Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Her Gün Dua Istiyoruz.. (3 Kullanıcı)

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
[FONT=Georgia, serif]Hz.ALİ (K.V.)[/FONT]
28 OCAK 661

[FONT=Georgia, serif]> Hz Ali; Peygamberimizin amca oğlu, damadı ve hulefa-i raşidin(aydınlatıcı dört halife) den biri. 600 yılnda Mekke’de doğdu. İslam’ın ilk yılında on yaşında iken Müslüman oldu. Ebu Talibin nüfusu kalabalık olduğu için Peygamberimiz Ali’yi yanına almıştı. Zira Peygamberimiz de sekiz yaşından itibaren amcası Ebu Talib’in yanında kalmaya başlamıştı.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali Peygamberimizin eşi Hz Hatice ile birlikte namaz kıldığını görüyor. Ne yaptıklarını,niçin yaptıklarını soruyor. Peygamberimiz de bir bir anlatıyor. Hz Ali Müslüman olmaya karar veriyor ama babama bir sorayım diyor. Az sonra kafasında şöyle bir düşünce oluşuyor: “Allah beni yaratırken babama sordu mu ki ben Müslüman olurken babama sorayım.” Bu düşünceyle babasına sormadan Müslüman oluyor. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Peygamberimiz Medine’ye hicret ederken hem müşrikleri bir süre oyalaması hem de Peygamberimizin yanındaki emanetleri sahiplerine ulaştırması için Hz Ali’yi kendi yatağına yatırıyor.Hz Ali de kendisine verilen görevi yaptıktan sonra annesi Fatıma ve müstakbel eşi Fatıma ile yola çıkıyor ve Kuba köyünde Peygamberimize yetişiyor. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali, Bedir,Uhut,Hendek olmak üzere hemen hemen bütün savaşlara katılmış, Uhut ve Hendek’te yara alarak gazi olmuştur. Hayber savaşında demirden büyükçe bir kale kapısını sökerek ve kalkan olarak kullanarak Yahudilerin üzerine yürümüş ve zafer kazanılmasında önemli bir rolü olmuştur. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Daima Peygamberimizin yanında bulunmuş, vahiy katipliği yapmış, bir ara Yemen valiliği de yapmıştır. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Peygamberimizin vefatında cenazesini yıkamıştır. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø İlk üç halife zamanında kendini tamamen ilme vermiş, dini konularda kendisine müracaat edilen ve görüşüne itibar edilen biri olmuştur. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Osman’ın şehit edilmesini müteakip Mescid-i Nebevi’de toplanan sahabiler tarafından Halife seçilmiştir. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali’yi ciddi bir sorun bekliyordu: Hz Osman’ı şehit eden isyancılar hala Medine’deydi ve sayıları bin kadar olan isyancılardan her biri Hz Osman’ı ben öldürdüm diyordu. Henüz sadece Medine’de oturanlar Hz Ali’ye biat etmişti. Hz Ali duruma tam olarak hakim olmadan Hz Osman’ın katilini bulmayı ve cezalandırmayı düşünmedi. Şam valisi ve Hz Osman’ın yeğeni Muaviye, Hz Ali’nin isyancılarla işbirliği halinde olduğunu iddia ederek Hz Ali’nin halifeliğini tanımadığını açıkladı.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø İşin esası Ümeyye oğulları Hz Osman döneminde elde ettikleri iktidarı kolayca bırakmak istemiyorlardı. Hz Ali, İslam birliğini sağlamak için Sıffin denilen yerde Muaviye ile savaştı. Muaviye tam yenilmek üzere iken Mısır fatihi Amr bin As, bir taktik geliştirdi. Uzlaşmak için hakem çözümünü önerdi. Muaviye’nin adamları mızraklar ucuna Kur’an takarak, gelin Allah’ın hükmüne tabi olalım dediler. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali, bu bir harp hilesidir, oyundur dese de Çoğunluğu Iraklılardan oluşan askerler savaşı bıraktı. Hz Ali, temsilci olarak Ebu Musa el-Eşari’yi görevlendirdi. Muaviye de Amr bin As’ı görevlendirdi. Görüşmeler sırasında bu iki liderin birliği sağlayamayacağı ve azledilmeleri gerektiği görüşü benimsendi ama ardından Amr, ben Muaviye’ni halife olduğunu ilan ediyorum dedi. Bu da bir oyundu. Ebu Musa itiraz etse de sonuç alamadı. Bu karardan rahatsız olan Iraklı Hz Ali askerleri zaten hakeme başvurmamız başlı başına bir hata idi diyerek 10.000 kadar Iraklı Hz Ali’den ayrıldılar. Hz Ali bunlardan 6.000 ini ikna etti, diğerleri ile savaştı. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali’den ayrılan Iraklılar,bir takım aşırı görüş ve yorumlara daldıkları için Harici olarak adlandırılmıştır.Büyük günah işleyenlerin dinden çıktıklarını ve öldürülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Hz Ali ve Muaviye’nin de katline hükmetmişiler, Abdurrahman bin Mülcem adındaki bir Harici, Hz Ali sabah namazını kılarken Hz Ali’yi zehirli hançeri ile yaralamış ve bu olaydan iki gün sonra Hz Ali 211 Ramazan günü şehit olmuştur. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali’nin şahadetinden sonra Muaviye, kendisine düzenlenen saldırıdan kurtulmuş ve meydan tamamen Ona kalmıştır. Böyle Muaviye Şam’da Emevi Devletinin temelini atmaya başladı ve Peygamberimizin soyundan gelen Ehl-i Beyte baskı yapmaya başladıkları için Müslümanlar arasında fitneye ve bölünmeye sebep olmuşlardır. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Hz Ali’ye daha sonra Hz Hüseyin’e çok büyük haksızlıklar yapılmıştır.Biz o gün hayatta olsaydık, Hz Ali’nin yanında olmamız gerekirdi. Hepimiz Hz Ali’yi seviyoruz. Hz Ali ve ehl-i beyti sevmek, Peygamberimizin emridir. Zaten bizler de bu sevginin bir tezahürü olarak çocuklarımıza, Ali,Hasan,Hüseyin,Fatma isimlerini sıkça koyuyoruz. Öte yandan Muaviye, Yezit ismini koyan birine de rastlayamıyoruz. Çünkü bütün Müslümanların içinde bu kimselere karşı bir kızgınlık mevcuttur. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Tarihte böyle acı bir olay maalesef olmuştur. Bu olay sebebi ile daha sonraki nesillerin suçlanması mantık ve vicdanla bağdaşmaz. Tarih tekerrürden ibarettir derler. Tarihin tekerrür etmememsi için ibret almak, olayları ibret nazarı ile değerlendirmek gerekir. [/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Hz Ali’nin Fazileti[/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]> Peygamberimiz, “Ali bendendir ben Ali’denim” buyurmuştur. Peygamberimizin diğer beyanları:[/FONT]
“[FONT=Georgia, serif]Beni seven ehl-i beytimi de sever.[/FONT]
“[FONT=Georgia, serif]Ben ilmin şehriyim,Ali de kapısıdır.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Peygamberimiz Hz Ali’ye ya Eba Turab! Diye seslenirdi. Hz Ali,El Murtaza, Esedullah’il-Ğalib diye de anılmıştır. Hz Ali’nin adı anıldığı zaman Ona Kerremallahu vecheh şeklinde dua etmek yaygın bir gelenektir.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Hz Ali’nin Bazı Veciz Sözleri[/FONT]
[FONT=Georgia, serif][/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø İnsanlara anlayacakları şeyleri söyleyin.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø İnsanlar uykudadır, ölünce uyanacaklardır.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Kişi bilmediğinin düşmanıdır.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Her şey azaldıkça, ilim de arttıkça değer kazanır.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.[/FONT]
[FONT=Georgia, serif]Ø Kalem kılıçtan keskindir. [/FONT]



[FONT=Georgia, serif]Başta Hz Ali olmak üzere bütün peygamber yarenlerine Allah rahmet eylesin, Allah şefaatlerine bizleri erdirsin, onların gittiği yoldan yürümeyi nasip eylesin[/FONT]



[FONT=Georgia, serif]Kaynak: İslam Ansiklopedisi, TDV yayınları, Cilt 11, Ali maddesi.[/FONT]

EsSelamuAleykümVeRahmetullahiVeBerekatuhu ;
"Ebu'l-Hasan..Ebu'l-Hüseyin..Haydar-ı Kerrar..Esedullah..
Ebu Turab.."
Künye ve lakablarıdır..
Resulullah(SAV) Efendimizin amcaoğlu..damadı..
Ehl-i Beyt'i..
"Ben ilmin şehriyim,Ali'de kapısıdır.."
Daha fazla bilgi Aliye Yeğenimizin forumunda ve sitemizin diğer sayfalarında mevcuttur..biz burada sadece kısaca değinerek DUA isteğimiz için bir hatırlatmada bulunmak istedik..
Hz.Ali(K.V.) Efendimiz ' in Şehadet günü olması vesilesiyle dualarınızı isterken..Rabbim biiznillah şefaatlerine mazhar eyleyip..Cennet yurdunda komşuluklarını cümlemize nasib eylesin inşaAllah..
Şehadeti esnasında;
"Vallahi umduğuma kavuştum..kazanan ben oldum.."
diyerek..Kelime-i Şehadet getirerek Cennet Yurduna hicret etmişlerdir..
Rabbimiz cümlemizi kazananlardan eylesin inşaAllah..
(Amin)
EL-FATİHA..
 

DuaLar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2008
Mesajlar
1,107
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
44
Dua,kulun ümit dalı ve Rabbine bağlılığının en güzel ifadesidir.Dua,cennet yollarını açan,kalbe safa,ruha gıda veren ve ebediyyet serinliğini tattıran vecd halidir.Dua,mü'min için eşi bulunmaz bir silah,ümit gecesinde hayırlı bir sabah,bela,şiddet ve felaket çemberinden kurtuluş ve felahtır.Dua,yerde nur,gökte nur,sağda nur,solda nur ve kul için bir tükenmez huzurdur.Dua,Hak kapısının halkasını tutmak,çırpınan gönüllere ilahi rahmeti dilemektir.Dua,kulun şerefini artıran,iki alemde de yüzünü ak eden,bir güzellik bulutu halinde rahmet katrelerini gönül toprağına döken en hayırlı şeydir.

Nihayetsiz kudret ve sonsuz Rahmet sahibi Mevlamız buyuruyor ki:"Kullarım(Habibim)sana beni sorunca(haber ver ki)işte ben muhakkak yakınımdır.Bana o dua edenin da'vetine icabet ederim.(Bakara:186)

Resulullah (s.a.v.)buyuruyor ki:"Dua ettiğiniz zaman,kabul olunacağına inanarak Allah'a dua edin.Bilmiş olunuz ki,gafil kalp(ile)yapılan duaları Allah kabul etmez."(Tirmizi)

Mü'minler annesi Hazret-i Aişe (Radıyallahü Anh)den nakil.Allah'ın Resulü (s.a.v.)geceleyin kalktığı vakit namazına şu dua ile başlardı:

"Allah'ım !

Ey Cebrahil,Mikail ve İsrafil'in Rabbi !

Göklerle ve yerin yaradanı,

Hazırı ve gaibi bilen Allah'ım !

Kullarına ihtilaf ettikleri şeylerde,

Onların aralarında ancak Sen hükmedersin.

İhtilaf edilen Hakk'a izninle beni hidayet eyle !

Çünkü dilediğini doğru yola ancak Sen hidayet edersin !"(Müslüm)
amin ecmain inşALLAH Allah Razı Olsun kardeşim...
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
İsmail Hakkı İzmirli


(1869-1946 m.)



31 OCAK 1946

Osmanlının son döneminde yetişen ve Cumhuriyet döneminde de faaliyetlerini sürdüren önemli fikir ve ilim adamlarındandır. Memleketine izafeten “İzmirli” lakabıyla anılmış ve tanınmıştır. Hem medrese, hem de okul eğitimi almış ve bir çok kurumda hocalık yapmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmuş, Meşrutiyetin meziyetlerini halka anlatmak için bazı illeri dolaşmıştır. Darü’l-Hikmet-i İslamiye üyeliği ve başkan vekilliğinde bulunmuştur. Kurucuları arasında Bediüzzaman’ın da bulunduğu Yeşilay Cemiyeti’nin teşekkülünde yer almıştır.
İsmail Hakkı, 1869 yılında İzmir’de doğdu. Hasan Efendi ve Hafize hanımın oğlu olarak dünyaya geldi. Henüz çok küçük iken babası vefat etti. Kendisi ve kardeşlerini annesi büyüttü. Eğitimine amcasının yanında başladı ve kendisinden hafızlık eğitimi aldı. Medrese eğitimi gördüğü gibi, bugünkü orta okullara denk düşen Rüştiyeye de giderek burayı bitirdi.
1891 yılında Namazgah İbtidai (ilkokul) Mektebinde öğretmen olarak çalışmaya başlayan İsmail Hakkı, çok kısa bir süre sonra İzmir idadisinde (lise) fahri hoca olarak görev yaptı. İstanbul’a giderek eğitimini sürdürdü ve öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan Darü’l-Muallimin-i Aliye’ye talebe olarak girdi. Bu okulun Edebiyat Şubesinden 1892 yılında mezun oldu. Bu arada medrese eğitimini de devam ettirerek Fatih dersiamlarından Hafız Ahmed Şakir Efendiden ders aldı. Buradaki eğitimini de tamamladıktan sonra hocasından icazet alıp, mezun oldu.
İsmail Hakkı, eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’un muhtelif okullarında çalıştı. Bu okullarda; muallim, müderris olarak görev yaptığı gibi bazılarında müdürlük de yaptı. Eğitim Bakanlığı, yani o zamanki adıyla Maarif Nazırlığının bünyesinde olan Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyetinde bulundu (1896). Bakanlığa bağlı bir büro olan bu kurum; telif, tercüme vs. bastırılmak istenen eserleri inceler, bastırılmasında sakınca bulunmayanların bastırılması için izin verirdi.
Maarif Nazırı olan Zühdü Paşa, ayrıca, İsmail Hakkı Beyi, çocuklarına özel ders vermek üzere hoca olarak da tayin etti. Mülkiye mektebinde fıkıh, İslam akaidi ve Arapça derslerini verdi. Daha önce talebe olarak girdiği Darü’l-Muallimin-i Aliye’ye tarih öğretmeni olarak atandı. Bunların dışında önce Darüşşafaka ve bilahare Darü’l-Muallimin-i Aliye’de müdürlük yaptı. Eğitim programlarını ıslah etmek gayesiyle kurulan Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye içinde yer alarak çalışmalarına katıldı.
İsmail Hakkı, öğretmen okulunda hocalık yaptığı sırada, verdiği dersler ve yazdığı eserleriyle dikkatleri üzerine çekti. İlmi konulardaki ehliyetini ispatlamasına paralel olarak daha önemli görevlere getirildi ve kendisinden istifade edildi. 1914 yılında kurulan ve medreselerin ıslahını amaçlayan Darü’l-Hilafeti’l-Aliye müfettişliğine getirildi. Bir yıl sonra da Süleymaniye Medresesinin Kelam kürsüsünde İslam felsefe tarihi müderrisliğine tayin edildi. 1923 yılına kadar burada hocalık vazifesini sürdürdü.
İzmirli, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. Meşrutiyetin ikinci kez ilan edilmesinden sonra, yeni durumun üstünlüklerini halka anlatmak maksadıyla yurt gezisine çıktı. Kayseri ve Konya’ya giderek Meşrutiyetin meziytlerini halka anlatmaya çalıştı. Şehzadebaşı’nda bulunan ve medrese talebelerine yönelik konferansları organize eden İlmiye Külübü’ne katıldı. Ayrıca, aralarında Bediüzzaman’ın da bulunduğu Yeşilay Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı.
İzmirli’nin getirildiği önemli görevlerden bir tanesi de Darü’l-Hikmet-i İslamiye üyeliği ve başkan vekilliğidir. Sayıları 3 bin cildi bulan kitapları için, kendi adına izafeten Süleymaniye Kütüphanesinde bir oda tahsis edildi. Darü’l-Hikmet-i İslamiye’de bulunduğu süre zarfında ilmi müzakerelere katıldığı gibi, önemli yazılar da yazdı.
İsmail Hakkı İzmirli, Ankara’da Umur-ı Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti’ne bağlı olarak kurulan Tedkikat ve Te’lifat-ı İslamiyye Heyetinde üye olarak çalıştı. Bir ara buranın başkanvekili ve başkanlığında da bulundu. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler kapatıldı. Bunların yerine Darülfünun’ların yeniden yapılandırılmasına gidilince Ankara’dan İstanbul’a geçti. İstanbul’da İlahiyat ve Edebiyat Fakültelerinde hocalık yaptığı, 1931 yılında İlahiyat Fakültesi reisliğine atandı.
İzmirli, 1934 yılında yaş haddinden emekliliği geldiği halde, görevi Bakanlar Kurulu kararı ile bir yıl daha uzatıldı ve Ekim 1935 tarihinde emekli oldu. Emekliliğe ayrıldıktan sonra da ilmi faaliyetlerini sürdürdü. 31 Ocak 1946 tarihinde ziyaret için gittiği Ankara’da vefat etti. Cenazesi Cebeci Mezarlığına defnedildi.
Muhtelif okullarda hocalık ve idarecilik yapan İzmirli, ilmi faaliyetlerin yanı sıra çeşitli cemiyetler ve komisyonlarda bulunarak değişik hizmetlerde bulundu. Maarif Nezareti tarafından; Abdullah Cevdet’in tercüme ettiği “Tarih-i İslamiyyet” adlı kitap hakkında rapor hazırlamak için kurulan komisyonda yer aldı. Bunun dışında Tedkik-i Kütüb, Ulum-u Diniye ve Arabiye ve Ahlakiye komisyonlarında bulundu ve Cem’iyyet-i Sufiyye’de yer aldı. Cumhuriyet döneminde de görev almayı sürdürdü. Türk Tarih Kurumu yedek üyeliği ve Paris’teki Milletlerarası İlimler Akademisi Türk gurubu üyeliğinde bulundu.
Darü’l-Hikmet-i İslamiye’de bulunması vesilesiyle ismi Risale-i Nur’da zikredilmekte ve burada yapılan ilmi müzakerelere işaret edilmektedir (Tarihçe-i Hayat, 1994, s. 109). Eşref Edip o dönemle ilgili hatıralarını anlatırken, Bediüzzaman ile, “…Akif'ler, Naim'ler, Ferit'ler, İzmirli'lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk.,” dedikten sonra Bediüzzaman ile ilgili müşahedelerini aktarmaktadır. “Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmî meselelerden konuşur, onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulâde fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe. En mu'dil meselelerde, zekâsının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur'ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem'alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabî kadar imanla dolu. Ruhunda Ömer'in şehameti var. Yirminci asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü'min…” (Tarihçe-i Hayat, s. 541).
İzmirli, Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet döneminde farklı yol takip ettiği eleştirisine muhatap oldu. Daha önceden yazılarının yer aldığı “Ceride-i İlmiye” ve “İslam Devletinin Esası” adlı makalesinde ileri sürdüğü fikirlerle, daha sonra izlediği tutumun birbirine tezat teşkil ettiği ve adeta birbirini tekzip ettiği ileri sürülmektedir (Sadık Albayrak; Son Devrin İslam Akademisi Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye, İz Y., İstanbul 1998, s. 187).
Cumhuriyetin ilk yıllarında, namazda sure ve duaların Türkçe okunması tartışmaları gündemde bulunurken İzmirli’nin de görüşüne başvuruldu. Arapça’yı telaffuz etmede güçlük çekenlerin namazda ayetlerin Türkçe çevirisini okuyabileceklerine fıhki cevaz bulunduğunu ifade eden rapor hazırladı.
Eserleri
Kur’an İlimleri ve Hadis, Kelam, Fıkıh, Felsefe ve Mantık alanlarında bir çok eser kaleme aldı. Siyerin ehemmiyeti, kaynak ve tarih ilmindeki yerini nazaran veren ‘Siyer-i Celile-i Nebeviyye’, Tasavvuf’a dair ‘Mustasvife Sözleri mi Tasavvufun Zaferleri mi? Hakkın Zaferleri’, hadis metinlerini ihtiva eden ‘Binbir Hadis’, Kur’an-ı Kerim’in açıklamalı Türkçe meali ‘Meani-yi Kur’an’, ahlak ve tasavvuf ile ilgili tartışmalara yer veren ‘Ahlak ve Tasavvuf Kitaplarındaki Ahadis Hakkında’, kelam ilmi ile ilgili olarak ‘Muhassalü’l-Kelam ve’l-hikme, Mulahhas İlm-i Tevhid, Yeni İlm-i Kelam adlı eserleri kaleme aldı. bunların dışında da birçok eser yazdı.
Haftalık olarak yayınlanan “Meram” adlı dergiyi de yayınlayan İzmirli’nin, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad’da da birçok makalesi yayımlandı. Bunların dışında muhtelif dergilerde birçok makalesi çıktı. Ayrıca, İslam Ansiklopedisi’ne de birçok madde yazdı.


EsSelamuAleyküm..İsmail Hakkı İzmirli Hocamız için bir dua istiyoruz..

EL-FATİHA..
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Iskilipli Atif Hoca

Iskilipli Atif Hoca

İSKİLİPLİ ATIF HOCA

04 ŞUBAT 1926



Iskilipli Atif Hoca




Atif Hoca, Iskilip'in Tophane köyünde dogdu. ilk tahsilini köyde yapti. 1893'te Istanbul'a gelip medrese tahsili yapti. 1902'de icazet alarak Darü'l-fünunun ilahiyat Fafültesine girdi. 1903 te fakülteyi bitirip Fatih Camiinde Ders-i Amm olarak kürsüye çikti.
calig68.gif

31 Mart vakasindan sonra Sinop'a sürüldü. oradan sungurlu'ya gönderildi. ve daha sonra yanlislik oldugu söylenerek serbest birakildi.
Yunanlilar İzmir'e çiktiginda ilk tepkiyi, kurdugu 'teal-i islam cemiyeti' vasitasi ile yapti. Kisa zamanda toparlanan Anadolu, isgalcileri; halkça "gavur-islam disi" olan insanlari çikarmayi basardi.
Osmanli tarihi kara bir leke ve bitisle karsilasiyordu. Yanlis egitilmelerine neden oldugu çocuklari onlarin yikilmasina neden oluyor, burada ilk hedefte imparatorlugun olusumuna zemin hazirlayan islam ve müslüman halk oluyordu. Bir devlet bitiyor yeni bir devlet kuruluyordu. Laik çagdas ve demokrat türkiye cumhuriyeti!!!
Müslümanlar saskindi bir o kadar da cahil.
Iskilipli Atif Hoca da islam'a bagli örnek nir sahsiyet olarak bu dönemin sikintilarindan payini aliyordu. Sürgün ve hapis....
Ülkedeki 'batililasma ' hareketine karsi "firenk mukallitligi ve sapka" adli eserini 1924'te yazar. kitapta,batinin iç yüzünü çevresindekilere anlatiyordu. Daha sonra yeni bir kanunla vatandaslara ülkeden kovduklari Italyan'lardan üç gemi dolusu satin aldiklari sapkalari giyme mecburiyeti geliyordu. Buna halk ve ulemadan büyük tepki geldi. Ve her kanuna savunuculuk yapanlar kanun tanimazlara haddini bildirmeliydi. Insanlar basina sapka takmadigi için katlediliyordu.
Iskilipli Atif Hoca da birbuçuk sene önce yazdigi Firenk Mukallitligi isimli kitabi bahane edilerek tutklandi. Giresun istiklal mahkemesinde yargilanarak suç bulunamamasi nedeni ile Istanbul'a gönderildi. Ancak bir süre sonra yeniden tutuklandi. 26 Aralik 1925 te arkadaslari ile beraber 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Sali ünü Ankara istiklal mahkemesinde yargilandi.Savci, Iskilipli Atif Hoca için 3 yil hapis cezasi istedi. mahkeme müdafaa için bir gün sonraya birakildi. Ertesi gün mahkeme reisi Kel Ali, müdafaa yapmaya gerek görmeyen Iskilipli Atif Hoca için alinan karari açiklar:IDAM... Yani SEHADET
Iskilipli Atif Hoca vakarla ve dudaginda ayetlerle gittigi idam sehpasinda sunu söylüyordu:"zalim ve katillerle elbette mahser günü hesaplasacagiz"
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Iskilipli Atif Hoca

Iskilipli Atif Hoca

İSKİLİPLİ ATIF HOCA

4 ŞUBAT 1926




İskilipli Atıf Hoca ve Şehadeti
İskilipli Atıf Hoca'nın soyunun, Osmanlı Devleti'nin Doğu komşusu olan ve Otlukbeli Savaşında Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet karşısında aldığı mağlubiyetten sonra kendisini toparlayamayarak, kısa sayılabilecek bir sürede yıkılan Akkoyunlu Aşiretine dayandığı rivayet edilir. İmamoğulları olarak bilinen köklü bir aileye mensup Mehmet Ali Ağanın ve soyu Ben-i Hattab aşiretine dayanan Nazlı Hanım'ın oğludur. Hicri 1292 yılında, Çorum'a bağlı İskilip kazasının Tophane mezrasında dünyaya gelmiştir. Henüz bebekken öksüz kalan İskilipli Atıf Hoca, dedesinin himayesinde yetişmiştir.

iskilipliatif01.jpg
Henüz çocuk yaşlarda iken doğduğu kaza olan İskilip'te ilim tedris etmeye başlayan Atıf Hoca. ailesinin rızasına mugayir olmasına karşın, o dönemde İslami ilimlerin merkezi olan İstanbul'a giderek, orada ilmini ilerletmeye karar verdi ve 1893 yılından itibaren ilim tahsilini İstanbul'da dönemin meşhur müderrislerinin gözetiminde devam ettirdi. 1902 yılında medrese eğitimi üstün derece ile bitiren Atıf Hoca, Ruus sınavını da kazanarak , bir sonraki yıldan itibaren Fatih Camiinde talebe okutmaya başladı. İcazet ile ilim hayatının sona ermemesi gerektiğini düşünen Atıf Hoca, aynı süreçte bir taraftan da İstanbul Dar'ul Fünun'unda öğrenim görmeye devam etti. 1905 senesinde buradan da üstün derece ile mezun olarak bugün Kabataş Erkek Lisesi olarak bilinen okula Arapça öğretmenliğine başladı.

İstabulda bulunduğu dönemde, özellikle Meşihat-i İslamiye olarak bilinen dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki çalışanların haklarını savunduğu için Şeyhulislam tarafından Bodrum kazasına sürüldü. Osmanlı Hafiyelerinin yoğun baskılarından kurtulabilmek amacı ile sahte bir pasaport kullanarak Kırım'a gitti. Kırım'da bir süre kalan Atıf Hoca, Polonya'nın başkenti Varşova'ya kadar gitmek zorunda kaldı. İkinci Meşrutiyet ilan edilmeden kısa bir süre önce de İstanbul'a dönüş yaptı.

İstanbul'a dönüşünden itibaren dönemin İslami matbuatları olan Sebilürreşad, Beyan-ül Hak gibi gazetelerde yazılar yayınladı ve İstanbul'da tanınan simalardan birisi haline geldi. Meclis-i Mebusan seçimlerinde Çorum'dan milletvekili adayı olan İskilip Atıf Hoca, İttihatçılarının çekememezliği sebebi ile uzun süre sürgün hayatı yaşadı ve Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile 31 Vak'alarından ötürü de bir dönem tutuklu kaldı. Sürgünlüğünün ardından memuriyete tekrar atanan Atıf Hoca, medreselerde ders okutmaya tekrar başladı.

iskilipliatif02.jpg
1919'da dönemin tanınmış İslami Şahsiyetleri ile birlikte Cemiyet-ül Müderrisun isimli cemiyetin teşekkülünde görev aldı. Müderrisler arası alakayı tesis etmek amacı ile kurulan cemiyet daha sonra ismini "Teali İslam Cemiyeti" olarak değiştirdi. Sonraları devrin diktatörlerince milli bütünlüğe düşman cemiyetler arasında sayılacak olan Teali İslam Cemiyeti, işgal sürecinde işgale sessiz kalmamış ve İstanbul'un İngilizlerce işgali karşısında halkın uyanışı için gayret göstermiş, İzmir'in işgal edilmesine de sert bir beyanname ile karşı çıkmıştı. Kuvva-i Milliye hareketinin Anadolu'da ortaya çıkmasına karşı Teali İslam Cemiyeti adına yazılan ve halkı Kuvva-i Milliye hareketine destek vermemeye davet eden bir fetva ile adı anılsa da zamanın Vakit gazetesinde fetvayı tekzib eden bir yazı yayınlamıştır. Ancak bu yalanlamanın yeterli olmadığı sonraları Cumhuriyetin etkin gücü olanların kendisine güttüğü kin ile anlaşılmıştır.

Cumhuriyet Dönemi evvelinde kaleme aldığı ve Tesettür-i Şer'i, Din-i İslam'da Men-i Müskirat gibi eserleri yoğun ilgi uyandırmış aynı serinin 1924 senesinde yayınlanan üçüncü kitabı "Frenk Mukallitliği ve Şapka" da halkın teveccühünü kazanmıştır. Söz konusu eserde, Batılı tasavvuru ve hayat anlayışını yerden yere vuran İskilipli Atıf Hocaefendi, İslam'ın şahsiyeti inşa eden bir din olduğunu ifade ederek, gayr-ı Müslimlerin hayat tarzını taklit etmenin aslında Kur'an'a ve Sünnet-i Resulullah'a zıt düşmek anlamına geldiğini belirtiyordu. Batı eksenli bir politika güden ve Türkiye'nin Batı'ya endeksleme gayretinde olan mevcut yönetime ağır bir tokat niteliği taşıyan eser "Şapka İnkilabı" ismiyle müsemma "Kılık Kıyafet Yasasının" yürürlüğe girmesinin ardından gündeme oturdu. Zira Müslüman Anadolu Halklarının yasanın öngördüğü giyinme şekillerine ve kisvelerine yönelik protestosunda bu eserin etkili olduğuna inanılıyordu. Çıkardığı yasaları ne pahasına olursa olsun uygulamayı kararlaştıran Ankara Hükümeti, Anadolu'nun bir çok ilinde kararına muhalefet edenleri idam ediyor ve kurduğu gayrı meşru mahkemelerde kendi halkına akla gelmeyen suçlamalarda bulunuyor, görülmemiş cezalara imza atıyordu. Suça kani olunmadığı hallerde yıllarca hapis cezası veriliyor, suçun en ufak bir delilin olması halinde ise mutlak idam kararı çıkarılıyor ve karar en kısa sürede adeta halka gözdağı vermek istercesine icra ediliyordu. İşte bu dönemde, İslam'ın yılmaz müdafii İskilipli Atıf Hoca'nın "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli eseri yasaklanıyor, mevcut nüshalar toplatılıyor, kitap eğer bir evde bulunursa ev halkı suçlu sayılıyordu. İskilipli Atıf Hoca hakkında ilgili resmi kuruluşlar soruşturma başlatmışlardı. Oysa Hoca'nın ilgili yasa ile suçlanması oldukça saçma idi. Çünkü söz konusu kanun, İskilipli Atıf Hoca'nın kitabının yazılmasından sonra çıkartılmıştı. Dolayısıyla kanun kendinden önce işlenen fiiller için de geçerli olması hukukun genel geçer ilkelerine zıttı. Ancak, mahkemelerin hukuku değil gücü, yönetimin de insanı değil kurumu esas aldığı bir karanlık dönemde bu gerçeklerin gündeme dahi getirilmesi mümkün olmamıştı. Hulasa, zalim ve despotların eli başlatılan soruşturma Ankara'dan gelen emirle neticelendirilmiş ve İskilipli Atıf Hoca 7 Aralık 1925'te tutuklanarak Giresun'a sevkedildi. Bölge mahkemesi İskilipli Atıf Hoca hakkında beraat kararı verdi ancak Kolluk Kuvvetleri kendisini salıvermeyerek gelen emir üstüne İstanbul'a götürdüler. İstanbul'a götürülmelerine mütekaip haklarında yapılan tahkikatın ardından Atıf Hoca ve diğer tutuklular Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanmak üzere Ankara' ya sevkedildiler.

İstiklal Mahkemelerine ait tutanak ve belgeler halen tam olarak incelemeye açılmadığı için Mahkeme celselerindeki iddialar ve yapılan savunmalar detaylı bilgi sahibi değiliz. Ancak şahidlerin naklettikleri vakıalar ve yayınlanan sınırlı bir kaç hatıra denemesinden bilgi edinebiliyoruz. Bununla birlikte, celselerden bize anlatılan en ilginç hatıra şudur:

Kel Ali namıyla bilinen Ali Çetinkaya İskilipli Atıf Hoca'ya dönerek sert bir şekilde konuşur...

-Sen bilmiyor musun ki şapkada bez parçasıdır, fes de, sarık da...

Bu ifadeye karşılık İskilipli Atıf Hoca şöyle konuşur:

- Evet, biliyorum... Ancak Hakim Heyetinin arkasında asılı duran bayrak da bezdendir, İngiliz bayrağı da. Onu kaldırıp İngiliz bayrağı asarsanız ne olur?

ŞEHADETİ

Mahkemenin neticesinde, Savcı 10 yıl ağır şartlarda sürgün cezası istemesine karşın İstiklal Mahkemesi Hakimi Kel Ali(Ali Çetinkaya) teamüllere aykırı bir şekilde İskilipli Atıf Hoca hakkında idam kararı verir. Nihayet 4 Şubat 1926 sabahı hakkında verilen idam kararının infazı için Eski Meclis binasının hemen önündeki meydanlık alanda kurulan darağaçlarının olduğu yere getirilir. Elleri bağlı ve başında uğruna ipe gittiği İslami kisvesi, sarığı... Üzerinde kefeni de olacak beyaz idam elbisesi... Tağutların hükümlerini reddedip yalnız Allah'ın hükümlerini tanıdığı için eğilmeden, bükülmeden ve uğruna ölüme yürüdüğü Dinden geri adım atmadan, onurlu bir şekilde darağacına çıkıyor... Olaya şahid olanların anlattığına göre, İslam'a ve Müslümanlara karşı kindar ve son derece müstebit olan Kılıç Ali, idam anında dahi İskilipli başındaki sarığa rıza göstermemiş ve çıkartılmasını emretmiştir. Son sözü Kelime-i Şehadet olan İskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 sabahı zalimlerin eliyle ipi çekilmek suretiyle idam edilmiş ve şehid olmuştur. Ne var ki İskilipli varlığına binlerce canı kurban eden sistemin ne ilk ne de son kurbanıdır.!

O'nun darağacına giderken dahi geri adım atmayı kabul etmeyen ve zalimler karşısında boyun bükmeyi ar sayan mizacı bütün Mü'minler için güzel bir örnektir!


EsSelamuAleykümVeRahmetullahiVeBerekatuhu

Son devrin Şehid Alimi İskilipli Atıf Hoca'mız için dualarınızı istiyoruz inşaAllah..
Rabbim Şehadetini Kabul ve Makbul eylesin..bizlere de Ahiret yurdunda komşuluklarını nasib eylesin inşaAllah..

EL-FATİHA..
 

mavicik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Şub 2008
Mesajlar
81
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
dua

dua

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
ALLAH(cc) RAZI OLSUN..

ALLAH(cc) RAZI OLSUN..

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin

EsSelamuAleyküm Kardeşim ;

Allah(CC) razı olsun Kardeşim..Selam ve baki dua ile Allah(CC)'a emanet olunuz..

 

adeseda

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Şub 2008
Mesajlar
57
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
ALLAH(cc) RAZI OLSUN..

ALLAH(cc) RAZI OLSUN..

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin

EsSelamuAleyküm Kardeşim ;

Allah(CC) razı olsun..Selam ve baki dua ile Allah(CC)'a emanet olunuz..
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Allah Rahmet Eylesin..

Allah Rahmet Eylesin..

HACI VEYİSZÂDE MUSTAFA EFENDİ

5 ŞUBAT 1960


Konya'da yetişen velîlerden. İsmi Mustafa olup, babasınınki Veyis'tir. Konya'nın Yarma bucağına bağlı Şatır köyünde 1888 (H.1303)de doğdu. Babası âlim, velî bir zâttı. Küçük yaşta babasından ilim öğrenmeye başlayan Mustafa Efendi, sonraları medreseye devâm ederek Ziya Efendiden ders aldı. Kısa zamanda ilimde yüksek derecelere kavuştu. Zekî ve çok kâbiliyetli olan Mustafa Efendi, Osmanlı Devletinin son zamanlarında, papazlarla münâzara için kısa sürede İngilizce öğrendi. Papazlara İslâmiyetin hak din olduğunu delillerle isbât etti.

Mustafa Efendi, derin ilminin yanısıra kerâmet sâhibi bir zâttı. Medreselerde uzun süre ders verdi. Medreselerin kaldırılmasından sonra Pîrî Mehmed Paşa Câmiinde imâm ve hatiplik yapmaya başladı. Kurulmasında büyük gayretler sarf eden Mustafa Efendi, İmâm-Hatip Lisesinde yedi sene kadar ders verdi. Kendisine yüksek makamlar verilmek istendiğinde;

"Ben, İslâmın alelâde bir hizmetkârıyım. Allahü teâlâ beni bu hizmetten ayırmasın."
dedi.


Mustafa Efendi, boş zamanlarını devamlı Allahü teâlâya ibâdetle geçirirdi. Fakir fukara ile ilgilenir, yoksulların yardımına koşar, ilim ve irfân ehlinin içine düştüğü müşkilleri kısa yoldan hallederdi. Talebeleri ile yaptığı sohbetlerinde ağırlık devamlı namaza âit olurdu. Namaza fevkalâde âşıktı.

Talebelerinin birinin bir gece yarısı çocuğu oldu. "Adını hocam koysun." diyerek sabah namazında Azîziye Câmiine gitti. Namazdan sonra Hacı Veyiszâde her zamanki gibi odasına giderken o talebesinin yanına gelerek, yavaşça; "Oğlunun adını Abdullah koy. Ömrü uzun olsun, âlim olsun, fâzıl olsun." diye duâ etti.

Hacı Veyiszâde ömrünün sonlarına doğru şeker hastalığına yakalandı. Cansiperâne çalışmalarından dolayı zayıf düştü. 5 Şubat 1960 Cumâ günü vefât etti. Ertesi gün Kapı Câmiinde çok kalabalık bir cemâat tarafından kılınan namazdan sonra Üçler Mezarlığına defnedildi. Kabri ziyâret mahallidir.


Hacı Veyiszâde Mustafa Efendi buyururdu ki:

"Dünyâda duracağın kadar dünyâ için, âhirete ise âhirette duracağın kadar çalış."


"Ne kadar yaparsan yıkılacaktır, ne kadar yaşarsan ölünecektir."

SIKINTIYA DÜŞMEKTEN KORKMA

Bir gün Konya'nın yakın köylerinden fakir bir genç okumak için Konya'ya gelip İmâm-Hatip Okuluna kaydoldu. Konya'ya gelirken annesi bir miktar yiyecek koymuştu. Okulun açıldığı ilk gün Kâdı İzzeddîn Câmiinde akşam namazı kılan genç, mahzun mahzun duruyordu. Bunu fark eden bir zât onun yanına yaklaşıp kim olduğunu, ne için geldiğini sordu. Genç; "Okumak için geldim. İmâm-Hatîbe kaydoldum. Fakat yatacak yerim yok." dedi. O zât, o genci yanına alarak hemen arka mahallede bulunan ve imâmı olmadığı için aylardır kapalı duran mahalle mescidine götürdü. Mescidin küçük bir imâm evi vardı. O zât; "İstersen burada kalabilirsin. Senden sâdece burada imâmlık yapmanı istiyorum." dedi. O genç kabûl etti.

Kısa süre sonra köyünden getirdiği yiyecekler bitti. Birkaç gün aç kalınca, köye gitmek için hazırlandı. Tam bu sırada yaşlı bir zât kapıyı çaldı. Mescidin İmâm-Hatip okuluna giden, imâmının kendisi olup olmadığını sordu. O da evet cevâbını verince; "Al yavrum bunu sana Hacı Veyiszâde Hoca gönderdi. Selamı vardır. Dersine devâm etmeni, ye'se kapılmamanı, maddî endişeden uzak olmanı, sana yeterince yardımda bulunacağını söyledi." dedi ve oradan ayrılı.

Genç merakla avucunu açınca elinde fazla miktarda paraları gördü. Bu para ona bir aydan fazla yeterdi. Her ay o zât gelip para verirdi. Genç kendisine para gönderen şahsı tanımak istedi. Hacı Veyiszâde'nin Azîziye Câmiinde imâmlık yaptığını öğrenince, elini öpmek ve teşekkür etmek için câmiye gitti. Duâdan sonra odasına gitmekte olan Hacı Veyiszâde gencin yanında durdu. Genç gayri ihtiyârî ayağa kalkarak, hemen elini öptü. Hoca Efendi kulağına eğilerek; "Derslerine devâm et. Sıkıntıya düşmekten korkma." dedikten sonra odasına gitti. Gence yardımları uzun süre devâm etti.

* * *

EsSelamuAleyküm Kardeşlerim ;

Ömrünü İslam Dininin yolunda İlim-irfanla tüketmiş, yine son dönem alimlerimizden olan

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi

için dualarınızı istemekteyiz..Rabbim Rahmeti-mağfireti ile muamele eylesin..bizlere de yollarının takipçileri..ahiret yurdunda da komşuları olmayı nasib eylesin inşaAllah..

EL-FATİHA..
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
ÖMER b. ABDÜLAZİZ

ÖMER b. ABDÜLAZİZ

ÖMER B. ABDÜLAZIZ
9 ŞUBAT 720
Onlar (o kimseler ki) kendilerine yeryüzünde iktidar verdigimiz takdirde, namazi kilarlar, zekati verirler, iyiligi emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalisirlar. Bütün islerin sonu Allah’a aittir.” (Hac/41)
Dogum yeri ve tarihi konusunda degisik rivayetlerin bulundugu Ömer b. Abdülaziz’in Medine’de dogdugu rivayeti kuvvetli görüslerdendir.
Babasi Abdülaziz’in Misir alisi olmasi münasebetiyle hayatinin büyük bir bölümü orada geçmistir. Daha sonra babasinin istegi üzerine Medine’ye giden Ömer b. Abdülaziz egitimini orada tamamlamaya çalisti. Sahabenin, hadis ravilerinin meclislerine devam eder, ayrica siir ve edebiyat meclislerine katilirdi. Hatta onun meclisi, fakihler, alimler ve edipler meclisiydi. Ömer’in annesi de, Ümmü Asim bint. Asim b. Ömer b. Hatta bint’tir. Yumusak huylu, güzel ahlakli, zühd ve takva sahibi bir hanimdi.
Halife Abdülmelik, onu Dimesk’e (Sam) çagirmis ve kizi Fatima ile evlendirmistir. Daha sonra Halife Velid tarafindan Hicaz Valiligi’ne tayin edildi.
Keyfî uygulamalarda bulunan diger valilerin aksine Ömer, sehre gelir gelmez hadis bilen 10 dindar kimseden bir meclis kurdu. Bütün mühim isleri bunlarla görüsüp karara bagladiktan sonra uygulamaya koyulurdu. Bu uygulamasindan dolayi, Haccac’in zulmünden kaçan kisiler, Mekke ve Medine’ye siginmaya basladilar. Bu durum Haccac’in Ömer’e karsi tavir almasina sebep oldu. Aralari açildi ve görevden aldirdi. Yedi yil yaptigi bu görevdeki basarisiyla saygin zevat tarafindan takdir topladi. Nitekim bu alim Reca b. Hayyan’in destegi sayesinde veliaht tayin edildi.
Halife Süleyman b. Abdülmelik’in ölümünden sonra Halife seçildi. Abdülmelik’in ogullari Yezid ve Hisam tarafindan buna itiraz edilmisse de halkin teveccühüyle bu is tamamlandi. Ömer b. Abdülaziz Halife oldu. (*)
HALIFE OLDUKTAN SONRA YAPTIKLARI ISLER
Itiraf etmek gerekir ki, Muaviye’den itibaren fethedilen bölge sakinleri ikinci sinif (mevalî) vatandas muamelesi görüyorlar, Müslüman olmalarina, askerî seferlere katilmalarina ragmen haraç vermeye mecbur tutuluyorlar veya ganimetten çok az pay aliyorlardi. Gayr-i Arap (Arap olmayan) kimseler Islam’a karsi süpheyle bakiyorlardi.
Halife Ömer, Müslüman olanlarin hangi irktan olursa olsun diger Müslümanlarla esit olduklarini açikladi. Onlardan vergi (haraç) alinmayacagini ifade etti.
Savastan ziyade barisi esas alan Ömer, bu tutumundan dolayi birçok kabilenin Müslüman olmasini sagladi. Bu, tefessüh eden Emevî hanedaninda idari bir reform niteligi tasimaktadir. Kararlarin alinmasindan ziyade uygulanmasi daha büyük önem arzetmekte; bunun için de derhal idareye gelir getirmeyen halk tarafindan sevilmeyen, halka zulmeden ve keyfî tasarrufta bulunan valileri degistirip yerine yenilerini getirdi. Tayinde en çok dikkate aldigi konu; ehliyet, ilim, takva ve salih ameldi. O, devlete sadikane hizmet verecek idarecilere görev verdi. Böylece hilafet müessesesi taze kanla takviye edilmis ve dört halife devrindeki canliligina kavusmustur.
Bu degisiklikler ve uygulamalar, hilafeti elinde bulunduran Umeyye ogullarini ciddi sekilde rahatsiz ediyordu. Yer yer açiga vursalar da pek fazla bir sey de yapamiyorlardi.
Emevî ileri gelenleriyle Ömer arasinda söyle bir tartisma geçer:
Ömer onlarin “Bize görev ver” tekliflerine, “Isterseniz her birinizi asker yapayim.” cevabini verir.
Emevîler:“Ne diye yapamayacagimiz bir seyi bize teklif ediyorsun?” diye söylenip, “Akraba degil miyiz? Bizim de bir hakkimiz yok mu?” diye diretince Ömer:
Benim için bu konuda, sizinle en uzak bir Müslüman arasinda hiçbir fark yoktur.” diyerek bu konuda tavrini koydu.
Ömer, minberlerde Hz. Ali (R.A.)’yi lanetlemeyi kaldirdi. Babasi Abdülaziz’in Misir’da takip ettigi yolu takip etmis olmasina sasilmaz. Zira kendisinden rivayet edildigine göre babasi hutbede Hz. Ali (R.A)’nin adinin zikredildigi yere gelince kekeler, dili tutulurdu. Oglu Ömer, niçin öyle yaptigini sordugunda söyle cevap verdi:
Ogulcagizim! Bilesin ki, Ali b. Ebi Talip hakkinda bizim bildiklerimizi halk bilse, bizden ayrilip onun çocuklarina tâbi olurlar.” Ömer halife olunca hutbede Hz. Ali’ye sebti lanetlemeyi kaldirdi. Onun yerine Nahl 90. ayetin okunmasini sagladi.
Bu uygulamalaridir ki, Ömer b. Abdülaziz’i müceddit, II. Ömer ve Besinci Halife ünvanina kavusturmustur. Herseyi Allah’ta gören bir insanin neler yapabileceginin en güzel örnegini veren Ömer b. Abdülaziz, hadis ilminin tedvininde oynadigi rol de takdire sayandir.
Iki sene bes aydan fazla sürmemis olan Hilafeti esnasinda, içte ve dista fevkalade hayirli isler yapmistir. Fitnecilerin fitnesine maruz kalan Halife, hicrî 101 yilinin Recep ayinda vefat etti.
DEVLET ADAMLIGINA TIPIK ÖRNEK
Emirul Mü’minin Ömer b. Abdülaziz vefat edince, ondan sonra Yezid b. Abdülmelik halife oldu. Hanedandan biri gelerek:
Ey mü’minlerin Emiri Yezid! Su müraî adam (Ömer b. Abdülaziz) Mü’minlere ihanet etti. Gücünün yettigi kadar cevher ve inciyi evinin iki odasina doldurup kilitledi.” dedi. Bunun üzerine Yezid, Ömer’in hanimi olan kiz kardesine haber göndererek çagirtti ve:
Bana, Ömer’in kilitli iki odaya cevher ve incilerini doldurup biraktigina dair haber geldi.”dedi. Bunun üzerine Fatima:
Kardesim, Ömer su bohçanin içindekinden baska ne bir tüy, ne de bir yele birakti.” dedi. Yezid bohçayi açti. Içinde yamali ve kalin bir entari, bir aba ve zayif astarli kalin bir cübbe buldu... Bana bunlari degil, kilitli iki odanin anahtarini verin denmesi üzerine Fatima:
Mü’minlerin Emirinin ölümüyle bana musibet veren Allah’a yemin ederim ki, o halife olali onun istemedigini bildigim için, o iki odaya hiç girmedim. Sunlar oranin anahtaridir. Gel, aç ve içindekilerini Beytü’l Mal’e naklet.”
Yezid ve sikayetçi Ömer b. Velid gidip eve girdiler; odalardan birini açtilar, baktilar ki deriden bir sandalye, yaninda serilmis dört çömlek ve bir de testi buldular. Bunun üzerine sikayetçi “Estagfirullah” dedi. Sonra ikinci odayi açtilar. Baktilar ki çakillarla serilmis bir mescid ve tavaninda da asilmis bir zincir vardi. O zincirde de boynuna geçecek kadar bir halka vardi... Orada kilitli bir sandik buldular, açtilar. Onda bir sepet vardi, sepette bir cübbe ile bir yün elbise vardi. Yezid ve yanindaki aglayarak söyle dedi:
Ey kardesim, Allah sana rahmet eylesin. Muhakkak senin hem gizlin ve hem de asikârin temizmis.” Sikayetçi de:
Estagfirullah, ben bana söylenen seyi söyledim.”
(Prof. I. Süreyya Sirma, Emeviler Dönemi, Hilafetten Saltanata, s. 108, 109)

ÖMER B. ABDÜLAZIZ’DEN HIKMETLI SÖZLER
Ey insanlar, kim bizimle arkadaslik yaparsa, bes sey için yapsin, bunu yapmazsa, bizden uzaklassin:
1- Ihtiyaçlarini karsilayamayanlari bize bildirsin.
2- Hayir için bize yardimci olsun.
3- Bilmedigimiz hayir yollarini bize ögretsin.
4- Bizim yanimizda kimsenin giybetini yapmasin.
5- Bos seylerden bize bahsetmesin.”
•••
Seni en çok hayrete düsüren sey nedir?” diye soran arkadasina:
Beni en çok sasirtan sey, bir kimsenin, Allah’i bilip, O’na isyan etmesi; Seytan’i bilip ona itaat etmesi ve dünyayi bilip ona meyletmesidir.”
*
Hanedandan biri:
Ya Emire’l Mü’minin, senden önceki Halifeler bize hediyeler verirlerdi. Sen ise bize yasakladin. Halbuki buna alismis ailem ve de sikintim var. Izin ver de, eskisi gibi bize birseyler verilsin!” Ömer:
Ölümü sikca an! Geçimde daraldiysan, seni rahatlatir; bolluk içerisindeysen de seni daraltir.”
•••
Istisareye çok önem veren Ömer b. Abdülaziz, Muhammed b. Ka’b’a:
Basima gelenleri görüyorsunuz, bana ne tavsiye edersiniz.”
Sen ihtiyarlari baba, gençleri kardes ve çocuklari evlat kabul et. Babana ihsan, kardeslerine rahmet, evladina da sefkat göster!”
Reca ise:
Kendin için istedigini baskasi için de iste, kendin için istemedigin bir seyi baskasina da isteme!”
Salim ise:
Bütün dünya nimetlerine karsi öyle bir oruç tut ki, iftarin ölüm olsun.” (***)
HALIFE SEÇILINCEKI HALI
Kendi adinin anildigi hilafet fermani okundugunda Ömer:
Vallahi, ben bu isi asla Allah’tan istememistim.”
Ne var ki salih iradeler, onu böylesine tehlikeli anlar için seçmisti. O da “adam” olacak ve emaneti kabul edecekti. Büyük hukukçu Salim’us-Sûddî’ye:
Hilafetim, seni sevindirdi mi, üzdü mü?” Sûddî:
Insanlarin hesabina sevindim; ama senin payina da üzüldüm.” Ömer:
Nefsimin helakindan korkuyorum.” Sûddî:
Korkuyorsan çok iyi... Çünkü ben de korkmamandan endiseliydim.” Ömer:
Bana bir ögüt ver!” Sûddî:
Sunu unutma: Babamiz Adem, bir tek günah için cennetten çikarildi.”(1)
ILK HUTBE
Ey Nâs! Kuskusuz Kur’an’dan sonra Kitap, Muhammed (s.a.v.)’den sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hakim degil infaz ediciyim. Kanun koyucu degil tâbiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayirli degilim; üstelik içinizde yükü en agir olan kisiyim. Zalim devlet reisinden kaçan adam zalim degildir. Surasini iyi biliniz ki, Allah’a isyan hususunda kula itaat edilmez.”(2)

Kaynak: İlkadımdergisi

* * *

EsSelamuAleyküm Kardeşlerim ;

Tarihte II Ömer olarak geçen,Ömer b.Abdülaziz Hz.leri için dualarınızı istemekteyiz..Rabbimiz rahmetini O'ndan ve bizlerden esirgemesin inşaAllah..
Allah(CC) rızası ve Cümle geçmişlerin mağfireti için

EL-FATİHA..
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Ii. Abdülhamid Han..

Ii. Abdülhamid Han..

II.ABDÜLHAMİD HAN


10 ŞUBAT 1918





Babası : Sultan Abdülmecid

Annesi : Tirimüjgân Sultan

Doğduğu Tarih : 21 Eylül 1842

Padişah Olduğu Tarih : 31 Ağustos 1876

Tahttan İndirildiği Tarih : 27 Nisan 1909

Öldüğü Tarih : 10 Şubat 1918

Saltanatı : 1876- 1909





Sultan Abdülhamid, otuz dördüncü padişah olarak Osmanlı
tahtına çıktı. Sarayda rahat bir şehzadelik dönemi geçirmişti. Zamanının en
güçlü hocalarından, Farsça, Arapça, Fransızcayı okuyup yazacak ve rahat
konuşacak derecede öğrenmişti. Fransız ve İtalyan hocalardan da müzik dersleri
almıştı. Tarihe çok meraklı idi.



Sultan Abdülhamid, saltanatı oldukça karışık bir dönemde teslim almıştı ve
meşrutiyet idaresini ilan edeceğine söz vererek padişah olmuştu. Batılı
Devletler, Sırbistan ve Karadağ meselesi için İstanbul “Tersane Konferansı”nı,
İstanbul’da toplamayı başarmışlar, fakat bir sonuç alamamışlardı. Yine aynı gün
devletin ilk Anayasası Kanunî Esasi ve Meşrutiyet ilan edilmişti. 19 Mart
1877’de ilk Meclis-i Mebusan açılmıştı.



Meşrutiyet idaresinin 5. gününde, tarihimizde 93 harbi olarak bilinen 1877
Osmanlı-Rus harbi başlamıştı. Rusya, Devleti 2 cephede birden savaşmaya
zorlamıştı. Ruslar Ayastefanos (Yeşilköy) kadar gelmişler ve aynı isimli
mütareke imzalanmıştı. Savaş, Berlin antlaşması ile sona erdi. Batılı Devletler
imparatorluğun doğu topraklarının paylaşılması “Taksim Projelerini” uygulamaya
koyabilecekleri fırsatı elde etmiş oldular. Kıbrıs Adası üs olarak İngiltere’ye
verilmiş, artan malî sıkıntı, alınan borçların faizlerinin ödenememesi, Muharrem
Kararnamesi’nin ilanı ve Duyunu Umumiye’nin kurulması ile Devletin malî kontrolü
de bir bakıma batılı devletlerin kontrolüne girmişti. İngiltere, Berlin sistemi
ile politikasını değiştirmiş, denge politikasının yerine Osmanlı Devleti’nin bir
an önce parçalanması stratejisini uygulamaya koymuş. Kıbrıs’tan sonra Mısır’ı
kontrolüne almıştı.



Batılı devletler, Osmanlı Devleti’ni parçalamak, onu güçsüz bırakmak, Anadolu’da
kendi kontrollerinde toprak parçaları oluşturmak için “Ermeni Sorunu”nu ortaya
çıkarmışlardı. Bu dönemde birçok yerde isyanlar olmuş, padişahın arabasına bomba
koyacak cesareti bile göstermişlerdi. Abdülhamit'in güçlü politikası ile kontrol
daima devletin elinde olmuştu.



Sultan Abdülhamid ortadan biraz uzunca boylu, esmere yakın tenli, uzunca
burunlu, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Güçlü zekası ile kendisini
kültürlü olarak yetiştirmişti. Çok güçlü bir hafızaya sahipti. Bir gördüğünü bir
daha unutmazdı. Açık net bir konuşma yapısı vardı. En önemli özelliklerinden
biri, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlemesi idi.



Padişahlığı zamanında yıkılmak üzere olan devleti ayakta tutacak en iyi tedbir
ne ise onları hiç tereddüt etmeden yerine getirdi ve devletin yıkılmasını tam 33
sene geciktirdi. Devrinde yapmış olduğu isleri, bazı aydın geçinen tabaka hariç,
herkes takdirle karşılıyordu. Aleyhine her türlü iftiralar en kötü isnatlar
uyduruluyor ve Avrupa devletlerinin himayesinde yasayan çeyrek aydın bile
olamayanlar gazetelerinde, durmadan bu iftira ve isnatları yazıyorlardı. Hiç
yılmadan ve bıkmadan, Devlet-i Aliyyeyi 33 sene idare etti. Dünya savasının
çıkacağına inanıyor, çıktığında ise Osmanlı Devletini kurtaracak şeyin, ancak
denizlerde kuvvetli bir devletin yanında savaşa katılmak olduğunu düşünüyordu.
Tahttan indirildiğinden hemen sonra bu görüsünün tam zıddı yapılmış koca devlet
de tamamen yıkılmıştı.



Prens Bismark'a göre 100 gram aklin 90 gramı Abdülhamid Han'da, 5 gramı
kendisinde, 5 gramı da diğer siyasîlerdedir.



En büyük talíhsizliği devleti en kötü şartlar altında eline almış olmasıdır.
Tahttan indirildikten sonra zaman ilerledikçe, aleyhinde olup da pişman olmayan
hemen hemen kalmamış gïbiydi.Son derece dindar ve namuslu idi. Zevk ve sefaya
düşkün değildi. Abdestsiz olarak hiç bir devlet isine imza atmadığı meşhurdur.
1908 senesinde düzmece bir irtica olayını bahane ederek tahttan indirdiklerinde
yüksek bir velî derecesinde olan Büyük Hakan : "Bu Cenabı Hakkin takdiridir."
diyerek elinde muazzam kuvvetler olduğu halde müdahale bile etmeden tahtını terk
etmiştir. Tahttan indirilmesinde birinci derecede Yahudilerin rolü vardı. Çünkü
daha o zamanlar Yahudiler Filistin'den toprak istemişler, Sultan Abdülhamidde
reddetmişti.



Siyasî ve diplomatik hadiselerin en Cok olduğu devir şüphesiz Abdülhamid Han
devridir. Bu büyük padişaha, bütün tarihî hakikatler ortaya çıkmış olmasına
rağmen, hala iftira edenlere rastlamak mümkündür.



Yeryüzünün son bağımsız Müslüman Türk Devletinin Hükümdarı Íkinci Abdülhamid'e
Cuma selâmlığında camiden çıkarken atılan bombanın fitilini bir şahıs değil,
koca bir ehlisalip cephesi ateşlemişti. O gün gaflet içinde bulunan bazı
aydınlarımız, bu arada sâir Tevfik Fikret suikastçının Sahsında ehlisalip
cephesine kasîde yazıyorlardı. Çocuğu Halûk'a verdiği terbiye ile onu ancak
papaz yapabilen bir sâirin bu açık ihanet vesikası çok acıdır.



Polis teşkilâtını geliştirdi. Komiserlik ve bas komiserlik makamlarını ihdas
etti. Savcılık müessesesini kurdu. Ceza ve Ticaret usulü kanunlarını çıkarttı.
Askerï dikimevleri, tersaneler, ferhaneler kurdurdu. Ístanbul, Ízmir limanlarını
tesis etti. Taht'a çıktığı zaman 252 milyon altın borcumuzu taht'ı bıraktığında
30 milyon altına indirdi. Hareke Hali ve Dokuma, Beykoz Deri, Yıldız Çini,
Cibali Tütün, Yedikule Íplik ve Havagazı, Kireç burnu Tuğla, Çubuklu Cara,
İstinye Buz Fabrikalarını isletmeye açtı. Ziraî alanda haralar, örnek
çiftlikleri tesis etti; Ziraat, Baytar, İpek böcekçilik, Halkalı Ziraat, Orman
ve Maden, Ticareti Bahriye, Mülkiye, Hukuk, Sanayim Nefise, Tıbbiye, Ticaret ve
Hendesem Mülkiye, Darp'ı-muallim, Därülfünûn gibi her dereceden okulları açtırdı
ki bugün hepsi kullanılmaktadır. Köylerdeki ilkokulların dışında 300 tane
ortaokul açtırdı ki bu okullarda yabancı dillere kadar birçok yeni dersler
okutuluyordu. Arkeoloji, Askerî Müze, Yıldız Müzesi, Yıldız ve Beyazıt
Kütüphaneleri yine o devirde acildi. Guruba Hastanesi, Hamiciye Etfal Hastanesi,
Yıldız Askerî Hastanesi o devirde hizmete girdi. Kuduz Müessesesi o devirde
açıldı, bugünkü Darülâceze vime o devirde hizmete girdi. o Hamiciye çeşmeleri ve
Termos Su Şirketini yine Abdülhamit kurdurdu ve Kirkçesme ile Halkalı Sularının
Islahı yine Abdülhamid'e nasip oldu.



Tahttan indirildikten sonra Selãnik'e sürülmüş, bir çok işkenceler yapılmış ve
Selânik'in düşman işgali altında kalma ihtimali çıkınca Ístanbul'a Beylerbeyi
Sarayı'nda oturmaya mecbur edilmiştir. Büyük Hakan 1918 senesinin 10 Şubat'ında
bu sarayda hayata gözlerini yummuş, Divan yolu'ndaki Sultan Mahmud türbesine,
amcası Sultan Abdülaziz ile dedesi İkinci Mahmur'un yanına defnedilmiştir.
Vefatında 75 yasini 4 ay geçiyordu. Cenazesinde en hareketli aleyhtarları bile
ağlamışlardır. (Allah rahmet eylesin).



Erkek çocukları : Mehmet, Selim, Abdülkadir, Ahmed Nuri, Mehmet Burhaneddin,
Abdürrahim, Ahmed Nureddin, Mehmet Ãbid, Ahmed.



Kız çocukları : Ulviye Sultan, Zekiye Sultan, Naime Sultan, Naile Sultan, Ayse
Sultan, Refia Sultan, Sadiye Sultan.

EsSelamuAleyküm Kardeşlerim;

Osmanlı Devleti'nin en zor döneminde 33 Yıl gibi uzun süre tahtta kalarak,bu fırtınalı dönemde tek karış toprağı düşmanlarına kaptırmayan

Ulu Hakan..II. Abdülhamid Han için dualarınızı istemekteyiz bugünde..

Mekanı Cennet Olsun İnşaAllah..
Amin..

EL-FATİHA..
 

umeyye

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2007
Mesajlar
1,936
Tepki puanı
0
Puanları
36
VE Aleyküm Selam Kardeşim

ALLAH razı olsun sevabını yazsın işl. eline emeğine sağlık çok değrli ve aydınlatıçı bir paylaşım

MEVLA ULU HAKAN'A RAHMET MAĞFİRET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN

Selam ve Baki Dua İLer RAHMAN VE RAHİM E EMANET OL
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Mahmut Sami Ramazanoğlu (r.a.)

Mahmut Sami Ramazanoğlu (r.a.)

MAHMUT SAMİ RAMAZANOĞLU (R.A.)

12 ŞUBAT 1984
Merhum Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendi, 1892 yılında Adana’da dünyaya geldi. Babası Ramazanoğulları’ndan Mücteba Bey, annesi ise Ümmü Gülsüm Hanım’dır. Sami Efendi Hazretlerinin büyük dedesi Abdülhadi Bey’in tespit ettiği aile seceresine göre Ramazanoğulları, Oğuz boyunun Üçok kabilesinden gelmekte ve Hz. Halit bin Velid (r.a.) ile de bağlantısı olduğu anlaşılmaktadır.
İlk, orta ve lise tahsilini Adana’da, yüksek tahsilini ise Daru’l Fünun Hukuk Mektebini birincilikle bitirerek yaptı.
Zahiri ilimleri devrin ulema ve müderrislerinden aldıktan sonra, sıra manevi ilimlere ve batının imarına gelmişti. Suluk ettiği tasavvuf yoluna, Nakşi tekkesi Gümüşhaneli dergahında erbein ve rizayatla meşgul olarak devam etti. Daha sonra Kelami dergahında Erbilli Esat Efendi’ye intisap etti. Kısa sürede kemalat makamına ulaşarak irşatla görevlendirildi. Bir müddet daha mürşidi Es’ad Efendi’nin yanında kaldıktan sonra memleketi Adana’ya irşadla görevli olarak gitti. Tekkelerin kapatılmasından sonra Adana’da Cami-i Kebir’de vaaz ve hususi sohbetlerine devam etti. Babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük servete hiç dokunmamış, geçimini sağlamak için bir ticarethanenin muhasebesini tutmuştu. Hac yolunun açılması ile, ilk defa 1946 yılında hacca gitti. 1951 yılında İstanbul’a geldi. 1953 yılı hac dönüşü Şam’a yerleşti. 9 ay sonra tekrar İstanbul’a geldi. Erenköy Zihnipaşa Camii’ndeki vaaz ve hususi sohbetlerine devam ederken, eşi Valide Hanıma “İstanbul’a tekrar geldik ama gönlümüz Medine’de atıyor. Ahir ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz.” diyordu. İstanbul’daki vaaz, irşad ve sohbetlerinden feyz alan fakir-zengin, tahsilli-tahsilsiz, esnaf-işçi, memur, amir, tüccar-fabrikatör binlerce insan istikamet bulmuş, adeta yeni bir nesil yetişmişti.
1957 senesinde Eyüp Sultan’dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde, “Herkesi arzusuna bıraksalar biz Medine’yi, Cennetü’l Baki’yi arzu ederiz.” demişlerdi. Nihayet 1979 yılında kalbindeki Muhammedi aşk O’nu Medine’ye hicrete mecbur etti.
Ömrünün son günlerinde yaşadığı acılı, sancılı hastalık, yüzündeki tebessümü hiç kaybettirmedi. Nitekim 12 Şubat 1984 Pazar günü saat 04.30’da Medine’de rahmet-i Rahman’a kavuştu. Cennetü’l Baki’ye defnolunan Ramazanoğlu Mahmut Sami rahmetullahi aleyh, yaşarken mücavir olduğu Rasulullah’a, vefatında da mücavir oldu. Cenab-ı Hak, bizleri ahirete göçen kutup yıldızı mesabesindeki mürşid mükemmillerin dünyada istikametinden ahirette şefaatinden, mahrum etmesin.
Şekil ve Şemâili
Merhum Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendi uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, ela gözlü, mücessem bir nur heykeliydi. Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kabil olmazdı. Temiz ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Bütün bunlar sünneti seniyyeye bağlılıklarındandır.
Edebi
Sami Efendi, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek ve O’nun müşahedesi altında bulunduğu duygusuna sahip olmak anlamına gelen ihsan duygusu içinde yaşamıştı. Hayatında hiçbir zaman zaaf ve hafiflik görülmemişti.
Edeb bir tâc imiş nur-i hüdadan,
Giy ol tâcı emin ol her beladan.
beytini okuyarak kendi yaşadığı edebi anlatırdı. Daima diz üstü oturmayı tercih eder, Kur’an okunurken kanepe veya koltukta da oturuyor olsa hemen yere diz çökerdi. Halim, selim, yumuşak ahlaklı, melek sıfatlı idi. Yerine göre gayet cesurdu. Yüzleri mütebessim olmasına rağmen içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Kimseye kızmaz, kimseden kırılmaz, karşılık beklemezdi. Kendisini seven ile yeren nazarında müsavi idi.
Cömertliği bir kelime ile anlatılabilir: “Vermek, vermek, gene vermek.” En büyük zevki ahlakı ile ahlaklandığı Fahr-i Kainat Efendimiz gibi kendine gelen herşeyi büyük bir zevkle dağıtmaktı.
Güneş gibi, okyanuslar gibi sehavet ve merhamet merkezi idi. Müracaat eden kimse eli boş dönmezdi. Tevazuu, tarife sığmazdı. Herkesi kendinden üstün görürdü. Herkesin horladığı, küçük ve hakir gördüğü miskinlerin ziyaretine gider, kendilerinden dua talebinde bulunurdu.
Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseder, nefislerin tehlikesinden korunabilmek için şu tavsiyelerde bulunurdu:
1- Açlık ve az yemek yiyerek oruca devam etmek.
2- Az uyuyarak, teheccüde devam etmek.
3- Huşu ibadete, manasını düşünerek Kur’an okumaya devan etmek.
4- Zikri daim içinde bulunmak.
5- Salih ve sadıklarla beraber olmak.
Sami Efendi Hazretleri, daima huzuru ilahide bulunduğu her nefesin son nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest üzerine abdest almaya büyük itina gösterirdi.
İrşad üslubu
O’nun irşaddaki usulü nebevi idi. İnsanların kusurlarını yüzüne vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz, hele nefsi için hiç kızmazdı. İrşadda en geçerli üslup, örnek olmaktı.
Önce nefsinde yaşar, kimseye açıktan şunu yap, şunu yapma demez, bunu ihsas ettirmeye çalışırdı. Hiç kimseye “Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl, sakal bırak, sarık sar, cübbe, şalvar giy.” gibi emirler vermezdi. Hatta dikkat çekecek, riya olacak, fitne uyandıracak şeklî işlerden özellikle kaçınırdı. Ancak helal kazanç, faize bulaşmama konularında yakınlarını, samimi bulduklarını açıktan uyarırdı.
SEVENLERİNİN DİLİNDEN MAHMUT SAMİ EFENDİ
Gönenli Mehmet Efendi
Sami Efendi, bu ümmetin en büyüğü idi. Başka ne söylenirse boştur.”
Seyyid Şefik Arvasi
Fakir, çok ehlullah ile sohbette bulundum. Fakat size karşı istisnai çok derin bir sevgim var.
Seyyid Muhammed Mekki
Şam’da bir tedhiş devresinde idik. Buna rağmen bir ilim meclisinde, en şecaatli, cesaretli konuşmayı bu büyük Allah dostu yapmıştır.
O bakımdan ben bu zâtı can-ı gönülden sever ve kendilerine hürmet beslerim.
Abdülvehhab es-Selâhi
Şam ehlüllah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derin bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zât kadar Ebu Bekir es Sıddık meşrebinde bir insan görmedim.
Muharem Harrânî
Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söylüyordu: “Siz Mahmut Sami Efendi’yi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstaz gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zâttır. Kadir ve kıymetini biliniz.
Bekir Hakî Efendi
Bu zenginleri saatlerce diz üstü sessizce oturtmak, Boğaz’dan gelen bir gemiyi Saray Burnu’nda bağlamaktan daha zordur. Bizler bu işi yapamayız. Bunu ancak Sami Efendi yapabilir.”

* * *
EsSelamuAleyküm Kardeşlerim;
Aslında dün yazmamız gereken Hocamız Merhum
Mahmud Sami Ramazanoğlu
için
bugün dualarınızı istiyoruz..Rabbimiz yollarının takipçileri..öğütleri ve nasihatlarını tutucusu..ahiret yurdunda da komşuları olabilmeyi cümlemize bahşeylesin inşaAllah..

EL-FATİHA..
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Imam şeyh şamil..

Imam şeyh şamil..

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin


KAFKAS KARTALI SEYH SAMIL

o4 ŞUBAT 1871


Imam Samil
Kuzey Kafkasya'nin efsanevi lideri ve "devletlesme" çabalarinin en kayda deger ismi Imam Samil, 1797 yilinda Dagistan'da Gimri (Genu) köyünde dünyaya geldi. Babasi bölgenin yerli halklarindan Avarlara mensup Dengau Muhammed'dir. Annesi Asiltali Bahu Mesedo, Avar beyi olan Pir Budah'in kizidir. Genç yasinda, Rus yayilmaciligina karsi Kuzey Kafkasya'da halki "gazavat"a çagiran Naksibendi tarikatina dahil oldu. Ilk egitimini Said Harekani'den aldi. Daha sonra kayinpederi olan Naksibendi Seyhi Cemaleddin Gazi Kumuki Efendi'den ders aldi. Imam Hamzat'in 19 Eylül 1834 Cuma günü Hunzah Camii'nde sehadetinden sonra, 2 Ekim 1834'de Asilta'da yapilan toplantida oy birligi ile imamliga getirildi.
25 Agustos 1859'da, Gunip kusatmasinda silah birakincaya kadar araliksiz mücadeleyi sürdürdü. 1869'a dek Kaluga'da ikamet etti. 1870'te Istanbul üzerinden Hicaz'a geçti.
Imam Samil, muhtelif zamanlarda bes defa evlendi. Fatimat, Cevheret, Zahidet, Emine ve Sovanat ismindeki zevcelerinden Ahmed Cemaleddin (küçük yasta öldü), Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Sefi, Cemaleddin ve Muhammed Kamil isimli alti oglu ile Fatimat, Nafisat, Necabat, Bahu-Mesedu ve Safiyat isimli bes kizi oldu. Yaygin olarak bilinenin aksine, Samil asla bir "seyh" degildi; "siyasi otorite" yi temsil eden "imamet" makaminda bulunuyordu. Samil'in ruh ikliminde Molla Cemaleddin'in yeri büyüktü. Hocasinin yaninda Samil, bastan beri büyük bir disiplin ile çalismis, Arap edebiyatini ögrenmis, mukayeseli ilim dallari üzerinde çalismisti. Büyük yerlesim birimlerinde halki teskilatlandirip, aydinlatmaya çalisan Samil, Asilta köyüne yerlesti.
Ruslar 1837 Hunzah, Gimri ve diger önemli yerlesim birimlerini zaptedip kaleler yapmislardi.
Sik sik yer degistirmek zorunda kalan Samil, düsmanin uzanmayacagi bir yerde yerlesmeyi önerenlere saglam bir yere çekilelim, kendi yurdumuzda düsmanla çarpisalim" dedi. Bunun üzerine çok güç zaptedilir bir yer olan Ahulgoh'a yerlestiler. Henüz daha bir yil olmustu ki; Ruslar bütün kuvvetleriyle 1838'de Ahulgoh'u ablukaya aldilar. Cesaretin mükemmel örnegini Gimri müdafaasinda gösteren Samil, imamliginin ilk büyük imtihanini ve kumanda üstünlügünü Ahulgoh ve Surbay savaslarinda da ispat etmisti. Ahulgoh'ta günlerce mücadele eden Imam, buradan kusatmayi gizlice asarak Ruslara esir düsmeden Çeçenistan'a gitmeyi basardi. Ruslar bu kusatmada Imam'in bir avuç askeri karsisinda 3 bin kayip vermisti. Basina ödül konmus olan Imam'in Rus Çari'na meydan okuyan mektuplari ünlüdür.
Muhammed Tahir'in vesikalari Samil'in hayatina iliskin aydinlatici bilgiler vermektedir. Tahir, Samil'in vefakar bir maiyeti ve sekreteriydi. Samil, esaret yillarinda hayatina iliskin bilgileri dikte ettirmisti. Bu tarihi vesikalar Arapça yazilmistir. Tahir'in 1882'de ölümünden sonra, oglu Habibullah eserin yazim isini sürdürdü.
Samil daha genç yaslarinda iken ciddi çalismalari, spor aktiviteleri ve kahramanliklari ile adindan sözettirdi. Samil sadece asker kisiligi ile taninan biri degildi. Uyguladigi basarili harp taktiklerinin yanisira adli, idari ve sivil bir devlet mekanizmasi gelistirdi. Medreselerdeki tedrisata ehemmiyet verdi, fikir ve san'at sahasinda büyük adimlar atti. Tarihteki en büyük gerilla lideri sayilan Samil 4 Subat 1871'de yetmis dört yasinda Medine'de vefat etti. Cennet-ül Baki mezarligina defnedildi.
Kafkas.org.tr'dan alinmistir
EsSelamuAleyküm Kardeşlerim ;
Kafkas Kartalı İmam Şeyh Şamil için dua istiyoruz sizlerden..Bu dünyada daha Peygamber Efendimize(SAV) komşuluğu nasib oldu..Rabbimiz ahiret yurdunda da bunu müyesser kılsın inşaAllah hem İmam'ımıza hem de bizlere..Amin..
Allah(CC) rızası için
EL-FATİHA..
 

safiye

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Eki 2006
Mesajlar
1,584
Tepki puanı
0
Puanları
0
EuzubillahimineşşeytanirracimBismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin



hayırlı sabahlar
 

Sefine-i Hayat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
987
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37



Ey her şeyin Gerçek Mâbudu olan ALLAH C.C.
Ey dünyada dost ve düşman ayırt etmeden bütün mahlukatını rızıklandıran Rahman C.C.
Ey âhirette sadece dostlarına rahmet edecek olan Rahim
Ey herseyi hakkıyla bilen Alîm
Ey yarattıklarına son derece yumuşak muamele eden Halîm
Ey sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Azîm
Ey herşeyi yerli yerinde yapan Hakîm
Ey varlığının başlangıcı olmayan Kadîm
Ey herşeyi ayakta tutan Mukîm
Ey iyilik ve ikrami bol olan Kerîm
Ey efendilerin efendisi
Ey dualara cevap veren
Ey iyiliklerin sahibi
Ey dereceleri yükselten
Ey bereketleri büyük olan
Ey hataları bağışlayan
Ey belaları def eden
Ey sesleri işiten
Ey dilekleri veren
Ey sır ve gizlilikleri bilen
Ey Bağışlayanların en hayırlısı
Ey yardım edenlerin en hayırlısı
Ey hükmedenlerin en hayırlısı
Ey herşeyi hikmetle açanların en hayırlısı
Ey kendisini zikredenlerin en hayırlısı
Ey varislerin en hayırlısı
Ey övenlerin en hayırlısı
Ey rızk verenlerin en hayırlısı
Ey müşkil meseleleri hal ve fasl edenlerin en hayırlısı
Ey ihsan edenlerin en hayırlısı
Sen bütün kusur ve noksan sifatlardan münezzehsin, Senden baska Ilah yok ki bize imdat etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.



ES SELAMUN ALEYKÜM YEGANE AMCAM.ALLAH C.C. RAZI OLSUN İNŞAALLAH.RAB'BİM C.C. RAHMET ETSİN TÜM GEÇMİŞLERİMİZE.DAİMİ DUALARIMDASINIZ.YÜCE MEVLA'YA C.C. EMANET OLUNUZ.SELAM VE DUA İLE...B)
 

mavicik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Şub 2008
Mesajlar
81
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
EuzubillahimineşşeytanirracimBismillahirahmanirahi m

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin
 

mavicik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Şub 2008
Mesajlar
81
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt