Çeçen savaşı tanığından Kafkasya
06 Şubat 2010
1995'de meydana gelen Rus-Çeçen savaşına tanıklık eden, ''Çeçenya Günlüğü"nün müellifi Thomas Goltz, Kafkasya'yı değerlendirdi.
Ryskeldi Satke -1995 yılında Çeçenya-Rusya savaşına şahit oldunuz ve “Çeçenya Günlüğü” adlı kitabınızı kaleme aldınız. Kendini bağımsız ilan eden Çeçenya ve Kremlin arasındaki çatışmanın başlaması üzeriden 15 yıl geçti. Çeçenya çatışmasının Rusya için bittiğini düşünüyor musunuz? Yoksa Kuzey Kafkasya'da daha büyük çaplı bir kısır döngü turunun başlarında mıyız?
Thomas Goltz – Bu soruyu sorumlu bir şekilde cevaplandırmak çok zor benim için. Neredeyse on yıldır bölgeden uzak kaldım ve bilgilerimi açık kaynaklardan ediniyorum. Bunlardan bazılarına göre Kadirov (vahşete dayalı olarak) kendisine (ve dolayısıyla Çeçenya'ya) Dudayev ve Maşhadov'a nasip olmamış bir fiili bağımsızlık bahşeder şekilde gücünü pekiştirdi. Diğer bazılarına göre çok sayıda polisin öldürülmesi ve İnguşetya'daki diğer şiddet olayları yaklaşan daha büyük bir şiddetin ayak sesleridir.
RS – Gürcistan ve Rusya arasındaki siyasi bir kriz, 2008 yazında Güney Osetya'da tam bir savaşa yol açtı. Almanya'da haftalık yayınlanan Der Spiegel, başında Heidi Tagliavini adlı Kafkasya uzmanı İsviçreli bir diplomatın bulunduğu AB soruşturma komisyonuna ait raporun özetini yayınlanmıştı. Buna göre her iki taraf da suçluydu fakat Gürcistan Cumhurbaşkanı Sakaşvili, Güney Osetya'daki Rus askerlerine karşı bir askeri operasyon düzenleyerek kışkırtıcı bir rol oynadı. Diğer yandan ABD, Kremlini öfkelendiren Gürcistanı destekliyor. Rusya-Gürcistan çatışmasında sizin benimsediğiniz görüş nedir? NATO'nun Doğu'ya doğru genişlemesine karşı Rusya'nın saldırgan tutumunun Gürcistan'daki savaşla bir ilgili var mıdır sizce?
TG – Gürcistan Günlüğü adlı kitabımın güncellenen son bölümünü okumanızı tavsiye ederim çünkü dile getirdiğiniz tüm meselelere değinmektedir. 2008 yazında yaşanan olaylar, “Teksas Çözümü'nün” mükemmel bir tekrarı olduğunu söyleyeceğim. Yani 1846'da ABD-Meksika arasındaki savaş. ABD, Louisianna'ya saldırsın diye Meksika'yı kışkırtıp durmuştu; Amerikan kuvvetleri belirli bir noktada ezici bir güçle tepki verip Teksas'ı ele geçirdiler. Böylece Teksas “bağımsız” bir ülke oldu ve sonra da (bir köle eyâlet olarak) Amerika tarafından emildi. Subay olarak o savaşta bulunan Ulysses S. Grant, hâtıratında Meksika/Teksas savaşının “Amerikan tarihindeki en haksız ve emperyal savaş” olduğunu, doğrudan doğruya Eyâletler Arası Savaşa/Sivil Savaşa yol açtığını kaydetmiştir. Başka bir ifadeyle, ahmaklığı yüzünden Sakaşvili'nin işlediği suç her ne olursa olsun (ABD ve Batının Savaşvili'nin kaderi yüzünden III. Dünya Savaşı tehlikesi atlattığı inancı dâhil), 2008 yazında yaşananları Rusya'nın doğrudan kışkırtmasının bir sonucu olarak görüyorum. Şayet Sakaşvili Ağustos'ta tepki vermesiydi, Eylül'de veya Ekim'de başka bir kışkırtma gelecekti.
RS – Türkiye ve Kafkasya siyasetine son birkaç yıldır boru hattı projeleri hâkim. Nakil güzergâhları çevresindeki meselelerin karmaşıklığına bakınca Nabuko projesinin şansı nedir? Nitekim Rusya ile savaşta Gürcistan'daki durumu gördük. Bu boru hattının güvenilirliği hakkında ciddi kaygılar oluşmuştu.
TG – Bölgedeki boru hattı politikası kafa karıştırıcı ve çelişkili. Rusya teorik olarak Nabuko'ya karşı, Türkiye ise bu projenin lehinde. Öyle ki bir kimse bu iki devletin rekabet içinde olduğuna inanabilir. Ama gelin görün ki Moskova ve Ankara, diğer boru hatlarıyla ilgili olarak anlaşma üstüne anlaşma imzalıyorlar... Her neyse, Nabuko'nun yaşayabilmesi için, Azeri doğalgazına ilave olarak hiç değilse bir kaynak daha olmalıdır – ya Türkmenistan (İran veya Hazar altından), İran yahut da Irak – ve tüm bu kaynakların hepsi de sorunlu (Amerikan dahli yüzünden özellikle de İran). Türkiye - Ermenistan yakınlaşmasını da duruma ekleyin, ki kilit ülke Azerbaycan'ı yabancılaştırmaktadır (gazını şu an Rusya'ya satıyor). Gerçekten çok karmaşık bir resim çıkıyor ortaya! Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi için de aynısı söyleniyordu 1990'ların sonlarında – Haydar Aliyev'in siyasi iradesiyle halledildi yine de. Kim bilir?
RS – Türkiye ve Ermenistan, diplomatik ilişkileri başlatan ve iki ülke arasındaki sınırları açan tarihi bir anlaşmaya 2009 Kasım'ında imza attılar. Azeri yetkililer kızgın bir şekilde tepki verdiler ve böyle bir anlaşmanın Azerbaycan'ın ulusal çıkarlarıyla doğrudan çeliştiğini söylediler. Azerbaycan'ın sert muhalefeti karşısında Türkiye ve Ermenistan arasındaki anlaşmanın geleceği nedir sizce?
TG – Türkiye'nin Ermenistan'la (o da en iyi halde) soğuk bir ilişki uğruna Azerbaycan'la ilişkilerini büsbütün feda edebileceğinden şüpheliyim fakat daha önce Türkiye kendi ayağına kurşun sıkmıştı ve bunu bir kez daha yapabilir.
RS – Türkiye son yıllarda İran'ın nükleer faaliyetleri hakkında ABD'yle olan dâhil, İran ve Batı arasında arabuluculuk faaliyetleri yürütüyor. İsrail'in Gazze saldırısı öncesinde Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde Türkiye'nin rolüne şahit olduk. Bazı batılı uzmanlar, bir NATO müttefiki olarak, Türkiye'nin bölgedeki nüfuzuyla önemli bir rol oynadığına inanıyorlar. Sizin kanaatinize göre, Türk dış politikasında proaktif girişim yönünde bir değişim söz konusu mu? Türkiye'nin Afganistan'da güvenilir bir oyuncu olabileceğini düşünüyor musunuz? Zira Türk askerleri Afgan ordusunun eğitimine katkıda bulunuyor ve Afganistan altyapısını inşa çabalarına katılıyor.
TG – İki farklı soru var burada. Birincisi, Türkiye'nin “Komşularla Sıfır Problem” gibi bir proaktif dış politikasıyla ilgili. Bu bakımdan, Suriye, Irak, Yunanistan, Balkanlar, Rusya ve en son İran politikalarında bazı ilginç değişimlere elbette ki şahit olduk. Tüm bunların nereye kadar sürdürülebileceği veya ne kadarının sadece basın manşetinden ibaret olduğu ayrı bir mesele. Afganistan'a gelince, bir NATO üyesi olarak, Türkiye katılmak zorundaydı (ve çatışmanın ilk safhasında hevesle yaptı bunu) ama askeri birliğinin muharebede kullanılması taleplerini tutarlı bir şekilde geri çevirdi ve dahlini eğitimle sınırlandırdı. Dolayısıyla, Türkiye'nin duruşu başlangıçtan beri tutarlı; değişen şey, savaşın doğası, ABD dahlinin düzeyi ve ABD'nin Türkiye ve diğer NATO üyelerine karşı kızgınlığı oldu zira en baştaki oyun planından ayrılmıyor ve genişletilmiş savaşa çekilmeyi reddediyorlar. Eski ya da yeni Türk dış politikasıyla bir alakası yok bunun; yaklaşık 50 yıldır bir NATO üyesi olarak taahhütleriyle alakalı.
RS – Afganistan'da Amerikan ve NATO askeri harekâtı başlayalı 9 yıl oldu. İstikrarsızlaşmış bir Afganistan'ın bölgedeki siyasi istikrarsızlığı tırmandıracağını düşünüyor musunuz? Çin'in Sincan eyâleti de buna dâhil. ABD ve NATO, Afganistana siyasi denge getirebilecek mi?
TG – ABD/NATO'nun Afganistan yaklaşımı hakkında hayli karamsarım fakat Afganistan'dan derhal çekilmeleri ve kartların olduğu yerde devrilmesine izin vermeleri dışında benim çözümüm diye sunacağım pek bir şey de yok. Bu çok da sorumlu bir yaklaşım değil, biliyorum. Sincanla ilgili olarak, başarısızlığın evvela Pakistan için onun ardından da Orta Asya'daki eski Sovyet cumhuriyetleri için sonuçları var, ki ben daha ziyade bunlar hakkında kaygılanıyorum.
RS – Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'da yapılan renkli devrimler eski Sovyet cumhuriyetlerindeki bir siyasi boyutu değiştirdi, Rusya, komşu devletlerdeki yeni herhangi bir gelişmeye muhalefet eder hale geldi. Ruslar ve Çinliler, bu devrimlerin arkasında ABD Dışişleri Bakanlığının olduğuna inanıyorlar. Rusya'nın Ukrayna ve Gürcistana karşı yaklaşımı, o tarihten sonra daha saldırgan bir hal aldı. Kremlin politikası, Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan ve AB'de doğalgaz sıkıntısı da doğuran doğalgaz ihtilafında doğrudan bir role sahipti. Güney Osetya'daki Gürcistan-Rusya savaşı, Kremlin'in sert çizgisinin bir diğer örneğidir. Kırgızistanla ilgili olarak ise 2005 lale devriminin beklenen değişimi getirmediği söylenebilir. Dahası, Kırgızistan tekrar otoriteryan bir rejimin eline düştü. Renkli devrimlerde ABD Dışişleri Bakanlığı rol oynadı mı sizce? Sizin görüşünüze göre, Rusya'nın sert tutumuna rağmen Gürcistan ve Ukrayna yakın gelecekte AB ile bütünleşir mi?
TG- ABD Dışişleri Bakanlığının renkli devrimlerde doğrudan rol aldığını hatta aracı bir rol oynadığını bile sanmıyorum her ne kadar Soros Vakfı gibi yarı resmi kurumlar haddi aşacak denli destekçisi idiyse de. Kırgızistan'daki lale devrimi, gül ve turuncu devrimlerini alkışlayanları hayal kırıklığına uğratmış olabilir ama bu sözümona iki devrim, frene basma tehlikesiyle karşı karşıya ve Azeybaycan'da başarısız olan renksiz devrim ise kötü bir şakaydı. Gürcistan veya Ukrayna'nın AB veya NATO'ya katılmasına gelince: Boşu boşuna nefesinizi tutmayın!
RS – İnsan hakları konusunda zayıf bir sicili olmasına rağmen Kazakistan, eski Sovyet cumhuriyetleri arasında AGİT başkanlığı (2010'da) yapan ilk ülke. O aynı Batı demokrasilerinin teşvik ettiği temel ilkelerin çiğnenmesine batıda göz yumulduğunun teyididir bu. Sizin kanaatinize göre, AB'nin Kazakistan'la ilgilenmesi için doğal kaynaklardan başka ne sebep var?
TG- Doğal kaynaklar. Nokta.
Kaynak: Ohmy News
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı