Türkiye'de ilk yerli Otomobil yapan Erbakan'dir
"Erbakan'ın 1956 yılında kurduğu Gümüş Motor Fabrikası'nda 850 işçi çalışmakta idi. Yılda yüzde yüz yerli 5000 dizel motoru yapılıyordu." (31) Erbakan 1963 yılma kadar üniversiteden izinle ayrılmış fabrikanın genel müdürlük ve idare meclisi reisliğini devam ettirmekte idi. Bu genç bilim adamı her şeye rağmen Gümüş Motor'un devam etmesini, hatta Gümüş Mo-tor'un yerli araba üretmesini istiyordu."
"1960 yılında, Ankara'da yapılan Sanayi kongresinde konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi Motor Kürsüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Necmettin Erbakan Türkiye'nin kendi otomobilini yapabileceği fikrini ortaya attı. Bunun üzerine zamanın ihtilalcileri de, Eskişehir Demiryolları CER Fabrikası'nı Erbakan'ın emrine verdiler. Buradaki Türk mühendis ve işçilerle el ele veren Erbakan, Türkiye'nin ilk ve tek "Devrim" adlı yerli otomobilini yaptı." (32)


Cemal Gürsel yerli Otomobil için Erbakan'a ne diyo
(ANKARA, 1960)
"Yerli arabamıza "Devrim Otomobili" diyelim. Anlattığın hususlar Türk sanayii adına düşündürücü şeylerdir. Sizi tebrik ederim..." (33)
Cemal Gürsel
4. Cumhurbaşkanı




Türkiye kendi Otomobilini yapabilir
Erbakan başkanlığında 22 Türk mühendisinin gece gündüz çalışarak 4,5 ayda tamamladığı Devrim adlı bu otomobil için o günkü parayla yalnızca 1400 TL ödenek ayrılmıştı. Betonlar üzerinde çekiçlerle dövülerek üretilen Devrim, 29 Ekim kutlamalarına yetiştirilmesi için lokomotifle Ankara'ya yola çıkarılıyor. Hatta boyası bile yolda yapılıyor. Ankara'ya ulaştırılan Devrim, Cemal Gürseli TBMM önünden alıp Anıtkabir'e götürecekti. Ancak ikiyüz metre gidince durdu. Çünkü benzini bitmişti. Sarı renkte olan Devrim'e benzin konarak yola devam edildi. Bu durum o zaman da yaygara konusu yapılmıştı. Türkiye'nin ilk ve tek otomobilini yapan kişi, gerici olabilir mi?



Ismet Inönü Erbakan için ne diyor?

(ANKARA, 1973)
"Bu memleket bir tane adam yetiştirdi. O da dinci çıktı." (34)
İsmet İnönü
TC. 2. Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı




Eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Erbakanla ilgili söylediği söze bakıldığında, sanki dinci olmak, dinden yana olmak, dindar olmak kötüymüş gibi anlaşılır. Bu ise oldukça yanlıştır. Çünkü; biri namaz kıldığı için dinci olursa, diğeri namaz kılmadığı için dinsiz diye vasıflandırılır. Tıpkı "kökten dinci" vasfı gibi. Bir kimseye dine bağlı olduğu için kökten dinci dersen o da sana kökten dinsiz deme hakkına sahip olmaz mı?
Erbakan'ın dindar olduğu, inançlı olduğu ve inandığını inandığı gibi yaşadığı söylenir. Onun dindar, inançlı olması ve inancının gereğini yapması, gerici olmasını gerektirir mi?
Erbakan gerçekten gerici olsaydı çağdaş teknolojide Türkiyemiz için yüzde yüz yerli ilk ve tek Devrim otomobilini yapabilir miydi?
İnanç ve inancın gerektirdikleri kişiyi ya da toplumu geri bırakmaz ve gerici yapmaz. Mesela bir kimse aya çıkmak istedi de inanç'ın gereği başörtüsü ayaklarına mı dolandı?
Dinci olmak, gerici olmak olsaydı, dinsiz olmak ilerici olmak anlamına gelirdi. Bu da makul olmadığına göre dinci olmak, gerici olmak değildir.
Erbakan İsmet İnönü'nün dediği gibi dinci olabilir ama dinsiz ve gerici asla...



ERBAKAN Üniversite'de hocalık yaptı

"Erbakan İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesini 1948 yılında büyük bir başarı ile bitirdi. Aynı yıl l Temmuz gününden itibaren Makina Fakültesi'nin Motor Kürsüsünde asistan olarak görev aldı. Bu kürsüde doçent olarak görev yapan bir değerli bilim adamı askere gittiği için, Erbakan asistan olarak Fakültede ders vermeye başladı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde ilk defa böyle bir şey oluyordu. Böylece kendisinden bir yıl sonra gelen öğrencilere hocalık yapmaya başladı." (18)
Hocalık yapma yeteneği olmasaydı, bir bilim adamının askere gitmesi sebebiyle böyle önemli bir görev kendisine verilmezdi. O, zekâsıyla, başarısıyla, yeteneğiyle, kabiliyetiyle bir ilke daha imza atmış oluyordu.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
er_jqit.jpg


Odalar Birliği


Erbakan ile ilgili bir tesbit (BİR TESBİT)
"Hocanın hayaline kurşun sıksan yetişmez." (35)Orhan Akkoyunlu
Gümüşhane Milletvekili


Erbakan'in hayalinin büyük olusu basiretindendir
Kişinin aklı ne kadar büyükse, zekası ne kadar çoksa, hayali de o kadar büyük olur. Hayalinin büyüklüğü ise basiretli oluşundandır.
Gümüşhane eski milletvekili Orhan Akkoyunlu'nun Erbakan'la ilgili söylediği "Hoca'nın hayaline kurşun sıksan yetişmez." sözü 1976larda söylenmiş ciddi bir tesbittir. Kaldı ki Orhan Akkoyunlu Erbakan'ın partisinden olan bir milletvekili değil.
Bu tesbiti 17 yıl sonra bir köşe yazarı teyid eder mahiyette doğruluyor. Bakınız ne diyor:
"Erbakan Hoca'dan özür mü dilesek acaba? Her nedense bugüne kadar Hoca'yı bir türlü ciddiye alamadık...
Son olarak Somali'ye insani yardım çağrısına yanıt vererek asker gönderdiğimizde de RP'nin Genel Başkanı Necmettin Erbakan, tüm siyasilerimizden ayrı bir hava çaldı. Herkes hamasi nutuklar atarken, Hoca hazretleri bu karara karşı çıkıyor ve bar bar bağırıyordu.
"Aziz ve muhterem kardeşlerim; Bu olay sanıldığı gibi Somali'deki müslüman kardeşlerimize yardım değildir. Böyle bir amaçla Amerika parmağını oynatmaz. Bunda bir oyun var oyun... Amerika'nın asıl amacı, Sudan'a girmek, bunun için köprü oluşturuyor... Oradaki petrolü sahiplenmek, Ortadoğu'dan sonra yeni bir petrol bölgesini daha ele geçirmek."
... Şimdi öğreniyoruz ki, ABD, yardımı bir yana koymuş, kuyu üstüne kuyu açarak petrol aramaya başlamış.
Hoca haklı çıktı. Şimdi ne kadar konuşsa yeridir..." (36)
işte basiret budur. Hayal, bir şeyi yalnızca akıldan geçirmek değildir. Basiretsiz hayaller gerçekleşmez. Bunun içindir ki Erbakan'ın hayali basiret doludur. Basiret gözlüğü takmadan O'nun hayaline kurşun atılsa bile yetişmek mümkün değildir


Erbakan Odalar Birligi Genel Sekreteri oluyor Gümüş Motor Fabrikası'nın mali kriz sebebiyle kapanması olayının ardından Erbakan'ın yaşamında yeni bir dönem başladı. Bu dönem Erbakan'ı politikaya hazırlayan Odalar Birliği dönemi idi.
"Bu dönemde Şubat 1966'dan Kasım 1966'ya kadar Odalar Birliği Sanayi Daire Başkanlığı görevinde bulundu. Kasım 1966'da Odalar Birliği Genel Sekreteri oldu." (37)
Odalar Birliği Genel Sekreterliği döneminde, Odalar Birliğinde milletimizin mutlu bir azınlığa istismar ettirildiğini, bütün illerden bankalara tevdi edilen mevduatın % 80'e yakın kısmının büyük şirketlere % 20'sinin ise Anadolu tüccarına bırakıldığım ve memlekette kurulacak olan sanayi tesislerinin %80'ı yine kayırdan bir büyük şirketlere verildiğini gören Erbakan bu dengesizliği ve haksızlığı düzeltmeye kalkınca, başta o günkü Başbakan Süleyman Demirel olmak üzere bazı rant çevreleri büyük bir rahatsızlık duymuşlardı. Böylece Erbakan Odalar Birliğinde tek başına Süleyman Demirel'in başkanı bulunduğu hükümete karşı sözkonusu dengesizliğin ve haksızlığın giderilmesi için mücadelesini başlatmıştı.

YTP Genel Baskani Erbakan için ne diyor? (ANKARA, 1966)
Bu dönemde 25 yıllık siyasi tecrübesi olan Yeni Türkiye Partisi Genel Başkanı Yusuf Azizoğlu Erbakan'la tanıştıktan sonra Ekrem Alican Bey 'e şöyle diyor.
- "Azizim bugün Demirel'den en az yüz misli zeki ve kültürlü bir insanla tanıştım."
Ekrem Alican
- Kimmiş bu adam?
- "Şu Odalar Birliğinde hükümete karşı mücadele veren Prof. Dr. Necmettin Erbakan. Sizin de tanışmanızı tavsiye ederim." (39)
Yusuf Azizoğlu YTP Genel Başkanı

Erbakan odalar Birligi Baskani oluyor Gördüğü dengesizliği ve haksızlığı Genel sekreter olarak gideremeyeceğini anlayınca, yaklaşan Odalar Birliği Genel Kurulu'nda, yönetim kurulunu ve Genel Başkanlığı eline geçirmeye karar vermek zorunda kalan Erbakan Büyük Ankara Oteli'nde bir daire kiralamış ve sıkı bir çalışmaya girişmişti. Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi ise mevcut yönetimi ve onun başkanı Sezai Diplan'ı desteklemek üzere koalisyon kurmuşlardı. Böylece Erbakan iktidara ve muhalefete karşı tek kişi olarak mücadele ediyordu.
"Demirel Hükümeti Odalar Birliği seçimini Erbakan'ın kazanacağını anlayınca anayasa, ve diğer mevzuata aykırı olmasına rağmen bir bakanlar kurulu kararı çıkararak, kongre gündeminin seçimler maddesini ertelemek zorunda kaldı." (40)
Bakanlar Kurulu kararına iktidar ve muhalefet güç-birliğine rağmen Erbakan Anadolu tüccarının desteği ile % 75 kahir ekseriyetle rakiplerini yere vurarak Mayıs 1969 yılında Odalar Birliği Genel Başkanlığı seçimini kazandı.
Ancak bu yenilgiyi hazmedemeyen Adalet Partisi Hükümeti verdiği hukuk dışı kararı yürütmek için antidemokratik bir yola tevessül ederek o günün İçişleri Bakanı Faruk Sükan'ın talimatıyla Erbakan'ın polis zoruyla Odalar Birliğinden atılmasını istemişti.
"Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, polis zoruyla Erbakan'nın Odalar Birliği Genel Başkanlık görevine son verdi." (41)



Erbakan evleniyor Erbakan 41 yaşına kadar kafasına koyduğu tahsil, Türkiye'nin kalkınması, Gümüş Motor, yerli otomobil sebebiyle evlenmemiş idi. 1967 yılında Türkiye Odalar Birliği'nde iken Nermin Hanımla evlenmeye karar verdi.
"Damat Prof. Gelin ise iktisatçı çok güzel konuştuğu İngilizcenin yanısıra az da olsa Fransızca ve Almanca biliyordu. Yüksek tahsilini tamamlarken yabancı dil kurslarını da ihmal etmemiş, okulu ile beraber bitirmişti. Daha sonra Türkiye Odalar Birliği'nde vazife almıştı. Aktüel konularımızı yabancı basından takip etmeyi ve yapılan yorumları eleştirmeyi bir itiyad haline getirmişti. Memleket meseleleri ile yakından ilgileniyor ve bu hususta notlar tutuyordu." (42)
Evlendiğinde 24 yaşında olan Nermin Hanım'ın Er-bakan'dan üç çocuğu dünya'ya geldi. Erbakan çiftinin çocukları şunlardır.
1- Zeynep Erbakan
2- Elif Erbakan
3- Fatih Erbakan
Mutlu bir aile yaşamı içinde olan Erbakan çiftinin büyük kızları Zeynep'den iki tane torunları var.
Erbakan'ın eşi Nermin Hanım eşi Necmettin Erbakan Bey için ne diyor?

Nermin Hanim eşi Erbakan için şöyle diyor
(ANKARA, 1967 - 2000)
"O, iyi bir lider olmanın yanısıra çok iyi bir eşdir. İçinde bulunduğu yoğun programlarına rağmen bizi ihmal etmez. Çocuklarla yeteri kadar ilgilenir. Bu yönüyle de çok iyi bir babadır." (43)
Nermin Erbakan
Prof. Dr. Necmettin
Erbakan'ın eşi


Erbakan Ailesi Mücadeleci bir Aile
Milli Görüş Lideri Erbakan'ın Eşi Nermin Hanım bir konuşmasında şöyle diyor: "Bizim seçim çalışmalarımız senenin 365 günü devam eder, çünkü biz seçim için değil, vatana, millete hizmet için çalışıyoruz." (44)
Erbakan, Milli Görüş Hareketi'ni başlatırken, kızı Elif henüz dünya'ya gelmemişti. Ama, şimdi O'da dava baharında açmış diğer çiçekler gibi mücadele ediyor. Hatta Erbakan Milli Görüş Hareketini Konya'da başlatırken bir vatandaşımız kendisine, "iyi de bir çiçekle bahar olmaz ki" deyince, Erbakan'ın cevabı şöyle olmuş:
,,Evet bir çiçekle bahar olmaz ama, her bahar bir çiçekle başlar..."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt