Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

üstadımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) H.znin Hayatı Kendisi Hakkında Birçok Konu (2 Kullanıcı)

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Parayla Talebe Arayan Mübarek üstazimiz

Parayla Talebe Arayan Mübarek üstazimiz

"PARAYLA TALEBE ARADIM"
İslam'ın 5 temel şartının bile yerine getirilemediği, bir hatim ve yağmur duası merasiminin bile tertiplenemediği, kişinin kendi evlatlarına bile Kur'ân öğretemediği bir hürriyetsizlik dönemiydi. Yaplan baskılardan dolayı çoğu hoca hocalığını, çoğu müslüman da islamî yaşantısını gizlemek zorunda kalmıştı. Bütün baskı ve sıkıntılara göğüs geren asrın büyük alimi Üstaz Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ise bakın bu içler acısı dönemi nasıl anlatıyor; "Okutma imkanı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi, meb’us maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim yine bulamadım. Korktukları için parayı alıp kaçıyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Fakat sonradan Cenab-ı Hakk sebepler halketti ve okutma imkanı buldum. Yaşlılardan başladık gençler daha sonra geldi. Ve şimdi yürüyor... Bütün bunlar Cenab-ı Hakk'ın bize lütfudur" Süleyman Efendi, bir yandan camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışırken, diğer yandan gizli polis teşkilatının amansız takipleri de sürüyordu. İlmiye sınıfının ilk tohumları şekillenirken, tutuklamalar, nezaretler, sorgular, işkenceler, zulümler onun azimli ve şerefli direnişi karşısında eriyip gidiyordu. Artık çabalar meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu öyle bir meyve veren ağaç olacaktı ki, her geçen gün daha da güçlenecek ve kısa zamanda dünyanın en ücra köşelerine kadar kökleri uzanacak ve insanlığın kurtuluş ve saadeti için umut abidesi haline gelecekti. Kendisi de öyle diyordu Süleyman Efendi’nin, "Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammedin evlatları bir sel gibi Cehenneme akıp giderken, bu duruma seyirci kalamayız. Bu selden ne kurtarırsak kârdır" Baskıların arttığı ve işkencelerin yapıldığı bu karanlık dönemde Efendi Hazretleri'nin en büyük destekçilerinden olan eşi Hafize Sultan, "60 talebenin bir arada huzur içerisinde sıkıntısız olarak ders okuduğunu görürsem 60 kurban keseceğim" demişlerdi. Süleyman Efendi Hazretleri'nin bütün bu çileler içinde tek ve en mühim faaliyeti hiç şüphesiz Kur'ân Kursları olmuştur. Nitekim 1936 yılında başladığı dini irşad hizmetlerinde vefatına kadar defalarca arama, tahkikat ve mahkeme sorgulamasına tabii tutulmuş hemen hepsinde de beraat etmiştir. Buna mukabil, talebeleri ve bağlıları tarafından yurt sathında ve dünyanın çeşitli bölgelerinde açılan binlerce Kur'ân Kursu, devletin boş bıraktığı bu hizmeti omuzlayıp önemli neticeler almışlardır.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
stamızın mübarek Muhtelif Tavsiyeleri

stamızın mübarek Muhtelif Tavsiyeleri

Oğlum! ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlâ’nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah ve Rasûlune yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise Âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölgede beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin.

Bizim vazifemiz aşı yapmaktır. Zorla ağaç meyve vermediği gibi insan da zorla irşâd olmaz. Zorla yapılan iş semere vermez. Aşı ise iki kısımdır. 1-Nûr, 2-Zulmet. Zulmetin aşısıyla meşgul olanlar çok. Neticesi vahim olan bu işle başlarına bela bulanlar, sayılara sığmıyor. Biz nûr aşısıyla meşgûlüz. Ağacı, güzel meyve vermeye zorlayıp sopa ve balta ile vurulsa, altına ateş yakarak tehdit edilse, bozuk meyvelerini iyi yap, iyi çıkar, tenbih ve tehdidinde bulunulsa, hiç kâr etmez. Ancak aşılamak suretiyle meyvesi değişip, menfaat hasıl olur.
Şöyle düşünmeli: Ya Rabbi! Âciz kulunu Ümmeti Muhammede hizmet etmeye muktedir kıl. Eğer "Yâ Rabbi bana ilim ihsan et" denirse, şahsi menfaate taalluk edeceğinden, rızâyı ilâhiye muvâfık olmaz. Zira her ilim sahibi bu ümmete hizmet etmiş değildir, edemez. Bu itibarla da rızâ-yı Bâriyi bulamaz. İlim ve cennet istemek menfaati şahsiyedir. Gaye ise rızâ-yı Bâridir.
Bizim yolumuz, imân, İslâm ve Ahlak-ı Muhammediyeyi aşılamaktan ibarettir.
Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İstisnasız her müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler.
Biz akla ve zekâya kıymet vermeyiz. Salıverdin mi evinin yolunu bulabilecek kadar aklı olsun kâfidir.
Hak’tan korkan, halktan korkmamalı. İşini düzgün yapanın, içi de düzgün olur.
Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i Sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız.
Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allahın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
Dini dünyaya âlet eden hocalar, halkı kendilerinden soğuttular. Bir şeyler alır da vermez diye, esnaf bunlara yüz vermez ve kaçar hale geldi. Siz öyle olmayın. Maddeyi maneviyata karıştırmayın.
"Her koyunu kendi bacağından asarlar" sözü yanlıştır. Dinimizde neme lazım demek yok. Bana lazım demek vardır.
Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyzi ilâhiyi çekecek.
Ben size "eceztü" dediğim zaman sizler alim olmadınız, ilmin anahtarlarını almış oldunuz. Bu aldığınız anahtarla Anadolu’ya gidecek, büyük büyük kitapları açacaksınız ve onun içindeki hakikatleri Ümmet-i Muhammedin evladına anlatacaksınız.
Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabında ortasını anlamak kolaylaşır.
Şimdiye kadar müslümanları hakir görmüşler; üstü başı pejmürde, kirli, paslı insanlar olarak millete tanıtmaya çalışmışlardır. Benim evladlarım tertemiz giyinip gezecekler, yolda, sokakta yürürken gayet vakûr bir şekilde ilerleyecekler. Müslümanlığın şahsiyetini, bu millete tanıtacaklar, onu hakkı ile temsil edeceklerdir.
Macaristan vaktiyle müslümandı. Fakat bir gün geldi orada yalnız zâhiri ulemâ kaldı. Zâhiri ulemâ maneviyattan mahrûm olduğu için dengeyi tartamadı. Ve işte gördüğünüz gibi hıristiyan olup gittiler. Bu din maneviyatsız muhâfaza edilemez.
Sırf bâtınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zâhirle meşgul olanlar gâfildir. Kemâlat her ikisinin birleşmesindedir.
İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.
Din asıl, dünya ve siyaset fer’idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
Yemek yerken, su içerken "ibadet için kuvvet olsun yâ rabbi" diye, Mevlâ’nın huzûrunda olduğunu düşünmek lazım.
Emir vermeye alışmayın. Ben vâlidenizden su dahi istemem. Emir vermekle sözün rûhu ölür. İhbar, emirden daha müessirdir. Misâl: "Benim oğlum sigara içmez değil mi?" gibi.
"Yâ Rabbi! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma!"
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazimizin Mübarek Hatiralarindan.(2)

üstazimizin Mübarek Hatiralarindan.(2)

Hz. Üstazımız birgün vapurda o zamanın İstanbul İmam Hatip Lisesi müdürünü görmüş ve yanına gitmiş. "Celallenerek ve bastonunun tersini karnına dayayarak, "Sizin ne yaptığınızı biliyoruz. Amma biz olduğumuz müddetçe bunu yapamayacaksınız".
Ve yanındaki Abdurrahman Şeref Laç'a "bunlar dinin geriye kalan kısmını mihraptan yıkmak istiyorlar" diyor. Ve onun mason olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor. "Benim İngiltere'nin İskoç kentinde masonların merkezinde resmim vardır. Altında bu adam siyonizmin en büyük düşmanıdır, öldürülmelidir yazıyor" diyor.ALLAH mübareğin şefaatlerine nail eylesin inşALLAH.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Mübarek üstazimizin Künyesi Ve Seceresi

Mübarek üstazimizin Künyesi Ve Seceresi

KÜNYESI

Ebu’l-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (K.S.) Hazretleri, yakin tarihimizde, zamaninin Islâmî ilimlerini tahsil ederek, ilimde en ileri noktaya varmis; müderris, dersiâm, hukûkçu, hadîs ve tefsîrde mütehassis bir Islâm âlimi, tasavvufta Naksibendî silsilesinin 32. halkasi Buhârali Salâhuddin Ibn-i Mevlânâ Sirâcüddin Hazretleri'nin en büyük halîfesi, vekîli, bu silsilenin 33. ve son halkasidir.


SECERESI

Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Efendi Hazretleri, Rûmî 1304 (Mîlâdî 1888) yilinda -bugün Bulgaristan sinirlari içinde kalan- Silistre’nin, Hezargrad kasabasinin, Ferhatlar köyünde dünyaya gelmistir. Pederi, tahsilini Istanbul’da tamamlamis, Satirli Medresesin'de yillarca müderrislik yapmis, Hocazâde Osman Efendi'dir.

Osman Efendi, gençlik yillarinda Istanbul’da tahsilde iken bir rüya görür. Rüyâsinda vücûdundan kopan bir parça gökyüzüne yükselmis, oradan dünyaya isik saçmakta… Osman Efendi, bu rüyayi kendi sulbünden dünyaya gelecek hayirli bir evlat mânâsina yorar ve Silistre’ye döndügünde evlenir. Dünyaya gelecek çocuklarindan hangisinin rüyâda gördügü, isik saçan evlada uygun düsecegini takibe baslar. Fehim, Süleyman Hilmi, Ibrahim, Halil isimli dört erkek ve Zâhide isminde bir kiz evladi dünyaya gelir.

Bu çocuklarinin içinden Süleyman Hilmi dünyaya gelip de, yetismeye baslayinca, tespit ettigi alâmetlere göre bütün ümidini ona baglar. O kadar ki; Süleyman Efendi Silistre’de Satirli Medresesi'nin ilk siniflarinda iken, babasinin huzûruna her çikisinda onun ihtirâmla ayaga kalktigina ve “Buyurun Süleyman Efendi oglum…” diye fevkalâde bir iltifat ve alâka gösterdigine sâhit olur. Süleyman Efendi, bu halden o kadar mahcûptur ki, babasinin huzûruna girmek için, onun basini egerek kitap okudugu, mangala cezve sürdügü veya baska bir isle mesgul bulundugu anlari seçer olmustur.

Süleyman Efendi Hazretleri'nin dedeleri, Kaymak Hâfiz diye taninan Mahmut Efendi isimli bir zât olup, 110 yaslarina dogru vefat etmistir. Büyük dedeleri, Seyyid Idris Bey'dir. Idris Bey, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafindan Tuna hâni nasbedilmis ve kendisine kiz kardesi tezvic edilmis bir zâttir. Fâtih Sultan Mehmed Hazretleri padisahligi zamaninda, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e olan sevgilerinden dolayi “Yeryüzünde evlâd-i Resûlden kimler kaldi” diye arastirmis, seceresine hiç sâibe ve süphe karismamis oldugunu tespit ettigi Seyyid Idris Bey’i bulmus ve kizkardesi ile evlendirerek, Tuna havalisine hân tâyin etmis; o bölgenin vergi ve sair mükellefiyetlerini tedvir için vazifelendirmistir. Bu vazife, Süleyman Efendi'nin babasi Osman Efendi’ye kadar devam etmistir.

Süleyman Efendi Hazretleri'nin seceresi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in pâk nesline dayanmaktadir. Pederleri tarafindan Hz. Hüseyin (r.a.)'a nisbeti olup “Seyyid”, anneleri cihetinden Hz. Hasan (r.a.)'a nisbetleri bulunmakla “Serîf”tirler.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazimizin Mübarek üstazi Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin(k.s)

üstazimizin Mübarek üstazi Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin(k.s)

Buhara’lıdır. Nemengan’ın Tus bölgesinde dünyaya gelmiş bir Özbek türküdür. Şeyh Mazhar İşan Can-i Canan k.s. Hz. lerinin en büyük halifesi idiler. Altun Silsilenin büyük rütbesi ve 32’inci halkasıdır.
Devamlı istiğrak halinde, zamanın kutbu ve tayyi mekan sahibi idiler. Sabah namazlarının ekserisini bu suretle, yani tayyi mekan ile Kabe-I Muazzama’da kılarlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin in İngilizlerle anlaşarak Osmanlı Devletine ihanet ettiği 1. Dünya Harbi yıllarında Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin k.s. son haclarını da ifa etmek üzere Mekke-I Mükerreme de bulunuyorlar idi. Şeriflik iddiasındaki bu hain kendilerinin pek çok kerametlerini duymuş ve itibar edilir bir zat olarak tanımıştır.
Bu münasebetle kendisinden korkarak hapis ettirdi. Kapılara kalın zincir vurdurdu. Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracüddin k.s. kalın zincirleri kırmak suretiyle hapishane kapılarını açıp kaçma kerametini gösterdiler. Ve ertesi gün Altun oluk üzerine çıkıp ‘Evradı Fethiye’yi ‘Okumaya başladılar. Şerif Hüseyin tekrar yakalatarak bu defa çok daha sıkı tedbirler aldırdı ve tekrar hapishaneye koydurttu.
Şeyh Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin k.s. zincirleri tekrar parçalayıp hapishaneden çıktı.
Bunu duyan Şerif Hüseyin memlekete kaçmaması için çok sıkı tedbirler aldırdı. Bütün yollar tutuldu. Bütün bunlara rağmen Şeyh Salahuddin Ibn-i Mevlana Siracuddin k.s. Cidde’ den hareket eden bir gemiye aile efradı ile birlikte binerek memleketine dönmek üzere yola çıktı. Bu haber duyulunca gemi tepeden tırnağa arandı fakat buna rağmen gemide bulunamadı.

Hz. Pir k.s. baştan sona kadar aranan gemi ile memleketine sağ Salim döndüler. İngilizler tarafından geminin yanaşacağı limana bulunup yakalanması için telgrafla emirler verildi ise de yine bulunamadı. Şerif Hüseyin kendilerini buldurmak için bütün Hicazı alt üst etti. Bunu bildikleri için ona su manalı telgrafı çektiler.
- sağ salim memleketime döndüm, boşuna zahmet çekmeyiniz.

Kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Sultan II. Abdulhamid Han zamanında İstanbul’u teşrif ettiler ve Sultan tarafından bizzat Kabul edilerek sarayın müsafiri oldular. Sultan II. Abdulhamid Han Hz. İle birlikte o zamanın henüz medresede talebe olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerine, Nakşibendi yolunu talim buyurdular ve bir müddet İstanbul da kaldılar.
Ezeli takdir icabı kendisinden sonra Altun Silsilenin halkasını teşkil edecek olan Ebu-l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerinin terakki ve talimini temin ettiler.
20.inci asrin baslarında bu ziyaretler esnasında Osmanlı Devletinin basına gelen felaketler ve ileride gelmesi mukadder büyük dertler sebebiyle pek çok dua ve ilticalarda bulundular. Defalarca Erbain çıkardılar, Cenabı hakka yalvardılar, fakat bütün bunlara rağmen Ümmet-I Muhammed’in, üzerine gelmekte olan belaları hak ettiğinden Kader-i İlahi’nin tahakkuk edeceğini ve bunun önüne geçilmesinin mümkün olmayacağını Sultana izah buyurdular. Bu sebepledir ki Sultan Abdülhamit Han Hz. leri bir ihtilal ile tahttan indirildiğinden ihtilalcilere karsı koymamış “Zalike takdiirul Azilil Alim” ayetini okumakla iktifa etmişlerdir.
Şeyh Salahuddin İbn-i Mevlana Siracuddin k.s. Saraya müsafir olduğu günler İstanbul un en mühim ziyaret yerlerinden biri olan Ebu Eyyub Sultan Hz. lerinin kabrini ziyaret ettiler. Emrine Saray tarafından tahsis edilen araba ile Eyyüb Sultan’a giderken Haliç kenarında “Ya Vedud Baba” nin türbesini ve türbeye inen Fuyuzati İlahiyeyi görünce hayretlerini ifade ettiler.
- Bu zat kimdir? Diye sordular. Kendilerine,
- Evliyadan. ( Ya Vedud Baba’dır) cevabi verildi.

Ziyaretten dönüşlerinde tekrar ayni yerden geçerken yeniden ayni soruyu sordular. Bunun üzerine Maiyetindekiler ‘Efendi Hz. İhtiyarlığından galiba az önce sorduğunu ve bizim söylediğimizi unuttu’ diye içlerinden geçirdiler.
Selahüddin Hz. İse onların iç hallerine vakıf oldular. Bunun üzerine bindiği arabanın tekerleğinden bir miktar toprak alarak:
- Su sizin dünyanızdan gözlerime biraz toprak serpeyim de bari gördüklerimi bir daha unutmayayım, buyurdular.

Salahuddin Hz. Devamlı istiğrak halinde “Musteğrakiine fi zatillah makamında” oldukları için bu sözleri ile insanlarca mühim görülen pek çok şeye ehemmiyet vermediğini izah buyurmuş oluyorlar.
Halifelerinden Mirza Abdurrahim efendiyi (Tesbihçi Baba’yı) İstanbul da Ebul Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi Hz. lerinin yanına bırakarak Buharay a donen Salahuddin Hz., ömrünün son yıllarını Buhara da geçirmiş ve burada da vefat etmiştir.
Kabri Şerifleri Buhara da yüksek bir tepe üzerindedir.
Kaddesellahü Sirrahülaziz. AMIN
 

yalniz_yolcu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Şub 2008
Mesajlar
634
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
ALLAH RAZI OLSUN FAZIL ABİ ÜSTAZIMIZI BÖYLE DERİNLEMESİNE VE GÜZEL ANLATMAN ÇOK GÜZEL OLMUŞ RABBİM SENDEN RAZI OLSUN..TAMAMINI OKUYAMADIM AMA OKUDUĞUM KADARIYLA ÜSTAD HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİDE ÖĞRENDİM EVLADI OLMAK ÜMİDİYLE ABİ....SELAMETLE..
 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
selamünaleyküm kardeşim.

güzel ve değerli bir paylaşım oldu.selametle kalın.
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
S.A...

ÇOK GÜZEL BİR PAYLAŞIMDI RABBİM RAZI OLSUN..

BİZ TEDRİS YAPMIYORUZ...


SELAMETLE...


kişisel aktivite:LÜTFEN BU SAYFADAN ÇIKARKEN PEYGAMBER EFENDİMİZ H.Z MUHAMMED (SAV) E SALATU SELAM OKUYUNUZ.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstamizin Tasavvuf Yoluna Sülûkü Ve Irşad Vazifeleri

üstamizin Tasavvuf Yoluna Sülûkü Ve Irşad Vazifeleri

Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin babası ve dedelerinin hemen hepsi meşâyıhtandır. Kendileri, daha sonra intisab edeceği üstâzı Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddin (k.s.) hazretleri ile tanışmadan önce, babasının tarif ettiği bazı tasavvufi derslerle meşgul olurken bir gece şöyle bir rüya görürler:
Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâuddîn, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî hazerâtı ve Nakşibendî yolunun Müceddidiye kolu büyüklerinden (k. esrârahüm) bir grup zevât-ı kiram halka tertip etmişler. Fakat aralarında bir kişilik boş yer bırakmışlar. Süleyman Efendi hazretleri bu boş yeri görünce, kendisi için oturmaya müsaade ederler mi diye düşünmüş... Tam bu esnada, Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurmuşlar ki:
“Oğlum, bu boşluk sana bırakıldı. Fakat seni Müceddidîn kolundan bir zât terbiye edecek, ondan sonra sen buraya oturacaksın.”
Bunun üzerine Süleyman Efendi hazretleri, “Efendim ben o zâtı nerede ve nasıl bulabilirim” diye sorunca; “O seni bulur” cevabını almıştır.
Aradan uzun yıllar geçmiş, Süleyman Efendi hazretlerinin talebeliği sona ermiştir. O devirlerde bazı İstanbul zenginleri ramazan-ı şerifte, hocalara ve talebelere ayrı ayrı iftar yemeği verirler, hatta ramazan ayı boyunca kazanlar kaynarmış.
Bir gün hocalara ziyafet veren bir zenginin evinde Süleyman Efendi hazretleri de bulunmuş. Yemekler yenilmiş, akabinde tanımadığı bir hoca Süleyman Efendi’ye, “Oğlum Süleyman, Evrâd-ı Şerifi oku da duâmızı yapalım” demiş.
Süleyman Efendi hazretleri, hiç tanımadığı, fakat kendisini tanıyan bu zatın isteğini yerine getirerek, Evrâd-ı Bahâiye’yi okumuş. O zat da akabinde duasını yapmış. Ellerini yıkamak için sofradan kalkınca, o zat, Süleyman Efendi hazretlerinin ellerinden tutarak bir kenara çekmiş ve demiş ki:
“Oğlum, sen filan zaman bir rüya gördün. Sana, Müceddidiye kolundan bir mürşid terbiye verecek demişlerdi. Sonra sen, halkadaki boş yere oturacaktın, hatırladın mı?”
Süleyman Efendi, “Evet efendim” demiş.
Bunun üzerine o zât, “Ben Salâhuddîn İbn-i Mevlâna Sirâcüddîn, Cenâb-ı Hakk’ın ve rûh-i Resûlüllâh’ın emri ile Türkistan’dan seni yetiştirmeye geldim” demişler.
Süleyman Efendi hazretleri, işte tam o andan itibaren teslîm-i küllî ile onun hizmetine girmiş ve bir süre beraber kalmışlar. Bilâhare Mevlâna Sirâcüddîn hazretleri yine Türkistan tarafına dönmüşler. Bu arada mektuplaştıkları olmuş.

Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a dönen Mevlâna Siracüddin hazretleri, Süleyman Efendi hazretleri ile beraber Bursa’ya giderler. Orada “Erbaîn” çıkarırlar. Süleyman Efendi hazretleri, erbaîn çıkardıktan sonra, hiç okumayı bilmeyen bir çocuğa, bir saat kadar kısa bir zaman içinde Kur’an okumasını öğretivermiş.
Süleyman Efendi hazretlerine verilen bu salahiyeti müşâhede eden üstâzı Mevlâna Sirâcüddin (k.s.), heyecanla Uludağ’a hitâben; “Ey Keşiş dağı!(2) Cenâb-ı Hak evlâdımıza öyle bir salahiyet verdi ki; isterse sana da, kımıldata kımıldata Kur’an okutur” demiş.
Yukarıda Kemal Kacar Bey’in (r.aleyh) yazısında da çok vecîz bir şekilde ifade edildiği üzere, Süleyman Efendi hazretlerine seyr u sülûk merhalalerini ikmâl ettirmişlerdir. Sonra da, “Oğlum, bizimki buraya kadar; artık bundan sonra sen, ma‘nen İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri ile ierlemeye devam edeceksin. Buradan ileriye ben de sana ittiba‘ edeceğim” diye buyurarak, Süleyman Efendi hazretlerini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâni nisbetine teslim etmişlerdir
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazimizin Mübarek Hatiralarindan(3)

üstazimizin Mübarek Hatiralarindan(3)

Ahmet Davudoğlu Hz. Üstazımızın hemşehrisi Balkanlar'dan gelmiştir. Hz. Üstazımız kendisine okuması için çok yardım etmiştir. Bu zat bir süre İstanbul İslam Enstitüsü başkanlığında bulunmuştur. Bir defasında Konya'ya müftüler toplantısına konuşmacı olarak davet etmişler.
Oradaki konuşmasından sonra kendisine müftüler tarafından bazı sualler yöneltildi. Bu suallerden birisi olan " belediye nikahı caiz midir?" sualine caiz değildir. Asıl nikah dini nikahtır. Belediye nikahı sadece kayıttan ibarettir diye cevapladığı için ne yazıktır ki kendi talebeleri tarafından şikayet edilerek iki sene hapse mahkum ettirilmiştir.
Abimiz de kendisine hapiste yattığı süre içerisinde yardım bulunmuştur. Hüseyin DÖNMEZ Abi bir defasında ziyaretine geldiğinde şu hatırasını nakletmiştir. "Bir gün Efendi Hazretleri Kamil Bey ile beraber evime geldiler. Hocaefendi bu kim? diye sordum. Damadım Kamil dedi. Ne iş yapar dedim. Hem mimardır hem mühendistir. Müteahhitlik yapar dedi. Sonradan öğrendim ki Kamil Bey ne mimar ne mühendis imiş.
Şöyle düşümdüm Kamil Bey mimar ve mühendis değil bu açık. Efendi Hazretlerinin yalan söylemesi mümkün değil damadının ne iş yaptığını da bilir. Yıllarca bunu kafamda çözemedim. Ancak otuz yıl sonra Kamil Bey bir gün ziyaretime geldi. Yanında iki genç vardı. Bunlar kim diye sordum. Bunlar benim evlatlarım Ahmet ve Mehmet 'tir. Ne iş yaparlar diye sordum. Biri mimar birisi mühendistir dedi. Otuz yıl çözemediğim meseleyi o gün çözdüm. ALLAH MÜBAREĞİN ŞEFAATLERİNE NASİL EYLESİN İNŞALLAH.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazimiz Ve Mübarek Altun Silsile

üstazimiz Ve Mübarek Altun Silsile

Silsile-i Zeheb / Altun Silsile
1. Ebu Bekri’s-Sıddiyk (r.a.)
2. Selman-ı Farisi (r.a.)
3. Kasım bin Muhammed (k.s.)
4. Cafer-i Sadık (k.s.)
5. Bayezid-i Bestami (k.s.)
6. Ebu’l-Hasan Harkani (k.s.)
7. Ebu Ali Farimidi (k.s.)
8. Yusuf Hemedani (k.s.)
9. Abdu’l-Halık Gucdüvani (k.s.)
10. Hace Arif Rivgiri (k.s.)
11. Mahmud İncir Fag’nevi (k.s.)
12. Hace Arif Ramitini (k.s.)
13. Muhammed Baba Semasi (k.s.)
14. Seyyid Emir Kilal (k.s.)
15. Muhammed Bahaüddin Nakşibend (k.s.)
16. Hace Alaaddin-i Attar (k.s.)
17. Yakub Çerhi (k.s.)
18. Hace Ubeydullah Ahrar (k.s.)
19. Hace Muhammed Zahid (k.s.)
20. Derviş Mehmed (k.s.)
21. Muhammed Hacegi Emkengi (k.s.)
22. Hace Muhammed Bakibillah (k.s.)
23. İmam-ı Rabbani Ahmed-i Faruk-i Serhendi (k.s.)
24. Hace Muhammed Masum (k.s.)
25. Şeyh Seyfüddin Arif (k.s.)
26. Muhammed Nurü’l-Bedvani (k.s.)
27. Şemsüddin Habibullah İbn-i Mirza Can (k.s.)
28. Abdullah-ı Dehlevi (k.s.)
29. Hafız Ebu Said Sahib (k.s.)
30. Habibullah Can-ı Canan (k.s.)
31. Muhammed Mazhar İş’an Can-ı Canan (k.s.)
32. Selahüddin İbn-i Mevlana Siracüddin (k.s.)
33. Ebu’l Faruk Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazimizin Mübarek Hatiralarindan(4)

üstazimizin Mübarek Hatiralarindan(4)

Tevhid-i Tedrisat kanunu 1927'de çıkmıştır. Kanun çıktıktan sonra bütün medreseler kapatılmış. Devletin dışında öğretim yapmak yasaklanmıştır. Bunun üzerine kapatılan medreselerin müderrisleri İstanbul Şehzadebaşı Camiinde ne yapacaklarına karar vermek için toplanmışlar.
Sonunda şu karara varmışlar. "Artık bundan sonra bizim talebe toplayıp Ulum-u İlahiyyeyi okutmamız imkansızdır. Bütün imkanlar elimizden alınmıştır. Hz. Allah Kur'an-ı Keriminde ( ; ; ) buyurmuştur. bizim tekrar talebe toplayıp Ulum-u Diniyyeyi öğretmemiz vus'atımızın dışındadır".
Yani herkesin kendi işine çekilmesine karar vermişler. Hz. Üstazımız o zaman söz alıyor ve şöyle diyor " Efendiler bu bizim vus'atımızın dışında değildir. Herkes kendi evinde iki çocuğunu okutsa, çocuğu yoksa iki çocuk bulup okutsa 1110 yapar. Onlar da ikişer kişi okutsa 4440 yapar. Türkiye' de 4440 alimin bulunması Türkiye'de ilmin yokolmasına mani teşkil eder. Bu da bizim vus'atımızın dışında değildir" buyuruyor.
O zamanın müderrisleri zengin ve oldukça yaşlı imişler. Hz. Üstazımız ise daha genç 39 yaşlarında imiş. Tabi diğer alimler şaşırmışlar. Bakıyorlar kendilerine nazaran oldukça genç ancak fikirleri ve cesareti oldukça yüksek bir zat var karşılarında. Tabi bu fikre katılmak şöyle dursun "Bu gayretli genç de kim acaba" , Gönenli bir müderris şöyle seslenmiş "Senin bu aşkın nereden geliyor. Sen kimin oğlusun" diyor.
Efendi Hazretleri cevap vermiyor. Hulasa kararlarından vazgeçmiyorlar. Bizim vus'atımız dışında diyerek kelle korkusuyla talebe okutmaktan firar ediyorlar. Hz. Üstazımız daha sonra şu mealde bir söz irad ediyorlar "Ölümden korkup kaçanların hepsi ölüp gittiler, bir biz sağ kaldık".ALLAH ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN İNŞALLAH
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazımızın kendi sesinden vaazı

üstazımızın kendi sesinden vaazı

[url=http://www.islamvetasavvuf.org/?q=node/8033
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Türkiye Ye Kuran Okutan Mübarek üstazimiz

Türkiye Ye Kuran Okutan Mübarek üstazimiz

TÜRKİYE YE KURAN OKUTAN MÜBAREK ÜSTAZIMIZ
"Aman Müslümanlık unutulup münkarız olmasın. Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat ruh ve akidesi sönüp, Müslüman çocukları bu meşaleden mahrum kalmasın."

İşte bütün hayatı bayunca bu iki cümlede özetlediği endişe ile hareket ederek büyük bir mücadele vermiştir Hilmi Tunahan Hazretleri

İşçi, personel adı altında okutmaya çalıştıklarıma zaman oldu vali maaşı kadar para verdim, yine de okumadılar. Hatta parayı alıp kaçanlar oldu. Bir ara acaba Allah'ın ilmini okuyacak insanlar bulamayacak mıyım diye ye'se düştüm. Bütün gayretimi kendi kızlarımı okutmaya verdim. Düşünüyordum ki onlar Allah'ın dinini, ilmini öğrenirlerse, hiç değilse kendi çocuklarını okutup yetiştirirler de bu hizmetler ila yevmi'l kıyame devam eder. '

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin bu ye'si kısa sürdü. Bir yandan binlerce tabele ile uğraşırken diğer yandan kızlarını da en iyi şekilde din eğitimi ile donattı. Bunlardan biri Ferhan i Hanımefendi'ydi. Şartların elvermeme- i si ve talebe bulamaması durumunda ilmine varis bırakmayı düşündüğü şu~ hayattaki tek evladı Ferhan Hanımefendi, ölüm yıldönümünde muhterem pederinin hayatını ve mücadelesini Aksiyon Dergisi'ne anlattı.

Süleyman Efendi, 16 Eylül 1959 yılında vefat ettiğinde arkasında iki kızı ile birlikte binlerce iyi yetişmiş öğrenci bıraktı. Fatih Sultan Mehmed Han'ın yanına defnedilme arzusu Bakanlar Kurulu'nun oluruna rağmen dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik'in tavrıyla engelıenince, Karacaahmet Mezarlığı'nda polisin açtığı kabre defnedildi.

Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin bütün amacı, Türk insanının, dinini en iyi şekilde öğrenmesiydi. Makam mevki peşinde olmadığını tarihe geçen şu sözüyle anlatırdı: "Hizmet muvaffak olsun da varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun. "

Ferhan Hanımefendi de tıpkı pe deri gibi hayatını Kur'an hizmetine adadı. Bugün bütün zamanını hizmet dolduran Ferhan Hanımefendi'nin oğlu aracılığıyla pederi hakkında anlattıkları şöyle:

- Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, hayatını, ilmini miras bırakacağı talebeler yetiştirme üzerine kurmuştu. Bu konudaki çalışmalan hakkında bilgi verir misiniz?

Talim ve tedriste Osmanlı medrese usulünü hızlandırmış, çok süratli bir şekilde talebe yetiştirmede kendine mahsus usuller vaz etmiştir. Zamanın şartlarını değerlendirmek bakımından devrin maddi gelişmelerine uygun olarak 'Maddede sürat olur da manevi hizmetlerde olmaz mı?' anlayışını getirerek, eski usullere göre çok kısa zamanda bütün fenler, alet ve ali ilirnlerle donanmış talebe yetiştirmiştir. Talebeleri Diyanet İşleri Başkanlığı'nın müftülük ve vaizlik imtihanlarında üstün başarılar kazanarak aldıkları eğitimin değerini ortaya koyuyorlar ve hizmet yarışında yerlerini alıyorlardı. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, İslam ilimierini ihya hareketini İslam'ın tecdidi hamlesi saymış, hayatlarını ilme ve ilim ehli yetiştirmeye vakfetmi§ti. Ve 'flmin tasfiye edildiği bir cemiyette Islam ve iman yaşamayacağı için, böyle bir ortamda camiierin mevcudiyeti, suları kesilmiş, menbalan kurumuş, kurutulmuş çeşmelerden farksızdır' diyerek bu konudaki gayretlerini devam ettirmişti.

DÜNYAYA MÜJDEYLE GELIŞ

-Kökeninin Osmanlı Sarayı 'na kadar uzandığı biliniyor. Nesebi hakkında detaylı bilgi verir misiniz? Soyadındaki Han kelimesinin, nesebi ile ilişkisi var mıdır?

Neseben Fatih Sultan Mehmed Han'ın ' Tuna Han'ı' olarak tayin ettiği ve kızkardeşi ile evlendirdiği İdris Bey'e dayanmaktadır. Ve soyadını buna nispetle almıştır. Babası Hafız Osman Efendi, tahsilini devri n ilim merkezi olan İstanbul'da tamamlamış, sonra da bugün Bulgaristan sınırları içinde olan Silistre'nin meşhur Satırlı Medresesi'nde yıllarca müderrislik yapmıştır. Dönemin tanınan simalarındandır. İstanbul'da eğitimine devam ettiği bir sırada rüyasında, vücudundan kopan bir parçanın göğe yükselip ışık saçmakta olduğunu görür. Uyandığında son derece heyecanlıdır. Çünkü bu rüya Osman E fendi için bir işarettir. Sulbünden hayırlı bir evlat gelecek, dünyayı aydınlatacaktır. Aradan yıllar geçer. Osman Efendi evlenir. Rüya hiç hatırından çıkmaz.

1888 yılında Silistre'nin Ferhatlar Köyü'nde sıradan bir evde hiç de sıradan olmayan bir çocuk dünyaya gelir. İlk bakışta hane reisi Osman Hocaefendi'nin dört erkek evladından biridir bu çocuk. Yıllar önce görülen rüya tecelli etmiştir. Bütün Türk ve Müslüman ailelerinde olduğu gibi adı Ezan-ı Muhammedi ile konur: Süleyman Hilmi... Osman Efendi, Süleyman Hilmi'de daha ilk yetişme çağlarında gördüğü alametler tecelli ettiğinden bütün ümidini ona bağlar. Gözbebeği gibi baktığı oğlu yetişecek, tıpkı rüyada gördüğü gibi dünyaya ışık saçacaktır.

- Bugünkü Bulgaristan sınırlan içinde doğan Süleyman Efendi Hazretleri'nin yetişme serüveni hakkında bilgi verir misiniz?

Hilmi Efendi, Silistre Rüşdiyesi ve Satırlı Medresesi'nde başladığı tahsil hayatına İstanbul'da devam etmek, ilmini kemale erdirmek için medreselerin bulunduğu İstanbul'a koşar. O zamanki adı Sahn-ı Seman olan Fatih Medresesi'nde eğitime başlar. Fatih dersiamlarından ve devrin büyük alimi Bafralı Ahmed Hamdi Efendi'den ders alır. Burayı birincilikle bitirir.

Süleyman Efendi ilim öğrenmek hususunda öylesine gayretlidir ki daha da i leriye gitmek ve zamanın tabiriyle dersiam, yani profesör olarak yetişrnek üzere Süleymaniye'de Medresetü'l Mütehassisin'in tefsir ve hadis bölümüne devam eder ve 1919 yılında buradaki eğitimi de birincilikle tamamlar.

Aynı yıllarda Medresetü'l Kuzat'ı yani bugünkü tabiriyle Hukuk Fakültesi'ni de bitirerek dersiam ve kadııık unvanlarını alır. Hayatının ilerleyen yıllarında uğruna büyük mücadeleler vereceği ilim hayatının öğrenme safhasından, öğret me safhasına geçer. Mezuniyetini müteakip İstanbul'da dersiam olarak vazife alır. Yıllarca hocalarından aldığı ilim emanetini talebelerine devretme zamanı gelmiştir. Bu onun hayat mücadelesinin temel düsturunu oluşturur.

- Tevhid-i Tedrisat Kanunu 'nın yürürlüğe girmesiyle medrese geleneği ortadan kalktı ve din eğitimi ağır yara aldı. Süleyman Efendi'nin tutumu nasıloldu?

1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle medreseler kapatılır. Süleyman Efendi de bir çok meslektaşı gibi vaizliğe tayin edilir. Talebeye hasret böylece başlar. İlim öğretme aşkını, ilmine varis bırakma mü cadelesini, İstanbul'un Sultanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Yenicami, Kasımpaşa Cami-i Kebiri gibi büyük camiIerde vaaz verip dinimizin emir ve yasaklarını öğreterek sürdürür.

- Tasavvujla ilişkisi nasıl başladı?

O bir din alimi olmakla beraber hala bir talebedir ve Selahaddin ibn-i Mevlana Siracüddin Efendi'nin sohbetlerine devam ederek tasavvuf yolunda yetişir. Silsile-i Sadad'ın 32. halkası olan Siracüddin Efendi'nin cismani nisbetle, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri'nin de ruhani nispetle bağlısıdır.

"AMAN MÜSLÜMANlıK UNUTULMASıN"

- Talebe yetiştirme faaliyetine nasıl başladı? Bu husustaki gayretleri konusunda neler anlatırsınız?

1924 senesinde medreseler kapatılıp dini öğreten müessese kalmayınca, Süleyman Efendi'nin hayatında da sıkıntılı dönem başlar. O günlere ait en büyük endişesini şöyle dile getirir: "Aman Müslümanlık unutulup münkarız olmasın. Ehli Sünnet ve'l Cemaat ruh ve akıdesi sönüp, Müslüman çocukları bu meşaleden mahrum kalmasın." İşte bütün hayatı boyunca bu iki cümlede özetlediği endişe ile hareket ederek büyük bir mücadele vermiştir. Onun yegane gaye ve gayreti İslam'ı öğretmek, ilmini miras bırakabileceği talebeler yetiştirmekti. Ta Selçuklu Türkleri'nden beri Müslüman Türk milletinin en büyük ideali olan Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat akidesinin muhafaza ve ilası onun de en büyük emeli idi. Zira kendileri, bu ruh ve akideyi milli beka davamızın yegane teminatı olarak kabul ve tavsif ederlerdi. Talebeleri onun vazife anlayışını şöyle anlatırlar: Unutulan sünnetleri ihya, kaybolmaya yüz tutan İslam ilimieri ve iman hakikatlerini Ehli Sünnet ve'l Cemaat usulü ve üslubu üzerine tecdid, batıllar, bidatlar, Allah ve din düşmanı zalimlerle mücadele onun başlıca vazifesi olmuştur. Talebelerinit verdiği vazife şuuru da bu cümlelerle özetlenebilir.

- Medrese arkadaşları Süleyman Efendi'ye faaliyetlerinde nasıl yardımcı oldular? Resmi makamlarla ilişkilerini nasıl yürüttü?

Süleyman Efendi medreselerin kapatıldığı günlerde Dersiamlar Cemiyeti Umumi Katibi'dir. 520 dersiamın üye olduğu cemiyet son kez toplanır. Süleyman Efendi azalara hitaben bir konuşma yapar. Kendisi o günleri şöyle anlatırdı: " Medreselerin kapatıldığı günlerde Dersiamlar Cemiyeti Umumi Katibi idim. Bu cemiyete üye yüzlerce dersiam vardı. Hepsine haber gönderdim, bir kısmını da topladım. Kendi imkanlarımızIa üçer-beşer talebe 0kutmaya devam edelim, böylece binlerce talebe olur dedim. Kimisi korktuğundan kimisi de 'Bu iş artık bitmiştir. Biz ne yapabiliriz' diyerek yanaşmadılar. Bazısı da açıkta kalıp geçim darlığından perişan oldu. İsten~ len gayret gösterilemedi ve gereken hizm~ J" yapılamadı.

Korkmayanlar öldü de, korkanlar sanki çok mu yaşadılar? Korku fayda yerine zarar getirir. Hem bizler, şartlar ne olursa olsun din hizmetiyle memuruz. Hizmet bizden, muvaffakıyet ve hidayet Allah 'tan. Allah yolunda cihad ve takva kurtuluşa ve beklenmedik yerden rızka vesiledir.

İşte bütün bunlar olup biterken medreselerin kapatıldığı günlerde yüzlerce üyesi bulunan dersiamlar cemiyetinin mes'ul-ümurahhası idim. Dersiamları toplamaya çalıştım ve onlara şöyle dedim: Sizler bu memlekette dinin bir nesil boyu garantilerisiniz. Her birimiz köyümüzden, kasabamızdan getireceğimiz hısım, akraba çocuklarından birer, ikişer kişiyi müstahtiem namı altında dahi olsa okutabiIir, hiç değilse bir nesil daha İslam ilimIerininin devamını sağlayabiliriz. Bu maksatla müşterek bir telgrafla merkezi hükümete başvuralım. "

- Resmi makamların Süleyman Efendi'nin gayretleri karşısındaki tutumu nasıldı?

Dersiamlardan bazılarının imzaladığı, bazılarının da korkup imzalayamadıkları müracaat metninde 'Devletimiz harbi umumiden yeni çıkmıştır. Mali durumu maaş vermeye elverişli değildir. Ancak biz isim ve imzaları bulunan dersiamlar hiçbir ücret talep etmeden Müslüman çocuklarından arzu edenlere din dersi vermeye hazırız' denilmekteydi. Cevap tez gelir ve olumsuzdur: 'Memlekette Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüktedir. Hilafina hareket şiddetle ceza-i müstelzimdir. '

Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Süleyman Efendi boş durmaz. Bir taraftan Istanbul'un selatin camilerinde vaaz ve sohbetleriyle halkı irşada gayret eder, diğer taraftan da etrafına topladığıtalebelerine kah evinde, kah bir cami cresinde, kah bir ahbabının evinde ders okutarak talebe yetiştirmeye gayret eder. Bir müddet okuttuklarını derhal Anadolu'ya gönderir, onların da aynı minval üzere, yerine göre köyde, yerine göre dağ başında bir çalı dibinde Müslüman çocuklarına dinini, diyanetini öğretmelerini temine çalışır. İleride müesseseleşerek memleketşümul hiBe gelen Kur'an kurslarındaki hizmet kadrosunu ilk mayalama devresi işte o devredir.

Süleyman Efendi, Allah'tan başka kimseden korkmadı. En büyük endişelerinden biri de "Talebe yetiştirmeden vefat edersem Rabbim bana 'İlmine kimi varis bıraktın' diye soracak olursa ne cevap vereceğim?" olmuştur. Bu hizmetleri ifa amacıyla Çatalca'nın ..ı.nan köylerinden Toros~'a kadar memleketi adım adım dolaşarak dini öğretmiştir. Hatta Çatalca'da Kabakça Çiftliği, Toroslar'da da mandıra kiralayıp talebelerini de işçi göstererek derslerine devam etmiştir. Onun için ilmini miras bırakacağı kişiler çok önemliydi. Çünkü onlar Islam'ı yaşayıp yaşatacaklardı. Ve bu ilim ancak yine talebeleri vasıtasıyla kıyamete kadar devam edecekti.

Çatalca'nın ormanlık bölgesinde Kabakça, İnceğiz köylerinde çiftlikler kiralamış, işçi görünümü altında dini ilimler tedris edilmiş ya da başka ticari faaliyetler altında din ilimierine hadim olabilecek insanlar yetiştirmeyi hedeflemişlerdir.

Bu hizmetlerde kendisine maddi, manevi en büyük destek, refikası Hafize Sultan Hanımefendi'den gelmiştir.

Maddeten çok varlıklı bir aileye mensup olan Valide Sultan, ebeveyninden kendisine intikal eden bütün servetlerini Allah yolunda hizmetlere harcaması için daima yardımcı olmuşlardır.

DiN-DÜNYA BÜTÜNLÜGÜ

- Hayatını vakfettiği talebelerine bakışı nasıldı?

Süleyman Efendi için talebeleri çok kıymetliydi. Onlardan 'Evladlarım' di ye sözederdi. Evladlarının din ilimIeri sahasında yetişmelerini arzu ettiği gibi dünya işlerine de vakıf olmalarını isterdi. Talebelerinin yabancı dil öğrenmelerini teşvik eder, devrinin bütün ilim ve fennine vakıf olmalarını arzu ederdi.

- Günlük gelişmeleri takip eder miydi?

Yurtta ve dünyada gelişen olayları titizlikle takip ederdi. Her türlü sapık cerayanlarla mücadele ve dini, tarihi hakikatlerin kitlelere duyurulup öğretilmesi için çıkan kitap, gazete ve mecmua gibi yayın vasıtalarını aldırırdı. Bunların ya şayıp gelişmesi için her türlü maddi manevi fedakarlığı yapardı.

- Nasihatlerinde, üzerinde en çok durduğu nokta ne idi?

Talebelerine yaptığı nasihatlerde şöyle derdi: Evladlarım; duracak, kaybedecek zamanımız yok. Vazifemiz bataklığa düşmüş Ümmet-i Muhammed'in evladlarını ellerinden tutup bu bataklıktan çıkarmaktır. İlk talebeleri tüccar, esnaf, demirci, kalaycı, dülger gibi çoluk çocuk sahibi yaşlı insanlardı. Zamanla yaş ortalaması gençleşti ve cami kürsüleri onun talebeleriyle, saçı sakalı ağarmışların yerine daha bıyığı bile terlememişgencecik hatiplerle tanıştı.

- Çeşitli kerametleri dilden dile dolaşıyor. Kendisinin kerametlere bakışı neydi?

O büyük bir gönül ve dava adamıydı. Onun azmi karşısında dünyevi hiç bir güç duramazdı. Nitekim dine daha 1924'lerde başlayan zulme rağmen 1934'de teşkilatlanan kurslar yurdun dört bir yanında hizmet vermeye başladı. Büyük bir veliydi. Ama asla enfüsi ve afaki kerametlere önem vermezdi. Evladlarına; "Zinhar keramete talip olmayın. Bizim ve sizin talip olacağınız tek keramet vardır. O da Ümmet-i Muhammed'in evlatlarına Füyuzat-ı Muhammediye'yi aşılamak ve din-i İslamı öğretmektir. Bizden keramet istiyorlar; bizden keramet istemek, ağacın kökünden meyve istemeye benzer. Ağacın kökünden meyve istenir mi? Meyve dallarında olur" derdi.

- Süleyman Efendi 'nin matbu eseri pek bilinmiyor. Bunun sebebi konusunda ne söylemek istersiniz?

Süleyman Efendi'nin hayattayken yazıp bastırdığı matbu tek eseri 'Yepyeni Usullerle Kur'an Harf ve Harekeleridir'. Okuma yazma bilen herkesin tek başına Kur'an okuyup öğrenmesini sağlayan bu pratik eserden bugüne kadar milyonlarca nüsha basılmıştır. Niçin kitap yazmadığını soranlara şu cevabı vermiştir: "Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallarda satıldığını, çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanıp küflendiğini gördüm. Medreseleri kapatılmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimieri yok olmaya yüz tutmuşzamanımızda, kitap yazmaktansa, yazılan eserleri anlayıp, anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebeler yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan (K.S) işaret buyrulan zattır.

üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan (K.S) işaret buyrulan zattır.

BediüzzamanSaid Nursiyle ilgili olarak Yeni Asya Gazetesinde 3 Mayıs 1976tarihinde Av. Abdurrahman Şeref Laçla yapılan mülâkattan iktibasedilmiştir.
Bizim bugün başlıca vazifemiz; îmanı muhafazayaçalışmaktır. Bunu yapıyoruz. Biz tedrîsat yapmıyoruz. İslâmın esâsımaddi ve mânevi kurtuluşun kaynağı olan Kuran-ı Kerimin okutulupöğretilmesi ve yalnız Türkiyeye değil, bu yolla bütün dünyayayayılması işini birâderim Süleyman Efendi ve Onun tesis eylediğiKuran Kursları yapıyor. Hem de çok kısa zamanda yapıyorlar. Eskiden0-5 senede öğrenilen İslâmi ilimleri şimdi Kuran Kursları -2 seneiçinde öğretiyorlar. Âlim yetiştiriyorlar. Fakih (Fıkıh âlimi)yetiştiriyorlar. Müfessir yetiştiriyorlar. Bu hâl bir mûcize-ikurâniyyedir.
Bugünkü bu şaşılacak hal hakkında ben küçük yaşlarda iken; benimgözlerime doğru bir ışık çakmış ve beni ikaz eylemek istemişti. O zamanher halde tekâmül etmemiş olduğum için anlayamamışım. Şimdi anlıyorum,îzah edeyim. Ben 6 yaşında iken Şirvandan Siirte gittim. Bir çokİslâmi ilimleri, Kuran-ı Kerimin mûcizesi olarak çok kısa zamanda vesüratle tahsil eylemiş bulunuyordum Siirtteki büyük Müslümanâlimlerle münâzaraya girdim. Hepsini mağlup ettim. O büyük âlimlerhayret içinde kaldılar ve beni takdir eylediler. Ben bu hâlime çocukluksâikası (hevesiyle) ile mağrur oldum.
İşin esâsını o zaman anlayamamışım. Halbuki bu hâl bana birişâretmiş. Sanki Rabbim bana demek istemiş ki: Ey Said, ileride birzaman gelecek İslâmiyet sıkışacak neşr-i Kuran, neşr-i İslâm için uzunseneler bulunmayacak. Bunları bir senede, iki senede öğrenmek veöğretmek ihtiyacı hâsıl olacak. İşte o zaman nasıl ki, şimdi sen; kısabir zamanda büyük âlimlerle münâzaraya tutuşacak kadar ilim kudretiiktisap ettin. Seninkinden çok daha kısa zamanlarda, İslâm âlimleriyetişecek ve ehl-i küfür ile mücâdele edecek sevgili kullarım ortayaçıkacak. Ben o zaman bu işareti anlayamamışım. Amaşimdi hakikat tezahür etmiş bulunuyor. Biraderim Süleyman Efendiişâret buyurulan zâttır. Büyük tedris işi ile meşgul oluyor. OnunKuran Kursları; Neşri Kuran ve Neşri İslâmı bütün dünyâyı hayretleregark edecek çok kısa zamanda başarıyor.

İşte o zamanın din mazlumlarından birisi olan Said-i Nursî, Süleyman Efendi Hazretleri hakkında bu sözleri söylemiştir.

SüleymanEfendi, tarikatı sadece hoş sohbet vâsıtası hâline getiren son devrintembelliğini yıkmış onu, kitleleri harekete getiren, şeriat içinçalışan insanların hareket ve heyecan vâsıtası kılmıştır. Bu yüzdenkerâmete itibar etmemiş kendisi kerâmet izharından müstağni davrandığıgibi talebelerine de aynı yolu tâlim etmiş. En büyük kerâmet ümmetiMuhammede Hakk yolu telkin etmektir. Buyurmuştur. Kendisine mâneviselâhiyet verildiği andan itibaren hem Kâdirî hem de Nakşî tarikatıylavazife tarif etmiş, zamanında şeyh olarak tanınanlara haberlergöndererek onları kendisinin varlığından ve selâhiyetinden haberdâretmiştir. Said-i Nursi, Abdülhakim Arvâsi,ve Adanalı Sâmi Efendi dedâhil bir çok zâtlarla muhâbere etmiştir. Süleyman Efendi cemiyettenuzakta yaşamak yerine, cemiyetin içinde Müslümanlığı yaşatmayı tercihetmiş ve dışımız halk ile, içimiz Hak ile buyurmuşlardır.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
üstazimizin Mübarek Hatiralrindan(5)

üstazimizin Mübarek Hatiralrindan(5)

Hz. Üstazımız birgün çocuk yaştaki iki evladına "Yeni Cami imamına gidin benim gönderdiğimi söyleyin size İlm-i Meaniden sual sorsun" buyuruyor. Sebep eski medrese arkadaşlarına tasarrufunu göstermek onların da hidayetine vesile olmak. O iki Abimiz Üstazımızın medrese arkadaşı olan Yeni Camiin imamının yanına geliyorlar. "Efendim bizi Hocamız Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri gönderdi. Size ilm-i meaniden sual sorsun dedi".
İmam bakıyor karşısında iki çocuk. (Eskiden ilm-i meani okumak için medreselerde en az 20-30 yıl okumak gerekiyormuş ve ilm-i meani okuyan kişinin yaşı oldukça büyük olurmuş). Tabi imam karşısında iki çocuk görünce "gidin" demiş. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz. İlm-i Meani kim siz kim" diyerek onları yanından kovmak istemiş.
O abilerimiz ısrar etmişler "mutlaka sorun" demişler. Bunun üzerine İmam şöyle demiş, şöyle bir sual tevcih ediyor: "Game tahtındaki zamirle cümle oluyor da Gaimun tahtındaki zamirle cümle olmuyor. O keratanın suçu ne" demiş. Bunun üzerine Abilerimi ikisi bir ağızdan cevabın Arapça ibaresini okuyarak vermişler. ( ; ; ; ; ) Bu cevap karşısında İmamın gözleri faltaşı gibi açılır.
 

ozen36

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
61
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
ALLAH cc razi olsun arkadaşım çok güzel bilgiler vermissin çok saol öğrenmek istediklerimie yardımcı oldun ışık tuttun ALLAH razı olsun.

Hakkını helal et bütün yazdığın yazıları kopyaladım arşivime tekrar okumak için.
 

fazıl14

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 May 2008
Mesajlar
117
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
kardeşim

kardeşim

kardeşim helal olsun okuyup istifade etmene vesile olabildiysem ne mutlu bana.selam ve dua ile
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt