Gazze... Sonuna Kadar Direniş
Bismillah… Hamd Allah (c.c.)’ın, salât ve selam ise emin ve yol gösterici nebi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, temiz ailesinin, sahabelerinin ve içtenlikle ona bağlananların üzerine olsun.
“Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke'den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal/830) İşte, muhatapları tıpkı bir sırtlan gibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’nın üzerine üşüştüklerinde, o ve davası üzerinde entrikalarını yoğunlaştırdıklarında yüce rabbimiz biricik elçisine bu şekilde hitap ediyordu. Bende şanlı, yiğit Gazzeli kardeşlerimiz için aynı şeyi söylemek istiyorum. Bizler, çok büyük anlamları ve herkesi derinden sarsan mesajları uhdesinde barındıran kutlu bir yolculuğun, hicretin gölgesinde çok manidar günleri yaşamaktayız. Hz. Peygamberin yaşadığı atmosfer ve konjektürle bizim bu günlerde karşı karşıya kaldığımız hadiseler arasında ne kadar benzerlikler var.
Düşmanın Kan Gölü… Dostun İşbirliği/Suskunluğu
Sanki zaman, tarih şeridi bir an geriye sarılmıştır. Ve bizler hicreti, o kutlu yolculuğu doğuran koşulların benzerini aynen yaşamaktayız. Evet, şimdilerde uzak ve yakın dostların düşmanla iş birliği içine girerek Gazze’de gözlerimizin önünde vahşi sırtlanlar gibi hayâsızca masum insanların üzerine saldırmaları vb. bütün yaşananlar, kardeşlerimize yapılanların hepsi Hz. peygamberi hicrete zorlayan atmosferden farksızdır. Onlar bu şenaatleri ancak ve ancak Allah ve rasulü (s.a.v.) ile savaşmak ve İslam davasını başarısızlık sonuçlandırmak için yapmaktadırlar.
Evet, Allah rasulü (s.a.v.)’nün hicretten önce Mekke’de yaşadığı atmosferde böylesine bir atmosferdi. Onu ve davasını çepe çevre kuşatan koşullar; düşmanlarının dayanılması güç işkenceleri, kendi öz akraba ve yakınlarının her türlü aşağılama, karalama kampanyaları ve düşmanca tutumlara arka çıktıkları, eşlik ettikleri bir dizi olumsuzlukları içeren zorlu koşullardı.
Onların Değişmez Yöntemi Budur.
Zalim Siyonistlerin baba ocağımız şanlı Gazze’de yaşayan kardeşlerimizin etrafında oluşturdukları ateş çemberi siyonistlerin tarihlerinde yeni ve ilk defa olan bir şey değildir. Onların kirli elleri tarihlerinin başladığı ilk günden beri kana bulanmıştır. Onlar nebi ve rasullerinin katilleridir. Bebek katilleridir. Onlar insanları hayatlarının baharında buz gibi kana bulayan katillerdir. Daha da ötesi onlar işi Allah’a sövmeye kadar götürmüşlerdir. (Her türlü eksiklikten münezzeh olan yüceler yücesi rabbim onların söylediklerinden uzaktır.)
İşte Allah rasulü (s.a.v.) ve onun davası için hazırladıkları iğrenç tuzaklar da bunlardan birisidir. Tam da bu noktada bizler -rauf ve rahim olan- kutlu elçinin Beni Kurayza Yahudileri hakkında, erkeklerinin öldürülmesi, kadınlarının ve çocuklarının esir alınmaları, koyunları ve mallarının muhacir ve ensar arasında dağıtılması noktasında Saad b. Muaz’ın verdiği hükmü onaylamasını asla unutmayacağız. Bütün bu gerçeklere rağmen bazıları Allah’ın dininden dönen, dönek ve Allah’ın arzında daim bozgunculuk çıkartan bu kokuşmuş insanların karakterlerini nede kolay unutmaktadırlar. Belki de görmezden gelmektedirler ne diyelim. Bizler onların bozgunculuk çıkartmalarını, insanlık aleyhine kurdukları tuzakları ve entrikalarını asla unutmamamız gerekiyor. Onların tarihleri bu günümüzü ve geleceğimizi doğru yorumlayabilmemiz için en önemli ibret sahneleri ile doludur.
Fetihden Sonra Hicret Yoktur.
Bizler bu zorlu günlerde Hz. Peygamberin (s.a.v.) ‘in Mekke’yi fethettiği gün söylediği şu sözü hatırlatmak istiyoruz. “Fetihten sonra hicret yoktur. Fakat cihat ve niyet süreklidir. Savaşa çağrıldığınızda derhal bu çağrıya katılın..”(Buhari)
Şer’i anlamda hicretin manası sadece bir beldeden bir başka beldeye göç etmek değildir. Hicret; hayat bütünüyle Allah için oluncaya, hayatımız bütünüyle Allah’ın koyduğu ilkeler ekseninde şekilleninceye kadar Allah ve rasülünün nehyettiği şeylerden tümüyle kaçınmak demektir. O halde bizler hadisin ikinci bölümü üzerinde yoğunlaşmamız gerekmektedir. “Fakat cihat ve niyet süreklidir. Savaşa çağrıldığınızda derhal bu çağrıya katılın..”
Bu durumda bizler hicreti en geniş manasıyla, bu gün için cihad olarak algılamalıyız. Özellikle de Siyonistlerin yaktığı ateş çemberine, arap işbirlikçiliği ve uluslar arası entrikaların kapanına sıkıştırılmış Gazzeli kardeşlerimizin yaşadığı bu zorlu saatlerde bizler devletler, halklar, toplum ve bireyler olarak güçleri ne kadar sınırlı olursa olsun halk direniş guruplarının ve orduların ellerindeki imkan ve olanaklarını harekete geçirerek Siyonist devletle fiilen savaşılmasından tutun da kanımız, mallarımız ve hakikati söyleyerek yapılacak sözle cihada kadar çok yönlü bir şekilde cihadı yaşamamız gerekmektedir. Bunun yanında onlarla ekonomik ilişkileri tümüyle kesmeliyiz. Evet, içinde bulunduğumuz koşullar bizlerden Allah’a karşı sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek ve en asgari düzeyde cihadı gerçekleştirmiş olmak adına her türlü fırsatı değerlendirerek kardeşlerimize destekçi olmayı gerekli kılan çok özel koşullardır.
İşte Hadisi Şerif’in sonunda ısrarla altı çizilmek istenen nokta burasıdır. “Fakat cihat ve niyet süreklidir.” … Cihadın hepimize farz/zorunluluk olduğu vakit bu vakittir. Bu noktada hiçbir kimsenin özrü geçerli sayılamaz. Şu anda her kim kardeşlerine destek olma noktasında üzerine düşeni yapmaz, sorumluluklarını yerine getirmez ise Allah, rasulü ve bütün müminlere ihanet etmiş olacaktır. Ve bu ihanetin günahını ve lekesini sonsuza dek alnında taşıyacak ve kıyamet günü Allah’ın huzuruna bu utanç verici günahla çıkacaktır. Hadisi Şeriften anlaşılması gereken budur. İster Müslümanların geneli adına isterse belli bir kısmı için “Savaşa çağrıldığınızda derhal bu çağrıya katılın..” Buna göre şu anda seferberlik vaktidir. “Gerek yaya olarak, gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe: 9/41)
Bugün gerçekten hicret etmek istiyor, hicreti yaşamak istiyorsak o zaman Allah ve rasulüne samimi bir şekilde bağlanmamız ve İslam’ın zafere ulaşması için gerekli, ciddi girişimlerde bulunmamız gerekmektedir. Bu durumda Allah’a itaat etmemiz, bizleri ona yaklaştıracak Salih amelleri işlememiz, günah ve kötülüklerden, sorumsuz ve kayıtsız kalmaktan kaçınmamız gerçek anlamda bizim hicretimiz olacaktır. Bu, dünyanın sıkıntılarından ahiretin genişliğine, ferahlığına göç etmektir. Aynı şekilde sorumluluklarımızı yerine getirmemek ise kendi çıkarlarımızı öncelemek ve kardeşlerimize yardım etmek ve destek vermekten kaçınmak, güçsüzlüğümüzün arkasına sığınmak, bir birimize karşı düşmanlarımızdan medet ummak, özel çıkarlarımızın arkasına sığınarak ümmetimizin çıkarlarını göz ardı etmek vb. bu gün içinde bulunduğumuz duruma yakışmayacak kötü, çirkin davranışlardan kaçınmakta hicret etmektir.
Güzide insanlar, sahabelerin hayatında da hicret bu etkiyi meydana getirmiştir. Hicret, yeryüzünün onlara sunduğu büyüleyici güzelliklerine takılıp kalmaktan kurtarmış ve onların dikkatlerini yerin ve göğün ötesindeki güzelliklere çekmiştir. “İslâm'ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O'ndan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe:9/100) Evet onlar dünyaları ve kendi ahiretleri için en karlı yatırımı yaparak rablerinin rızasını kazanmak, rablerine ve onun dinine destek olmak için itaatkâr bir şekilde yollara koyuldular. Böylece Allah’ın rızası ve beaberinde cennetlerini kazandılar. “Bu mallar özellikle, Allah'tan bir lütuf ve hoşnudluk ararken ve Allah'ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Haşr: 59/8)
Bizler ümmetimize hakiki manada bir hicret gerçekleştirme çağrısında bulunuyoruz… Allah ve rasulüne yardım etme bu bağlamda hakiki hicreti gerçekleştirme noktasında şerefli sahabileri örnek almasını, onların yolundan gitmesi ve bu manada Allah’ın dinine köstek olma anlamına gelebilecek davranışlardan da özellikle kaçınmaları gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
Kardeşlerimizin Saflarında Yer Almanın Zorunluluğu
Hicretten alınması gereken en önemli ders -hicretin başarıyla sonuçlanmasının en güçlü amili- top yekûn müminlerin, ensar ve muhacirlerin dayanışma içinde Allah’ın dinine yardım etmeleridir. Müslüman’ın Müslüman kardeşine yardım ve destek olmak adına hicret etmesi, işte içinde bulunduğumuz bu günlerde yapılması gereken de budur. “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu küçük düşürmez, onu tehlikeye atmaz.”
Siyonistler iğrenç emelleri uğruna Gazze’de yaşayan kardeşlerimizin kanlarını oluk oluk akıtıyor, Arap liderler, aynı kanı taşıyan insanlar ve “hür dünya” buna sessiz kalıyorsa o zaman kardeşlerimizle doğrudan iletişime geçmeli, fiilen, reel olarak onlara yardımcı olmalıyız. İslam ümmeti bütün fertleriyle, topyekûn Gazze’de cihad eden kardeşlerimizin yanında, onların saflarında yerini almalıdır. “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size "Allah yolunda sefere çıkın" denilince, yere çakılıp kaldınız.Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise ona hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Tevbe: 9/38,39)
Dersler ve İbretler
Bizler şu günlerde hicret ve cihad atmosferini yaşıyoruz. Şehitlerin misk kokusu buram buram burnumuzda tüterken ne yazık ki ihanetin, düşmanlara ajanlık yapmanın çirkin, dayanılmaz kokusu ise burun kemiklerimizi sızlatmaktadır. Bu bağlamda Allah’a davet ve onun yolunda sadık erler olarak cihad noktasında yolumuzu aydınlatması, gerekli dersleri ve mesajları çıkartmamız için Hz. Muhammed Muhammed (s.a.v.)’in örnek hayatından ibretlik sahneleri gözlerinizin önüne getireceğiz.