Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Her Gün Dua Istiyoruz.. (2 Kullanıcı)

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Fatih S. Mehmed Han..

Fatih S. Mehmed Han..

07.jpg

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]FATİH SULTAN MEHMED[/FONT]

Babası: İkinci S.Murad Han
Annesi: Hüma Hatun
Doğumu: 29 Mart 1432
Vefatı: 3 Mayıs 1481
Saltanatı: 1451-1481(30 sene)

Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, uzun boylu, dolgun yanakli, kırmızı, beyaz tenli, kıvrık burunlu, kolları adaleli ve kuvvetli bir padişahtı.
Devrinin en büyük ulemasından birisi idi. Yedi tane yabanci lisan bilirdi. Âlim, şâir ve sanatkârlari toplar ve onlarla sohbetten çok hoşlanırdı. Gayet soğukkanlı ve cesurdu. eşsiz bir kumandan ve idareci idi. Yapacağı işler hususunda, en yakınlarına bile hiç birşey sızdırmazdı.

Fatih Sultan Mehmed'in ömrü seferlerle geçti. Yıkılmaz diye bilinen Bizans'ı yıktı. Ìstanbul'u fethetti.
Ayasofya kilisesini camiye çevirdi. Kıyamete kadar cami olarak kalmasını istediği bu muhteşem mâbed için ,mükemmel bir vakfiye yazdırttı. (Başvekâlet Arşivi Tapu Defterleri No: 20, 27, 167, 251) 1127 sene kilise, 481 sene de cãmi olarak kullanilan Ayasofya, 1934'de müze haline getirildi.
Hz. Fatih, Enez'i, Galata ve Kefe'yi Osmanlı topraklarına dahil etti. Limni, Ìmroz, Semendirek, Taçoz, Bozcaada ve Boğdan'ı aldi. Belgrad'ı muhasara ettiği zaman çarpışmaya bizzat katıldı. Alnından ve dizinden ciddi şekilde yaralandı. 1458'de Mora'yı kısmen, bir sene sonra da Sırbistan'ı tamamen aldı. 1461'de Amasya'yı ve Ísfendiyar Oğulları Beyliğini Osmanlı topraklarına dahil etti. Trabzon Rum lmparatorluğunu ortadan kaldırdı. 1462'de Romanya, Yayçe ve Midilli'yi aldı. 1463 senesinde Papa'nın büyük gayretleri ile toplanan ve savaşa katılan herkesin altı aylık günahının affolunacağı ilân edilen 20 devletin katıldığı bir haçlı ittifakı ile 16 sene savaştı. 1463'de Bosna'yı fethetti ve Hersek'i de tabiiyeti altına aldı. 1466'da Konya ve Karaman'ı aldı. Arnavutluğu tamamen Osmanlı topraklarına kattı. 1470'de Eğriboz'u aldı. Uzun Hasan'ı Otlukbeli savaşında kesinlikle yendi. Zafer şükranesi olarak kırkbin esiri salıvererek, hürriyetlerine kavuşturdu. 1476'da Boğdan'ı Osmanlı topraklarına kattı. Otuz sene içinde tam yirmibeş seferi bizzat kendisi idare etti. 900.000 bin kilometrekare olan topraklanm 2.214.000 kilometrekareye çıkardı.
Fatih Sultan Mehmed, Venedikliler tarafindan tertiplenen tam ondört suikastten kurtuldu. Son suikastten ise kurtulamadı. Venedikliler, bu büyük hükümdarı, aslen bir yahudi olan Maesto Jakopo isimli bir doktor vasıtasiyle zehirleterek öldürmeye muvaffak oldular. Tarihçi Babinger'e göre bu suikastçi doktor, Yakup Paşa ünvanı ile sarayın doktorları arasında bulunuyordu.
1481 Mayısının üçüncü günü yine bir sefere çıkmışken, Gebze'de ordugâhinda Perşembe günü vefat etti. Papa, Büyük Hakanın ölümünde tam üç gün üç gece bütün kiliselerin çanlarını çaldırtarak sevinç ayinleri yaptırdı.
Hz. Fatih 49 sene bir ay beş gün yaşadı. Ìki imparatorluk, dört krallık ve onbir prenslik yıkan büyük hükümdarın cenaze namazını Fatih Camiinde Şeyh Muslihiddin Mustafa Vefa Efendi Hazretleri kıldırdı. Türbesi Fatih Camii yanındadır. (Allah rahmet eylesin.)
Hz. Fatih, Müslüman Türk Milletine yapmış olduğu büyük hizmetlerle, dünyanm en büyük hükümdarlarından birisi olduğunu isbat etmiştir. Ìstanbul gibi, cihanın bir incisi olan, bu muhteşem beldeyi Türk Milletine kazandırmıştır. Yapmış olduğu çalışmalar ile, memleketinde büyük çapta bir imar hareketini gerçekleştirmiştir. Bugünün üniversitesi olan (Fatih Külliyesi)ni 1470 senesinde tamamlamış, lstanbul'u fethettiği zaman 8 tane kiliseyi camiye çevirmiş, etrafındaki papaz odalarını da medrese yapmıştır. Ayrıca bir çok Anadolu kasabasında da medreseler yaptırmıştır.
Hz. Eyyûb El - Ensârî'nin (r.a.) kabri Fatih zamanında keşfedildi. Delâil-i Hayrat müellifi Şeyh Süleyman Cezulî ve Allame Ali Kusi Fatih devrinde vefat ettiler.
Erkek çocukları: Mustafa, Ikinci Beyazıt,Cem, Korkut.
Kızı: Gevherhan Hatun








Euzubillahimineşşeytanirracim



Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin


RABBİM kabul etsin İNŞALLAH...
selamünlaeyküm...Değerli abim ALLAH c.c. razı olsun...emeğinize sağlık...

ALLAH c.c. emanet olun...selam ve dua ile...selametle İNŞALLAH...

VeAleynaAleykümSelam Kıymetli NİHAL Kardeşim..

Kısaca hayatını alıntıladığımız Fatih Sultan Mehmed Han Hz. için dua istemekteyiz..İstanbul'un Fethi dolayısıyla daha detaylı bir sayfada yine bahis olunacaktır inşaAllah..
Yeni nesillerin geçmişini unutmadan..bu gün oynanan oyunların farkında olarak..özellikle hatırda tutmaları elzem olan bir tarihin gerçek sahibi olduklarının bilinci ve kimliğiyle örtüşen davranış-geleceğe yürüyüşün manevi hazırlığında olabilmemiz duasıyla..

Allah(CC) rahmet eylesin..Mekanı Cennet olsun inşaAllah..

EL-FATİHA..
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
EBU EYYÜB EL-ENSARİ(r.a.)

EBU EYYÜB EL-ENSARİ(r.a.)

EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ
(ö.52/672)

Medineli müslümanlardan ve hicret sırasında Hz. Peygamber'i evinde misafir eden sahâbî.
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî (r.a.);
Ensâr'ın Hazrec kabilesinin Neccâroğulları koluna mensup olup, annesi Zehra binti Sa'd'dir. Abdülmuttalib'in vâlidesi tarafından Rasûlullah'la akraba olan Ebû Eyyûb, İkinci Akabe bey'atında hazır bulunmus, Rasûlullah'a iman etmiştir
(Ibn Ishâk, Ibn Hisâm, es-Sîre, II, 100; Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 484; Ibn Abdülberr, el-Istiâb, IV, 1606; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe, VI, 25; ez-Zehebî, Siyer A'lâmü'n-Nübelâ, II, 288).
Medine, müslümanlar için emin bir yer olduktan sonra Mekke'de Rasûlullah (s.a.s.) ile birkaç müslüman kalmıştı. Rasûlullah da hicret yolculuğuna çıkınca bunu haber alan Ebû Eyyûb her gün Medine'ye yakın Hire adı verilen yerde onun yolunu gözlerdi. Nihâyet Rasûlullah görününce bütün Neccar'lıları toplayarak Rasûlullah'ı karşıladı. Bütün müslümanlar Rasûlullah'ı kendi evlerinde mIsafir etmek istiyordu. Bunun üzerine Rasûlullah devesini serbest bıraktı. Kusva adlı bu deve Ebû Eyyûb'un evinin önünde çöktü. Resulullah(SAV) bir süre bu evde misafir kalmıştır.Ebû Eyyûb bundan sonrasında kibir olayı şöyle nakletmiştir:
"Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) evimizin alt katına yerleşmişti. Ben de üst kattaki odada idim. Bir gün yukarıdan yere bir miktar su dökülmüştü. Suyun tavandan sızarak Rasûlullah'ın üzerine gelmemesi için suyu bir bez parçası ile kurutmaya çalıştık. Bunun üzerine Rasûlullah'ın yanına inip dedim ki:
'Ya Rasûlallah, Senin bulunduğun bir yerin üstünde bulunmak bize yakışmaz, yukarıdaki odaya teşrif etmez misiniz?'
Rasûlullah o günden sonra üst kata çıktı"
(Müslim, Sahih II, 192).
Ebû Eyyûb ile zevcesi Ümmi Eyyûb Rasûlullah'ın yemeğini hazırlardı. Bir gün soğanlı bir yemeği Rasûlullah yemeyip,
"Onu yiyemedim, çünkü bu yemekte soğan oldugunu gördüm, Ben ise soğandan hoşlanmam; fakat siz Isterseniz yiyin onu yemekte bir sakınca yoktur''
demiş, Ebû Eyyûb da,
"Ya Rasûlallah, sizin hoşlanmadığınız şeyden biz de hoşlanmayız" demistir
(Müslim, Sahih, II, 198).
Rasûlullah, Ensâr ile Muhacirler arasında gerçeklestirdiği "kardeşlik" olayında Ebû Eyyûb'e kardeş olarak Hz. Mus'ab b. Umeyr'i seçmiştir. Ebû Eyyûb'un evinde yedi ay kalan Rasûlullah'a Medine'de mihmandarlık yapan Ebû Eyyûb, Bedir, Uhud, Hendek ve diger bütün gazvelerde Rasûlullah'in yaninda İslâm cihad hareketlerine katılmıştır
(Ibn Sa'd, et-Tabakat, 485; Hâkim, el-Müstedrek, III, 458; ez-Zehebî, A'lâmü'n-Nübelâ, 290).
Rasûlullah'in vefâtından sonra da bütün gazâlarda yer almıştır. Hz. Ali'nin hilâfeti döneminde onunla birlikte Hâricilere karşı savaşmıştır. Hz. Ali'nin Medine'deki kaymakamı olan Ebû Eyyûb'un Halid ve Muhammed adlı Iki oğlu, Umre adında bir kızı vardı. Hz. Ali (r.a.) devrinden sonra Muaviye zamanında Mısır'a gitti. Mısır valisi bir akşam namazına geç kalmıştı. O zaman namaz konusunda çok titiz davranan her sahâbî gibi Ebû Eyyûb şöyle demiştir:
"Rasulullah'ın, 'Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe hayır üzeredir, fitrat üzeredir' dediğini duymadın mı? "
"Duydum" diyen Ukbe'ye,
"O halde neden akşam namazını geciktirdin?" diye sormus; çok meşgul olduğunu söyleyen Ukbe'ye şöyle demistir:
"Senin bu yaptığını görerek, halkın Rasûlullah da böyle yapardı zehâbına düşmesinden endişe ederim"
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 147).
Rasûlullah (s.a.s.) Istanbul'un fethini ashâbına anlatıp,
"Istanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir"
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335)
diye müjdelemiştir. Hicrî 52. yılda Muaviye oğlu Yezid kumandasındaki müslümanlar Istanbul'u kuşattılar. Islâm akîdesinin dünyanın dört bir yanına yayılması husûsunda çok canlı ve diri bir gayrete sahip olan müslümanlar Istanbul'un fethi ve Islâm devletinin sınırlarına dahil olmasını şiddetle arzuluyorlardı. Hz. Ebû Eyyûb el-Ensâri bu seferin hazirlanması için çok çalışmış ve sefere karşı çıkanlara öğütlerde bulunmuştu. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yaşının çok ilerlemesinden dolayı Istanbul'a yaklaştıkları bir sırada hastalanmış, Yezid'e, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyyet etmişti. Burada defnedilen Ebû Eyyûb müslümanların Istanbul'da bir sembolüdür. Istanbul, ashab devrinden baslamak üzere defalarca muhâsara edIlmiş, nihâyet bu şehri fethetmek 1453 yılında Fatih'e nasip olmuştur. Ebû Eyyûb'un ölüm dösşğinde şu hadisi rivâyet ettigi zikredilir;
"Bir Insan Cenâb-ı Hakk'a bir ortak koşmaksızın ruhunu teslim ederse, Allah onu cennete koyar."

Kişiliği, Ahlâkı, Fazileti

Ebû Eyyûb'un fazîlet ve kemâl itibariyle yüksek bir makamı vardı. Rasûlullah'ın eğitiminden geçmis bir sahâbî olarak onun sünnetine çok önem verir, bir yanlışlık gördüğünde doğrusunu anlatır, hemen sünnetin uygulamasına çalışırdı. Islâm ordusu Istanbul'u kuşattığında hastalanan Ebû Eyyûb, o hâliyle bile Allah Rasûlünden şu hadisi nakletmiştir:
"Kostantiniyye surunun dibine sâlih bir kişi gömülecektir." Umarım ki o kişi ben olayım."
(Ibn Abd Rabbîh, el-Ikdü'l Ferîd, II, 213).
Ordu komutanı Yezid Ebû Eyyûb'un tabutunu askerlerin ortasına almış, askerler de çarpışmalarda bu tabutu koruyarak ilerlemişlerdir. Istanbul surlarını korumakta olan Bizans kumandanı bu garib durumu görünce,
"Bu nedir?" diye sormuş, Yezid de,
"Bu bizim peygamberimizin sahâbisidir. Bize senin ülkende içerilere doğru götürülüp gömülmesini vasiyyet etti. Biz de onun bu Isteğini yerine getirecegiz. "
Bizans kumandani:
"Sen ne akilsiz adamsin. Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz."
Yezid:
"Eğer onun kabrini açtığınızı veya cesedine birşey yaptığınızı duyacak olursam ben de bütün Suriye'de öldürmedik hiristiyan, yıkmadık kilise birakırsam bu ölüye ikramima sebep olan zat-i Peygamber'i (s.a.s.) inkâr etmiş olayım."
Bunun üzerine kumandan şöyle demiştir:
" Ben onun kabrini elimden geldiğince koruyacağımâ Mesih hakkı için söz veriyorum."
Surların dışında defnedilen Ebû Eyyûb'un kabrinin üzerinde sonradan bir kubbe yapılmış ve bu mübarek adamın kabri müslümanların ve hıristiyanların saygı gösterdikleri bir yer olarak korunmuştur. Ebû Eyyûb el-Ensari hazretleri, Hayber savaşından dönülürken Rasûlullah'in çadırının çevresinde kendiliğinden bütün gece nöbet tutmus, Rasûlullah onun için,
"Allah'ım, beni koruyarak gecelediği gibi, Sen de Ebû Eyyûb'u koru"
diye dua etmiştir
(Ibn 0shâk, Ibn Hisâm, es-Sire, III 354-355).
Ebû Eyyûb, savaş meydanında Islâm askerlerini aşıp Rumlara tek başına saldırır, Rumların içine kadar ilerler ve geri dönerdi. Herkes onun kendini tehlikeye attığını söylediğinde de,
"kendimizi tehlikeye atmak düşmana hücum etmek değil, asıl tehlike mallarımızın bakımı ile uğraşıp cihadı terketmektir" demistir (Beyhâki, IX, 99; Ibn Kesir, I, 228).

Istanbul muhasarası sırasında şehid olan Ebû Eyyûb el-Ensâri bugün Istanbul'un Eyüp ilçesindeki Eyüb Sultan Camii avlusunda bulunan türbesinde yatmaktadır. Kabri ile ilgili olarak,
(bk. Taberî, Târih, III 2324 Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, V, 143; Hâfiz Huseyn b. Hacci, Hadîkatü'l Cevâmî, I, 243)
adlı kitaplarda sözedilmektedir. Türbesi yıllarca müslümanların ziyaret yeri olmuştur; bugün de halk Ebû Eyyûb'un türbesini büyük kalabalıklar halinde ziyaret eder. II. Mahmud, Topkapı Sarayı hazinesindeki Hz. Peygamber'e âit kutsal eşyadan "Kadem-i Şerif"i bu camiye koydurtmuştur .

EsSelamuAleyküm..

Eba Eyyüb El-Ensari(r.a.) Hz.ni tanımayanımız yoktur..Allah(CC) ondan razı olsun..Resulullah(SAV) Efendimizin dualarına mazhar olmuş..her söylediğini yaşayabilmek adına ilerlemiş yaşına rağmen..içindeki iman ateşini en uç noktaya taşıyabilmek için..bu uğurda çıktığı İstanbul'un kuşatmasına katılmış.. vefatından asırlarca sonra..Fethin müjdesine nail olmuş bir devrin gelmesiyle İslam toprakları içerisinde (inşaAllah) sonsuza uzanan ebedi istirahatgahına da kavuşma lûtfuna erişmiştir..
Allah(CC) rahmet eylesin..biiznillah şefaatlerini-ahiret yurdunda komşuluklarını nasib eylesin..amin..

Allah(CC) rızası için..
EL-FATİHA..
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Imam-ı Azam Ebu Hanife(R.A.)

Imam-ı Azam Ebu Hanife(R.A.)

Ebu Hanife

(699-767/769)



Künyesine nisbetle anılan mezhebin kurucusu olup, asıl adı Nu'man bin Sabit'tir. İmâm-ı A'zam lakabı ile tanınmaktadır.
Aslen İran'lı olan Nu'man bin Sabit, ilk önce Kûfe'de Kur'an'ı hıfzetti; Arapçanın o zaman henüz kurulmakta olan sarf ve nahiv ile şiir ve edebiyatını öğrendi. Kûfe, Basra ve bütün Irak'ın en ileri gelen üstadlarından hadis dinledi ve fıkıh meselelerini öğrendi.
O zamanlar Kûfe ve Basra'da çok ilerlemiş olan cedel ve Kelam'ı elde etti. Önemli zatlarla sohbetlerle de bu bilgilerini ilerletti.
Yaşı yirminin üstünde olduğu halde, o devirde Irak'ın en ileri gelen fakihi Hammad b. Abi Süleyman'ın Kûfe camiindeki halkasına uzun seneler fasılasız devam etmiş ve aynı zamanda oranın başka alim, fakih ve muhaddislerinden de ders dinlemiştir.

Ebû Hanife, Hammad b. Süleyman'ın 120 senesine doğru vefatı üzerine, 40 yaşlarında iken halkının ileri gelen tilmizlerinin ve kendi arkadaşlarının çok ısrarlı ricaları üzerine, üstaddan boş kalan kürsüyü tutmuş ve halkayı devam ettirmeye başlamıştır. Kendisini öteden beri sevdirmiş ve bilgisini aktardığı tatlı tarzla halkasını pek az bir zamanda doldurmuştu.
Ebû Hanife, kitap ve sünnette ve sünnet olması muhtemel sahabelerin fetva ve kazalarında bir merci bulamayınca kıyas ve istihsana müracaat ederdi. Ebû Hanife nasslarda şariin, sahâbelerin ve kendisinden evvel gelen müçtehid müftülerin tahlili ile bunun tâbi olduğu unsur ve asılları bulmuş olduğundan, onun için kıyas, şuurlu olarak icra edilen tesirli mantıklı bir görüş yolu olmuş idi. Bu sebepten imam kıyaslarını gayet kolaylıkla yapar ve bu yol ile hükümlerini bulmakta hiçbir zorluğa uğramazdı.1

Ebû Hanife bu metodu sıkça kullanmıştır. Çünkü bulunduğu bölge karmaşık birçok olayın meydana geldiği ve çözümün arandığı bir yerdi. Fıkhî meseleleri çeşitli yönleriyle ele alıp tartıştığı için farklı ihtimal ve durumlara göre fikir ve çözümler üretmiş, bunun sonucu olarak ehl-i hadîsin aksine bir tutumla henüz vuku bulmamış farazî meselelerin hükümlerini de içtihadına konu etmiştir.
Bir meselenin hükmünü önce Kur'an'da arayan Ebû Hanife, nassın her türlü lafzî delâletini, umum-husus, itlak-takyid, nâsih-mensuh gibi lâfızlar arası metodolojik ilişkiyi göz önünde bulundurmuş, aksine bir delil ve gerekçe olmadığı sürece ayetlerin açık genel ve doğrudan ifadelerini esas almıştır. Eğer Kur'an'da konuyla ilgili bir nas bulamamışsa sünnete müracaat etmiştir.
Ebû Hanife ilminin bütün hadislerini ihata etmemeştir. Ancak onun hadislerin nâsih ve mensuhunu çok iyi bildiği, Hz. Peygamber'in hayatını ve hadisleri öncelik sonralık açısından inceleyerek özellikle son dönemde söylenen hadisleri esas aldığı belirtilir. Bu anlayış, hayatın değişmesi ve fıkhî hükümlerin bu değişikliğe belli ölçüde uyum sağlaması gerektiği fikrinin sonucudur. Ebû Hanife'nin, birbiriyle çatışan hadisleri uzlaştırmaya çalışmaktan çok nesih fikrinin tercih etmesi de bu anlayışın ürünüdür. Onun kıyası hadise takdim etmediği, aksine hadisi kıyasa takdim ettiğine dair içtihadlarında pek çok örnek bulmak mümkündür.
Ebû Hanife haber-i vâhidleri delil almış, zayıf da olsa hadisi tercih etmiş, ancak nas bulunmayan yerde kıyasa gitmiştir.

Ebû Hanife, hocaları ve önceki nesiller tarafndan kendisine intikal ettirilen fıkhî kuralları, görüşleri, ayet ve hadislerle ilgili yorumları içinde bulunduğu ortam, insanların ihtiyacı ve dinin genel ilke ve amaçları açısından yeniden değerlendirme, sınırlu naslarla sınırsız olaylar, naklin hükmü ile aklın yorumu, hedisle rey arasında mâkul bir ahenk kurma imkânını yakalamıştır.2

Ebû Hanife'nin birçok eseri bulunmaktaysa da kendisine doğrudan nisbet edilen eserleri şunlardır:
l) el-Müsned, 2) el-Fıkhû'l-ebsat, 3) el-Âlim ve'l-müte'allim, 4) er-Risâle, 5) el-Vasiyye 6) el-Fıkhû'l ekber.3

Ebû Hanife, el-Fıkhû'l Ekber adlı ünlü eserinde, diğer fırkaların doktrinleri karşısında Sunni bakış açısını ortaya koyan ilk şahıs oldu. Eserde cevaplandırılan ilk soru, Raşid Halifelerin konumlarıyla ilgiliydi. Bu halifelerden bazılarının Hilâfet makamına haklı olarak çıkıp çıkmadıkları, seçilme tarzları, birbirlerine üstünlükleri, Halife olarak adlandılıp adlandırılmadıkları, mü'min olup olmadıkları gibi sorular son derece önemli olan bir başka soruyu ortaya çıkarıyordu:
Allah'ın Resulü'nün doğrudan gözetiminde terbiye edilmiş, Kur'an'ın, Peygamber'in sünnetinin ve İslâm fıkhının vasıtasıyla sonraki nesillere aktarıldığı başlangıç dönemindeki İslâm toplumunun mensuplarına ve müşterek kararlarına daha sonraki müslümanlar itimad edebilirmiydi?

İkinci soru Peygamber'in ashabının konumuyla ilgiliydi. Bazı fırkalar Sahabe'yi günahkâr olarak niteliyordu. Bu da, salt tarihi bir mesele değildi. Zira doğal olarak, samimiyeti şüpheli olan kimseler tarafından sonraki nesile aktarılan hüküm ve hadislerin islam fıkhının güvenilir kaynakları olarak kabul edilip edilemeyeceği sorusunu beraberinde getiriyordu.
Eserde ele alınan üçüncü mesele imanın tanımı ve küfürden farkıyla ilgiliydi. Ayrıca, Hâriciler, mürcie ve mutezile arasında günah işlemenin neticeleri gibi konular şiddetle tartışılıyordu. Bu da müslüman toplumun teşekkülüyle yakından ilgiliydi. Bu sorunun cevabı müslümanların medeni haklarını ve sosyal ilişkilerini doğrudan etkiliyordu. Bu sorunun hemen ardından günahkâr ya da fâsık biri tarafından yönetilen bir müslüman devlette cuma ve diğer namazlar gibi dinî vecibelerin ya da adaletin tevzîi ve savaşa iştirak gibi siyasi görevlerin sağlıklı bir şekilde icra edilip edilemeyeceği sorusu geliyordu.
Ebû Hanife'nin bu sorulara verdiği ehl-i sünnet itikadını da ortaya koyan cevaplar şöyleydi:

1) "Allah'ın Resûlü'nden (s.a.v.) sonra insanların en üstünü Ebûbekir'dir. (r.a) Ondan sonra Ömer (r.a.), sonra Osman (r.a) sonra da Ali (r.a.) gelmektedir. Hepsi âdildirler ve hak üzeredirler."

2) "Peygamber'in ashabı hakkında konuşurken saygıda kusur edilmez" Ebû Hanife sahabeler arasındaki savaşlar konusunda da görüşünü belirtmiş, Hz.Ali ile muhalifleri arasındaki savaşlarda Hz.Ali'nin ötekilere nazaran daha haklı olduğunu açıkça ifade etmiş, ancak diğer tarafı kınamaktan da açıkça kaçınmıştır.

3) "İman (kalple) tasdik etmek ve inanmakla eş anlamlıdır. İman etmek, (Allah'a ve Resulü'ne) inanmak ve onları tasdik etmek demektir."
Ebû Hanife amelin imandan bir cüz olduğu, dolayısıyla günahın küfürle eş anlamlı olduğu ya da bir başka deyişle günah işlemenin zorunlu olarak dinden çokma anlamına geldiği şeklindeki Haricî teoriyi reddetmiştir.

4) "İnkâr etmedikçe ne kadar şiddetli olursa olsun herhangi bir günahtan dolayı bir müslümanı tekfir etmeyiz. Onu iman dairesinin dışına çıkarmayız. Onu Mümin olarak adlandırırız. Bir fâsık kâfir olmadıkça mümin sayılır".

5) "Fâsık olsun, salih olsun herhangi bir müminin arkasında namaz kılınabilir."

6) "Günahın mümine hiçbir zarar vermediğini söylemiyoruz. Bir müminin cehenneme asla gitmeyeceğini, ya da eğer fâsıksa ebedi olarak cehennemde kalacağını da söylemiyoruz. Mürcie gibi iyi amellerinizin mutlaka mükâfatlandırılacağını ve kötü amellerimizin kesinlikle bağışlanacağını da söylemiyoruz".4

Resmi vazifelerden ve devlet kapısından uzak durmağa çalışmış olan Ebû Hanife'nin Emevilere olduğu gibi, Abbasi halifelerine de yakın değildi. O, onlardan çekiniyor ve beşeri ilişkilerinde mesafeli davranıyordu. Hicri 150 senesinde Halife Ebû Cafer'in vâlisine bildirilen emir üzerine, imam Bağdad'a gönderilerek 15 gün hapiste kaldıktan sonra, 70 yaşında oradan cenazesi çıkmıştır. İşkence edilip, zehirlendiği söyleniyor. Cenazesi güya kendisinin vasiyeti ile Hayzuran mezarlığının şark tarafına gömülmüştür.
İmam vefat etmişti. Fakat onun uzun tahsil ve incelemelerden sonra, yine uzun süren tedris ve itfa hayatı boyunca, fıkıh münferit meseleler halinden kurtularak, kanunları ve asılları bulunan bir ilim haline gelmiş bulunuyordu. İctimâî hayatın ikası ile kaynakların ışığı altında imamın çalışma ve arama yoluna kanaatle bağlı tilmizleri, imamın yolunu devam ettirdiler. Bu yol artık bir mezhep idi.5
Dipnotlar
1. İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları, İstanbul 1977, Cilt 4, s.20-23.
2. İslam Ansiklopedisi, Türkiye Dinayet Vakfı, İstanbul 1994, Cilt 10, s. 135-137.
3. a.g.e. s.134.
4. M.M.Şerif, İslam Düşüncesi Tarihi, İnsan Yayınları, İstanbul 1990, Cilt 2, s.304-307.
5. İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları, İstanbul. 1977, Cilt 4, s.24-25.

EsSelamuAleyküm..
Mezheb İmamımız için de dualarınızı esirgemeyiniz inşaAllah..
Muhakkak ki hakkında çok uzun boylu daha nice şeyler yazılması gerekli..Ancak sayfamız dua talebi için açıldığından..hatırlatma..hiç değilse vefat-şehadetleri zamanlarında dua ile anmamıza vesile teşkil etmesi adınadır yazılanlar..Allah(CC) cümlenizden razı ve hoşnud olsun inşaAllah..Yolunun takipçisi..ahiret yurdunda komşusu..şefaatlerinin biiznillah nasib olması duasıyla..amin..
Allah(CC) rızası için..
EL-FATİHA..
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin


Aleykümselam...değerli Talip abim ALLAH c.c. razı olsun...nasılsınız :!...sizi göremiyoruz artık İNŞALLAH hayırdır...değerli abim bilmeden kırdıkmı ,üzdükmü
:( hayırlı haberlerinizi almak dileğiyle...ALLAH c.c. emanet olun...selam ve dua ile...selametle İNŞALLAH...:(
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
AHMED ZİYAUDDİN GÜMÜŞHANEVİ Hz..

AHMED ZİYAUDDİN GÜMÜŞHANEVİ Hz..

AHMED ZİYAUDDİN GÜMÜŞHANEVİ Hz.

13 MAYIS 1893



hz1.gif





Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevi Hz





Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (K.S) Hz. Gümüşhanenin Emir mahallesinde Hicri 1228 de doğdu babasının adı Mustafa'dır. Uçsuz bucaksız feyiz kaynağı olan A.Ziyaüddin Gümüşhanevi daha beş yaşında iken Kuran-ı Kerimi usulüne göre okuyacak hale gelmiş yine bu yaşta büyük bir arzuyla zamanın okutulan ilimlerini öğrenmmeye başlamış.Sekiz yaşında iken devam ettiği bir takım zikirler ve dualar ile birlikte delaili şerifeyi okumaya izin almıştır.



Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi on yaşında iken babasıyla birlikte Trabzona hicret edip ticaret hayatına atılmış, ticaretten çok ilme ve irfana düşkün olduğunu gören babası, abisinin askerden dönene kadar kendisine yardım etmesini ister ve daha sonra okuması için istediği yere göndereceğini söyler.



Ondört yaşında iken babası birgün A.Ziyaüddine amcasıyla birkikte İstanbula gidip dükkan için gereken malları almasını ister buna sevinen Ziyaüddin İstanbula gidip dükkan için gerekli malları alıp geri dönecekleri sırada, Ahmet Ziyaüddin amcasına dönerek İstanbul'dan ayrılamayacağını amcasına çoktan beri arzuyla beklediği yere kavuşmuş bulunduğunu burada ilim tahsil etmek istediğini,babasınında sırası gelince ilim tahsil etmek için müsade edeceğini daha önceden söylediğini amcasına söyler babasının rıza göstermesi içim sıkı sıkıya tenbih eder.


Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi Beyazıt medresine yerleşerek orada tahsile başlar. Akli ve nakli ilimlerde yüksek seviyeye ulaşarak alimlerden icazet alır daha sonra beyazıt medresesinde müderris olarak görev yapıp birçok talebeye icazet vermiştir.



Kalemi ve kelâmıyla mücâdele veren Gümüşhânevî, yeri gelince kılıca ve silaha sarılmayı da bilmiş 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşlarına iştirak ederek cephede bizzat çarpışmış, gönüllü gittiği bu savaşın kesintiye uğradığı bir ara Of’a gelerek tarikat neşrinde ve irşad hizmetinde bulunmuş, savaş başlar-başlamaz muharebe meydanına tekrar dönmüştür.



Gümüşhânevî’nin toplum hayatına, insanlara hizmet etmeye, sosyal faaliyetlere bu derece önem vermesi, biraz da müntesibi bulunduğu tarikatın hususiyetinden kaynaklanmaktadır.Nakşibendî Tarikatı, irşad faaliyetinde halkın içine karışmayı ve insanlara hizmeti ön planda tutan bir anlayışa sahiptir.


hz2.jpg


Of' daki Kütüphanesi
Gümüşhânevî hazretleri, az yemek, az uyumak ve az konuşmak gibi prensipleri içeren z ühd ve takva dolu bir hayatı benimsemişti. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Bütün nafile oruçları tutardı. Haftada iki defa müridleriyle topluca Hatme-i Hâce zikri icrâ ederdi. Salı geceleri zikirden sonra yetmiş bin kelime-i tevhid zikri yaptırmayı adet hal i ne getirmişti.

Yazlarını Beykoz’daki Yûşâ tepesinde çadır kurarak geçirirdi. Yine bir yaz günü Yûşâ tepesi’nde yakınlarıyla çadır kurmuş olan Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî (k.s.), elinde eski bir kemanla geçmekte olan bir çalgıcıyı çağırdır. Adam, sizin hocanızla benim ne işim var, gidin işinize, siz keman çaldırıp para vermezsiniz, ben de sizin sözlerinize kulak asıp dediğinizi yapmam, derse de ısrar eder ve huzura getirirler. Gümüşhânevî hazretleri, çalğıcının kulağına gizlice bir şey söyler. Adam bu söz ler özerine öyle bir cezbeye tutulup bağırır ki etratakiler şaşırıp kalırlar. Çalgıcı, tövbekâr olur. Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretlerinin kendisinin kulağına neler söylediğini merak edip soranlara uzun süre bir şey söylemez nihayet bir gün:

-"Ben gen çliğimde bir Bektâşî şeyhine intisap etmiştim, kendisi ehl-i sünnet ve’l-cemaatten idi. Vefat edeceği zaman “seni büyüklerden birine emanet ettim, sakın reddedip perişan olma, âhir ömründe iyi bir insan olursun inşaallah” demişti. Gümüşhaneli Efendimiz de bana “şeyhin seni bana emanet etmişti” demesi ile kendime sahip olamadım, bağırdım ve ellerine kapandım” demiştir.

Nakşibendiyye ve Hâlidiyye usulü gereği halvete çok önem verir, Zilhicce ve Recep aylarında senede iki defa halvete girerdi. Müridlerinden girmek isteyenlere de bu aylarda halvet yaptırırdı.

Yatarken ayak uzatarak uyumayı edebe aykırı saydığı için hiç bir zaman ayak uzatarak uyumamıştır. Bir defasında, hasta yatağında baygın bir şekilde dört büklüm yatan Gümüşhânevî (k.s.)’nin tedavisi için gelen doktor tarafından, ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini hafifçe açarak, “bir de beni Rabbım’ın huzurunda ayak uzatma suçu ile başbaşa bırakmayın” diyerek ayaklarının toplanmasını istemiştir.

Bayram ve kandil gecelerini, müridleriyle birlikte sabahlara kadar zikir, fikir, tekbir, tehlil ve tahmidle geçiren Gümüşhânevî (k.s.) ömrünün son on sekiz yılını bayram günleri hariç oruçlu geçirmiştir.
A.Ziyaüddin, Sultan Abdulmecid, Abdulaziz ve 2.Abdulhamid devirlerinde yaşamış her üç padişahtan büyük alaka görmüş.

Gümüşhânevî hazretleri 7 Zilka de 1311/13 Mayıs 1893 senesinde sabahleyin saat on sularında ansızın gözünü açıp "Hepsini isterim Ya Kibriyâ’!" diyerek dâr-ı bekâya irtihal eylemiştir. Kabri, Süleymaniye Camii avlusunda Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi’nin kıble tarafındadır. Yanlarındaki kabirde zevceleri Havva Seher Hanım yatmaktadır.

Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî hazretlerinin Süleymaniye Camii Şerifi avlusunda, Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi’nin, kıble duvarına bitişik, demir parmaklıklarla çevrili makberinin, mezar taşı kitabesi aynen şöyledir:

"Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı ilticâdır bu!



Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hüdâ’dır bu!


Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi anın Gümüşhâne,

Şehir-i şark-u garbın, mürşid-i râh-ı Hudâdır bu!..

Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydır bil ey zâir!

Saray-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu!

Şu’a-ı dürr-i vahdet, menba’-ı ilm-i ledünnîdir.

Mükemmel vâris-i şer’-ı Mahmmed Mustafâ’dır bu.

Hilâfet müddetinden, "İrcii" vaktine dek Hakk’a,

Tarîk-i Hâlidî’yi neşr eden, Hakk-reh-nümâdır bu.

Cilâ-yı ruhdur zikri, mürîdana gıdâdır bu!"

Sene1311,7Zilka’de(13Mayıs 1893, Pazartesi saat: 10.00)


hz3.jpg

Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s) Hz ömürleri boyunca Akaid, Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf ve daha çok hadis alanlarında altmışı aşkın eser vermiştir.


Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin eserlerinden bazıları:
1 .Ramuz-ül Ehadis
2.Garibül Ehadis
3.Hadisi Erbain
4.Cami-ul-usul
5.Ruh-ul Arifin
6.Mecmuatıl Ahzap
7.Kitab-ul Arifin
8.Necat-ül Gafilin
9.Netaic-ül İhlas
10.Cami-ül Menasik
11.Cami-ül Mutün
12.Vesiyetleri’dir

EsSelamuAleyküm..

Beynelmilel şöhrete sahip, nâdirü’l-emsâl, meşhur bir İslam âlimi, gerçek bir âbid ve zâhid, cihâd-ı ekberi ve cihâd-ı küffârı bihakkın eda etmiş örnek bir mücâhid, turuk-ı aliyyemiz silsilelerinde kendi adına özel bir şube teşkil edecek kadar ileri mertebede bir şeyhler şeyhi, aşkın en yüksek tasavvufî makam olduğuna dair bir eser yazmış olmasına rağmen, şöhret ve şatafata kapılmamış, ilm-i zâhiri ve ilm-i bâtını, tasavvufu, tarikatı ve şeriatı beraber götürmüş, ehl- i sahh ve ehl-i temkinden, çok ciddi ve çok vakur bir ârif-i kâmil; yüzden fazla kâmil mürebbî ve halîfe yetiştirmiş bir mürşid-i kâmil ve mükemmil, nice nice hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf eseri yazmış çok velud bir müellif; muhaddis, mütekellim, fakih, kutbü’l-aktâb, gavsü’l-vâsılîn” Ahmed b. Mustafa b. Abdurrahman el-Gümüşhânevî 1228/1813 senesinde Gümüşhane’nin Emirler Mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Ondokuzuncu yüzyıl gibi Osmanlı Devleti’nin çalkantılı, buhranlı bir devrinde yaşamış olan Gümüşhânevî hazretleri; tarikat anlayışı, tekkesi, irşad hususiyeti, bir milyondan fazla müridi, padişahlar nezdindeki nüfûzu, tasavvuf, fıkıh ve hadise dair eserleri ve dünyanın çeşitli bölgelerine gönderdiği yüz on altı halifesiyle günümüzde de halen canlılığını m uhafaza eden bir tesir ve şöhrete sahiptir.


Şeyhimizi bizim sözlerimizle anlatmamız mümkün olmadığı için onu en güzel şekilde bizlere takdim eden bu kısmı da alıntıladık..Mekanı Cennet-i Al'i olsun inşaAllah..himmetlerine nail olabilmek,yollarının takipçisi eylemesini Rabbimizden niyaz ederiz..Allah(CC) rahmet eylesin..
Allah(CC) Rızası için ..

EL-FATİHA..
Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirahmanirahim


Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin..

 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
Euzubillahimineşşeytanirracim

Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin. Errahmânir'rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în, İhdinessırâtel müstakîm. Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Amin..

"Yatarken ayak uzatarak uyumayı edebe aykırı saydığı için hiç bir zaman ayak uzatarak uyumamıştır. Bir defasında, hasta yatağında baygın bir şekilde dört büklüm yatan Gümüşhânevî (k.s.)’nin tedavisi için gelen doktor tarafından, ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini hafifçe açarak, “bir de beni Rabbım’ın huzurunda ayak uzatma suçu ile başbaşa bırakmayın” diyerek ayaklarının toplanmasını istemiştir." :(:(:(

mekanı cennet olsun İNŞALLAH...ALLAH c.c. rahmet eylesin...
RABBİM ne kadar günahkarız RABBİM affet...:A cümlemizi


Selamünaleyküm...Değerli Talip abim ALLAH c.c. razı olsun...emeğinize sağlık
ALLAH c.c. emanet olun...selam ve dua ile...selametle İNŞALLAH...
 

Sefine-i Hayat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Kas 2006
Mesajlar
987
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirahmanirahim

Elhamdü lillâhi rabbil'alemin*Errahmânir'rahim. *Mâliki yevmiddin. *İyyâke na'budü ve iyyâke neste'în.* İhdinessırâtel müstakîm.* Sırâtellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn.* Amin..*"


ESSELAMU ALEYKÜM YEGANE TALİP AMCAM.BU DÜNYADAN GÖÇ ETMİŞ DEĞERLİ BÜYÜKLERİMİZİN HEPSİNE RAB'BİM C.C. RAHMET ETSİN,MEKANLARINI CENNET KILSIN İNŞAALLAH.ONLARI YAD ETMEYE VESİLE OLDUĞUNUZ İÇİN ALLAH C.C. SONSUZ RAZI OLSUN SİZDEN.RAB'BİM E C.C. EMANET OLUNUZ.DAİMİ DUALARIMLA ACİZANE.BAKİ SELAM VE SAYGI İLE.SELAMETLE...B)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt