Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tek kelimeyle kurtuluş yolu-islam.... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
TEK KELİMEYLE KURTULUŞ YOLU-İSLAM....



Evvelâ şahsını, sonra bütün Doğu âlemini kurtarması, daha sonra da çepçevre yeryüzüne ve insanlık kadrosuna sahip bir kurtuluş ifadesine varması için Türk milletine tek bir yol vardır.
Bu, şimdiki manzarasiyle Türk milletinden şunu istemek gibi bir şeydir: Kafdağının tepesindeki zıpzıp cüsseli kar parçası kendi üzerinde döne döne büyüyecek, dağın bütün kar mevcudu derecesinde şişecek, nihayet koskoca Kafdağını dize getirici bir azamet kazanacak...
Halbuki, hakikatler içinde en olgun ve en ince bir tanesi de var: Türk milleti, bütün tarih boyunca kaderinin devamlı ihtar ve ifşa edişleriyle meydanda olduğu gibi, ya olunca her şey olmaya, yahut olamayınca hiçbir şey olmamaya memur, ulvî ve çetin bir nasibe mazhardır; ve bu şanlı nasibin sert hükmünde, Türk milleti için, arslanın maiyetindeki karakulaklardan (tilki, çakal, sırtlan vesaire) biri olmaya mahsus, ikisi ortası bir muvazenecilik yoktur. O, bizzat arslan gibi, ya ormanların hâkimi, yahut kafeslerin mahkûmu kalacak; birinci halde karakulaklar onun sığıntısı, ikinci halde de, o, karakulakların maskarası diye yaşayacaktır.
Demek ki, bizim kendi kendimizi, kendi dar ve pek hudutlu çerçevemiz içinde dahi kurtarabilmemiz için, bağlı olduğumuz dünya parçasını da beraber kurtaracak ve o dünya parçasının bütün yeryüzüne üstünlüğünü gösterecek bir kudrete ulaşmamız lâzım... Yâni bir dünya çapında kurtarıcı olamadan, bu çapta kurtarıcılara mahsus bir hamle ve hazırlık sahibi bulunmadan, bu küçücük zatımızla bile kurtulamıyoruz.
Evvelâ şahsını, sonra bütün Doğu âlemini kurtarması, daha donra da çepeçevre yeryüzüne ve insanlık kadrosuna sahip bir kurtuluş ifadesine varması için Türk milletin e gereken yol, en girift, en mahrem ve en iç kavranışiyle İSLÂMİYET’tir.
Gerçek ve büyük ifadesiyle 600 küsur senelik devletimizin yarısında tam ve sıhhatli bir arslan, yarısının ilk yarısında dişleri ve pençeleri iltihap içinde bir arslan benzeri, yarısının son yarısında de ne dişi ve ne pençesi kalmış bir kafes arslanı hayatı süren milletimize, hele son bir asrın sahte ve büsbütün kaybettirici birkaç davranışından sonra düşecek en sağlam, en yeni ve en ileri şuur, ruhunun röntgen camını hangi çöplüğe atmışsa bulup çıkarmak ve onu bugüne kadar yapılmış her teşhisin yanlışlığı ve yalancılığı adına Yirminci Asrın güneşine tutmaktadır.
İslâm vecd ve imanının, ana sütünden daha beyaz ve daha temiz çarşafı üzerinde Yirminci Asrın dünyasına ait şifalı ve zehirli ne kadar yemiş varsa hepsini silkeledikten sonra, bizden olan her şeyi çekici ve bizden olmayan her şeyi itici bir ana kıyas vâhidine sahip, sağ elimizde Allahın kul parmağı girmemiş biricik Kitabı ve sol elimizse insanoğlunun olanca fikir ve iş kütüphanesi, ânî bir şahlanışla, kendi kendimizi bulma!... Kurtuluşumuzun ve dünya çapında kurtarıcılığımızın reçetesi sadece budur: Ve bu reçetenin temel unsuru İslâmiyettir. İşte bugünden başlayarak kendimizi çerçevelemeye memur bildiğimiz muhteşem ve açıklığı içinde bir o kadar mahrem hakikat!..NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NEYE İNANIYORUZ?



· Yanlız İslâmiyete inanıyoruz!
· İnsan ve cemiyetin iç ve dış hayatını, bütün derinliği, sonsuzluğu, güzelliği ve doğruluğiyle tekeffül eden tek nizamın İslâmiyet olduğuna inanıyoruz!.
· İslâm Şeriatinin, ham yobazdaki kuru ve nefsani idrak dışında ve kendi öz saffet, asliyet ve tamamiyeti içinde hiçbir tecezzi ve muvazza kabul etmez bir bütün olduğuna inanıyoruz!.
· (Rönesans)tan sonraki dünyanın İslâmi gözle görülemediğine ve güdülemediğine inanıyoruz!
· Tanzimata kadar bütün ricat ve hezimet tarihimiz boyunca, meydanın, sadece kışır ezbercisi, ezberlediği ebedî hakikatlerin aşk ve hikmetinden uzak, tavla zarı gibi dar ve dört köşe ruhundan başka dayanağı olmayan ham ve kaba softalar elinde kaldığına ve başımıza ne gelmişse bu yüzden geldiğine inanıyoruz!
· Dâvanın İslâmiyeti anlatmaktan başka bir şey olmadığına, yeni baştan kendi ruh kökümüzü muhasebe ve murakabe etmekten başka bir iş bulunmadığına; kaybettiğimiz kıymetleri öz bahçemizde kuyuya düşürüp sonra şaşkınlar gibi sokak sokak ve iklim iklim dışarda kıymet aradığımıza inanıyoruz!
· İslâmiyeti bildiğimizi sandığımıza, halbuki tek bilmediğimiz şeyin İslâmiyet olduğuna; yegâne felaketin de bilindiği sanılan bir şeyin tekrar gözden geçirilmesine mâni olan o meşum kayıtsızlık ve o ahmak istiğnadan doğduğuna inanıyoruz!
· Ve biz, kâinat görüşünün İslâmda, dünya görüşünün İslâmda, insan görüşünün İslâmda, iktisadî ve içtimaî adalet görüşünün İslâmda, müsbet bilgiler görüşünün İslâmda, güzel san'atlar görüşünün İslâmda, kadın görüşünün İslâmda, devlet görüşünün İslâmda, ordu görüşünün İslâmda, siyaset görüşünün İslâmda bulunduğuna ve bütün bu davaları ancak Yirminci Asrın ruh ve kafa çilesi içinde süzülecek bir tahlil ve terkip güzünün heykelleştirebileceğine ve bu heykelleştirme işinin bitin cihand eşi görülmemiş bir ideolocya binası kuracağına, onun da isminin hem zaman ve hem mekân ölçüsiyle «Büyük Doğu» olduğuna inanıyoruz!...NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İSLÂM VE HERŞEY



· Merkezde tek, muhite sayısız dâvamızın mihrak noktasındayız. Bugünkü dünyaya asırlık ıstırapları, irtişaları, ihtilaçları, inkisarlariyle el atıp onu biricik şifa lâboratuarına çeken küllî sağlık iksiri... Ona geldik.
· Bir zaviyenin başındaki nokta gibi, muhitten merkeze doğru toplana toplana tekte karar kılan, merkezden muhite doğru da açıla açıla sonzuluğa erişen dâvamızın böylelere menbâ ve mansupolarak, ikişer heceli iki ismi var... Menbâımızın iki heceli has ismi İSLÂM, mansabımızın da yine iki heceli cins ismi HERŞEY...
· O küllî şeyin adı ki İslâm, herşey onda, o da her şeyde...
· İslâmın her türlü çürük ve günübirlik payandalar ve dayanaklardan istiğnası ve her ân yeniden ve derece derece gerçekleştirile gerçekleştirile keşfolunmak hikmetindeki sırrı düşünün ki, sadece İslâm ismini verip geçmenin HERŞEY ifade ettiği mutlak Saadet Devri, bir asrı bile doldurmadı. Ve on üç asır boyunca bu NUR, kör ve kaba nefsaniyet aynalarında bulandırıla bulandırıla nihayet Nasreddin Hocanın harikulâde buluşundaki hikmete eş bir hal doğdu :
- Hoca, bize, kuyu ne demektir, anlatır mısın?
- Tersine, çevrilmiş minare demektir!
· İşin en derin hüzün noktası, bütün bunlar din adına oldu. Bütün bu hallerin aykırıları, gerçek dinden hareket edip yobazlar neslini kurutacakları yerde, İslâmiyeti bunların temsil ettiği birşey sandılar; dinden soğudular, dinsizlikten harekete geçtiler ve nihayet meydanı dinsizlik yobazlarının yüzüne güldürdüler. Ve nihayet, iki heceli mukaddes kelimeyi, en hafif vasıfları züppellik olan bir sınıfın şuurunda, ağza alınmaz bir bayatlık, gerilik ve eskileralayımcılık ifadesi haline getirmeye muvaffak oldular. Düşünün, siz, bizim lif lif çözmeye, aslî vâhidine irca ermeye, mahrem hakikatine iade kılmaya mecbur olduğumuz kördüğüm ne grifttir!
· Herkesin sahte ve kemmiyet hokkabazı (modern)ler peşinde gezdiği bu kukla ideolocyalar panayırında, Garp ve Şarkın dünyalarının fikir çileleri içinde pişe pişe kül olmuş, sonra bu küllerden artık parçalanamaz bir tuğla idrakine varmış, böylece hakikati muhasebe edebilmiş ve herkese muhasebe ettirmeye davranmış, dış ve ucuz tezahürler plânında her aldatıcı teyidden müstağni nasip sahipleri olarak, bize bu kadar ağır bir yük altına girmiş olmak şerefi yeter.
· Bundan büyük şeref, bundan çetin hamle, bundan ileri hareket, bundan yeni dâva olamaz; zira biz, asırlar boyunca cebimizdeki delikten astarın dibine kaçmış hakikat mücevherini, her ân üstümüzde taşıdığımızdan habersiz, hep dışımızda arıyoruz! Ve tam yüz küsur yıldır, devre devre «ha bulduk, ha buluyoruz!» tesellisiyle, her netice sabahı hiç bir şey bulamadığımızı ve her gün her şeyi biraz daha bulunamaz hale getirdiğimizi ispat ediyoruz. İslâmı Amerika, Rusya veya Hotanto'da savunmaktan daha zor olan bir vaziyetin şerefi... İnsana, bildiğini sandığı bir şeyi bilmediğini kabul ettirmek, hiç bilmediği bir şeyi kabul ettirmekten daha zor...
· Ve şimdi biz en kat'î lâboratuar tatbikinden, en mübhem ruh telkinine kadar bütün vasıtaları elimizde tutarak ve neticeyi başa alarak haber veriyoruz ki, insanlık kadrosunda ve bilhassa muazzam ve muhteşem Garblı insan ve cemiyet tecrübesinde kaç saadet ve kaç felâket şekli, kaç çare ve kaç çaresizlik ifadesi belirmiş bulunuyorsa, bunların topyekûn hakikati ve müsbet ve menfi haberi, kısaca küllî nimet ve devâ İslâmdadır. Sosyalizma ve komünizmanın var etmek isteyip de yok ettiği içtimaî adalet ve tesviye ölçüsünün hakikati İslâmda.. Liberalizma ve kapitalizmanın yedire yedire ferdi çatlamasına veya mukabil fertten her hakkı çaldırmasına mâni ölçüler, İslâmda. Demokrasya ve fikir hürriyetinin en nazik sınırları ve özü İslâmda.. Aynı demokrasya ve fert hürriyetinin başıboşluğa ve kargaşalıpa sarkan aşırılığını köstekleyici fikir ve şahsiyet hakkı İslâmda... Nazizma ve Faşizmanın kâzip rüyasını gördüğü üstün nizam ve ruhi müeyyidecilikteki esas İslâmda... Batının her sahada arayıp bulamadığı cennet İslâmda; her sahada içine düştüğü cehennemden korunuş yolu İslâmda, herşey İslâmda...
· Olunmayacak herşeyle, olunacak herşeyin kefalet ve keyfiyeti İslâmda... Herşey İslâmda...NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İSLÂM VE DÜNYA



· İslâmda dünya, dünyanın en ulvî ölçüsü halinde vecizelendirilmiştir. Âhiretin ekin yeri... Dünyada ne ekilirse öbür tarafta o biçilecektir.
· İslâmda dünya, ebedî hayatın eşiğidir. Düşünelim; İslâmda dünya, bütün hudutlu buudları içinde ne hudutsuz bir mâna sahibi!..
· Birbirine zıt ne kadar mefhum ve hâdise varsa aralarındaki en ince kaynaşma ve ayrılma noktalarını farkların en incesiyle belirten İslâm, işte böylece dünyaya birbirine zıt iki nazarla bakar; ve sonra bu bakışları tek ve en ileri bir gözde birleştirir: Biri, fânilik ve hiçlik plânı dünya; öbürü, bu en dipsiz fânilik ve hiçlikten zıplanacak ebedî hayatın basamağı, yine dünya...
· Dünyanın İslâm gözündeki bu çifte ve birbiri içinde kaynaşıp tekleşen mânasından dolayıdır ki, kendimizi «Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya ve hemen ölecekmiş gibi âhirete» vermek emrini aldık. Şimdi, ezelden ebede doğru helezonlaşan kelâm dalgasının bu en zarif kıvrımı ulvî Hadîsin mânasını anlar gibi miyiz?
· Dünyanın İslâm gözündeki bu çifte ve birbiri içinde kaynaşıp tekleşen mânasından dolayıdır ki, kendimizi «Hiç ölmiyecekmiş gibi dünyaya ve hemen ölecekmiş gibi âhirete» vermek emrini aldık. Şimdi, ezelden ebede doğru helezonlaşan kelâm dalgasının bu en zarif kıvrımı ulvî Hadîsin mânasını anlar gibi miyiz?
· İslâmda dünya, varlığın arkasından yokluk, yokluğun arkasından varlık gelen ve iki tempolu âhenk halinde bir ademi, bir de mutlak vücudu haykıran zamanı; ve her ân hiçlik pası altında eriyen fânî mekâniyle, sadece ne mkal olduğu ve nasıl bir gayeye yaradığı bilinecek bir atlama taşıdır. Bir atlama taşı ki, ona gözlerin en bedbiniyle baktıktan sonra onu gözlerin en nikbiniyle süslemeye, bezemeye ve gelişmeye memur bulunuyoruz.
· Böylece İslâmda dünya, gerçek ve üstün mü’minler için, birtakım bâtıl itikatlarda ve inanış sistemlerinde olduğu gibi, fânîliğine inanıldıktan sonra herkesin arkasını döneceği ve kabuğuna çekileciği bir mahkûmiyet plânı değil, içyüzü biline biline bütün iş sahalariyle kucaklanacak, atom atom sayılacak, tertiplenecek ve düzenlenecek bütün bir beşeri hâkimiyet plânıdır.
· İslâm, âhiretin ve ebedî oluşun topyekûn sahipliğinden sonra, bütün oluşların ve en haşin madde hesaplariyle de topyekûn dünyanın maliîki...
· Müslümanlıkta dünya odudr ki, mü’min onu zapt edecek, ona hâkim olacak, fakat onun esaret ve hâkimiyetine düşmeyecektir. Tıpkı İslâmda gerçek fakrin, mal sahibi olmamak değil malın ona sahip olmaması ve onu köleliğe düşürmemesi demek olduğu gibi... Bu harikulâde inceliği anlayan, en dakik (nüans-gamıza)lardan ibaret İslâmın dünya ölçüsünü de kavrar; ve bu vakte kadar eşya ve hâdiselere İslâm adına nasıl tek taraflı bir gözle bakıldığını ve dünyanın nasıl elden kaçırıldığını görüp ürperir.
· Allah, Kur’ânında insanı kendisine halife olarak yarattığını ve onu eşya ve hâdiseleri teshire memur ettiği emriyle, fânî ve ebedî, sahte ve gerçek dünyalara ve her ikisine karşı insanî vazifelere ait sırrı bildirmiş ve ölçüyü vermiştir.
· Sadece bu, dünyaya bakıştır ki İslâmın hak din olduğunu göstermeye yeter.
NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İSLÂM VE İNKILAP



·Âlemde, zatiyle, kendi kendisine, kendi kendisinden ibaret kaldıkça hiçbir değer belirtmeyen iş ve mefhumların başında inkılâp gelir. Fakat bağlandığını gayenin vasıta ve usûlü olarak, inkilâp, her kıymetin üstünde..
·İnkılâp, taş ve toprak kütlelerini berhava edip hayat kurtarıcı yollar ve kanallar açmakta müessir bir infilâk maddesine, dinamite benzer bir şeydir. Böyle olunca o, yüzde yüz kölelik ettiği dâva ve hakikat kutbuna göre kıymetlenir. Yoksa aynı dinamit bütün bir medeniyet sathını da hissîzce ve anlayışsızca küle çevirebilir. Bu bakımdan, inkılâp, sırf, kendi nam ve hesabına hiçbir hak iddia edemez.
·İnsan tefekkürünün kopmaz yuları içinde sımsıkı zaptedilmiş koskoca ve iradesiz bir hayvan gibi, dinamit, sırf kendi nam ve hesabına, sadece patlamak ve yıkmak için patlamak ve yıkmak diye bir kuvvet imtiyazına mâlik olamaz. Mücerret inkılâp ruhu da, yalnız inkılâp için inkılâp temayülüne sapamaz. Bu takdirde, inkılâp adına mücerret ve münhasır değişmek ve değiştirmekten başka bir izah sebebi olmıyan ve umdeleri arasında, mücerret ve münhasır inkılapçılık diye bir madde bulunduran bir telakkiye şöyle hitap etmek yakışır: «Mademki sadece değiştirilicikten başka bir şeye aklın ermiyor, öyle ise sırf kendi prensibine sadık kalman için herşeyden evvel sen değiş, yâni yerini başkalarına bırak!..» Böyleleri, kendilerine ters telâkkilerden değil, bizzat öz nefslerinden gelen tezatlar karşısında iflâs ve izmihilâl halindedirler. Dâvasını bahâne, âlet ve usûlünü gaye edinen, her inkılâp, sadece öldürücülüktür...
·İnkılâp, eğer ulaşılmış bir hak ve hakikat manzumesinin kıl kadar yerinden kıpırdamaz, sabit ve mutlak mihveri etrafında sonsuz bir hakikat aracılığı; hep o sabit ve mutlak mihverin pörsümez tazeliği ve solmaz yeniliği adına boyuna aramak, boyuna keşfetmek, boyuna değişmek, ermek olmak ve hiçbir durakta kalmadan terakki etmek demekse, İslâmlıktan büyük inkılâpçılık yoktur. Kâinatın Efendisi buyuruyor: «Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.»
·İslâm, dikkat ve sıhhatle hesaplânması gereken bu temel ölçüyü lif lif bağlı olarak, hem ayrı ve zıt nefsleri kendisine kendisine irca etmek, hem de kendi öz nefsi içinde ebedî bir (doğru), (güzel) ve (yeni) fâtihliğine memur bulunmak noktasından, ulvî mânada inklâp ve inkılâpçılık hakkının, merkezinden muhite ve muhitten merkeze doğru bütün teaddî ve taarruz seciyesiyle ve en ileri aksiyonculukla zenginleştirilmiş, muhteşem ve mükemmel sistem...
·Gören göze ayandır ki, en küçüğünden en büyüğüne kadar her hâdisede olduğu gibi, inkılâp iş ve mefhumunun hakikati de İslâmda...
·Her şeyin, etrafında döneceği, olacağı bulacağı kıl kadar yerinden kıpırdamaz, sabit ve mutlak mihver, İslâmda Şeriat’tır. Şeriatın red ve mahkûm etmediği her şey de İslâmda serbest; sade serbest değil, iyiliği, doğruluğu ve güzelliği nisbetinde yerine getirilmesi lazım gelen bir emirdir. Gerçek iyi, doğru ve güzel her şeyse İslâm Şeriatinin engeline çarpmak şöyle dursun,himaye kanatları altında muhafazalıdır.
·Günümüzün, inkılâp mefhumunu batıran mâkûs yobazlarına tam bir nazire mi istiyorsunuz? Bir zamanların, Şeriat lâfından başka bir şey bilmeyen, bu ilahî hükümler kadrosunu kendi havasız ve ışıksız ruhunun içinde görmeye, benimsemeye kalkışan ve böylece herşeyden evvel Şeriate ihanet eden mebsut yobazlar! Her «yeni»ye «bid’at» klişesini basan ham ve kaba softa, İslâmın ebedî ölçülerini sımsıkı ölçülerini sımsıkı tutmanın displin nizamından doğma mübarek «Şeriat» kelimesini iç hakikatiyle asla bilmeyendir. Eğer bu yobaz, İslâmın ebedî doğruluk, güzellik ve yenilik ruhunu kendi buzlu nefs ikliminde kaskatı donduruyorsa, kabahati, bu iklimin Müslümanlığa uzak oluşunda aramak lâzım değil midir? Halbuki, yüzü cenuba doğru bir ham ve kaba yobaz tip, yüzü şimale doğru başka bir ham ve kaba yobaz örneğine bakıp, kabahati, her kabahatten tem münezzehlik plânı olan mukaddes İslâm Şeriatinde buldu. Sahte bir sarık, kapkara bir ağız, simsiyah dişler ve sonunda kaba, küstah ve ahmak edanın sahipleri, bizzat kendi torunlarına artık öz temizlik rengi sarığın, nûr yuvası ağzın, inci gibi dişlerin ve eşsiz bir incelik ve tatlılık ve derin edasının temsil edeceği gerçek iman hakikatini bir daha aratmaz oldular ve olanlar oldu. Bütün hikâye ve macera bundan ibaret; ve Tanzimattan beri inkılâp lâfından başka kelime bilmeyen hareketçiklerin içyüzü de bu kadar!..
·İslâmlığı, kendi öz vatanımızdaki tecellileri ve kendi öz ve mahrem çehresindeki nâmütenahî derin ve asil istiğna ifadesiyle, bir takım ezberci inkılâplara karşı fevkalâde ince girift ve her iki yobaz örneği tarafından örselenmiş mevkiini evvelâ tesbit edelim; ve sonra hemen damdan düşercesine belirtelim ki, tarih boyunca hak ve hakikati arama yolunda yapılmış ve özenilmiş ne kadar inkılâp varsa hepsinin alıp bulamadığı ve çırpınıp eremediği şey, İslâmdadır. Ve her şey, İslâmı, onu dışarıdan hiçbir şey katmaksızın, kendi işinde arayıp bulmaktan ibaret, nâmütenahî basit ve bir o kadar girift bir dusturda toplânmaktadır.
·Büyük Fransız inkılâbının, sosyalizma hareketlerinin, kominizma ihtilalinin, faşizma ve nasizma, liberalizma ve kapitalizma vesairenin bütün bir birine zıt ve bir biri için müşterek cepheleriyle, isteklisi ve gönülüsü olup da en yanlış dağıtmalar ve toplamalar içinde kaybettikleri hak ve hakikat parçaları, her zıddı barıştıran ve bağdaştıran yekpâre bir âhenk plânında ve tam bir bütünlükle İslâmdadır.
·İnkılâp ve inkılâpçılık; hak ve mutlak din Peygamberinin mukaddes ayak izleriyle açılmış yolu bulmak demektir! Şu (damping) malları kadar ucuzlatılan inkılâp ve inkılâpçılık mefhumunun ( radyum) derecesinde nadir cevheri de, bizdedir. Gül bahçesine dağdan boşanan öldürücü sel halindeki inkılâp, kurak toprağı gökten serpilen diriltici yağmur şeklindeki inkılâbı kıyaslarsanız, katil bıçağı ve operatör neşteri arasındaki farkı ve inkılâbı İslâm gözlüğünden görmüş olursunuz.
NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İSLÂM VE KADIN



·Her madde, her mâna ve her şey gibi kadının da bütün vücud ve hikmeti, keyfiyeti ve mevkii İslâmda...
·Kadın, İslâmda, kendisine Şeriat yolundan ulaşmak şartiyle sevgili bir varlıktır. Yeryüzünün Efendisi ve Peygamberler Peygamberi ki buyurmuşlardır ki: «Bana dünyanızda üç şey sevdirilmiştir: Kadın, güzel koku ve namaz...»
·Hemen anlamak gerektir ki, meşru şekiller ve hadler içinde kadına bağlılık, Yeryüzünün Efendisi ve Peygamberler Peygamberinin mizacına uymak bakımından İslâmi ve makul bir hâdise... İslâmın zâhir ve bâtın çerçevelerinin bütün kahramanları bu şekiller hadler içinde kadına bağlı kalmışlardır. Ruhbaniyet kabul etmeyen İslâm, batinî büyük marifet yolunda nefs körletmenin usûlu olarak kadından uzak durmayı kabul etmez. Aksine büyük marifet yolunda, meşru şekiller ve hadler içinde kadın alâkası şarttır.
·Kadın, İslâmda, her şeyden evvel derin bir hayâ mevzuudur: ve bütün mahrem köşeleriyle çepçevre hisarlar ortasında yükselen bir saray gibi, edep, ismet ve gizlilik surlariyle halkalanmıştır.
·Mukaddes İslâm Şeriatı, kadını, her noksaniyle kocasının nazarlarına helâl olarak teslim ettikten sonra, onun cemiyet hayatını, mahremi bulunduğu veya bulunmadığı insanlara karşı ayrı ayrı görünüş şekilleriyle ve son derece sarahatle tanzim etmiştir. İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve bütün nazarlara karşı kadın, yüzünden, el ve ayaklarından başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede hayâ ve hicap ifade eder. Tek bir saçın bile dâhil olduğu bu hayâ ve hicap şartları yerine geldikten sonra kadın, aynı İslâm cemiyet ve beldesinin aynı meydanında en faal ve en vazifedâr bir unsur olabilir.
·Kadını kafes arkalarına ve haremlere hapsetmek, hiç kimsenin karşısına çıkarmamak ve topuğundan saçına kadar simsiyah bir torba içine sokup öylece ve bir ân için cemiyet koridorundan geçiri vermek, İslâmi ölçü ve gereklerin emrettiği bir iş değildir. Her bakımdan mükemmel olan dine bir şey eklemek veya ondan bir şey eksiltmek, dinî anlamamaya ve nihayet ya ham ve kaba softalığa ve kör-kütük anlayışsızlığa varacağına göre asırlar boyunca Türk cemiyetinde kadının halini, dinî vecd ve idrâkten mahrum ham ve kaba softaların esiri diye mütalâa ve bu halden İslâmiyeti tenzih etmek lazımdır. Şer’î ölçülere bürülü olarak kadın, İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve her türlü iş ve faaliyet sahasında, bütün nazarlara açık bir edep ve ismet heykelidir.
·Ayrıca kadın, mücerred kadın olarak,mücerred güzellik ölçüleriyle, ancak İslâm Şeriatinin gizlenme hadleri ve görünme şartları içindedir ki, tesir ve kıymetinin azamisine ulaştırılmıştır. Kasap dükkânlarında kuyruğuna kadar yüzülmüş çırçıplak etin vahşetini esiri bir tılsıma götüren örtü sırrı, münhasır (estetik) göziyle de yalnız İslâmdadır.
·İslâmda kadın,içtimaî vazifeler arasında yalnız iki tanesinin ehliyetine malik değildir: Biri imamlılık, öbürü hakimlik... Bunda da son derece ince bir hilkat sırrı güden İslâmiyet, her şeyden evvel hissîlik ilcaîlikten uzak bir erkek seciyesi isteyen bu iki işte başka kadına hiçbir içtimaî vazifeyi yasak etmemiş, fakat kadının en yüksek ve ulvî mevkiini, onun ve erkeğinin yuvası olarak göstermiştir.
·Kadın; anne, hemşire, zevce; güzellik bakımında kadın, içtimai vazife noktasından kadın, hilkat sırrının maddî ve mânevi bütün tecelli şekillerini İslâmda arasın ve yanlız onunla övünsün!
NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
DIŞI VE İÇİYLE İSLÂM



·İslâmın dışı Şeriat, içi Tasavvuf... O’nu, kâinatın yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Allah Sevgilisini, üzerinde bütün hilkat mimarisinin ışıldadığı bir saray farz edecek olursanız Şeriat o sarayın dışı Tasavvuf da içidir. Bütün ölçüler ve geçitler dışarıda, varış ve erişlerde içeride...
·İslâmın topyekûn ruhu, hikmeti, ahlakı, edebi, eşya ve hâdiselere bakışı, bu dünya ve ötelerin dış ve iç nizam sırrı, var oluş sebebi, ölümsüzlük yolu, bütün illiyetler ve gâiyetler, her şey, her şey tasavvufta...
·İdeolocya Örgümüzün bu noktası, nâmütenahî derin tasavvuf bahsinin ona yakışır bir derinlikle işlenebileceği yer olmadığı için, meseleyi kalın hatlariyle ve sadece başlık ifadesiyle ele alıyor ve bildiriyoruz ki, İslâm tasavvufu karşısında apışan ve gözleri kamaşan, Bâtılı, daima olduğu gibi, onu , dış ve aldatıcı çizgileri içinde heceleyip ( Neo-Plâtonizm – Nev Eflâtuniye – Yeni Eflâtun-culuk) mektebine bağlamış, sonradan kurulma ve bu mektepten aparılma bir müessise diye göstermeye yeltenmiş ve İslâmı yalnız zâhir plânındaki dış mimarisinden ibâret bırakmak istemiş; tasvvufun mutlak olarak Allah Resûlünden gelici ve O’nun kainat özü mukaddes bâtınında fışkırıcı ebedî hayat mâdeni olduğunu anlayamamıştır.
·İslâmdan sekiz asır sonra türeyen bazı maddeci mankafalar da, tasavvufu topyekûn inkâra varmışlar böylece üç buudlu din hacmini derinlik buudundan ayırıp satıh haline getirmişler ve yine böylece, ister istemez bâtılı görüşle birleştiklerinin ve ona destek olduklarının farkına varamamışlarıdır.
·Tasavvufun, «Allah kâinatı insan için, insanı da kendi mârifeti için yarattı» düsturu, bu suretle nihaî hesabı mutantan şekilde verilen oluş sırrının, biri dış rejim, şeriat, öbürü de iç rejim, tasavvuf olarak her ikisi de birbirinden kopmaz, ayrılmaz ve tecezzi kabul etmez bir bütün halinde en parlak ifadesidir.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SİYASET


· İslâm inkılâbında siyaset, içeriye doğru, her çizgisi ve noktası tamam bir ideolocya manzumesine dayalı bütün bir tekevvün işinin manivela dehâsıdır. Bu yüzden o, teker teker kendi aslî hamle ve hareket şubeleri içinde ifade edebilir; toplu ve merkezi olarak belirtilemez.
· İslâm inkılâbında toplu ve merkezî siyaset, ancak «haricî politika» ifadesiyle, dışarıya doğru olanıdır. Gerçekten, İslâm, dışarıya doğru tek bir vâhid belirtici, tam mânasiyle sabit ve çerçeveli bir siyaseti vardır.
· İslâm İnkılâbının iç siyasetini mutlaka toplu ve merkezî teşhise kavuşturmak lazımsa, ona, birinin tasfiyesi ve öbürünün ihyası bakımından, biri düşman ve öbürü dost, iki kutup gösterilebilir. Bunlardan düşman kutup iki şubelidir: 1 — İslama iman dairesinin dışından musallat, tam 100 senelik, dinsizler köksüzler, şahsiyetsiz mukallitler nesli ve bütün yardımcıları.. Bunların fâal yardımcıları, manevî sömürge ustası Garplılar, Yahudiler, Masonlar, dönmeler, melezler ve kozmopolitler... 2 — İslama, iman dairesinin içinden .musallat, tam 400 senelik, aşksızlar. vecdsizler, kuru ezberciler, nefsanî tefsirciler, insan ve dünya murakabesinden uzak nasipsizler, dinin zahirî bâtınî ruhuna yabancı ham ve kaba softalar nesli ve bütün yardımcılan... Bunların yardımcıları ise bugün faaliyetini kaybetmiş, fakat ananevî bir insiyakla her ân türeyip üreyebilecek soydan umumî cahiller...
· İslâm inkılâbının iç siyasette en büyük dostluk kutbu da, dine topyekûn ruhunu ve aklını teslim ederek onu nihaî saffet ye asliyetiyle temsil etmek üzere yetiştirilecek yepyeni nesiller... Bunlar «nâr-ı beyzâ»dan daha yakıcı, en ince havalan kaydeden barometre plâkalarından daha hassas, dünya çapında, tarih ve fikir çilesine sahip, aklın ve ilimlerin son humma noktasına yapışık, solmıyacak renk ve geçmiyecek ânın kara sevdalılan... Bunlara. İslâmın saffet ve hakikat devirlerinden başka maziye doğru hiçbir örnek gösterilmeyecek; her şey bunlar vasıtasiyle, mazideki tek hareket noktasından dosdoğru istikbale havale edilecektir, İslâm inkılâbını iç siyaset ölçüsü bakımından iyice kavramak lâzımdır ki, gözün göremiyeceği ve hayalin alamıyacağı kadar ve ezelle ebede doğru her ân yeni bir dâva ve hamle temsil edecek olan bu rüya nesli, cihanın en büyük «doğru» sunu tam dört asırdır yanlıştan yanlışa sürüklemiş, nihayet bir ve en nihayet yarım asırdan beri de bu «doğru» ya «yanlış» ismini takmış olan seleflerini hiçbir mevzuda örnekleştirme ve kopya etmek mevkiinde olmıyacaktır. Gelin de siz bu nesil idealini güdenlere mürteci deyin! Asıl onun gözünde en koyu-bugünden başlıyarak, gittikçe hafifleye hafifleye dört asır gerisine doğru devam eden tabakalardır ki, mürteci tâ kendileri olacaktır! Zira bu tabakaların ilticaları, günden itibaren gittikçe hafifleye hafifleye 400 senelik maziye doğru, baştan başa, en kör ve aşağı «emmâre» haliyle kaba nefse rücuun ve o yüzden din dışına çıkışın hikâyesi olarak izah edilecektir. İste İslâm inkılabının iç siyasette hedef tuttuğu başlıca gaye, bu ebedî yeni daimî taze nesillerin maya tutması etrafındaki iş dehâsıdır.
· İslâm inkılâbının, tam mânasiyle toplu ve merkezî politikasına gelince, bu. incelerin incesi ve naziklerin naziğziği bir sanat işidir. Bütün dâva, Garplının ruhî butlanından hariç ve iyi taraflarını lif lif ayıklayıp onu «hikmet ve hakikat mü'minin kaybolmuş malıdır, nerede bulsa alır!» fermaniyle ve gerçek bir bünye aşısıyle Doğuya zam ve bundan yepyeni bir terkip çıkarmak.. Bu terkibin yıllar boyunca sınır içi, gizli ve acık, tezgâhını kurup işletmek.. Büyük Doğu mefkuresinden damlayan bu mayayı, şimşeklerini yedi bucak ve dört iklime saçmaya başlıyacağı âna kadar bir vatan sırrı olarak muhafaza etmek ve devre devre bütün - mahremlerin hududuna riayet et yi bilmek... Yoksa Batı dünyası böyle bir oluşa im bırakmaz. Batıyı aldatıcı, incelerin incesi bir siyaset.
· Bütün bu ölçülerin kıvama erişinden sonra, tün Doğuya şâmil bir sirayet plânından, mütefessih mütereddî Garba, en yeni ruh ve kültür savaşçısı olar yönelmek.. Topyekûn Doğunun, maddî ve mânevi Garpemperyalizmasına karsı kurtuluş ve ihtilâlini, anbean beslemek ve günü gününe geliştirmek... Bunun için. dünyasını bütün tezattan ve buhranları içinde devam ettirici şartlara, muazzam bir casus ve sahte müttefik dehasıyle yardımcı olmak... Nihayet ve kısaca, rahimdeki çocuğu, doğuracağı andan pehlivan yetiştireceği ve mazlûm mânasiyle makhur maddesinin intikamını alacağı güne kadar yamyamların çadırında idare, ikâme ve idâme edebilmek... Bu iş!!! Her ân değişik her ân zıt istikametlerde yol almaya mecbur, korkunç mikyasta girift ve d« keyfiyetle bu dâva. sırf politika dehâsı bakımından, cihanın en sanatlı cehdine ve en dakik plânına muhtaçtır. Belki 50 , belki 100, belki 300 senelik bu plânın, ana ölçüsü de prensip bakımından bu kadar…
· İslâm inkılâbında siyaset, her çizgisi ve noktası tamam bir ideolocya manzumesinin, kendisini madde âlemine nakşetmekteki alet ve usul dehâsına bağlı bir şubedir ki, o ruhun aşk ve feyz ile ışıldadığı müddetçe daima ana kaynağını, bütün kıymet hükümlerini ve her türlü direktifini hazır bulacaktır.
· İslâm inkılâbında siyaset, içeriye doğru, sadece olmak, dışarıya doğru da bu oluşu tamimleştirmek gayesinin gerektireceği umumî tedbir dehâsı olarak ifade edilmeli; ve bu temel hareket noktasına göre programlaşmak, topyekûn usul prensibini belirtmelidir..NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İKTİSADİ NİZAM


· İslâm inkılâbında iktisadî nizam, bugün insanlığın başlıca ızdırabını teşkil eden ferdî mülkiyet ve serbest kazanç hakkiyle (kapitalizma). içtimaî tevaün ve İştirakl zarureti (Sosyaljzma) arasındaki bütünn tezatları batırıcı İlâhi bir ahenk ifadesidir, öyle bir ahenk ifadesi ki, bu, kendi başlarına ayrı ayrı bâtıl sistemlerden herbirinin kendi başlarına erişemiyeceği gaye ve hakikati, onlardan hiçbirine vücut ve istiklâl vermeksizin sağlıyacaktır.
· Cemiyete rağmen tek tek kabarmaya mezûn fert hakkiyle, tek tek ferde rağmen botun fertlere pay vermeye mecbur cemiyet hakkı arasındaki iki zıt kutbu, bir hamlede telif edici ilâhî ahenk... Bu ahengin İlk kutbunda, ticaretin helâl ve ferdî mülkiyet ve kazancın hak olması; ikinci kutbunda da faizin haram ve zekâtın farz olması vardır.
· İşte bu azîm dâva, ismine medenî dünya dedikleri Batı âleminin biricik çözülmez ukdesidir; ve 2500 yıllık uyanık beşeriyet tarihinin bu son ukdesini, bütün başka ukdeleriyle beraber çözecek olan, sadece İslâmlıktır. Bu noktada da, İslâmlığın selâmet ve teslimiyete bağlı mefhum inceliği içinden geçen muazzam ve nur döşeli kurtuluş caddesi görünmekte..
· Zekâta; Allah rızası yolunda maldan pislik kısmını süzmek ve bu suretle mâlın da ibadetini yerine getirmek ölçüsüyle bakan İslâmlık, fert hakkı içinde gizlice biriken cemiyets hakkının da aklî ve ruhî nüktesine ait ne enfes bîr işaret vermektedir. Yalnız Allahın rızasında, emrin tatbikatında ve ibadet borcunda toplanan gaye, asliyle yerine geldikten sonra, dolayısiyle ve neticesiyle de bütün bir cemiyet ve dünyayı kefâlet altına almaktadır. Ve işte İslâmlığın emir ve yasaklarına bağlı sırlar, baştan aşağı böyledir!
· Bir taraftan; ferdin, İslâmi bir yasak belirtmeyen sahalarda, yasaksız metodlarla dilediği gibi çalışıp dilediği gibi kazanmak ve böylece hudutsuz mikyasta ferdî oluş ve davranış (liberalizmanjn aradığı hakkim yerine getirmekte serbest olması.. Öbür taraftan, zekât sınırına ayak basmış mal ve sermayenin her yıl kırkta biriyle süzülerek, Şeriatın kabul ettiği gibi, İslâmî devlet hazinesini doldurması (Sosyalizmanın aradığı) ve oradan muhtaçlara, müstehaklara ve cemiyet hayrına dağılması... Ve aynı mal ve sermayenin, şeytanî faiz metodiyle, uyuduğu koltukta göbek salıveren silindir şapkalı patronlar gibi, habis yağ ve semene karşı hisarlanması… İste bu iki kutup şartın (tez) ve (anti-tez), sağlı ve sollu iki kanad halinde bünyesinde halkalanacağı cemiyetlerdir ki muvazaneyi kurtarmış; ve dâvaya aslî ve gaî kutbiyle de bağlanınca ebediyen kurtulmuş olacaktır.
· İstediği kadar yemekte serbest olan adama , yediği nesbette vazife ve yol yürümek mükellefiyeti verilince hak cephelerinden hiçbiri müteessir olmadan, fayda, âzami haddine yükseltilmiş olur. Bugünkü Garp dünyası ise açadamlar ve hakkı ödenmemiş iktidarlar arasında istediği kadar yiyen, yiyemediğini döken ve koltuğunda leş gibi uyuyup kendisini parazitlere yelpazeleten, her manâyı parayla kiralayan ve hiçbir emek sarfetmeyen patronların (kapitalizma) cemiyetiyle , sadece, bütün yağları devlet fıçılarına bastırılmış ve ruhları kör barsak gibi çıkarılmış kimya gürbüzü (homongolos)lara yol yürüten inkar yobazlarının (komünizma) topluluğundan mürekkeptir; ve ortalıkta ses adına bunların şamatasından, hareket adına bunların tepintisinden başka bir şey yoktur.
· Zekatın yalnız iktisadi neticeleri (ekonomik) kıymet (faktör)ü üzerinde ince ve derin tetkikler yapan bazı Garp mütefekkirleri, Garbın ana hastalığı sermaye (hipertrofi-dehhâmeleşmesi) hastalığın ve ne bulursa hortumiyle sömürücü mülkiyet canavarlaşmasının, bu kıstas içindehemen hemen imkânsızlık belirttiğini; ve sermaye yükseldikçe devrilmeye ve cemiyet kasasına yuvarlamaya mecbur zirve kısımların tekrar yerine gelmesi ve evvelki hadleri aşabilmesi için, gittikçe ve muzaaf çoğalma kanuniyle artırıcı bir gayret ve kudret yükselişine ihtiyaç bulunduğunu tesbit etmişlerdir. Ne hazin!.. Onlar bunu tatbik edemezler; zira tatbik edebilmeleri için sade ve mücerret zekata değil, Allaha ve onun Üstün Resulüne inanmaları lâzımdır.
· Bugün (modern) iktisat ilmi zaviyesinden, zekâtın, parayı yerinde saymaya veya sandıkta pineklemeye bırakmayışı, sermayeyi boyuna harekete davet, yoksa tükenmeye mahkûm edişi, kabardıkça, budayışı, cemiyete dağıtışı ve ulaşmasına engel oluşu, devlet kasasından fert ihtiyaçlarına kadar dağıtım işinde tercih kademeleri belirtişi ve bütün bunlara rağmen sırf işletme ve işleme dehâsıyla kabaran sermaye ve servetleri de takdir edişi ve daha nice oluşu ve olduruşu, 19 ve 20 nci asırlar hastalığının, hem (kapitalist, hem de (anti kapitalist) cenahlardan biricik ilacı kabul etmek gerekir.
· Zekattan sonra, İslâmiyette para telâkkisi, cömertlik âhlakı, bitişiğinde aç ve muhtaç varken yemeğe oturmamak emri ve mütemadi yardım mükellefiyeti nazara alınacak olursa, (sosyal adelet) tekerlemecilerine verilecek cevap kendi kendine ortaya çıkar.
· Büyük Doğu mefkûresinde «Sermaye ve mülkiyette tedbircilik» ölçüsünü bütün iç yüzü ve hakikatiyle aydınlatan İslâm İnkılâbının iktisadî nizam maddesi, bütün bir devlet (kriter) leri manzumesidir.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İÇTİMAİ FAALİYET



· İslâm İnkılâbının cemiyetinde, işsiz, daha yerinde bir tabirle içtimaî faaliyetsiz tek ferd yoktur.
· İslâm İnkılâbının cemiyetinde, içtimaî faaliyet mefhumu, ferdin kendi nefs hayriyle, iç içe ve daima cemiyet hayrına zıt olarak görmeye memur olduğu iştir. Cemiyet bilânçosunda (1) vâhidlik bir (pasif) kıymet teşkil ederken, öbür taraftan (1) den fazla bir (aktif) değer belirtmekle mükellef olan fert, daima, cemiyete kaça mal olduğunu,cemiyete kazandırdığından ne tarh edebileceğini ve eldemüsbat nakiye kalıp kalmadığını vicdanına saracaktır. Böyle yapamıyan ferde, huzur yoktur; ve devlet reisinden çobana kadar ölçü budur.
· İslâm İnkılâbının cemiyetinde, muvakkat veya daimî olarak, içtimaî faaliyet çerçevesi ve bu şuurun kaygısı dışında kalabilecek yalnız üç sınıf insan vardır: Küçük çocuklar, geçkin ihtiyarlar ve ağır hastalar.. Küçük çocuğu ileride atılacağı faaliyetin biriktirme çağında geçkin ihtiyarı da biriktirilmiş ve kaldırılımış faaliyet harmanlarının istirahat çardağı altında kabul eder (ki gerçek bir Müslüman için mezara girmeden istirahat yoktur) ve bu bakımdan bu mesut ve kıymetli örneklerin sadece seyrinde bile (sosyal) bir fayda bulursak, gerçekten içtimaî faaliyet çerçevesi dışında kalabilecek tek özürlü sınıf, sadece ıskartalar, yani devâsız hasta ve ailelerden başkası olamaz.
· İslâm İnkılâbının cemiyetinde, her işe ve her ruha hâkim olacak içtimaî faaliyet şuuru beş yaşındaki çocuğu bile başka çocuklar ve binbir küçük fayda üzerinde vazifeli kılarken, seksen yaşındaki ihtiyarı da muhteşem ve müsterih bir murakabe ve teşvik edicilik vazifesine memur eder; ve köre , sağıra, topala, kalb hastasına, kanserliye vesaireye kadar asgari faaliyet nevilerini teker teker gösterir. Düşünün; topyekûn bu faaliyet çerçevesinin dışında kalıcı ıskarta sınıfa geçmenin şartları ne kadar ağır olmak ve bu ağırlık fert hesabına ne ümitsiz bir mâna ifade etmek lâzımdır!
· Aile himayesi ve kazanılıp istif edilmiş kıymetleri rahat yemek hakkı bile, ferde, göstermeye elverişli olduğu içtimaî faaliyet mavzuunda esirgeyicilik selâhiyeti vermiyecek; milyonluk bir telefon santralı gibi, devlet, her fişinin nakıliyet ve faaliyeti üzerinde herân ve belli başlı sınırlar içinde murakıp bulunacaktır.
· İslâm İnkılâbının cemiyetinde fert için iş bulamamak ve nefsiyle cemiyete faydalı olmamak diye korkunç ve asrî bir «adem-i iktidar»a yer yoktur. Bu azim dâva ile muvazzaf olan devlettir; ve devlet bu bakımdan nüfusu sayısında iş dosyasına sahip, kocaman bir «müstahdemin idarehanesi» dir.
· İslâm inkılâbının cemiyetinde devlet, o nisbette sahası açmakla mükellef, ö muazzam ve muntazam teşkilâtın ismidir ki, başlıca vazifesi, mevcut işe işçi bulmak değil, evvelâ mevcut olması gereken işi bulmak ve ona işçi devşirmektir. Mesafeleri açmak iktidarı başta gelince, kalabalık ve üstüste yığılmak diye bir tehlikeye vücut imkânı olmadığı kendi kendisine anlaşılır ve Yirminci Asır cemiyetleriyle devletlerinin acz ve «adem-iktidar» kaynağı belirir.
· İşte insan gücünü değerlendiremez hale gelen ve nüfusunun büyük bir kısmını ham beygir kuvveti olarak yâdellere gönderen Türkiye'nin hali!... Avrupa ve şurada buradaki işçilerimizin hikâye ve mânası bundan ibarettir.
· İslâm inkılâbının cemiyetinde devletin bu rolü, bir taraftan şahsî teşebbüs ve kendi kendisine ötüş melekesini besler ve işletirken, öbür taraftan da bu melekenin dağınık olarak merkezîleştiremiyeceği kıymet ve kudret tasarrufunu içtimaî iradeye bağlıyarak tekleştirrnek hikmetini güder. Binaenaleyh devlet, iş ve içtimaî faaliyeti görmek, ya göstermekle mükellef olacak; daha doğrusu gösterdikten sonra yerine geldiğine görecek, göremediği yerde de mutlaka gösterecektir. Netice, daima gösterecek ve görecek, görecek ve gösterecek...
· Dâva bu kadar mücerret ve haysiyetli, küllî ve esasî çapta ele alınınca, artık İslâm inkılâbının cemiyetinde, doğrudan doğruya cemiyet zararına faaliyetler şöyle dursun. dilencilik, miskinlik, goygoyculuk, fodlacılık, istirmarcılık, caban ortalık, mirasyedicilik, beyzadelik, ağalık, tembel patronluk vesaire gibi her türlü parazitliğe ne nisbette hayat hakkı bulunduğunu tahmin çok kolaylaşır; ve mefkurenin kâinat çapındaki buutları bu noktadan da açıkça görülür.
NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
TEŞKİLÂT VE İDARE



· Fikir temellerini kurduğumuz ve oluş hedeflerini plânlaştırdığımız İslâm inkılâbı, başlı başına ve müstâkil (ideal) kıymetinde, bütün bir teşkilât ve devlet şekli gayesine sahiptir. Bu gayenin ismi. Başyücelik devleti teşkilâtıdır. Tafsilâtı ileride...
· Büyük Doğu'nun ilk devresinde tafsilâtlı bir seriyle inceden inceye çerçevelediğimiz bu devlet şekli Yunandan bugüne kadar gelen örnekler arasında misilsiz bir ilerilik ve yenilik temsil ettiği gibi, tarih boyuncada gelmiş, ya ferdî, ya içtimaî, yahut da zümrevî irade hakimiyetine bağlı şeklîllerden teker teker herbirinin mahzurlannı bertaraf ettiği kadar, teker teker herbirinin ;faziletlerini toplayıcı son ye üstün buluştur. Öyle bir bulu ki İslamın «Şûra» ölçüsüne de sımsıkı bağlı..
· Tarih boyunca gelmiş devlet şekillerini ferdî,içtimaî veya zümrevî irade hâkimiyeti diye ifadelendiğimiz, mutlâkiyet, cumhuriyet veya tek parti diktatoryası olarak üç ana, grupta toplayabiliriz, işte bizim Başyücelik mefkuremiz, bu şekillerin birbirine nişbetle fayda ve; mahzurlarma karşı, faydaların herbirinden süzülüp, mahzurların herbirinde bırakıldığı, bir tamamlık ifadesidir.
· Yirminci Asnn ikinci yansından sonraki devlet teşkilât (ideal) i, belki bütün insanlık kadrosunda, bizim Başyücelik mefkuremizden ders ve gıda almaya mahkûmdur. Hasta liberalizma, bâtıl komünizma ve faşizma tecrübelerinden sonra istikbâlin gayesi, tün yer yüzünde, İslâm İnkılâbının bu şubesini benimsemek zorundadır.
· Teşkilât cephesi. (Büyük-Doğu) nün ilk dvresinde gergef gibi nakışlandırılrmş olan bu dâvanın fikir özü, bir topluluğu, o topluluk içindeki en üstün ruh vcve idrak kahramanlarının emir ve iradesine teslim etmekten ibarettir. Açıkçası, her sahadaki idrak soylularının, bir hastahanede ilmî doktorluk hâkimiyeti gibi mutlak hegemonyasını kurmak...
· Bu muazzam dâva yolunda en kısa ölçü şudur ki, halkı, kendi nefsini aşan hakikî hâkimiyet plânına çıkarmak için onu hakka esir etmekten ve başıboş kalabalikları başı bağlı münevverler iradesine tâbi ve mahkûm kılmaktan başka yol yoktur. Hakikatte tam ve mefkûrevi hürriyet ve hâkimiyet demek olan bu zahiri esaret ve mahkumiyetten gayrı her şekil, halkın maddasine ve kemmiyetine hürriyet verip, onun mânasını ve keyfiyetini mahrum bırakıcı günübirlik teselli dolaplarından başka bir şey değildir. Ve artık Yirminci Asır, bütün bu dolapların hazin tecrübesini yaşamış, herbirinin buhranı içinde yanıp yakılmış ve hiçbirinde muradına erememiş olmak vaziyetindedir.
· (İdeal) sizlikten patça parça kopmaya ve yanima-ya başiayah dünya cerriiyetlerine, (ideal üstü mutlak fde-al) ile beraber, bağlı olacağı içtimaî nizam (ideal) ihi de bizzat bu davanın vâdettiğine inanıyoruz.
· Doktorların ilme esir oluşu ve keyfî hiçbir temayül sahibi olmayışı gibi, bütün fazilet ve haysiyeti sadece hak ve hakikat bağlılığından ibaret olacak olan gerçek münevverler hegemonyasının müessise ismi, bizde«Yüceler Kurultayı» dır. Bu kurultayın reis kürsüsünün arkasında «Hâkimiyet Hakkındır!» cümlesi, yazılıdır; ve kanun onun kanunu, devlet onun devletidir. Devletin de, her bakımdan başı bağlı tek fert ve şahsiyet nezdinde mihraklaşmış remzleşmiş nihaî ve merkezî makam ifadesi. Baş yüceliktir.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
DEVLET



· Bütün zıtlarından ve sahte benzerlerinden ayırarak. şeriat, tasavvuf ve onlara tâbi akıl anlayışı ile derin ve gerçek mü'mine bağladığımız İslâm inkılâbı içinde devlet ve hükümet şekli, serbest ve ileri akıla bırakılmış, bütün bir icat ve ibda mevzuudur. Bu dâvada serbest ve ileri akıl, ana ölçüye daima bağlı kalarak, insan cemiyetlerinin ve idare nizamlarının tarih boyunca macerasını takip ederek, en doğru, en iyi ve en güzel şekli seçmekte veya bulmakta yüzdeyüz hürdür.
· İnsanlık, bütün salâhiyetleri, fert, halk ve zümre hâkimiyeti elinde toplayan üç idare nevi tanıyor; Saltanat, Cumhuriyet ve muhtelif içtimaî sistem plânlan etrafında kadrolaşmış zümre idareleri... (Monarşi), (Demokrasi), (Oligarşi)... Eski tarih birincisinin; yeni tarih, ikincisinin; en yeni tarih de. üçüncüsünün ve ayrı ayrı hepsinin saf veya birbiri içinde karışık örneklerine maliktir. En eski tarihte de, birincisine, ikincisine veya üçüncüsüne ircaı kabil nümuneler yaşadığını biliyoruz.
· Kısacası şudur ki, bugüne kadar insanlık, kavim ve millet çerçevesi içinde nefsini İdare etmek için. nizam merkeziyetini bu üç şekilden bir başkasına temsil ettirecek bir rejim şekli bulabilmiş değildir.
· İnsanoğlunun, bu üç vâhidden birine ircaı ve bozan bu vah idlerin birbiri içinde ihtilâtI mümkün devlet ve idare buluşu da gösteriyor ki, gaye, şekillerden ziyade o şekillerin bağlı olduğu ruhlardadır; ve her şey, inanılan ana fikir manzumesinin temel kadrosundan ibarettir.
· Devlet ve hükümet nevileri içinde şekil, hiç bir zaman aslî gaye olamaz. Olsa Olsa, ruhu aksettiren madde, keyfiyeti aksettiren kemmiyet ifadesi gibi, en lâyık ve uygun şeklî belirtir ve sadece bu bakımdan birtakım efrad ve ağyar unsurlarına malik olabilir.
· Aslî gayeye, o her neyse, merkezî nüfuz ve salâhiyeti, nefsinin ve keyfinin başıboş âleti sanmıyan bir saltanat idaresi bile hizmet edebileceği gibi, bir Cumhuriyet, yahut belli başlı bir ölçü ve sistem fikrine malik bir zümre hâkimiyeti, daha kolay ve daha tesirli hizmet edebilir.
· Öyleyse derin .ve. gerçek mü'min anlayışiyle İslâm inkılâbında devlet, hiçbir şekle bağlı olmıyan, sadece İslamiyetin ruh ve ana. ölçüler manzumesine zerre feda etmez bir intibakla uygun bulunan, mücerred ve umumî daima arayıcı ve yenileştirici bir kıstastır.
· Derin ve gerçek mü'min anlayışiyle İslâm inkılâbın, devlet, mevcut idare şekilleri içinde, halk idarelerine uzak ve halk menfaatine en yakın olanıdır. Zira gerçek halk idaresinden ve gerçek halk menfaatinden gaye hiçbir zaman hüküm ve ölçünün, başıboş kalabalıklar elin.kalması demek değildir.
· Derin ve gerçek mü'min anlayışiyle İslâm inkılâbında devlet. halk kitlelerini, hastasını ona sormadan tedavi eden doktor gibi. istikâmet verici müdahalesi; ve ferd, zümre ve sınıf üstü bir hak ve hakikat kutbundan jdaresiyle tecellı eder. Bu dâvanın ulvî tezahür mihrakı olan ve tarih boyunca bir eşi bulunmayan mefkûrevî şekli de, İdeolocya Örgümüzün başlarında gösterdiğimiz ve cumhuriyet seklinin en ileri derecesi saydığımız «Yüceler Kurultayı» ve , «Başyücelik» idealidir. Bu ideal, ezel kadar eski ve ebed kadar yeni, sabit ve mutlak temel ölçüye bağlı olarak, insanoğlulunun binlerce yıllık tecrübeleri arasında, her şeklin faydalarını toplamış ve zararlarını atmış merkezî hikmet ve hakikat buluşu ile, cihan çapında bir yenilik ve ilerilik hamlesidir.
· Müslümanlığı, Müslümanlığın .ezelî ye ebedî ruh füshatini sezmeden, ölü klişeler ve posa bilgiler halinde temsil etmiş cansız nesillere göre anlıyan idrak bedbahtlarının bize bakıp mürteci ve padişahcı hükmünü vermeleri yepyeni ideal karşısında ne kadar sersemcedir; hep beraber kavrıyalım!
· Derin ve gerçek mü'min anlayışiyle İslâm inkılâbında devlet, Peygamberler Peygamberlerine mutlak tâbilik altında, hak ve hakikat temsilciliğinin kat’i metbuluğunu isteyen, metbuluğu büyüdükçe Hakka ve halka tâbiliği terâkki eden ve idare cihazını o cemiyetin her sahada en üstün yücelerine teslim eden, büyük, muhteşem ve yepyeni bir mefkurenin irade ve icra mihrakıdır.
NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SINIF



· Tarih boyunca her inkılâp bir sınıfa dayanmıştır. Fransız Büyük inkılâbı burjuvazya sınıfına; komünizma inkılâbı işçi sınıfına vesaire vesaire... Askerler, rahipler, derebeyleri gibi sınıflar, tarihte bellibaşlı rejimlerin, bellibaşlı zamanlar ve mekânlar içinde, dayanağı olmuştur.
· İnkılâb tarihleri, içtimaî sınıflardan birine istinat etmiyen inkılâpları, dolayısiyle devlet ve idare şekillerini, üzerinde tecelli edeceği maddeden mahrum bir ruh gibi mücerret ve havada muallâk farzeder. Sınıflar, tarih boyunca, fikirlerin ve dâvalarının manivelası olmuştur.
· Gerçekten, içtimaî sınıflar, zamanın tecelli aynası olan mekân gibi dâvaların müşahhas tezahür zeminleridir. Sınıfsız, ruh ve fikri kadrolaştırmanın, zaptetmenin imkânı yoktur.
· İslâm inkılâbında ise sınıf, insan topluluklarının şu veya bu menfaat, imtiyaz ve tasallut hırsına bağlı hizip teşekküllerine değil, bütün insanlığı kuşatan üstün insan vasıflarının merkezinde toplanacağı kitlelere dayanır. Öyleyse, İslâm inkılâbında sınıf, bellibaşlı farikaların kendisini cemiyet içinde sınırladığı zümreleri değîl kitlelerin, bütün insanlık çapında mayasını tutturacak örnek şahsiyet kadrosunu murat eder. Bu kadronun da bellibaşlı bir sınıf ismi vardır: Gerçek ve üstün münevverler aristokrasyası...
· İslâm inkılâbında sınıf dâvası böylece, bir yandan sınıf mefhumunun dar ve hasis çerçevesi dışına çıkıp bütün beşeriyeti kucaklayıcı bir genişlik belirtirken; bir yandan da mücerret fikirlerin taallûksuz kalmaması ve mutlaka muşahhas hayat akışı içinde bir «yed-i emin»ler kadrosuna malik bulunması gibi, sınıf mefhumunun ilk zararlı cephesine karşılık, ikinci faydalı cephesinden semerelenmiş olur.
· İslâm inkılâbında sınıf, böylece varken yok, yokken var bir keyfiyettir. Dar ve hasis mânasiyle yok, ana oluşa mihrak teşkil edici ve dâvayı müşahhas plânda temsil ve bütün insanlığa teşmil edici manasiyle var...
· İşte zamanın tecellisindeki mekân zarureti halinde, maddi dayanak noktası olmak haysiyetini kabul ettiğimiz bütün darlık ve hasisliğine sed çekici ölçüleri de kendi içinde mütalâa edip onu inhisarsız bir açıklığa ulaştırdığımız sınıf, İslâm inkılâbında, ismiyle ve cismiyie. Tekrarlayalım GERÇEK MÜNEVVERLER, ÇİLEKEŞ FİKİR SOYLULARI ASALET SINIFIDIR.
· Nasıl sosyalizma ve onun azmanı komünizma, gayet müşahhas örneklere dayanarak ortaya hakkı çalınan bir işçi ıstırabı çıkarmış ve bunu sistemleştirmişse, bizim dayandığımız ve bütün insanlık mikyasında hudutsuz ve şamil gördüğümüz zümre hakkı da, fikir çilesinden ve idrak ıstırabından doğar. Demek ki, bizim bu türlü münevverler sınıfından anladığımız bu asîl mefhumun ******laştırılmış delaletiyte baştan başa mankafa ve hiçbir ise yaramaz zoraki ve ukalâ aydınlar kalabalığı değil, kargabüken zehrini almış gibi kıvranırcasına fikir çilesi ve idrak ıstırabı çekenler kadrosudur.
· (Karl Marks) «kapitalist nizamlarda, biriken sermaye ve edilen kâr, sâyi ödenmemiş işçilerin zapt ve gasbolunmuş haklanndan yığılmadır!» diyor. Esası tamamen yanlış fakat sathı tamamen doğru olan bu düsturu, hak merkezine irca, ancak şöyle olabilir: «Başıboş rejimlerde biriken yanlış ve edilen hatâ, sâyi istenmemiş münevverlerin yol açılmamış faaliyetlerinden dogmadır.»
· Bir İmam-ı Gazali ile keleş bir çoban arasındaki farkı daima aziz tutan ve tutacak olan ölçümüz, keleş çobanla uyuz keçinin de hakkını kendilerinden daha emniyetle tekeffül edecek nizamın nihaî hak ve adil tecellisi içinde fenaya ermiş ve nefslerini aşmış entellektüeller hâkimiyeti olduğunda asla tereddüt sahibi değildir.
· Bir İmam-ı Gazalî ile bir çobanı kemmiyet hesabiyle bir tutan bir rejim, onu ehramlara taş taşımaya mahkûm edici Firavunlar rejimi derecesinde bâtıldır. Yani ne fert sultanlığı, ne de başı boş hükümranlığı...
· Bütün bunlar yüzündendir ki «hâkimiyet halkın değil, hakkmdır!» düsturunu, herbiri hakta fâni olarak ruhlarına nakşetmiş idrak soylularını teşkilâtlandırma ve-sadece hak âdına nefs dışı imtiyazlandırma dâvası, İslâm inkılâbının istinat edeceği sınıfsız sınıfı, her sınıftan üstün insanlar sınıfını hedef tutacaktır.NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
GENÇLİK



· İslâm inkılâbının, ruhunu dökeceği kalıp gençliktir.
· İslâm inkılâbının ruh ve fikir muhtevası, kâinatı kavuracak bir hareket şiddetiyle, erimiş bir maden gibi bu kalıba dökülecek ve şahsî temsil kadrosu olarak, o ka-lıpta her şekline kavuşacaktır.
· Gençlik kalıbını, en ince girintileri ve çıkıntılariyle oymak ve dâvayı yüzde yüz gençlik işi haline getirmek, İslâm inkılâbının, ameliye sahasında başlıca çilesidir.
· Ne bugünkü murakabesiz. rehbersiz, gayesiz ve şahsen mesuliyetsiz gençlik; ne dünkü çürümüş ve kokmuş, şaşırmış ve ihtilâca düşmüş nesiller; ne de evvelki günkü, aşksız ve vecdsiz, ruhsuz ve heyecansız, sadece kitapların ve mevzuların başlıklarına takılı ve kakılı softacıklar nesli., İslâm inkılâbını kadrolaştırmaya memur gençlik, Sahabiler ve onların gerçek bağlılarından başka kendisine hiçbir ruhî örnek kabul etmiyecek; ye bu ruhu, baştan başa yepyeni, fakat aslına uygun olarak, nefsinde ve dünyada maddeye nakşedecekir.
· Allanın, güzel isimleri arasında «Ganî» adiyle tecellisinden harikulade bir hikmet ifadesi olarak, 4 asırdan beri yeryüzünde ve devletler, hükümetler, cemiyetler, topluluklar plânında, İslâmî temsil kadrosu bütün nurunu kaybetmiş bulunuyor. O gün bugün, sadece bazı şahıslar ve dar zümreler çerçevesinde ışık salan bu nurun, hem mânasını ve hem maddesini topluluk çapında bina etmek ehliyetine malik ortada hiçbir içtimaî örnek mevcut değildir. Bu örneği, müstakil olarak, işte İslâm inkılâbının erimiş bir maden gibi ruhuna dökeceği yeni gençlik kalıbı billûrlaştıracaktır.
· Bu gençlik, annesine, babasına, dedesine, ninesine ye geride bıraktığı mü'min nesillere, sadece ve kısaca ancak Müslüman (hakikatte Müslümanlığın ateş ve hamlesinden mahrum, klişe ve kelime Müslümanları) oldukları için saygı besleyecek; ve İslâmî temsil kadrosunun bugünkü duruma düşmesinden tarih boyunca bu ölü nesillerden hiçbirisini hiçbir hususta, hiçbir tavır ve edasiyle, hiçbir renk ve çizgisiyle taklit etmiyecektir. Onlar, gerçek ve derin müslüman olamamışlardır.
· Başlıca dövizlerimizden biridir ki, umumiyet ifadesiyle (hususiyet ifadesiyle değil) bugünün bütün İslâm diyarlarındaki, hem mânaları ve hem maddeleri geçkin pörsük örnekler, bize, aks-i dâvamızı temsil edenlerden bel ki daha uzaktır, ve onlarda kendilerine benzemek, banı mından tasavvur edilebilecek hiçbir hayır kalmamıştır.
· Ancak İlâhî bir nefha halinde ve tepeden inme bir intikalle, yeni gençlik kalıbının içine, Kâinat Mefahirinin ve O'na eksiksiz ve fazlasız bağlanmış olanların ruhaniyet âleminden düşecek bir yıldırımdır ki, İslâm inkılâbının özlediği gençliği birdenbire alevler içinde belirtecek; ve artık her şeyi bu gençlik örnekleştirecek ve temelleştirecektir.
· 40 yıllık yırtınış ve didinişlerimizle, böyle bir gençlige maya tutturabildiğimizi sanıyoruz.
· Bu gençlik, her ferdîyle mutlaka, sağındakini, solundakinî, önündekini ve arkasındakinî yakan «otomobil: zatiyle hareket halinde» bir teaddî, hamle ve hareket ateşi olacak; ve değdiği her şeyi, kendisine, ateşe döndürecektir.
· Bu gençlik ruhta en ileri ve maddede en güzel vücuda sahip ve bu gayenin en girift hesabına malik olacaktır.
· Safha safha bütün dünyanın tarih ve oluş çilesini çekmek, cihanı bütün kıtalarına şamil tarihî roller ve encamlar içinde murakabe etmek, nefsine ve millî tarihine edilen ihanetleri, gizli parmak izlerine kadar belirtmek, bütün putları devirip bütün gerçek âlemleri yerli yerine ve tam hakikatiyle oturtmak, bu gençliğin en asıl nefs muhasebesine bağlı ana fârikasıdır.
· Bu gençlik, basit ve ahmak bir evvellik - sonralık hesabiyle sadece keleş kemmiyet imtiyazını ve bu imtiyazın mankafa korkuluğunu değil, ezele doğru bitmez ve ebede doğru tükenmez «yeni» ve «doğru»nun keyfiyet muhafızlığını temsil edecektir.
· Bu gençlik, bütün muaşeret şekillerinden, maddî ve manevî bütün tavr ve edalarda, ahlâkta, edepte, ha yâda, hicapta, saffette, ölçülü heyecanda, hakikî vecd ve aşkta ve bütün bunlara rağmen en yırtıcı hamle ve hareketlerde semavî bir zuhur denecek kadar muhteşem ve Muazzam bir tecelliye, en harikulade renkler ve çizgilerle dekorluk edecektir.
· Pantolonun ütüsünden, serpuşunun biçimine kadar yepyeni, malûm örnekler içinde benzersiz ve tamamen aslî bir dünya görüşü, bir şahsiyet ve hakikat murakabesi getirecek olan öyle bir gençlik ki, onu, ne bütün merhaleleri ve sınıflariyle küfür ve delâlet kutuplarının eski ve yeni vereseleri ne de Âlemlerin Nuru'ndan, Sahabelerinden ve gerçek bağlılarından başka hiçbir ata soyu tanıyamayacak; eski ve yeni Müslümanlar ona hayranlıkla bakıp sadece «ha, işte Müslümanlık buymuş!» diyeceklerdir.
· Evet; birdenbire açılan göklerin kapaklarından paraşütle atlamış, ayrı ve esîrî bir dünyanın insanları halinde topraklarımıza inecek bir gençlik!., İşte hayal ve rüya ufkunda, İslâm inkılâbının muhtaç olduğu gençliğe ana vasıflariyle kısa bir bakış!NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MİLLİYET



· İslâm inkılâbında milliyet görüşü, kendisini milliyetçiliklerin tersine zarf değil mazruf, kap değil muhteva, madde değil ruh, mekân değil zaman işi telâkki eder:
· İslâm inkılâbında milliyet görüşü. Türkü fırlak kemikler çekik gözler, dar alınlar ve kirpi saçlar kadrosunda, yani hor ve kaba madde plânında aramaz.
· İslâm inkılâbında milliyet görüşü, her şeyi ana; ruh vahidine bağladıktan sonra, o ruh vahidini en iyi aksettiren yahut en iyi aksettirmeye memur olan zarf, kalıp ve madde ölçüsü olarak da (dalma bu kayıt altında) kendi ırkını mecnuncasma sever.
· İşte Gaye - İnsan ve Ufuk - Peygamberin «Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılmaz!» mealindeki muazzam Hadîsinde, dışarıdan ve ilk bakışta o kadar kolay sanılan namütenahi derin mânaya bir yol; ve hudut içinde hudutsuz milliyetçiliğe bir işaret!...
· İslâm inkılâbında milliyetçilik görüşü. Müslümanhkta mahdut o sınırlı milliyetçiliktir ki, bu sınırın en küçük mikyasına kendisin hudutsuz ve başıboş bilen hiçbir milliyetcilik ulasamaz, ve böyleleri bizimle uyuşamaz.
· Tıpkı Şeriate baş kesmekle, onun yasak etmediği sahalarda hudutsuz bir salâhiyet ve memuriyete kavuşan akıl gibi, İslâm inkılâbının milliyetçiliği de, topyekûn insanlık kadrosunda ruhun kaynağını Müslümanlık olarak kabul ettikten sonra, o ruhu taşımaya, renklendirmeye, mizaçlandırmaya karşı liyakat ifadesi bakımından bütün kavimler arası yarışmada üstünlük mefkuresinden ibarettir.
· Böylece İslâm inkılâbında milliyet mefkuresi, ırk, kavim ve soy ifadesiyle de Peygamberine lâyık olma cehd ve müsabakasının eseridir ki, her türlü ırk ve kavim sınırını kuşatan ve aşan Müslümanlığı incitmek yerine şadedecek; ve ana ölçüye bir kere bağlandıktan sonra en iteri haklara kadar kazanıcı izinli milliyetçiliğin tâ kendisi atacaktır.
· İslâm inkılâbında, Şeriatle hudutlu akıl, hakikatte nasıl hudutsuz aklın tâ kendisiyse, yine onunla hudutlu milliyetçilik de hakikatte hudutsuz milliyetçiliğin tâ kendisidir.
· Hudut içinde hudutsuzluğa çıkmanın girift sırrından nasip almış olanlar, mücerret ve münhasır milliyetçilik alevine gaz ve fitil ahengi verecek ve onu Şeriat şişesinin içinde en ileri ışığa kavuşturacak sistemin de, derin ve gerçek mü'min anlayışıyle İslâm inkılâbına bağlı milliyetçilik görüşünden olduğuna inansın.
· Milliyetçiliğin, bu ölçü dışında bütün alevli tezahürleri, yalnız gövdeleri yakıp kül eden dar ve hasis bir nefsanîlik, ham ve yobaz bir putculuktan başka bir şey değildir.
· Allah ve Resulünü en çok sevdiği, yahut en çok seveceği, yahut da en çok sevmeye memur edeceği için Türkü sevmek, onun şahsî ve kavmî ruh hazinesini bu aşk zemininin üzerine serpiştinııek ve bütün zaman ve mekân boyunca bu ruhu. geliştirmek, kalıplaştırmak, billûrlaştırmak ve maddeye nakşetmekten ibaret olan üstün milliyetçilik, ruhî muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil. ruhî muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı o mefkuredir ki, usul ve sistemini de her millete veren, böylece darlık v& hasislik çemberini kıran, dünya çapında bir yenilik belirten ve hudut içinde hudutsuzluğa ulaşan büyük oluşun en gerçek yapıcısıdır.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KÖY



· İslâm İnkılâbında köy, dâvayı geniş madde, zengin kemmiyet ve müstahsil kitleye nakşetme hamlesinin en hassas ve nazik tezahür çerçevesidir.
· İslâm inkılâbında köy, kasabalara ve şehirlere doğru yontulan ve nihayet büyük (Metropolis) te en muğdil çizgilerine kavuşan cemiyet heykelinin maddî ve manevî iptidaî madde kaynağını belirtir; ve bu bakımdan birinci derecede bir kıymet ve ehemmiyet arzeder.
· Köylüye, şehrin en ileri ferdiyle eşit seviyeye yükselip onu fethedici yolları açık bırakan bir nizam örgüsü içinde, derin ve girift şehirli, en silik unsuruna kadar köyü ve köylüyü fethetmiş ve ona dâva ehramının eteklerini-kurdurmuş /olarak/ köyün mânasını daima elinde tutacak ve koruyacaktır.
· İslâm inkılâbında köy dâvasının üç hedefi vardır: Binincisi, köylüyü okutmak ve terbiye etmek... Ruhunu ve kafasını İmar... ikincisi, köylüyü güzelleştirmek ve sağlamlaştırmak... Vücudunu ve nesillerini imar... Üçüncüsü, köylüyü zenginleştirmek ve refah içinde yaşatmak... İş unsurlarını ve kesesini imar... İşte köy ve köylü dâvası, ilk ana ölçülerden sonra, herbiri binlerce kola ayrılan bu üç imar hedefinde toplanabilir.
· Birinci imar hedefi: Bu hedef, malûm ve mahut ilk öğretim çekirdeğini, hattâ 10 haneli bir köye bile bir tanesi düşecek kadar geliştirmenin çok üstünde bir iş... Herbiri «Karagöz» veya «Hacivat» gazetesini sökebilecek, dünyanın yuvarlaklığını isbat edebilecek. Cumhuriyet tarifini tek klişe içinde ezberliyebilecek ve hepsi bir ağızdan «Soğol!» veya «Egemenlik ulusundur» diye bağırabilecek bir köylü kalabalığı, bellibaşlı bir ruh ve kafa mimarîsine sahip bir millet tarlasının başak başak emilmiş Ve hazmedilmiş olmak gereken iman ve ahlâk keyfiyetinden hiçbir oluş belirtmez ve sadece kemmiyet plânında vâki bir hamaratlık gayretinden ileriye geçemez.
· Birinci İmar hedefini yerine getirebilmek için, her köyde, cedlerimizin her köyün göbeğinden fışkırttıkları minarelerden tüten müdir fikir ve muallim dâva noktasına eş, birer talim ve telkin istasyonu kurmak lâzımdır, Gerçek ve şâmil mânasiyle, elbette ki, camilerden başka merkez tanımıyacak olan bu telkin istasyonları, cahil yobazların eline değil, yepyeni nesiller halinde üretilecek! atan genç ve aşk dolu terbiyecilerin eline teslim olunmak ihtiyacındadır.
· İkinci imar hedefi: Birinci imar hedefi yerine getirilemeden ikincisinin çaresi bulunsa da, Diyarbakır karpuzlarının birkaç misli büyüklüğe çıkarılması gibi, nebat içinde nebatî bir gelişmeden başka bir şey elde edilmiş olmıyacağına göre, bu dâva, ancak birinci hedefe bağlı fennî zabıta müeyyideleri altında ve askerî bir disiplin içinde son haddine kadar getirilecek; ve köylü,, solucanları burnundan sarkan ruhî sefalet halinden kurtarılıp gayet titiz ve temiz bir madde asliyeti ifade edecek; bu iş de, her şubesiyle, yine deminki telkin ve terbiye istasyonlarının murakabesi altında yürütülecektir.
· Üçüncü imar hedefi: Daima ve mutlaka istinadını birinci hedefte bulacak olan bu saha da, ufak tefek sıva tedbirleri dışında esaslı bir merkezî ve iktisadî plândan şubelenerek, köy köy teşkilâtını ve iş programını köyün öz vicdanına yerleştirmek iŞi de tâlim ve telkin istasyonlarının eline verilecektir.
· Bu istasyonların kimler tarafından idare edileceği biraz ilerde ele alınacak..
· Görülüyor ki, İslâm inkılâbında köy dâvası, her işde olduğu gibi, .her şeyden evvel bir ruh meselesidir; ve bu ruh bir kere mayalandırıldıktan sonra, onun kerpiçten kulübeleri ve sokağa akan üç köşeli helaları tasfiye edip güvercin kanadı renginde ve temizliğinde bir madde ve mekân telâkkisine /yarması isten bile değildir. İkinci ve üçüncü hedeflerin dünya çapında malûm kaide ve yolları, yine birinci hedefin yerine oturtulması sayesinde köylünün öz vicdanına sindirilebilir. Başka türlü, köylüye zorla kasket giydirmekten farklı hiçbir şey olmaz; ve köylü, işte bu tarzca yaptığı işleri, giydiği kaskete benzetir. . .
· Bütün bunlar için; köylünün öz vicdanını, ruh kıvamını her ân kaşıkla karıştırarak talim, terbiye ye telkin istasyonlarının köy köy kurulabilmesi ve bu istasyonların ağa babalarından sığırtmaçlara kadar yepyeni bir dünya görüşü, madde ve hayat estetiği getirebilmesi için, faraza 40.000 köyü olan bir vatanda, hususî üniversiteler içinden hızla yetiştirilip köylere dağıtılacak 40.000 manen fedaî münevver tipine ihtiyaç vardır, İslâm inkılâbında köy ve köylü dâvasını kudret ve selâhiyetle kucaklayacak olar bu harikulade yeni ve şahsiyetli teşkilât işi de, Büyük Doğu mefkure ve iş plânının, gayet husus! ve sarih bir faslını çerçevelemektedir.
· Küçük ve temiz bir meydan... Ortasında nefis bir cami... Etrafında, hendese zevkine ulaşmış, muntazam sokaklar... Sokaklarda minicik, tertemiz ve baştan hususî üslûplar içinde gönül açan evler... Köyün dışına doğru, kırpıl ve karmakarışık saçının her teli örülmüş tabiat parçası... Sanki dağlarının taşları bile sabah ve akşam cilâlanıyormuşçasına parlak ve temiz... Temiz, temiz, temiz. Onda, temizden başka bir şey görünmüyor. Köyün içine doğru da tam bir içtimaî alâka ve dayanışma havası... Kılıkları taklitten uzak ve millî yenileştirme üslubuna bürülü, dağ gibi, yanaklarından kan ve can fışkıran insanlar... Vazifesi, bir mâna ve ihtimali beklemekten ibaret, sevimli bir hizmetkâr tavırlı jandarma... Köyün yardım sandığına, ilâç stokuna ve tohum örneğine kadar işi idare eden küçük köy meclisleri.... Ve uzaktan, bütün bu erginlik ve yetkinlik bestesinin notasını dağıtan ve genç çağını köye gömen, talim terbiye ve telkin istasyonunun mümessili mânevî fedailer; feda olmak ahlâkı! örneği münevverler... İslâm inkılâbının hasret ufkunda şayan köy budur!
NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ŞEHİR



· İslâm inkılâbı, milyonluk kitlelere, ruhî, harsî, içtimaî, iktisadî, idarî, siyasî, fennî, en ileri bir merkez edecek olan büyük (Metropolis)lerin binacısıdır.
· Gece ve gündüz nur saçacak olan bu (Metropolis)lerde, bir minareyle bir minare arası, yıldızların bile pertavsız kullanmadan okuyabileceği şekilde, Allahın birliğine ve Peygamberinin hak olduğuna dair ışıktan vecizeler...
· İslâm inkılâbının şehrinde hudutsuz tenzih ve tecrit ruhunun mekânı olan mâbed, nihaî derecede sade; İslâm satvet ve heybetinin ifadesi olan her nevi mesken de, en salim zevk ölçüsiyle, fevkalâde ziynetlidir.
· Allah Resulünün «Camilerinizi sade, evlerinizi ziy-netli bina ediniz!» mealindeki hadîsleri, bu fevkalâda nazik ölçünün bizzat kaynağıdır. Müslümanların, asırlar boyunca, mukaddes kaidelerden herhangi biri olan bu ölçüye ne kadar ters hareket ettiğini düşünecek olursak, İslâmiyet! olanca saffet ve asliyetiyle kavramaktan ibaret olan İslâm inkılâbının kaç asırdan beri mevzu teşkil ettiğini anlarız.
· Asırlar boyunca Müslümanların şehir, kasaba ve köy manzaraları, beka yolu olduğuna inandıkları mavera âleminin işaretçisi muhteşem ve müheykel camiler etrafında, fena sahası olduğuna inandıkları dünyanın en küçük tamire bile değmez çerden çöpten dam altlarını ve entipüften insan koğuklarma ihtar etmiş; ve en fecî netice olarak, yabancı nazarlara, bu aşağılık ruhu telkin edenin İslâmiyet olduğu hissini vermiştir.
· İslâm inkılâbının nurlu, süslü ve heybetli mekân ölçüsünü billûrlaştıran şehir, dünyanın imarı ancak nihayete kadar getirildikten sonrar asli gaye teşkil etmiyeceğine, sadece fena ve beka arası bir basamak olduğuna ait bir remzdir. Muazzam bir ruh notasına benziyecek olan İslâm (Metropolis) leri, bu dünyadan öbürüne geçecek insanoğlunun, bu dünyada en çilekeş ve derin ruha sahip olabilmesi için, nokta nokta ve çizgi çizgi bütünleştirilmeye muhtaç, grift içtimâi hayat kadrosunu pırıldatacaktır. Her türlü ruhbaniyete zıd olan, ve ukbâ hakkını dünya hakkının eksiksiz verilmesine bağlıyan İslâmiyetin hakikati de bu mevzuda, yalnız bu ölçüden ibarettir.
· İslâm inkılâbında şehir, dünyaya ait terk ettikten sonra «tek»ide terkedip «terk-üt-terk» makamına yükselmiş ve bu inceler incesi düsturuyla yine yine dünyaya dönmüş ruhun (metropolis)idir. Bu (Metropolis)lerde sokak, meydan ve bütün umumî sahalar , teker teker Müslüman evlerinin müşterek ve maşeri geçit çerçeveleridir; ve bunlar , selim zevk ve temizlik ölçüsüyle , bir Müslüman kadının başörtüsü kadar güzel ve paktır.
· İslam inkılâbının şehri , sokak , meydan , saray ve geçit resmi tezahürlerinin bütün bediiyatına maliktir. Ahmak ve mankafa heykeller yerine adım başına dikilecek mücerret ziynetli kitabeler ve hitabeler, İslâm inkılâbının şehirlerine, baştan başa Garp âlemini de hayran bırakacak yeni bir şehircilik mânâ ve şahsiyetini getirecektir.
· Fildişi kaldırımlarda, her yaştan, maddeleri ve ruhları nur insanların sel sel akacağı İslâm(Metropolis)leri, Garbın milyonluk şehirlerindeki ruh ihtilâcının tam zıddına yataklık edecektir. Şâir (Bodler) in , 19. Asırdaki cehennemî Avrupa şehrinin mânasından aldığı ve böylece 20 nci Asrı ihtar etmiş bulunduğu korku ve kasvet duygusu, İslâm (Metropolis)inde büyük refah ve ümide dönecektir.
· Ruhi, harsî, içtimâi, iktisadî, idarî, siyasî, fenni ölçülerden, gerçek ruh ve harsın gittikçe müeyyidesizleşmesi neticesinde, öbür ölçülerin cehennemî terakkilerle büyümesi ve nihayet Avrupa (Metropolis) lerin bir türlü çözülmez grift ukdelerin kaynağı haline getirmesi, çok ince bir vâkıadır. İşte (Bodler) ve onu takip eden büyük şâirlerin farkında o|mıyarak, bazi mütefekkirlerin de bile bile haber verdikleri ve dehşet belirttikleri bu büyük şehir vakıası, müsbet olan her müessiri semerelendirildikten sonra, menfî olan bütün saikleri ve müessirleriyle tasfiye edilip, Hak ve hakikate giden kahraman insanların şevk ve muvazene bucağı olmak haysiyetini, İslâm İnkılâbının şehir telâkkisinde bulacaktır.
· İslâm İnkılâbının, köy bahsinde bir cephesiyle işaret edilen büyük ve salahiyetli (Metropolis) leri, köyü sömürerek, köleleştirerek ve yok ederek inkişaf etmek yerine, insanoğlunu köy kaynaklarında üretip ummânlara benzer şehir denizinde toplayan ve aradaki kemmiyet ve keyfiyet sınırlarını daima muhafaza eden üstün hak ve ada-iet nizamının kurultay merkezi olacak; ve en ince, en muğlâk, en hassas, en dakik, en mükemmel, en sanatlı, en hesabî madde ve mâna donatımını âbideleştirecektir.NECİP FAZIL Kısakürek..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
AİLE



· İslâm İnkılâbında aile, «zat-ül-hareke»ligini kazanıncaya kadar, yeni baştan maya tutturulacak ve her un-suriyle yeniden teşkil ve tesis edilecek bir mevzudur.
· İslâm İnkılâbında aile, tıpkı bir makinenin iyi işleyip işlemediğini muayene eden bir mühendis gibi, uzaktan ve devlet gözüyle murakabe edilmesinden ibaret,«zat-ül-hareke»liğine kadar her ferdi ve her unsuriyle sımsıkı bir müdahale hedefidir.
· Büyük Doğu idealinin fideliğini teşkil edecek olan aileye maya tutturuncaya kadar ona musallat olmakta devam...
· Bu müdahalenin esaslarında, cemiyetin protoplazması olan muazzez aile mefhumunu korumak; babayı, anneyi, evlâdı, zevci, zevceyi ve.bütün yakınlık kademelerini birbirine karşı- her türlü ahlâkî emirler ve yasaklarla vazifelendirmek ve bu hususların yerine gelmesi için gereken aile ruhunu elifbesinden başlıyarak fasıl fasıl tedvin etmek işi vardır.
· Mukaddes gayenin eşya ve hadiseler nakşı içinde devlet dışarıdan ve aile içeriden yetiştirici olacaktır.
· İslâm inkılâbında, devlet tesisi olarak, müstakil bir aile zabıtası ve mecburî aile kursları, tohumun ağacı ve ağacın yemişi elde edilinceye kadar muvakkat teşkilâtın esas şubelerinden olacaktır.
· Çocuğun yetiştirilme metodu üzerinde devlet, anne ve babayla el ele, nihaî salâhiyet merkezi rolünü oynıyacak; anneyle babayı, adetâ mesul memurları gibi kullanacaktır.
· Teferruata girmeden sadece umumî prensiplerini çerçevelediğimiz bu noktalar, adetâ aileye istiklâl ve manevi tasarruf hakkı bırakmaz bir cendere mahiyetinde görünebilirse de, bütün cemiyet ve milletin ana çekirdeği olan ve her kötülük onun bozulmasından doğan aile mayasının kurtulabilmesi ve artık her şeyi kurtarıp koruyabilmesi için başka hiçbir çare yoktur.
· İzdivaç müessesesi, en genç yaşlarda adetâ mecburiyet belirtecek şekilde devlet tarafından himaye edilecektir.
· İslâm inkılâbında, mektep vesair telkin ve terbiye vasıtalarından herbiri, rnefkürevî nizamına göre ayarlanacak ve yine cemiyette aileyi zaafa uğratan her faaliyetmutlak olarak kökünden kazınacaktır
· Cemiyetle aile arasında karşılıklı öyle bir ahenk doğacaktır ki, ferdin vazife ve iş zeminini yalnız cemiyet, zevk ve saadet bucağını da yalnız aile yuvası temsil edecektir. Bütün aileler için müşterek ve meşru zevk ve saadet müesseseleri cemiyeti taşıracak derecede bol olacaktır. Fakat buna mukabil cemiyetin, ferdleri aile kadrosu dışına cezbeden ve aileyi örseleyen her nevî fuhuş ve hafiflik müesseseleri kezzapla ve tâ köklerinden kurutulacaktır.
· İslâm İnkılâbının, mimarîsini yerine getireceği cemiyette, aileye müteveccih suikastçı ve zıt vücutlardan, umumhane, meyhane, kumarhane, balo, bar ve hattâ kahvehaneye bile yer yoktur. Buna karşılık o türlü ve tamamiyle ulvî müşterek zevk ve şevk müesseseleri vardır ki, cihanın nazarında örnek buluşlar ifade edecektir.
· Netice itibariyle, her ferdi devlet, tarafından, maddi ve manevî devlet tezgâhlarında yetiştirilecek olan bir cemiyette, aile ocağı büyük ye resmî devlet içinde küçük ve hususî birer devlet rüşeymi halinde, yumurtayla tavuk gibi herbiri öbüründen doğma ve herbiri her haliyle öbürünü besleyici ve koruyucu bir mâna belirtecek; bu mânanın bütün gerekli iç ve tedbir unsurlarına ve lâzimelerine malik olacak; ve bu mâna çerçevesi içinde nihaî masuniyet ve muhafaza müeyyideleriyle tahkim edilmiş bulunacaktır.NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MEKTEP



· İslâm inkılâbında mektep, dâvanın muhtaç öldüğü yeni ve dayanak nesli yetiştirmeye mahsus aileyle el ele bütün bir talim, terbiye ve telkin ocağı olacak; ve mâlum. bandrollü bilgi posalarını veren tarafsız bir müessise olmaktan çıkacaktır.
· İslâm inkılâbının mektebinde talebe, annesi ve babasından ziyade hocasının malıdır; ve alacağı ilgiden, benimseyeceği ahlâktan, bürüneceği tavr ve edaya kadar,her şeyi onun elinden alacaktır.
· 7 yaşından başlayıp 12 yaşında bitecek ve çocuğa bütün bilgilerin kaba hatlarını verecek olan beş yıllık ilk tahsil, mecburîdir, işçi, nefer, hamal ve çöpçü bile bu ilk bilgi sermayesiyle mücehhez olmak borcu altındadır, İslâm inkılâbının cemiyet kadrosunda «okur-yazar» ol-mıyan bir ferd tasavvuru mümkün değildir.
· İslâm inkılâbında devlet teşkilatının en girift ve hummalı şubesi, baştan basa plânlı tahsil devrelerinin jlk kısmını çobanlara kadar teşmil etmekle mükellef maarif cihazıdır. Bu cihazın köylerdeki mümessilleriyle, köylere memur yetiştirici inkılâp unsurları, birbiriyle en sıkı temas halindedir.
· Aynı maarif cihazının hususî bir müsteşarlıkla ve konferanslarla idare edeceği koskoca bir halk terbiyesi şubesi de bulunacak; ve aileyle mektep arasındaki sıkı münasebeti, aileyi murakabeye memur devlet teşkilâtına mesnet olarak bu şube idare edecektir.
· İlk tahsilden sonra, 12 yaşında başlayıp 17 yaşında bitirilecek olan yine beş yıllık bir orta tahsil devresi vardır ve yüksek tahsile kadar bütün öğretim kadrosu, en ince ve semereli bir programla, çocuğu işte 7 yaşı ile 17 yaşı arasındaki bu on sene içinde mayalandırmaktan ibaret bir cehde memurdur. Ayrıca «lise» veya başka bir isim altında orta tahsile ekli bir devre yoktur.
· Orta tahsil müesseseleri kazalara kadar teşmil edilecek; ve devlet teşkilâtında «memur» unvanına mâlik her ferdin mecburî vasfını teşkil edecektir. Ayrıca hali, vakti ve meslekî vaziyeti müsait her ferd orta tahsille mükellef olacaktır. Bunun İçin de ölçü, devletten orta tahsil mevzuunda öbür vesikası olmıyan her ferdin bu tahsille de mükellef bulunmasıdır. Orta tahsile karşı özür beyanı, ancak köylü, rençber, kaba isçi ve benzerleri olan sınıfların hakkıdır.
· Vazifesi talebesine sadece umumî bilgiler vermekten ibaret olmayıp İslâm inkılâbının en girift insan ve cemiyet politikasının mümessili olan hocalar, ilk tahsil dev-resinde mimledikleri istidatları, her türlü özürlerine rağmen devlet himayesinde yüksek tahsile ulaştırıcı yolları açmak hususunda vazifeli ve selâhiyetlidirler. Bu mevzuda hocaların vereceği istidat raporları, en hakîr çobanın oğlunu bir gün devlet reisi makamına kadar getirici tahsil çilesini ona mecburi kılabilir.
· Her türlü orta meslekî tahsil, ilk tahsilden; ve yüksek meslekî tahsil, orta tahsilden ayrılarak şubelenir.
· Talebenin seçeceği ve ayrılacağı kolda da bütün karar hakkı kendisinin ve ailesinin keyfinden ibaret olmıyacak, bu hususta başlıca söz yine onu yetiştiren müessiseye düşecektir.
· Bilhassa yetiştirici yetiştiren, yâni muallimi talim len mektep müessisesi, fikir, terbiye ve teşkilât bakımından görülmemiş bir derinlik ve incelik belirtecektir.
· Üniversitenin ismi «Külliye»dir; ve vatan bölgesinin üçer milyon olarak taksim edilecek havzalarına bunlardan bir tanesi isabet edecektir. Bahsi ayrıca gelecek...
· Avrupada tahsil, devletin maarif sistemine bağlı hususî bir cihaz tarafından, her biri seçilmiş ve mukaddes dâva uğrunda Garbın müsbet bilgiler manzumesini fethedip vatana intikal ettirmeye memur ulvî bilgi casusları halinde gençlerin eline tevdi edilecek; ve bunlar ferd ferd fisken casusluk işiyle mükellef kurmaylar derecesinde üstün vasıflar taşıyacak; ağır mükellefiyet ve mesuliyet artları altında bulanacaklardır.
· Talim ve terbiye işinde Avrupalı mütehassıs, kız ve erkek karışık öğretim gibi heyulâî abesler, İslâm inkılâbının maarif siyasetinde bahis mevzuu olamaz. Bulûğdan ; evvelki ilk tahsil devresinde karışık bulunmasında bir mahzur olmayan kız ve erkek talebeler, ilk devreden sonra tahsillerine cinsiyetlerinin müstakil toplulukları içinde devam ederler. Kızlar için orta tahsil ayrıca mecburiyet ifade etmez. «Külliye» tahsili ise kızlar için kendilerine mahsus birkaç hususi üniversitede kabildir. Ana vazifesi ev kadınlığı olan kız talebe, kadınlık iş ve mefhumuna yabancı yüksek meslek mekteplerinden' tamamiyle tecrit edilmiş vaziyettedir. Buna mukabil kadınlık iş ve mefhumuna bağlı hususî meslek mektepleri, kızlar için imkânın son haddiyle ve her tarafta çok geniş bir mahiyet arzedecektir.
· Kalın hatlarla İslâm inkılâbının ana prensip bakımından mektep telâkkisi şudur ki, her şey, tahsil programlarının belirteceği keyfiyet ölçüsüne bağlı olarak orta ve yüksek sınıflariyle mekteplerde yuğurulacak; ve İslâm inkılâbında mektep, dâvanın ilim ve nazariye, telkin ve terbiye plânını en canlı, en olgun şekilde bütünleştirecektir.NECİP FAZIL Kısakürek...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MÜSBET BİLGİLER


· Mücerret keyfiyet olarak müspet bilgiler, İslâmın malıdır,
· Halbuki müşahhas vakıa olarak müspet bilgiler, Garbin, Şark dünyasına ve onun merkezinde İslâm âlemine karşı öldürücü silâhı, uyuşturucu zehri ve kıstırıcı tuzağı olmuştur.
· Batı, Doğuyu tam dört asır, vahşi hayvan avlamaya mahsus bir tertip ve üslûpla, bu tuzağın içinde hapsetti; ve Doğu bu işin sırrını halâ kavrayamadı.
· İslâmın temsil kadrosunun bütün ferini kaybettiği ve Hıristiyanî iş sahasının boyuna cila kazandığı son dört asrin hazin hikâyesi şudur; Batı, sadece müspet bilgilere bağlı kaba marifet imtiyaziyle Doğuyu apıştırmış, sindirmiş, yıldırmış, yumruk altında .sersemletilen bir hasım gibi gittikçe aksülâmel kabiliyetinden düşürmüş ve onun perişan kalbine ölümden beter bir felç illetini, «kendini aşağı görme ukdesi» ni yerleştirmiştir. Böylece Batı, Doğuyu, kendi kendisiyle en acıklı ihtilâfa düşürmüş, kendi kendisini yıkmaya ve hiçbir şey olmamaya mahkûm kılmıştır.
· İlk hüküm; İslâmî temsil kadrosu, tam dört asırdan beri İslâmın amelî hayat plânına hâkimiyet emreden başlıca düsturundan öksüz, yani gerçek Müslümanlığa uzak yaşamakta; ve yine tam dört asırdır, bu inceler incesi nükteyi çözecek büyük inkılâpçı, murakabeci ve fikirci şahsiyeti yetiştirememektedir. Bu zavallı akıbetin sebepleri pek girifttir.
· Hâlâ (Holivut) aptallarının hayalini bezeyen Bağdat halifeleri devrinde Batı adamı domuz hayatı yaşarken, büyük (metropolis) adamlarına mahsus en medenî eşya ile çevrili Müslümanlar kadrosu nerde, son dört asırlık muhtaç ve sefil sürüler nerede? Ve Garbın (Rönesans) şahlanışı. Araplann eliyle Batıya intikal etmiş eski Yunan metinlerine dayandığı halde, İslâmî temsil kadrosu adına, bu şahlanışın, belirttiği mânayı anlıyamamak ve ona göre davranmamak ne demek? Bu da en girift meselelerden bir tanesi.. Müspet bilgilerin tarifi kolaydır; eşya ve hâdiseleri bütün dış kanunlariyle, amelî fayda bakımından teftiş, tefahhus ve insan iradesine bağlamak yolunda aklın istismar hakkı,.. Bu hak o kadar İslâmın malıdır ki, her şeyden evvel mü'minlere Allah tarafından ve Kur'ân'la emredilmiştir; «Rabbiniz sizi yeryüzünde halifeler etti; sizi Arzın teshir ve tasarrufuna memur eyledi ve öbür mahlûklara hâkim kıldı.» Ayrıca ve hep o gayeye bağlı binbir muazzam hadîs içinde hep aynı düstur.. Bu düstur, eğer başkalarının malı olsaydı, onların bunu haber alıp kavramlariyle, içlerinden ve derhal muhteşem bir medeniyetin fışkırması aynı zaman ve mekâna tesadüf ederdi. NECİP FAZIL Kısakürek...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt