Aşk öyle bir düşer ki nasibi doğrultusunda!
Aşk öyle bir düşer ki nasibi doğrultusunda!
Suya nağmelerini yazan yapraklar teker teker diziliyordu. Bir aşkın mana katresinde ki yansımalarını aksediyordu. Ne parmaklar okşamıştı, bir şevk katmıştı melallerin seyri hallerince.
Her nedense bir yaprağın hali nezaketinde her zaman bir nisanın, bir aşkın, bir hazzın, bir kızın salınması, naz ile samimiyeti hatırıma gelirdi. Bir damlanın dalgaları misali, melalin dili sukut hali gibi.
Ne hicranlar gizliydi oysaki pakı mahzun umutlarında, feryat edemediği soluklarında, yutkunduğu muratlarında. Her düşen bir yaprak misali…
Her bir nefesi anlamlaştıran ruhunun güzelliğinde ki sanattır. Ruh hak için vardır, mutlaktır, aşkın rengiyle boyanmaktır.
Nedendir sanat harikası aşklar sürekli ibreti hak olarak telakki edilerek anlatılırlar.
Nesiller boyu tarihin savaşlar kusturan teganniliğinde sanki uzatılan bir buket misali, bir salkım üzüm gibi, tenin derisinden boşandığı gibi, midenin kendi yetisiyle iktifa ettiği misali.
Bedende bir yenileşme, sinede içsel derinleşme safhası başlardı sanki açlığın yudumlanan sahnelerinde. Kulluğun idraki gibi, muştunun kalan izleri misali, aşkın hali hissiyatta devri mana yapması gibi…
Ruh bedene vaziyet ettiği sürece itibarlıdır, vardır, anlamlıdır, kadri mutlaktır.
Nefisler asla eziyete, ızdıraba, gayrete, meşakkate kapalıdırlar.
Yan gelip yatmak isterler, doymak nedir bilmezler, bedenin kas yapısını tahrik ederek miskinleştirirler. Ölmek temayülüne hız katarak, manasız kalırlar ancak.
Oysa sessizliğinde sukutu hal ile akıbetini bekleyen su, emri hak ile hiddetin ve şiddetin korkusuyla esrarın safhalarındaydı. Yaprak ki dalından kopmak zorunda bırakılan bir sevdanın mahzunluğunu yaşayarak habersizdi olacaklardan.
Lakin düşmek zorunaydı hikmetin muvacehesinde ki mevcut nasibince.
Bu öyle kutlu bir yoldu ki teslimiyetle ancak durulur, solunur, anlam bulunurdu.
Muhakkak ki bir halk edenin nuruydu, muradıydı, tasarrufuydu, nizamıydı.
Maksuda ulaşmanın bir tek yolu rızayı bari ile solumak, konuşmak, hem hal olmaktı, aksi bir tavrın tercih edilerek enaniyet için isyana girilmesi şirretti.
Hazanın esrarında kurumaya yüz tutarak, hayat damarları sessiz bir sukutun perdelerinde aranan mızraptan akseden bir feryadın nağmesi misaliydi.
Gözyaşları içe akarken, kan çekilirken, iksir tükenirken, cazibe biterken bırakılmak gibi, azadın izleri misali. Hürriyeti hayata yeniden başlamak gibi…
Suya düşerken bile esintilerin etkisinde sessiz melalin derinliğinde. Sesler, renkler anlamsızlaşır, tükenen bedende ki can gibi, mecalsiz nazarlar misali.
Anılar! Bir yerde nutku duranlar, zihni bulananlar, şevki kaçanlar, ahirin unutanların seyri halleri gibi.
Artık eneyi önceleyen kudret kalmamıştı düşen yaprağın melalinde!
Güç kalmayınca suyun serinliğinden habersiz bir esinti gibi serilir.
O zerreyi hakikati merak edenler olamaz mı hiç mahlûklar arasında beklenirken.
Mühleti hayatı bulunan canlar bir gayretin içine girerek can havliyle yarışırlar.
Oysaki düşen yaprak cansız kalınmışlığın her aşamasını büyük bir nezaketle arz ediyordu, işte düştüm elinize her ne ederseniz, neye layık görürseniz, nasıl tasarruf ederseniz demek istiyordu.
Üflenen bir neyin sesi, tamburdan akseden hüzzam gibi, kemanın hüzünle kuşatan nağmesi misali… Edep halin dili, mananın ahengi, gülün rengidir.
Dil dane olmak, onu bahşeden, letafeti serde ten, edep içinde eriyen bir piri fani, fuzuli, baki, seyrani meşkiyle kıdemleşerek nefeslenmek muhayyilesi.
Aşklar sadece mükellef olanların hasleti zannedilir, oysaki onu bahşeden kimdir, kimler için hikmetler nasip etmiştir nerden bilinir ki, bir idraki hakikat ötelenirse.
İdrakimiz her ne kadar bu hakikate müdrik olsa da, ruhi derinliğin kifayetsizliğinden inkıtaa uğramak zorunda kalacaktır. Çünkü terbiye düsturuna hasret bir nefs erdemliliği, fazileti, münevverliği engelleyecektir.
Bu hal üzerine mütenasip olan bir can, aşkın hazzından ne kadar anlayacaktır. Bu nedenle anlaşılır olacaktır, vuslat için koşturacak, koklayacak, yorulacaktır.
Düşen bir yaprağın meramından, aşkın hazından, mahzunluğundan, suyun hilminden, içselliğinde ki teslimiyetinden ne kadar anlaya bilecektir ki.
Oysaki her zerreyi hakikatin yaratılış sebebi nihayetinde bir rahmetin tecellisiydi.
Rahmet ki, bir gül misali sineleri ihata ederken, gülün mihengi efendimizi anlattığını onun için neşet ettiğini haykırıyordu.
Cahilliğinden azat olmuş bir münevver misali, zindandan kurtulmuş Mehmet gibi, kaldırımlarda sabahlayan bir himmet ehlinin şefkati gibi, ağlayan bir sabinin derdiyle hemhal olan bir ana misali, yavuklusuna hasret bir sevdalı gibi.
Elbette ki gedik ki gideceğiz, neyi düşüneceğiz, güle hasretiz, edebin derdiyiz, halin kederiyiz, suyun sesiyiz, yaprağın yüreklerde korlaştırdığı izleriz.
Biz düşününce bir değeriz, tahkik edince faziletliyiz, zekâ içinde merak edeniz, teslimiyette mukallitliği seçmeyiz, idrakin seyrinde serinleriz, hareket ve kuvvetin kime ait olduğunu bileniz.
Biz kulluğun itminanlığında Rahmanın huzurunda köleliğin müdriki olarak haz alan, hakkın rızası doğrultusunda efendimize olan sevgimizi nefsimizden ziyade sevdiğimizi beyan ederken, içselliğimizde ne derler vehmiyle yaşayan biçareyiz.
La şerike derken ne demek olduğunun farkında olmayan zavallı inananlarız.
Bu sebeple halden, demden, meşkten, aşktan ancak idrakimiz oranında anlarız.