Türkiye Ye Kuran Okutan Mübarek üstazimiz
Türkiye Ye Kuran Okutan Mübarek üstazimiz
TÜRKİYE YE KURAN OKUTAN MÜBAREK ÜSTAZIMIZ
"Aman Müslümanlık unutulup münkarız olmasın. Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat ruh ve akidesi sönüp, Müslüman çocukları bu meşaleden mahrum kalmasın."
İşte bütün hayatı bayunca bu iki cümlede özetlediği endişe ile hareket ederek büyük bir mücadele vermiştir Hilmi Tunahan Hazretleri
İşçi, personel adı altında okutmaya çalıştıklarıma zaman oldu vali maaşı kadar para verdim, yine de okumadılar. Hatta parayı alıp kaçanlar oldu. Bir ara acaba Allah'ın ilmini okuyacak insanlar bulamayacak mıyım diye ye'se düştüm. Bütün gayretimi kendi kızlarımı okutmaya verdim. Düşünüyordum ki onlar Allah'ın dinini, ilmini öğrenirlerse, hiç değilse kendi çocuklarını okutup yetiştirirler de bu hizmetler ila yevmi'l kıyame devam eder. '
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin bu ye'si kısa sürdü. Bir yandan binlerce tabele ile uğraşırken diğer yandan kızlarını da en iyi şekilde din eğitimi ile donattı. Bunlardan biri Ferhan i Hanımefendi'ydi. Şartların elvermeme- i si ve talebe bulamaması durumunda ilmine varis bırakmayı düşündüğü şu~ hayattaki tek evladı Ferhan Hanımefendi, ölüm yıldönümünde muhterem pederinin hayatını ve mücadelesini Aksiyon Dergisi'ne anlattı.
Süleyman Efendi, 16 Eylül 1959 yılında vefat ettiğinde arkasında iki kızı ile birlikte binlerce iyi yetişmiş öğrenci bıraktı. Fatih Sultan Mehmed Han'ın yanına defnedilme arzusu Bakanlar Kurulu'nun oluruna rağmen dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik'in tavrıyla engelıenince, Karacaahmet Mezarlığı'nda polisin açtığı kabre defnedildi.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin bütün amacı, Türk insanının, dinini en iyi şekilde öğrenmesiydi. Makam mevki peşinde olmadığını tarihe geçen şu sözüyle anlatırdı: "Hizmet muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun. "
Ferhan Hanımefendi de tıpkı pe deri gibi hayatını Kur'an hizmetine adadı. Bugün bütün zamanını hizmet dolduran Ferhan Hanımefendi'nin oğlu aracılığıyla pederi hakkında anlattıkları şöyle:
- Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, hayatını, ilmini miras bırakacağı talebeler yetiştirme üzerine kurmuştu. Bu konudaki çalışmalan hakkında bilgi verir misiniz?
Talim ve tedriste Osmanlı medrese usulünü hızlandırmış, çok süratli bir şekilde talebe yetiştirmede kendine mahsus usuller vaz etmiştir. Zamanın şartlarını değerlendirmek bakımından devrin maddi gelişmelerine uygun olarak 'Maddede sürat olur da manevi hizmetlerde olmaz mı?' anlayışını getirerek, eski usullere göre çok kısa zamanda bütün fenler, alet ve ali ilirnlerle donanmış talebe yetiştirmiştir. Talebeleri Diyanet İşleri Başkanlığı'nın müftülük ve vaizlik imtihanlarında üstün başarılar kazanarak aldıkları eğitimin değerini ortaya koyuyorlar ve hizmet yarışında yerlerini alıyorlardı. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, İslam ilimierini ihya hareketini İslam'ın tecdidi hamlesi saymış, hayatlarını ilme ve ilim ehli yetiştirmeye vakfetmi§ti. Ve 'flmin tasfiye edildiği bir cemiyette Islam ve iman yaşamayacağı için, böyle bir ortamda camiierin mevcudiyeti, suları kesilmiş, menbalan kurumuş, kurutulmuş çeşmelerden farksızdır' diyerek bu konudaki gayretlerini devam ettirmişti.
DÜNYAYA MÜJDEYLE GELIŞ
-Kökeninin Osmanlı Sarayı 'na kadar uzandığı biliniyor. Nesebi hakkında detaylı bilgi verir misiniz? Soyadındaki Han kelimesinin, nesebi ile ilişkisi var mıdır?
Neseben Fatih Sultan Mehmed Han'ın ' Tuna Han'ı' olarak tayin ettiği ve kızkardeşi ile evlendirdiği İdris Bey'e dayanmaktadır. Ve soyadını buna nispetle almıştır. Babası Hafız Osman Efendi, tahsilini devri n ilim merkezi olan İstanbul'da tamamlamış, sonra da bugün Bulgaristan sınırları içinde olan Silistre'nin meşhur Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik yapmıştır. Dönemin tanınan simalarındandır. İstanbul'da eğitimine devam ettiği bir sırada rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın göğe yükselip ışık saçmakta olduğunu görür. Uyandığında son derece heyecanlıdır. Çünkü bu rüya Osman E fendi için bir işarettir. Sulbünden hayırlı bir evlat gelecek, dünyayı aydınlatacaktır. Aradan yıllar geçer. Osman Efendi evlenir. Rüya hiç hatırından çıkmaz.
1888 yılında Silistre'nin Ferhatlar Köyü'nde sıradan bir evde hiç de sıradan olmayan bir çocuk dünyaya gelir. İlk bakışta hane reisi Osman Hocaefendi'nin dört erkek evladından biridir bu çocuk. Yıllar önce görülen rüya tecelli etmiştir. Bütün Türk ve Müslüman ailelerinde olduğu gibi adı Ezan-ı Muhammedi ile konur: Süleyman Hilmi... Osman Efendi, Süleyman Hilmi'de daha ilk yetişme çağlarında gördüğü alametler tecelli ettiğinden bütün ümidini ona bağlar. Gözbebeği gibi baktığı oğlu yetişecek, tıpkı rüyada gördüğü gibi dünyaya ışık saçacaktır.
- Bugünkü Bulgaristan sınırlan içinde doğan Süleyman Efendi Hazretleri'nin yetişme serüveni hakkında bilgi verir misiniz?
Hilmi Efendi, Silistre Rüşdiyesi ve Satırlı Medresesi'nde başladığı tahsil hayatına İstanbul'da devam etmek, ilmini kemale erdirmek için medreselerin bulunduğu İstanbul'a koşar. O zamanki adı Sahn-ı Seman olan Fatih Medresesi'nde eğitime başlar. Fatih dersiamlarından ve devrin büyük alimi Bafralı Ahmed Hamdi Efendi'den ders alır. Burayı birincilikle bitirir.
Süleyman Efendi ilim öğrenmek hususunda öylesine gayretlidir ki daha da i leriye gitmek ve zamanın tabiriyle dersiam, yani profesör olarak yetişrnek üzere Süleymaniye'de Medresetü'l Mütehassisin'in tefsir ve hadis bölümüne devam eder ve 1919 yılında buradaki eğitimi de birincilikle tamamlar.
Aynı yıllarda Medresetü'l Kuzat'ı yani bugünkü tabiriyle Hukuk Fakültesi'ni de bitirerek dersiam ve kadııık unvanlarını alır. Hayatının ilerleyen yıllarında uğruna büyük mücadeleler vereceği ilim hayatının öğrenme safhasından, öğret me safhasına geçer. Mezuniyetini müteakip İstanbul'da dersiam olarak vazife alır. Yıllarca hocalarından aldığı ilim emanetini talebelerine devretme zamanı gelmiştir. Bu onun hayat mücadelesinin temel düsturunu oluşturur.
- Tevhid-i Tedrisat Kanunu 'nın yürürlüğe girmesiyle medrese geleneği ortadan kalktı ve din eğitimi ağır yara aldı. Süleyman Efendi'nin tutumu nasıloldu?
1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle medreseler kapatılır. Süleyman Efendi de bir çok meslektaşı gibi vaizliğe tayin edilir. Talebeye hasret böylece başlar. İlim öğretme aşkını, ilmine varis bırakma mü cadelesini, İstanbul'un Sultanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Yenicami, Kasımpaşa Cami-i Kebiri gibi büyük camiIerde vaaz verip dinimizin emir ve yasaklarını öğreterek sürdürür.
- Tasavvujla ilişkisi nasıl başladı?
O bir din alimi olmakla beraber hala bir talebedir ve Selahaddin ibn-i Mevlana Siracüddin Efendi'nin sohbetlerine devam ederek tasavvuf yolunda yetişir. Silsile-i Sadad'ın 32. halkası olan Siracüddin Efendi'nin cismani nisbetle, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri'nin de ruhani nispetle bağlısıdır.
"AMAN MÜSLÜMANlıK UNUTULMASıN"
- Talebe yetiştirme faaliyetine nasıl başladı? Bu husustaki gayretleri konusunda neler anlatırsınız?
1924 senesinde medreseler kapatılıp dini öğreten müessese kalmayınca, Süleyman Efendi'nin hayatında da sıkıntılı dönem başlar. O günlere ait en büyük endişesini şöyle dile getirir: "Aman Müslümanlık unutulup münkarız olmasın. Ehli Sünnet ve'l Cemaat ruh ve akıdesi sönüp, Müslüman çocukları bu meşaleden mahrum kalmasın." İşte bütün hayatı boyunca bu iki cümlede özetlediği endişe ile hareket ederek büyük bir mücadele vermiştir. Onun yegane gaye ve gayreti İslam'ı öğretmek, ilmini miras bırakabileceği talebeler yetiştirmekti. Ta Selçuklu Türkleri'nden beri Müslüman Türk milletinin en büyük ideali olan Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat akidesinin muhafaza ve ilası onun de en büyük emeli idi. Zira kendileri, bu ruh ve akideyi milli beka davamızın yegane teminatı olarak kabul ve tavsif ederlerdi. Talebeleri onun vazife anlayışını şöyle anlatırlar: Unutulan sünnetleri ihya, kaybolmaya yüz tutan İslam ilimieri ve iman hakikatlerini Ehli Sünnet ve'l Cemaat usulü ve üslubu üzerine tecdid, batıllar, bidatlar, Allah ve din düşmanı zalimlerle mücadele onun başlıca vazifesi olmuştur. Talebelerinit verdiği vazife şuuru da bu cümlelerle özetlenebilir.
- Medrese arkadaşları Süleyman Efendi'ye faaliyetlerinde nasıl yardımcı oldular? Resmi makamlarla ilişkilerini nasıl yürüttü?
Süleyman Efendi medreselerin kapatıldığı günlerde Dersiamlar Cemiyeti Umumi Katibi'dir. 520 dersiamın üye olduğu cemiyet son kez toplanır. Süleyman Efendi azalara hitaben bir konuşma yapar. Kendisi o günleri şöyle anlatırdı: " Medreselerin kapatıldığı günlerde Dersiamlar Cemiyeti Umumi Katibi idim. Bu cemiyete üye yüzlerce dersiam vardı. Hepsine haber gönderdim, bir kısmını da topladım. Kendi imkanlarımızIa üçer-beşer talebe 0kutmaya devam edelim, böylece binlerce talebe olur dedim. Kimisi korktuğundan kimisi de 'Bu iş artık bitmiştir. Biz ne yapabiliriz' diyerek yanaşmadılar. Bazısı da açıkta kalıp geçim darlığından perişan oldu. İsten~ len gayret gösterilemedi ve gereken hizm~ J" yapılamadı.
Korkmayanlar öldü de, korkanlar sanki çok mu yaşadılar? Korku fayda yerine zarar getirir. Hem bizler, şartlar ne olursa olsun din hizmetiyle memuruz. Hizmet bizden, muvaffakıyet ve hidayet Allah 'tan. Allah yolunda cihad ve takva kurtuluşa ve beklenmedik yerden rızka vesiledir.
İşte bütün bunlar olup biterken medreselerin kapatıldığı günlerde yüzlerce üyesi bulunan dersiamlar cemiyetinin mes'ul-ümurahhası idim. Dersiamları toplamaya çalıştım ve onlara şöyle dedim: Sizler bu memlekette dinin bir nesil boyu garantilerisiniz. Her birimiz köyümüzden, kasabamızdan getireceğimiz hısım, akraba çocuklarından birer, ikişer kişiyi müstahtiem namı altında dahi olsa okutabiIir, hiç değilse bir nesil daha İslam ilimIerininin devamını sağlayabiliriz. Bu maksatla müşterek bir telgrafla merkezi hükümete başvuralım. "
- Resmi makamların Süleyman Efendi'nin gayretleri karşısındaki tutumu nasıldı?
Dersiamlardan bazılarının imzaladığı, bazılarının da korkup imzalayamadıkları müracaat metninde 'Devletimiz harbi umumiden yeni çıkmıştır. Mali durumu maaş vermeye elverişli değildir. Ancak biz isim ve imzaları bulunan dersiamlar hiçbir ücret talep etmeden Müslüman çocuklarından arzu edenlere din dersi vermeye hazırız' denilmekteydi. Cevap tez gelir ve olumsuzdur: 'Memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüktedir. Hilafina hareket şiddetle ceza-i müstelzimdir. '
Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Süleyman Efendi boş durmaz. Bir taraftan Istanbul'un selatin camilerinde vaaz ve sohbetleriyle halkı irşada gayret eder, diğer taraftan da etrafına topladığıtalebelerine kah evinde, kah bir cami cresinde, kah bir ahbabının evinde ders okutarak talebe yetiştirmeye gayret eder. Bir müddet okuttuklarını derhal Anadolu'ya gönderir, onların da aynı minval üzere, yerine göre köyde, yerine göre dağ başında bir çalı dibinde Müslüman çocuklarına dinini, diyanetini öğretmelerini temine çalışır. İleride müesseseleşerek memleketşümul hiBe gelen Kur'an kurslarındaki hizmet kadrosunu ilk mayalama devresi işte o devredir.
Süleyman Efendi, Allah'tan başka kimseden korkmadı. En büyük endişelerinden biri de "Talebe yetiştirmeden vefat edersem Rabbim bana 'İlmine kimi varis bıraktın' diye soracak olursa ne cevap vereceğim?" olmuştur. Bu hizmetleri ifa amacıyla Çatalca'nın ..ı.nan köylerinden Toros~'a kadar memleketi adım adım dolaşarak dini öğretmiştir. Hatta Çatalca'da Kabakça Çiftliği, Toroslar'da da mandıra kiralayıp talebelerini de işçi göstererek derslerine devam etmiştir. Onun için ilmini miras bırakacağı kişiler çok önemliydi. Çünkü onlar Islam'ı yaşayıp yaşatacaklardı. Ve bu ilim ancak yine talebeleri vasıtasıyla kıyamete kadar devam edecekti.
Çatalca'nın ormanlık bölgesinde Kabakça, İnceğiz köylerinde çiftlikler kiralamış, işçi görünümü altında dini ilimler tedris edilmiş ya da başka ticari faaliyetler altında din ilimierine hadim olabilecek insanlar yetiştirmeyi hedeflemişlerdir.
Bu hizmetlerde kendisine maddi, manevi en büyük destek, refikası Hafize Sultan Hanımefendi'den gelmiştir.
Maddeten çok varlıklı bir aileye mensup olan Valide Sultan, ebeveyninden kendisine intikal eden bütün servetlerini Allah yolunda hizmetlere harcaması için daima yardımcı olmuşlardır.
DiN-DÜNYA BÜTÜNLÜGÜ
- Hayatını vakfettiği talebelerine bakışı nasıldı?
Süleyman Efendi için talebeleri çok kıymetliydi. Onlardan 'Evladlarım' di ye sözederdi. Evladlarının din ilimIeri sahasında yetişmelerini arzu ettiği gibi dünya işlerine de vakıf olmalarını isterdi. Talebelerinin yabancı dil öğrenmelerini teşvik eder, devrinin bütün ilim ve fennine vakıf olmalarını arzu ederdi.
- Günlük gelişmeleri takip eder miydi?
Yurtta ve dünyada gelişen olayları titizlikle takip ederdi. Her türlü sapık cerayanlarla mücadele ve dini, tarihi hakikatlerin kitlelere duyurulup öğretilmesi için çıkan kitap, gazete ve mecmua gibi yayın vasıtalarını aldırırdı. Bunların ya şayıp gelişmesi için her türlü maddi manevi fedakarlığı yapardı.
- Nasihatlerinde, üzerinde en çok durduğu nokta ne idi?
Talebelerine yaptığı nasihatlerde şöyle derdi: Evladlarım; duracak, kaybedecek zamanımız yok. Vazifemiz bataklığa düşmüş Ümmet-i Muhammed'in evladlarını ellerinden tutup bu bataklıktan çıkarmaktır. İlk talebeleri tüccar, esnaf, demirci, kalaycı, dülger gibi çoluk çocuk sahibi yaşlı insanlardı. Zamanla yaş ortalaması gençleşti ve cami kürsüleri onun talebeleriyle, saçı sakalı ağarmışların yerine daha bıyığı bile terlememişgencecik hatiplerle tanıştı.
- Çeşitli kerametleri dilden dile dolaşıyor. Kendisinin kerametlere bakışı neydi?
O büyük bir gönül ve dava adamıydı. Onun azmi karşısında dünyevi hiç bir güç duramazdı. Nitekim dine daha 1924'lerde başlayan zulme rağmen 1934'de teşkilatlanan kurslar yurdun dört bir yanında hizmet vermeye başladı. Büyük bir veliydi. Ama asla enfüsi ve afaki kerametlere önem vermezdi. Evladlarına; "Zinhar keramete talip olmayın. Bizim ve sizin talip olacağınız tek keramet vardır. O da Ümmet-i Muhammed'in evlatlarına Füyuzat-ı Muhammediye'yi aşılamak ve din-i İslamı öğretmektir. Bizden keramet istiyorlar; bizden keramet istemek, ağacın kökünden meyve istemeye benzer. Ağacın kökünden meyve istenir mi? Meyve dallarında olur" derdi.
- Süleyman Efendi 'nin matbu eseri pek bilinmiyor. Bunun sebebi konusunda ne söylemek istersiniz?
Süleyman Efendi'nin hayattayken yazıp bastırdığı matbu tek eseri 'Yepyeni Usullerle Kur'an Harf ve Harekeleridir'. Okuma yazma bilen herkesin tek başına Kur'an okuyup öğrenmesini sağlayan bu pratik eserden bugüne kadar milyonlarca nüsha basılmıştır. Niçin kitap yazmadığını soranlara şu cevabı vermiştir: "Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallarda satıldığını, çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanıp küflendiğini gördüm. Medreseleri kapatılmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimieri yok olmaya yüz tutmuşzamanımızda, kitap yazmaktansa, yazılan eserleri anlayıp, anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebeler yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.