Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

*Ya$aDıGınıZ GiBi ÖLeceKsiNiZ* (1 Kullanıcı)

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Zikirde önce kul sonra Mevlâ, muhabbette ise, önce Mevlâ sonra kul gelir.

Yani kul önce Mevlâ'sını zikredecek ki, Mevlâ da onun kalbine muhabbetini koysun, böylece o da Rabbisini sevebilsin.

Çünkü muhabbet, Allah vergisidir; onu kalbine koyacak olan Allah'tır..

MERKEP KADAR OLAMAYANLAR


Allahu Teâlâ Kur'anı Kerim'de biz kullarına; namaz, oruç hac, zekât gibi hususlarda birtakım emirler beyan buyurmuştur. Ve hiçbiri hakkında "çok namaz kılın" "çok oruç tutun" şeklinde emredilmemiş; ancak zikirle alâkalı olarak "Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin..."(1) buyrulmuştur.

Peki, "çok zikredin" ifadesi ne demektir? Hazardaseferde, sağlıkta hastalıkta, sıkıntıdarahatta, ayakta otururkenyatarken, kısaca her yerde ve her durumda Allah'ı çokça anın ve zikredin demektir.


Allah'ı çok zikretmek gerektiği hadisi şeriflerde de beyan edilmiştir. Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm bir hadisinde: "İnsanlar (size) mecnun (deli) deyinceye kadar Allah'ı zikretmeyi çokça yapın." buyurmuştur.(2)


Bütün kâinat yaratılalı beri, arşdan ferşe, zerreden küreye ne varsa Mevlâ'yı tesbih etmektedir. Nitekim Mevlâ Teâlâ: "Yedi kat gökler ve yer ve onlarda olanlar da O'nu tesbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin. Lâkin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. Şüphe yok ki O Halîmdir, Gafûrdur."(3) buyurmuştur.

Semavat, nebatat, bütün mahlûkat her şey Allah'ı zikrediyor. Suyun çağlaması, yaprağın hışırtısı, kapının gıcırtısı, damın tıkırtısı, hep Allah'ı zikirdir. Havada uçan her kuş, denizde yüzen her balık, ağaçtaki her yaprak Mevlâ'yı zikreder. Zikretmeyen ise, sadece gafil olan insandır... Halbuki eşrefi mahlûk olarak yaratılan ve envai çeşit nimetlerle kuşatılmış olan insanoğlu, her şeyden daha çok Allah'ı zikretmeli değil mi?.. İnsan Rabbini zikirden gafil olunca, ne kendine ihsan edilen nimetleri, ne de o nimetleri vereni görmüyor demektir ki, bu çok büyük bir nankörlüktür. Aslında insan istese de istemese de Allah'ı zikreder.

Çünkü Allahu Teâlâ bizi ona göre programlamıştır. Nefes alıp verirken "Huu" diye almıyor muyuz? İşte bu "Hu" lafzı
Alahu Teâlâ'ya delalet eder. Nefes alıp vermeden kim yaşayabilir?


Rivayet edilir ki, hayvanların ömrü zikirleri adedincedir. Kaç adet zikri varsa, onu tamamlar ve ölür.

Merkebin bir günde beş bin defa Allah'ı zikrettiği rivayet edilir. Belki bu hayvanı beğenmezsin; ama çoğundan fazla Allah'ı zikrediyor.
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
HER ŞEY O'NU ZİKREDİYOR


Bir şeyh Efendi, müridlerini imtihan kastıyla onlara "Çiçek getirin." diye emretti. Müridlerin hepsi dağıldılar ve bir müddet sonra ellerinde birer çiçekle şeyhlerinin huzuruna çıktılar.

Fakat onlardan bir tanesi elinde sapı kırık bir çiçekle geldi. Bu mürid şeyhin en çok sevdiği, diğer müridlerin ise, çok kıskandıkları biriydi. Bu durumu gören diğer müridler "Şuna bak! Şeyhimize sapı kırık bir çiçeği lâyık görmüş." diyerek onu kınadılar. Şeyh Efendi, müridlerinden çiçekleri kabul ederken sıra o müridine gelince, "Niçin sapı kırık çiçek getirdin evladım?" diye sordu. O mürid, "Efendi Hazretleri, hangi çiçeğe vardıysam Allah'ı zikrederken buldum, yalnızca bu zikretmiyordu; onun için bunu getirdim." diye cevap verdi.
Çiçek dalında olduğu müddetçe Allah'ı zikrediyor.

Evimizdeki kapılar, pencereler, tavanlar, lambalar, halılara varıncaya kadar hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. "Peki, biz bu zikirleri niçin duymuyoruz?" dersen, tüm bunlar kendi lisanı hâliyle Mevlâ'yı zikrederler. Nitekim âyeti kerimenin sonunda "siz onların tesbihini anlamazsınız." buyrulmuştur.
Ekâbirden bazı zatlar, "Eğer insanlar evlerinde bulunan eşyaların tesbihlerini duysalardı, kendilerinden geçerlerdi." demişlerdir.


Bir başka âyeti kerimede ise Rabbimiz, "Siz beni zikredin, ben de sizi zikredeyim..."(4) buyurmuştur. Tabi-î bizim Allah'ı zikretmemiz ile, Allah'ın bizi zikretmesi, aynı değildir.

Bunun pek çok mânaları vardır. Bunlardan birkaçını zikredecek olursak:
"İtaat etmek sûretiyle beni zikredin ki, ben de yardımımla sizi zikredeyim."


"Dua etmekle beni zikredin ki, ben de icabet ve ihsanla, (istediğinizi vermekle) sizi zikredeyim.""İstiğfarla beni zikredin ki, ben de mağfiretle (af ederek) sizi zikredeyim."


Bu âyeti kerimede geçen "Siz beni anın, ben de sizi anayım." ifadesi aslında "Siz beni sevin, ben de sizi seveyim." demektir. Yani Mevlâ'yı ne kadar çok zikredersek, O'na olan sevgimiz de o kadar çok demektir. Zira Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm, "Kim bir şeyi severse, onu çok anar." buyurmuştur.(5)


Bir başka ifadeyle Allahu Teâlâ'nın bir kulunu sevdiğinin alâmeti, o kulun Allah'ın zikriyle meşgul olmasıdır


Zikirde önce kul, sonra Mevlâ; muhabbette ise, önce Mevlâ, sonra kul gelir. Yani kul önce Mevlâ'sını zikredecek ki, Mevlâ da onun kalbine muhabbetini koysun; böylece o da Rabbisini sevebilsin.

Çünkü muhabbet, Allah vergisidir, onu kalbine koyacak olan Allah'tır. İşte bu da senin zikrine bağlanmıştır.

Yani Mevlâ'yı ne kadar zikreder ve anarsan, o kadar O'na yakın ve sevgili olursun. O hâlde zikir, Allah'ı sevmenin yolu, sevdiğini yâd etmenin usûlüdür.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
47
Puanları
48
Yaş
51
Allah razı olsun.ne güzel sevebilmek ve sevilmek..............
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
ZAMAN ZİKİR ZAMANI
DEĞİLDİR(!)


Önemine binaen burada bir meseleye temas etmek istiyorum. Allah'ı zikretmek böylesine önem arzetmesine rağmen maalesef günümüzde bazı kimseler "Bu zaman, zikir zamanı değildir." demektedirler.


Peki, bu ne demektir?! Allah'ı zikretmenin zamanı geçer mi? Bakın, Rabbimiz bir âyeti kerimede, "Ey mü'minler! Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız vakit, sebat edin ve Allah'ı çok zikredin ki, felah bulasınız (kurtulasınız)."(6) buyurmaktadır.

Yani karşında düşman topluluğu seninle harp etmeye gelmişken dahi "Allah'ı çok zikredin!" buyruluyor.

Savaş meydanında bile zikir terk edilemezse, başka hangi zamanda terk edilebilir? İşte bu âyeti kerime bizlere, Allah'ı zikretmeyi hiçbir zaman terk edemeyeceğimizi anlatmaktadır. Ve âyeti kerimenin sonunda "Zikredin ki felah bulasınız" buyrularak "ancak zikrullaha devamla felaha kavuşabileceğimiz" bizlere açıkça beyan edilmiştir. Bir hadisi şerifte de, "Allah'ın azabından (kişiyi) Allah'ı zikretmekten daha ziyade kurtaran hiçbir şey yoktur." buyrulmuştur.(7)


Nitekim Yunus Aleyhisselâm'ın da zikredenlerden olduğu için balığın karnından kurtulduğu âyetle sabittir. Sizlerin de malûmunuz olduğu üzere; Yunus Aleyhisselâm'ı balık yutunca, "Ya Rabbi! Senden başka ilâh yoktur, seni noksanlıklardan tenzih ederim. Şüphe yok ki, ben zalimlerden oldum!"(8) diye dua ederek, Allahu Teâlâ'dan affını istemişti. Allahu Teâlâ da duasını kabul buyurmuş ve onu balığın karnından kurtarmıştı.


Kurtuluşuna sebep olan şeyin, "zikir" olduğu ise, başka bir âyeti celile'de şöyle açıklanmıştır: "Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı, muhakkak balığın karnında, insanların diriltilecekleri güne kadar kalacaktı."(9) Demek ki sadece balığın karnına düşüp, sıkıntı ve darlık içindeyken değil, ondan önce rahatlık zamanında da, Allahu Teâlâ'yı çok zikredenlerdendi...


Bu âyeti kerimede; zikrin ve tesbihatın insanı birçok sıkıntılardan kurtaracağına, rahat ve geniş zamanında Allah'ın zikrine devam eden kimsenin, dar ve zaruret vaktinde imdadına yetişeceğine işaret vardır. Nitekim Rabbimiz "Mü'minleri de böylece kurtarırız."(10) buyuruyor. Öyleyse sadece darda ve zorda kaldığımızda değil, rahat zamanlarımızda da Allah'ı zikretmeli ve anmalıyız ki, sıkıntılı anlarımızda da o zikrin sebebiyle, Yunus Aleyhisselâm gibi kurtulalım.
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35


HER ZAMAN ZİKİR ZAMANIDIR

Selmanı Fârisî Radıyallahu Ahn diyor ki: "Kul, rahat ve bollukta Allah'ı zikreder de sonra ona bir meşakkat ve sıkıntı ulaşınca Allah'a yalvarırsa, melekler: "Bu sesi tanıyoruz, zayıf bir kulun sesidir." derler. Sonra Allah'ın huzurunda (duasının kabul olması için) aracılık ederler. Fakat her kim de rahatlık zamanlarında Allah'ı hatırlamazsa, sonra bir sıkıntıya uğrayınca onu hatırlayarak yalvarmaya başlarsa, melekler: "Bu alışkın olmadığımız yabancı bir sestir." derler."


Kıymetli okuyucular; "Allah" demek çok mu zor? "Lâ ilâhe illallâh" demek çok mu zor? Akşama kadar ne fuzuli şeyler, ne malayâni meseleler konuşuyoruz. Ne kârımız oluyor? Hazır dilimiz dönüyorken, tükürük bezlerimiz çalışıyorken, dillerimiz Allah'ın zikriyle ıslak kalmalı. Şimdi ölecek olsak, bir tane bile "Allah" demeye, bir kelimei şehadet getirmeye müsaade edilmeyecek. Bu zikir, bu kelimei şehadet ne kadar kıymetli bir bilsek. Ebû Cehil bir tane kelimei şehadet getirmiş olsaydı, paçayı kurtarmıştı. Şimdi onu söyleyebilmek için neler vermezdi. Mevlâ Kur'anı Kerim'inde ne buyuruyor:
"Küfredenler ve kâfir olarak ölenler yok mu? Bunlardan her biri kendini kurtarmak için yeryüzü dolusu altın fidye verseler, asla hiçbirinden kabul edilmeyecektir."(11)


Şimdi fırsat bizim elimizde, istediğin kadar zikredip, kelimei şehadet getirebilirsin; ama ölünce dünya dolusu altın versen bir taneye izin yok. Peki, bu kıymetli vakitleri, Kur'an'sız, zikirsiz, boş lakırdılarla geçirmek ne büyük bir kayıp değil mi?


Firavun yıllarca saltanat sürdü, bu rahatlıkta bir kere bile Allah demedi de, tam denizde boğulacakken, kendisine âhiretten perde açılınca, işte o vakit Firavun'un aklı başına geldi ve: "Benî İsrail'in iman ettiği ilâha ben de iman ettim. O'ndan başka ilâh yok"(12) dedi. Ama ona "Şimdi mi?! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun."(13) denilerek imanı kabul edilmedi. Tabiri caizse, "Geçti Bor'un pazarı, sür eşeği cehenneme" denildi.
Kişinin son nefesinde zikirle ölebilmesi için, ömrünü zikirle geçirmesi lâzım ki, o zikir onun kalbinde ülfet ve ünsiyet tutsun, kalbinde yer etsin ve son nefesinde de Allah'ı zikretsin.


Yoksa insan bütün vakitlerinde toptan, poptan, bahsederse, faize, dövize kafa yorarsa, kadını, kızı hayal ederek ömrünü geçirirse, son nefesini nasıl zikirle verecek?!
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35

Yoksa insan bütün vakitlerinde toptan, poptan, bahsederse, faize, dövize kafa yorarsa, kadını, kızı hayal ederek ömrünü geçirirse, son nefesini nasıl zikirle verecek?!
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Kurtuluşuna sebep olan şeyin, "zikir" olduğu ise, başka bir âyeti celile'de şöyle açıklanmıştır: "Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı, muhakkak balığın karnında, insanların diriltilecekleri güne kadar kalacaktı."(9) Demek ki sadece balığın karnına düşüp, sıkıntı ve darlık içindeyken değil, ondan önce rahatlık zamanında da, Allahu Teâlâ'yı çok zikredenlerdendi...
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Çünkü Allahu Teâlâ bizi ona göre programlamıştır. Nefes alıp verirken "Huu" diye almıyor muyuz? İşte bu "Hu" lafzı
Alahu Teâlâ'ya delalet eder. Nefes alıp vermeden kim yaşayabilir?


Rivayet edilir ki, hayvanların ömrü zikirleri adedincedir. Kaç adet zikri varsa, onu tamamlar ve ölür.

Merkebin bir günde beş bin defa Allah'ı zikrettiği rivayet edilir. Belki bu hayvanı beğenmezsin; ama çoğundan fazla Allah'ı zikrediyor.
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
HER ŞEY O'NU ZİKREDİYOR


Bir şeyh Efendi, müridlerini imtihan kastıyla onlara "Çiçek getirin." diye emretti. Müridlerin hepsi dağıldılar ve bir müddet sonra ellerinde birer çiçekle şeyhlerinin huzuruna çıktılar.

Fakat onlardan bir tanesi elinde sapı kırık bir çiçekle geldi. Bu mürid şeyhin en çok sevdiği, diğer müridlerin ise, çok kıskandıkları biriydi. Bu durumu gören diğer müridler "Şuna bak! Şeyhimize sapı kırık bir çiçeği lâyık görmüş." diyerek onu kınadılar. Şeyh Efendi, müridlerinden çiçekleri kabul ederken sıra o müridine gelince, "Niçin sapı kırık çiçek getirdin evladım?" diye sordu. O mürid, "Efendi Hazretleri, hangi çiçeğe vardıysam Allah'ı zikrederken buldum, yalnızca bu zikretmiyordu; onun için bunu getirdim." diye cevap verdi.
Çiçek dalında olduğu müddetçe Allah'ı zikrediyor.
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Evimizdeki kapılar, pencereler, tavanlar, lambalar, halılara varıncaya kadar hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. "Peki, biz bu zikirleri niçin duymuyoruz?" dersen, tüm bunlar kendi lisanı hâliyle Mevlâ'yı zikrederler. Nitekim âyeti kerimenin sonunda "siz onların tesbihini anlamazsınız." buyrulmuştur.
Ekâbirden bazı zatlar, "Eğer insanlar evlerinde bulunan eşyaların tesbihlerini duysalardı, kendilerinden geçerlerdi." demişlerdir.

 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Bir başka ifadeyle Allahu Teâlâ'nın bir kulunu sevdiğinin alâmeti, o kulun Allah'ın zikriyle meşgul olmasıdır


Zikirde önce kul, sonra Mevlâ; muhabbette ise, önce Mevlâ, sonra kul gelir. Yani kul önce Mevlâ'sını zikredecek ki, Mevlâ da onun kalbine muhabbetini koysun; böylece o da Rabbisini sevebilsin.

Çünkü muhabbet, Allah vergisidir, onu kalbine koyacak olan Allah'tır. İşte bu da senin zikrine bağlanmıştır.

Yani Mevlâ'yı ne kadar zikreder ve anarsan, o kadar O'na yakın ve sevgili olursun. O hâlde zikir, Allah'ı sevmenin yolu, sevdiğini yâd etmenin usûlüdür.
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
GAFLETİ YOK ETMEK VE
KOVMAK
Hani anlatılır: Adamın bir tanesi ölüm döşeğinde iken "Demeti beş lira! Demeti beş lira!" diye sayıklayarak ölmüş. Son nefesini niye böyle vermiş? Eee adam ömrünü pazarda "Demeti beş lira!" diye bağırarak geçirince, son nefesini de böyle veriyor. Peki, böyle demese miydi? Desin elbette, ama "Allah" da desin, "Lâ ilâhe illallâh" da desin. Böylece ağız zikre alışsın ki, son anda diline o gelsin. Zira Efendimiz "Yaşadığınız gibi öleceksiniz." buyuruyor





Bu arada şunu da belirtelim ki; zikrin pek çok çeşidi vardır. Zikir, Allahu Teâlâ'yı sadece lisanla anmak değildir.


Tüm uzuvlarımızı Allah'ın emir ve yasaklarına uygun şekilde kullanmak da zikirdir. Zikrin iki kanadı olduğunu kabul edersek, bu kanatlardan biri Allah'ın emirlerine uymak,
diğer kanat ise, haramlarından kaçmaktır.

Lisanıyla Allah'ı zikredip, harama helâle dikkat etmeyen, insanların hakkına hukukuna tecavüz edip, haramlarla meşgul olan kimsenin, lisanı ile hâli tezat teşkil eder. Zira zikirden maksat, Allah'ı bilmek ve O'nun emirlerine tâbi olmaktır. Yoksa zikir, sadece tesbih dolaştırmak değildir.​





Zikrin çeşitleriyle alâkalı olarak Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi Kuddise Sirruhu Hazretleri, "Mevlâ Teâlâ anılarak, kast ve yâd edilerek işlenen her iş, söz, sükut ve hareket Mevlâ'yı zikir sayılır. Herhangi bir uzvu hak için kullanmak, o uzvun zikridir.


İşte bu vechile zikrin kaynağı, çeşitleri ve mertebeleri pek çoktur ve Mevlâ tarafından emir buyrulan zikri kesir (çok zikretmek) bu şekilde meydana gelir." buyurmuştur.
Yine bununla alâkalı olarak İmam Rabbânî Hazretleri şöyle buyuruyor: "Hangi şekille olursa olsun zikirden gaye, "gafleti yok etmek ve kovmak" tan ibarettir.


Yoksa zikir, zannedildiği gibi sadece "Lâ ilâhe illallâh" veya "Allah" kelimelerini tekrardan ibaret değildir

Öyleyse Allah'ın emrini yerine getirmeyi, yasaklarından kaçınmayı ifade eden her şey zikrin şümulü içindedir."
Rabbim bizleri, fuzûlî ve malayâni lakırdılar ederek vakit geçirenlerden değil, dilleri Allah'ın zikriyle ıslak kalan salih kullarından eylesin... Fî Emanillah!​
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Allahü teala razı olsun.Müsaadenizle birkaç birşey eklemek istiyoruz.Hakkınızı helal edin kardeşim.[
B]
İmam-ı Rabbani(Kuddise Sirruh)hazretleri Mektubat kitabı 165.Mektupta buyuruyor ki;
Fârisî beyt tercemesi:

Ortalık aydınlanınca olur belli,
herkesin geceyi, kimle geçirdiği!

Bu dünyâ malları, mülkleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Âhıretde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayât, eğer dünyâ ve âhıretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olarak geçirilirse, se’âdet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtuluş umulur. Yoksa, Ona tâbi’ olmadıkca, herşey hiçdir. Ona uymadıkca, her yapılan hayr, iyilik burada kalır, âhıretde ele birşey geçmez.
Allahü teâlâ, bize ve size, mi’râc gecesi gözleri Ondan kaymayan, insanların efendisine “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” hem zâhirde, hem bâtında uymak nasîb eylesin! Fârisî mısra’ tercemesi:

İş budur, bundan başkası hiçdir!

Allaha tevekkül edenin yâveri Hakdır.
Nâ-şâd gönül, birgün olur, şâd olacakdır.

Yine 206.Mektubunda.
Yâ Rabbî! Ölüm bizi uyandırmadan önce, sen bizi uyandır! Peygamberlerin efendisi “aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihissalâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve efdalühâ” hurmetine, düâmızı kabûl eyle! Tatlı olan mektûbunuz ve kıymetli yazılarınız gelerek bizleri sevindirdi. Buna karşılık olarak, Allahü teâlâ, size iyilikler versin!

Kardeşim! İnsanları dünyâya, yalnız yiyip içmek için ve giyinip süslenmek için göndermediler. İstediklerimizi toplamak, sevdiğimiz şeylerle keyflenmek ve oynayıp zevklenmek için yaratılmadık. İnsanların yaratılması, Allahü teâlâya karşı aşağılığını, gücü yetmezliğini, muhtâc, zevallı olduğunu göstermeleri içindir. Kulluk da, bu demekdir. Fekat, bu kulluk, Muhammed aleyhisselâmın islâmiyyetinin izn verdiği gibi olmalıdır. Yoksa, müslimân olmıyanların yapdıkları riyâzetler, mücâhedeler, bu parlak islâmiyyete uygun olmadığı için, zarar ve ziyândan başka sonu olmaz. Pişmân olmakdan, üzülmekden başka birşey kazandırmaz. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at denilen doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak i’tikâdı düzeltdikden sonra, ibâdetleri yapmakla berâber, kalbi Allahü teâlânın zikri ile süslemelidir. Tesavvuf yolunun büyüklerinden alınan vazîfeyi sık sık tekrarlamalıdır. Bu büyüklerin yolunda, sonda ele geçecek olanlar başlangıcda yerleşdirilmişdir. Bunların bağları, başkalarının bağlarından çok üstündür. Kısa görüşlü olanlar, inansa da, inanmasa da, bu böyledir. Maksadımız, dostları teşvîkdir. İnanmıyanlara bir diyeceğimiz yokdur. Fârisî beyt tercemesi:

Masal sanana, masal gibi olur,
Kıymet bilene, çok fâideli olur.

Sözün kısası şudur ki, âhıretde kurtulmak, çok zikr etmeğe bağlıdır. Enfâl sûresinin kırkaltıncı âyetinde meâlen, (Allahü teâlâyı çok zikr ediniz ki kurtulasınız!) buyuruldu. Bunun için, çok zikr etmek lâzımdır. Buna mâni’ olan herşeyi düşman bilmelidir. Âhıretde kurtulmanın ilâcı, işte budur. Bizden, ancak söylemekdir. Fârisî beyt tercemesi:

Zikr et zikr, bedende iken cânın,
Kalb temizliği, zikrîledir Rahmânın.

Ra’d sûresi, otuzuncu âyetinde meâlen, (Biliniz ki kalbler zikr ile râhat bulur) buyuruldu. Allahü teâlâ, size bundan başarı nasîb eylesin! Çünki, en lüzûmlu ve en kârlı iş budur.
[/B]
 

ping_pong

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Haz 2008
Mesajlar
691
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Allahü teala razı olsun.Müsaadenizle birkaç birşey eklemek istiyoruz.Hakkınızı helal edin kardeşim.[

Ortalık aydınlanınca olur belli,
herkesin geceyi, kimle geçirdiği!
İş budur, bundan başkası hiçdir!

Allaha tevekkül edenin yâveri Hakdır.
Nâ-şâd gönül, birgün olur, şâd olacakdır.


Masal sanana, masal gibi olur,
Kıymet bilene, çok fâideli olur.


Zikr et zikr, bedende iken cânın,
Kalb temizliği, zikrîledir Rahmânın.

Ra’d sûresi, otuzuncu âyetinde meâlen, (Biliniz ki kalbler zikr ile râhat bulur) buyuruldu. Allahü teâlâ, size bundan başarı nasîb eylesin! Çünki, en lüzûmlu ve en kârlı iş budur.

Kardes Allah c.c sizdende Razı olsun
Hakkım varsa helal olsun
ekledıgınız yazı cok güzel
baska varsa ekleyın istifade edlim =)
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
43
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Allahü teala razı olsun ablacım.Teşekkür ederiz.İnşallahü teala sırası geldikçe ekleriz müsaadenizle selametle kalın..
22
YİRMİİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, Lâhor müftîsi şeyh Muhammedin oğlu şeyh Abdülmecîde yazılmışdır. Rûhun nefse niçin bağlanmış olduğu ve bunların yükselmelerini ve inmelerini ve cesedin ve rûhun Fenâ ve Bekâlarını ve Da’vet makâmını bildirmekdedir:

Nûr ile zulmeti birlikde bulunduran Allahü teâlâ, her dürlü aybdan, kusûrdan uzakdır. Mekânsız, cihetsiz olan rûhu, cihetli olan, maddeden yapılmış olan bedene yaklaşdıran, Rabbimizi tesbîh ederiz. Zulmetli olan bedeni, nûrlu olan rûha sevdirdi. Nûr zulmete âşık oldu. Çok severek, onun ile birleşdi. Bu bağlantı ile, nûrun cilâsı artdı. Ona yakınlaşmakla, parlaklığı çoğaldı. Nûrun bu hâli, ayna yapılacak cama benzemekdedir. Cama parlaklık vermek için ve cismleri gösterebilmek kuvvetini kazanması için, önce toprak maddeleri ile sıvanır. Karanlık, katı toprak maddeleri ile sıvanan camın parlaklığı artar. Kıymetsiz, çamur gibi madde ile sıvanan camın kıymeti çoğalır. Parlak olan nûr, karanlık cesede bağlanınca, önceden Allahü teâlâya olan yakınlığını unutdu. Hattâ, kendi varlığını ve özelliklerini unutdu. Karanlık bedene olan sevgisine dalarak ve yalnız bir görünüş olan o heykele bağlanarak kendini unutdu. Onunla bir arada kalınca, kıymetini gayb etdi. Kötüleşdi. Bu dalgınlık çukurundan kendini kurtaramazsa, ona yazıklar olsun! Onun bedenle birleşmesi, yükselmesi için idi. Buna kavuşamazsa, yükselmeğe uygun olan yaratılışını bozarsa, yolundan saparsa, ona yazıklar olsun! Allahü teâlâ ona ezelde merhamet etdiyse, onu lutfüne, inâyetine kavuşdurdu ise, başını kaldırır, elinden kaçmış olan ni’metleri hâtırlar, eski hâline döner.

Arabî beyt tercemesi:

Hep seni düşünürüm, haccım ve ömrem sanadır.
Herkes taş toprak düşünür, kalbim senden yanadır.

Nûr bedenden yüz çevirip, mukaddes olan sevgilinin şühûduna dalarsa, ona bağlanırsa, karanlık bedeni de, o mukaddes makâma sürükler. Buraya olan sevgisi, karanlık bedene olan bağlılığını unutduracak kadar çoğalırsa, beden de onun nûrları ile aydınlanır. Nûrların müşâhedesinde kendini unutur.

Matlûbun huzûruna perdesiz olarak kavuşur. İnsan, şimdi hem cesedin, hem rûhun fenâsına kavuşmakla şereflenir. Bu fenâdan sonra, bu şühûd ile bekâ hâsıl olursa, fenâ ve bekâ temâmlanmış olur. Velî ismini almak hakkı olur. Vilâyet derecesine kavuşunca, iki şeyden biri olur: Yâ, tam şühûda dalar, kendini hep unutur. Yâhud, insanları Hak teâlâya çağırmak için geri döner. Geri döndükden sonra, bâtını Allahü teâlâ ile, zâhiri insanlar ile olur. Bu zemân nûr, kendisine karışmış olan zulmetden kurtulur. Matlûbuna, ya’nî Hak teâlâya döner. (Eshâb-ı yemîn)den olur. Kendisinin sağı solu yok ise de, hâli sağ olmağa uygundur. Çünki hayrları kendinde toplamışdır, kemâle kavuşmuşdur. Bu ikisi de sağda bulunur. Sağ mubârekdir. (Allahü teâlâ hakkında da, iki eli, mubârek olan sağ tarafdadır) buyurulmuş olması da bunun gibidir. (İki eli demek, Onun râzı olduğu, beğendiği şey demekdir). Mekânsız nûr ve bâtın dediğimiz rûhdur. Ciheti olan karanlık ve zâhir ise, nefs demekdir.

Süâl: Birinci kısmdan olan, ya’nî geriye dönmeyen Evliyâ da, âlemi biliyor, insanlarla birlikde yaşıyor. Bunların hep Allahü teâlâya bağlı olmaları ve kendilerini unutmaları ne demekdir?

İnsanları Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşdurmak için geri dönen Evliyâ ile bunların arasında ne fark vardır?

Cevâb: Kendilerini unutmak ve hep Allahü teâlâya bağlı kalmak demek, nefs rûhun nûrları arasına girdikden sonra, rûh ile nefsin birlikde, Allahü teâlâya teveccüh etmesi demekdir. Böyle olduğu yukarıda bildirilmişdir. Mahlûkları bilmek ise, his organları ve kuvvetleri ile ve hareket organları ile olur. Bu organlar, nefsin tafsîlidir. Nefsin arzûları ile işlemekdedir. Hulâsa olan, kuvvet merkezi olan nefs, rûhun nûrları altında Allahü teâlâyı müşâhede etmekdedir. Bunun tafsîli, açıkda olan kısmları, eski şü’ûru ile hareket etmekdedir.

Hulâsanın yok hâle gelmesi ile, onların hareketinde gevşeklik hâsıl olmuyor. Bu âleme rücû’ etmiş olan Evliyâ “rahmetullahi aleyhim ecma’în” böyle değildir. Bunların nefsi, mutmeinne oldukdan sonra, rûhun nûrları altından çıkıyor. Mahlûklar âlemine bağlanıyor. Bu bağlılıkla, insanları Allahü teâlânın rızâsına çağırıyor.

Nefs hulâsadır, toplulukdur dedik. His organları ve hareket organları ve kuvvetleri, nefsin tafsîlidir, açıkda bulunan parçalarıdır dedik. Çünki nefsin etden olan kalbe ya’nî yüreğe bağlılığı vardır. Yüreğin de, (Hakîkat-i câmi’a-i kalbiyye), ya’nî kısaca kalb veyâ gönül denilen latîfeye bağlılığı vardır. Yürek, gönüle olan bu bağlılığı sebebi ile, rûha da bağlanmış olur. Rûhdan gelen feyzler, bu bağlılıklar vâsıtası ile nefse gelir. Sonra nefsden organlara ve kuvvetlere yayılır. Bunlar nefsde hulâsa olarak mevcûddur. Bu anlaşılınca, Evliyânın iki kısmının başka oldukları anlaşılmış olur. Birincileri, sekr sâhibleridir, ya’nî şü’ûrsuzdurlar. İkincileri sahv sâhibleridir. Ya’nî şü’ûrludurlar. Birincileri dahâ şerefli, ikincileri ise, dahâ üstündür. Birincilerin hâli Evliyâlığa uygundur. İkincilerin hâli Peygamberliğe uygundur. Allahü teâlâ, bizleri Evliyânın kerâmetlerine kavuşmakla şereflendirsin ve Enbiyâya “salevâtüllahi teâlâ ve selâmühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ cemî’i melâiketil mukarrebin vel’ibâdissâlihîn ilâ yevmiddîn” tam uymakla yükseltsin! Bu satırları yazan düâcınızın, arabîsi, fârisîsinden dahâ güzel değil ise de, şerefli mektûbunuz arabî kelimelerle yazılmış olduğundan, mektûbumuzu da, sizin gibi yazdık. Sözümüz burada temâm oldu. Hepinize selâm olsun!
 

burak_55

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Mar 2009
Mesajlar
352
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
S.A
Allah razı olsun.Güzel bir konuya değinmişsin.
Allaha Emanet Olun.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt