Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tek kelimeyle kurtuluş yolu-islam.... (2 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ADALET



İslâm inkılâbında Şer’î mahkeme diye bir teşekkül yok, sadece ve düpedüz mahkeme vardır. Zira İslâm inkılâbının mahkemeden anladığı, yalnız ilahî emirlerdeki ana kaideye ve ona uygun be bağlı olarak insanî selim his ve fikir temeline dayalı adalet mekanizmasıdır. Böylece her şey ve her düstur Allah’ın emirleri içinde gâip ve fânidir.Sudan başka bir şeyle çevrili olmayan balık, suyu nasıl göstersin ve tefrik etsin? Şer’i mahkeme tefrikine şu yüzden yer yoktur ki, Allahtan gelen hakikatin gayrına yer olmıyan noktada herhangi bir ayırt edişe de yer olamaz.
Eski devirlerin «Mahkeme-i Şer’iye»leri, Avrupa yoliyle içimize sızan bazı hukuki ve cezaî ölçülerin benimsenmesi karşısında düşülmüş bir pazarlık ve aracılık seciyesinin ve bu yüzden dine bir kısım hak tanımanın ifadesidir. İslâm inkılâbında ise Allah ve din adına tanınacak bir kısım hak yoktur, topyekûn hak vardır.
Bir zamanlar İslâmlığın, beşeri temsil kadrosunda, nefsine Müslüman ismini verenlerdeki idrak ehliyetsizliği yüzünden nurunu kaybetmeye başladığına, ricat girdiğine, işi pazarlığa ve aracılığa döktüğüne, ne kurtarabilirse kör saydığına; ve bir kısım fedakârlığa razı olarak bir gün her şeye fedaya namzet bulunduğunun işaretini verdiğine, su kesimi altında ceviz kadar deliğe razı olmakla teknenin bir hamlede devrilmesine razı olmak arasında fark bulunmadığına biricik misal, işte, Tanzimat dedikleri avanak hareketin bu malûl secîyesidir, İslâm inkılâbında ise her şey «hep» çi ve «hiç» çidir. Bütün «müspet» ler «hep» te ve bütün «menfî» ler «hiç»te toplanır; ve bu ruhun tecellisinde adalet miyân, tam bir kıstas rolünü oynar.
Anlaşılıyor ki, İslâm inkılâbının, kanun tohumu, kanun maddesi şudur: Bütün kanunlar, hakkın hükümlerine ve ona uygun ve bağlı olarak insanî selim duygu ve düşünceye dayanır; ve bu soydan kanunlara karşı aklî, ruhî, ilmî, hiçbir itiraz ve temyiz makamı bulunamaz.
Bu bakımdan, İslâm inkılâbının hâkimleri, mihrakınıl mukaddes ölçüler manzumesinde merkezleştiren ve her tesirden müstakil hükümlerin tatbikçileri; savcılar da, aynı emirlerin âmme hakları çerçevesinde takipçileri olarak, güzideler güzidesi birer memuriyet sınıfını temsil ederler vs kendilerine teslim olunan emanetin nezaketî derecesinde Mesuliyet belirtirler. Herhangi bir hâkimi eline, ihtiyacı her neyse aydan aya çekmesi ve dilediği rakamla doldurması için devlet hazinesine karşı açık ve sınırsız bir çek karnesi verilip, böylece o hâkim dahi en ince bir hüküm altında tutulurken, maddî ve manevî tek pulu irtikâp edecek kaza mümessili hakkında da kat ve tahammülün son mertebesindeki ceza tatbiktir.
Neticede hâkimler, İslâm inkılâbında evvel nefslerinin hâkimi ve ilâhî sınırlann muhafızı olarak, bir taraftan, hâkim olmaktansa ömür boyu prangaya mahkûm olmayı mumla aratacak derecede işkenceli bir mesuliyet duygusunun çilekeşleri, öbür taraftan da yeryüzüne sultan ve kahramanlık mevzularına destan olacakları yerde, hâkim olmaya can attıracak nisbette muazzam bir şeref ve haysiyetin sahipleridir.
İslâm inkılâbının adalet telâkkisinde en canlı ve müşahhas tatbikatcılık örneği, mefkûrevî çapta merhametle, mefkûrevî çapta şiddetli cezayı iç içe barındıran. yani gerçek merhameti vs yerinde şiddeti, yani hakiki adaleti heykelleştiren Halifeler Halifesi Hazret-i Ömer’dir.
İslâm inkılâbının, adalet tablosu ölçüler manzumesindeki herhangi bir madde gereğince, ferdin ve cemiyetin vermiyeceği ve alıkoyabileceği, karşılık olarakda almıyacağı ve alıkoydurabileceği hiçbir kıymet bahis mevzuu değildir, İnsanlar, gerektiği zaman, sinekler gibi öldürülecek; ve bir sinek için; gerektiği zaman bir yıkılabilecektir.
İmparatoruna «Berlin'de hâkimler vardır!»cevabını vererek, fertler ve salâhiyetler üstü adalet telâkkisine işaret etmekte Garp adaletine hayranlık çeken Alman köylüsünün misali, hakikatte İslâmın ve Türkün malıydı Fakat kimse bunun farkında değil: Padişahın «beni, kime şikâyet edebilirsin?» sözüne, Garp misalinden asırlar evvvel bir Türk köylüsü «Şeriate şikâyet ederim!»cevabını vermişti. Kanunî ve köylü...
İslâm inkılâbının adalet ölçüsünde, ferde cezanın şiddeti değil, neticede korunacak fertlerin ve cemiyetin kurtuluşu mevzuu teşkil eder; ve cezalardan bir çoğu, onu tatbik etmenin değil, o suçu yok etmenin emelini güder.
İslâm inkılâbının adalet ölçüsü; dinin yasak etmediği her sahada selim aklı bütün tantanasiyle sınır çizme ye ve had koymaya davet ederek, cana kıymak, hırsızlık etmek, alenî fuhşa meydan açmak, nefsinin ve gaynn hakkını yemek, nefsini ve cemiyetini her türlü ifsat etmek gibi asri hastalıkların mütekeffil ve müteahhit doktorudur; ve bütün yeryüzünde ondan başka hiçbir doktor, tedavi usulü, reçete ve ilâç yoktur.
İslâm inkılâbının hâkimleri, halka göre değil, hakka göre hükmederler; ve devlet reisliği makamına niyabetle, halk adına değil, hak adına kaza makamını işgal ve adalet tevzi eylerler.
İslâm inkılâbının adalet sisteminde, dinin, devlet reisine tanıdığı hakla, daima ana ölçüye sımsıkı bağlı olarak, terbiye, edep, zevk ve güzellik hıyanetlerine kadar fertleri şigaya çekici ve tenbihkâr küçük müeyyidelerle İrşad edici, yepyeni ve cihan târihinde misilsiz teşkilâta da yer vardır; ;
İslâm inkılâbının adalet sisteminde, hürriyet telâkkisi, fertlerin hakikate esaretinden doğan gerçek ve üstün insan hürriyetidir; ve hayvan hürriyetiyle hür olmak istiyenlere hayat hakkı tanınmamıştır. .
İslâm inkılâbının yalnız adalet düsturları laboratuarı, atom harbinden ziyade cihanı yıldıracak ve ruhlarının ta içinden büyüleyip fevc fevc Müslümanlık sarayının somakî eşik merdivenleri üzerinde dize getirecek tesir ve kuvvettedir.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MAHKEME



Bizde mahkame, en alt seviyesinden en üst kademesine kadar Başyüce (devlet reisi) adına kaza icra eyler.
Bu öyle bir kaza terasıdır ki, devlet reisine nispeti, sadece onun temsil ettiği fikirler ve ölçüler manzumesine(sembol) olması bakımındandır ve aynı Başyüce, kendi nasbettiği hâkim karşısında, şahsiyle, en aşağı fertten daha zâiftir.
Fatih Sultan Mehmed'e kendi kadısının «ayağa kalk; şer murafaası üstündesin ve hâkim karşısındasın!» ihtarını, Halifeler Halifesi Hazret-i Ömer'in de kendisini görünce ayağa kalkmak isteyen Kadıya «oturunuz; taraf tutmanın ilk alâmeti budur!» dediğini hatırlayalım! Bu iki tabloda, adına kaza icra edilen devlet reisiyle hâkim arasındaki bütün münasebet, olanca incelikleriyle pırıldar.
Büyük Doğu fikir vs ahlâk ikliminin en nadir ve nadide mahsulü olan hakime, bağlı öfduğu ölçüler karşısında, ne devlet, ne menfaat, ne kadın, ne his, ne merhamet, tesiri mümkün hiçbir şey düşünülemez.
Büyük Doğu nizamında hakim tatbik ettiği kanuna, mahkûm da hesab verdiği hâkime inanır; ve eski bir atasözü olan şu ölçü. taraflarca kanun itimadının ruhunu teşkil eder, «Şeriatm kestjği parmak acımaz!»
Büyük Doğu adalet cihazında, merhamet cemiyete, riâyet konuna ve ibret suçluya ve bütün suç istidatlılarınadır. «Bu medeniyet asrında bu kadar ağır ceza olur mu?»diye bîr görüş, suça gelişme payı vermekten ve tek ferde acıma bahanesi altında cemiyeti feda etmekten başka bir şey değildir. Büyük Doğu adaletinde kanun ve hâkim, boyuna olagelen ve cezalandırılan tüllerin böylece ilelebet devamını değil, kökünden kazınmasını hedef tutar
Büyük Doğu mahkemesinde hiçbir dâva sürüncemede kalmaz, bir mevsimden öbürüne geçmez ve en hızlı (prosedür - muhakeme şekli) içinde ve her delili tamam olarak hak ve adalete kavuşturulur.
Büyük Doğu adalet nizamında Allah üzerine yemin eden şahit, âmme haklarının müdafii savcı, birer emin vazife örneğidir; ve işlerinde gösterecekleri- en küçük uygunsuzluk, cezaların en büyüğünü çekici mahiyettedir.
Büyük Doğu mahkemelerinin, idam, hapis, sürgün, mecburî işçilik vesaire gibi hükümler dışında, suçluya karşı ve suçuna.göre en tesirli ceza müeyyidesi manevîdir ve suçlunun cemiyette teşhiridir. Bu teşhir, suçlunun, suç işlediği ve hüküm giydiği beldenin meydan yerinde, göğsünde yafta, muayyen merasimle sabahtan akşama kadar bekletilmesidir.
Beraetle neticelenen haksız takipten manevî zarar ve 'ziyanını devlet -'öder-ye sebep olanları cezalandırır.
Büyük Doğu hâkimi, geçimi ve içtimaî mevkiiyle mütenasip her türlü ihtiyacı için gereken parayı, elindeki harcama mevzularını gösteren resmî cetvele göre, hesap vermeksizin ve herhangi bir muameleye münasip bir ikramiye ödeneceği gibi, devlet kasasından çeker; ve devlet, sadece hâkimin ne çektiğini bilmekle kalır. Mübalâğayla kanaat gösterenlere seneden seneye münasip bir ikramiye ödeneceği gibi, tekaüt zamanında da hâkime, bellibaşlı kıdem ve liyakat ölçülerine göre bir maaş bici* lir. Tek cümleyle hâkim, kendisinden beklenen ilmî ve. ahlâkî vasıfların korunması adına, her türlü ihtiyaçtan âza-, de tutulur ve başka bir vazifeye tâyini halinde muayyen bir maaş derecesini daima muhafaza eder.NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SIHHAT VE GÜZELLİK



Ruhun tecelli zemini olarak maddenin ehemmiyeti azîm bir değer belirttiği için, daima bu ölçünün ışığı altında madde sahasına verilecek emek bakımından, İslâm inkılâbı, insanî sıhhat ve güzellik cehd ve tedbirlerini başa almaktadır.
Müşahhas plânda işaret ve alâmetine malik bulunmaksızın hiçbir mücerredi kavnyamayacağımıza göre. esasların esası ruhumuzun sağlamlık, gerçeklik ve güzelliğine en canlı misal, maddemiz olacaktır. Bu Ölçüyle, ruhumuz adına maddemize cila üstüne cila çekmek ve revnak üstüne revnak püskürtmekle mükellef, olacağız.
Dâvamızın dünya çapında sirayet ve intişarını sağlamak için, insanları en hayırlı yoldan telkin altına atan madde kıymetini hiçbir ân unutmıyacağız; ve bu hamleyi, hem şahsî bir kıymet ve liyakat ölçüsü, hem de bizden olmayanları büyülemekte başlıca saik ve âlet olarak besliyeceğiz.
İslâm İnkılâbının başlıca hedeflerinden biri olan sıhhat ve güzellik cehd ve tedbiri, ruh pırlantamızın mahfazasını örgüleştirmekten ve onu öbürüne lâyık kılmaktan başka birşey olmıyacaktır. Dünyada maddî ve manevî hiçbir elmas mahfazası gösterilemez ki, çerden ve çöpten olsun ve çerçevelediği müstesna kıymetin ilk habercisi ve işaretçisi mevkiinde bulunmasın... Halbuki biz, pırlantaların pırlantasını, asırlar boyunca, içi saman ve gübre dolu bir kese içinde gezdirmişiz ve bundan hiçbir gocunma, liyakatsizlik hissi duymamışız.
Bir metre seksen santim boyunda, dinç, güzel, dik, vakur görünüşte, seyircisini tilsımlıyan, açık alınlı, derin ve ateş bakışlı, nur yüzlü, her türlü İllet ve marazdan salim, fevkalâde temiz ve sade giyinmiş, 35-40 yaşlarında kâmil bir insan tipi düşününüz. Bu tipin yanına da, kendi muhteşem ihtiyarlık nüshasiyle harikulade sevimli çocukluk nüshasını ilâve ediniz; ve üçünü de el ete verdiriniz. İşte İslâm inkılâbının rüyasını gördüğü sıhhat ve güzellik tablosunun müşahhas ifade unsurları bunlardır. Ve bu vasıfları iktibasa doğru nesil nesil çalışma ve maya tutturmanın bellibaşlı ilmî metodları yardır.
Her dâvanın olduğu gibi tek hadîsiyle bütün kâinatı ihata etmiş bulunan Peygamberler Peygamberinin, güzel yüzler ve ifadeleri medh buyuran ve Allah'ın da güzelleri sevdiğini anlatan fermanları, bu batışın ruh ve merkez dayanağını belirtir.
Güzelleştirme dâvamızın, izdivaç müessesesini kuşatıcı ve çocuklarla gençleri yetiştirici şekilde ve din ölçüleri içinde gerek kanunî tedbir ve gerek şahsî telkin voliyle insanları mütemadi bir istifaya tâbi tutan bütün bir plânı olacaktır. Yalnız bu plân, müstakil olarak, koskoca bir dünya görüşü değerindedir.
Sağlamlaştırma dâvamızın da, kaydetmiştik ki. on haneli köylerden bir milyon haneli şehirlere ve küçücük seyyar sıhhat istasyonlarından (Metropolis) manzaralı koskoca hastane şehirlerine kadar bütün bir memleket manzumesi çapında ve en ileri bilgi verimlerine göre muazzam bir şebekesi kurulacaktır. Sadece bu şebeke, müstakil olarak, koskoca bir devlet değerindedir.
İslâm inkılâbının sıhhat ve güzellik bahsindeki fikir ve iş plânı, en başta ruhları imâr dâvasının ruha yataklık edici en haysiyetli madde olan insan uzviyetini imâr şeklinde tezahür etmiş bir şubesidir; ve bu şubenin kadrolaştırdığı cehd ve tedbirler manzumesi, topyekûn insanlığa eri yeni ufuklardan birini açmaya namzettir.NECİP FAZIL KISAKÜREK..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KADIN



Bu inkılâbın kadınları, cihanın en zarif ve en cazibeli kadınları olacaktır.
Bu inkılâbın kadınları, kutsî ölçünün örtmeğe mecbursun!» dediği her noktalarını örtecekler ve «örtmeye mecbur değilsin!» dediği hiçbir noktalarını örtmiye zorlanmayacaklardır.
Bu inkılâbın kadınları, böylece ve anlıyanlarca, kadınlık mefhumunun heykelleştirdiği en derin ve esrarlı hicap ifadesi içinde cemiyet zeminini süsliyeceklerdir,
Bu inkılâbın kadınları, böylece ve anlıyanlarca, kadınlık mefhumunun heykelleştirdiği en derin ve esrarlı hicap ifadesi içinde cemiyet zeminini süslerken, evvelâ Allah'ın emrini yerine getirmiş olmanın saadetine, sonra da kadınlık sihrinin son merhalesine ermiş bulunmanın imtiyazına kavuşacaklardır.
Bu inkılâbın kadınları, erkek veya horoz gördüğü yerde kukumavlaşan veya kaçacak delik arayan eski nesil kadınlanndan hiçbirine benzemiyecek; Saadet Devrinin; ulvî kadınlığına eş olarak, kendisine kutsî ölcünün, yasak etmediği her noktada boy gösterecek; ve esasen kacsalar da, gelseler de, otursalar da, kalksalar da, giyinseler de, soyunsalar da, ne erkek ve ne horoz, onları dinî edep ve eda dışında görmeyi imkân bulamıyacaktır.
Bu inkılâbın kadınlarında vekar, hayâ, iffet, mâna, şahsiyet eda, öyle cömert bir ifadeye bağlıyacaktır ki, dünyanın en havaî erkeği bile yüzlerine bakarken ûrperecek, onlara karşı hürmetten başka bir şey duymıyacaktır.
Bu inkılâbın kadınları, küfür; dünyasının bütün kadınlarına ve erkeklerine, İslâm üstünlüğünün, ilk bakışta aşikâr, müşahhas vesikalarından birini verecektir.
Bu inkılâbın kadınları, esasta, muazzez ve münezzeh ev kadrosunun ve aile çerçevesinin sultanı olacak, hayatın yırtık seciye emredici iş sahalarından hiçbirinde görünmiyecek; buna rağmen İslâm ölçülerinin yasak etmediği ve kendisince icap gördüğü sahalarda da şerefle içtimaî faaliyet kabul etmekten kaçınmıyacaktır
Bu inkılâbın kadınlarından, yüzde yüz İslâmî çerçeve içinde ve bilhassa kendi, cinsi üzerinde yetiştiricilik vazifesiyle, muallim çıkacak, doktor çıkacak, hastabakıcı çıkacak, muharrir çıkacak, sanatkâr çıkacak, âlim ve bilhassa fahişe çıkmıyacak, bar artisti cıkmıyacak, sarhoş şarkıcı çıkmıyacak. göbek atıcı çıkmıyacak ve nihayet başıboş işçi ve memur yaftası altında cinsiyetini azmanlığa götürmüş pislik ve yırtıklık nevilerinden hiçbirisi çıkmıyacaktır.
• Bu İnkılâbın kadınlığına ruh örneği, cinainin fetanet ufku Hazret-i Âişe ile, hassasiyet ufku Hazret-i Fatıma.
Bu inkılâbın kadınlığı. temeli 14 asır evvel atılrnış ve sonra hiçbîr mimarî çizgisi kalmamış ve anlaşılmamış olarak, bütün insanlığa örnek olacak kıymettedir.NECİP FAZIL KISAKÜREK..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ÜREME VE TÜREME


Sağlamlaşma ve güzelleşme tedbirlerimiz ve en ince istifa buluşlarımızdan sonra iş, bu keyfiyet esası üzerine dayalı ve fevkalâde hareketli bir üreme ve türeme plânını tatbiktedir.
Potada pırlantaya maya tutturduktan sonra o cevheri kirşiz ve küfsüz olarak büyütmeye çalışmak... Hedef budur!
Her kemmiyet köpürüşü mutlaka bir keyfiyet esasına dayandığına göre. bu sahadaki kemmiyet hamlemizin aslî keyfiyeti tamamiyle mahfuz olduktan başka, sırf kemmiyet ölçüsüyle de ayrıca ve başlıbaşına bir keyfiyet değeri vardır.
Üreme ve türeme gayemizin, ayrıca başlıbaşına keyfiyet değerinde oluşu şundandır ki, Peygamberler Peygamberinin, durmadan ürememiz, beklemeden çoğalmamız ve boyuna sayımızı artırmamız hususunda da muazzam fermanları vardır. Kıyamet günü Ümmetlerinin çokluğuyla iftihar buyuracaklarını bildiren Kâinatın Efendisi, bu iftihar duygulan içinde, Müslümanlar kadrosuna düsen k€ ve kemmiyette ezici üstünlük vazifesini ne harikulade ilan ve ihtar etmiş bulunuyorlar.
Evet; Olmak, hep olmak ve her sahada olduktan sonra bu oluş etrafında çoğalmak, hep çoğalmak ve nihayet her sahada hâkim mikyasları taşırmak, Müslümanların varlık borcudur.
Üreme ve türemenin iki cenahı vardır; Birincisi içeriden ve iç tedbirlerle çoğalmak, hep çoğaltmak ve nihayet en titiz yetiştiricilik tasarrufunun rejimini yaşamak… İkincisi de, bu çığın kitlesine, ruhî ve kavmî dış benzerlerini cezbetmenin iç ve dış şartlarını tamamlamak... Hem kemmiyet ve hem keyfiyette bir arada telâkki şuuru...
Birinci usul, en şanlı sünnetlerden biri olan izdivaç müessesesini, hemen hemen aksi düşünülemez bir nimet haline getirici bütün yolları plânlaştırmakla yerine gelir Bu plânda, gençleri en taze yaşta evlenmeye sevk etmekten, verdikleri evlât yemişi nisbetinde şereflendirmeye ve refahlandırmaya kadar bütün tedbirler, devlet cemiyet ve aile arasında tam bir işbirliği ifadesiyle perçinleşmiştir.
Devlet, en genç çağdan başlamış olarak evli ve çocuk sahibi fertlere; onları sevk ve himaye edici bütün imkânları hazırlayacak, cemiyet kadınsız, ve çocuksuz insana hayat ve saadet hakkı tanımayacak, fert de (hormon) kesesinin içinde Büyük Ümmet mefkuresinin hakkı olan tohumlardan bir tekinin bile hapis, veya israfından der bir mes'uliyet çilesi çekecek...
İkinci usul, islâm İnkılâbının erişeceği tesir ve yacağı manevî cazibe nisbetinde dışarıdan içeriye ru t&nin edeceği cereyandır ki, bu cereyanı evvelâ sınırları içine çekmenin, sonra o sınırlar içinde kanallar almanın, daha sonra onları bellibaşlı havuzlarda biriktirmenin, en sonra da bu havuzlardaki su kalitesiyle vatan gölünün su kalitesi arasında birlik sağlamanın ve nihayet her şeyi o gölde toplamanın ve göl seviyesini boyuna yükseltmenin, bu arada tek damla bile olsun, su kaybına ve yolların vıcık vıcık çamurlanmasına mâni olmanın, madde madde örgüleştirilmiş bir sisteme ihtiyacı vardır, şin sistemi de, dâvanın idrakiyle beraber kendi kendisine tahakkuk ve tecelli edecek tabiî bir neticedir.
İslâm inkılâbı, üreme ve türeme dâvasında, sistemli bir çalışmayla, 40 milyonluk bir kalabalığı çeyrek asır içinde 80 milyonun üstüne çıkarmayı taahhüt ve tefekkül edici bir hamle ruhuna maliktir.
Bütün ât dünyaların hem keyfiyet ve hem kemmiyette. mütemadi tereddi, tefessüh ve dumura doğru yuvarlanışını çerçeveleyen ufuklarda, İslâm inkılâbının bellibaşlı bir keyfiyet cevherine bağlı üreme ve türeme dâvası, gerçek hayat yetkililerinin kadrotanışını belirtici ve onlara bütün cihanın hâkimiyet anahtarını teslim edici azîm bir kitle tecellisi olacaktır.
Elbette ki, bu seviye ve mükellefiyete ulaşabilmenin ilk şartı, insan gücünü evvelden kıymetlendirmiş, verimli kılmış olmak... Yoksa netice, iyi yerine kötüyü çoğaltmak olur.
Necip Fazıl Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ORDU



İslâm inkılâbı orducudur.
Bu ordu asla günlük siyasete karışmaz; ve içeriye doğru hiçbir hizip ve zümreye dayanak ve manivela hizmeti görmez. Eğer bu şiarının aksine yönelecek ve sırf ordu maddesine dayanmak bakımından mâna âlemine tahakküm edici, kendi içinden şahıs ve zümreleri destekliyecek olursa, taşıdığı mukaddes livaya ihanet etmiş olur.
Bu düstur, İslâm inkılâbının, rüyasını gördüğü Yeni Altun Ordunun temel ölçüşüdür.
Evet, Yeni AItun Ordu... İslâm inkılâbının rüyasını gördüğü ordu ismi budur.
İslâm inkılâbında ordu, büyük ve mukaddes dâvanın yalnız dışarıya doğru, azametli, tantanalı ve ihtişamlı (aksiyon) cihazını temsil eder; ve hedef emrini yalnız ve dâva kadrosunun merkezinden alır.
İslâm inkılâbında orduyu ve orduculuğu, sadece iman ve fikrin, dimağ emrinde pazı kuvveti ve bu pazı kuvvetini azizleştirme işi diye anlıyalım! Pazı kuvveti hiçbir zaman ruh kuvvetinin emrinden dışarıya çıkmıyacak ve sadakatle temsilini gördüğü ruhun «öl» dediği yerde ölüp, «kal!» dediği yerde kalacaktır.
İslâm inkılâbında ordu, işte, körükörüne bağlı olacağı ruh merkezine tâbiliğin sarsılmaz ruhunu nizamlaştıracak, onun ruhu da bu olacaktır.
İslâm inkılâbında ordu, iç bünye ve mimarisi bakımından madde âlemine, tarihte eşi görülmemiş bir harika nakşedecektir. Bu ordu «ölmeden ölenler«Allah’ta fâni olanlar» ın emri altında, «ölüp de ölmiyenler - şehitler»in muazzam güzelliğini yaşatacaktır.
İslam inkılâbında ordu, büyük ve aziz topluluk ifadesi içinde asla hususî ve meslekî bir sınıfı temsil etmiyecek; ordunun bellibaşlı meslek potası içinde, bütün millleti, bütün cenkçi unsurlariyle eritmiş olarak hulasalandıracaktır.
İslâm inkılâbının rüyasını gördüğü orduda, en küçük unsurundan en büyük rüknüne kadar kumanda heyeti, üniformasından göz kırpışma kadar «ya şehit, ya gazi...» ölçüsünün, tam ve tezatsız bütününü heykelleştirecek; ve bu manevî heykel, ilmi, fenni, imanı, ahlâkı, ede muaşereti ve bütün ferdî ve içtimaî hayat tezahürleriyle «ya şehit, ya gazi» den ibaret harikulade insanı tablolaştıracaktır. İslâm ordusunun subayını çerçeveleyen bu harikulade insan, bütün millet ve cemiyet içinde, sade askerî talim ve terbiye bakımımdan değil, mücerret insan ölçüsiyle de en yetkin ve dâvaya en yatkın örnekleri tezgâhlandırmak için gayet hususî bir rejim altında yetiştirilecektir. Bu harikulade insan, kuvveti nisbetinde, mahcup, bilgisi nisbetinde sükuti dâva adına bürünmeye mecbur olduğu ihtişamı nisbetinde mütevazı ve cemiyetin kaymak tabakasından seçilmedir.
Ve İslâm ordusunda er, işte bu kumanda heyetinin eline, nihai mülkiyet ve malikiyet hakkiyle teslim edilmiş, fevkalâde güzel, besili, sıhhatli ve seçili; ve her biri vatan kadar aziz ve teraf edilmiyecekleri emin kurbanlık koyunlardan başka birşey değildir.
İslâm inkılâbında ordu. fikrin emrinde, en harikalı nizamla estetiğin, en ileri müspet bilgilerle aletlerin tecelli mihrakında, davayı bütün cihana teşmile memur, tarih boyunca gelmiş manivelaların en muhteşemi ve en manalısıdır.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ORDU VE İNKILAP



Bizde, iyileri ve kötüleriyle bütün inkılâplar orduya dayanılarak yapılmıştır.
Tanzimata gelinceye kadar nice devlet ve idare değişikliği olduysa, sadece yeniçeri veya çerileştirilmiş isyan hizipleri tarafından başarıldı.
Yeniçeriliği ortadan kaldıran da, devlet himayesine mazhar, başka ve asrî çerilerdir. Tanzimat inkılâbı ise iktidar makamına bilfiil sahip şahıslann, yine bütün icra
vasıtalariyle hükümet kuvvetlerinden faydalanarak meydana getirebildiği basit bir ıslahatçılık gayreti...

Ötesi, sadece ve daima, ordunun manivela diye kullanılışiyle meydana gelmiş cebr-ü zor hareketleri...
Yâni bizim tarihimizde fikrin bizatihi fikirden yola çıkarak meydana getirebildiği ve dayanağını düğü tek bir inkılâp yoktur.
Tam mânasiyle orducu bir çizgi taşıyan {Büyük Doğu) mefkuresi, orduyu, ancak üstün dünya görüşünün emrinde mücerret ve muazzam bir (aksiyon) cihazı diye sevdiği ve benimsediği için kaydetmek ihtiyacındadır ki, fikir, ister ordu içi, ister ordu dışı şahısların elinde, mutlaka ordu üstü bir hâdise olarak yuğrulmadıkça fikir inkılâbına mahsus iklim maya tutamaz. Ve baştan başa orduyu da kavrayıcı bu iklim maya tutmadıkça, ordu ya dayanmış ve dayanacak nüfuzlu fertler, düne kadar olduğu gibi, yarın da. kendi şahsî temayüllerini,ordu ismini verdiğimiz asîl ve itaatli kuvvet manivelâsına istinat ettirerek, saf fikrin hakkını çalmış olurlar.
İnsanda fikir evvel, teşkilât ve ordu sonra olduğuna göre, ulvî fikrin manivelası olan ordu, birtakım istismarcılar elinde kendi orduluğunu fikre takaddüm edici bir vasıta diye kullanmaya başlarsa, her şeyden evvel ordu elden çıkmış ve gerçek ordunun biricik fazilet itaat tersinden kullanılmış olur.
Ordunun da hakkı, fikrin, bütün fikirler âleminde mîzanına istekli ve ondan sonra madde ve (aksiyon) dünyasına talip olarak, sadece fikir haysiyetiyle zaferini elde etmektir.
Artık bu memlekette, tokmak inkılâbına değil, fikir inkılâbına sıra geldiğini kafalara tokmakla ihtar günü gelmiştir.Necip Fazıl Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MİLLET VE ORDU



Bir daha kaydedelim: Büyük Doğu İdeali orducudur.(Antimilitarist)lere zıt…
Fakat bu orduculuk, silâha, madde gücüne, madde manivelasına dayalı, vaktiyle Yeniçeri Ortalarında olduğu gibi, kaba ve fikirsiz bir tasallut taraftarlığı değildir. Büyük Doğu ideali, böylesine en fazla zıt...
İlâhî mimarîde her şey, ters cephesiyle, ulvîliği nisbetinde süflîliğe namzet olduğu için, orduculuk mefkuresini, bağlı bulunduğu iman ve dâva kutbundan ayırıp orduyu öl nefsaniyetiyle azizleştirmek, her şeyden evvel o mübarek ocağa kıymak olur.
Ordu için ordu yok; millet için ordu vardır.
Ok, tüfek veya atom bombası... Üçü de keyfiyet. ve gayede bir... Farkları kemmiyette...Ok da, tüfek de,atorn bombası da bir gaye ve dâva emrine girmedikçe kendi zatî madde; imkânları ve iş görme avantajlariyle hiç bir hak ve imtiyaz belirtmez. Hak ve imtiyaz, onları kullanan ele, elin bağlı olduğu kafaya, o kafaya yön veren ruha göredir. Aynı ok, Kerbelâda Peygamber Torununun mukaddes yüreğine saplanabileceği gibi. kör Deccal'ın iki kaşı arasından da girip geçebilir.
Ordu bir oktur onu kullanan el ayni okun şuur merkezi subaydır; en bağlı olduğu kafa, fikir ve hakikattir; kafaya yön verici ruh, millet ve cemiyet... Ve olanca hak ve hakikat, değer, ve İmtiyaz, sırasiyle ve derece derece , ruh, kafa, el ve âlete ait...
Ordu ki cemiyetin yumruğudur; gömülü olduğu eti acıtmayan bir tırnak gibi, başiyle âhenk halinde bulundukça, o cemiyet salim, o baş aziz ve o yumruk mübarektir.
Tarihte bütün büyük orduları saran kanun ve hikmete misal: Fransaya Papa'ların hazinelerini ve (Rönesans)ın sanat eserlerini taşıyan (Napolyon) un Büyük Ördusiyle, haşmetli Prusya ordu idealinin billûrlaştırdığı asker…
«Altun Ordu» yu kuran Türk de, ordu ve millet, baş ve yumruk tamamlığının en parlak örneği… Şu var ki, Türk. ö devirde ordu-millet halindedir ve ayrı bir vasfa malik değildir
(Sivil) mefhumuna bağlı medeniyet cağındaysa ordu - millet yok. millet - ordu var... Bağlı olduğu başın hamle ve iradesini heykelleştirici mübarek yumruk...
Bu yumruk başiyle ihtilâfa düşer ve kendisini kendi zatiyle imtiyazlandırmaya kalkarsa, o milletin, başını dövmesinden başka bir netice doğmaz, öz yumruğu öz başına inen millet..
Nitekim tarihimizde, büyük ruh dayanağımızı kazandıktan sonra iç ve dış bütün fetihlerimiz millet – ordu sayesinde olmuş; bu ordu, dayanaklariyle alâkasını kaybedince de bozgun çığırımız açılmış ve aynı ordu, Tanzimata kadar milletin başını cenderelemiştir. Düşmana mağlûp bir mekanizmanın kendi Öz milletine galip gelmeye! kalkması, yumruğun ağızdan girip damağı çatlatması ve beyni ezmesi, ne korkunç hâile!. işte Yeniçeri felâketinin tam izahı..
Her zaman ve mekânda, ordunun, bağlı olduğu ruh ve kafaya att fesoaj görür görmez yumruğu ağızdan sokması. damağı çatlatması ve beyni ezmesi haktır. Şu incecik farkta ki, beyin yerine 'gecen. yumruğun kafa kadrosu neman yurnrukluktan çıkıp beyinleşecek, bunun için haysiyetli bir fikirle gelmiş olacak, her fikir gibi sivilleşecek, kendine inandıracak; peşinden, yumruğu (ast) ve beyni (üst) rnakama iade edecek ve böylece beyin yine beyin ve yumruk yine yumruk kalacaktır.
Millet - ordu budur: Türk ordusu Tanzimattan beri bu Garplı ölçü etrafında şekillenmek istemiştir. 50 küsur yıl evvelki dâsitânî zaferini bu ruhla kazanmıştır ve bugün…
Bugün, millet . ordular topluluğu manzumesindeki İtibarlı mevkiini yine bu eski ruha borçludur. Esasta ve kökte münezzeh, fakat son zamanlarda, yönü değiştirilmek ve bazı hiziplerin eline teslim edilmek istenen bu ruh. Mehmetçikle subayının şiarı oldukça Türk milleti kendisini mutlu sayabilir.
NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ANLADIĞIMIZ ORDU



İmam-ı Rabbânî Hazretleri, müridin şeyhine bağlılık derecesini anlatırken şu teşbihi kutlanır: «Gasledicinin elindeki ölü gibi, nereye cevrilirse dönen insan...» Dünyada hiçbir benzetiş, tâbi olunanın iradesinde erime halini bundan daha güzel anlatamaz. Bu ölçüyü başa aldıktan sonra hemen mimleyebiliriz ki, bizim anladığımız ordu, fâni şahsın değil, ebedî fikrin emrinde bu teslimiyeti ve o fikir dimağına bağlı yumruk sadakatini gösterendir.
Evinde arslan besleyen adam, arslanın hilkatinde meknuz yırtıcılığı kontrol edemezonun eve karsı ehliliğini, dışarıya karşı da yırtıcılığını murakabe altında tutamazsa, aynı arslanın bir gün kendisine saldırmasından şikâyet hakkına mâlik olamaz. Suç kendisinindir.
Bu bakımdan Türk cemiyeti ve onun irade ve idare cihazı. Kanunî'den Tanzimata kadar, iki, Tanzimattan bugüne değin de birbuçuk asırdır suçlu...
Türk cemiyeti, İslâm vecd ve aşkını kaybetmeye başladığı Kanunî devrinden sonra emrindeki yeniçeri arslanının, ne pars, ne sırtlan, ne akrep, ne yılan, hiçbir yırtıcı ve sokucu hayvan cinsinin beceremeyeceği şekilde, pençesini, dişini, kıskacını, iğnesini beynine geçirdiğini görmüş; ve ancak satıh üstü ıslahat ve dıştan macunlama hengâmesi altına alabildiği askerini, bir daha, yeniçeriliğin başındaki fikir ve ideal ordusu mânasına erdirememiştir.
Büyük Doğu ideali, fikir ordusu mânasına (militarist - orducu) zihniyetinden ayrılamaz; ve lâtince tabiriyle (militarist) mefhumun ışıklı kalesi içinde, millî ruhu yayıcı ve koruyucu kuvvet heykelini tebcil eder.
Bu heykel, ne tarafa çevrilirse gık demeden döneceği, asla dönülemez istikametlere zorlandığı zaman döndürmek isteyenlerin başına ineceği şartları takdir v« hududunu tayin etmekte gayet dakiktir. Onu, Hazret-i Ömer'in «kötü yola saparsam ne yaparsınız?» sualine «kılıçlarımızla düzeltiriz!» cevabındaki hikmet çerçevesinde tespit edebilirsiniz. Şu var ki, kılıç, sırf kestiği için kesmeye ve bu arada hakkın boynunu vurmaya kalkışma gibi bir itisaf cinnetine düşmekten her ân mahfuz ve masun tutulacak ve çürümüş, kokmuş cemiyetlerin bu sâri hastalığına, karşı daima aşılı bulundurulacaktır.
Cemiyet ve cemiyetinin irade ve idare cihaziyle asla ihtilâf haline düşmeyen, düştüğü zaman da o irade ve idare cihazına kendi dünya görüşünü nakşetme kudretini elinde tutan; ve kılıcı, kılıç için değil, fikir için çeken bir ordu; âlemde hiçbir hendese şeklinin erişemeyeceği (senfonik) nizam ifadesi içinde başımızın tacıdır.
Bizim anladığımız «gassal elinde meyyit» kadar hakka tâbi ve aynı nispette haksızlığı ve haksızlığa karşı vazifesini müdrik ordunun heybetli bir kıtası, rap, rap, cemiyet meydanından geçerken, bando mızıka önünde zıplaya zrplaya koşan sümüklü mahalle çocuklarının heyecanını duymaktan üstün bir duygu tanımıyoruz.
Zira dünyayı gaye kabul edenler ve ötesine inanmıyanlarca, hiçbir görüş tarzı, faniliği ve mahdutluğu açık olan bu dünyada bir eser bırakmak ve arkadan geleceklere bir mâna ve madde donatımı terketmek cehdini besliyemez. «Bu. bu kadardır!» dedikten sonra dikilecek her taş, günübirlik hayat ihtiyaçlarına ne derecede medar olursa olsun, hakikatte ve esasta, korkunç ve lüzumsuz bir abes belirtmeye mahkûmdur. Arkadan gelen nesillerin tesellisi ise, varlığı ve yokluğu, kendi öz ferdiyetinin kâsesi içinden tadan insanoğlu hesabına, aşk ve şevkle eser vermek yolunda kâfi ve sağlam bir müeyyide değil, sadece suni ve dayanıksız bir tedbirdir. Allah'a inanılmıyan yerde, hakikat ve esas gaziyle, tek taşı ayakta durdurabilmenin imkânı yoktur.
Böyle olunca, dünyayı imar, her halde ve herşeyden evvel maddeci telâkkilerin işi olmamak icap eder.
Halbuki böyle olmamış; asırlar boyunca İslâmiyet, ferdî temsil kadrolarında, ahiret uğrunda dünyayı yüz üstü bırakmak ye camilerden başka hiçbir mekânı haşmetli bina etmemek mânasına alırimıştir. Garbın bâtıl dini ise, ancak papas telkinlerinin zayıflamaya ve mensuplarının maddîleşmeye başlamasından sonra dünya imarına yol açıldığını görmüştür.
Böylece, hak ve bâtıl kutuplariyle dinlerin, insanoğlunu dünya vazifelerinden alıkoyduğu ve din telkinlerine ne kadar kıymet verilmezse o kadar dünya imarına imkân hâsıl olduğu üzerinde, tamamiyle yanlış ve ters bir zehap doğmuş; ve bu kolay zehap asırlar boyunca kökleşerek. hemen hiçbir fikir adamında, tersyüz edilen hakikati ihtara kudret bırakmamıştır. Garbın bâtıl din bünyesi böyle ,bir idrake imkân vermediği için, hakikat, Garplı mütefekkirler tarafından keşfedilemezdi. Bunun için İslâma kucak açmak gerekirdi. Fakat İslâm mütefekkirlerince, Garbın bütün tezat ve buhranı da dâhil olarak, yegâne kurtarıcı dinin ruhuna bîgâne kalınması ve bu yüzden sebeb ve neticelerin süzülememiş olması, şahsî idrak ve tefi kabiliyetsizliğinden bu düğümü çözememiştir. Eğer yalnız bu nokta izah edilebilseydi, dünyayı ve dünya hakimiyetini elimizden almak suretiyle ruhumuzu ve gayemizi körlettiğini sanan Hıristiyanlık, çoktan bize mağlûp olmuş bulunurdu.
Din gözünde âhiretin zıplama taşı olmaktan ibaret bulunan dünya, yine dirî eliyle çerçevelenmiş hakları verilmedikçe, bizi ötelerin haklarından da mahrum edecek kadar kuvvetli bir tuzaktır; ve bütün marifet, bu dinî inceliği kavrayabilmektedir.
Onun içindir ki, hiç ölmiyecekmiş gibi dünyaya hemen ölecekmiş gibi âhirete memuruz; ve yine onun içindir ki, mescitlerimizi sade ve şehirlerimizi ziynetli bina etmek gibi hudutsuz hikmetli bir Peygamber emri almış jnuyoruz. Yani bugüne kadar yaptığımızın tam aksi... Hi nen ölecekmişiz ve zaten yaşamamaktaymışız gibi ezginlikten ibaret âhiret tesellisi; ve yalnız mabetler aç ıa bir ihtişam ve gerisi teneke evler... Bize bu ruhu te in edenierse. Kâinat Efendisinin her mikyas üstü deri tâtırvma yol: açmak dâyösiyle yalan haber veren sahte mutasavvıflar ve kalpazan dervişler olmuştur. Gerçek ta| avvuf ve bâtın yolculuğu, bu gidiş ve gelişin tam aksi' tedir. • islâm inkılâbında düriya, Islâmiyetin hakikatine tı-<jttp uygar» olarak, biz her şeye malik olduktan sonra! içbir şeyin bize malik olmaması inceliğinden ibaret bu-ınön gerçek fakirlik gibi, bizim yüzde yüz sahip ve hö-J im olacağımız, fakat onun bize sdhip ve hâkim olamıya-ağı ve üstüne yapılan her nakşın asit gaye olarak ken-isini aşacağı muvakkat bir plândır. Ve iste dünya böy-îce kabul edildikten sonradır ki, solmaz renk ve ölmez eslerin iklimine yol veren geçit noktası olarak bu muvakkat plânı baştan başa donatmak, bezemek, ötelerin sevk ve neşesiyle süslemek din! bir vazife olur ve zahmetine değer. Yoksa dünya dediğimiz plânı donatmak ve bezemek için, ondan başka bir şeye inanmamak icap etseydi, asıl o zaman bu plânı donatmaya ve bezemeye imkân verici büyük, devamlı ve mefkûrevî şevk kaybedilmiş olurdu. Bilinen ve görülen imar örnekleri, tek başına kaldıkça yine bilindiği ve görüldüğü gibi, yarını tekeffül etmek iktidarında değildir ve tamamiyle suni ve büsbütün fânidir.
İslâm inkılâbının, dünyayı imar mevzuunda, Allah ve Resulünün muradına tam uygun olduğundan emin bulunduğu bir girift hikmet dâvası kavranır kavranmaz, şimdiye kadar Garp dünyâsında gördüğümüz bütün örnekler ve onları kât kat aşan en yeni buluşlarla mukaddes ölçüler çerçevesi içinde dünyayı imar. küfrün veya bâtıl dinlerin değil, bizim hakikatimiz ve onların tezadı olarak meydana çıkar.NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
TOPLAM



Dâvayı evvelâ vatan sınırlan içinde, sonra eşit ruh muhtevasına sahjp milletler kadrosunda, daha sonra da bütün zıt topluluklar muhitinde zafere ulaştırmaya memur, harikulade çevik ve ince bir plân zekâsı ve siyaset dehâsı...
Müslümanlıklarına rağmen, o nuru gölgelendirmiş ve Resulünün muradına tam uygun olduğundan emin numuneliği haysiyetinden mahrum gören, bütün feyzi tek ve mutlak kaynak bildiği Saadet Devri ve Sahabîler topluluğundan alan, böylece hayatın her tecelli sahasına hâkim yepyeni bir vecd ve edaya yol açan bu vecd ve edayı namütenahi ileri bir nesil başlangıcına perçinleyen ve ebediyen perçinleyecek olan bir gençlik teşekkülü dâvası...
Bütün kıymet hükümlerini ve nefs muhasebelererini İslâmiyet mizanından aldıktan sonra birer birer sükut edecek ve herbiri her hakkın İslâmiyette gerçekleştirip îst| lal dâvalarını kaybedecek olan içtimaî ve iktisadî mezheplerin hâs isimleri ve öz hüviyetleriyle kökünden iptali...
Kuvveti nispetinde mahcup, hicabı nisbetinde kur, vakarı nisbetinde edib; ve mukaddes dâvanın ruh emrine bağlı madde kıymet ve zarafetini temsilden başka tek gayesi olmıyan bu ulvî gayenin asîl ruhuna malik ve her cihazı, âleti, hali ve şekliyle mefkûrevî nizam ve heybet şiirini heykellestiren Yeni Altun Ordu…
Dâvanın kemmiyet ve iptidaî madde kaynağı satranç tahtaları gibi muntazam, polis noktaları gibi her murakabeye nezaretli, maddî ve manevî sjhhat ve şahsiyet çekirdeği, süt beyaz ve süt liman, mesut ve müreffeh köy…
Dâvanın keyfiyet ve mâmul madde mansabı, sanki fil dişinden kaldırımlarında en ileri ve nuranî fikir ve idrak çilekeşlerinin harikulade bir ahenk ve huzur ifadesiyle aktığı ve kimsenin kimseye çaparız teşkil etmediği, kat ve kubbe kubbe bina ve çatılarının insanoğluna ait büyük oluşu mekânlaştırdığı ve her dert ve her ihtiyacın kadrosunda muessiseleştîği muazzam şehir, haşmetli (Metropolis)…
İçinden ve dışından sımsıkı müeyyideli ve tam sigortalı aile hücresi...
Bütün oluş sahalarının merkezî ve muhitî eksiksiz ve tezatsız bilgi plânını çerçeveleyen tek sistemin, devlet aile ve muallim gibi üç ayaklı sehpa üzerinde durması sına bağlı olduğunu bilen talim ve terbiye ocağı.
Zekât ve yardım emri sayesinde' içtimaî teavün ve tesavi gayesini son haddine ulaştırıcı ve şahsî mülkiyet hakkı içinde içtima? mülkiyetin her hakkını ödeyici ihyakâr iktisadî nizam...
Müslümanlara ait, eşya. ve hâdiselere hâkimiyet hakkının icra vasıtası olan ve mü'minlerin kaybolmuş malını belirten müspet bilgiler dehâsını, henüz erişilmemiş ve erişilemez haddiyle temsil...
Mukaddesat ve cemiyetin müşahhas hicap ifadesi olan dinî ölçüler içinde her tarafı kapalı, ondan sonra her kıymeti açık, böylece her örnekten fazla güzel ve tesirli kadın...
Vatanın, cemat, nebat, hayvan ve insan, bütün kadrosuna şâmil içtimaî fayda ve faaliyet prensibi; ve zayi olmaktan memnu, hattâ tek zerre (enerji)...
Kulların değil. Allanın ve ona bağlı vicdanın emrettiği adalet...
Âhiret mâmurluğunun tarlası olan dünyayı, sonunda bir taş tahta gibi bütün yazılariyle silineceği biline biline, son kum tanesine kadar imar...
Bütün pisleri ve pislikleri ayıklanıp, bütün temizleri ve temizlikleri çeşmeler ve seller gibi akıtılacak ve dâvanın tahassüs âletlerini şekillendirecek güzel sanat şubeleri...
Sıhhat ve güzellikte her tedbir...
Öreme ve türemede her çare...
Nihaî kavga ve zafer plânı olan Batıya karşı, kemmiyet ve keyfiyet zemini olarak istinadı şart, Asyacılık gayesi
Ve nihayet, herbiri kitaplık çapta bu otuzüç prensibin. bütün teşkilât ve idare ruh ve dehasını billûrlaştıran üstün üstü buluş ve eriş; Yüceler Kurultayı ve Başyücelik mefkuresi... İşte bu noktaya gelmiş bulunuyoruz. NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCE VE KURULTAY



· Bütün kuvvet tevazünü, her temsil kutbu aynı kök ideolocyaya bağlı olarak, “Başyüce” ile “Yüceler Kurultayı” arasındadır. “Yüceler Kurultayı” “Başyüce”de, kendi mânevî şahsiyetinin öz eliyle seçilmiş icra ve temsil birliğini; ve “Başyüce”, “Yüceler Kurultayı”nda, kendi icra ve temsil birliğinin, üstün güzîdelerden mürekkep, murakabe ve muhasebe kadrosunu bulur.
· Öyle ki "Yüceler Kurultayı”, havâi kitle reylerinin kemmiyet dalgalanışındaki hikmetsizliğe zıd olarak, daima kendi kendisini tekmil ve inşâya ve daima hak ve hakikate memur, giderken; onun ve devletin kafası olan “Başyüce”, yine onun seçiminden gelerek, hak ve hakikatin millet üstü manasiyle hak iradesine bağlı cephesini en ince âhenk içinde telif eder.
· "Yüceler Kurultayı” vicdan; ve “Başyüce” irade...
· Böylece, hak ve hakikatin muhtaç olduğu birbirini murakabe ve muhasebe edici iki ana merkez doğmuş olur; ve bu iki ana merkezin iş ve fikir kaynaşmasından doğacak olan vahdet, demokrasyaların varamadığı ve varamayacağı nizamlı hürriyetle, demokrasyalara zıd bütün şekillerin başaramadığı ve başaramayacağı hür disiplini, sağ ve sol kanatlardan hiçbirini incitmeden elinde tutar.
· "Başyüce”, "Yüceler Kurultayı”nı, her defa giren ve çıkan âzasiyle tasdik edecektir. "Başyüce”, "Yüceler Kurultayı”nın fert fert dağınık ve zümre halinde toplu ruhunu, millet adına ona karşı murakabe ve müdafaa halinde olacak ve hükmü “Yüceler Kurultayı”na bırakacaktır.
· Buna karşılık “Başyüce” bütün hayat, faaliyet ve işiyle “Yüceler Kurultayı”nın murakabe ve hakikati müdafaasına hedeftir.
· Şöyle anlamak lâzımdır ki, her şey, herkesi aşan bir hak ve hakikat mizanı önünde, daima o hak ve hakikat adına birbirine hâkim ve mahkûm, birbirine şahit ve murakıp, mefkûrevî bir âhenk tertibini işletebilmekten ibaret...
· Kendisi ve kendisine murakabe eden yine kendisi olarak, bir insanda iki cephe veya iki cephede bir insan...
· "Yüceler Kurultayı” “Başyüce”yi beklenmedik menfî ve zıd şartlar içinde görürse, onu, en aşağı yüzde yetmiş beşi bulması gereken bir ekseriyet karariyle devirip, bu takdirde nihâî irade tecelli edinceye kadar arasından birini “Başyüce” ilân etmek hakkına maliktir.
· "Başyüce” “Yüceler Kurultayı”nı doğrudan doğruya feshetme hakkına malik değildir. Ancak “Yüceler Kurultayı”nda beklenmedik menfî ve zıd temayüllerin kümelendiği ve bütün kadroyu kuşatmaya başladığı bir fesat takdirinde, derhal milletten, kendisiyle "Yüceler Kurultayı” arasında hakem kararı isteyebilir. Bunu isteyebilmesi için, "Yüceler Kurultayı”nın, en aşağı yüzde kırk nisbetinde kendisiyle beraber olması lâzımdır. Milletin “Başyüce” lehinde vereceği hüküm, “Yüceler Kurultayı”nı, yalnız “Başyüce” tarafını tutuş nisbetinden ibaret bırakır; gerisi derhal tasfiyeye uğramış olur ve bu kısım, sonra kendi kendisini ikmal eder. Milletin “Başyüce” aleyhinde vereceği hükümse onu hemen düşürür ve yeni bir devlet reisi seçimine yol açar.
· Her beş senede bir “Başyüce” seçimi gibi tabiî haller üstü, millet iradesini tecellisi aranan vaziyetlerde, devlet ve hükümet bütünü dışında, “Yüceler Kurultayı” milli iradeye başvurabilir.
· Hükûmet ve icra mekanizması, böyle vaziyetlerde sadece millî iradeyi tahakkuk ettirmekle vazifelidir.
· Hükûmet, evvelâ "Başyüce”ye, sonra o yoldan “Yüceler Kurultayı”na karşı mesul olarak, “Başyüce” tarafından ve “Yüceler Kurultayı” kadrosu dışından teşkil edilir.
· Hükûmet, "Yüceler Kurultayı”nın 1 fazlasiyle itimatsızlık reyini aldığı ân derhal düşer.
· "Başyüce”den itibaren “Yüceler Kurultayı” âzasına ve topyekûn hükûmet kadrosuna kadar hiçbir ferdin, kanun muvacehesinde mesuliyetsizlik ve şahsî masuniyet gibi bir imtiyazı yoktur. Meselâ, sokağa tükürmek, “Yüceler Kurultayı”ndan çıkacak bir zevk ve terbiye yasasına göre suçsa, zabıtâ, bunu yapacak bir “Başyüce” ile bir “yüce"yi, bir hükûmet reisini veya bir çöpçüyü bir tutar.NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCELİK HÜKÛMETİ



· Başyücelik Hükûmeti, bir Başvekil ve onbir vekilden mürekkeptir.
· "Vekil" tâbiri, doğrudan doğruya “Başyüce”ye izafetledir.
· Her biri üçer müsteşarlığa bölümlü olan vekâletler, memur olduğu vazife bütününün, birkaç vekâlet çapında en girift ve en dolgun iş manzumesini belirtir.
· Maarif Vekâleti: "İlim ve Güzel Sanatlar”, “Halk Terbiyesi ve Evleri” “Umumî Öğretim” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Savaş Vekâleti: “Kara”, “Deniz”, “Hava” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· İktisat Vekâleti: “Sanayi”, “Ticaret”, “Ziraat” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Maliye Vekâleti: "Bütçe ve Umumî Muvazene", "Vergiler ve Resimler", "Bankalar ve İnhisarlar” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Sağlık ve Bakım Vekâleti: “İyileştirme”, “Güzelleştirme”, “Çoğaltma” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Adliye Vekâleti: "Mahkemeler", "Islâhhaneler", "Kanunlar" adlı üç müsteşarlığa bölümlü...
· Matbuat ve Propaganda Vekâleti: "Matbuat", "Propaganda", "Turizma" isimli üç müsteşerlığa bölümlü…
· Hariciye Vekâleti: "Şark”, “Garp”, “Haber Alma” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Dâhiliye Vekâleti. "Mülkî Teşkilât”, “Belediyeler”, “Umumî İnzibat” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Nâfia Vekâleti: "Tesisler", "Yollar", "Münakale Vasıtaları” isimli üç müsteşarlığa bölümlü...
· Düzenleme Vekâleti: "Teşkilât Düzeni”, “İş Düzeni”, “Sigorta ve Tekaüt Sandığı” isimli üç müsteşarlığa bölümlü…
· Müsteşarlıklardan her birinin emrinde, kucakladığı işin kütle ve mahiyetine göre müteaddit umumî müdürlük organizmaları vardır. Bu umumî müdürlükler, günümüzün Bakanlık teşkilâtına eş genişlikte ve ünvan iptizaline mâni kıymettedir.
· Vekâletlerden herbirinin kumanda ve kurmay heyetini, bir vekille üç müsteşar kadrolaştırır. Her vekâletin üç müsteşarı kendi aralarında tam bir iş âhengi belirttikleri gibi, bütün vekâletlerin otuzüç müsteşarı da hükûmet bütününde aynı şeydir. Siyaset yolundan gelecek olan vekillere nazaran meslek yolundan gelecek müsteşarlarda da, vekillere eş bir terkip ve telif ruhu aranacaktır.
· Hükûmetin umumî siyasetini, Başvekilin reisliğinde 11 vekilden mürekkep Vekiller Heyeti; hükûmetin iş sistemini de, topluca Vekiller Heyetine ve ayrı ayrı kendi vekillerine bağlı olarak, Başvekâlet müsteşarının reisliğinde 33 müsteşardan mürekkep Müsteşarlar Heyeti temsil eder. Müsteşarlar Heyeti, daima Vekiller Heyetinin emriyle toplanır.
· Din işleri reisliği, ve seferde Başbuğluk ve hazarda Başkurmaylık; doğrudan doğruya “Başyüce”nin o sahalardaki icra ve temsil hakkına izafetle, müstakil ve hükûmet üstü mahiyettedir. “Başyüce”nin reislik edeceği veya “Başyüce”yi temsilen Başvekilin lüzum göstereceği Vekiller Heyeti toplantılarına, bu iki iş kutbu da, en ehemmiyetli söz ve fikir hakkiyle katılır.
· Temyiz mahkemesi, devlet şûrâsı, muhasebât divanı gibi teşekküller, devlet ve hükûmet siyâsetinde hiçbir fiilî mevkii ve hakları bulunmayarak ve bütün hareketiyetlerini sadece kendi mevzuularındaki kanunlardan alarak, daima “Başyüce”ye izâfetle, Vekiller Heyetine karşı her bekımdan müstakildir.
· Vekiller Heyeti âzâsını, "Başyüce"nin "Yüceler Kurultay"ından seçeceği bir Başvekil, "Başyüce"nin tasdikine arzetmek suretiyle tâyin eder, hükûmet üstü müstakil devlet organizmalarının başları, daima "Başyüce" tarafından tâyin edilir.
· Bütün hükûmet cihazı bütün şubeleriyle, "Yüceler Kurultayı" âzâsının her türlü teftiş ve murakabesine açıktır.
· Teşkilât bakımından ana ölçü: Esasların esası,devlet idaresi ve cemiyet güdücülüğünü, milletin en yetkin ve seçkin ferdlerinden kurulu bir "şûrâ" vasıtasiyle yürütmek ve bu "şûrâ"yı, reyi alınmaksızın, bu reye ender şartlar içinde başvurulmak üzere -ki bu şartların zuhuru muhale yakındır- en gerçek millet temsilciliği mevkiinde görmektir. Ötesi kemmiyet ve basit müşahhaslardan ibaret... Kemmiyet ve dış kalıp plânında her şey ve her zaman değiştirilebilir ve icatlara uydurulabilir. Değişemez olan ruh ve keyfiyettir. Dâva, sadece, bu ruh ve keyfiyete denk, dış kalıp ve teşkilâtı, usta mimarlar eliyle petekleştirebilmekte...NECİP FAZIL KISAKÜREK..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
HÜKÛMETİN 11 DÂVASI



· "Başyücelik Hükûmeti"nin ruhunu dayadığı büyük iman ve dünya görüşü plâtforması üzerinde ve sayısız ve mücerred dâva arsında, basit hükûmet programlarının müşahhas ameliye hedefleri bakımından başlıca 11 dâvası vardır.
· RUH VE AHLÂK DÂVASI: "Başyücelik devlet ve hükûmeti"nin kucakladığı millete ait bütün bir kök telâkkî ve idrakini her ân biraz daha titiz sulayacak, ışıklandıracak ve nemalandıracak tezatsız bir ruh ve ahlâk örgüsünün, maddî ve manevî ameliye sahasında, mükemmel ve muazzam tedbir cihazını kurma işi.. Bu dâvada Maarif, Matbuat ve Propaganda, Adliye ve Dahiliye Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· UMUMî İRFAN DÂVASI: Bilhassa Garbın müspet bilgiler manzumesini kendi topraklarında iklimlendirici, an'aneleştirici ve bütün taklit ve özenti plânlarından çekip kurtarıcı mikyasta, en uzazk ve küçük köyden, en yakın ve büyük şehire kadar ve en üstün ve ileri mâna irfaniyle beraber mayalandırma işi... Bu dâvada Maarif, Matbuat ve Propaganda ve İktisat Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· KÖY VE KÖYLÜ DÂVASI: Köylünün ruhunu, vücudunu, kesesini, âletini, verimini, ticaretini ihya; ve onu kılığından evine ve köyünün manzarasına kadar bütün bir şahsiyet ve asliyet ifadesi altında zapdetme işi... Bu dâvada Mâarif, Dahiliye, Matbuat ve Propaganda, Sağlık ve Bakım ve İktisât Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· ŞEHİR VE UMRAN DÂVASI: Büyük şehir, belde ve (Metropolis) hayatının topyekûn maddesini, görülmemiş bir şahsiyet, asliyet ve hususiyet damgası içinde kalıplaştırma ve heykelleştirme işi... Bu dâvada Dahiliye, Matbuat ve Propaganda, Nafia, Sağlık ve Bakım Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· ORDU DÂVASI: İmanından, ahlâkından, terbiyesinden, nizâmından, ilminden, âletinden, kılığından, biçiminden, muâşeretinden her şeyine kadar, kemmiyette ne olursa olsun, keyfiyette dünyanın en üstün ordusunu kurma işi... Bu dâvada Başkurmaylıkla, Savaş ve Maarif Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· İÇ İNZİBAT DÂVASI: Müşterek dâva ve hamle yolunda, kelebekler ve güvercinler arasındaki huzur ve âsayiş dünyasını gerçekleştirme işi... Bu dâvada Dahiliye ve Dliye Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· DIŞ MÜNASEBETLER DÂVASI: Memleketin dış politikasını, ana ideolocyaya tam uygun vaziyette, bir topyekûn Şark, bir de topyekûn Garp kutbuna göre ayarlı ve son derece nazik ve çevik, ve millî menfaat uğrunda Şeytanı çatlatacak kadar ince tertiplerle takviyeli tarzda adım adım gayesine ulaştırma; ve bu yolda bütün yeryüzü milletlerini bütün kuvvetleri ve zaaflariyle tâ köklerinden ve ciğerlerinden bilme ve tanıma ve ona göre davranma işi... Bu dâvada Başkurmaylıkla, Hariciye, Matbuat ve Propaganda Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· BÜTÜN NEŞİR VASITALARINI MURAKABE VE HİMAYE DAVASI: Her cins kitap, broşür, gazete, mecmua, radyo, sinema, tiyatro, temsil, konferans, musikî, resim, hulâsa fikir ve ruh telkinine mahsus her vasıtayı, en dipsiz hürriyet içinde dibinden kavrama, destekleme, tutma, cevherlendirme, tesirlendirme ve ana hedefe yöneltme işi... Bu dâvada Matbuat ve Propaganda ve Maarif Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· İŞ EMNİYETİ VE İŞ SAHALARI ARASINDA ÂHENK DÂVASI: Bütün vekâletler arası faaliyeti âhenkleştirme, millî iş ve memur kitlesini bütün haklariyle emniyet altında tutma, halk şikâyetlerini takip ve mercilendirme ve büyük devlet teşkilâtını düzenleme işi... Bu dâvada Düzenleme Vekâleti her vekâletle tam işbirliği halindedir.
· NÜFUSU ÇOĞALTMA, GÜZELLEŞTİRME VE SAĞLAMLAŞTIRMA DÂVASI: Nüfusu kemmiyette şelâle bereketiyle taşırma, kitleyi insanoğlunun en nâdide çizgileriyle güzelleştirme, sıhhati en yeni ve ileri tedbirlerle koruma işi... Bu dâvada Sağlık ve Bakım, Maarif, Matbuat ve Propaganda, Dahiliye ve İktisat Vekâletleri tam işbirliği halindedir.
· MİLLî SERVET VE İKTİSAT DÂVASI: Tam bir millî iktisat ideolocyasının tezatsız sistemini örgüleştirme, millî serveti köpürtme, içtimaî refahı temellendirme, bütün deveran sürat ve kıymetiyle para ve sermayeyi güdümleme, cemiyeti ve ferdi bütün verim ve alım faaliyeti içinde muvazelendirme, maddî verim âlet ve cihazlarında en ileri dereceyi tutma ve büyük iş ve kazanç, tediye ve taksim adaletini yerine getirme işi... Bu dâvada, İktisat, Maliye ve Nafia Vekâletleri tam işbirliği halindedir.NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
YÜCE DİN DAİRESİ



· Bütün bu dâvaların ruh ve ölçü, müşahede ve murakabe kürsüsünde, icra bakımından doğrudan doğruya "Başyüce"nin şahsında tecelli etmek ve onun dışında kendi şahsî çerçevesinin mücerret vecd, aşk, fikir ve hakikat lâboratuvarını temsil etmek şartiyle "Yüce Din Dairesi" vardır.
· Hükûmet reisiyle bir hizada ve hükûmet üstü seviyede "Başyüce" tarafından seçilecek olan "Yüce Din Dairesi" Reisi, Başyüce nezdinde ana kaynağın ilim ve vicdan sesini belirtir ve bir çelişme halinde Başyüceye karşı "Yüceler Kurultay"ını hakem tutar ve hiçbir tesir dinlemez.
· Ulviyet ve hususiyeti bakımından teşkilâtını hükûmet kanavasında göstermediğimiz ve iç telkin, dış propaganda, dinî öğretim, din vazifelilerini yetiştirme ve kadrolaştırma, Evkaf vesaire noktalarından inceden inceye plânlandırılmaya muhtaç gördüğümüz bu Daire, Başyücelik emrinde ve "Yüceler Kurultayı" yanında, devletin başlıca istişare merkezi kabul edilebilir.
· Bütün bu dâvaların, bütün iş, vazife ve teşkilât mümessilleriyle nefsinde düğümlü olduğu büyük ferdî, irade ve icra mihrakı "Başyüce"dir.
· Ve bütün bu dâvaların, büyük tefekkürî topluluk mihrakı da "Yüceler Kurultayı"... Esasta "Yüce Din Dairesi"nin hüviyet ve ruhu bütün iş dairelerine sindirilmiş olacağı için, böyle bir teşkilâta lüzum, sadece mesleki ihtisas bakımındandır ve bu ihtisasın murakıplığından ibarettir. Yüceler yücesi muazzez sahabîler devrinde olduğu gibi, herkesin ve her şeyin tek ve mutlak istikamet üzerinde toplu bulunduğu bir vasatta, böyle bir teşkilâta ihtiyaç bile yoktur. Ama nerede o erişilmez (ideal) dünya?..NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
HALK DİVANI



· "Büyük Doğu" mefkûresinin, "Başyücelik Hükûmeti"nde, halk kendisini devletin, devlet de halkın kölesi bilecektir. Yarısı siyaha ve yarısı beyaza boyalı tekerleğin siyah ve beyaz yarım daireleri gibi, her ân halkla hükûmet, birbirinin üstünde ve birbirinin altındadır.
· Selim duygu ve düşünceye dayanan hiçbir ferdî ve içtimaî alâka ve himaye isteği yoktur ki, devlet ve ferdin hassasiyet ve mesuliyet çerçevesi dışında gösterilebilsin... Bizim anladığımız devlet ve hükûmet ruhunun, "bu beni alâkalandırmaz" diyebileceği bir mevzu hayal edilemez.
· Delilerin çılgınca istekleri de beraber, her dâva sahibi, sonunda ya hastahaneye, ya ıslahhaneye, ya kanaat ve itminana, yahut hakkının teslim, tespit ve takibine sevkedilmel üzere, başlangıçta ve edep ve ölçü sınırları içinde her türlü hesap sorma selâhiyetine sahiptir. Cemiyetin gözü önünde herkesi, istihkakına göre ölçmek, ana mîyardır.
· Cemiyette tek işsiz, tek aç, tek bakımsız, tek mazlum, tek mağdur, tek muztar yoktur ki, gerekirse "Başyüce"nin kulak zarlarını patlatacak kadar mükemmel bir uyandırma ve hesap isteme cihazının manivelâsını el altında bulundurmasın...
· Bu manivelâ, doğrudan doğruya "Başyüce"nin şahsına bağlı bir iş şubesi marifetiyle dâvasını tespit ettirecek her ferdin, senenin bellibaşlı günlerine mahsus olmak üzere her yıl ilân edilecek ve kurulacak “Halk Divanı”nda söz istemesidir.
· "Halk Divanı”, Başyücelik saryında bu ismi taşıyan büyük bir salonda açılır ve herkes dinleyici ve seyredici sıfatiyle bu salona girebilir.
· "Halk Divanı"nda söz isteyen herkes, evvelâ dâvasındaki ciddiyet, sonra onu "Başyüce" ye gelinceye kadar alâkalı makamlar nezdinde takip etmiş olup olmamak, sonrada ortaya attığı şartlar üzerinde doğruluk ve hâlislik noktasından şiddetle mesuldür. Bunlar üzerinde en küçük eksiklik, yanlışlık ve yalancılık, cüret edicisini "milletin fikir, hürriyet ve dâva hakkını suistimal noktası"ndan en acı mahkûmiyete sürükler. Buna karşılık, doğru olmak ve daha evvel takip edilip neticelendirilmemiş bulunmak şartiyle en küçük hak, "Başyüce" nezdinde derhal kabullerin en büyüğünü kazanır; ve kemmiyet ve keyfiyeti daima "Başyüce"nin takdirine kalmış olarak sahibini mükâfatlandırır.
· Bizzat "Başyüce" ve arkasında bütün hükûmetinin hazır bulunacağı "Halk Divanı"na mahsus bütün şartlar, edepler, usuller, nokta nokta ve çizgi çizgi örgüleştirilmiş ve kanunlaştırılmış olacaktır. "Halk Divanı"nda ve bu edepler içinde halk, bir veya birçok ferdiyle, haklarını, "Başyüce"ye karşı bağıra bağıra müdafaa eder ve neticeyi alır.
· Cemiyetle halkın bütün ihtiyaç ve dâvalarını cevaplandırmak ve ait olduğu iş ve vazife sahasında takip etmekle mükellef hükûmet cihazı, her vekâletteki hususî cihazdan başka "Düzenleme Vekâleti"dir.
· "Halk Divanı"nın mânasını, halk, haklı olduğu mevzuda devlet reisini bütün hükûmetiyle beraber herhangi bir ferdinin huzuruna çıkarıp hesap vermeye ve yol göstermeye memur, bu ana şart dışında da aynı ferde, aştığı edep ve hak sınırı nisbetinde mesuliyet yükletici bir adalet tertibi diye anlayacak ve ona göre kıymetlendirecektir. Bu noktada, hiçbir demokrasya idaresinin varamayacağı fert hakkıyla hiçbir (totaliter) rejimin ulaşamayacağı hükûmet hakkı bir aradadır.
· "Halk Divanı" buluşunun üstün mânası da, daima en küçükle münasebet halinde bir en büyüğün, hâkimiyeti nisbetinde mahkûm ve mahkûmiyeti nisbetinde hâkim ve bütün tezatları toplayıcı, kapatıcı ve son derece nazik ve ince ve yeryüzünde bir misli görülmemiş bir ruh ve şekil belirtmesidir.NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCELİK AKADEMYASI



· "Doğru”nun, “iyi”nin, “güzel”in sonsuz arayıcılığı yolunda üç sınıf insan ve bu üç sınıf insanın kümelendiği üç ruh ve akıl zümresi, “Başyücelik Devleti”nde, tam bir himaye, sahabet ve kefalet altındadır. İlim adamları zümresi, fen adamları zümresi, sanat adamları zümresi...
· İnsan kafasının sâf ve mücerret ilim, fen ve sanatta en yeni ve en ileri görüş ve buluş hamlelerini muhitleştirecek olan bu üç zümrenin umumî kadrosu “Başyücelik Akademyası”nı çerçeveleyecektir.
· "Başyücelik Akademyası”nın üç ana kolu vardır: İlim ve Tefekkür Kolu, Fen ve Keşifler Kolu, Edebiyat ve Güzel Sanatlar Kolu...
· Dünya çapında eser ve hüviyet sahibi asker, tarihçi, dinci, hukukçu, iktisatçı, içtimaiyatçı, terbiyeci, ruhiyatçı, riyaziyeci ve her soydan mütefekkir, akademyanın “İlim ve Tefekkür Kolu”nu şubelendirir. Keşif sahibi doktor, fizikçi, her neviden mühendis ve benzerleri de “Fen ve Keşifler Kolu”ndadır. Aynı üstün vasıflardaki şairi, romancıyı, piyes muharririni, tenkitçiyi ve güzel sanatların başka şubelerine bağlı sanatkârları “Edebiyat ve Güzel Sanatlar Kolu”nda bulabiliriz.
· Bütün bu kolların mensupları, bağlı oldukları verim faaliyetlerinin, sâf, müstakil ve mücerret cehd ve zevkini temsil ettikçe, “Başyücelik Akademyası”nın kadrolaştırdığı hüviyet içindedirler. Bütün bu mücerret ibdâ sahalarından, müşahhas cemiyet ve amelî dâvalarına aktarılmış fikir mizaçlarının yeriyse “Yüceler Kurultayı”dır. Yani Akademya, kendilerini, faaliyetlerinin mücerret tarafına bağlamış olanların ocağı...
· Böylece "Başyücelik Akademyası” mücerret ilim ve sanat çalışmalarından, müşahhas cemiyet ve amelî hayat dâvalarına doğru kayan terkipçi ve (aksiyon)cu zekâlariyle, “Yüceler Kurultayı”nın tabiî bir namzetler zümresi sayılabilir.
· "Başyücelik Akademyası” âzası, bütün hayat ihtiyaçlarını ve faaliyet icaplarını en (lüks) mikyasta karşılayabilecek refah vasıtalarına sahip kılınırlar; ve (akvaryum) içindeki balıklar gibi, “Başyücelik Akademyası”nda kaldıkça, kendi mücerret faaliyetlerinden başka hiçbir sahaya çıkmazlar. “Başyücelik Akademyası” âzası, fahrî olarak memur kılınacakları hocalık işlerinden başka hiçbir vazife kabul etmezler.
· "Başyücelik Akademyası”nın âzasını, kemiyet haddiyle kayıtlı olmıyarak, doğrudan doğruya “Başyüce” tayin eder. Ondan sonra Akademya âzası, hususî kanununda belirli olacağı şekilde teşkilâtını tamamlar.
· "Başyücelik Akademyası”, sâf irfan meselelerinde, daima “Başyüce”nin istişare çevresi halindedir.
· Milli dil, lûgat, ansiklopedyalar, dağıtılacak mükâfatlar; millî tarih, resmî irfan programları ve yetiştirme plânları ve alâkalı vekâletlerin sâf ve mücerret irfan meseleleri, “Başyücelik Akademyası”nın vazifeleri içindedir. Şu kadar ki, ana gayesi, her sahada mücerret ibdâ çilesi çeken insanları kadrolaştırmaktan ibaret olan Akademya’nın birinci hedefi, mensuplarının ferdî ve hususî çalışmalarını ve müstesna verimlerini emniyet altına almaktan başka birşey değildir. Akademyadan istenecek veya onun lüzum göstereceği işler, daima “Başyüce”den alınacak emirler veya ona takdim edilecek tasarılar üzerinde olur; ve bunlar dışında, “Başyücelik Akademyası’nın resmî hükümet işleriyle hiçbir münasebet ve alâkası bulunmaz.
· "Başyücelik Akademyası” âzasının tek manevî borcu, bir mısrâ veya bir fikir cümlesi karşısında, yahut bir (lâboratuvar) içinde yıllar ve mevsimler geçirse de, sadece çalışmak, eser vermek; ve nokta nokta büyük eser çilesini doldurmaktır. Akademya, durmak ve dinlenmek bilmez, had ve derece tanımaz faaliyet ve verimini, devlet ve halkın müşahadesine arzetmek bakımından, her ân, en yeni ve ileri şekilleri bulmakla mükelleftir.
· "Başyücelik Akademyası” hiçbir icraî müeyyide sahibi olmayıp devletin kültür “erkân-ı harbiye”si makamındadır ve raporlarını Başyüceliğe takdim eder. Maarif cihaziyle de sıkı temas halindedir.
· Başyücelik Akademyasının birinci vazifesi, kendi bölümlerinin hedef tuttuğu sahalarda memleket kültürünü devamlı bir murakabe altında bulundurmak, onu (statik) plândan (dinamik) plâna geçmesi için kamçılamak, her şubede türlü büyük mükâfat ve şereflendirmelerle hamleleri beslemek, hâsılı insanî fikir, ilim ve sanat fâtihliğini geliştirmektir.
· Başlangıçta Başyücelik tarafından seçilecek olan Akademya âzası, ancak ölüm veya çalışmaya mâni devamlı hastalık sebebiyle emekliye çıkarılarak boşalabilmesi mümkün kadrosunu bizzat doldurur ve devletin tasdikine arzeder. Yaşı 40’dan aşağı ve üzerinde herhangi ahlâkî bir leke olan şahıs, “Başyücelik Akademyası”na seçilemez.
· Teşkilât ve hedeflerini bizzat plânlayacak ve bu mevzuda tam hürriyet ve istiklâl sahibi bulunacak olan “Başyücelik Akademyası” ancak Büyük Doğu idealinin ulvî prensiplerini mahfuz tutmak bakımından Başyüceliğe ve o vasıtayla Yüceler Kurultayına karşı mesul ve bu kayıt dışında sonsuz serbesttir.
· Maymunvâri Batı taklidi hareketinden ibaret Tanzimat devrinin, içinde ekalliyet paşalarına kadar yer veren “Encümen-i Dâniş” tecrübesiyle Başyücelik Akademyası arasındaki fark, aynen maymunla insan farkına denktir.
· Başta “Fransız Akademisi” bulunmak üzere, bir memleketin kültür hayatını mayalandırmak ve çeşnilendirmek ve gıdalandırmak bakımından “Başyücelik Akademyası”ndan daha tesirlisini tarih kaydedemez. NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCELİKTE İŞ ÖLÇÜSÜ



· "Başyücelik Devleti"nde, maddî ve manevî her ne şekilde olursa olsun, tufeyli; başkalarının kazança ve emeğine musallat tek fert bulunmaması gayedir.
· Tufeylîlerin başında, dilenciler, bütün işsizler ve mesleksizler, her türlü verimsizler, kaçaklar ve ahlâk dışı tertiplerle kazanç sağlamaya bakanlar vardır.
· "Başyücelik Devleti"nde ana prensip, ferdin, devlet murakabesi altında, ister hükûmet ve ister cemiyete mesul bir ifadeyle, bellibaşlı bir verim ve işe memur bulunmasıdır.Bu millî ve umumî memuriyet, sadece bellibaşlı yaş hadleri ve bellibaşlı sağlık şartlariyle sınırlıdır.
· Devletin, millet ve cemiyet iradesini temsil yoliyle iş ve meslek diye kabul etmediği ve içtimaî faydasına inanmadığı faaliyet şekilleri, iş ve meslek değildir. Meselâ "Başyücelik Devleti"nde, köşebaşlarında boynu bükük bekleyip otomobillerin kapısını açarak bahşiş toplıyan, nüfuzlu ve tesirli şahısların başları etrafında sivri sinekler gibi dolaşa dolaşa dalkavukluk şarkıları söyleyen, hiçbir hak ve gerçeğe bağlı olmaksızın mâneviyat istismarcılığı yapan ve uzaktan ve yakından bunları andıran örneklere yer yoktur.
· Tufeylî olmaya doğru giden verimsiz şahıs, ya iş bulamadığı, ya iş görebilmek şartlarına malik olmadığı, yahut iş görmek istemediği için bu vaziyete sürükleneceğine göre, birinci halde işi "Düzenleme Vekâleti" yoliyle devletten isteyecek, ikinci halde ve aile himayesinden mahrum kalmış olmak şartiyle "Devlet Bakım Evleri"nde yaşayacak, üçüncü halde de kafasına vurula vurula iş sahalarına sürülecektir. İş ve meslek sahibi olma çağındaki "Başyüce"nin oğlu bile aynı ölçünün en aciz mahkûmu ve takip hedefidir. "Başyücelik Devleti"nde babaya ve mirasa dayanma yoktur. Mutlaka iş ve emek...
· Başyücelikte iş ölçüsü ve iş dağıtımına memur hükûmet organizması, açık ve tabiî yollardan bir mesleğe ulaşamayan ve bir meslekte tutunamayan ferdi, maddî ve manevî en sıkı ve en doğru muayeneden geçirip, rençberlikten ameleliğe veya talebelikten herhangi bir memurluğa kadar lâyık olduğu verim toprağına dikmek, orada tutturmak ve geliştirmekle mükelleftir. Böylece içtimaî müspet sınıflar dışı bir iş kaçağından, bir gün, bir "Başyüce" meydana gelmesi ihtimalinin yolu açıktır.
· Bakımından mesul olacak hiçbir yakını veya isteklisi bulunmayan maddî ve manevî sakat fert, illetinin iyileşme veya iyileşmesine bağlı imkân kadrosu içinde, şifasına veya ölümüne kadar devlet hastahanelerinin, devlet ıslahhânelerinin ve "Devlet Bakım Evleri"nin en has ve en kıymetli konuğudur. Buralarda cemiyetin çürük ve tortu kısmı, en şefkatli gizlenme ve bakılma örtüsü altında sokaklardan ve meydanlardan nihândır. Her türlü yakınlık himayesi ve gelirden ve tam mânasiyle iş iktidarından mahrum ileri ihtiyarlarında yeri, "Devlet Bakım Evleri"nin hususî şubeleridir.
· Devlet, çocuklara masal anlatmak kabiliyetinde bir ihtiyardan, parmak uçlarına inen temas dehâsiyle bir hasır iskemle örebilecek körlere kadar herkesi en rahat iktidarı içinde verimlendirmekle mükellef olduğuna göre, "Devlet Bakım Evleri"nin topyekûn verimsiz konukları, topyekûn iktidarsızlardır. Bu bakımdan devlet, bir taraftan kendi girift ve muhteşem teşkilâtı, öbür taraftan da irade mihrakını teşkil ettiği cemiyette aile ocaklarıyla sıkı ve uyanık bir bağlantıya sahiptir.
· Başyücelikte iş ölçüsü ve iş dağıtımına memur hükûmet organizmasının, evvelâ önlemek ve sonra verimlendirmekle mükellef olduğu tufeylîler ve serseriler mevzuunda, ihtiyarlar ve illetliler zümresinin karşı kutbu olan başıboş çocuk bulunmaktadır. Esasta ana baba murakabe çerçevesi içine sımsıkı mıhlı, bu çerçeveden kaydığı ve kaydırıldığı nisbette ana ve babaya büyük mesuliyetler yükletici, ancak bellibaşlı şartların zoriyle bu çerçeveden kopar kopmaz ve her türlü yakınlık himayesinden mahrum kalır kalmaz da hemen devlet eline geçmeye ve devletin elinde yetiştirilmeye mahkûm, fevkalâde hassas, başı boş çocuklar mevzuu... Devlet, doğrudan doğruya kendi eline geçme vaziyetindeki çocukları, bir taraftan onları evlât edinecek aile ocaklarına arzederken öbür taraftan da bizzat kendi müessiselerinde yetiştirip, en parlak istikbale takdim etmek; böylece insan, istidat, kabiliyet ve iş tasarrufunu son haddiyle misallendirmek borcundadır.NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCELİKTE CEZA ÖLÇÜSÜ



• Uçurumdan kendisini atan parçalanır; bunu herkes bilir ve kimse uçurumun bu kat'î ve riyazî şartını bir müsamahasızlık veya merhametsizlik diye karşılamaz. İşte "Başyücelik Devleti"nde ceza ölçüsü her şeyden evvel şu hikmete bağlıdır ki, orada ceza, nasıl olsa işlenilmeye mahkûm bir suçun mümkün mertebe hafif karşılanmasını gözetici yumuşak bir âkıbet değil, asla yapılmaması gereken hareketlerin sırf yapılamaz olmasını temin için konmuş kat'î mânialardır.
• Öyleyse bizim cemiyet ve devletimizde ceza ateşi, "niçin beni bu kadar merhametsizce yakıyor?" şikâyeti yerine, "aslâ sürünmiyeceğim için hiç yakmaz!" anlayışındaki âzamî hafifliğe maliktir; ve bu bakımdan en ileri şiddet, bu müthiş ve kahhâr derecesiyle merhametin tâ kendisi olmuştur. Bizim cemiyet ve devletimizde ceza ölçüsü, rahatça yapılacak fiillere göre değil, yapılamaması sağlanacak fiillere göre bir tedbir mânası taşır.
• Bizim cemiyet ve devletimizde kasıtla adam öldürmenin cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde ve bellibaşlı mazeret ve müdafaa vaziyetleri dışında, istisnasız ve hiçbir zorlayıcı ve hafifletici sebep bahis mevzuu olmaksızın, ölümdür.
• Bizim cemiyet ve devletimizde bile bile hırsızlığın cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde, istisnasız ve kayıtsız ve şartsız, bir kolun kesilmesidir. Bütün suistimaller, sahtekârlıklar, dolandırıcılıklar, hile tertipleri, netice itibariyle hedef tuttuğu kast ve gaye esas olarak hırsızlığın şubeleri halinde sınırlandırılır ve ona hükümlendirilir.
• Bizim cemiyet ve devletimizde fuhuş ve zina kökünden yasaktır. Ve fuhuş ve zinanın mânası, meşru şekil dışı erkekle kadın arasındaki cinsî birleşme; ve sonra erkekle erkek ve kadınla kadın arsındaki aynı fiildir. cezası da, işliyenlerin evli, bekâr, dul ve rüşd sahibi olup olmamasına göre değişik şekilde, devlet ideolocyasının bağlı olduğu ana kaynağın hükümlerine eş olarak fevkalâde ağırdır. Şu kadar ki, meydan, sokak ve umumî yerler edebine göre bütün yardımcı saikleri tâ dibinden kazınacak ve içtimaî çerçevede tezahürüne imkân verilmiyecek olan bu fiilin ceza görebilmesi için, her tecessüs ve zor tedbirinden masun olan ev içi müşahedesi veya açığa vurulması lâzımdır ki, bu da hemen hemen imkânsızdır. Demek ki, cemiyetin alenîlik plânına vurulmayan ve gizli kalan bir fuhuş ve zina fiilinin cezası, bu fiile devlet, cemiyet, aile ve ferdde engel olucu maddî ve manevî her tedbirden sonra, Allaha aittir. Şüphe ve tahminle hiç bir takip yapılamaz. "Başyücelik Devleti"nde resmî ve hususî tek bir umumhane bulunmayacağını belirtmeye bile değmez.
• İnsan eliyle gelen ceza, hakikatte, Allah'ın insanlara lûtfettiği gizlenme ve korunma örtüsünün yırtılması ve umumî bir ibret temsil etmesi diye anlaşılacağına göre, şehirlerin ana meydanlarında, en ağırından en hafifine kadar bütün ceza şekilleri etrafında bütün gözlere serilecek müthiş merasim işkencesi vardır. Başta vatan ve dâvaya ihanet, içtimaî emniyet ve selâmeti bozmak gibi, "Başyücelik Devleti" üstün hâkimleri elindeki takdir hakkı ile bir kalemde ölüme kadar yükselecek cezalardan, sokaklara işemek ve sümkürmek gibi en çerden çöpten bediî suçlara, her fiilin bu meydanlarda görülecek bir hesabı vardır.
• Nihayet bizim cemiyet ve devletimizde ceza ölçüsü, her türlü ferd, cemiyet ve dâva hakkı, ahlâk, terbiye güzellik bakımından - misal bu ya - 10 kişilik oturma yerine 11 kişinin binmediği ve bilet parasının orta yerdeki üstü açık kutuya attığı bir minibüsün; ve yolda giderken arkasındaki erkekle kadının ne yaptıklarına bakmayan edepli insanların çerçevelediği cemiyet ruhunu billûrlaştırmaya mahsustur. Ve ferde değil, cemiyete acıma esasına bağlıdır.
NECİP FAZIL KISAKÜREK..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCELİKTE UMUMÎ MANZARA


• Aynı şeyleri değişik bir üslûpla ele alalım.
• ŞEHİR... Büyük ve eşsiz (Metropolis) rüyası: Fildişinden ve bir bâkirenin başörtüsü kadar temiz kaldırımlar... Altına bir milyon kişi alan kubbe... Ayna döşenmiş gibi pürüzsüz ve pırıl pırıl meydan... Ziynette tavuskuşu, sadelikte güvercin binalar... Ferdî ve içtimaî bütün müessiseler, vasıtalar, âletler... Kuşbakışı, en güzel ve en üstün nizamın peteği... Göklere doğru bir beste şeklinde yükselen vahdetli ve şahsiyetli mekân ölçüsü...
• KÖY... Tarlasının hendesesi, buğdayının şekli, öküzünün kuyruğu, horozunun ibiği, atının yelesi, arabasının nakşı, çatısının üslûbu; ve, boyu ve bosu, suratı ve giyimi, sazı ve sözü, bayramı ve seyranı, doktoru ve hocası, pazarı ve muhtarı maddî ve mânevî her kıymet unsuru içiçe tam bir asliyet, şahsiyet ve mükemmeliyet murakabesi altında büyük istihsal plâtforması...
• MÂBET... İçi nâmütenahî sade, dışı nâmütenahî muhteşem; döşemesi eczahane pamuğundan daha temiz; içine bir girenin birer ipek eldiven kadar ince ve hafif namaz ayakkabılarını giydiği kubbesi altında tek lâubalilik, sefalet, vahşet ve istismar tavrının görülmediği, saflarında her meslekten mareşal rütbelilerin dizildiği, vecd ve aşk merkezi...
• MEKTEP... Nereden gelip nereye gittiğini ve ne olmuşken ne olduğunu ve ne olacağını ve başkalarının da bu maceralarını bilen cemiyette, insan kafasının meçhuller ikliminden devşirdiği topyekûn bilgi unsurlarını, en ileri ve tezadsız ideolocya kaynağının ahlâk, terbiye ve usul gergefinde nakışlayıp, yedisinden yetmişine kadar her ferde giydiren, aziz tezgâh...
• YOL... Her noktayı her noktaya bağlayan ve hiç bir noktada hiç bir infirad ve inziva köşesi ve ihtilâtsızlık ve intikalsizlik bucağı bırakmayan muazzam örümcek ağı...
• İNZİBAT... Her yanda ve her yönde, bütün müeyyideleriyle, anne koynundaki ılık emniyet ve selâmet iklimi...
• ORDU... Dâva saldırış ve korunuşunun, en ileri fenle silâhlandırılmış insan kitlelerine verdiği başdöndürücü vezin ve ahenk şiiri; bu şiirin ahlâkı, bu şiirin terbiyesi ve bu şiirin vazife uğrunda gerçek ölümsüzlüğe götüren ölüm borcu...
• SAĞLIK... Bir ayak tırnağından bir tel saça kadar insan vücudunun her lifi ve her zerresi üzerinde, cihazlaşmış dikkat ve itina şuuru...
• GÜZELLİK... Allah'ın eşref mahlûku olan insanı, kadınlı ve erkekli, kökündeki harikulâde plâstikaya ulaştırıcı bediî tedbirler manzumesi...
• MAHKEME... Allah elindeki mutlak adalet terazisinin gölgesi altında, bütün fânilikler âlemine istihkarla bakan ve "Başyüce"nin otomobil rüzgâriyle devrilecek bir simitçi tablasının bile hakkını yerine oturtacak olan, tesir ve engel dinlemez ulvî ölçü mihrakı...
• İŞÇİ... Sırtından 9 kazanan sermayedarın kendisine 3 verdiği ve yalnız ezilip kahrolmaya mahkûm tutulduğu kokmuş Garp cemiyetlerine yüzdeyüz zıt bir topluluk çerçevesinde, bütün dertleri ve ıztıraplariyle iş ve istidat keyfiyetine göre değerlendirilmiş amele sınıfı... Bundan sonra, aynı amelede, her şeyi en parlak adalet ve içtimaî menfaat kutbuna bağlayıcı iman hedefi önünde seve seve ezilmeye hazır bir fedakârlık ruhu...
• TÜCCAR... Sermaye kuvvetiyle malı bir elden bir ele aktarıcı basit ve hasis tavassut rolünün üstünde, içtimaî ve iktisadî toplama ve dağıtma memurluğu zihniyeti; ve kör nefs menfaatine zıtlık seciyesi... Bu ruha bağlı, istendiği kadar kazanış ve kazandırış ve her yıl kazancının kırkta biriyle devlet hazinesini besleyiş...
• HAZİNE... Cemiyetin şahıs şahıs dağınık ve tek şahsiyet halinde toplu bütün dâva ve ihtiyaçlarının hak ve adalet kasası...
• POLİTİKA... Evvelâ kendisini, sonra bütün Doğu âlemini kurtarmayı, Garbı bütün müsbet bilgileri ve âletleriyle benimseyip mahrûm olduğu ruh plânına ulaştırmayı, en sonra da topyekûn Garpla hesaplaşmayı hedef tutan, inceler incesi ve uzun vâdeli plân...
• KAFA... Ruhçu, ahlâkçı, cemiyetçi, milliyetçi, şahsiyetçi, keyfiyetçi, nizamcı, müdahaleci, sermaye ve mülkiyette tedbirci...
• RUH... İslâm; ve onun etrafında herşey...NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAŞYÜCELİK EMİRLERİ-KANUN



· Ana ölçümüzün çerçevelediği zorlayıcı sebepler dışında kasıtla adam öldüren, en kısa bir muhakeme neticesinde, suçu sabit olur olmaz derhal idam edilecektir. Bu vatanda, insan varlığına ve mücerret hayat telâkkisine hürmet ettirmenin biricik usulü, ana ölçümüzün emrettiği vechile, bu fiili, bir insanın, ancak ve mutlaka kendi hayatını kaybedeceğini bilmesi şartiyle yapması, yani yapamıyacak hale gelmesidir. Zorlayıcı meşru sebepler dışında insan öldürenin cezası kısastır.
· Eğer cezadan murat, kötü fiilin yapılmasına mâni olmak ve kötülüğü tasfiye etmekse, cihanın en müessir ve mukaddes, hattâ merhametli ve adaletli ölçüsü halinde hırsızlığın cezası kolun kesilmesidir. Her ne şekilde olursa olsun, hırsızlığı sabit olan şahıs, ana ölçümüzün mutlak çerçevesi içinde ve umumî bir yerde kolunu kaybedecek; ve bu vaziyetin herhangi bir kaza ve malûliyetten ayırt edilmesi için, ömrü boyunca, kolunu hırsızlık yüzünden kaybettiğine dair üzerinde bir alâmet taşıyacaktır. Bu tüyler ürpertici ceza, en kısa zaman içinde hırsızlık fiilini bütün cemiyetten kaldıracağına göre, ancak bu şenî fiile taraftar olanlardır ki, daha az tüyler ürpertici ve merhametli diye vasıflandırdıkları cezaları müdafaa edebilirler. Gaye kol kesmek değil, cemiyetin her ân ruhunu kesen hırsızlığı tasfiye etmektir. Merhamete, hırsızla cemiyetten hangisinin lâyık olduğunu kestirmekse en basit bir vicdan ve idrak işidir.
· Her nevi suistimal, zimmet irtikâp, irtişa, ana ölçümüzün emrine göre hırsızlık fiiline uyar uymaz, göreceği ceza, aynen hırsıza tatbik olanıdır. Mukaddes ölçülerin içtimaî irade mihrakı olan devlet hazinesinin hırsızları, fazla olarak, taşıyacakları alâmet üzerinde bu izahı da yüklenecekler, yani fiillerinden sonra yaşayabilirlerse ölümden beter bir hayat süreceklerdir.
· Mutlak küfrün cezası mutlak ölüm olduğuna göre, ana ölçümüzün bu maddesine tatbik yoliyle, bütün vatan ihanetlerinin cezası, topluluğumuzun bağlı olduğu imana hiyanet, yani küfür sebebine bağlanarak, ölümdür. Başta Komünizma bulunmak üzere, bu vatanı küfür ve delâletin emrine verici her telâkki ve teşebbüsün cezası, sabit olduğu anda, idamdır.
· Her türlü ihtikâr, fesat, (sabotaj) vesaire benzeri ictimaî hiyanetler, zaman ve mekân nezaketine göre, yukarıdaki maddenin çerçevelediği mânaya kadar teşmil edilip sahiplerini idam sehpasının altına sürükleyici imkân kapısını daima açık bulacaklardır.
· Yol kesici ve eşkiyanın cezası, daima ana ölçümüzün ruhuna tezavüz tefsiriyle, doğrudan doğruya idamdır.
· Kanun ruhumuzun, ana ölçüye sımsıkı bağlı özü şudur: Vatanda, hayalimizdeki cemiyete çekirdek olacak tek kadınla tek erkek kalıncaya kadar, gerekirse bütün topluluğu tırpandan geçirmek ve bu hamleyi takip edici yeni cemiyetin üstün selâmet şartları karşısında, hamlemizi, adlet ve merhametin en ileri tecellisi şeklinde kabul etmek lâzımdır. Biricik usulümüz ve bütün mevzualarımızın dayanağı budur. Ürkütülmüş bir serçenin çırpınışı karşısında göz yaşlarını zaptedemiyecek kadar rikkat ve merhamet dolu bir gönülle, (Hazret- i Ömer’in gönlü) dâva uğrunda, anmızı babamızı ve çocuğumuzu mukaddes ölçünün satır kütüğüne yatırıp kesmekte tereddüt duymayacak bir şiddet kalbi (Hazret- i Ömer’in kalbi), Allah ve Peygamber dostluğuna lâyık üstün cemiyeti mutlaka gerçekleştirmek bakımından, gayemizdir.NECİP FAZIL KISAKÜREK...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt