s.a.
Başka bi beldeden başka bi şehid ,
Avustralya'dan Afganistan'a Hamza'nın Öyküsü
19 Ekim 2007 - 21:34:17
Onu ilk defa Afganistan’a gitme hazırlıkları yaptığım sırada incelediğim internet sitelerinden birinde görmüştüm. Yüzü maskeliydi ve elindeki silahıyla ABD başkanı Bush’a tehditler savuruyordu. İngilizce’yi harika konuşuyor, ABD askerlerinin bir an önce Afganistan’ı terk etmelerini istiyordu. İçimden “bu mutlaka Batı’lıdır. Afgan dağlarına ulaştığımda keşke bu direnişçiyle görüşebilsem” diye geçirmiştim. Meslekte yeni olmam hasebiyle yavaş yavaş oluşmaya başlayan gazetecilik hislerim, Afgan dağlarında Hamza’yı bulduğum takdirde ilginç bir öyküyle karşılaşacağımı haber veriyordu. İran’ın bir diğer ucu olan Zahedan’ı, eşkıyalarıyla ünlü Taftan Çölü’nü, insanların en çok merak ettikleri yerlerden biri olan Belucistan’ı ve Taliban’ın şu anki merkezi olarak bilinen Kuzey Veziristan’ı aştıktan sonra nihayet uçsuz bucaksız Afgan dağlarındaydım. Dağlarda karşılaştığım bir çok kişiden onunla ilgili hikayeler dinledim. Bush’u tehdit eden bu genç, Müslüman olup Taliban saflarına katılan bir Avustralya askeri idi. Günler süren bir çabanın ardından nihayet bir gece vakti Avustralya’lı Hamza’ya ulaştım. Hamza’nın hayat hikayesi şimdiye kadar dinlediğim belki de en ilginç öyküydü. Yakın zamanlarda aldığım bir haber bu öyküyü daha da ilginç kıldı. Avustralya’lı Taliban Hamza, ABD askerleriyle girdiği bir çatışma esnasında Afgan dağlarında şehit düşmüş. Biraz şiir, biraz aşk gibi olan bu öyküyle sizleri baş başa bırakıyorum. Bu öyküyü bütün dünya duymalı...
ADEM ÖZKÖSE
s.a. arkadaşlar,
İsterseniz bu günde avusturyalı Hamzanın hayat hikayesine bakalım, doğumundan şehadete uzanan serüvene.
Avustralya’lı Hamza’nın Öyküsü
Müslüman olmadan önceki ismi Mefyu Stifut olan Hamza, Avustralya’nın en güzel sahil şehirlerinden biri olan Birizbint’de doğar. Birizbint özellikle sörf meraklılarının akın ettiği bir şehirdir. Ailesi orta seviyede bir Hristiyan olan Hamza arkadaş çevresinin etkisiyle kendini bugün birçok Batılı gencin yaşadığı çirkef bir yaşamın içinde bulur.
Hamza ilk gençlik yıllarında yaşadıklarını şu cümlelerle anlatıyordu: “Brizbint’de sürekli denize giriyor, içkili partilere katılıyor, hayatımı eğlenceyle geçiriyordum. Belli bir zaman sonra benim gibi sörfle uğraşan arkadaşlarımın organize ettikleri kokain partilerine iştirak etmeye başladım. Bu partilerde aklınıza gelebilecek her türlü ahlâksızlığı gerçekleştiriyorduk. Kokain bir süre sonra bende öyle bir bağımlılık yaptı ki, aklımı kaybetme noktasına geldim. Eve gitmiyor, çoğu zaman sokaklarda sabahlıyordum.” Hamza tam bir berduş hayatı yaşamaya başlar. Ailesi ve çevresi Hamza’ya delirmiş gözüyle bakarlar. Sokakta sabahladığı günlerden bir gün Hamza içinden gelen şiddetli bir duygunun hücumuna uğrar. Bu duygu Hamza’nın uzun zamandır terk ettiği düşünme melekesini harekete geçirir;” Kendimde olduğum bir gün, zihnime şiddetli bir korku geldi. Öldüğüm zaman ben ne olacağım diye düşünmeye başladım. Bu o kadar şiddetli bir korkuydu ki, kelimelerle ifade edemem. O günden sonra kiliseye gitmeye ve İncil'i okumaya başladım. Kiliseye gitmek ve İncil'i okumaya başlamak bana bir nebze olsun iyi gelmiş, kokaini daha az kullanmaya başlamıştım.” Hamza artık iyi bir Hristiyan, ailesinin gurur duyabileceği iyi bir Avustralya vatandaşı olmak ister. Hatta devam ettiği kilisedeki papazın vaazlarının etkisiyle Avustralya ordusuna katılıp, Doğu Timur’daki Müslümanlara karşı savaşmaya karar verir. Çünkü kilise papazı kiliseye devam eden gençlere Avustralya Ordusu’na katılıp Müslümanlara karşı savaştıkları takdirde tüm günahlarının affolunacağını, cennete gideceklerini vaat etmektedir. Hamza ayrıca orduya katıldığı takdirde kötü alışkanlıklarından tamamen kurtulabileceğini de düşünür. Fakat Avustralya Ordusu hiç de Hamza’nın düşlediği gibi çıkmaz. Hamza kısa bir zaman sonra ordudan ve Avustralya Ordusu’ndan nefret etmeye başlar. Hamza yaşadığı bu süreçten şu şekilde bahsediyor: “Orduya katıldıktan kısa bir süre sonra, Doğu Timur’a gidip Hıristiyanların yanında Müslümanlara karşı savaşmaya başladım. Orduya katılmıştım; fakat iç huzurum yine yoktu. Avustralya toplumundan ve ordudan nefret ediyordum. Çünkü tek yaptıkları şey içki içmek ve eğlenmekti. Bunları yapmak da bana çok basit bedensel zevkler olarak geliyordu. Ayrıca Hıristiyanlık bana saçma gelmeye başlamıştı. Ben farklı bir şey arıyordum ve içimdeki ses ona ulaştığımda huzur bulacağımı söylüyordu.” Hamza’da artık hakîkatı arama cehdi oluşmaya başlar. Zihni artık binlerce soruyla doludur.
Hamza’nın zihnindeki İslam da, birçok Batılı’nın zihnine sokulan İslam gibi olumsuz imgeler barındırır; “İslam hakkında pek fazla bilgim yoktu. Fakat ailemden ve okuldan aldığım bilgilere göre; İslâm’ı kadınları aşağılayan bir din, Hz. Muhammed’i de kadın düşkünü bir kimse olarak biliyordum. Ayrıca orduya katılmadan önce gittiğim kilisenin papazı, Müslümanların dünya için en büyük tehlike olduklarını, Müslümanların güçlenmesini mutlaka engellememiz gerektiğini söylüyordu.” Hamza yılmadan, usanmadan hakîkatin izine ulaşmaya çalışır. Sürekli yaratıcıya dua eder. Hatta bazı geceler gözyaşı dökerek Allah’a kendine hakîkati göstermesi için adeta yalvarır. Hamza’nın samimi bir şekilde yaptığı dualar kabul olur ve bundan sonra sınırlı insan zihninin zor idrak edeceği olaylar meydana gelmeye başlar. Hamza sözlerine şöyle devam ediyor: ”Bir Yaratıcı'ya inandığım için sürekli O'na dua ediyor, O'ndan ruhuma huzur verecek yolu göstermesini istiyordum. Günlerce dua ettim. Sanırım bu dualarım kabul edildi ve bir gün internette gezinirken Çeçenlerin ünlü komutanı Hattab’ın resmine rastladım. Hattab’ın bakışlarında hiçbir insanda görmediğim huzuru gördüm. Bu bakışlardan o kadar çok etkilendim ki, anlatamam... Yaşadıklarım, hissettiklerim gerçekten çok ilginç şeylerdi. Allah sanki ruhuma yeniden şekil veriyordu. Birkaç gün sonra Hattab’ın resmini bilgisayardan çıkarıp, karargâhtaki yatağımın başucuna astım.” Hamza artık efsanevi Çeçen Komutan Hattab'la ve İslâm'la ilgili araştırmalar yapmaya başlar. Sık sık İslâm’ı anlatan kitapları okur ve Çeçen direnişçilerle ilgili bilgisayarlardan indirdiği görüntüleri seyreder.
Hamza özellikle Müslüman direnişçilere karşı büyük bir sevgi besler. Çünkü bir grup insanın dünyanın süper güçlerine karşı verdikleri savaş ona çok anlamlı ve asil gelir. İslâm’ı araştırdıkça Hamza’nın Müslüman direnişçilerle tanışma isteği daha da artar. Hamza bu arada Avustralya ordusundan ayrılmaya da karar verir. Üç sene Avustralya ordusunda görev yapan Hamza artık kendini başka bir dünyaya ait hissetmeye başlamıştır. Ordudan ayrılan Hamza hemen Müslümanlarla tanışmak için harekete geçer. Fakat tanıştığı Müslümanlar Hamza’ya büyük bir hayal kırıklığı yaşatırlar. Hamza bu hayal kırıklığını şu cümlelerle anlatıyor: ”Ordudan ayrılır ayrılmaz Müslüman’larla tanışmak için harekete geçtim. İçimde büyük bir heyecan vardı. Brizbint’te birkaç Müslüman’la tanıştım, fakat onlar düşündüğüm gibi çıkmadılar. Kendilerini Müslüman olarak isimlendiriyorlardı, ama yaşantıları Avustralyalı Hıristiyanlardan çok da farklı değildi. Onlar da dünya zevklerinin peşine düşmüşlerdi. Tanıştığım Müslümanlardan beni Hattab'la görüştürmelerini istedim. Bunun imkânsız olduğunu, çaba gösterirsem Afganistan’daki direnişçilerle görüşebileceğimi söylediler. Zaten tanıştığım Müslümanlar cihada da çok sıcak bakmıyorlardı. Bunun üzerine ben de kendi başıma Afganistan’a gitmeye karar verdim. Şimdiye kadar dualarım bana hep yol göstermiş, yaratıcı bana yardım etmişti. Bundan sonra da onun bana yardımcı olacağını düşünüyordum.”
İkiz kulelere yapılan saldırılar olmadan 1 ay önce Hamza, Afganistan’a gitmek için yola koyulur. Efsane Komutan Hattab’a, Afganistan’da kuracağı bağlantılarla ulaşabileceğimi düşünüyordur. Çünkü tanıştığı Müslümanlar Hamza’ya farklı coğrafyalardaki direnişçilerin birbirleriyle ilişki içinde olduklarını söylemişlerdir. Bundan sonra Hamza kendini ilginç bir yolculuğun içinde bulur; “Afganistan’a gitme kararını alınca Malezya üzerinden İran’a bilet aldım ve uçakla Tahran’a indim. Tahran’da bir Afgan’la karşılaştım. Ona Afganistan’a gitmek istediğimi söyleyince bana Peştuca bir mektup yazdı ve eğer yolda zor durumda kalırsam bu mektubu her hangi bir Afgan’a göstermemi söyledi. Daha sonra Tahran’dan Meşhed'e geçtim. Meşhed’de param çalındı ve İran’da beş parasız ortada kaldım. Meşhed’de çarşıda gezerken 2 Afgan’la karşılaştım. Aklıma mektup geldi, mektubu karşılaştığım Afgan’lara verdim. Mektubu okudular ve beni Afganistan’a götürebileceklerini söylediler. Onlara hiç param olmadığını belirttim. Bunun üzerine Taliban’a ulaşana kadar bütün masraflarımı onlar üstlendiler. Meşhed’den Herat’a hareket ettik. Herat’ta Taliban’a bağlı direnişçiler tarafından karşılandık. Daha sonra da Herat’tan Kandahar’a geçtik.”
O dönem Afganistan’da Taliban iktidarı yaşanmaktadır. Ayrıca Batı medyasında Taliban’la ilgili her gün olumsuz haberler çıkmaktadır. Bu da Hamza’yı ister istemez korkutur. Hamza Taliban’la karşılaştıktan sonra yaşadıkları ve Taliban hakkındaki gözlemleri hakkında şunları söylüyor: “İlk önce beni sorguladılar. Çünkü ben Müslüman değildim ve de bir Batılı’ydım. Onlara yaşadıklarımı anlattım, İslâm’ı ve direnişçileri tanımak için Afganistan’a geldiğimi söyledim. Yaşadıklarımı dinledikten sonra bana çok iyi davranmaya başladılar. Karşımda inanılmaz derecede saf ve temiz insanlar vardı. Batı insanında olan bencillik, hırs bu insanlara çok uzaktı. Bir de inanılmaz derecede misafirperverdiler. İçimi güzel bir huzur kaplamıştı. Bedensel ihtiyaçlardan ziyade, ruhlarının ihtiyacını gidermeye çalışıyorlardı. Doğru yere geldiğimi ve aradığım mutluluğu burada bulacağımı hissetmeye başladım.”
Hidayet artık Hamza’ya çok yakındır. İngilizce bilen bir Taliban mensubuyla günlerce İslâm üzerine sohbet eden Avustralya’lı asker, İslâm'la ilgili aklına takılan bütün soruları ona sorar. Sonunda Müslüman olmaya karar veren Hamza, Kelime-i Şehadet getirerek Afgan dağlarında İslam Ailesi’ne girer. Hamza Müslüman olduktan kısa bir süre sonra da, Taliban saflarında ABD’ye ve NATO askerlerine karşı savaşmaya başlar. Hamza’ya Afganistan’daki hayata alışmasının zor olup olmadığını sormuştum. Çünkü Afganistan’da yaşamak zordu. Ayrıca Hamza’nın geldiği kültür, Afgan dağlarındaki yaşama son derece uzak bir kültürdü. Hamza bu soruma şu manidar cevabı verdi: ”Ben zaten ülkemden yeni bir hayata, huzurlu bir dünyaya başlamak için çıkmıştım ve aradığım mutluluğu da burada buldum. İlk başlarda bazı zorluklar çektim; fakat şu an her şeye alıştım. Hiçbir zaman da buradan ayrılmayı düşünmüyorum. Batılıların hayat standartları Taliban’ın şartlarından çok daha iyi olabilir. Fakat hiçbiri buradaki mücahidler kadar mutlu değiller. İnsan ancak Müslüman olarak, İslâm’ı yaşayarak mutlu olabilir. Amerikalılar, Avustralyalılar, İngilizler, İtalyanlar aradıkları huzuru ancak İslâm’da bulabilirler. Onların ne kadar mutsuz olduklarını ben çok iyi biliyorum.”
Hamza kendisinden ayrılmadan önce bana iki büyük hayalinin olduğunu söylemişti. Birisi çok sevdiği annesinin hidayete erip Müslüman olması, bir diğeri de işgal altındaki Kabil ve Kudüs’ün tekrar Müslümanlar tarafından ele geçirilmesi. Hamza dünya gözüyle bu hayallerinin gerçekleşeceği günleri göremedi. Umarım Hamza’nın hayalleri bir gün gerçek olur ve Hamza yüzünden hiç eksik olmayan o güzel tebessümle bulutların ardından hayallerinin gerçekleştiğini görür.