Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Islam savaşçıları (1 Kullanıcı)

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45




Selamun aleyküm değerli kardeşlerim,

Birlik olup bu konu başlığı altında
''İSLAM'' için savaşmış,
kanını dökmüş,
canını vermiş ve bu şerefe nail olmuş,
''cihad kahramanlarını''
''cephelerin korkulan arslan yürekli savaşçılarını''
Allah'ın cc. emri olan ''CİHAD''a,
bu yola başını koymuş kıymetli büyüklerimizi/şehitlerimizi
tanıyalım/hatırlayalım.

Ve en önemlisi, unutmayalım / unutturmayalım.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Cihadın Kahramanlarından: Ebu Nasır el Kahtani

Ona Yakın Kardeşlerinden Birisi Anlatıyor

Herhangi bir cephede, herhangi bir zamanda, İslam güneşiyle yükselen kahramanlar vardır. Onlar ki Allah’a verdikleri ahdi yerine getirirler. Ebu Gureyb’te alıkonana dek işgalcilere daha etkili darbeler vurmak için Bargam’dan firar eden böyle bir kardeşimiz, Ebu Nasır el Kahtani.

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla
Tüm hamdımız merhametlilerin en merhametlisi olan ve alemleri ayakta tutan Allah’a dır. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.





Ebu Nasır el Kahtani Kimdir?

O Muhammed, Cafer’in oğlu, Cemal’in oğlu, Şiri el-Kahtani’nin oğludur. Babası, Kahtan’da sınır muhafızlığı yapmış olup; Arap Yarımadası’nın önde gelen, sosyal düzeyde itibar sahibi el Meseri’de aşiretinin emirliğini yapmıştır. Allah, onlara büyük bir ün, bolca servet ve ticaret bahşetmişti; buna rağmen Muhammed kardeş sarsıntılar içerisindeydi… Haça tapanlar baştanbaşa İslam beldelerini işgal ediyor ve ümmeti kavuruyorlardı. Bu onun İslam’ın aslanlarından biri olmasına giden yolun başlangıcıydı. Kızgındı, öfkeliydi; Allah’ın buyruğunun haklılığına tüm içtenliğiyle kâni olmuştu ve o inanmıştı!

Savaşa Çağrı, Savaşa Çağrı…

Muhammed el Kahtani, insanlar arasında tanındığı şekliye yiğit Ebu Nasır, Allah’ın lütfuyla artık Allah’ın dininin yoluna adımını attı. Cihad aşkı ve ezilenleri müdafaa etme iştiyakı ruhunu sarmıştı. Bu tutkuyla Çeçenistan’a gitmeyi arzuladı ama bunu gerçekleştiremedi. Bazı kimselerin Keşmir’e kardeşleri gönderdiğini işitti ve o da yola koyulanlardan oldu… Fakat ineklere taparlar ve Keşmir sınırları boyuna yuvalanmış olan kâfir mevcudiyeti onu Keşmir’e girmekten alıkoydu. Bölgeye giremedi; sonunda Haremeyn topraklarına, ülkesine döndü.

Amacına ulaşma yolunda karşılaştığı bahaneleri ve özürleri katiyetle reddetti; üzerindeki yükümlülükten kaytarmayı bir an bile düşünmedi ki bu Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerin durumu gibidir:


“Onlar, oturanlarla beraber oturmaktan hoşlandılar. Kalplerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.” [Tevbe: 87]

O günlerde Ebu Nasır, Allah’ın mescidlerinden birinde kuran okuyor ve Allah’a, cihada çıkabilmesini kolaylaştırması için yalvarıyordu… İçinde bulunduğu bu süreç içerisinde bir dostu, kendisini Afganistan’a gönderebileceği müjdesini vermişti. Bu müjdeyi alan Ebu Nasır secdeye kapanarak kendisine bunu nasip eden Allah’a hamd etti.

İlerleyen günlerde mübarek New York fethi vukuu bulmuş, Müslümanları bir sevinç havası sarmış, Mücahidlere karşı bir muhabbet atmosferi şekillenmişti. Bu olay dinleri ve Allah’a itaatleri hususunda gevşek davrananlar için bir uyanış çağrısı olmuştu.

Ve böylece Ebu Nasır için cihad topraklarına gidiş zamanı gelip çatmıştı. Yolculuk için gerekli hazırlıkları yaparken, pasaportunun geçerlilik süresinin dolduğunu fark etmişti! Pasaportunu yenilemek için gerekli resmi mercie başvurdu. Oradaki görevliye “Seyahat etmek durumundayım, bu yüzden mümkün olduğunca çabuk bir biçimde pasaportumun yenilenmesi gerekiyor” dedi. Görevli cevaben, “Bu kadar acele nereye gideceksin?” dedi.

Ebu Nasır “Bir iş gezisi” diye cevap verdi. Görevli gülümseyerek “Senin için yenileme işlemini hızlandıracağım ama tek bir şartla!” dedi. Ebu Nasır şaşkınlıkla ona “Nedir bu şartınız?” diye sordu. Görevli “Karşı karşıya gelirseniz (Müslümanların ordusu ile kafirlerin ordusunu kastederek) benim için dua et ve dualarında beni unutma!!” diye mukabele etti.

Görevlinin cevabı onu şaşkınlığa uğratmıştı! İkisi de gülüştüler ve musafaha ettiler. Ondan sonra yiğidimiz, harbin ve mücadelenin beldesi olan Afganistan’a doğru yola koyuldu.


Ebu Nasır İlk Esaretini Yaşıyor…

Genelde Ebu Nasır, düşman hareketlerini gözlemlerdi. Bu gözlem günlerinden birinde, düşmanın hazırlığının mahiyetini öğrenmek için onlara yaklaşmaya karar verdi. Fakat mürtedler onun varlığını keşfettiler; Ebu Nasır kaçmaya başladı, ardından da düşman onu izliyordu, Ebu Nasır ardındakileri atlatmak için bir Afganlının evine girdi. Ev halkı ona, ne olduğunu sordular. Cevaben “ Bir odun demeti yüzünden çıkan tartışmadan dolayı kuzenimi öldürdüm, kızgın bir kalabalık ve polis peşimde, her yerde beni arıyorlar!” dedi.

Ev halkı o esnada kendilerinden arazilerini alan kuzenlerine karşı bir misilleme hususunda tartışıyorlardı. Bu duruma kulak misafiri olan Ebu Nasır o anda onlara sitemde bulunarak; Allah’tan korkmalarını, maruz kaldıkları esaret, reva görüldükleri zillet ve işgal altındaki topraklar söz konusuyken onların bir avuç arazi parçası için birbirlerini yemelerinin anlamsızlığından bahsetti. Söyledikleri ev halkını şaşkına çevirmişti! Şaşkınlıklarından kurtularak ona “Bizler bir arazi parçası için mücadele ederken sen bizlere sitem ediyorsun, ama kendin bir odun demeti yüzünden kuzenini öldürüyorsun” dediler. Ebu Nasır kahkahayı patlattı, onlarda güldüler. O geceyi orada geçirdi. Sabah olunca evden ayrıldı ve yürümeye başladı, yolda Amerikalılar onu yakaladılar ve Bargam cezaevine hapsettiler.


Ebu Nasır: Esarette Kahramanlık,
Cihad Meydanlarında Kahramanlık


Ebu Nasır, Bagram’ın karanlık zindanlarına atıldığında –Allaha şükür- bir aslanın cesaretine sahipti. Esaret günlerindeyken daima haça tapanların askerlerinin moralini bozuyordu, onlara: “Hepiniz Afganistan’a ölmeye geldiniz. Arkanızda ailelerinizi, özgürlüğünüzü, kadınlarınızı ve çocuklarınızı bıraktınız. Burada öldürülmeseniz dahi, er geç Bush sizi Irak’a Zerkavi’ye –rahimehullah- yollayacak…” Vallahi ismini duymaları bile onları dehşete düşürmeye yetiyordu. Bazısı ağlıyor, bazısı da kendilerini bekleyen kaçınılmaz kaderin verdiği korkuyla bilinçsiz bir şekilde altını ıslatıyordu. Amerikalılar sık sık “Zerkavi yok, Zerkavi yok” diyor ve bunu söylerken de ellerini boğazlarına götürüp bıçakla kesme anlamında işaretler yapıyorlardı.

Ebu Nasır sıkça yoldaşlarına nasihatte bulunuyordu, imanları hususunda onlara hakkı telkin ediyor, morallerini yüksek tutuyor ve daimi surette onlara iyiliği emredip kötülükten de sakındırıyordu. Haça tapanlardan herhangi bir askerle karşı karşıya geldiğinde daimi surette ona “öldürüleceksin” diyordu. Yine böyle söylediği bir seferde, asker ona cevaben “Kim tarafından ?” diye sormuştu. Ebu Nasır’da cevap olarak “Mücahidler tarafından!” diye karşılık vermişti. Haçlı askeri tekrar: “Civarda hiçbir mücahid kalmadı artık; ya kaçtılar ya da öldürüldüler” demişti ki…

Aniden Bagram üssüne havan ve füze atışı başladı. Kibirli Amerikalı kendini yere atarak, korkudan şuursuzca ağlamaya başlamıştı. Bu esnada Ebu Nasır ve kardeşlerinin getirdikleri tekbir sesleri Bagram’ın duvarlarını sarsıyordu: “Allah en büyüktür, Allah en büyüktür!”


Yüce Allah şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah inananları savunur. Çünkü Allah hain ve nankörlerin hiçbirini sevmez.” [Hac: 38]

Bizler bu yiğit adamdan; esarete düşen bir insan için her şeyin bitmediğini, bu durumun bir kişi için varılacak son durak olmadığını, tam aksinin de hayır olabileceğini de öğreniyoruz;


Gecenin sonunun gelmez olduğunu sanma
Şafağın izleri ufukta görünüyor
Karanlığın ipliği akıp gidiyor
Zulmün kuklaları çürüyor
Ve adaletin çağrısı yükseliyor


Allah en büyüktür!
Ey Allah’ın askerleri, sebat edin
Esaretin hezimetine inanmayın
Pek çok sefer esaretin sonu zafer
Hazırlanın, seslenişiniz yükseliyor

Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür!




Bagram Hapishanesinden Kaçış…


Allah’ın yardımıyla, bir buçuk yıllık esaretten sonra tam donanımlı bir askeri üs olan Bagram’dan üç sıra dışı kardeşiyle birlikte kaçmayı başarabilmişti; Şeyh Ebu Yahya el-Libi, Allah onu korusun, kardeş Ebu Abdullah eş-Şami, Allah onu korusun, kardeş Faruk el Iraki, Allah ona merhamet etsin ve onu şehitler zümresine kabul etsin.

Ebu Nasır’ın babası Afganistan’daki hapishaneden aralarında Suudi uyruklu birinin de olduğu dört kişinin kaçtığını öğrendiğinde, “Vallahi bu benim oğlum” demişti ki o, evladının cesaretini ve yiğitliğini biliyordu.

Ebu Nasır ile şahsen tanışan Pakistanlı bir kardeşle bir sohbetimiz olmuştu. Bu kimse bir rüya görmüştü. Rüyasında Rasulullah (s.a.v), ashabıyla birlikte oturuyordu. Rasulullah (s.a.v) kendisini yanına çağırarak Ebu Nasır ve beraberindekilerin hapisten kaçtıklarını söylemişti ve O (s.a.v) bunu üç kez tekrarlamıştı… Bu rüya kardeşin kaçışının öncesindeydi.

Kaçışlarını takriben, yıkıcı bir operasyona katılmışlardı. Bu operasyonda haça tapanların hatlarının derinlerine girmişlerdi. İkinci defa haça tapanlara esir düşeceği iki yıl boyunca Afganistan dağlarında korkusuz bir biçimde mücadelesini sürdürdü.



Ebu Nasır’ın İkinci Esareti

Ebu Nasır silahlardan patlayıcılara kadar operasyonların her türlü detaylarıyla bizzat ilgileniyordu. Düşman esaretine düşeceği bu ikinci seferde, yine bir sonraki günkü operasyon hazırlıkları için evine dönmüştü. Uykuda olduğu sırada Amerikalılar ve onların mürted uşakları kaldığı barınağa girdiler ve hemen silahını aldılar. Onlarla uzun bir boğuşma yaşadı, etkisiz hale getiremeyeceklerini anlayınca haça tapanlardan biri onu bacağından vurdu. Diğer Arap kardeşleri gibi yere düştü. Allah’tan onları esaretten kurtarmasını ve tekrardan cihad meydanlarına dönmelerini nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Bu arada, Suudi hükümeti Amerikalı efendilerine Ebu Nasır el Kahtani’nin tutukluluğuyla ilgili hususta müdahil olan taraflardan oldu. Sonradan zalim hükümet Ebu Nasır’ın pek çok genç üzerinde etkisini ve onları bilinçlendirdiğini görünce onu Ebu Gureyb hapishanesinde alıkoydular.

Bunlar zincirlere vurulan kahramanlardır, zindanlarda alıkoyulan… Ve bizler seyretmekten başka bir şey yapmıyoruz… inna lillahi ve inne ileyhi raciun.


O Aslan…

Onu görmelisiniz… Onu, Allah’a teslimiyetin ve kulluğun bir alameti olarak munis bir sesle Kur’an okurken bulacaksınız. Ona ailesinden sormalısınız; onu tekrar onlara dönmek istemeyen bir halde bulacaksınız. Onun zihnini cihaddan başka bir şey doldurmuyordu… Öyle ki yalnızca Allah’ın kelimesi en yüce olsun. Onun zihnini meşgul eden düşmanları tarafından önüne köpekler gibi çömlek atılan ümmetinin acınası durumuydu…

Ona baktığımızda Allah’ın haklarında şöyle dediği kimselerden olduğunu temayül ederdik:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” [Maide: 54]


Bizler onu görüyoruz ve Allah’da görüyor; bizler kimseyi Allah katında temize çıkarmıyoruz.
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Davayı ölümsüzleştiren bir lider ; İsmail ebu Şenneb / BİRLEŞTİRİCİ*

*Filistinliler arasında 'birleştirici' olarak anılırdı.. Onun bu tutumu sayesinde fitneler yok olurdu..




Mazlum Filistin halkının bağrından bir ‘Mühendis’ çıkmıştı daha önceleri. Adına Yahya Ayyaş denmişti işgalcinin bağrında bomba bomba patlayan, rüyalarına dahi korku salan…

Fakat anlatacağımız bu ‘Mühendis’ ise farklıydı. İnşaat mühendisiydi. Lakin yürekler fetheden bir toplum mühendisliği üstlenmiş, harcına ‘uzlaştırıcı, birleştirici ve barıştırıcı’ olma vasfını dökmüştü her projesine.

Orta boylu, açık alınlı ve güleç yüzlü mühendis, 21 Ağustos 2003 günü birçok şehid gibi işgalci İsrail’in elindeki Amerikan emperyalizminin hediyesi olan Apaçi helikopterleriyle füze saldırısı sonucu ebedi âleme irtihal etti. Bir şehit ki şehadeti esnasında;


Şeyh Ahmet Yasin’in yardımcısı
Gazze İslam Üniversitesinde doçent,
Uygulamalı İlimler Fakültesinde dekan,
Mühendisler Sendikasında başkan ve
Hamas’ta siyasi birim liderlerinden olsun. Birden fazla payesi ve birden fazla statüsü olan bu şehidin en büyük ve son rütbesi ‘şehadet’ oldu


Filistin’deki tüm gruplar arasında yapıcılığı, birleştiriciliği ve uzlaştırıcılığı ile tanınan şehidimiz 1968’deki fitnenin başını ezen şahsiyettir. O yıl Gazze’de muhtelif örgütler arasında çıkan fitne ateşinin söndürülmesinde, birlik ve beraberliğin tesisindeki başarısı onu ‘ıslah komitesi’nin üyeliğine seçtirdi. Öyle ki bu vasfıyla akrabaları ve arkadaş çevresince dahi kabullendi. Nerede bir sorun ve ihtilaf vuku bulsa, çözüm merci şehidimiz olurdu.
Nerede bir hayır işi varsa, bir cami, bir bina projesi gerekiyorsa ücretsiz hazırlayıp ellerine verirdi.
O, halkı için yaşadı, halkı için mühendislik yaptı. Bir toplum mühendisliğiydi onun mühendisliği.
Kimden mi bahsediyoruz? Şehadetinin yıl dönümüne bu ayın 21’inde ulaştığımız değerli insan, aziz şehid İsmail Ebu Şenneb’ten… Babacan yürüyüşü ve sıcak samimiyetiyle ümidi inşa eden bir projeciydi, bir nakşedici. Yüreklere ilmek ilmek intifada eken bir mühendisi anlatıyoruz yetersiz sözcüklerle.


O, henüz dünyaya gelmeden ailesi 1948’in uğursuz haberi olan işgalci İsrail’in kuruluş zulmüyle Askalan’dan / el-Ceyye köyünden Gazze’nin Nusayrat mülteci kampına hicret etti. Nice Filistinli gibi henüz doğmadan zulüm vurmuştu ailesini. İşgalci zulmün rüzgârı ailesini köyünde, ata evinden koparıp savurmuştu mülteciler diyarı Gazze’ye.
İşte bu zulüm altında bu hicretten iki yıl sonra tam adı İsmail Hasan MUHAMMED Ebu Şenneb gözlerini dünyaya bir şehit olarak açtı. İşgalci zulmünün şahidi ve şehadet adayı…

Babası Hasan, ümmiydi, Hz. Peygamber (sav) misali… Ama Kur'an aşığı ve sevdalısıydı. Kur'an okumayı bilen babası çocuklarının tahsiline, hususen dini eğitimlerine ve Kur'an öğrenmelerine özel bir önem veriyordu. Nusayrat mülteci kampında Kur'an kursları açılınca oğlu İsmail’i durmaksızın yolladı. Bir inşa sürecini yaşayan Ebu Şenneb bir yandan ilköğrenim, bir yandan hafızlık sürecine girmişti. Nitekim ilköğrenim bitmeden hafızlığını yarılamıştı.
İlköğrenimden sonra Nusayrat’ta tanınmış davetçilerden olan Hamas’ın liderlerinden Hammad el-Hasenat’ın sohbetlerinden, nasihatlerinden oldukça etkilendi.


Babası, çocukları henüz küçükken işgalci zulmün kahrı altında göçüp gidince, ailece Şati Mülteci kampına yerleştiler. Zira bu fakir aileyi koruyup gözetecek akrabalarının çoğu Şati’de ikamet ediyordu.
Orta öğrenimini 1965 yılında Yeni Gazze okulunda bitiren Ebu Şenneb, Filistin lisesine kaydoldu. O zamanlar Gazze Mısır’ın kontrolündeydi.

Lise diplomasını alan Ebu Şenneb bir gerçeği fark etti. Diploması hiçbir işe yaramıyordu Filistin haricinde. Hiçbir arap ülkesi tanımıyordu bu kazanılmış hakkın dili olan diplomayı.

Ebu Şenneb, bu gerçeğin ışığında atinin planlarını örmeye başladı. RamALLAH’taki öğretmenler Enstitüsünde İngilizce öğrendi önceleri. İki yıl sonra UNESCO ve Mısır Milli Eğitimi arasındaki anlaşma gereğince girdiği lise mezuniyeti sınavlarında aldığı genel lise diplomasıyla Mısır’daki Üniversitelerde okuma hakkı elde etti.


Mısır hükümetinin zorlukları Filistinli öğrencilere bitmek tükenmek bilmiyordu. Tüm baskılara rağmen Mansura Üniversitesi mühendislik fakültesinden 1975’te üstün başarı ve dönem birincisi olarak mezun olan Ebu Şenneb, Gazze’ye döndü.
Fakültesi ona Mısır’da kalması için cazibeli teklifler yapılmasına rağmen o, zora yani halkına hizmete talip oldu. Beş yıl Gazze Belediyesinde proje mühendisi olarak çalıştı. Nablus’taki en-Necah Üniversitesi mastır imkânı tanıyınca görevinden istifa edip üniversitenin koordinasyonuyla Amerika’nın Colorado üniversitesinde yüksek mühendislik tahsilini 1982’de tamamladı. Bir yıl sonra çıkan doktora fırsatı için tekrar gittiği Amerika’dan en-Necah Üniversitesi tarafından geri çağrılınca, 1987 intifadasına kadar burada mühendislik fakültesinin inşaat bölüm başkanlığı görevini sürdürdü.


İşgalci İsrail, intifadayla birlikte Nablus’taki üniversiteyi kapatınca, o da Gazze İslam Üniversitesinde doçent sıfatıyla çalışmaya başladı.
1976’da kuruluşunda öncülüğünü yaptığı Mühendisler Odası’nın başına, 1980’de başkan olarak getirilen Ebu Şenneb, teşkilatçılık konusunda önder şahsiyetlerdendi. Sivil toplum kuruluşlarının ve üniversite gençliğinin yönlendirilmesinde örgütleme kabiliyeti işgalci İsrail’e rahatsızlık veriyordu. Onun gayretleriyle vücut bulan örgütlemeler Siyonist işgale karşı Filistin’in özgürlük mücadelesinin şaha kalkmasında önemli bir rol oynadı.


Bu rolün hayatını şekillendirmesi Nusayrat’taki davetçi Hammad el-Hasenat ve Şati’deki Şeyh Ahmed Yasin’in ruhuna yerleştirdiği İslami hassasiyetler ve manevi eğitimlerdi. Zira o, Şati’deyken Şeyh Yasin’in sohbet halkalarına katılarak İslami faaliyetlerle ruhunu yoğurarak bu günlere gelmişti. Ruhuna üflenen bu İslam nefhası, hayatının her alanında Ebu Şenneb’i aktif faaliyetler içinde dik duruşlu, sembol isimlerden kıldı.

Birinci intifada sürecinde Şeyh Yasin’in direktifleriyle Gazze bölgesini koordine eden oydu. İlk günlerden itibaren Hamas’ın öncülüğündeki tüm faaliyetleri takip eden ve mücadele metotları geliştiren, Şeyh Ahmed Yasin’e yardımcılık görevini üstlenen yegâne teşkilatçı Ebu Şenneb’ti. Bu gayret ve azmi işgalci İsrail’in gözünden kaçmayınca 1989’da takriben dokuz yıllık bir zindan hayatı yaşadı.


Fakat Ebu Şenneb gibi ruhuna hizmet, ruhuna mücadele üflenen bir şahsiyete zindanda da durmak yakışmazdı. Çalışmalarına ve cihadına yeni bir boyut yeni bir safhada dirilişle başladı.
Remle zindanında üç ay boyunca kesintisiz bir şekilde şiddetli işkencelere maruz kaldı. Işığın bile girmediği tek kişilik hücrelere 17 ay boyunca kapatıldı; fakat 1990’da hücreden çıkarılır çıkarılmaz Remle hapishanesinin sorumlusu oydu.
Çalışmaları işgalci İsrail’e rahatsızlık verince Askalan zindanına sürgün edildi. 1997’de tahliyesine kadar buradaydı. Mahkûmları örgütleyerek aktif faaliyetler gösterdi. 1992-1995 yıllarında zindandaki şartların iyileştirilmesi adına açlık grevi eylemlerini organize etti. Şartların iyileştirilmesinde rolü büyüktü.


1997’de zindandan çıktığında Şeyh Yasin’in yardımcılığı görevini devam ettirdi. Direnişi canlı tutmak için Hamas’ın gücüne güç katan siyasi gelişmeler içinde bulunan Ebu Şenneb, o zamanlar sözde uygulamada olan barış sürecine rağmen 21 Ağustos 2003 günü arabasına gerçekleştirilen füze saldırısı sonucu, iki koruma görevlisiyle birlikte şehit oldu.

Ebu Şenneb’in şehadetine yönelik Hamas ve İslami Cihad ortak bir açıklamada bulundu

“… Bugün birlikte askeri eylemleri askıya alma kararımızı sona erdirdiğimizi ilan ediyoruz. Bunu bizzat Şaron’un kendisi sona erdirmiş ve katletmiştir. O (Şaron), siyasi önder Ebu Şenneb’e cinayet düzenlemek suretiyle ateşkese de ağır darbe indirmiştir…”

Halkının hepsi her an ve her gün şehadet adayı olan Filistin, bir şehidini daha omuzlarda fevc fevc uğurlarken, Ebu Şenneb aralanan kapıdan süzülüvermişti cennet bahçelerine.

Kutlu olsun şehadetin ey Ebu Şenneb,
Kutlu olsun sana ve ailene
Kutlu olsun Filistin'e...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALLAH ve RASULÜ YOLUNDA;

Pazarlıksız olarak, KIM,ben O YOL un, YOLCUSUYUM diyorsa,

O BIZDENDIR,

BIZ de O ndanız.


Selam,

ISLAM Davasına INANAN ve Mücadele eden INSANLARA Olsun.....
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
baranhi8.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İmam Şamil'in naipleri savaş sırasında cenk şarkıları söylerlerdi.
"Ey ölüm ne kadar soğuk olursan ol!

Bana buz gibi sudan daha tatlı gelirsin.
Senden korkmuyorum.
İstersen gel! Al canımı"
Sözleri ile başlayan cenk şarkısı beni her zaman etkilemiştir.

Ölümü buz gibi sudan daha tatlı görmek anlayışı, Kuzey Kafkasya'nın yiğit savaşçılarının ortak özelliğidir.
Dört yüz yıla yakın bir süredir devam eden Kuzey Kafkasya bağımsızlık mücadelesinde dönem dönem çok kanlı safhalar yaşanmıştır.

1835-1859 yılları arasında yaşanan İmam Şamil mücadelesi sırasında Kafkasya'da taş üstünde taş kalmamış, milyonları aşan Kuzey Kafkasyalı soykırıma tabi tutulmuştur.Sağ kalanlar ise 1864 yılının 21 Mayıs'ında başlayan bir sürgünle yurtlarını terk etmeye zorlanmışlardır.
Nüfusunun yüzde doksanını kaybeden Kuzey Kafkasya halkları, yeniden anavatanda çoğalmış, 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra yeniden bağımsızlık meşalesini yakmıştır.

Sovyetlerin yıkılışından sonra bağımsızlıktan yana tercihini kullanan Çeçenistan, 1994 yılında Rus işgaline uğradı. Çeçenler, 1994-1996 yılları arasında Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesi vererek vatanlarını kahramanca savundular. Rusları bozguna uğratarak vatanlarından kovdular.

Çeçen halkı birinci Rus-Çeçen savaşında efsanevi liderleri Cevher Dudayev'i şehit verdiler.
Çeçenistan Bağımsızlık mücadelesi, İmam Şamil mücadelesinden 150 yıl sonra yeni bir Şamil doğurdu.
Şamil Basayev!

1965 doğumlu, Moskova Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunu, öğrencilik yıllarında odasının duvarlarını Che Guevera'nın resimleri ile donatan özgürlüğe aşık Basayev, o zaman İmam Şamil mücadelesini doğru dürüst tanımıyordu bile. Komünist sistemin sınırları içinde ancak Che Guevara'yı tanıyabilmişti.

1991 yılında Gorbaçov'u desteklemek için tankın üzerine çıkan Yeltsin'in yanıbaşında duran birkaç gözükara delikanlıdan biri de Şamil Basayev'di.

1992 yılında patlak veren Gürcü-Abhaz savaşında Kuzey Kafkasya'nın akraba halklarından olan Abhazların safında gönüllü olarak savaştı. Abhazya'nın işgalden kurtulmasından sonra Çeçenistan'a döndü. Basayev, Abhazya'nın en önemli madalyası olan "Abhazya Halk Kahramanı" madalyası ile taltif edildi.

1994 yılında Ruslar, Çeçenistan'a saldırınca, yine cepheye koştu. Abhazya savaşında kendisiyle beraber savaşan Çeçenlerin desteğiyle oluşturduğu birliği ile savaşa katıldı. Kendisine katılan gönüllülerle birlikte binlerce kişiye komuta eden bir komutan olarak devlet başkanı Dudayev'in en önemli komutanları arasında yer aldı.
Dudayev'in şehadetinden sonra Budenovsk baskını ve Grozni savunmasında Rusları yıldırarak masaya oturmaya zorladı.
Zaferin kazanılmasından sonra yapılan Çeçenistan devlet başkanlığı seçimlerinde aday oldu. Popülaritesine rağmen halkın büyük çoğunluğu tercihini Aslan Mashadov'dan yana kullandı. Basayev askeri güç elinde olmasına rağmen Mashadov'u ilk tebrik eden oldu.

Yenilgiyi hazmedemeyen Ruslar, sürekli olarak provokasyonlara başvurdular. FSB laboratuarlarında hazırlanan planlarla bağımsızlığa giden Çeçenistan'nın yolunu kesmeye çalıştılar.
1999 yılının 9 Ağustos'unda Dağıstan'ın Çeçen sınırında operasyon yapan ve halka zulmeden Rus ordusunun işkencelerinden yılan halkın feryatları üzerine 17 Ağustos'ta Dağıstan'a giren Şamil'in hareketi ikinci Rus-Çeçen savaşının başlangıcı sayıldı.

Söylenenin aksine Basayev, Dağıstan'a girip savaşa sebep olmadı. Rus ordusunun Dağıstan'a girişi 9 Ağustos, Basayev'in müdahalesi 17 Ağustos'tur.
Çeçenistan mücadelesini rotasından saptırmak isteyen Ruslar, bütün dünyayı dezenformasyona tabi tutarak Çeçen direnişini "terör", Çeçen savaşçılarını da "terörist" olarak tanıtıp ifsat ettiler. Direnişin efsanevi önderi Şamil Basayev'i "baş terörist" ilan ederek bütün dünyanın gözünde onu suçlu ilan ettiler.

Bağımsızlık savaşçısı Şamil Basayev'i durdurmak isteyen Ruslar, bir gece içinde ailesinden 11 kişiyi çoluk çocuk demeden katlettiler. Yakınlarına ve akrabalarına akla hayale gelmeyen işkenceler uyguladılar.
Basayev, bütün bunlara karşılık davasından vazgeçmedi . Savaşın içinde zaman zaman Rusları dehşete düşüren eylemler planladı.

İnguşetya Operasyonu, Moskova tiyatro baskını, Beslan okul baskını vs. Şamil Basyev'in üslendiği olaylar oldu.
Dudayev, Yandarbiyev, Mashadov ve Sadullayev gibi dört devlet başkanını cephede şehit veren Çeçen direnişinde hayatta kalması, ölmemesi Basayev için işbirlikçi ajan gibi suçlamaların yapılmasına bile sebep oldu.
Basayev, kendi metodları ile Ruslara karşı mücadeleye devam etti.
Beslan baskınını üslenmesi onun hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Eylemin sonucunda hayatını kaybedenleri kimin öldürdüğüne bakılmaksızın Basayev'in ipi çekildi.

Basyev'in Beslan olayındaki en büyük suçu böyle bir eylemi planlarken çok iyi tanıdığı Rusları yeterince iyi tanıyamamış olmasıydı. Basayev bu eylemi planlarken Rusların çocuklara karşı operasyon düzenleyebileceklerini hiç düşünmedi.
Bir okula yapılan baskında rehin alınan çocukların hayatının hiçe sayılacağını Basayev, hesaplayamadı. Adamları ile okulun içine kadar uzanan yolda bütün engellerin bir bir ortadan kalkarak Beslan eyleminin yapılacağı okula kolayca ulaşılmasının sırrını Basayev, anlayamadı.

Oysa tezgah FSB laboratuarlarında hazırlanmıştı. Basayev ve güçlerini okulun içlerine sokmayı başaran FSB için yapılacak tek şey kalıyordu. Beslan'da yaşanan trajediyi bütün dünyaya naklen vermek. Hiçbir gazetecinin giremediği yasak bölge olan Beslan'a yüzlerce gazete ve canlı yayın aracının girmesine izin verilmesi hatta bölgeye taşınmasının sebebi aylar sonra anlaşıldı.

Beslan'ın provakasyon oluşu alenen görünmesine rağmen Ruslar, bunu çok iyi kullandılar. Yüzlerce masum Oset çocuğunu katlederek, bir taşla iki kuş vurmuş oldular. Bir tarafta Çeçen direnişine duyulan sempati azaltılırken, diğer taraftan da Şamil Basayev'e çocuk katili damgası vuruldu..
Hiç kimse, 1994-2005 yılları arasında 1-12 yaş arası 46.000 Çeçen çocuğunun kaybettiğini hatırlamadı. Hiç kimse toplam nüfusu ancak 1 milyon olan Çeçen halkının 260.000'nin Ruslar tarafından katledildiğini söylemedi.
Basayev, zaten yaşarken zoru yani ölümü tercih etmişti. Onun yolu ya özgürlük ya da ölümdü. Makina mühendisi olarak ya da özel istidadına dayanarak, bir Çeçen mafyası kurup Rusya'nın sayılı zenginleri arasına katılıp servet üstüne servet yapmak varken o özgürlük savaşçısı olmayı tercih etti.

Rusların onun hakkında verdikleri hüküm ve tanımlamalarla hiç ilgilenmedi. O, bildiği yoldan bir milim bile sapmadan yürüdü ve yürüdü.
Basayev de bağımsızlığı göremeden dünyadan göçen birçok bağımsızlık savaşçısı gibi terörist olarak tanımlanarak, tarihte yerini aldı.

Savaştığı dönemlerde hain ve terörist olarak tanımlanan Arafat, Castro, Lenin, Stalin gibi liderler iktidara gelip, dünya tarafından tanınınca nasıl "Sayın" ünvanlı liderler haline gelmişlerse Basayev de gün gelecek, Kafkas halklarının gönlünde zaten özel bir yeri olan adını başka uluslara da kabul ettirecektir.

Yüz elli sene sonra Şeyh Şamil'in adını yeniden dirilten Şamil Basayev'in adı asırlar sonra şüphesiz başka Şamiller tarafından doldurulacaktır. Bağımsız Kafkasya idealinin yalnız ve garip savaşçıları, dünya onların savaşını anlayamasa da onlar savaşa devam edeceklerdir.
Dünyada halen terörün tam bir tanımı yok. Şamil'in Beslan eylemindeki tavrını tam olarak anlayamamış olsam da Şamil Basayev'i seviyorum. O, bir Kuzey Kafkasya kahramanıydı. Bol miktarda kahramanlar yaratan Kafkas halklarının 21.yüzyıldaki en önemli idolü Şamil Basayev olacaktır. Rusların anlayamadığı bir husus var; Çeçenistan'da verilen mücadele şahıslara bağlı değildir. Azerbaycan efsanevi lideri Mehmet Emin Resulzade'nin dediği gibi; "Yükselen bayrak inmez"

Vatanını, dinini, namusunu, ailesini, onurunu, malını korumak için savaşan ve canını feda edenler Kuran'ı Kerim'de şehit olarak anılmaktadır. Şamil, bunların hepsini fazlasıyla yaptı.
Allah şehadetini kabul etsin.

shamil1ew1.jpg



"sen oradan kıracaksın zincirleri
biz buradan
bir gün mutlaka
kavuşacak ellerimiz !"

s.mirzabeyoğlu
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Şeyh Esad Erbili

19. Asrın ortalarına doğru Musula 50-60 km. mesafedeki Erbilde doğan Şeyh Esad, İslami konularda tahsil gördü. Şeri ve tasavvufi ilimlerdeki çalışmaları sonucu genç yaşında icazet alan Şeyh 1883te, 40 yaşlarındayken İstanbula gelerek aldığı icazetleri Meşihat Dairesine tasdik ettirerek, irşadla meşgul olmak için bir mekan talep etti. Önce Kocamustafapaşada sonra da Üsküdardaki tekkesinde irşadla meşgul olmaya başladı. Cumhuriyetten sonra tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte, zikir halkalarını ve tekkesini bırakan Şeyh, Erbildeki mülklerini satarak Erenköyde satın aldığı köşkte ikamet etmeye ve halkı İslami konularda bilgilendiren sohbetler yapmaya başladı. Meşhur Menemen hadisesinden sonra suçlanan ilim adamlarının arasında o da vardı. Bu haksız ve mesnetsiz suçlamalarla idama mahkûm edildi. Ancak çok yaşlı olduğundan hüküm infaz edilmedi. Malum zihniyet sahipleri bunu telafi edebilmek için onun hastalığından yararlanarak 4 Şubat 1931de hastanede zehirledi ve bir başka yolla infazı gerçekleştirdiler.
751gh5.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Malcolm X

Amerikanın kenar mahallelerinden birinde dünyaya gelen Malcolm X, sefalet içinde geçen çocukluğu döneminde düzenli bir eğitim alamadı. Çocukluk ve gençlik yıllarının ilk dönemlerinde serserilik, şiddet, uyuşturucu vb. kötü alışkanlıkların hepsiyle tanıştı ve bu hayatın sonucunda hapse girdi. Hapis, hayatının dönüm noktasını oluşturdu. Orada Amerikadaki İslami hareket lideri Elijah Muhammedin adamlarıyla kaldı ve onlar sayesinde İslamla tanıştı. Hapisten sonra ırkçı görüşlere sahip Elijah Muhammedin hareketine katıldı ve on yıl onun yardımcılığını yaptı. Bu süre sonunda ilk gittiği haccda İslamın tevhidi bütünlüğü ile tanıştı ve hayatında tekrar yeni bir dönem açıldı. Çünkü Amerikada içinde bulunduğu ırkçı hareketin aslında İslama ters düştüğünü fark etmiş, haccda Müslümanların siyahı, beyazı, zengini, fakiriyle oluşturduğu bütünlüğü ve kardeşliği görmüştü. Dönüşte Elijah Muhammedin hareketinden ayrılarak, kendisi İslamı öğrendiği yeni şekliyle tebliğ etmeğe başladı. Daha çok zencilere hitap ettiği için zencilerin ve ezilmiş diğer mazlumların haklarından sıkça söz ediyor, İslamın tevhid görüşünü vurguluyordu. Kısa sürede etrafına büyük kalabalıklar topladı. Onun bu çalışmalarından rahatsız olan FBI, 25 Şubat 1965te bir konferansı esnasında bir zencinin eliyle onu vurdurdu. FBI cinayetle ilgisinin olmadığını bildirdiyse de, katilinin hapiste İslamı seçmesi sonrası yaptığı itiraf gerçeği gün yüzüne çıkardı.
3533.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İmam Hasan el-Benna

Çağımızda İslam davasının en önemli öncülerinden olduğu için haklı olarak "İmam" ve "Genel Mürşid" unvanını alan Hasan el-Benna 1906da Mısırda doğdu. Bir süre öğretmenlik yapan el-Benna arkadaşlarıyla beraber 1929da merkezi İsmailiyyede olan "Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin)" cemaatini kurdu. Çalışmalarına büyük bir heyecanla başlayan İhvan köy köy, şehir şehir İslami davayı anlatıyordu. Bir süre sonra el-Bennanın öğretmenlik görevi Kahireye nakledildi. Dolayısıyla teşkilatın genel merkezi de Kahireye getirildi. Teşkilatın çalışmaları sonucu Mısırın birçok yerinde enstitüler, okullar, hastaneler açıldı. Kahirede İmam el-Bennanın fikirlerini daha geniş kitleye ulaştırmasını sağlayan günlük "İhvan-ı Müslimin" adlı bir gazete yayınlanmaya başlandı. Teşkilat kısa sürede iyice genişledi ve Mısır dışında birçok Arap ülkesinde şubeleri açıldı. İslam âlemindeki en güçlü teşkilat haline geldi. O tarihte krallıkla yönetilen Mısırda, kral ve hükümet bu teşkilattan endişe duymaya başladı. Müslümanların İslam prensiplerine bağlanarak beraber hareket etmeleri halinde sömürgeci politikaların tıkanacağından korkan İngiltere, Fransa ve Amerika gibi emperyalist ülkeler de bu teşkilatın önüne geçilmesini istiyorlardı. Sonuçta Mısır bu hareketi yasadışı ilan etti ve çalışmalarını engellemeye başladı, ama tamamen kapatamadı. Teşkilatı kapatmayı ve etkisiz hale getirmeyi başaramayan zihniyet onun liderini tasfiye etmek istedi. Ve çok geçmeden 12 Şubat 1949da Hasan el-Benna, Kahirede sokak ortasında vurularak şehit edildi.

besmele1.gif

benna.gif

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
foto_iatifhoca.jpg


İskilipli Atıf Hoca'nın şehadeti

Şubat Şehidlerinden, Şapka yüzünden, Atatürkçü devrim yüzünden şehid edilen İskilipli Atıf Hoca'yı şehadetinin yıldönümünde rahmetle yad ediyoruz...

İskilipli Atıf Hoca

Hayatını İslam'a ve ümmete hizmet için adamış bir ilim adamıdır. Hayatı boyunca ilimle iç içe olmuş, İslami konularda halkı aydınlatmaya çalışmıştır.
1926 sonbaharında tutuklanarak önce emniyete sonra İstiklal Mahkemesi'ne götürüldü. Suçu "Şapka devrimi"ne muhalefetti. Gerekçe ise şapka kanununun ilanından önce yazdığı bir kitapta Müslümanların şapka giymelerinin caiz olmadığını belirtmesiydi.

İstiklal Mahkemeleri'nin şaşırtıcı ve ibret verici kararlar aldığı, önce infazların yapılıp sonra mahkemelerin sonuçlandırıldığı dönemdi. Böyle bir dönemde, böyle mesnetsiz bir suçtan yargılanan Atıf hoca için savcı üç yıl kürek cezası istedi.

Atıf hoca, mahkemedeki son duruşmasından önceki akşam arkadaşlarının ısrarıyla kısa bir müdafaa yazdı. Fakat sabah bu müdafaayı yırtması üzerine şaşıran arkadaşlarına cevabı: "Rüyamda Resulullah'ı gördüm. Bana: 'Atıf bize kavuşmak istemiyorsun da müdafaa yazmakla mı uğraşıyorsun'' buyurdu" olmuştu. Hoca mahkemede müdafaa yapmadı.

Savcının üç yıl kürek cezası talebine rağmen mahkemenin kararı "idam" oldu. Ve Atıf hoca 4 Şubat 1926'da idam edildi. Son sözü ise şöyleydi: "Zalim ve kâfirlerle elbette mahşer günü hesaplaşacağız."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Geçilmez
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;
Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.
Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.
Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne topyekün?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.
Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;
Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O''nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!


1983 NFK
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

Mustafa Bilgi:

Şehadetinin 7. günü (30 Eylül 1969), Üstad Necip Fazıl'ın yaptığı hitabe:

Her gün, vücudundan üçbuçuk milyar kilo gübre ihraç eden bir insanlık hâlinde, yaşayan ölülerle, ölü yaşayanların dünyasındasın! Bu iki büyük sınıf arasında netice bakımından büyük bir fark yok… Donu siyah ve mintanı beyaz neş’eli soytarılarla, donu beyaz ve mintanı siyah hüzünlü maskaraların dünyası… Biri, vur patlasın, çal oynasın, hazım ve tenasül cihazlarına taç giydirirken, öbürü, yaşamın gayesini bir lokmayla bir hırka bilir; ve bu iki sınıftan her biri, var olmanın sırrı ve gayesi üzerinde en küçük bir hesaba yanaşmaz.

Ömürler birer (otomat) edası içinde cami ile evi ve işi arasında geçen ve ibadetleri tahsildara vergi ödercesine şevksiz ve gönülsüz bir üslûp belirten her türlü hayat ve insan görüşünden yoksun, marka Müslümanlarını da ölü yaşayanlar sınıfına katabilirsin! Hatta bunları, pınarın başındayken suya uzanamamak bedbahtlığı bakımından yaşayan ölülerden daha acındırıcı kabul edebilirsin!


İslâm büyüklerince ilk vahdaniyetçilerden kabul edilen (Sokrates) bundan 24 asır evvel kendi tabiriyle halkını “insanların âlâsı” diye andığı Atina’da, her evin kapısını çalarak ve her rastladığının önüne asasını dikerek şu (alârm) çığlığını koparmıştı:


- Yaşanmaya değer hayat üzerinde ne düşünüyorsun?


(Sokrates)’ten 10 asır sonra Veda Haccında, kızıl tüylü bir devenin sırtında, batan güneşi arkalarına almış yüzbin sahabîye hitap eden Kâinatın Efendisi, kâinatın bütün meseleleriyle içiçe yaşanmaya değer hayat muammasının da çözülmüş bulunduğu ânı, insanoğlunun tırmanabileceği son kelâm olarak şu cümleyi buyurdular:


- “İşte zaman, devrinin icra ede ede, başladığı noktaya (gaye noktasına) vardı!”


Kemâl ifâdesinin başlangıç ve sonu birbirine bağlayıcı daire mefhumu üzerinde billurlaştırdığı nâmütenahi derin hikmet…


Bu hikmetten “her şey tamam!” mânâsına öyle bir gong sesi ürpermektedir ki, perde açarcasına İslâm nimetlerinin geçit resmini vermekte ve bu arada, yaşanmaya değer hayatla , insan ve hayatın tam olarak hesabını kefalet altına alınmış göstermekte.

İmdi:

Ölümsüzlük şevkinin maddede ve mânâda istihsal tarlasıdır bu dünya. Aynı ölümsüzlük şevkinin girintili ve çıkıntılı ve binbir iklimle süslü zeminidir, yaşanmaya değer hayat. Ve bu dünya ile bu hayatın gide gide ulaşacağı kalabalıklar üstü iki uç hâlinde iki kahraman tip:


Yaşayan ölülerle ölü yaşayanlara karşılık, ölmeden ölenler ve ölüp de ölmeyenler.


Ölmeden ölenler, dünyayı aşan ve Allah’a erenlerdir ve bahsimizin dışındadır. Ölüp de ölmeyenlerse ölümsüzlük davasının senedini hayatiyle ödeyenler, şehitler. İşte, aslında mukaddes “Mustafa” isminin sadık taşıyıcısı Mustafa Bilgi, 19 yaşında ve 2gençliğinin hayat iştiyakiyle dolu en cezbeli döneminde, Allah’ın, kendisinde hiçbir liyakat ölçüsünü meydana vurmadan, birden bire şehitlik mertebesine, ölüp de ölmeyenlerin derecesine yükselttiği taze insan.
Mü’minliğin, şahıs kıymeti dışında, bir de yaşanılan zaman v mekân şartlarına nispetle ayrı ve sosyal değeri var. Şehitlik için de aynı şey.


Sımsıkı bir imân dokusu belirten sağlam bir cemiyetteki mü’min ferde göre, bu dokunun her tarafından döküldüğü bir toplumda, nefsini koruyabilmiş imânlı şahıs nasıl muazzam bir fark belirtirse, küfre saldırıcı kitlelerin yığınlık şehitleriyle, küfrün hedef tuttuğu ve bütün İslâm hıncını üzerinde topladığı ferdî şehit arasında da hayli mesafe olmak icap eder.


İşte, Mustafa Bilgi, 19 yaşına ve Allah’ın kendisinde hiçbir liyakat ölçüsünü meydana vurmamasına rağmen böyle bir şehit oldu ve 19 yaşının taraveti içinde ebediliği kazandı.


Onun yanında, bir de Batı dünyasının vaftiz ettiği veled olmak seciyesini bir asırdır sadakatle yürüten, hatta devir terakki ettiren sözde Türk basınının vazife şehidi diye sıfatlandırdığı kokmuş cesetleri düşünün!


Mustafa Bilgi o müstesna şehittir ki, malûm devirler süresince Türk’ün ruh kökünü çürütme ve diliyle, tarihiyle, ahlâkiyle, ananesiyle arasını açma cereyanının doğurduğu favorili, top enseli, zıpzıp beyinli ve kurbağa lügatçeli nesillere nispet, sırf ilâhî imdat yüzünden maya tutuveren sürpriz gençlik içinde yer almış ve işte o gençliğin bu gün tek çatısı hâlindeki Millî Türk Talebe Birliği mekânında , o gençliğe yönelttikleri silâha hedef olmuştur.


Hedef, Mustafa’nın şahsında ikidir:


Evvelâ İslâm’dır…


Sonra, İslâm’ın en derin, en gerçek, en titiz ve yüzde yüz “hep”ci mânâda temsil ve topyekûn kainat ve insanlığa tatbik ehliyeti yolunda ilerleyen yeni gençlik… Yani siz!..


Eğer niyetleri sadece umumî mânâda sadece imân ve İslâm’a karşı bir tecavüz olsaydı, yolda vu kuytu bir köşede, softaya benzettikleri herhangi bir şahsı öldürmekle yetinirlerdi.


Öyle yapmadılar!


Mustafa Bilgi o şehittir ki, kendi Müslümanlık hissesiyle öz nefsi hesabına değil, ayrı ayrı her birimiz adına , yeni gençliğin yekûnluk imân hissesi adına can vermiştir.


Mustafa Bilgi b tadar büyük bir mânâya lâyık mıdır?


Bu ince nokta üzerindeki hikmeti araştırmayınız; ve Allah’ın, kapalı kalplere gömülmüş belirsiz cevabı olarak, silik bir kuluna lâyık gördüğü mânâyı siz de başınıza tâc ediniz!


Onu, 19 yaşında bu erişilmez makama Allah tayin etti; bize düşen vazife de o mânânın etrafında halkalanmak, o mânânın derinliğini bulmaya çalışmak oldu.
İslâm henüz çile devrindeyken, ilk şehidini, hem de bağlılarının en zaifiyle, bir kadının şahsında vermişti.


Hiçbir dâvâ, kurbanını vermedikçe o yerden gök arası inşasını perçinlemiş olamaz.


Biz de, yerin dibine geçirdikleri ebediyet mimarisini, gök delenlerin en muhteşemi olarak yeryüzüne çıkarma v yıldızlara kadar yükseltme davasında, (beton – arme) harcımızı Mustafa’nın kanıyla ıslatıyor; ve böylece bir üfürüklük sefil gecekondulardan ibaret eserleri önünde, aşınmaz, örselenmez, parçalanmaz ve yıkılmaz binanın inşasını, Mustafa Bilgi’nin bilgili ve sevimli nesline ısmarlıyoruz.


Mustafa Bilgi’nin intikamının düşünmeyiniz! Onu öldürenler, topyekûn yeni imân gençliğini kastetmişlerdi. Size düşen, karşılığın da aynı çapta olması gerektiğine göre, siz, büyük inşanızı tamamlamaya bakınız! O zaman topyekûn küfür yığınını o binanın temelleri altında ezilmiş ve kemiklerini tebeşir lekesi hâline gelmiş bulacaksınız! Elverir ki Allah “ol!” desin.

mustafa_bilgin_01.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Durmuş Öztürk:

Ankara Yenimahalle Akıncılarından… Konya’da düzenlenen “Kudüs’ü Kurtarma Günü” Mitingi’ne katılmak üzere yola çıkmışlarken, kâfileyi çeviren TC askerlerinin sıktığı kurşunlarla şehid oldu. Oğlunun şehadeti üzerine babası Numan Öztürk: “Şehid verdikçe mücadelemiz daha da alevlenecek ve kuvvetlenecektir. Oğlum bu mücadele içerisinde inşallah şehid olarak gitmiştir. Bin tane oğlum olsa, bu uğurda, imân ve İslâm davası uğrunda bini de fedâ olsun. Katiyen gam ve keder duymam. Allah bizimle beraberdir. Bizim için hayatın gayesi bu dünyanın çirkefi değil, öbür âlemin nimetidir.”

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Sefa Eryağan:

Daha lise çağlarındayken, laik öğretmenlerle yaka paça Erzurum Lisesi koridorlarını hareketlendirirdi. Mizacı icabı Allah Resûlü’nün “küfre karşı şedid” ahlâkı üzere bir hayatı tercih eden gönüldaşımız, küffarı dinamitleriyle berhava etmekteydi. Yine böyle bir eylem hazırlığı içerisinde iken patlayan dinamit lokumu onu şehidlik makamına ulaştırdı.

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ömer Muhtar:

Libya çöllerinin yiğit akıncısı, işgâlci İtalya gâvuruna Libya’yı dâr eden… Arslanlar gibi savaştı, düşmanını bile kendine hayran bırakıp, hürmet ettirdi. Yılmadı, yıkılmadı, teslim olmadı. Esir düştüğünde kendine sual eden İtalyanlarla arasında şu konuşmalar geçer:

-Neden İtalyan hükümetine karşı savaştın?

-Dinim ve vatanım için!..

-Varmak istediğin hedef neydi?

-Hiçbir şey… Sadece sizin topraklarımızdan kovulmanız. Savaşa gelince, o dinimizin bir emridir. Zafer ise Allah’ın elinde olan bir şeydir.

-Senin, bütün mücahidlere emir verip de, bize itaat etmelerini ve silâhı ellerinden bırakmalarını temin edecek bir nüfuzun var mıydı?

-Bu konuda hiçbir şey yapmama imkân yoktur. .. Zira biz mücahidler, bu uğurda arka arkaya ölürüz. Yoksa asla silâhlarımızı bırakıp teslim olmayız. Sizin de bildiğiniz gibi ben teslim olmadım.

Kurdukları uyduruk mahkemelerde yargıladılar ve uyduruk hukuklarıyla “vatana ihanet” suçundan idama mahkum ettiler. Savaşan taraflardan biri olarak yargılanacağına, sanki Libya’nın sahibi İtalyan’larmış gibi “terörist”(!) olarak yargılandı. İdamına karar verenlere karşı:

-Hüküm yalnız Allah’ındır. Sizin alçak hükmünüzün hiçbir değeri yoktur. Biz Allah’a aidiz ve ona dönücüyüz!

foto_omar_al_mukhtar_1.jpg
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ŞEYH AHMED ŞAHİN...
Allah'ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!

Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!
Ben ki saçları ağarmış, ömrümün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu?
Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye. 'Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü'min kullarına yardım et!' diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor? Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
Bizler direndik, ileri atıldık ve kaçmadık..
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!
Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah'ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
Allah'ım!
Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum... Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum. Sen mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana m?
Allah'ım!
Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına, sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı...
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikâyet ediyoruz..."
Şeyh Ahmed Yasin




Hayatının büyük bölümünü İsrail hapishanelerinde geçirmiş, gözleri görmeyen, felçli, tekerlekli sandalyeye mahkum Filistinli lider… 22 Mart 2004'te, 67 yaşında, sabah namazına giderken bir İsrail füzesiyle şehid edildi…
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
evreninahitliist8.jpg




ŞEHİDLER DİRİDİR, HER ÂN ARAMIZDADIR!..


sancaral7.png

Şehidler, şehidler... Şahidler, şahidler...

Şehidler diridir, her an aramızdadır...

Metris isyanlarında şehid olan Sancar Kartal için nasıl “ölü”deriz?

Bandırma isyanlarında şehid düşen Hasan Meriç için nasıl “ölü”deriz?

Ölü kim, onlar mı yoksa bayrağı yüksekte taşımayanlar mı? Eşi-işi dişi arasında kalanlar mı?

Metin Yüksel Fatih caddelerinde kurşunlarla akıncı türkülerini bestelerken, şehid Cahid Ayaz İSLAM İÇİN ŞEHADETE GÖNÜLLÜ GİDERKEN, Doğu’nun dağlarında İRKM’nin militanları şehid düşerken, “Salih gelsin başımıza geçsin!” diyen Şeyh Muhammed Emin şehid düşerken...

Ya Irak’ta şehid düşenler, ya Afganistan’da, ya Çeçenistan’da...

Ya Efsanevi Çeçen Akıncı Komutan şehid Şamil Basayev... Bana haber göndermişti “görüşelim” diye. Çeçenistan’a gitme hesapları yaparken TC. operasyonu ve zindan. Fakat gönüllerimiz bir ve herkes kendi cephesinde gerekeni yapıyor. Kumandanın kendinden zuhur ve “gerekeni gereken yerde yapma” ilkesiyle...

Fatih İsmailağa’da şehid düşenler Hızır Hoca ve Bayram Ali Hoca... Hassaten Bayram Ali Hoca ile Taraf Dergisinin Ehl-i Sünnet mücadelesinden gelen bir tanışmamız ve bize İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin sapık kollarla ilgili uzun mektubatını sadeleştirerek göndermesi ve yayınlamamız. Onu bir Ehl-i Bidat olan karışık illegal güçleri şehid etti.

Gencecik Mustafa Bilgi o temiz ve saf yüzlü, MTTB’ye atılan bir bomba ile şehid düşerken...

Şehid Sedat Yenigün hoca... Lise hocası ve okulda akıncı gençleri yetiştiriyor... 12 Eylül öncesi... Fatihte yürürken şehid ediyorlar Sedat Hocayı...

Bayrak dalgalanıyor, şehidlerle, şehidlerin bereketiyle daha güçlü... Saddam Hüseyin’in şehadetiyle . Küfür tek millettir.

Yine o dönemde şehid düşen akıncılardan bazıları. GÖLGE ve AKINCI GÜÇ dergilerinden takip ediyoruz: İstanbul’da şehid edilen Metin Yüksel, Edirne’de şehid edilen İmam Erdoğan Tuna, Ankara Celil Yıldırım, İstanbul’da Disk taraftarları tarafından şehid edilen işçi Hasan Kaya, Antalya’da bıçaklanarak şehid edilen İ.H.L. son sınıf öğrencisi İsmail
Mekik, Konya’da 29 Mayıs Fetih mitinginde polis tarafından şehid edilen akıncı Hasan Sürel, Balat’ta kızıl kuyrukçular tarafından evlerine baskın düzenlenerek şehid edilen A. Hasim Sönmez ve Orhan Ünal, 18 Ağ. 1978 Cuma günü İstanbul’da kızıl kuyrukçular tarafından şehid edilen Salih Kara, Gürsel Kabadayı vs. vs.

Bu şehid akıncıların birçoğu Akıncı Güç dağıtımını da yapıyordu. Şehidlerimizi anan Akıncı Güç militanlarının bombalı pankartlarında şunlar yazıyordu, Akıncı Güç dergilerinden: “Şehidler Ölmez. Yaşasın YENİ NİZAM-YENİ İNSAN kavgamız! Kahrolsun emperyalistler ve onların yerli kuyrukçuları!”

Ve AK-GENÇ ve AK-LİS kongreleri yapılıyor ve şöyle haykırılıyordu:

“Bundan böyle Komünizmi de, Faşizmi de, Kapitalizmi de, Siyonizmi de kısaca her türlü emperyalizmin karşısında Mutlak Fikrin İktidarı için and içmiş olan bizleri bulacaktır. Yaşasın Mutlak Fikir Bağlılarının gerçek bağımsızlık savaşı!”

İnkilapçı hareketi sistemleştiren Üstadın Malatya zindanı... Büyük Doğu’nun yayınları üzerine dönme gazeteci Ahmed Emin Yalman’ın Malatya’da kurşunlanması... Ve GÖLGE ye kapak olan Malatya Belediye Başkanı Hamido’nun (Hamid Fendoğlu) bir bombalı paketle gelini ve torunuyla şehid edilmesi... İstanbul Şehzadebaşı’nda olayı protesto eden akıncı gençler ve olayda GÖLGE’nin genel yayın müdürünün polisle çıkan çatışmada kolunun kırılması... Yine Akıncı Güç sayfalarından bir haber: “Dokuz kurşunla şehid edilen Mirza Korkmaz hakkında konuşan Malatyalı Akıncıları: “Yeni Nizam-Yeni İnsan kavgamızda şehid olan Mirza kardeşimizin anısına mücadelemizde yaşayacaktır. Akıncı hareketin güçlenmesine ne düzen ne de onun koruyup kolladığı, kızıl kuyrukçu beslemeler engel olamayacaklardır” demişlerdir.”

Anadolu, Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun çağrısına kulak veriyor, Mutlak Fikrin emrinde emperyalist işbirlikçileri kovalamaya devam ediyor... Ve Büyük Doğu yatağı Kayseri’de Hicret mitinginde Kemal Özdemir şehid düşüyordu.
Yiğitliğiyle her türden kuyrukçuyu titreten Metin Avcı Mutlak fikir kavgasında şehid düşüyor, bayrağı diğerlerine devrediyordu.

Mutlak fikir bağlısı Ordu-Kargan kaymakamı kızıl kuyrukçular tarafından vuruluyordu. 5 Kasım 1978 günü Adana’da kızıl kurukçular tarafından şehid edilen AKINCI kardeşimiz MUSTAFA EMEKSİZ’e rahmet diyordu Akıncı Güç sayfaları... Anısı mücadelemizi ışık tutacak diyordu ve bugün dava İBDA bayrağıyla aynı kararlılıkla yürüyor.

Bayrak yarışı devam ediyor... Düşen bayrağı yanındaki akıncı alıyor, bir diğerine devredene kadar dalgalandırıyordu...

25 Şubat 1995... Cezaevine girişimin 3. günü, KÜFRE KÜKRERKEN şehid düşen Cahid Ayazın haberini izliyorum... Hafızamı yokluyorum ve Cahid Ayazın Taraf dergisine ziyaretini hatırlıyorum. Buna vesile olan da yine içeride olan ve Cahid Ayazın okuldan arkadaşı bir başka gönüldaş... Filistin’de şehid düşenler, Ankara’da şehid düşenler, İkiz Kulelerde şehid düşenler, Çeçenistan’da,
Bosna’da şehid düşenler; Mutlak Fikrin bağlısı akıncılar... Dünya sizinle güzel ve sizinle güzelleşecek... “Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara...”

Şehid Cahid Ayaz... Taraf dergisinin Fatih’te bodrum kattaki bürosunda onu görmüştüm, dergiye maddi yardımda bulunmuştu ve gözlerinin içindeki o tebessümü, o ışıltıyı unutamıyorum. Allah rahmet etsin ve şefaatini üzerimizden eksik etmesin. Sadrettin Hoca’nın bir kitabından iktibas ettiğimiz “Şehidlerin Hayatı” yazısını hatırlıyorum da “Şehidler Tugayının” kim bilir nerde, neler yaptığını hayal değil, gerçek olarak varsayıyorum.

Şehid Cahid Ayaz, Devlet İstatistik Enstitüsünde çalışırken, böyle bir işi varken şehidliği seçmişti. Dünyada elde edebileceğimiz en yüksek makamı, şehidliği...

BARAN Dergisi Sayı: 32
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Kafkasya'nın yiğit şehidi: Cevher Dudayev...
z0.gif
Rusya'nın 11 Aralık 1994 tarihinde, Çeçenistan'a karşı başlattığı işgal ve soykırım hareketine karşı Cevher Dudayev, "Son Çeçen canını vermeden, Ruslar ülkemize hakim olamaz" diyerek, halkına "Cihad" emrini verdi. 21 Nisan 1996 günü Ruslar, Dudayev'in bulunduğu yeri füzelerle vurdular, Dudayev şehid oldu. Dudayev, milletinin bağımsızlığı için, türlü meşakkatlere katlandı. Sıkıntılı ve zorlu bir hayatın sonunda Rabbi'ne kavuştu. O da şehidler arasına katıldı.


ÇEÇEN SAVAŞINDAN KARELER</U>

z0.gif
Kafkas halkları asırlardır Ruslarla mücadele içerisindeler. Tarihte olduğu gibi, bugün de Ruslar ile Kafkas halkları arasındaki mücadele, eşit olmayan şartlarda sürmekte. Günümüzde devam eden Rus Çeçen mücadelesinde de bu açıkça görülmekte. Bir tarafta 140 milyonluk Rusya, diğer tarafta ise birbuçuk milyonluk Çeçenler. Ruslar birinci ve ikinci Çeçen savaşında iki yüz elli binin üstünde Çeçen'i öldürdüler. Bunun 40 bine yakını çocuk. Hâlâ, öldürmeye devam ediyorlar. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Çeçenler Ruslara karşı mücadeleden yılmamaktalar.

Günümüz mücadele öncülerinden Şehid Cevher Dudayev de; İmam Mansur, Gazi Muhammed, İmam Şamil gibi, atalarının açtığı çığırdan ilham alarak; Sovyetler Birliği'nin dağılmasını da bir fırsat olarak değerlendirip, Çeçenlerin bağımsızlık mücadelesinde yeni bir meşale yaktı. Tüm Çeçenler, bu meşalenin altında toplandı ve tek bir yürek oldular. Uluslararası İnsan Hakları Komitesi'nin gözetiminde, 27 Ekim 1991 günü yapılan seçimlerde, Cevher Dudayev'i Devlet Başkanı seçerek, kendisine bağlılıklarını tüm dünyaya ilan ettiler. Yüzde 92 oyla Devlet Başkanlığı'na seçtikleri Cevher Dudayev kimdi?

Çeçenistan'ı özgürlüğe kavuşturma mücadelesinde şehid olan Cevher Dudayev, 1944 yılının Şubat ayında, Çeçenistan'ın Yalho köyünde doğdu. Hayata gözlerini açar açmaz, Rus baskısı ile tanıştı. 23 Şubat 1944'te Sibirya'ya sürgün edilirken, daha annesinin kucağında 15 günlük bir bebekti.

ATEİST ORDUDAN GENERALLİĞE</U>

Cevher Dudayev, çok kalabalık bir ailenin, on üçüncü ve en son çocuğuydu. Babası Musa'nın iki karısı vardı. İlk karısı Danna'dan dört oğlu, iki kızı olmuştu: Beksolt, Bekmurza, Murzabek, Retsem ve Albika ile Nurbika. İkinci karısı Rabiat'tan (kısaca Labi) da dört oğlu, üç kızı olmuştu: Maharbi, Bashan, Halmurz, Cevher, Bazu, Basira ve Hazu. Labi'nin çocukları, Danna'yı da öz anneleri gibi severlerdi. Danna, Labi'nin çocuklarını ömür boyu sevgiyle ve şefkatle karşılamıştı. Hasta yatağından kalkar, onlara yemek hazırlar, ziyaret edildiğinde onları ayakta karşılardı. Bu derin muhabbetin anısına, Cevher ilk kızına Danna adını verdi; bu asil kadının adını yaşatmak için. Sürgünde geçen bu çocukluk günleriyle ilgili olarak Cevher Dudayev şunlan söylüyordu:

"Ben dinimi annemin koynunda öğrendim. Ben ateist bir eğitim aldım ve ateist bir ordu olan, Kızılordu'da generalliğe kadar yükseldim. Burada size tarihi bir hakikati nakledeyim. Okul öncesi çok iyi bir terbiye aldım. Sürgünde olduğumuz o yıllarda, neden anavatandan çok uzaklarda olduğumuzu, sürgün edilişimizi ve halkımıza yapılan zulmü, rahmetli anam başta olmak üzere büyüklerimden öğrendim. Çocukluğumda, arkadaşlarımla oyun aralarında, hep bunları konuşurduk. Aramızda hep anavatanı hayal eder, mutlaka bir gün kendi vatanımızda, özgür olacağımıza olan inancımızı söyleşirdik. Bugün o çocukluk yıllarımı hatırladığımda düşünüyorum... Bugün Çeçenistan'da olanlar, geleceğin büyükleri olacak çocuklarımız nasıl değerlendirecek acaba? Bu işgali ve zulmü unutmayacakları bir gerçek! Ben Müslüman olduğumu, hiçbir zaman unutmadım."

Çocukluk yılları, Sibirya bozkırlarında, çok güç şartlar altında geçti. Orta öğrenimini burada tamamladı. 1962 yılında Tambov Askeri Pilot Yüksek Okulu'ndan, 1966 yılında da Uzak Mesafe Uçakları Pilot ve Mühendis Yetiştirme Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1974 yılında Gagarin Hava Harp Akademisi'ni de bitiren Dudayev, 1. Sınıf pilot ve mühendis unvanını kazandı. S.S.C.B. hükümeti tarafından kendisine, 12 madalya verildi. Tümgeneralliğe yükseldi. Sovyet tarihinde, Stratejik Hava Kuvvetleri'nde, Tümen Komutanı olmayı başaran, İlk Müslüman olarak, adından bahsettirdi. Çeçenistan Devlet Başkanı olmadan önce, Baltık Cumhuriyetleri'nde yaşanan bağımsızlık hareketlerini bastırmadığı için, adı isyancı generale çıktı. 1989'da Estonya'da Stratejik Hava Kuvvetleri Filoları Komutanlığı'nda görev yaparken; Baltık ülkelerinde başlayan bağımsızlık hareketlerinin, kuvvet kullanılarak bastırılması için, Moskova'dan emir aldı. Ancak bu emri, "Yurdunun bağımsızlığı için mücadele eden bir halkın, üstüne bomba atmam" diyerek, yerine getirmedi. Moskova bu itaatsizliği hazmedemedi ve Dudayev'i ceza olarak, askeri birliği ile birlikte Cevherkale'ye sürgüne gönderdi. 1990 yılının Mayıs ayında, görevinden istifa etti.

HALK HAREKETİNİN BAŞINA GEÇTİ</U>

Rusya, bu "isyancı" komutanın önderlik edeceği birçok olaya gebeydi. Kasım 1990'da toplanan Çeçen Halkının Kurultayı'na davet edildi ve sonradan "Çeçen Ulusal Kongresi" adını alan bu halk meclisinin, icra kurulu başkanlığına seçildi. 19-21 Ağustos 1991'de Gorbaçov'a karşı girişilen, başarısız darbe teşebbüsü sırasında; darbecilerin karşısında yer aldı. Akabinde, darbecilerle işbirliği yapan, Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Hükümeti'ni düşürmek için, başlatılan halk hareketinin başına geçti. Demokratik güçler, aydınlar ve tüm Çeçen halkı, kendisini destekledi.

27 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde, yüzde 85 oranında aldığı oyla, Çeçenistan Cumhurbaşkanlığı'na seçildi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yapılan, yemin merasimi ile ilgili olarak, daha sonraları, bir gazeteciye şöyle diyecekti: "Namaz kılmasını ve Kur'an okumasını okul öncesi ve okul sırasında, annem ve diğer büyüklerimden öğrendim. Düzenli bir dini bilgi almam imkânsızdı ve zaten yasaktı. Çocukluğumda geceleri yatakta annem okur, ben tekrarlardım. Namaz surelerini böyle öğrendim. Allah'ın birliğine, Hz. Muhammed Aleyhisselam O'nun kulu ve resulü olduğuna; kendimi bildim bileli, iman etmiştim ve bu imanımı, o günden bugüne, Allah'a çok şükür muhafaza ettim. Bu inancım sayesinde, ateist okulların ve komünistlerin etkisinde kalmadım. İnanıyorum ki inanç, insanların mücadele gücüdür. Toplumların birlik ve beraberliğini sağlar. Cumhurbaşkanı seçildiğimde, kendime taraftar toplamak için değil, inandığım için yemin törenimi, İslâm'a göre yaptım ve Kur'an üzerine yemin ettim. Bu vesileyle, yüce Allah'a hamd ediyor ve bu iman ve inançla O'na kavuşmamı bana nasip etmesini niyaz ediyorum."

Rusya'nın 11 Aralık 1994 tarihinde, Çeçenistan'a karşı başlattığı işgal ve soykırım hareketine karşı Cevher Dudayev, "Son Çeçen canını vermeden, Ruslar ülkemize hakim olamaz" diyerek, halkına "Cihad" emrini verdi. Dudayev'in önderliğindeki Çeçen halkı, iki yıla yakın bir süre devam eden şanlı bir istiklal mücadelesi verdi. Sonunda Mayıs 1996'da Çeçenistan, Ruslardan temizlenerek Kafkas tarihine yeni bir altın sayfa eklendi.

CEVHER DUDAYEV NASIL ŞEHİD EDİLDİ</U>

"Üzerimdeki üniformam kefenim, şehadete talibim. Şehidliği rütbe ve şeref kabul ediyorum. Kanımın son damlasına kadar, ülkemin bağımsızlığı ve milletimin hürriyeti için savaşmaya hazırım."

21 Nisan 1996 günü Ruslar, Dudayev'in bulunduğu yeri füzelerle vurdular, Dudayev şehid oldu. O günlerde Rusların, Dudayev'in yerini nasıl bulduğu, nasıl tespit edebildiği anlaşılamamıştı. Ruslar, defalarca Dudayev'i öldürmeye teşebbüs etmiş, her defasında yanlış yeri vurmuşlardı. Bu sefer, nasıl oldu da, bulunduğu yer, tam olarak tespit edilip, nokta atışı yaparak, füzeyle vurulabilmişti. Bu muamma, yıllar sonra çözüldü. Gerçi o günlerde de gözler Amerika'ya çevrilmişti, ama kimse kesin bir bilgiyi, kamuoyuna sunamıyordu. 4 Haziran 2001 tarihli Hürriyet gazetesinde, Washington'dan Kasım Cindemir'in geçtiği haber şöyleydi:

"ABD istihbarat servislerinin süper gizlisi olarak bilinen, National Security Agency (NSA)'da çalışmış olan Wayne Madsen; Çeçen lider Cevher Dudayev, uydu telefonunu kullanıyordu. NSA yerini ve koordinatlarını belirledi ve Başkan Clinton'a bildirdi. Bill Clinton, Moskova'da idi, Boris Yeltsin'in yeniden Başkan seçilmesini istiyordu. Çeçen lider Cevher Dudayev'in yerini ve koordinatlarını, Yeltsin'e bildirdi. Ruslar Dudayev'i hemen öldürdü. Boris Yeltsin de, Clinton da yeniden seçildiler. Aslında Başkan Clinton'nın yaptığı yasalara aykırıdır." Cevher Dudayev, Çeçenlerin hür ve bağımsız yaşaması için, hayatını milletine adadı. Dudayev isteseydi, Rus ordusundan emekli olduktan sonra, bir kenara çekilip refah ve rahatlık içerisinde, hayatını idame ettirebilirdi. Ama o, sıkıntılı ve meşakkatli bir yolu, milletine öncülük ve cihadı seçti. Milletinin bağımsızlığı için, türlü meşakkatlere katlandı. Sıkıntılı ve zorlu bir hayata katlandı ve sonunda Rabbi'ne kavuştu. O da şehidler arasına katıldı.

Mehmet Ali Tekin
Kaynak: VAKİT
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt