Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir Dersleri... (4 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
44. DERS HZ. AYŞE'YE ATILAN İFTİRADAN SONRAKİ HÜKÜMLER


22- Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar, ak*rabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur

etmesin, affetsin. Allahın sizi yarlıgamasını sevmez misiniz? Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.

23- Namuslu (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) a-tanlar dünyada da, ahirette de lanetlendiler. Onlar için büyük de bir azab var.

24- O günde ki aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayak*ları onların neler yapıyor (diklerine şahitlik edecektir.

25- O gün Allah onlara hak olan cezalarını tastamam verecek, şüp*hesiz onlar da Allahın apaşlkar hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.

26- Kötü kadınlar (ve kötü sözler) kötü erkeklere, kötü erkekler kö*tü kadınlara (ve kötü sözlere), temiz kadınlar (ve temiz kelimeler) ise te*miz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara (ve tmiz kelimelere yakı*şır). Bunlar (o temiz kadınlar ve temiz erkekler) o (iftiracıların) diyecek*lerinden çok uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve çok şerefli rızık vardır.



Âyetlerin Lafzı Tahlili


(Ye'teli): Yemin etme manasındadır.

(Ulül fadii): Dindar ve salih kişiler.

(El saeti): Saat aslında genişlik manasındadır. Burada İse malı ve rızkı çok olan demektir.

(En yü'tû): İbni Kuteybe'ye göre burada bir «la» harfi hofzolunmuştur. Buna göre kelimenin manası, dindar ve hali vakti yerinde olan kişiler böyle yemin yapmasınlar demektir.

(Vel ya'fû): Afv kelimesinden gelen bir fiildir. Yapılan kötülükleri yok etme, affetme manasına gelir.

(Elmuhsenâti): Namuslu, şerefli ve temiz kadınlar.

(Elgâfilâti): Fuhuştan haberi olmayan, iratta

kalbine dahi gelmeyen kadınlar.

(Lüinû): Lanet kökünden gelir. Allah (cc)'ın rahmetinden kovulma, uzaklaşma demektir.

(Teşhedü): ikrar ve bildiğini itiraf etme manasına

gelir.

(Yuveffihim): Yüveffi. tevliyet kökünden gelir. Burada blrşeyin hakkını tam vermeye denir.

(Myıwhümüllk): Yani Atlahu taalaogünde onların cezalannı tam olarak verir demektir.

(El haNsâtü MI habisine): Habisat. habis'ln ço0uludur. Habis, pis şeye denir. Yani pis kadınlar pis erkekler İçindir de*mektir.

(Mûberreûne): Temizdirler, nezihtirler manasma (Mağfiretün): Mağfiret, günahları yok etmek

(Ve nzkün kerim): Buradaki manası cennettir.



Ayetlerin İcmali Manaları


Allahu taala icmalen şöyle buyurmaktadır: Dindar, muttaki, faziletli ve rızıkları bol kişiler, fakirlere, muhacirlere evvelce yaptıkları yardımı on*ların İşledikleri günahlardan dolayı kesmek için yemin, etmesinler. Onların işledikleri suçları affederek serbest bıraksınlar. Daha evvel verdiklerini kesmeyerek yardımlarına devam etsinler.

Allahu taala müminlere de şöyle hitap etmektedir: Ey müminler, Al*lahu taalanın sizi, günahlarınızı affederek hayırlı kimselerle birlikte cen*nete koymasını istemez misiniz?

Allahu taala daha sonra, habersiz, İmanlı, namuslu ve zinadan uzak kadınlara iftira atanları İftiralarından dolayı lanetlediğini, onları rahmetin*den'kovduğunu, dünyada had vurulacağını, ahirette de en büyük aazbauğ-rayacoklarını haber vermektedir. Yalnız bu azabla da kalmayarak o kor*kunç günde aleyhlerinde kendi elleri, dilleri ve ayakları dünyada iffetli, ha*bersiz ve temiz kadınlara yapmış oldukları isnadın iftira olduğuna dair şe-hadet edecektir. Onların karşılaşacakları bu feci durumu herkes seyrede*cek, onlar hakimlerin en adili olan Allahu taalanın adil cezasına çarpıla*caklardır. Onlar, kıyamet gününde Allah (cc)'ın hiç kimseye zerre kadar zulmetmeyeceğini ve açık bir Hakk olduğunu anlayacaklardır.

Allahu taala bu âyetlerle Resulullah (sav)'ın temiz ve şerefli zevcesi olan Hz. Ayşe'nin münafık ve sapıkların iftirasından uzak olduğunu en ke*sin bir burhan ile haber vermiştir. Resulullah (sav) temiz ve güzel olarak yaratıldığından ona da temiz kadınlar nasib edilmiştir. Zaten Allah (cc)'ın can olan nizamı da budur. Kötü ve pis kadınlar pis ve kötü erkeklere, pis sözler ve pis erkekler de pis kadınlara mahsustur. Temiz sözler ve temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlaradır. Fuhuşla it*ham edilen pak zevceler itham olundukları o kötü suçtan tamamen uzak*tırlar. Nasıl uzak olmasınlar ki, Allah (cc)'ın en şerefli Resul (sav)'ünün zev*celeridirler. Eğer onlar temiz olmasaydılar Allahu taala onları en sevdiği Kuluna naslb etmezdi. O pak ve temiz zevcelere Allahtan mağfiret ve şe*refli bir rızık vardır.



Ayetlerin Nüzul Sebebleri


1- Taberî Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ayşe'ye iftira a-tanlar hakkında. «O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir...» (Nur: 11) ve devamı âyetler nazil olduktan sonra Hz. Ebu-oekir, iftirayı yayanlar arasında bulunan ihtiyacını karşıladığı yakın akra*bası Misdah'a bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Bunun üze*rine, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyeti na*zil oldu. Âyetin nüzulünden sonra Hz. Ebubekir. «Allah (cc)'a yemin ede*rim ki muhakkak Allah (cc)'ın bana mağfiret etmesini isterim.» diyerek Misdah'a tekrar nafakasını vermeye başladı ve «Allah (cc)'a yemin ederim ki. ona yaptığım yardımı ebediyyen kesmeyeceğim.» dedi.[55]

2- İbni Munzır, Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Misdah bin Jsase kibrinden dolayı iftira atanlara katıldı. Halbuki Ebubekir (ra)'in yakını idi ve geçimini onun yardımı ile sağlıyordu. Hz. Ebubekir, ona ebedly-yen yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Bunun üzerine, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyeti nazil oldu. Âyetin nü*zulünden sonra Hz. Ebubekir onu tekrar himayesine alarak yardımına de*vam etti ve «Bundan sonra birşey üzerine, ondan başkasını daha hayırlı gördüğüm takdirde yemin etmem. Şayet yemin edersem, yeminimi bozarak daha hayırlı olanı yaparım.» dedi.» [56]

Diğer bir rivayete göre, Resulullah (sav) nazil olan âyeti Hz. Ebube-kir'e okudu ve «Allah (cc)'ın sana mağfiret etmesini istemez misin?» bu*yurdu. O da, «Evet.» dedi. Resulullah (sav), «öyleyse Misdah'ı affet ve hakkından vazgeç.» buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, «Allah (cc)'a yemin ederim ki daha evvel yaptığım yardımı fazlasıyla yapacağım.» diye*rek Misdah'a önceki yardımının iki katını yapmaya başladı. [57]

Ayetlerin tefsirindeki incelikler

Birinci incelik: «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi o-lanlar.» âyeti Hz. Ebubekir'in faziletinin en büyük şahididir. Bu âyet gös*teriyor ki o, sahabilerin en faziletlisidir.

Fahreddin Razi şöyle der: «Müfesslrler, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyetinin maksadının Hz. Ebubekir ol*duğunda icma etmişlerdir. Bu âyet onun Resulullah (sav)'tan sonra halkın en efdali olduğuna delalet ediyor. Zira Allahu taala bu âyetle onu açıkça methetmektedir. Allahu taaianın birini sırf zenginliğinden dolayı methet*mesi caiz değildir, öyleyse faziletten maksat, Ebubekir (ra)'in dindeki üs*tünlüğüdür. Eğer âyetteki «fazilet» sırf dünyevi manada olsaydı, sonraki «servet sahibi» ifadesinin tekrar edilmemesi lazım gelirdi. Allahu taala ona bu fazileti isbat ettiğine göre Resulullah (sav)'tan sonra sahabilerin en faziletlisi olması icabeder.» [58]

Ebussuud da şöyle demektedir: «Ayetteki, «Sizden fazilet sahibi olan» İfadesinden maksat, dindeki fazilettir. Bu âyet, Hz. Ebubekir'in sahabilerin en efdali olduğuna kafi delidir.»

ikinci incelik: «Allahın sizi yarlıgamasını sevmez misiniz?» âyeti herne kadar bir topluma hitap ediyorsa da asıl hitap edilen Hz. Ebubeklr'-dir. Hitabın çoğul biçimde yapılması saygı içindir.

Fohreddin Razi: «Allahu taalanın bir şahsa «siz» diye hitabetmesi o-nun büyüklüğünü bildirmek içindir.» [59] der.

Hz. Ebubekir bu âyeti duyduktan sonra «Evet ya Rabbi ben yarlıgan-mamı severim.» dedi ve Misdah'a nafakasını vermeye devam etti.

Üçüncü İncelik: İbnl Cevzî, «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mü*min kadınlar...» âyetinin tefsirinde şöyle der: «Niçin iftira atılan kadınlar zikrediliyor da erkekler zikredilmiyor? Zira mümin bir kadına iftira atan bitişi onunla birlikte bir mümin erkeğe de iftira atmış bulunuyor. Ancak atılan iftira daha çok kadınlara zarar verdiği için kadınlar zikredilmiş, er*kekler zikredilmemiştir.» [60]

Dördüncü incelik: Allahu taala Nur Suresinin başındaki. «Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan...» (Nur: 4) âyetinde namuslu kadınlar başka bir vasıf anılmadan zikredilmiştir. Mevzumuz âyette ise namuslu kadınlar diğer vasıflarıyla birlikte. «Namuslu, (kötülüklerden) ha*bersiz mümin kadınlar...» şeklinde zikredilmiştir. Bu âyet. müminlerin an*neleri olan Resulullah (sav)'ın zevcelerine aittir. Tabii ki bunların en baş*ta geleni Hz. Ayşe'dir. Bu temiz kadınları itham etmek, aynı zamanda Re*sulullah (sav) ve aile efradını da itham etmektir.

ibni Abbas (ra). Nur Suresini okuyup tefsir ederken bu âyete gelince şöyle buyurur: «Bu âyet, Resulullah (sav)'ın zevceleri Hz. Ayşe hakkın*dadır. Allahu taala Resulullah (sav)'ın pak zevcelerine iftira atanlar İçin tövbeden de söz etmemiştir. Halbuki diğer mümin kadınlara iftira atanların tövbe etmeleri halinde tövbelerinin kabul edileceği beyan edilmiştir.» ibni Abbas (ra) daha sonra. «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadın*lara (iftira) atanlar dünyada da, ahirette de lanetlendiler. Onlar için bü*yük de bir azab var.» âyetini okuyarak Resulullah (sav)'in zevcelerinin bü*yüklüğü ve onlara karşı işlenen suçun cezasının ağırlığını ifade etmiştir. Bunun üzerine cemaattan bazdan ayağa kalkarak İbni Abbas (ra)'ın bu güzel tefsirine karşılık başını öpmüşlerdir.[61]

Besinci incelik: «Kötü kadınlar kötü erkeklere...» âyeti içtimai ha-ratın en mühim bir noktasına parmak basmaktadır: Pis insanlar ancak bendiler! gibi pis kimselerle anlaşıp birleşebilirler. Temiz ve nezih İnsan*ca- da ancak temiz ve nezih insanlarla anlaşır, birleşirler. Mademki Re-

sululloh (sav), bütün temizlerin en temizi. Hz. Adem'den günümüze kadar gelmiş ve gelecek İnsanların en efdalidir. Hz. Ayşe'nin de kadınların en temiz ve nezihlerinden olması lazımdır. Onun hakkında söylenenler ancak yalan ve iftiradır. Nitekim Kur'anda Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında. «Bunlar (o temiz kadınlar ve erkekler) o (iftiracıların) diyeceklerinden çok uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve çok şerefli rızık vardır.» buyurulmaktadır. Pak zevcelerin temiz olduklarına bundan daha kafi bir şahit olamaz.

Altıncı İncelik: Zemahşerî. Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Allahu taala dört kişiyi dört şeyle temizlemiştir:

1- Züleyha'nın gösterdiği —«Onun (kadının) yakınlarından bir şa*hit de şehadet etti ki, eğer gömleği önünden yırtıldıysa (kadın) doğru söy*lemiştir, bu ise yalancılardandır. (Yok) eğer gömleği arkadan yırtıldıysa (kadın) yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyişlerdendir.» (Yusuf: 26-27)— şahitle Yusuf aleyhisselamı zina iftirasından.

2- Elbiselerini akıtan taşla Musa aleyhisselamı hastalık şüphesin*den.[62]

3- Hz. isa'nın beşikte mucize kabilinden «Ben Allah (cc)'ın kulu*yum...» diyerek konuşması ile Hz. Meryem'i zina ithamından.

4- Kıyamete kadar okunacak mucize kitabıyla Hz. Ayşe'yi zina if*tirasından.

Allahu taalanın Hz. Ayşe'yi temizlemesi ile diğerlerinin temizlenme*leri arasında büyük bir fark görülmektedir. Bu fark. Hz. Aşye'yi Allahu taa*lanın bizzat kendisinin temlzlemesldir. Bu temizleme. Allah (cc) katında Resulullah (sav)'in derecesinin yüksekliğini. Hz. Adem'in soyunun efendisi olduğunu göstermektedir. Resulullah (sav)'ın büyüklüğünü tahkik etmek İsteyen, ifk âyetlerini okusun ve Allahu taalanın onun harimine iftira atan*lara nasıl gazab ettiğini düşünsün ve ithamı Allahu taalanın nasıl nef*yettiğini görsün.» [63]



Hz. Ayşe'nin Özellikleri


Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: cAndolsun ki. bana hiçbir kadına verilmeyen dokuz şey verilmiştir: .Resulullah (sav)'a benimle evlenme em*rini getirdiğinde Cebrail aleyhisselam benim suretimde gelmiştir. Resulul*lah (sav) benden başka hiçbir bakire ile evlenmemiştir. Resulullah (sav), benim odamda ve benim yatağımda vefat etmiştir. Resulullah (sav), benim odama defnedilmiştir. Melekler onu benim odamda ziyaret etmişlerdir. Va*hiy nazil olurken diğer kadınlar odayı terkederlerdi. fakat benim odam*da, biz aynı yatakta iken vahiy nazil olurdu. Ben onun halifesi ve dostu*nun kızıyım. Benim beratım semadan inmiştir. Ben temiz yaratıldım ve en temiz olanın yanında yaşadım. Bana moğfiret ve şerefli bir nzık vadoiun-muştur.» [64]



Ayetlerdeki Şer'i Hükümler


Birinci Hüküm: İşlenen Günah Sallh Amelleri Yok Eder Mi?


Müfessirler âyetteki. «...Akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin.» İfadesinden maksadın Misdah bin Üsase olduğunu söylemişlerdir. Çünkü o. Hz. Ebubekir'in ya*kını ve Bedir*e iştirak eden muhacirlerdendi. Hz. Aşye'ye atılan iftira hadi*sesine katılmış, fakat sonra tövbe etmişti.

Şüphe yok ki zina iftirası büyük bir günahtır. Ehil sünnet ve cemaat alimleri bu âyeti delil alarak işlenen günahın sallh omel'eri iptal etmeye*ceğine hükmetmişlerdir. Zira Allahu taala Misdah'ı zina İftirasına karıştık*tan sonra da Allah yolunda hicret etmekle vasıflandırmıştır. Bu vasıf met*hedilecek bir vasıftır, öyleyse bu âyet. Misdah'ın hicretle kazandığı se*vabın zina iftirası sebebiyle iptal edilmediğine delalet ediyor.

Ehli sünnet alimlerine göre şirk ile irtidat hariç hiçbir günah insan*ların sallh amelini yok etmez. Ancak, kesinlikle haram olan blrşeyi helal bilerek yaparsa mürted ve salih amelleri yok olur. Zira Allahu taala, «Kim İman ettikten sonra kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna git*miştir ve o ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır.» (Malde: 5) ve «İçi*nizden kim dbıkıden döner de o kafir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı İsler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Onlar o ateşin (ce*hennemin) arkadaşlarıdır. Onlar orada (bir deha çıkmamak üzere) ebedi kalıcılardır.» (Bakara: 217) buyurmaktadır.



İkinci Hüküm: Kötülük Yapanı Affetmek Farz Mıdır?


Fakihler, kötülük yapanı affetmenin ve hakkından vazgeçmenin güzel ve mendub olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Allahu taala, «...verme*lerinde kusur etmesin, affetsin.» buyurmaktadır. Âyetteki «affetsin». İfa-deslndeki emir birşeyi farz eden emirlerden değildir. Hayırlı olanı ifade eden bir emirdir. Zira insanların kötülük yapandan kısas taleb etmeleri caizdir. Eğer buradaki emir farz kılmak manası taşısaydı. kısası taleb et*mek caiz olmazdı. Fakihierin bu görüşünü. «Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükafatı Allaha aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri asla sevmez.» (Şura: 40) âyeti de teyid eder.

Resulullah (sav) da şöyle buyurmaktadır: «insan ancak kendisini zi*yaret etmeyen akrabasını ziyaret ederek, zalimleri affederek ve iyilik yap*mayanlara iyilik yaparak fazilet sahibi olur.» [65] öyleyse kötülük yapan bir kimseyi affetmek sünnettir, mendubtur.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
45. DERS MÜSLÜMANLARI ZİYARET HUSUSUNDA İZİN İSTEMENİN ADABI


27- Ey İman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve selam da vermeden gir*meyin. Bu, sizin İçin daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünürsünüz.

28- Eğer orada bir kimse bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şayet size «geri dönün» denilirse dönüp gidin. Bu, sizin için daha temiz (bir harekettir. Allah, ne yaparsanız hakkıyla bilendir.

29- Meskun olmayan, içerisinde sizin İçin bir menfaat (ve alaka) bulunan (ev ve) odalara girmenizde size bir vebal yoktur. Açıklayacağınızı da. gizleyeceğinizi de Allah bilir.



Ayetlerin Lafzi Tahlili


(Teste'nisû): İstinas kökünden gelen bir fiildir, izin isteme anlamınadır.

(Alaehliha): Ehl'den maksat o evde oturanlardır.

(Zaliküm havrünleküm): Yani izin isteyerek se*lam vermekle içeri girmeniz izinsiz girmekten daha hayırlıdır

(Lealleküm tezekkerun): Allahu Taala bu edebleri bildirmiştir ki. o bildirdiklerini yerine getirerek yaşayasınız.

(Ezkâleküm): içeriye girme müsaadesi alama*dığınız takdirde beklemektense geri dönmeniz sizin için daha şerefli ve te*mizdir.

(Cünahün): Günah yoktur anlamınadır.

(Gayra m«skunetin): Bundan maksat amme hiz*metine yaptırılmış hamam. otel. han gibi binalardır. Yani bu gibi yerlere İzinsiz girmek günah olmadığı gibi islâmî edeb dışı bir hal ve hareket de sayılmaz.

(Metaunteküm): Meta, lügatta menfaate denir.



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc) mümin kullarını en yüce edeblerle tedib ederken onları en yüksek ahlaka davet eder. Onlara, halktan birisinin evine girmek istedikle*ri zaman, girme müsaadesi almalarını emreder. Girdikten sonra da içeride bulunanlara selam vermelerini emreder. Ki. böylece aralarında uyum ve sevgi temin edilebilsin. Kendilerine ait olmayan ev ve odalara izinsiz ola*rak girmelerini yasaklıyor ki. onlar, herhangi bir durumla karşılaşmasınlar ve girecekleri ev halkının da arzu etmediği bir şekilde onları görmesinler. Zira giriş izni ve selam, şüphe edilecek bir hal ve kötü bir durumla karşı*laşmamaya vesile olurken ziyaretçiye karşı da ev halkı tarafından yapı*lacak hürmete vasıta olur. İzin verilmediği takdirde geri dönme, kapıda beklemekten ve içeri girme ısrarında bulunmaktan daha hayırlıdır. Hane halicinin izin vermemesinde ya bir özürleri veyo ziyaretçiyi layıkıyla karşıla*malarına mani bir hal vardır. Gidilen evde kimse olmadığı takdirde İçeri girmek caiz değHdir. Çünkü meskenler için büyük bir saygı vardır ki. an*cak oralara girmek ev halkının izin vermesiyle otur. Ev bottu, bozan, evin*de olan mal ve emtiayı kimsenin bilmemesini ister. İzinsiz girüdiğ* takdirde bir şeyin kayıp veya zayi olması içeri giren tein kötü töhmetlere vesile olur. Meskun olmayan evler veya insanların menfaat ve mastanau için yapılmış han. hamam ve lokanta gibi yerlere girmek için izne gerek yok*tur. Bu âyetin ihtiva ettiği hükümler, islamın aileye ve cemiyet huzuruna verdiği önemi belirten edeb numuneleridir.

Bu âyetlerle geçmiş âyetler arasındaki münasebet

Surenin başındaki âyetler zinanın zararlarını, çirkinliğini, haremliğini ve zina işleyenin dünyada da, ahirette de azaba müstahak olduğunu be*yan etmektedir. Kadına bakmak, tenha bir evde kadınla birlikte bulun*mak ve kadınların, avret mahalline muttali olmak zinaya vesile olur. Kendi evi ve odası olmayan bir yere izinsiz girmek bu sayılan hallere vesile ol*duğundan Allahu taala bütün kullarına yabancı ev ve odalara girmek iste*diklerinde uymaları icabeden en hikmetli yolu göstermiştir. İnsanlar bu yola uyarlarsa aHeleri yıkan fuhşun yayılmasını sağlayan ve cemiyet ni*zamını bozan zina gibi büyük bir kötülüğe düşmekten kurtulurlar.

Bundan evvelki âyetler iffetli ve temiz Hz. Ayşe'ye münafıkların isnat ve iddia ettikleri İfk hadisesini beyan etmekteydi. Müfterilerin iftiralarını isbat için dayandıkları tek nokta. Hz. Ayşe'nin Safvan'la yalnız başına yap*tığı bir yolculuktur. İşte Allahu taala bu tür iftiralara sebebiyet vermemek için yabancı ev ve odalara izinsiz olarak girmeyi yasaklayarak cemiyeti İftira afetinden korumuştur.



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


1) Bu âyetin nüzul sebebinde şu rivayet yapılmıştır: Bir kadın Resulul-lah (sav)'a gelerek: «Ya Resulullah, ben odamda hiç kimsenin hatta ba*bamın ve evladımın dahi görmelerini istemediği bir kıyafetle dolaşıyorum. Böyle bir kıyafetle iken yanıma birisi habersiz girerse ben ne yaparım?» dedi. Bunun üzerine «Ey İman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara..» âyeti nazil oldu. [77]

2) Ebi Hatem Mukatil'den: «Ey İman edenler, kendi (ev ve) odaları*nızdan başka (evlere ve) odalara...» âyeti nazil olduğunda Ebubekir Sıddlk (ra), Resulullah (sav)'a, «Kureyş tacirleri devamlı olarak Mekke. Medine. Şam. Yemen. Kudüs gibi yerlere gidiyorlar. Buralarda ve yollarda onların belli başlı bir barınakları yoktur. Ancak umuma yapılmış ve İçinde daimi oturulmayan han, kervansaray gibi yerler vardır. Buralara girerken de izin isteyerek mi girilmelidir?» diye sordu. Bunun üzerine «Mesken olmayan, İçerisinde sizin için bir menfaat...» ğyeti nazil oldu.» [78]



Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: Âyetin müminlere hitapla başlaması, müminlerin Al*lah (cc) katındaki yerlerinin yüksekliğini, hitaba ve teklife ehil olduklarını göstermektedir. Kafirler ise hayvanlar gibi hitab ehli değildirler. Allahu taala onlar için «Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktır*lar.» (Araf: 179) buyurmaktadır, işte âyetin başındaki «Ey iman edenler,» hitabının sırrı budur.

İkinci incelik: Âyetteki «Sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden» ifa*desinde çok ince bir maksat vardır ki bu. yalnız izin almak değil giren adam için ev halkının giriş izni vermesiyle beraber onun ziyaretine alış-. kan olmalarıdır. Ziyaretçi bilsinki, benim o eve gitmeme onlar razı oluyor*lar.

Mevdudi, «Alimlerin istinas kelimesini yalnız izin anlamında kullan*maları hatalıdır. Çünkü, iki kelime arasında çok ince bir fark vardır ki. bu İncelikten de sarfı nazar etmek uygun değildir, «istinas kelimesi isti'zan kelimesinden daha umumi ve şümullüdür. Buna göre âyetin manası «Ey müminler, siz eviniz ve odanız olmayan bir ev ve odaya girdiğinizde ne zaman ki, ev halkı sizin girmenize alışkın olurlarsa o zaman izin İsteyin ve girin.» olur.»

Üçüncü incelik: Âyetteki. «Eğer orada bir kimse bulamazsanız» ifa*desi çok İnce bir tabirdir ki, önemli bir duruma işaret eder. Çünkü, evde bulunan şahıs, istemediği ziyaretçiye çoğu kez hiç bir cevap vermez veya doğrudan doğruya izin vermez. İşte, âyetin ifade tarzı bu her iki durumu da içine alır. Şayet. Allahu taala «Eğer orada bir kimse bulamazsanız» yerine «orada hiç kimse olmazsa» deseydi bu anlam İnceliği ortadan kalkardı. Hülasa, âyet. her iki halde de bir eve girmeyi yasaklar:

1) Ev sahibinin cevap vermemesi zımnen izin vermemesidir.

2) Sarahaten izin vermemesi.

Dördüncü İncelik: Zemahşeri. cZiyaretcinin giriş için ısrar etmesi de yasaklanmıştır. Bu bakımdan kapıyı şiddetle vurmak veya kapıda bağır*mak gibi hallerden de kaçınmak lazımdır. Çünkü, böyle şeyler, islâmi aile terbiyesi olmayan kişilerin yapacağı şeylerdendir.* [79] der.

Beşinci incelik: «Açıklayacağınızı da. gizleyeceğinizi de Allah bilir» âyeti de kötü niyetti insanlar içindir ki. onların kastı yalnız halkın avretine muttali olmak ve kötü emellerini yerine getirmektir. Bunlara şiddetli bir tehdit vardır.



Âyetlerdeki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm: Selam İzinden Önce Mi Verilecektir, Sonra Mı?


Ayetin zahiri, selam vermeden önce için istemeye delalet eder. Bazı alimler de bu âyetin zahiri ile hükmetmişlerdir. Fakihlerin cumhuru İse. önce selam verilecektir, sonra da izin istenecektir, görüşündedir. Hatta imam Nevevı, «Sahih ve muhtar olan önce selam sonra da izin istemek*tir. Çünkü Resulullah (sav). «Evvela selam, sonra kelam» buyurmuştur». [80] der.

Cumhur, Beni Amir'den rivayet olunan: «Resulullah (sav) evde İken. kapının önüne gelen bir kişi, ben eve gireyim mi der, Resulullah (sav), hizmetçisine, «sen çık dışarı da, şu adama izin istemeyi öğret ve ona de ki: Esselamünaleyküm. Ben içeriye gireyim mi?..» [81] hadisini delil alarak, selamın izin isteğinden önce verilmesine hükmederler. Bir başka delilleri de Ebu Hureyre (ra)'den rivayet olunan «Resulullah (sov). selam verme*den izin isteyen birisine, selam vermeden İzin istemeyin, buyurmuştur.» [82] hadisidir.

Zeyd bin Eslem'den şöyle rivayet edilmiştir: «Babam beni İbni Ömer (ra)'e gönderdi. Evine vardım. «İçeri gireyim mi?» dedim. «Gir.» dedi. İçe*riye girdikten sonra. «Merhaba ey kardeşimin oğlu. Bundan sonra bir eve varınca «Gireyim mi?» deme. evvela selam ver. Selamını aldıktan sonra

girmek için izin iste. Girmen için izin verildiği zaman da içeri, gir.» dedi.» [83]

Rivayete göre Hz. Ömer. Resulullah (sav)'in yanına gittiği zaman, ön*ce selam verir, sonra da «Ömer içeri girsin mi?» diyerek izin isterdi. [84]

Bazı alimler bu meseleyi şöyle açıklamışlardır: Ziyarete giden adam, gittiği evde içerden birisini görürse, önce selam verir, sonra ojrnittleni is*ter. Şayet kimseyi göremezse önce girme izni ister. İçeri girdikti»* sonra selam verir. Maverdî'nin tercih ettiği görüş de sudur. Bu görüş kendi için*de hem cumhurun delil aldığı hadisleri, hem de âyetin merhumunu bir aı aya toplamıştır.

İzin istemek için «Ben girebilir miyim?, gelebilir miyim?» gibi ifadeler şart değildir, öksürmek, teşbih ve tekbir gibi arada bulunduğunu göstere*cek işaretlerle yapılması da caizdir. Taberani. Eba Eyyub Ensari (ra)'den şöyla^ivayet etmiştir: «Resulullah (sav)'a. «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka...» âyeti hakkında «Yo Resulullah. selam vermeyi biliyoruz fakat isti'nası bilmiyoruz» dedim. Resulullah (sav), «Evin önünde teşbih veya tekbir getirmek veya öksürmekle olur.» buyurdu.» [85]

Bugün kapıyı veya zilini çalmak, âyette meşru kılınan izin istemenin yerine geçmektedir. Sahabiler devrinde evlerin mazbut kapılara ve zilleri yoktu. Şimdi ise yalnızca kapıyı veya zilini çalmak giriş izni istemeye de*lalet ettiğinden kafi gelir.


İkinci Hüküm: İzin Kaç Defa İstenir?


Âyet, izin istemenin sayısını izah etmemiştir. Ancak zahiri bir defa İstenmesi, izin verildiği takdirde girilmesine, verilmediği takdirde geri dö*nülmesine delalet etmektedir. Resulullah (sav)'ın sünneti izin istemenin üç kez olduğunu beyan etmiştir. Buna delalet eden hadisler şunlardır :

Ebu Hüreyre (ra)'den: «kin istemek üçtür. Birincisinde haberdar olur*lar. İkincisinde kendilerine çekidüzen verirler. Üçüncüsünde giriş izni verir*ler veya reddederler.» [86]

Ebu Musa el-Eş'ari (ra) ile Hz. Ömer arasında gecen şu hadise de iznin üç defa istenmesi gerektiğine delalet eder: Bu hadise. Buharı ve Müslim'in rivayetlerine göre şöyledir: Etou Said el-Hudri (ra)'den: «Ensari-lerln bir meclisinde oturuyordum. Ebu Musa el-Eşari (ra). korkuyla içeri girdi. «Seni korkuya düşüren nedir?» diye sorunca, «Ömer bin Hattab (ra) yanına gelmemi emretmişti. Gittim ve girmek için üç kez izin istedim. Bana şifahi giriş izni verilmediği için geri döndüm. Daha sonra Ömer (ra) «Bana gelmeme mani nedir?» dedi. Ben de,' «Ben geldim, üç defa izin is*tediğim halde giriş izni verilmeyince geri döndüm. Zira Resulullah (sav). «Sizden biriniz bir evden üç kere izin isterde tein verilmezse geri dönsün?» buyurmuştur.» demem üzerine «Sen naklettiğin hadisi ya isbat edersin veya seni cezalandırırım.» dedi. Bunun üzerine Ubey bin Kaab. Ebu Musa el-Eş'ari (ra)'ye. «Sen içimizden en genci ite Ömer (ra)'e git ve durumu bildir.» dedi. Cemaatin en genci ben olduğum için Ebu Musa (ra) ile gi*derek Ömer (ra)'e Resulullah (sav)'ın bu hadisini haber verdim.» [87]

Üç defa izin istemek, isteyen için bir haktır. Yoksa onun için farz olan bir defa istemektir. Ebu Hayyan. «Üçten fazla izin isîsnmez. Şayet içerdekilerin duymadıktan anlaşılırsa üçten fazla da istenebilir.» demiştir.



Üçüncü Hüküm: Bin İstemenin Hikmeti Nedir?


İzin istemekteki hikmet. Allahu taalamn. «Mesken olmayan odalara girmenizde sUe bir vebal yoktur.» âyetindeki uyarışıdır. Çünkü bu âyet. İzinsiz girilmesi haram olan yerlerin meskun olan evler olduğuna delalet etmektedir. Meskun yerlere izinsiz giren kimse, hane halkını kendisine haram olan durumlarda görmekten emin olamaz. Bu bakımdan izinsiz gir*mek hane halkını rahotsız ettiğinden İslâmın İçtimai adabına ters düş*mektedir.



Dördüncü Hüküm: Mahremlerin Odalarına İzinsiz Girilebilir Mi?


İslâmın yüksek edeblerinden biri de mahremlerin odasına bile izin is*teyerek girmektir. Sahabilerden birisi. «Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?» diye sordu., Resulullah (sav). «Evet.» dedi. Aynı a-dam, «Benden başka anneme hizmet ederek kimse yoktur. Odasına her girişte izin mi isteyeceğim?» dedi. Resulullah (sav). «Sen anneni çıplak görmek ister misin?» buyurdu. Adam. «Hayır, annemi çıplak görmek iste*mem.» deyince, «O zaman her girdiğinde izin İste.» buyurdu. [88]

Fahreddin Razi bu hususta şöyle söyler: «İnsanın mahremlerinin ya*nma izinsiz girmesi caiz değildir. Yalnız şu var ki. onların saçını, göğüsle*rini ve dizden aşağılarını görmesi caizdir. Başkasının odasına izinsiz gir*menin yasak edilmesinin sebebi, onun uzuvlarının açık olma ihtimalidir. Bu uzuvların acık olması ise kendi karısı ve cariyeleri dışındaki bütün kadınlar için haramdır.» [89]



Beşinci Hüküm: Ziyaretçi Kapının Neresinde Ve Nasıl Durmalıdır?


islâmın edeblerinden birisi de ziyaretçinin yüzünü kapıya çevirmeme-sidir. Ziyaretçi kapının sağ veya sol yanında ve yan olarak durmalıdır. Çün*kü Resulullah (sav)'tan sahihen tesbit edilen bir hadise göre Resulullah (sav) bir eve gidince kapının tam önünde ve yüzünü kapıya dönerek dur*mazdı. Kapının sağ veya sol tarafında, yanını çevirerek durur ve selam verirdi. [90] Zira o zaman şimdi olduğu gibi mazbut kapılar yoktu.

Sa'd bin Ubade (ra)'den rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'in evine gittiğimde yüzümü içeriye çevirerek durdum ve izin istedim. Resulullah (sav) bana biraz uzaklaşmamı işaret etti. Sonra bana. «Biliyor musun ni*çin İzin istenilir? izin ancak içerdekilerin bakılması veya görülmesi haram olanlardan kaçınmaları içindir.» buyurdu.

işte bu. zamanımızda da müslümanlann mutlaka uymaları gereken bir edebtir. Şimdi, herne kadar kapılar örtük ise de kapıyı çalan kişi kapı açıldığında içeride görülmesi haram olan şeylerj görebilir, ev sahibinin başkaları tarafından öğrenilmesini istemediği şeylere muttali olabilir. Bu İtibarla günümüzde de bir kapıya varıldığında kapıya ya arka dönmeli ve*ya yan durmalıdır.



Altıncı Hüküm: İzin İstemek Ve Selam Vermek Farz Mıdır?


Âyetin zahiri, yabancı bir eve girmeden önce izin istemenin ve selam vermenin lüzumuna delalet eder. Bütün fakihler bu görüştedirler. Yalnız izin istemekle selam vermek aynı derecede değildir. İzin istemek farz, selam vermek sünnettir, izin istemenin farz oluşu halkı haramdan koru*mak içindir. Çünkü hadisi şerife. «İzin istemek ancak gözlerin haramdan korunması içindir.» buyurulmaktadır. [91] öyleyse izin istemek farzdır. Se*lam İse, sevgiyi artırmak içindir. Zira Resulullah (sav), «Sizi. onu yaptığınız takdirde birbirinizi çok seveceğiniz birşeye delalet edeyim mi?»' dedi. Sahabiler. «Evet, ya Resululloh» dediler. Resulullah (sav), «Aranızda se*lamı yayın.» buyurdu. Buna göre selam sünnettir. Kur'anın birkaç yerinde selam verilmesi öğütlenmektedir. Bunlardan birisi de. «Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin.» (Nur: 61) âyetidir.



Yedinci Hüküm: Kadınlar Ve Köleler İçin De İzin İstemek Farz Mıdır?


Âyeti kerimenin zahiri, ister erkek, ister kadın, ister sağlam, ister kör olsun bir kapıya giden herkes için izin istemenin farz olduğuna delalet et*mektedir. Alimlerin cumhuru da bu görüştedir. Zira avret sayılan bazı şeyler vardır ki bunları işitmek de haramdır. Bir kimsenin bir eve izinsiz olarak girmesi elbette ev sakinlerini rahatsız eder. Bir körün izinsiz olarak içeriye girmesi halinde, ev sahibi karı-kocanın mahrem bir konuşmalarına muttali olabilir. Bir erkek ve kadının mahrem mahallerine bakmak nasıl haramsa, mahrem konuşmaları dinlemek de öyle haramdır. Bu bakımdan ziyaretçinin kör olması durumu değiştirmez, izin istemek onun için de farzdır.

Zemahşeri: «izin istemenin meşruiyetindeki hikmet, halkın birbirinin diğerlerinden gizledikleri halleri görmemeleridir. Yoksa yalnız aile haya*tına muttali olmak değildir.» [92]

İzin istemek erkeklere farz olduğu gibi kadınlara da farzdır. Çünkü erkekler kadınları kıskandıkları gibi kadınlar da erkekleri kıskanırlar. Âyet*teki hitabın erkeklere yönelik olması ise Kur'anın umumiyetle erkekleri mu-hatab kabul eden üslubundan ileri gelmektedir. Kur'anın erkeklere hitab etmesinin sebebi de. kadınların Allah (cc)'ın Kur'anla bildirilen emirlerin*den erkekler vasıtasıyla haberdar olmalarıdır.

Bir eve girmeden önce kadının da erkek gibi izin istemesinin farz ol*duğuna delalet eden nakli delillerden biri de şudur: Ümmi İyas: «Biz dört kadın Hz. Ayşe'ye giderek yanına girmek için izin istedik. Ben, «girelim mi?» dedim. «Hayır» dedi. İçimizden birisi, Allah (cc)'ın selamı üzerine olsun ey müminlerin annesi, içeri girebilir miyiz?» dedi. Bunun üzerine Hz. Ayşe. «girin» dedi ve sonra, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odaları*nızdan başka...» âyetini okudu. [93] İşte bu rivayet de kadının erkek gibi izin İstemesi gerektiğine delalet eder.



Sekizinci Hüküm: Hangi Hallerde Evlere İzinsiz Girmek Mubahtır?


Âyetin zahiri, bütün zaman ve hallerde evlere izinsiz girmenin haram olduğuna delalet etmektedir. Şurası vanki zaruret halleri müstesnadır. Me*sela; bir evde yangın çıkması, hırsızların, soyguncuların baskınına uğ*raması veya o evde dinen açıkça yasak olon birşeyin işlenmesi halinde bu halleri bilen kimsenin izinsiz olarak girmesi mubahtır. Fahreddin Razi bu hususu tefsirinde uzun uzun açıklamıştır, [94]



Dokuzuncu Hüküm: İzinsiz Olarak Yutuma Bir Evi Gözlemenin Hükmü


Bir kimsenin yabana tik ©yi gözlemesi kesinBkle haramdır. Yalnız fakihler. yabancı bir evi gözefleyen kimsemin meraedilmesi, dövülmesi, gözlerinin kör edJbnesl halinde ne lazım geleceği tıakkrnda ihtilaf etmiş*lerdir

1- İmam Şaffi (ra) «e HanbeJ (raj'e göne ev toalkı evi izinsiz ©özet*leyenin (röntgencinin) gözünü kör etseler kısas edilmezler. Ayrıca rönt*genci bir hak da tateb edemez.

2- İmam Malik (raj «e Ebu Hanife {ra)'ye göre röntgene**» gözünün kör edilmesi cinayettir. Dolayısıyla ya diyeti verir, yada kısas yapılır.

Şafii ve Hanbelilerin delileri:

1) Ebu Hüreyre (ra)'den: «Her kim bir evi izinsiz olarak gözetlerse ev halkı onun- gözünü vurarak kör etse onun gözü heder olmuştur. «(Hiç*bir hak taleb edemez.)» [95]

2) Sehl bin Saad'den: «Bir adam Resuiulloh (sav)'ın odalarından bi*rini gözetliyordu. Resulullah (sav), elindeki uzunca bir demir parçasını adama göstererek. «Eğer evime muttali olmak için gözetlediğini bilsem şu demiri gözlerine sokardım. İçeri girmek için izin istemek ancak göz*leri haramdan korumak içindir.» buyurdu.» [96]

Maliki ve Hanelilerin delilleri:

1) «Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (kar*şılıklıdır).» (Maide: 45) âyetinin hükmü umumidir. Buna göre kim birinin —velev ki evini gözetlediği için olsun— gözünü kör etse cani olur. Eğer kasden yapmışsa kısas yapdv. Hataen yapmışsa diyetini verir-

2) Bir eve izinsiz olarak giren kimseye hane tatta tarofondan yapılara saklın sonucu gözü kör edilirse imi kısası icabettir. Bunda bütün alimler icma etmişlerdir. Maliki ve Hanefi alimlerine göre bir eve izinsiz olarak girmek gözün kör edilmesini mubah kılmadığına göre kapı veya pencere*den bir evi gözetlemek de gözü kör etmeyi mubah kılamaz.

3) Maliki ve Hanefi alimleri. Şafii ve Hanbelilerin delil aldıkları «Her*kim bir evi izinsiz olarak gözetlerse...» hadisini şöyle tevM ederler: Bir evin içine, o evdeki kadınları görmek için bakan kişi evvela menedilv. Tekrar gözetlerse o zaman zor kullanılır. İşte bu zor kullanma sırasında gözetleyenin gözü kör edilirse onun gözünün kanı heder olmuştur. Zira o adam zalim ve haddi tecavüz etmiştir.

Cessas şöyle der: «Fakihler bu hadisin zahirinin hilafına hükmeder*ler. Çünkü Ebu Hüreyre (ra)'nin rivayet ettiği bu hadis usule muhalif ol*duğu için reddolunur. Usule muhalif olduğu için reddolunan. «Zina çocu*ğu cennete girmez.» ve «Kim bir ölü yıkarsa kendisi de yıkansın. Kim bir cenazeyi taşırsa abdesti bozulmasa bile abdest alsın.» hadisleri gibi reddolunur. Şüphe yokki. bir eve izinsiz giren kimsenin gözünü kör edene kısas lazımdır.»[97]

Şafii fakihlerinden İmam Fahreddin Razi de şunları söyler: «Bilmiş olunuz ki, «Cana can, göze göz...» âyeti bu hususta zayıf bir delildir. Zira onların «İzinsiz bir eve girenin gözünü kör etmek caiz değildir.» sözleri zayıftır. Çünkü içeri izinsiz girmekle gözetlemek ayrı şeylerdir. İçeri izin*siz -giren adamı evde olanlar bilirler ve kaçarak örtünürler. Ama içeriyi gözetleyenj evde bulunanlar bilemezler, korunamazlar. Dolayısıyla gözet-leyici. bir yabancının görmesi caiz olmayan şeyleri görebilir. Öyleyse şer'i hükümdede gözetleyicinin bu davranışını önlemek için daha ağır bir ceza ile cezalandırılması icabeder.» [98]

Bize göre. Hanbeli ve Şafiilerin delilleri daha kuvvetli ve bu bakımdan tercihe diğerlerinkinden daha şayandır.



Âyetlerden Alınacak Dersler


1- Yabancı bir eve girmek için izin istemek farzdır.

2- Meskun bir evde kimse olmadığı takdirde içeri girmek haramdır

3- İzin verilmediği takdirde geri dönmek vacibtir.

4- İnsanların gizli hallerine muttali olmak caiz değildir.

5- Bir eve girildiğinde İslâm şiarından olan selamı vermek sünnet*tir.

6- Amme hizmeti gören binalara izinsiz girmekte bir vebal yoktur.

7- Müslümanın müslümana ne malında, nede canında eziyet ver*mesi doğru değildir.

8- Allah (cc)'ın bu âyette meşru kıldığı terbiye kuralları hem cemi*yet, hem de fert için uyulması gereken en üstün terbiye kurallarıdır.



Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler


Allahu taala evleri insanlar için meskenler kılmıştır. İnsanlar evlerde istirahatlarını temin ederler, iffet ve namuslarını korurlar. Evler insanlara özel olur. Bunun da manası bir başkasının izinsiz olarak girememesidir. Dışarıdan herhangi birisi girmek istediği zaman ev sahiplerinden izin ala*rak girebilir. Zira izinsiz girildiği takdirde ev sakinlerinin yabancılar tarafın*dan görülmesi istenilmeyen hallerini görebilirler ki bu fitneyi tahrik eder. Hatta fitneyi tahrikle de kalmayarak birçok kötülüklere yol acar.

Araplar cahillye devrinde ev sahibinden izin almadan içeri girerlerdi, içeri giren, ev sahibini hanımı ile birlikte yatakta veya hanımı çıplak, ya*hut erkeği mahrem yerleri acık olarak görürdü. Bu şekilde görülmek evin namus emniyetinin ihlali demek olduğu gibi, ev sahiplerine de manevi bir eziyettir. Bundan dolayıdır ki, Allahu taala, müslümanlara bu yüksek ter*biye kurallarına uymalarını emretmiştir.

Bir ev veya odaya girileceği zaman önce İzin istenecek, sonra da selam vererek dostluğunu gösterecektir. Bu hareket ev sakinlerinin de ziyaretçiye ısınmalarına ve hüsnü kabul göstermelerine sebeb olacaktfr. Bu yolla ayrıca mesken emniyeti de sağlanmış olacaktır.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
46. DERS KADINLARIN ÖRTÜNMESİ VE YABANCI KADINLARA BAKMANIN HÜKMÜ


30- Mümin erkeklere şöyle: Gözlerini (haramo bakmaktan) sakın-sınlar ve ırzlarım korusunlar. Bu kendileri için çok temiz (bir harekettir). Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyk» haberdardır.

31- Mümin kaduılara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakın*sınlar, ırzlarını korusunlar. Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kı*sım müstesna Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) koy-, şunlar. Zinet (mahal)lerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babatarmdan. yahut kendi oğullarından, yahut kocaları*nın oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğuüanndan, yahut kakardeşiermin oğullarından, yahut kendi kadınların*dan, yahut kendi ellerindeki memluketerden, yahut erkeklerden yana ih*tiyacı olmayan hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine mut*tali olmayan çocuklardan başkasına gostermesinler. Gizleyecekleri zinet-jeri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Taki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.



Âyetlerin Lafzı Tahlili


(Yaguddû): Gad kökünden gelen bir fiildir. Gad. kirpiği kirpik üzerine koymaya denir. Ayetteki manası ise, bakılması yasak olan birşeye bakmayarak yere bakmaktır.

(fürûcehüm): Müfessirlere göre bundan maksat zinadan korunmak ve avret yerlerini örtmektir.

(Ezkâtehüm): Kendiniz için daha temiz, dininiz için daha koruyucu olur.

(Habîrün bima yesnaûn): Habir, bjrşeyin dışyüzünü bildiği gibi iç yüzünü de bütün derinliği ile bilen demektir. Yes*naûn ise, yaptıklarınız demektir. Buna göre âyetin manası, «Allahu taala yaptıklarınızı içi ve dışıyla hakkıyla bilendir.» olur.

(Ziynetehünne): Ziynet iki kısımdır. Biri yaratılış*tan olan ziynet, diğeri de kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet yüz ve vücut güzelliğidir. Kazanılan ziynet ise, kadınların giydikleri ve kullan*dıkları süs eşyalarıdır.'

(İlki mâ zahare rtılnhâ): Örtülmesi, kapatılması mümkün olmayan yerler. Kadının dıştan giydiği elbise ve örtündüğü örtü gibi.

(Bihumurihinne): Humur, humar kelimesinin ço*ğuludur. Humar, kadının başörtüsüdür.

(Cüyubihinne): Cüyub, kadınların gerdan ve göğüs kısımları.

(Meleket eymanihünne): Meleket. malik olma demektir. Eyman ise. köle ve cariyelerdir.

(Etİrbeti): İhtiyaç.

(Etttfli): Tıfl, küçük çocuk demektir.

(Lemyezherû): Muttali olmayanlar demektir.

Allahu taala, Resulullah (sav)'a şöyle buyurur: Sana uyan müminlere söyle, gözlerini kapatsın ve kendilerine helal olmayan yabancı kadınlara bakmasınlar. Ancak kendilerine mubah olan kadınlara bakabilirler. Ken*dilerini zinadan korusunlar ve yabancıların görmemesi için avret mahalle*rini örtsünler. Harama bakmamaları hem kalblerini temiz tutar, hem de on-Icrı fuhşa düşmekten korur.

Harama bakmak insanın kalbine şehvet tohumları eker. Şehvani bir arzuyu gayri meşru bir şekilde tatmin etmek İnsanın uzun zaman acı çek*mesine sebeb olur. Şayet gözleri kasıtsız olarak haram birşeye değerse hemen başlarını çevirsinler, bakmaya devam etmesinler. Zira Allahu taala insanların her halini murakabe eder. Herşeylerine de muttalidir, hiçbir şey O'ndan gizli değildir. Ailahu taala, «(Allah) gözlerin hain bakışını, göğüs*lerin gizleyeceği herşeyi bilir.» (Mümin: 19) buyurmuştur.

Allahu taala bu emri tekid ederek şöyle buyurur: Mümin kadınlar da yabancı erkeklere bakmasınlar, gözlerini çevirsinler. Namuslarını koru*sunlar. Ancak Aftahu taala kadınlara erkeklerden fazla olarak ziynetlerini açığa vurmayı da yasaklamıştır. Ancak kendi mahremleri olan erkekler İstisnadır. Kadınların zinetlerini gizlemeleri kendileri için daha güzel, da*ha uygundur. Ancak bu zinetier kasıtsız ve art niyetsiz olarak kendiliğin*den açılırsa bir beis yoktur. Allahu taala çok mağfiret ve rahmet edicidir.

Kadınlar cahiliyet devrinde de şimdi olduğu gibi, erkeklerin dikkat nazarlarını celbetmek için, göğüs ve gerdanları, bilekleri, erkekleri tahrik edecek yerleri açıkta kalacak elbiseler giyer, saçlarını omuzlarına döker, başörtülerini geriye atarlardı. Bu kılıkla erkekler arasında gezerlerdi. İşte Allahu taaia mümin kadınlara onlar gibi yapmamalarını, önlerine bakarak yavaş yavaş yürümelerini emretmektedir. Onların bu edeble yürümeleri, kötü kimselerin fenalıklarından namus ve iffetlerini koruyacaktır.

Allahu taala," bu emir ve yasaklan hem erkeklere, hem de kadınlara emretmiştir. Bu emir ve yasaklara uyan erkek ve kadınlar Allah (cc)'a yö*nelerek yüksek derecelere ulaşırlar ve Allah (cc) katında azabtan kurtu*lanlardan olurlar.



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


1- İbni Mezdevî, Alj bin Ebi Talib (ra)'ten şöyle rivayet etmiştir: «Resulullah (sav) zamanında Medine sokaklarında dolaşan bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında bakışmışlar Şeytan bu bakışlardan istifade ede*rek onların bakışlarını birbirlerini beğenmeye çevirmiş. Adam bir yandar yürüyor, bir yandan da kadına bakıyormuş. Başı hep kadından tarafa çev*rili olduğu İçin önüne çıkan bir duvara çarpmış ve burnu kanamış. Bunun üzerine, «Allah (cc)'a yemin ederim ki gidip Resulullah (sav)'a durumu an-latmcaya kadar burnumun kanını yıkamayacağım.» diye yemin etmiş. Re*sulullah (sav)'ın yanına gelerek hadiseyi anlattı. Resulullah (sav), «Bur*nunun duvara çarparak kanaması günahının cezasıdır.» buyurdu. Bunun üzerine, «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakın*sınlar...» âyeti nazil oldu.» [99]

2- İbni Kesir, Mukatil bin Hayyan'dan, o da Cabir bin Abdullah el-Ensarî'den şöyle rivayet eder: «Esma binti Mirsed (ra)'in Beni Harise mev*kiinde bir hurmalığı vardı. Kadınlar oraya etek giymeden, göğüsleri, saç*ları ve ayaklarındaki halhalları açık olarak giderlerdi. Esma (ra), «Bu gö*rünüşünüz ne kadar çirkin.» dedi. Bunun üzerine, «Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar...» âyeti nazil oldu.» [100]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Allahu taalanın «Gözlerin sakınılması»nı «Irzların korunmasından önce zikretmesinin hikmeti şudur: Kadına bakmak zina-nn elçisi ve kötülüklerin öncüsüdür. Hemasî'nin de dediği gibi, «Bakışlar kalbin elçisi olduğu için gördüğün manzaralar seni üzer. Zira her gördü*ğünü yapamazsın, bazı gördüklerine de dayanamazsın.» [101] Zira bakışla müptela olmak çok mümkündür. Bundan korunmak da mümkün değildir. Göz, herşeyi kalbe ulaştıran en büyük kapıdır. Bu sebeble insan göz yo-iuyla birçok günaha düşer. Çünkü bakış tebessüme, tebessüm selama, selam konuşmaya, konuşma anlaşmaya, anlaşma da gayri meşru bir şe*kilde bir araya gelmeye vesile olur.

İkinci incelik: Âyetteki «Gözlerini sakınsınlar» emri, herşey İçin de*ğil, yanız Allah (cc)'ın haram kıldıklarına aittir.

Üçüncü İncelik: Âyetteki «Ziynetlerini açmasınlar» tabiri, ziynetlerin takıldığı yerin, dolayısıyla ziynetlerin örtülmesini ifade eder.

Zemahşerî: «Âyette ziynet yerinin zikredilmemesindeki hikmet, ziynet yerlerinin korunması, örtülmesi Icabettiğinin ifade edilmesidir. Çünkü Al*lahu taala «Ziynetlerini açmasınlar» buyururken aslında ziynet yerlerinin açılmamasını kasdetmiştir. Çünkü takılmayan ziynetlerin görülmesi ha*ram değildir. Bu yüzden ziynetlerin yasaklanmasına gerek yoktur. Demek-ki asıl yasaklanan ziynetlerin takıldığı yerlerdir.» [102]

Dördüncü İncelik: Bazı alimlere göre, gözle zevk alındığı gibi ku*lakla da zevk alınır. Bunun-için Allahu taala kadınlara yürürken, «Gizle*yecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.» buyurmuştur. Çünkü ayaklar yere vurularak yüründüğünde, o zaman, kadınların ayak bileklerine taktıkları hamalların sesi duyulurdu. Bu ses; erkeklere bir ka*dının geldiğini bildirir ve şehvani arzularını tahrik ederdi. Bu sebeble âyet, bir evvelki âyette olduğu gibi, ziynet takılan azaların —ayak bile olsa— açılmasının haram olduğuna delalet eder. Hülasa, şehveti tahrik eden par*füm, esans, cazip yürüme şekli ve konuşma yasaktır. Çünkü Allahu taala, «Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde maraz bulunanlar tamaa düşer.» (Ahzab: 32) buyurmuştur. Kadının ziynetinin sesi yasaklanınca elbetteki kendi sesi de yasak olacaktır.

Beşinci incelik: «Gözü sokınma»nın birçok faydaları vardır:

1- Allah (cc)'ın emri tutulmuş olur.

2- Bir ok gibi kalbi yaralayan manzaralardan korunutmuş olunur.

3- Kalb kuvvetlenir.

4- Kalb kötü şeylerle meşgul olmaz, Allah (cc)'la meşgul olmaya Çalışkanlık peyda eder.

5- Kalbe nur kazandırır.

6- Kalbe feraset verir.

7- Şeytanın giriş yolları kapatılmış olur.



Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm ; Yabancı Kadınlara Bakmanın Hükmü Nedir?


İslâm şeriati yabancı kadınlara bakmayı kesin olarak yasaklamış, ha*ram kılmıştır, öyleyse insanın karısı ve mahremi olan kadınlardan başka*sına bakması haramdır.

Kasıt olmaksızın ani olarak bir kadını görmekte bir vebal yoktur. Zira bu görüş insanın iradesi dışında vaki olmuştur. Allahu taala gücümüzün yetmediği şeyi bize emretmediği gibi yolda yürürken gözlerimizi kapama*mızı da emretmemiştir. Bu sebebte kasıtsız bakış muaheze edilmez.

Nitekim Resulullah (sav), Hz. Ali'ye, «Ya Ali, yabancı bir kadını gör*düğünde ikinci defa bakma. Çünkü İlk bakışın İraden dışındadır ve onda bir vebal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır.» [103] buyurmuştur.

Cerir bin Abdullah'tan da şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a ani olarak yabancı bir kadını görmek hususunu sordum. Bana, görünce gözlerimi çevirmemi emretti.» [104]

Yabancı bir kadını ani olarak gören bir kimsenin ikinci defa bakması haramdır. Zira ikinci bakış iradîdir, fitne ve fesada yolaçar. Bu yüzden Resulullah (sav) ikinci bakışı «göz zinası» olarak vasıflandırmıştır.

Buhari ve Müslim'in rivayetine göre Resulullah (sav), «Beni Ademe zina mutlaka yazılmıştır. Bakmak gözün zinası, konuşmak dilin zinası. dinlemek kulağın zinası, tokalaşmak elin zinası, yürümek ayağın zinası-dtr. İnsan nefsi bunları arzu eder. Namusu da ya bunu tekzib eder veya tasdik eder.» buyurmuştur.

Gözünü sakınan mümin sevap kazanır. Çünkü Resulullah (sav), «Bir müslüman bir kadının güzelliğini gördükten sonra gözünü sakınırsa. At*la hu taala ona zevk alacağı bir ibadet nasib eder.» [105] buyurmuştur.

Ebu Said el-Hudri (ra)'den şöyle rivayet edilir: «Resulullah (sav), «Yol*larda beklemekten ve oturmaktan sakının.» buyurdu. Bunun üzerine, «Ya Resulullah, yollarda İşlerimizi konuşmak için duruyoruz.» dedik. «O zaman yolun hakkını verin.» buyurdu. «Yolun hakkı nedir?» diye sorunca da tGözleri sakınmak, kimseye eziyet vermemek, verilen selamı almak, ma*rufu emretmek ve münkeri nehyetmektir.» buyurdu.»[106]



İkinci Hüküm: Erkek Ve Kadında Avretin Sınırı Nedir?


«Irzlarını korusunlar.» âyeti avret yerlerinin Örtülmesinin farz olduğuna delalet eder. Zira bu âyet namusu korumayı emrettiği gibi başkalarının gözlerinden avret mahallinin korunmasını da emretmektedir.

Fakihler ..avret yerlerinin açık olmasının haramlığında ittifak etmişler*dir. Nevar ki. avretin sınırları hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu husustaki bütün görüşleri delilleri ile birlikte tafsilattı olarak izah etmeye çalışaca*ğız:

Erkek ve kadının avret mahalleri, erkeğin erkeğe karşı, erkeğin ka*dına karşı, kadının kadına karşı ve kadının erkeğe karşı avretleri başlığı altında incelenmelidir.

1- Erkeğin erkeğe karşı avreti;

Erkeğin erkeğe karşı avreti, diz kapağından göbeğe kadar olan kıs*mıdır, öyleyse bir erkeğin diğer bir erkeğin diz kapağı ile göbeği arasın*daki bölümüne bakması haramdır. Bu avret mahallinin dışındaki yerlere bakılması haram değildir. Çünkü Resulullah (sav), «Bir erkek, diğer bir erkeğin avret mahalline, bir kadın da, diğer bir kadının avret mahalline bakmasın.» buyurmuştur.

Fukahanın cumhuruna göre erkeğin avret mahalli yukarıda söylendiği üzere, diz kapağı ile göbeği arasındaki kısmıdır. Bu birçok sahih hadisle de tesbit edilmiştir.

İmam Malik (ra)'e göre ise erkeğin uyluğu avret değildir.

Cumhur, uyluğun da avret olduğunu aşağıdaki hadislerle isbat eder*ler:

Ashab-ı Suffeden olan Cerhed el-Eslemî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'ta birlikte oturuyorduk. Benim uyluğum açık idi. Bana, «Uyluğunun avret olduğunu bilmiyor musun?» buyurdu.» [107]

Rivayete göre Resulullah (sav), Hz. Ali'ye, «Uyluğunu açma.» buyur*muştur. [108] Diğer bir rivayete göre de şöyle buyurmuştur: «Uyluğunu açma. Canlı veya ölünün uyluğuna da bakma.» [109]

Resulullah (sav), İnsanın soyunmasını ve avret mahallerini açmasını, yanında kimse olmasa dahi yasaklamıştır. Zira, «Çırılçıplak soyunmaktan kaçının. Zira öyle melekler vardır ki sizden ancak tuvalette ve ailenizle temas halinde iken ayrılır.» [110] buyurmuştur.

2- Erkeğin kadına karşı avreti

İster mahremi olsun, ister namahrem, erkeğin kadına karşt avreti, er*keğe karşı olduğu gibi. diz kapağı ile göbeği arasıdır. Yalnız karı-koca arasında avret mahalli yoktur. Zira Allahu taala, «(Öyle müminler) ki, on*lar ırzlarını koruyanlardır. Suvar ki zevcelerine, yahut sağ ellerinin malik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır.» (Müminun: 5-6) buyurmuştur.

3- Kadının kadına karşı avreti:

Kadinların kadınlara karşı avreti de erkeklerde olduğu gibi diz kapak*ları ile göbekleri arasıdır. Buna göre bir kadının diğer bir kadının diz ka*pağı ile göbeği arasındaki kısma bakması haramdır. Avret mahalli haricin*deki yerlere bakması ise caizdir.

Zımmi ve kafir kadınlar için Özel bir hüküm vardır. Allah (cc) izin ve*rirse bu hükmü ileride açıklayacağız.

4- Kadının erkeğe karşı avreti:

Sahih olan görüşe göre, kadının erkeğe karşı avreti bütün vücududur. Şafii ve Hanbelüerin görüşü de budur. Hatta İmam Ahmed bin Hanbel (ra) bu hususta, «Kadının bütün vücudu avret olduğu gibi tırnakları dahi av*rettir.» [111] demiştir.

İmam Malik (ra) ve İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise kadının elleri ile yüzü hariç bütün vücudu avret mahallidir.

Görüşlerin kendilerine has delilleri vardır. Bunları kısaca açıklayalım:

Maliki ve Hanefilerin delilleri:

Maliki ve Hanefilerin yüz ve ellerin avret olmadığına dair delilleri şun*lardır :

1- «Bunlardan görünen kısım müstesna.» âyeti. Yüz ve ellerin açık olması zaruri olduğundan bu âyet buraların avret sayılmayacağına İşaret eder. Bu görüş bazı sahabi ve tabiinden de rivayet edilmiştir. Nitekim Said bin Cübeyr (ra), «Bunlardan görünen kısım müstesna» âyetinden maksat yüz "ve ellerdir.» demiştir. Ata da âyettekj istisnanın yüz ve eller olduğunu söylemiştir. Dahhak'tan da buna benzer bir rivayet yapılmıştır. [112]

2- Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Ebubekir (ra)'in kızı Esma (ra), cok ince bir elbise ile Resulullah (savj'ın yanına geldi. Onu görünce Resulul*lah (sav) yüzünü çevirerek, «Ey Esma, kadın buluğa erdimi, (yüz ve el*lerini işaret ederek) şu ve şunun haricinde kadının vücudunun görünmesi haramdır.» buyurdu.» [113] hadisi.

3- Namazda ve ihramda el ve yüzün acık bırakılması da bunların avret olmadığına delalet eder. Eğer el ve yüz avret olsaydı namaz ve ih*ramda açık bırakılmaları mubah olmazdı. Çünkü avret mahallinin örtül*mesi farzdır. Bu sebeble avret mahalli açık olarak namaz kılınması na*mazın sıhhatini bozar.

Şafii ve Hanbelîlerin delilleri:

Şafii ve Hanbelilerin el ve yüzün avret olduğuna dair delilleri de şun*lardır :

1- Kitaptan delilleri: «Ziynetlerini açmasınlar.» âyeti. Bu âyet-i kerime ziynetlerin açılmasını haram kılmıştır. Ziynet ise iki kısımdır. Biri yaratılıştan olan ziynet, diğeri ise kazanılan ziynettir. Yüz yaratılıştan olan bir ziynettir. Hatta güzelliğin aslı, fitne ve fesadın kaynağıdır. Kazanılan ziynet ise giyilen güzet elbise, takılan süs eşyaları, 'göze çekilen sürme ve ele yakılan kına ve benzeridir. Âyeti kerime kayıtsız şartsız kadınlara erkeklere karşı uzuvlarını ve ziynetlerini açmalarını yasaklayarak haram kılmıştır.

Şafii ve Hanbelilere göre âyetin, «Bunlardan görünen kısım müstesna» ifadesinden maksat, kasıtsız olarak kendi kendine acılan kısımdır. Mese*la; rüzgarın kadının örtüsünü açması gibi. Buna göre âyetin meali şöyle olmaktadır: «Kadınlar ziynetlerini kesin olarak açmasınlar. Açtıkları takdir*de muaheze edilirler. Ancak ziynetlerinin kendiliğinden açılması veya rüz*gâr gibi herhangi bir sebeble kasıtsız olarak acıtması halinde onlar mua*heze edilmez.» öyleyse yüz ve el de açılması haram olcn ziynetlerdendir:

Kitaptan olan bir başka delilleri de «Bir de onun zevcelerinden lü*zumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından isteyin.» (Ahzab; 53} âyeti*dir. Bu âyet saraheten yüze bakmanın haram olduğuna delalet etmekte*dir. Gerçi bu âyet Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında nazil olmuştur. Fakat, hükmü kıyas yoluyla bütün kadınlara teşmil olunur. Çünkü âyetteki «perde ardından İsteyin» ilahi emri, kadın oldukları İçindir, öyleyse diğer kadınlardan da lüzumlu ve meşru birşey istenileceği zaman ancak perde arkasından istenebilir.

Sünnetten olan delilleri:

Birçok sahih hadis, yüze ve ele bakmanın haram olduğuna delalet eder. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Cerir bin Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a ani olarak yabancı bir kadını görmek hususunu sordum. Bana, görünce gözlerimi çevirmemi emretti.»

2- Hz. Ali'den rivayet edilen, «Ya Ali, yabancı bir kadını gördüğün*de İkinci defa bakma. Çünkü tik bakışın iraden dışındadır ve onda bir ve*bal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır.» ha*disi.

3- İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilir: «Bir kurban bayramı gü*nü Resulullah (sav) FazI bin Abbas'ı atının arkasına bindirmlştl. FazI, be*yaz tenli, güzel saçlı, yakışıklı bir delikanlı idi. Has'om kabilesinden bir kadın Resulullah (sav)'ın yanına gelerek birşeyler sormak İstedi. FazI ka*dına, kadın da Fazl'a bakıyordu. Resulullah (sav) Fazi'm yüzünü diğer tarafa çevirdi.»

Nakledilen bu hadisler yabancı bir kadına bakmanın horam olduğunu İfade eder. Şüphe yok ki, yüz de bakılması haram olan uzuvlardandır, öy*leyse yüz de avrettir.

Aklî delilleri: .

Fitneden kaçınmak için yüze bakmamak icabeder. Çünkü yüze bak*maktaki fitne, dizden aşağıya bakmaktaki fitneden daha büyüktür. Kadının saçma ve ayaklarına bakmak ittifakla haramdır. Yüz güzelliğin aslı, fitne*nin kaynağıdır. Bu bakımdan haram olması daha evladır.

Kaldı ki, Şafii ve Hanbelilerin âyetj tevil şekilleri ortaya çıkarıyor ki yüz avrettir. Yüzün avret olmayacağına dair de hiçbir delil yoktur.

Maliki ve Hanefiterin delil aldıkları Esma ile ilgili hadise gelince, bu hadisin senetleri kopuktur. Birçok ravisinde de zayıflık vardır. Bu hadis konusunda muhaddisler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Hadis yalnız Ebu Davud'un süneninde olduğu halde Ebu Davud, «Bu hadis mürseldir. Zira bu hadisi Hz. Ayşe'den rivayet eden Halid bin Düreyk Hz. Ayşe'ye ulaşmamıştır. Hadisin senetlerinden olan Said bin Beşir Ebu Abdurrah-man el-Basrî, Şama yerleşen İbni Nesr'in azadlısıdır. Ki onun hakkında birçok muhaddisin itirazı vardır.» [114] demektedir.

Bu hadis hakkında tek ravisi olan Ebu Davud'un görüş ve düşünce*leri böyle olunca, yüz ve ellerin avret olmadığına dair delil olması ne de*rece uygun olur? Bir an için hadisin sahih olduğunu farzetsek bile yine de delil olma durumu şüphelidir. Çünkü hadisin hicap âyetlerinden önce varid olması kuvvetle muhtemeldir. Eğer hicap âyetlerinden önce varid olmuşsa, âyetlerle neshedilmiş demektir. Veya hadis ancak zaruret halle*rinde el ve yüze bakmanın caiz olduğunu ifade etmektedir. Mesela; bir dünür, bir şahit veya bir kadı yüze bakabilir.

İbni Cevzi bu hususta şöyle demektedir: «Bu âyet yabancı kadınlara özürsüz olarak bakmanın haram olduğunu ifade eder. Fakat eğer zaruret varsa, mesela bir erkek kadınla evlenmek İstiyorsa veya onun aleyhinde şehadette bulunacaksa yalnız yüzüne bakabilir. Zaruret hallerinin dışında her ne suretle olursa olsun yabancı kadına bakmak haramdır. Mademki yüz ve eller avrettir, namazın şartlarından biri de setr-i avret olduğuna göre, bunların açılması ile neden namaz bozulmuyor diye sorulabilir. Bu*nun cevabı şudur: Namazda yüz ve ellerin örtülmesinde meşakkat vardır.

Bu yüzden yalnız namaza mahsus olarak yüz ve ellerin açılmasına müsade edilmiştir.»

El ve yüzün avret olmadığını iddia eden alimler, yüz ve ellerde hiçbir ziynet eşyasının olmamasını ve bunların açılmasının fitneye sebeb olma*masını şart koşmaktadırlar. Bu sebeble zamanımızdaki kadınların yüz ve ellerinde kullandıkları süs eşyaları ile erkekler arasında gezmelerinin ha*ram olduğunda hiçbir alimin şüphesi yoktur.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Yüz ve ellerin avret olmadığını iddia eden alimlerin sözleri, yüz ve ellerin açık olmasının farz olduğu, sünnet olduğu veya bunların örtülme*sinin bid'ad olduğu manasına gelmez. Çünkü böyle bir İddiayı müslüman bir alim değil, sade bir müslüman bile öne süremez. Bunların sözlerinin manası, zaruret halterinde ve fitneye sebeb olmadığı takdirde açılmala*rında bir vebal olmadığıdır.

İçinde yaşadığımız çağda şeytanın yardımcıları alabildiğine çok, fu*huş ve ahlaksızlık alabildiğine yaygındır. Bu yüzden bugün hiçbir alim, hatta akıllı bir insan yüzün açılmasının caiz olduğunu söyleyemez. Çün*kü bu veba hastalığına benzeyen ahlaksızlığın ümmet İçinde ve bilhassa yabancı kadınları taklid eden kadınlar arasında hızla yayıldığını gören her alim yüzün açılmasının haram olduğuna hükmeder. Çünkü bu devirde fit*ne ve fesad muhakkaktır. Kötülüğe davet eden vasıtalar son derece yaygındır. Ben bugünkü manada ilericilik taslayan hiçbir toplum görme*dim ki, Aliahu taalanın. «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar.» âyeti ile Resulullah (sav)'ın, «Gözünü çevir.» buyruğunu duyan, dinleyen bulunsun. Hülasa böylesine bozuk bir zamanda korunmak farzdır.

Aliahu taala isteyeni doğru yola iletsin.



Üçüncü Hüküm: Açılması Haram Olan Ziynet Nedir?


«...Ziynetlerini açmasınlar...» âyeti kadınların yabancı erkekler kar*şısında fitneye sebebiyet vermemek için ziynetlerini açmalarının haram olduğuna delalet eder.

Ziynet aslında, kadının giydiği elbise, takındığı süs eşyası ve kullan*dığı makyaj malzemesidir. Zira ziynet iki çeşittir. Birisi yaratılıştan olan ziynet, diğeri kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet, kadının teninin, boy ve 'endamının ve yüzünün güzelliğine denir. Herne kadar bazı alimler yaratılıştan olan güzelliğin ziynet olmadığını iddia etmişlerse de kadının asıl ziynetinin yaratılıştan olan güzelliği olduğu açıktır. Bu yüzden Altahu taala, «Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar.» buyurmuştur. Aliahu taala bü âyetle kadınların saç, göğüs gibi azalarının örtülmesini emretmektedir, öyleyse bu âyet, «ziynet»ten kastın yaratılış- f tan olan güzellikler olduğuna da delalet etmektedir.

Açıktır ki, elbise, küpe, gerdanlık gibi ziynetlere kadının vücudundan ayrı olarak bakılması haram değildir. Haram olan, kadın vücuduna takıldiktan sonra onlara bakmaktır. Kadına takılan ziynete bakmak haram olursa. tabiatiyle ziynetin takıldığı uzva bakmak da haramdır.

İbni Mes'ud (ra)'a göre kazanılan ziynet, «Kadının dıştan giydiği güzel ve cazip elbiseler.» Mücahid'e göre, «Elbise, küpe, gerdanlık, sürme ve kına.»dır. [115] Said bin Çübeyr (ra) ise el ve yüzün de sayılanlar gibi zahir ziynetlerden olduğu görüşündedir. Fakihlerin bu husustaki görüşlerini yu*karıda açıklamıştık.

İbni Atlyye bu hususta şunları söyler: «Benim anladığıma göre. âyet, kadınlara ziynet denilen herşeyi erkeklere açmaktan mutlaka kaçınmaları*nı emretmektedir. Ancak zaruret hallerinde örtülmesi mahzurlu olan yüz ve el gibi azaların açılmasında bir mahzur yoktur.» [116]



Dördüncü Hüküm: Kadınların Önünde Ziynetlerini Açabilecekleri Mah*remleri Kimlerdir?


Kur'an-ı kerim, kadınların Önlerinde ziynetlerini açabilecekleri Koca larının dışındaki mahrem erkekleri umumi hükümden İstisna ederek teker teker saymıştır. Bundaki hikmet de kadınların âyette belirtilen kimselerle devamlı bir arada bulunmaları zaruretidir. Bu erkekler kadınla akrabalık vesilesi ile birarada yaşamaktadırlar ve bir fitne uyanması da bahis mev*zuu değildir.

Kadının mahremleri şunlardır:

1- Koca. Kocanın karısının bütün vücuduna bakması mubahtır. Ayette İstisna edilen uzuv haricindeki bütün uzuvlarından da menfaatle-nebillr.

Kurtubî şöyle der: «Kadının kocası ve cariyenin efendisi onun bütün vücuduna bakabileceği gibi, bir istisna dışında bütün uzuvlarından da is*tifade edebilir. Bunun İçin de Aliahu taala kadının ününde ziynetlerini aça*bileceği erkeklerin sayılmasına koca ile başlamıştır.» [117]

2- Saba ve dedeler. Kadının anne ve baba tarafından dedelerinin hükmü aynıdır.

3- Kocanın babası.

4- Kadının kendi oğullan, oğullukları ve torunları.

5- Kadının kardeşleri. Bunlar ister anne baba bir kardeşleri olsun, ister yalnız anne veya babadan kardeşi olsun farketmez.

6- Kardeşlerinin oğullan.

Sayılanların tamamı kadının mahremidir. Bunların önünde ziynetlerini açmaları mubahtır.

Allahu taala bu âyette amca ve dayılara ait hükmü beyan etmemiştir. Bütün fakihlere göre amca ve dayıların hükümleri de mahremiyet bakı*mından yakınlık dereceleri sayılan kimselerle aynıdır. Amca ve dayılar ba*ba hükmünde olduğu için âyette ayrıca sayılmamıştır. Zira çoğu kez am*caya da baba denilmektedir. Nitekim Allahu taala, Yakup aleyhisselamm sorusuna karşılık oğullarının şöyle dediklerini bildirmektedir; «Senin Tan*rına ve babaların İbrahimin, İsmallin, îshakın birtek Tanrı olan Allanma İbadet edeceğiz.» (Bakara: 133) Bilindiği gibi İsmail aleyhisselam, Yakup aleyhlssetamın babası değil, amcasıdır. Fakat amca, baba hükmünde ol*duğu için âyette baba olarak zikredilmiştir.

Âyette sayılan neseb yoluyla akraba erkekler kadının mahremi oldu*ğu gibi süt yoluyla olan aynı akrabalar da kadının mahremleridirler. Zira Resulullah (sav), «Evlenmesi neseben haram olan kadınlar, süt yoluyla da haramdır.» buyurmuştur.

Sayılan kimselerden başka kadınların cariyeleri, kadına ihtiyaç duy*mayan hizmetçileri ve kadınların gizlt yerlerine muttali olmayan çocukla*rın hükümlerini de ayrı ayrı açıklayacağız.



Beşinci Hüküm: Müslüman Bir Kadının Kafir Bir Kadına Karşı Avreti?


Fakihler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Bazı alimlere göre âyetteki «kendi kadınları» ifadesinden maksat «müslüman kadınlar»dtr. Selefin çoğunluğunun görüşü de budur. [118]

Kurtubî şöyle der: «Âyetteki, «kendi kadınları» ifadesinden maksat, «müslüman kadınlaradır, öyleyse mümin bir kadının müşrik ve zımmî bir kafir kadın karşısında vücudunun hiçbir yerini açması helal değildir. An*cak cariyelerinin hükmü müstesnadır.

«Bazı alimlere göre hıristiyan bir kadının müslüman bir kadını öp*mesi veya müslüman bir kadının müşrik bir kadına karşı olan avret ma*hallinin dışındaki yerlerini göstermesi mekruhtur. Zira Hz. Ömer, Suriye valisi Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra)'a yazdığı mektupta, «Bana gelen ha*berlere göre müslüman kadınlarla zımmî kadınlar aynı hamamda birlikte yıkanıyorlarmış. Buna mani ol. Çünkü zımmt bir kadının bir müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir.» demiştir. Bu mektubu alan Ebu Ubeyde (ra), halkı toplayarak, «Hangi kadın özürsüz olarak sırf te*mizlenmek için zımmi kadınlarla hamama giderse, Allah (cc) müslüman-ların yüzünü ağarttığı gün o kadının yüzünü karartır.» demiştir.» [119]

İbni Abbas (ra) da şöyle der: «Müslüman kadınların yahudi veya hı-ristiyan kadınlara vücudlarını göstermeleri haramdır. Zira onlar müslüman kadınların vasıflarını gidip kocalarına ve erkeklerine anlatırlar.» [120]

Bazı alimlere göre de âyetteki «kendi kadınlarından maksat, müslü*man veya zımmî bütün kadınlardır. Alusî de Fahreddin Razi'den naklen, «Kadtnlar'dan maksat müslüman veya kafir bütün kadınlardım demekte*dir. Alusî, Fahreddin Razİ'nin seleften şöyle naklettiğini zikreder: «Kadın-lar'dan maksat müslüman kadınlardır. Buna göre Müslüman olmayan ka*dınlar karşısında müslüman kadının yabancı erkekler karşısında olduğu gibi Örtünmesi lazımdır.» görüşü, bu örtünmenin farz değil sünnet olduğu şeklinde anlaşılır.» [121]

Mevdudî, bu mesele hakkında şunları yazmaktadır: «Allahu taala, «ka*dınlar» yerine, «kendi kadınları» tabirini kullanmıştır. Şayet mutlak ifade ile «kadınlar» deseydi, müslüman kadınların, kadının kadına karşı avreti sa*yılan yerler dışındaki yerlerini, İster mümin ister kafir, ister sal İh e ister fasıke olsun bütün kadınlara göstermeleri helal olurdu. Halbuki Allahu taala âyette «kendi kadınları» tabirini kullanmıştır. Bu şekilde müslüman hür kadınlara ziynetlerini açmaları hususunda bir sınır çizilmiştir.

«İşte bu özel sınırın ne olduğu hususunda müfessirler ve fakihler arasında ihtilaf vardır. Bazı alimlere göre, «kendi kadınları» tabiri yalnız müslüman kadınları İfade eder. Bu, Jbni Abbas {ra), Mücahid (ra) ve İbni Cerir (ra)'nin görüşüdür. Bunlar görüşlerini Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde (ra)'ye yazdığı mektuba dayandırmaktadırlar.

«Diğer bir taifeye göre «kendi kadınlarından maksat bütün kadınlar*dır. Fahreddin Razi'ye göre bu en sıhhatli görüştür.

Bir başka taifeye göre ise «kendi kadınlarından maksat, onlarla tanı*şan, konuşan ve iş yapan kadınlardır. Bu kadınların müslüman olmaları ile olmamaları arasında hüküm bakımından bir fark yoktur. Âyetteki «ken*di kadınları» ifadesi dışında kalan kadınlar tanınmayan, huyu ve adetleri bilinmeyen kadınlardır. Din ihtilafı sözkonusu değildir. Öyleyse müslüman bir kadının tanıdığı iffetli, namuslu, güzel ahlaklı bir hıristiyan kadına kar*şı ziynetlerini açmasında bir mahzur yoktur. Fakat haya perdesj yırtılmış, ahlakına ve terbiyesine güvenilmeyen, yabancı erkeklere karşı laubali davranan kadınlara karşı ise {İsterse müslüman olsunlar) müslüman bir kadının ziynetlerini örtmesi farzdır. Çünkü böylesi kadınların zararı erkek*lerden daha az değildir.»[122]

Mevdudî'nin zikrettiği üçüncü görüş daha mantıkî ve daha sağlam*dır. Müslüman kadınlar bu görüş doğrultusunda hareket ederlerse ahlak*larını daha İyi korurlar, bugünkü batı taklitçisi kadınların şer ve iğvaiarın-dan kendilerini kurtarırlar.

Altıncı hüküm: Hür bir kadın kölesine karşı ziynetlerini açabilir mi?

Âyetteki, «kendi ellerindeki memlukelerden» ifadesi köle ve cariye*leri içini almaktadır. Buna göre hür bir kadın kölesine karşı ziynetlerini açabilir. Bazı alimler böyle hükmetmişlerdir. Şafülerin görüşü de bu yol*dadır. Zira İbni Hacer el-Heytemî Tuhfetü'l-Mİnhac isimli eserinde, «Bir köle mahremine baktığı gibi hanımefendisinin ziynetlerini de görebilir.» demektedir.

İmam Ebu Hanife [ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre-köle hanımefendisi karşısında yabancı bir erkek gibidir. Onun hanımının ziynetlerine bakması helal değildir. Bunlara göre âyetteki «Kendi ellerindeki memlukelemden maksat bütün köleler değil, yalnız cariyelerdir.

Bu görüşlerini Said bin Müseyyeb (ra)'ten bu âyetin tefsiri hususun*da rivayet edilen, «Nur Süresindeki âyete aklanmayınız, Zira o âyet yal*nız kadınlar içindir, erkekler için değit.» [123] sözüne dayandırırlar. Zira erkek köleler mahrem değildir. Onlarda kadın arzusu da mevcuttur. Öyley*se hanımefendilerin erkek köleleri karşısında ziynetlerini açmaları caiz değildir.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, âyette cariyelerin zikredilmesinin sebebi, âyette yalnız mahrem olan hür erkekler zikredildiği için, hür bir kadının cariyesi karşısında da ziynetlerini açmasının caiz olma*dığının sanılmasını önlemektir. Âyette «memlukeler» kelimesinin zikredil*mesi bu yanlış anlamayı ortadan kaldırmaktadır.

İbni Abbas (ra), kölenin hanımefendisinin saçlarını görmesinde bir beis yoktur demiştir. İmam Malik (ra)'in görüşü de budur.

İmam Şafii (ra) yukarıdaki görüşünü Enes bin Malik (ra)'ten rivayet edilen şu hadise dayandırmaktadır: «Resulullah (sav), Hz. Fatıma'ya hibe eltiği bir köleyi ona götürdü. Hz. Fatıma'nın üzerinde kısa bir örtü vardı. Saçlarını örttüğü zaman ayaklan açık kalıyor, aşağıya indirdiği takdirde de saçları açıkta kalıyordu. Bunu gören Resulullah (sav), «Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu senin hizmetctndir.» buyurdu.» [124]



Yedinci Hüküm: Ayetteki Kadın İhtiyacı Duymayan Erkekler Kimlerdir?


Âyeti kerime, kadına ihtiyacı olmayan erkekleri erkeklik hükmünden istisna etmiştir. Kadınlığın ne demek olduğunu bilmeyen ve kadına karşı herhangi bir arzusu olmayan akılsız denilecek kadar ahmak erkekler kar*şısında kadınların ziynetlerini açmasında bir vebal yoktur. Çünkü bunlar kadınlara kötü bir gözle bakmazlar. Biz burada âyetten sahih bir mana çıkarılması ve âyette kasdedilenin ne olduğunun ortaya çıkması için bazı sahabi, tabiin ve müfessirlerin bu âyetin tefsin hususundaki görüşlerini nakledeceğiz.

İbni Abbas (ra)'a göre, âyetteki «erkeklerden yana ihtiyacı olmayan» erkeklerden maksat, kadına hiç ihtiyaç duymayan erkeklerdir.

Katade (ra)'ye göre yalnız karnını doyurmak için eve gelen erkekler-dir.

Mücahid (ra)'e göre midesinden başka hiçbir şey düşünmeyen ve ka*dının ne demek olduğunu bilmeyen erkeklerdir.

Bu hususta daha birçok görüş vardır. Bunların hepsi, âyetteki «Er*keklerden" yana ihtiyacı olmayanlar»in ya erkeklik gücünü yitirmiş kim*seler veya cinsiyet konusunda hiçbir şey bilmeyen ahmaklar erkekler ol*duğunu ifade eder.

Buhari ve diğer muhaddisler Hz, Ayşe ve Hz. Ümmü Seleme'den şöyle rivayet ederler: «Bir hünsa Resulullah (sav)'ın zevcelerinin yanına gider gelirdi. Onlar da onu kadına karşı hiçbir ihtiyacı olmayan bir kimse sa*yarlardı. Resulullah (sav) bir gün Ümmü Seleme (r.anhüma)'nin odasında hünsa ile kardeşi Abdullah ibni Ebi Ümmiye (ra)'yi gördü. Hünsa, Abdul*lah'a, «Eğer Allah (cc}, Taif'in fethini nasib ederse sen Gaylan'ın kızını al. Çünkü o dört kadına bedeldir.» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Ey Allah (cc)'ın düşmanı sen o kadına çok bakmışsın.» diyerek Ümmü Seleme (r.anhüma)'ye döndü ve «Bu adam bundan sonra odana girme*yecektir.» buyurdu.»

Mevdudî şöyle demektedir: «Doğrusu bu hükmü ibadet kasdıyia oku*yan bir hanım, bugünkü evlerde, lokantalarda, kahvelerde, otei ve İşyerle*rinde çalışan bütün genç erkeklerin bu hükmün kapsamına girmediğini bi*lerek onlardan kaçınmalıdır.» [125]



Sekizinci Hüküm: Kadınların Karşılarında Örtünmeyecekleri Çocukla*rın Yaşı Ne Olmalıdır?


Ulema, âyetteki «Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan ço*cuklar» ifadesinde ihtilaf etmişlerdir.

Bazı alir/ılere göre âyetteki çocuklar henüz buluğa ermeyen çocuk*lardır.

Diğer bazı alimlere göre ise, çocukluğundan dolayı kadının gizli yerle*ri ile gizil olmayan yerlerini birbirinden ayırdetmeyen çocuklardır. Bu ikin*ci görüş daha sahihtir. Zira âyetteki çocuklardan maksat, şüphesiz kadın*ların vücudu, tavır ve hareketleri hususunda cinsî bir şuura ulaşmayan küçük çocuklardır. Bu çocuklar yaş itibariyle on yaşından aşağı olmalı*dır. Kadınların gizli yerlerine muttali olan çocuk, henüz buluğ çağına er-mese dahi, kadınların ona karşı ziynetlerini örtmesi daha uygundur.



Dokuzuncu Hüküm; Kadının Sesi Avret Midir?


İslâm fitne ve fesada sebeb olacak herşeyi haram kılmıştır. Hatta ka*dınların yürürken ayaklarını yere sert vurmalarını bile yasaklamıştır. Çün*kü kadınların ayak sesleri erkeklerinkinden farklıdır. Bu bakımdan erkek*lerin kalbinde kadın arzusunu tahrik eder. Nitekim Allahu taala «Gizleye*cekleri ziynetleri bilinsin dfye oya kf ar mı da vurmasınlar.» buyurmuştur.

Hanefiler bu âyete dayanarak kadının sesinin de avret olduğuna hük*metmişlerdir. Zira bu âyet, kadınların ayaklarına taktıkları halhaiların se*sini duyurmaları yasaklanmaktadır. Kadının sesi, elbetteki halhalin sesin*den daha caziptir. Bu yüzden de yasaklanması zarurîdir.

Cessas tefsirinde şöyle demektedir: «Bu âyet kadının yüksek sesle konuşmasının haram olduğuna delalet eder. Çünkü kadının sesi halhal sesinden daha çok fitne uyandırır. Bunun içindir ki mezhebimiz kadının ezan okumasını yasaklamıştır. Bu âyet kadının sesinin yasak olduğuna delalet ettiği gibi, erkeklik hissini uyandırarak fitne ve şüphe doğuraca*ğından kadının yüzüne bakmanın da haram olduğuna delalet eder.» [126]

Hanefiler, kadının sesinin avret olduğuna hükmederken, «Cemaatle kılınan namazda imamı ikaz etmek gerektiğinde erkekler tekbir getirirler, kadınlar ise sağ ellerini sol elleri üzerine vururlar.» hadisini de delil al*maktadırlar.

İmam Şafii (ra) ve diğer alimler ise kadının sesinin avret olmadığına hükmetmişlerdir. Zira kadının alış-veriş yapması, şehadette bulunması caizdir. Zira bu hallerde konuşması zaruridir.

Alusî bu hususta şöyle der: «Şafiilerin muteber kitaplarında zikrolu-nan ve benim de katıldığım görüş, kadınların sesinin avret olmadığıdır. Ancak fitneye sebeb olursa o zaman elbetteki haramdır.» [127]

Fitneden emin olmak şartıyla kadınların sesi avret değildir. Zira Re*sulullah (sav)'ın zevceleri erkeklerle konuşur ve hadis rivayet ederlerdi. Şüphesiz konuştuğu ve hadis rivayet ettiği erkekler arasında onların mah*remi olmayan erkekler de bulunmaktaydı. Bunların konuşmalarına hiçbir sahabi de itiraz etmemiştir.

İbni Kesir, «Erkeğin arzusunu tahrik edecek herşey kadına haram*dır. Bu yüzden evlerinden çıktıkları zaman kadınların koku sürünmeleri ve bu kokuyu erkeklere belli etmeleri yasaktır. Zira Resululiah (sav), «Haramc bakan her göz zanidir. Koku sürerek erkeklerin yanından geçen kadın da...» [128] buyurmuştur.» demektedir.

Yine kadının kolundaki bilezikleri, ellerini sallayarak belli etmesi ha*ramdır. Erkeklere düşen kadınların dar ve cazip renkli elbiselerle sokağa çıkmalarına, sokağa çıkarken koku sürmelerine ve erkekleri cezbedecek biçimde yürümelerine ve konuşmalarına mani olmaktır. Çünkü Allahu taa-la, «Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamaa düşerler.» ve «{Va*kar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahiüyet (devri kadınlarının kınla dö-küle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 32-33) buyurmaktadır.

Fesadın yayılması, ahlakın bozulması, erkeklerin hareketsiz ve gay*retsiz kalmalarındandır. Namusunu kıskanmayan kimse müsliiman ola*maz. Zira Resulullah (sav), «Üç sınıl insan vardır ki ne cennete girebilir, nede cennetin kokusunu duyabilir. Kendisini erkeklere benzeten kadınlar, devamiı içki içenler ve deyyuslar.» dedi. Ashab-ı kiram, «Deyyus kimdir?» diye sorunca da, «Aile halkını erkeklerden kıskanmayanlardır.» buyurdu.



Âyetlerden Alınacak Dersler


1- Kadına bakmak zinanın elçisi, fuhşun öncüsüdür. Müminlere yakışan yabancı kadına bakmamaktır.

2- Gözü sakınmak namusu korur, insanlığı fuhuş ve rezaletten te*mizler.

3- Müslüman kadın ziynetlerini yalnız kocası ve diğer mahremlerine gösterebilir.

4- Müslüman kadtn yabancı erkeklerin görmemeleri için başını, bo*yun ve göğsünü örtmelidir.

5- Çocukların ve kadınların cinsiyetini bilmeyen, erkeklik gücü ol*mayan erkeklerin kadınların yanına gelmelerine bir mani yoktur.

6- Erkeklerin bakışlarını üzerine celbedecek herşey müslüman ka*dına haramdır.

7- Mümin erkek ve kaaıntar tövbe ederek Allah (cc)'a yönelmeli ve İslâm adabı üzere yaşamalıdırlar.

8- İslâmın getirmiş olduğu terbiye sistemj hem ailenin namus ve şerefini, hem de İslâm toplumunu korur.



Âyetlerdeki Teşri'i Hikmetler


Allahu taala müminlere gözlerini namahreme bakmaktan sakınmala*rını ve namuslarını korumalarını emretmiştir. Kadınlara da, nefislerinin ve cemiyetin fuhuş kirinden temizlenmesi, fesat ve ahlaksızlık çukuruna düşmemesi için nefislerini iğfal edici her türlü sebebten korumalarını em*retmiştir.

İslâm, kadına, daha temiz olabilmesi için, erkekten farklı olarak, ko*cası ve mahremi erkeklerin dışındaki kimselere karşı ziynetlerini açma*malarını emrederek fasık ve facir kimselerin hain gözlerinden korunma*ları için şer'i bir örtünme şekli ile örtünmeyi farz kılmıştır.

Ziynetlerin açılması, fitneye sebeb olarak içtimaî ahlakın bozulmasına yol açan en mühim amillerden biridir. Bundan dolayı tslâm kadınlara ya*bancı erkekler karşısında ziynetlerini açmamalarını' tekiden emretmiştir. Zira tesettür, fitnenin pencerelerini, fuhşun kapılarını kapattığı gibi, ze*hirli bir ok gibi her iki tarafı da yaralayan hain bakışlara perde olmakta*dır. Harama bakmak beşeri arzuların elçisi, fuhşun öncüsüdür. Bu hu*susta şair çok güzel söylemiştir: «Bütün ahlaksızlığın kaynağı harama bakmaktır. Nitekim alevler de küçük kıvılcımların birikmesinden meyda*na gelir. Başta görecek göz olduğu sürece, şeriate uyulmadığı takdirde, o gözler güzel kadınlara bakar durur. İnsan herne kadar bir kadına bak*makla sürür duyarsa da kalbine zarar verir. Hemen arkasından büyük zararlar getiren sevinci ne yapayım. Çünkü kadına yöneltilen bakış, sa*hibinin kalbini bir ok gibi deler.»

Seyyid Kutub Fizilat'de şöyle der: «İslâm, şehvani arzuların hiçbir şe*kilde galeyana gelmeyeceği temiz bir toplum kurulmasını hedef edinmiş*tir. Çünkü galeyana gelen bu duygular ancak söndürülmeyecek şehvani arzuların tatmini ile sona erer. Hain bir bakış, heyecan veren bir hareket, çıplak bir vücut, açık ve parlayan bir ziynetin yapacağı tek şey, insanlar*daki hayvanı hisleri uyandırmaktır, İşte İslâm, temiz bir toplumun kurula*bilmesi için kadın ile erkek arasında gayri meşru birleşmeye vesile olan bütün kapı ve yolları kapamayı gaye edinmiştir.»
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Yüzü Açmak Bid'attır


Günümüzde yeni bir iddia ortaya atılmaktadır. Bu, kadının ev içinde kullandığı başörtüsü ile dışarıya çıkabileceği iddiasıdır. Bunlara göre yü*zün örtülmesi şer'i değildir. Çünkü yüz, avret değildir. Bu iddiayı ortaya atanlar, kendilerini Resulullah (sav)'ın haber verdiği her yüz senede or*taya çıkacak mücedditlerden saymaktadırlar. Bunlar bu iddiaları ile müc-tehid olduklarını, geçmişteki İslâm müctehidleri ile yarışarak İctihadlarda bulunduklarını kabul ettirerek modernist görüşlerinin benimsenmesini, ken*dilerine uyulmasını istemektedirler. Bu görüşler bilhassa modernistler ara*sında yaygınlık kazanmaktadır.

Şüphesiz bu görüşün yaygınlık kazanması onların iddialarının doğru*luğunu isbat etmez. Bu, insanların hayvani hislerine hitap etmelerinin bir sonucudur. Hayvani hisler de herzaman şehvanî arzularla beraber yürür. Şehvet ise herkeste vardır. Öyleyse bu görüşün revaç bulmasında hayret edilecek bir taraf yoktur.

Bu İddia sahipleri görüşlerinin kitap ve sünnete uygun olduğunu, böy*le bir Örtünmenin müslüman kadına emredilen şer'İ örtünmeyi yerine ge*tirdiğini sanıyorlar. Böylece kendilerinin. «Hakikat indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu —biz kitapta İnsanlara onu pek aşikar bir surette bildirdikten sonra— gizleyenler (yok mu?) İşte onlar(ın hali:) onlara hem Allah lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder.». (Baka*ra: 159) âyetinde ifadesini bulan İlmi ketmenin günahından kurtulduklarım düşünyorlar.

Ben onların hangi günahtan kurtulduklarını bilmiyorum. Çünkü onlar kadının yüzünden hicabını atmasını ve şehvani arzuların kaynadığı, kötü*lük alevlerinin heryanı sardığı bir toplumda gezmelerini istiyorlar. Bunlar*dan daha evvel, aynı görüşü bazı sapık fikirli şairler savunmuştu. Nitekim bunlardan biri şöyle demişti: «O güzel başörtüsü ile örtünen güzel kadına de ki, sen bu Örtüyü örtmekle ibadet ehil takva kardeşinin dinini götür-dün. Örtünün parıltısı ile senin yüzünden doğan aydınlık bir araya gelin*ce yüzünün yanıtlamasına hayret ediyorum.»

Bu müceddit taslaklarının İddia ve davaları, şer'i örtüyü atmış, İslâ-.mi adaba muhalefet ederek sokaklarda cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılarak gezen kadınlara vücudlarını örtmelerini, buna karşılık yüzlerini ' açmalarını teklif etmiş olsalar bir dereceye kadar haklılık kazanabilir, hoş görülebilir. Çünkü İslâm kanunları da tedrici olarak gelmiştir. Fakat bunlar davetlerini bunlara değil, bilakis Allanın emrettiği şekilde her taraflarını kapattıkları gibi yüzlerini de kapatan kadınlara yapıyorlar. Bu mümin ka*dınların da yüzlerini açarak kadınlık vekarlanndan soyunmalrını istiyorlar.

Bu husustaki tek dayanakları da yüzün avret olmadığı görüşüdür.

Burada ben, Resulullah (sav)'m savaşlarından birinde oğlu şehid olan 1 mümin kadının kıssasını hatırlatmak istiyorum: Kadın yüzü örtülü olduğu "'halde cenazeler arasında şehid olan oğlunu arıyor. Ona, «Yüzündeki bu "örtü ile oğlunu nasıl bulacaksın?» diyorlar. Bu söze karşı kadın, «Çocuğu-" mu kaybetmem, hayamı kaybetmem kadar ağır değildir.» cevabını veriyor.

Müslüman kadından din namına yüzünü açmasını İsteyen bu İddia sahiplerine ve benzerlerine hayret ediyorum. Bilhassa ahlaksız insanların oâaldığı ve ahlaksızlığın ortalıkta kol gezdiği günümüzde bunu nasıl İş*eyebilirler?

Bu müceddit ve müctehid taslaklarına sesleniyorum: Siz, doğru yolu şaşırdınız. İslâmı ve şeriatln hükümlerini doğru anlamıyorsunuz. Sizinle aklî ve şer'î mantıkla konuşuyorum. Fakihlerden yüzün avret olmadığını söyleyenler, fitneden emin olmak şartını öne sürüyorlar. Onlara göre de eğer fitneden korkulursa yüzün açılması haramdır. Şimdi soruyorum size, siz günümüzde fitneden emin misiniz?

islâm, kadına, fitne korkusu ile yabancı erkekler karşısında avretin*den herhangi bir yerini açmasını haram kılmıştır. İslâm kadının saçlarını ve ayaklarını örtmesini emrederken yüzünün ve ellerinin açılmasına mü*samaha etmesi düşünülebilir mi?

Ey modernistfer! Size diyorum! Erkekleri yüz mü yoksa ayaklar mı daha çok iğfal eder? Aklınızı başınıza toplayın. Halka dini işlerde herhan*gi bir şüphe sokmayın. O İslâm ki ayakiarındaki halhalların sesleri duyul*masın diye kadınlara ayaklarını yere sert vurmayı yasaklamış, ziynetlerin*den herhangi birşeyin açılmasını haram kılmıştır. Nasıl ofur da güzelliğin esası ve fitnenin kaynağı olan yüzün açılmasına müsade eder? [129]

Mevzuyu Mevdudi'nin Nur Suresi Tefsin isimli kitabındaki âyetin «bunlardan görünen kısmı müstesna» bölümü hakkındaki açıklamalarıyla bitiriyorum :

«Âyet-i kerimedeki bu cümle, kadınların ziynetlerini kasdi olarak aç*malarının caiz olmadığına delalet eder. Şu varki, kendi kasıtları olmadan açılmaları hal) müstesnadır. Birde, dıştan giydikleri çarşaf ve benzeri giy*sileri gizlemeleri mümkün değildir. İşte bu üstten giyilen çarşaf ve benzeri giyeceklerin görünmelerinde bir beis yoktur. Âyetin bu şekildeki tefsiri Abdullah İbni Mes'ud (ra) ve Hasan-ı Basrî (ra) gibi kimselerden de riva*yet edilmiştir.

«Başka bazı kimseler ise âyetten yüz ve elin açılabileceği hükmünü çıkarırlar. Bunlara göre âyetteki «görünen kısımsdan maksat, insanın adet üzere açabileceği kısımdır. Buna göre, kadının yüzü ve elleri üzerlerinde*ki ziynetle birlikte açmak caizdir. Yani, kadının gözünün sürmesi, yüzünün makyajı, kınası, yüzüğü, bileziği açık olarak gezmesi caizdir.

«Bize göre âyetteki «görünen kısım müstesna» ifadesinden bu mana ,ve sonucun çıkarılması-caiz değildir. Çünkü âyetteki ifade, kendi kendine i; kasıtsız olarak görünen kısım anlamındadır. Kendiliğinden görünmekle in-^ sanın kasdi olarak açıp göstermesi arasında açık bir fark vardır. Zira eâyet sarih olarak ziynetlerin açılmasını haram kılmıştır. Ancak kasıtsız ..olarak açılması halini istisna kabul etmiştir. Bu İstisnayı genişleterek kas-t den açma haddine ulaştırmak Kur'ana ve Resulullah (sav)'tûn rivayet edi*len sahih hadislere muhalefet etmektir.

«Resulullah (sav) zamanında kadınların yabancı erkeklere karşı yüz*lerini açtıkları tesbit edilmemiştir. Çünkü hicab emri yüzü de içine almaktadır. O zaman yüzün örtüsü, kadının elbisesinin bir parçasıdır. Yalnız hac*da ihramda iken yüz ve ellerin açılması mubahtır. Kadınların yüz ve elleri açık olarak yabancı erkekler karşısına çıkmalarını mubah görenlere hayret ediyorum. Onlar yüz ve eller avret değildir demektedirler. Halbuki hicabla setr-i avret arasında büyük bir fark vardır. Avret, kocanın dışındaki mahrem erkekler karşısında da açılması caiz olmayan şeye denir. Hicab ise isetr-i avretin üzerine giyilen örtüye denir.»
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
47. DERS EVLİLİĞİ TEŞVİK VE ZİNADAN KAÇINMA


32 — İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olan*ları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar. Allanın flutfu) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.

33 — Nikaha (evlenmeye imkan) bulamayanlar Allah kendilerini faz*lından zengin kılıncaya kadar, (zinaya karşı) iffetlerini korusun. Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin, onlara Allanın verdiği maldan verin. Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak İsterlerse, siz fuhşa mecbur etmeyin. Kim onları (buna) mecbur ederse şüphesiz ki Allah onlara (o cariyelere) kendilerinin zorlamalarından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

34 — Andolsun ki biz (din hükümlerini) açık açık bildiren âyetler, siz*den evvel gelip geçmiş olanlardan misaller, takvaya erenler İçin de öğüt*ler İndirdik.



Âyetlerin Lafzı Tahlili


(El eyâmâ): Eyyama, eyyim'in çoğuludur. Eyyim. evli olmayan kadın veya erkek demektir.

(İbâdiküm): Abid, köle demektir. (Vâşiün): Vasi, çok zengin demektir.

(Alîm): Alîm, halkın ihtiyacını ve herşeyi hakkıyla bilen. Cenabı Hakkın İsimlerinden biridir.

(Velyesta'fif): İffet kökünden türeyen ve namuslu olmayı ifade eden bir fiildir.

(el-kitab); Kitab, yazılan şey demektir. Âyette ise kölenin belirli bir meblağ karşılığında azad edilmesi demektir.

(Hayren): Hayır, salih amellere denildiği gibi mala da denilir. Buradaki anlamı ise sahih olan kavle göre salih, emniyet ve vefa sahibi kimsedir.

(Feteyâtlküm); Feteyât, fetât'ın çoğuludur. Genç

(El bigâi): Biga kelimesi kadınların zina etmesi cariyeler demektir.

(Tahassünen); İffet anlamındadır. (Arada! hayati): Hayat, meta demektir.

(Ayalin mübeyyinatin): Apaçık âyetler.



Âyetlerin İcmali Manaları


Allahu taala genç ve hür erkekleri evlendirmeyi emrederek şöyle bu*yurmaktadır : Ey müminler, aranızdaki hür erkek ve kadınlardan bekarları evlendirin. Köle ve cariyelerinizden salih olanları da. Şayet evlendireceği*niz bu bekarlar fakir iseler şüphesiz Allah (ccj onları fazlından zengin eder. Onların fakirlikleri evlendirmeniz için bir mani teşkil etmesin. Allahu taala çok cömert ve fazlı geniştir. Kullarından dilediğine bol rızık verir İnsanların hiçbir hali O'ndan gizli değildir.

Allahu taala, maddî ve içtimai sebeblerle evlenme imkânı bulomayan gençlere, fazlından zengin kılmcaya kadar, fuhuştan ve Allah (cc)'ın ha*ram kıldığı şeylerden uzak kalmalarını emretmektedir. Zira kul, Allah (cc)r-ın yasaklarından sakındığı takdirde Allahu taala onlara sıkıntılarından bir çıkış yolu verir. Zira Allahu taala', «Kim Atlahtan korkarsa O, kendisine (her) işinde bir kolaylık verir.» (Talak: 4) buyurmaktadır.

Allahu taala, efendilere, kölelikten kurtulmayı isteyen kölelerle müka*tebe yapmayı ve onların hürriyetleri karşılığı verecekleri malın da kabul edilmesini emretmektedir. Cariyelerin de efendileri tarafından cahiliye devrinde olduğu gibi para kazanmak için fuhşa zorlanmalarını yasakla*maktadır. Haddi tecavüz ederek cariyelerini fuhşa.zorlayanlar için elim bir ozab hazırladığını ve zinaya zorlananların günahlarını bağışlayacağını be*yan etmektedir.

Aliahu taala kullarına doğru yolda yürümeleri için açık açık âyetler, tafsilatlı hükümler ve hadler beyan etmiştir. Kulların hayır ve saadetleri bu âyetlerin gösterdiği hüküm ve hududlara bağlıiıklarındadır. İbret alın*ması için geçmiş ümmetlerden de birçok misaller yermiştir. Takva sahib-lerl için de öğütler indirilmiştir.



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


1- Süyuti Abdullah bin Sebih'ten, o da babasından şöyle rivayet etmiştir: «Ben, Hüveyt bin Abdülızzi'nin kölesiydtm. Ondan mükatebemi istedim. Mükatebe yapmadı. Bunun üzerine Allahu taala, «Etlerinizin malik olduğu {köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenleri...)» âyetini inzal bu*yurdu.» [130]

2- Müslim Sahih'inde Cabir bin Abdullah'tan şöyle rivayet eder: «Abdullah bin Übey bin Setûl'ün Museykete ve Ümeymete isminde iki ca*riyesi vardı. Bunları para karşılığı fuhşa zorluyordu. Gidip Resulullah (sav)'a şikayet ettiler. Sunun üzerine, «Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi... fuhşa mecbur etmeyin.» âyeti nazil oldu.» [131]

Diğer bir rivayete göre, Abdullah bin Übey bin Selûl, adı geçen cari*yelerini döverek fuhşa zorladığında onlardan bir tanesi, «Eğer yapacağı*mız iş hayırsa bunu çok yaptık. Şer ise artık bırakma zamanımız gelmiş*tir.» diyerek Resulullah (savj'a şikayet eder. Bunun üzerine, «Dünya ha*yatının geçici melaını...» âyeti nazil olur.

3- Taberî Mücahid'den şöyle rivayet eder: «Araplar cahiliye dev*rinde gene cariyelerine zorla fuhuş yaptırırlardı. Kazandıkları parayı da kendileri alırdı. Abdullah bin Übey bin Selûl'ün fuhuş yaptırdığı bir cari*yesi vardı. O fuhşu çirkin bularak bir daha yapmayacağına yemin etti. Yine zorlanınca yeşil bir aba karşılığı zina yaparak abayı efendisine ge*tirdi. Bunun üzerine, «Dünya hayatının geçici metaını...» âyeti nazil oldu. [132]

Mukatil, «Abdullah bin Übey bin Selûl'ün zorla zina yaptırdığı bir ca-"riyesi vardı. Bu âyet onun için nazil oldu.» der.

Bütün rivayetler gösteriyor ki, cariyelerini zinaya zorlayan kimse, mü*nafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl'dür.

Bu âyetleri», önceki âyetler arasındaki münasebet

Allahu taala öncekj âyetlerde fuhuştan, zinadan, kadınlara bakmak*tan, kadınlarla bir arada bulunmaktan, avret mahallerinin açılmasından, ziynetlerin gösterilmesinden, evlere izinsiz girmekten ve her türlü ahlak bozucu ve fesada düşürücü kötülüklerden müminlerin kaçınmasını em*retmişti. Bu âyet-i kerimelerde ise evlenmeyi teşvik ederek evlenenlere yardım etmeyi emretmektedir. Çünkü evlilik mümini zinadan koruyan, if*fetini tahakkuk ettiren ve günahtan uzak tutan hayırlı tek yoldur. Bununla beraber insanoğlunun neslinin çoğalmasını sağlayan tek vasıta ve fazllet-;i bir toplumun temelidir. İşte bunun içindir ki, âyet-i kerîme genç erkek ve kızların evlilik yoluyla iffetlerini korumalarını teşvik etmektedir. Evlilik hususunda maddî ve İçtimai engellerin de mutlaka ortadan kaldırılacağına işaret etmektedir.



Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler


Birinci incelik : «İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden satih olanları evlendirin.» âyeti, takva ve salahın kıymetine işaret etmek*tedir. Allah (cc) katında insan mal ve mevkii ile değil, din ve takvası ve salahı ile kıymetlidir. Nitekim Allahu taala, «Akibet, hic şüphesiz takvaya erenlerindir.» {Hud: 49) buyurmaktadır.

Zemahşerî: «Bu âyet evlenmeyi niçin köle ve cariyelerin salih olan*larına tahsis etmiştir diye sorulursa, derim ki: Onların dinlerinin ve salih hallerinin korunması içindir. Zira köle ve cariyelerin salihlerine efendileri şefkat göstererek kendi evladları gibi sever ve korurlar. Bunun içindir ki salih oluşlarından dolayı İslâm da buniara ayrı bir önem vermiştir. Köle ve cariyelerin müfsidleri ise bunun aksinedir.» [133] der.

İkinci incelik: «Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar» âyetinde Allahu taala kendi nefsini haramdan korumak için evlenme yoluna gidenleri kendi fazlından zengin yapacağını vadetmlştir. Birçok sahabinin de âyeti böyle anladıkları nakledilir. Hatta Ebubekir Sıddık (ra), «Atlahu taalan:n nikah hususundaki emrine itaat edin ki size vadolunan zenginliğe hemen ulaşasınız.» demiştir.

Hz. Ömer ve İbni Abbas (ra)'ın da «Rızkınızı nikahla arayın.» dedikleri rivayet edilmiştir. Buna karşılık çok evli olduğu halde yine de fakir olanlar veya zengin iken evlendikten sonra fakir düşen kimseler olduğu söylene*bilir. Unutulmamalı ki, Allah (cc)'tn bu vaadi meşiyyetine .bağlıdır. Nitekim Allahu taala, «Eğer fakirlikten korkarsanız Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir.» buyurmaktadır. Mevzumuz âyette herne kadar Allah (cc)'ın dilemesini İfade eden birşey yoksa da âyetin sonundaki, «Al*lanın (lütfü) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.» cümlesi Allah (cc)'ın dilemesinin mukadder olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «lutfu bol, cömertliği bol» dememiş, «(lutfu) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.» demiştir. İşte âyetin sonundaki bu ifade, «Kulları hakkında neyin hayırlı olduğunu bilendir.» anlamına gelir. Şu halde Allah (cc) hikmeti ve kulun maslahatına göre dilediğini zengin, dilediğini fakir eder. Nitekim hadis-l kudside, «Şüphesiz kullarımdan öylesi vardır ki, fakirlik onun hakkında daha hayırlıdır. Eğer onu zengin etsem, güzel hali bozulur.» ifadesi varid olmuştur.

Zenginlik ile nikah arasındaki bağlantının hikmeti ise halktan bazıları*nın hayaline gelen çocuklar mutlaka fakirliğe sebeb olur yanlış zannını ortadan kaldırmaktır. Zira Allahu taala kulunun nüfusu kalabalık bile olsa onu zengin etmeye muktedirdir. Böyle olduğu gibi bekar da olsa onu fakir edebilir. Öyleyse evlenmek insanın fakirliğine, bekarlık ise zenginliğine vasıta olmaz. Şüphesiz Allahu taalo kuvvet sahibi ve rezzaktır: «Kim Allah-tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtuluş) çıkış yeri ihsan eder. Onu hatır ve hayaline gelmeyecek bir cihetten de nzıklandırır.» (Talak: 2-3)

Üçüncü incelik: «Nikaha (evlenmeye imkân) bulamayanlar... (zinaya karşı) iffetlerini korusun.» âyeti, evlenme imkânı bulamayan gençleri, Al*lah (cc) onlara evlenme imkanlarını halkedene kadar nefislerini haramdan kcrumaya davet etmektedir.

Dördüncü incelik: «Onlara Allanın size verdiği maldan verin.» âye*tinde latif bir işaret vardır. Zenginlerin elindeki servet, yalnızca onlara e-manet edilen Allah (cc)'ın malıdır. Allahu taala o malı güzel kullanmak ü-zere onları vekil kılmıştır. Zira Allahu taala, «(Allahm) size (tasarruf için) vekalet verdiği (maf)dan (O'nun uğrunda) harcayın.d (Hadid: 7) buyur*maktadır. Malın hakiki maliki ancak Allahu taaladır. Zenginler ise malın hakiki sahibi değildirler. Mal ancak onlara bırakılan bir emanettir.

Beşinci incelik: «...Eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse» cümlesi antiparantez bir cümledir. Bu cümleden maksat, efendilerin cariyelerini fuhşa zorlamaları halinde ne kadar kötü bir iş yaptıklarını bildirmektedir. Zira esas olan, cariyeler fuhşa meyletseler bile, efendilerin onları koru*masıdır. Efendiler cariyelerini zorlamasalar, yalnızca davet etseler bile son derece alçakça bir İş yapmış olurlar. O halde onlar, kendilerini fuhşa davet eden efendilerinden daha hayırlı, daha şerefli ve daha temizdirler. Çünkü onlar iffetli yaşamayı fuhşa tercih etmektedirler. Bu tercihleriyle de namuslu, haysiyetli ve şerefti insanlar olduklarını İsbat etmektedirler.

Ebussuud şöyle der: «En az şerefli ve haysiyetli bir kişi bile kendi ha-rımlnde olan cariyesini fuhşa değil zorlamak, razı bile olamaz.» [134]

Altıncı incelik; «Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız di*ye..» âyeti, efendilerin cariyelerini zinaya zorlamalarının ne kadar çirkin birşey olduğuna işaret eder. Zira insanın sahip olduğu en şerefli şey na*mus ve haysiyetidir. Onlar ise bu yüksek şerefi, elden çıkması her an mümkün olan dünya metaı ile değiştirmektedirler.

Yedinci incelik: «Şüphesiz ki Allah onlara kendilerinin zorlanmala*rından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.» âyeti, Allah (cc)'ın mağfiret ve rahmetinin zinaya zorlanan cariyeler için olduğuna işaret et*mektedir. Onları fuhşa zorlayanlara gelince, onlara da Allah (cc)'ın laneti ve azabı vardır.

Hasan-ı Basrî (ra), bu âyeti okuyunca, «Vallahi o mağfiret ve rahmet —üç kere tekrarlayarak— o cariyeleredir.» demiştin Âyetteki «zorlanma*larından sonra da» ifadesi de bunu teyid etmektedir. Çünkü cariyeler bu işi zorla yapmaktadırlar. Bunun için onlardan azab kalkmıştır. Günah ve azab onları zorlayanlarındır.

Ebussuud Efendi bu hususta şöyle der: «Mağfiret ve rahmetin fuhşa zorlanan cariyelere tahsis edilmesi, açıktan, onları zorlayanların Allah (cc)'ın mağfiret ve rahmetinden tamamen uzak olduklarına işaret etmek*tedir.» [135]



Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

Birinci Hüküm: Âyeti Kerimenin Muhatabı Kimlerdir?


Bazı alimlere göre, «İçinizden bekarları... evlendirin.» âyetinin muha*tabı bütün ümmettir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Ey müminler, bekar hür erkek ve kadınları evlendirin.» olur.

Diğer bazı alimlere göre âyetin muhatabı yalnız veliler ve efendilerdir.

Başka bir kısım afime göre ise, âyetin muhatnbı evli olmayan kimse*lerdir.

Kurtubî şöyle der: «Âyet yalnız velilerle efendilere hitab etmektedir. Bir görüşe göre de âyetin muhatabı bekarlardır. Sahih olan birincj görüş*tür. Şayet bekarlara hitab etseydi, «evlendirin» kelimesi yerine «evlenin» kelimesi kullanılırdı.» [136]

Bu görüşlerden tercihe en şayan olan, bütün ümmeti muhatab aldığı*nı söyleyen görüştür. Öyleyse müslümanlara düşen görev, gençler İçin evlilik İmkanlarını kolaylaştırmak, evliliğe mani olan engelleri ortadan kal*dırmaktır. Zira evlilik insanları ve nesli haramdan korunmanın tek yolu*dur.

«Evlendirin.» emrinden maksat, yalnız nikah akdini icra etmek değil, akde götürecek imkanları hazırlamaktır. Zira âyette bekarlığı ifade eden «eyyamĞ» kelimesi, ister büyük, ister küçük olsunlar evli olmayan bütün bekarları ifade eder. Şurası muhakkaktır ki yetişkin bir erkeğin velisi ola*maz. Çünkü o, kendi kendisinin velisidir. Buna göre âyetteki «evlendirin» emrinden maksat, evlenenlere yardım etmek ve evliliği kolaylaştırmaktır. Zira Resulullah (sav), «Size dinini ve huyunu beğendiğiniz birisi geldiği zaman onu evlendirin. Eğer evlendirmezseniz yeryüzünde fitne ve fesat yayılır.» buyurmuştur. [137]



İkinci Hüküm: Evlenmek Farz mıdır, Müstehab mı?


Fakihler evlenmenin hükmü üzerinde ihtilaf ederek birkaç görüşe ay*rılmışlardır.

Zahirîler, evlenmenin farz olduğu görüşündedirler. Bunlara göre ev*lenmeyen bir kimse günaha girmiştir.

Şafülere göre evlenmek mubahtır. Evlenmeyene de hiçbir günah yok*tur.

Cumhura (Hanefi, Maliki ve Hanbeliler) göre evlenmek farz değil müs-tahabtır.

Zahirilerin delilleri:

Zahirîler, âyetteki «evlendirin» emrinin evlenmeyi farz kıldığı görüşün*dedirler. Çünkü evlilik' nefsi haramdan korumak içindir. Nefsi haramdan korumak ise farzdır. Dolayısıyla evlenmek de farzdır. Evlenmeyen kimse günaha girmiş olur.

Cumhurun deliller):

Cumhura göre, selef alimlerinden evliliğin farz olduğu yolunda bir nakil yoktur. Onlardan gelen haberler, evliliğin müstahab olduğu yolundadır. Cumhur görüşlerini aşağıya özetle alacağımız delillere de dayan*dırmaktadır :

1- Eğer evlilik farz olsaydı Resulullah (sav) ve seleften yaygın ve meşhur rivayetler gelirdi. Çünkü evlenme ihtiyacı umumidir. Bu sebeble gerek Resulullah (sav) devrinde, gerek sahabiler devrinde evlenmeyen hiçbir genç kalmazdı. Halbuki biz gerek Resulullah (sav) devrinde, gerek daha sonra evlenmeyen erkek ve kadınlar olduğunu biliyoruz. Resulullah (sav) da bunların evlenmemelerine karşı çıkmamıştır. İşte bu nakil evlen*menin farz olmadığına delalet etmektedir.

2- Eğer evlilik farz olsaydı velilerin evli olmayan dul kızlarını evlen*meye zorlamaları caiz olurdu. Halbuki şer'an dul bir kadını evlenmeye zorlamak caiz değildir. Zira Resulullah (sav), «Dul bir kadın kendisinden izin alınmadan evlendirilemez.» buyurmuştur.

3- Cessas: «Evlenmenin müstahab olduğuna, efendilerin köle ve cariyelerini evlenmeye icbar edemeyecekleri üzerinde bütün alimlerin İtti*fak etmeleri de delalet etmektedir. Zira âyet, bekarlarla birlikte köle ve cariyelerden salih olanlarının da evlendirilmesini emretmektedir. Bu da delalet ediyor ki evlenmek veya evlendirmek ister hür, ister köle olsun müstahabtır.» [138]

4- Resulullah (sav), «Kim benim fıtratımı severse benim sünnetimi işlesin. Nikah da benim sünnetimdir.» [139] buyurmuştur.

5- Resulullah (sav), «Doğurgan bir nesilden sevimli kadınlarla ev*lenin. Zira kıyamet gününde diğer peygamberlere karşı çokluğunuzla ifti*har ederim.» [140] buyurmuştur.

Şafitlerin delilleri :

Evlilik yemek-icmek gibi bir ihtiyacı gidermek ve tat almak içindir. Bunlar ise mubahtır. Dolayısıyla evlilik de mubahtır.

Sahih olan cumhurun görüşüdür. Yani evlenmek müstahabttr. Çünkü Resululiah (sav), sahih ve meşhur olan bir hadiste, «Nikah benim sünne-timdir. Kim benim sünnetimi İşlemezse benden değildir.» [141] buyurmuş*tur.

Şurası unutmamalı ki, fakih ve alimlerin nikah üzerindeki ihtilaflı gö*rüşleri ancak insanın haram işlemekten emin olduğu haller için geçerli*dir. Zina yapmaktan korkutursa o zaman evlenmek farzdır. Zira nefsi ha*ramdan korumak farzdır.

Kurtubt şöyle der: «Evliliğin hükmü insanın halinin değişmesiyle de*ğişir. Mesela zinaya düşmekten ve sabredememekten korkan birisi İçin evlenmek farzdır. Sabredebilecek olan ve zinaya düşmek korkusundan e-min olan kimse için ise evlenmek müstahabtır. Evlenmeye gücü yeten ve evlenmeyi arzu eden kimseler için evlenmek müstahabtır. Bir hürle ev*lenmeye güç yetiremeyenlerin mümkün mertebe nefislerini korumaları farzdır.» [142]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Üçüncü Hüküm: Vefmin Baliğe Olan Bekar Kızını Zorla Evlendirmesi Caiz Midir?


Şafiifer, «İçinizden bekarları... evlendirin.» âyetine dayanarak velile*rin baliğe olan bekarları rızasını almadan evlendirebileceğl görüşündedir*ler. Zira ayetin umumi ifadesi buna delalet etmektedir. Eğer, «Dul bir kadın kendisinden İzin alınmadan evlendirilemez.» hadisi olmasaydı veliler, İzin almadan dulları da evlendirme hakkına sahip olurlardı.

Cessas: «İçinizden bekarları... evlendirin.* âyeti yalnız kadınlara has değildir. Bu ifade kadın ve erkekleri birlikte içine almaktadır. Eğer veliler baüğ olan bekarları zorla evlendirme hakkına sahip olsalardı, Re-sulullah (sav), onların evlenmeleri hususunda izin alınmasını emretmez-di. Zira Resulullah (sav), «Bekar bir kızın evlendirileceği haberine karşılık sükut etmesi izin verdiğine delalet eder.» buyurmuştur. İşte bu hadisten de anlaşılıyor ki, baliğe olan bekar kızları kendilerinden izin almadan ev*lendirmek caiz değildir.

«Hbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Arapların Bekr kabile*sinden bir baba ile kızı Resulullah (sav)'a geldiler. Baba kızını kendisin*den izin olmadan evlendirmiş ve kızı İle arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Resulullah (sav) kıza, «Babanın yaptığına izin ver.» dedi.» Bu hadis de ba*liğe olan bekar kızdan evliliği hususunda İzin almanın farz olduğuna de*lalet etmektedir.» [143]



Dördüncü Hüküm: Kadının Kendi Basına Nikah Akdi Yapması Caiz Mi*dir?


Şafii ve Hanbelî fakihlerine göre, kadın kendi başına nikah akdi ya*pamaz. Yaptığı takdirde yapılan nikah geçerli, değildir. Zira Allahu taala, «İçinizden bekarları... evlendirin.» ve «Müşrik erkerlere de onlar iman e-dlnceye kadar (mümin kadınları) nikahlamayın.» (Bakara: 221) buyurmuş*tur. Bu iki âyette de Allahu taaia, kadınlara değil erkeklere hitabetmiştir. Bu hitap, evlilik hususunda salahiyetin erkeklere verildiğini göstermekte*dir.

Eğer kadınların kendi başlarına evlenmeleri caiz olsaydı, velilerin ve*layet hakları düşmüş olurdu. Evlilik çok çeşitli maksatlar için yapılır. Ka*dın İse çoğu zaman kadınlık duygularının tesiri altında kalmaktadır. Bu yüzden ona evlenmek muhtariyeti verilemez. Evlilik maksatlarının daha kamil biçimde tahakkuk etmesi için evlilik işi kadınların velilerine veril*miştir.

Şafii ve Hanbelilerın görüşleri itim ehlinin ekserisi tarafından da ter*cih edilmiştir. Sahih olan görüş de budur. Şurası var ki, âyetteki hitap yalnız velilere değil, bütün ümmetedir. Yani Allahu taala bütün müminlere evlenmek isteyenlere yardımcı olmalarını emretmiştir. Müslümanlara dü*şen görev, evlilik hususunda birbirlerine yardım ederek İslâm toplumunda bekar erkek ve kadın bırakmamaya çalışmaktır.

Evlilik akdinin hükmü bu âyetten değil, Resulullah (sav)'ın sünnetin*den alınmıştır. Zira Resulullah (sav), «Nikah ancak veli ile yapılır.» [144] buyurmuştur. Bir başka hadiste de, «Hangi kadın velisinden izin almadan nikahlanırsa onun nikahı batıldır.» [145] buyurmuştur.

Alusî, şöyle demektedir: «Benim görüşüme göre, âyetteki «evlendirin» emrinin manası, evliliği kolaylaştırmak ve yardımcı olmaktır. Nikahta sa*lahiyetin velilere verilmesinin sahih oluşu bu âyetten değil, diğer deliller İle anlaşılır.» [146]



Beşinci Hüküm: Hür Bir Erkeğin Bir Cariye İle Nikah Akdi Yapması Caiz Midir?


Bazı Hanefi alimleri, «içinizden bekarları... evlendirin.» âyetinin zahi*ri anlamına dayanarak, hür»bir erkeğin bir cariye ile nikah akdi yapmasını kayıtsız şartsız caiz görmüşlerdir. İsterse bu erkek, hür bir kadın, alabilecek kadar zengin olsun

Şafiilere göre ise, âyetteki, «evlendirin» umumi ifadesi hür bir erkeğin bir cariye ile nikah akdi yapmasına delalet etmez. Ancak hür bir kadınla evlenme gücüne sahip değilse o zaman bir cariye ile evlenebilir. Zira At-lahu taola, «Sizden kim hür-ve müslümon kadınları nikahla alacak bfr bolluğa güç yetlştiremezse o halde sağ ellerinin malik olduğu mümin ca*riyelerinizden (alsın).» (Nisa: 25) buyurmaktadır. Bu âyet hususi bir hü*küm ifade ettiğinden, umumilik ifade eden âyete takdim edilir. Öyleyse an*cak hür ve müslüman bir kadınla evlenmeye güc yetiremeyen erkekler mümin bir cariye ile evlenebilirler.



Altıncı Hüküm: Efendi Köle Ve Cariyesini Evlenmeye Zorlayabilir Mi?


Alimler, «...Kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin.»

âyetine dayanarak efendinin köle ve cariyesini kendilerinden izin alma*dan evlendirme salahiyetine sahip olduğuna hükmetmişlerdir. Zira bu âyet, efendiye köle ve cariyesini evlendirme yetkisi vermekte, onlardan izin al*ma şartını da koymamaktadır.

Alimler yine bu âyete dayanarak köle ve cariyelerin efendilerinden İzinsiz .olarak evlenemeyeceklerine hükmetmişlerdir. Eğer efendilerinden İzin almadan evlenirlerse, efendilerinin üzerlerindeki sahiplik hukukunu tanımamış olurlar. Üstelik böyle bir durumda kölenin evleneceği kadının geçimini kimin temin edeceği de bilinemez. Bu görüşü, «Hangi köle efen*disinden izin almadan evlenirse zanidir.» [147] hadisi de teyid etmektedir.

Kurtubî şöyle der: «Alimlerin ekserisine göre efendi, köle ve cariye*sini zorla evlendirebilir. İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin görüşü de budur. İmam Şafii (ra)'ye göre ise efendi kölesini zorla evlendiremez. Şa*fiilere göre köle de hür insanlar gibi mükelleftir. Bu sebeble evlilik husu*sunda zorlanamazlar. Kölenin mükellef oluşu, onun kamil bir İnsan oldu*ğuna delalet eder. Maliki alimleri, kölenin malikiyeti, efendinin sahipliği yanında yok hükmündedir, görüşündedirler. Kölenin efendisinden izin al*madan evlenemeyeceği hususunda icma edilmiştir.»[148]



Yedinci Hüküm: Karı-Koca Fakirlik Sebebiyle Birbirinden Ayrılabilirler Mi?


Alimler, «Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar.» âyetine

dayanarak, fakirlik sebebiyle nikah akdinin feshedilemeyeceğlne hükmet*mişlerdir. Zira Allahu taala fakirliği nikaha mani olacak hallerden sayma*mıştır. Bilakis fakirleri evlenmeye teşvik etmiş, onların zengfnleştirileceği-nj vadetmiştir. Madem ki fakirlik nikaha mani bir sebeb sayılmıyor, evlili*ğin bozulmasına da sebeb olamaz.

Nekkaş, şöyle der: «Bu âyet, «Koca fakir düştüğü takdirde kadı on*dan ailesini ayırır.» diyenlerin iddialarını reddeder. Hatta onların aleyhine bir delil teşkil eder. Zira Allah taala, «Allah onları fazlıyla zengin yapar.» buyurmuş, «Allah (cc) onları birbirinden ayırır.» dememiştir.»

Kurtubî de şöyle der: «Fakirliğin ayrılma sebebi olduğu yolundaki gö*rüş zayıftır. Bu âyet, nafakasından aciz olacak kadar fakir olanlar hak*kında bir bir hüküm getirmemektedir. Ancak evlenen fakirlerin Allah (cc) tarafından zengin edileceklerine dair bir vaad ifade etmektedir. Fakat zengin bir kimse evlendikten sonra karısının nafakasını veremeyecek ka*dar fakir düşerse o zaman onların ayrılmaları cihetine gidiiir. Zira Al*lahu taala, «Eğer (karı koca) birbirinden ayrılacak olurlarsa Allah herbl-rini fazl ve keremiyle İhtiyaçtan vareste kılar.» (Nisa: 130} buyurmuştur.

«Mevzumuz âyet fakirlerin evlendirilmelerine delil teşkil eder. Fakirin fakirliği sebebiyle evlenmek istememesi de doğru değildir. Zira onun rızkı Allah (cc)'a aittir. Resululiah (sav), kendisine hibe edilen bir kadını, bir * peştemalden başka hiçbir şeyi olmayan birisiyle evlendirdi ve kadın nikah*tan sonra nikahın feshi yoluna gitmedi. Zira evlendiği kimse baştan fa*kirdi. Şayet baştan zengin olsa ve sonradan fakir düşseydi ayrılma İste*ğinde bulunabilirdi.» [149]

«İçinizden bekarları ve kölelerinizden cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar.» âyeti, kız babalarına, kızlarına talib olan temiz, ahlaklı, mazbut gençleri fakirlikle*rinden dolayı geri çevirmemelerini tavsiye etmektedir. Çünkü mal gelip geçicidir. Allah (cc) da fazlıyla herkesi zengin yapmaya muktedirdir.

Bu âyetten anlaşılıyor ki, yetişkin bir genç evlenmek İçin zengin ol*mayı beklememelidir. Allah (cc)'a tevekkül ederek —kazancı az bile olsa— hemen evlenmelidir. Çoğu zaman evlilik insanfarın hayatını düzene sokar, daha çok çalışmalarına ve kazanmalarına vesile olur. Zaten Allahu taala da haramdan korunmak için evlenenlere yardım edeceğini vadetmektedlr. Nitekim Resulullah (sav} da, «Üç sınıf insana Allah (cc)'ın yardımı haktır: Kendini haramdan korumak için evlenene, ödemek niyetiyle efendisiyle mükatebe yapan köleye ve yalnız Allah İçin savaşanlara.» [150] buyur*muştur.

Âyette fakirliğin nikahı bozup bozmama vo'ur.Ja bir sebeb olduğuna delalet edecek hiçbir şey yoktur.



Sekizinci Hüküm: Mut'a Nikahının Hükmü Nedir?


Bazı alimler, «Nikaha (evlenmeye İmkan) bulamayanlar Al I oh kendi*lerini fazlından zengin kılıncaya kadar (zinaya karsı) İffetlerini korusun.a âyetine dayanarak mut'a nikahının batıl olduğuna hükmetmişlerdir. Şayet mut'a nikahı sahih olsaydı, nikah imkanından mahrum olan bir gene için Allahu taala «isdl'faf» (korunma)yı, onu fazlından zengin edinceye kadar beklemeyi emretmezdi. «Korunma» emri, nikah imkanı bulamayan herkes için geçerlidir.

Mut'a nikahı sahih olsaydı, Altahu taala onu sarih bir biçimde emir buyururdu.



Dokuzuncu Hüküm: Efendinin Kölesi İle Mükatebe Yapması Fan Mı*dır?


«Mükatebe», şer'î ıstılahta kişinin kölesi ile, hürriyetine karşılık tak*sitle ödeyeceği bir para üzerinde yazılı anlaşma imzalamasıdır. Mükatebe iki sekili'e yapılır:

1- Köle mükatebe ister, efendisi de kabul eder. «Mükatebe İste*yenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin.» âyeti buna işa*ret ekmektedir.

2- Köle mükateb^ ister, fakat efendisi kabul etmez. Bu durumda mükatebe yapılıp yapılmayacağı hususunda ihtilaf vardır. Zahirîlere göre köle mükatebe istediği takdirde efendinin mükatebe yapması farzdır.

Fukahanın cumhuruna göre ise, köle mükatebe istediği,takdirde efen*dinin mükatebe yapması farz değil, sünnettir.

Zahirilerin delilleri:

Zahiriler, kitabetin farz olduğuna dair Kur'an ve hadisten şu delilleri getirirler:

Kur’an'dan delilleri: «Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız, kitabete kesin.» âyetidir, Zahirilere göre bu âyetin nüzul sebebi de bu forziyete delalet eder. Çünkü bu âyet, Hüveyd bin Abdülızzî'nin kitabet İsteyen Sebih is*mindeki kölesi hakkında nazil olmuştur.

Sünnetten delilleri: Enes bin Malik (ra)'ten rivayet edilmiştir: «Şirin isimli kölem benden mükatebe isledi. Kabul etmedim. Giderek Hz. Ömer'e şikayet etti. Hz. Ömer bana gelip kırbacıyta tehdit ederek «Ellerinizin ma*lik olduğu...» âyetini okudu. Bunun üzerine kölemle kitabet yaptım.»

Davud-u Zahirî: «Eğer kitabet farz olmasaydı, Hz. Ömer, Enes bin Malik (ra) üzerinde kırbaçla durmazdı.» der. Davud-u Zahiri'nin bu görüşü, tabiinin bazılarından —Ata (ra), İkrime (ra), Mesruk (ra), Dahhak (ra)— da nakledilmiştir.

Cumhurun delilleri;

Fukahanın cumhuru (Hanefiler. Malikiter, Şafiiler ve Hanbeliler), kita*betin sünnet olduğuna dair şu delilleri getirirler:

1- Allahu teala, «...Mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız, kitabete kesin.» âyetinde kitabeti efendinin kölesinde bir ha*yır görmesi şartına bağlamıştır. Buna göre eğer köle kitabet ister ve efen*disi onda bir hayır görmezse, muteber olan kölenin İsteği değil, efendisi*nin kararıdır. Âyetin mükatebeyi şarta bağlaması, kitabetin farz değil sün*net olduğuna delalet eder.

2- Resulullah (sav), «Bir müslümanın malı ancak kendi rızası İle verdiği takdirde helal olur.» buyurmuştur. Köle de bir mal olduğundan mü*katebe ancak efendisinin rızası ile olur.

3- Kölenin efendisinden satışını istemesi halinde efendinin bu iste-âi kabul etmesinin vacip olmadığı hakkında İcma vardır. Efendi bu husus*ta icbar da edilemez. Mükatebe de bir nevi satıştır Dolayısıyla kölenin is*teğini efendisinin yerine getirmesi farz değildir.

Cessas bu hususta şöyle der: «Eğer kölenin mükatebe isteğini efen*dinin yerine getirmesi farz olmasaydı, Hz. Ömer. Enes bin Malik (ra)'i kırbaçla tehdit ederek köleslyle mükatebe yaptırmaydı denilebilir. Buna şöyle cevap veririz: Hz. Ömer halkına karşı şefkatli bir baba gibi idi. Onla*ra dinde en efdal olanı, farz olmasa da maslahat bakımından emreder, yaptırırdı. Burada sahih olan cumhurun görüşüdür. Zira âyetteki emir, farzetmek için değil, müstahab olduğunu göstermek içindir.» [151]



Onuncu Hüküm: «Onlara Allanın Size Verdiği Maldan Verin.» Âyetinin Muhatabı Kimlerdir Ve Verilecek Malın Ölçüsü Nedir?


Müfessirler, âyetin muhatabının kimler olduğu hususunda İki görüşe ayrılmışlardır.

1. Görüş: Âyetin muhatabı zekat vermeleri farz olan zenginlerdir. Zenginler, bu âyet İle zekatlarından bir miktarını da mükatebe yapan köle*lere vermekle emrolunmaktadırlar.

Ata, bu âyetin tefsirinde İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Bu ayetin vermeyi emrettiği mal, zekatın taksimine dair âyette sayılan sınıflar içindeki mükatebe yapan kölelere verilmesi icabeden maldır.» Zira onlar aldıkları bu malla kendilerini hürriyete kavuşturmaktadırlar.

2. Görüş: Âyetin muhatabı kölelerin efendileridir. Bu âyet efendilere, mükatebe yaptıkları kölelerine, mükatebe karşılığı alacakları malın bir kısmını vermelerini emretmektedir.

Bu ikinci görüşün daha sahih olduğunu zannederim. Zira âyetin akışı buna delalet etmektedir. Çünkü âyet efendilere köleleri ile mükatebe yap*mayı müstehab kılmaktadır. Aynı şekilde, efendilere, mükatebe yaptıkları maldan bir miktarını kölelikten kurtulmalarına yardım olarak kölelerine bağışlamalarını emreder. [152]

Kurtubî: «Âyetin muhatabları efendilerdir. Âyet onlara kölelerine, kita*bet malından bir miktarını veya kendi mallarından vermeyi emretmekte: dir.» [153]

Fokihler, verilecek malın farz olup olmadığı ve miktarı hususunda ihtilaf ederek yine iki görüşe ayrılmışlardır.

1.) Şafii ve Hanbetilere göre, efendilerin bu malı kölelerine vermeleri farzdır.

İmam Hanbel (ra)'e göre verilmesi farz olan bu malın miktarı, müka*tebe akdinde belirtilen malın dörtte biri kadar olmalıdır.

İmam Şafii (ra}'ye göre, verilmesi farz olan bu malın miktarının belirli birsinin yoktur.

2.) Maliki ve Hanefilere göre ise verilecek mal farz değildir. Âyet de bu malın verilmesini farz olarak emretmemektedir.

Şafii ve Hanbelİlerin delilleri:

Şafii ve Hanbelilere göre, «Onlara Allanın size verdiği maldan verin.» âyetinin zahiri, mal vermenin farz olduğuna delalet eder. Çünkü bu hü*küm emri ifade eden bir cümle ile varid olmuştur.

Hz. Ömer bin Hattab'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Hz. Ömer, Ebu Üm-miye isminde bir kölesi ile mükatebe yapmıştı. Bir taksidini vermeye gelen köleye Hz. Ömer, «Bu parayı benden mükatebene yardım olarak geri ai.» dedi. Ebu Ümmiye de, «Bu parayı bana taksitlerin sonunda verseydin daha iyi olurdu.» dedi. Hz. Ömer, «O vakte ulaşamayacağımdan korkuyorum.» diyerek, «Onlara Allahın size verdiği maldan verin.» âyetini okudu.»

Hanefi ve Malikilerin delilleri:

Hanefi ve Maliktler bu âyetin farz kılıcı olmadığı görüşündedirler. Bun*lara göre, âyette emir ifade eden iki cümle vardır. Birisi, «kitabet kesin» emri, diğeri de «onlara verin» emridir. Bu emirlerin her ikisi de ya farzı gerektirir veya gerektirmez. Eğer farzı gerektirseydi, mükatebe İsteyen kölenin isteğini efendinin yerine getirmesi farz olurdu. Halbuki bu farz değildir. Öyleyse ikinci emrin de farz olmadığı muhakkaktır.

İbnü'l-Arabî şöyle der: «Malın verilmesini farz kabul eden Şafiiler, kitabeti de farz kabul etseydiler tercihleri doğru olabilirdi. Fakat İmam Şafii (ra), kitabetin farz olmadığını savunurken mal vermenin farz olduğu görüşündedir. Ayette asıf olan mükatebeyj farz kabul etmeyerek tali olan mal vermeyi farz kabul etmektedir. Bu da benzeri olmayan bir görüş ve delilsiz bir iddiadır.» [154]

Resulullah (sav), «Yüz vakiyye üzerine mükatebe yapan bir köle, dok*sanını ödese de onunu ödemese yine köledir.» buyurmuştur. Eğer kölenin kitabet akdinden birşey düşmek veya kendi malından vermek farz olsaydı. mükatebe anlaşmasında tayin olunan malın çoğunu ödediği takdirde ge*riye kaiantn düşmesi ve hürriyetine kavuşması lazım gelirdi.

Hz. Ayşe'den rivayet edilmiştir: Berire isimli bir cariye Hz. Ayşe'ye gelerek efendisîyle yaptığı mükatebenin ücreti hususunda yardımını iste*di. Hz. Ayşe ona, «Eğer efendin kabul ederse senin ozad edicin olayım. Anlaştığınız ücretin tamamını ben veririm.» dedi. Berfre, Hz. Ayşe'nin söy*lediklerini efendisine haber verdi. Efendi razı olmadı. Hz. Ayşe durumu Resulullah (sav)'a anlattı. Resuiullah (sav), «Onu satın alarak azad et. Çünkü velayet hakkı azad edene aittir.* buyurdu.

Hanefi ve Malikiler bu hadisle de istidlal ederek, «Resulullah (sav) Hz. Ayşe'nin teklifini reddetmediği halde, efendisine Berire'nin mükate-bede anlaştığı meblağından bir kısmının düşürülmesini veya efendisinin kendi malından ona yardım etmesini emretmemiştlr. Şayet mal vermek ve*ya mükatebe bedelinden bir miktar düşürmek farz olsaydı, Resulullah (sav) in bunu emretmesi icabederdi.» derler. [155]



Onbirinci Hüküm: Zinaya Zorlamak Nedir Ve Zorla Yapılan Zinada Er*kek Ve Kadından Had Düşer Mi?


«...Cariyelerinizi fuhşa mecbur etmeyin.» âyeti insanlardan zorla işle*nen bir günahın cezasının düşeceğine delalet eder. Günaha zorlanan insan muaheze edilmez. Günah ise zorlayana aittir.

Zorlamanın vaki olduğu ancak hayati bir tehlike veya herhangi bir uzvunun telef olması ile tesbit edilir. Yalnız sopa İle tehdit etmek veya değnekle döğmek icbar sayılmaz.

Zinaya zorlanan bir kimsenin hükmü, küfre zorlanan kimse gibidir. Küfre zorlanan kimse için Allahu taola, «Kalbi İman üzere (sabit ve bu*nunla) mutmain olduğu halde İkraha uğratılanlar (küfre zorlananlar) müs*tesna.» (Nah): 106) buyurmaktadır.

Bazı müfesslrlere göre Allahu taalanın «...Eğer kendileri de İffetli ol*mak isterlerse» kaydını koyması, ancak, zorlamanın bu şartla tahakkuk edeceğini bildirmek içindir. Zira cariyenin kendisi zinayı isterse o zaman zorlamaya gerek kalmaz.

Alimler zinaya zorlanan erkeklerden de kadınlar gibi günahın düşüp düşmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhura göre zorla yaptırılan zinada bir günah olmadığı gibi hem er-Kekten hem de kadından had düşer. Bu hususta erkek de kadın gibidir. Çünkü Resulullah (sav), «Benim ümmetimden hataen yapılan, unutularak yapılan ve zorlanarak yapılan işlerin günahları kaldırılmıştır.» [156] buyur*muştur.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise erkeğin zinaya zorlanması ondan zina haddini düşürmez. Ancak Sultan tarafından zorlanması müs*tesna. Bu hususta erkek için zorlanma olamaz. Zira zortama ölüm veya bir azanın telef edilmesi şeklinde olur. Böyle bir halde ise erkeğin zina yap*ma gücü kalmaz. Zorlama ile zina yapabiliyorsa zorlanmadığı anlaşılır. Çünkü gerçekten zorlansa ve korksa idi temas gücünü yitirirdi. Öyleyse zorla yaptırılan zinada erkekten had düşmez.



Cahiliye Devrinde Zina;


Cahiliye devrinde zina çok yaygındı ve iki şekilde yapılırdı. Birisi, bir kadınla birden fazla erkek nikah yapardı. İkinciye ve bazı hür kadınlar taralından para karşılığı yapılırdı.

Kimsesi olmayan bazı kadınlar fuhşu kendileri için bir geçim yolu ya*parlardı. Nikahlandıklan çok sayıda erkekle ilişkide bulunur, onlar da kadının geçimini üstlenirlerdi. B&yle bir kadın gebe kalıp doğum yaptığı zaman, kendisiyle fuhuşvyâpT^fr^ljp^kleri çağırır ve çocuğun onlardan bi-rinden olduğunu söylerdi. Çocuk, kadının seçtiği erkeğin çocuğu sayılırdı.

Umumi zina ise genellikle cariyeler, bazan da hür kadınlar tarafından yapılırdı. Bu da İki yolla olurdu. Birincisi, efendiler cariyelerinden her ay İçin belirli bir para taleb ederlerdi. Cariye de bu parayı zina yoluyla ka-zanarak efendisine verirdi. Cariyelerin temiz bir işte çalışma imkanları yoktu. Bu sebeble onlar fuhşu kendilerine bir iş edinirlerdi.

İkincisi ise. Araplardan bazıları genç kız ve cariyeleri bir evde otur-tarak zina yaptırırlardı. O evde fuhuş yapıldığının herkes tarafından bilin*mesi için de kapılarının üzerine bayrak asarlardı. Bu evlere «mevahirı adı verilirdi. Şayet bu evlerdeki kadınlardan birisi bu rezaleti İşlemeye yanaşmazsa efendisi onu zorlayarak yaptırırdı. Münafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl de bunlardan birisi idi.

Günümüzde de aynı cahiliye devrindeki gibi aşikar, hatta kanun hi*mayesinde fuhuş evleri ve kadınları bulunmaktadır. Hatta denilebilir ki, şimdiki fuhuş cahiliye devrindekinden daha kötü ve çirkindir. Çünkü o dönemde fuhuş genellikle cariyeler tarafından yapılırdı. Bugün İse hür ka*dınlar tarafından yapılmaktadır. Bunun ticaretini yapan sayılamıyacok ka*dar da çoX kimse vardır. Öyle zannediyorum ki bugün çeşitli hastalıkların böylesine yayılmasının sebebi de budur. Zira Resulullah (sav), «Bir top*lumda açıkça fuhuş yapılmaya başlandığı zaman geçmişte olmayan birçok hastalık ortaya çıkar.» buyurmuştur. Bu hadis Peygamber efendimizin mu-cizelerinderpbirisidir.



Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler


Allahu taala, evlenmeyi çok büyük fayda ve yüksek hikmetlere binaen meşru kılmış ve evlilik sebeblerinin kolaylaştırılmasını em/etmiştir. Zira yeryüzünün mamuriyeti ve temiz bir neslin ortaya çıkması ancak evlilik hayatıyla mümkündür.

Allahu taala insanların beşeri arzularını hayvanlar gibi istediği za*man ve yerde başıboş biçimde tatmin etmesine müsaade etmemiştir. Bu sebeble kadın-erkek münasebetlerini bir düzene bağlamıştır. Kadın ve erkeğin insanlık şerefini korumak üzere bir evlilik nizamı vazetmiştir. Öyle bir nizam ki, kadın ve erkeğin tam bir anlaşma, birbirlerinden razı olma, bağlılık ve birbirlerini haramdan koruma düşüncesiyle birleşmelerini sağ*lar.

Cinsi arzu, beşerî arzuların en güçlüsüdür. Bu bakımdan onun başıboş bir şekilde tatmin edilmesi yasaklanmıştır. İnsanları tatmin edecek en iyi yolun evlilik olduğu bildirilmiştir. Bunun İçin harama bakmak bile yasak*lanarak oinsi duyguların helal bir yoila talmfn edilmesi emredilmiştir.

«Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış ol*ması, aranızda bir sevgt ve esirgeme yapması da O'nurt âyet (erindendir. Şüphe yok k! bunda fikrini iyi imal edecek bir kavim tçin elbette ibretler

vardır.» (Rum: 21) âyeti kerimesi söylediklerimizin büyük bir kısmına işa*ret etmektedir.

İslömın çok önem verdiği çocukların necib olmasının, neslin artma*sının, hayatın devamının en iyi ve güzel yolu evliliktir. Resulullah (sav) da çeşitli yol ve suretlerde evliliği teşvik etmiş, «Dünya bir metadır ve onun hayırlısı da saliha bir kadındır.» hadisinde görüldüğü üzere kadının dün-yan-n en hayırlı metaı olduğunu beyan etmiştir.

Resulullah (sav) diğer bir hadisi şeriflerinde de saliha bir kadının in*sanın en önemli hazinesi olduğunu şöyle bildirmiştir: «Size İnsan için en hayırlı olan hazineyi bildireyim mi? Saliha bir kadındır. İnsan,saliha bir kadına baktıkça mesrur olur. O, birşey buyurdunmu hemen yerine getirir. Kendisinden uzaklara gidildiğinde hem kendisini, hem de kocasının malı*nı korur.»

Allahu taala, evlenmeye mani olarak hallerin kaldırılmasını emretmiş*tir Bu manilerin birisi de malîdir. Zira bir ailenin kurulması için malî im*kâna ihtiyaç vardır. Şurası muhakkaktır ki, Allahu taala fakirliğin evlen*meye mani kabul edilmesinin caiz olmadığını bildirmiştir. Çünkü rızık Al*lah (cc)'a aittir. Altahu taala, iffetlerini korumak için evlenmeyi seçen fakirleri zengin yapmayı tekeffül etmiştir. Öyleyse ümmetin üzerine düşen görev, evlenenlere yardım etmek, sebeblerinl hazırlamak ve mümkün olan herşeyi sarfetmektir.

İlahî emir, Allah {ccpn fazlından zengin oluncaya kadar haramdan sakmmamazı da kesin bir ifade İle beyan etmektedir. Çünkü Allahu taala, «Nikaha (evlenmeye imkan) bulamayanlar, Allah kendilerini fazlından zen*gin kılıncaya kadar, iffetlerini korusun.» buyurmaktadır.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
48. DERS HALVET VAKİTLERİNDE ODALARA GtRMEK İÇlN İZİN İSTEMENİN ADABI


58- Ey iman edenler, sağ elinizin malik olduğu (köle ve cariyeler), birde sizden olupda henüz buluğ cağına girmemiş (küçük)ler (şu) üç va*kitte, sabah namazından Önce, öğle sıcağından elbisenizi çıkaracağınız zaman, bir de yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesinler. (Bu) üç (vakit) sizin için avret (ve halvet) vakitleridir. Bun*lardan sonra ise birbirinizi dolanmanızda ne sizin üzerinize, ne onların üze*rine bir vebal yoktur. AHah (herşeyi) hakkıyla bilendir, tom hüküm ve hik*met sahibidir.

59- Sizden olan (hür) çocuklar buluğ çağına ulaştığı zaman ken*dilerinden evvelkilerin İzin istediği gibi izin İstesinler. Allah size âyetlerini böylece beyan eder. Allah (herşeyi) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmit sahibidir.

60- Kadınlardan hayızdan, evlattan kesilmiş, artık nikaha um idleri kalmamış (olan ihtiyarlara gelince: gizli) ziynet (mohafleri)ni erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubalarını bırakmalarında onlar için bir gü*nah yoktur. (Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve Örtünmeleri) ken*diler] için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.



Âyetlerin Lafzî Tahlili


(Llyeste'zinküm): İzin isteme. Buradaki izinden maksat, «yanınıza girebilir miyim?» demektir.

(Elhulüme): Hüiüm, lügatta rüya görmektir. Burada ise rüyada kadınla temasta bulunmak demektir.

(Avrâtin): Avret'in çoğuludur. Avret, örtülmesi ge*reken yerdir.

(EI Işâi): İşâ, yatsı namazı vaktidir.

(Tevvâfûne): Tavaf kelimesinin çoğuludur. Tavaf, bir iş için dolaşmak demektir. Buradaki anlamı hizmetçilerin etrafta hiz*met için dönmeleridir.

(Vel kavâidü): Kavâid, kâid kelimesinin'çoğuludur.

Kâid, çocuk yapmaktan, adetten kesilen ve evlenme umudu kalmayan ka*dınlara denir.

(Gayre müteberricâtin): Müteberricât, teberrüc'ün çoğuludur. Teberrüc, gizli şeyleri açmak demektir. Burada ise, ka*dının ziynetini ve güzelliğini erkeklere göstermek için açması demektir.



Âyetlerin İcmali Manaları


Ey Allah (cc)'a ve Resul (sav)'üne dosdoğru inanan ve şeriatı bir ni*zam, bir yol bilenler! Mülkiyetinizde bulunan köle ve cariyeleriniz ile he*nüz buluğ çağına ermeyen erkek çocuklarınız, şafak zamanı, öğlenin sı*cak zamanı ve yatsıdan sonra yanınıza girmek için sizden izin istesinler. İzinsiz olarak girmesinler. Zira bu vakitler uyku ve istirahat vakti olduğun*dan, izinsiz girdikleri takdirde örtünecek zaman bulamazsınız. Kölelerini*ze, cariye ve çocuklarınıza bu vakitlerde odalarınıza İzinsiz girmelerinin haram olduğunu öğretin. Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girmelerin*de ne sizin için, nede onlar için bir günah yoktur. Çünkü onlar yanınıza yalnız hizmet İçin girerler.

Allahu toala sizi hiçbir zorlukla mükellef kılmamıştır. Onun bütün emir ve yasakları ancak sizin maslahatınız için vazedilmiştir. Küçük çocukları*nız baliğ oldukları, büyük erkekler sınıfına girdikleri zaman onlara yüksek edebteri öğretin. Kendilerinden öncekiler gibi onlar da yanınıza girmek istedikleri zaman sizden izin istesinler. İşte bunlar müminlerin yapışırca-sına tutmaları gereken İslâmî emir ve edeblerdir.

Evlenmekten ümid kesmiş, yaşlılıklarından dolayı erkeklerin kendile*rine kötü bir gözle bakmayacağı kadınların dış elbiselerini çıkarmalarında bir vebal yoktur. Onların çarşaf ve aba gibi örtünme elbiselerini giymeme*lerinde bir beis yoktur. Yalnız onlar gençler gibi örtünürlerse kendileri için daha hayırlıdır.

Allahu taala insanların içinde gizli olanları da bilir, önceden yaptık*larınızı da. Yaptıklarınızın mükafatını muhakkak göreceksiniz. Allah (cc)'m azabından sakınınız.



Âyetlerin Nüzul Se8ebleri


1- Şöyle rivayet edilir: «Esma binti Ebi Mirsed'in kölesi, girilmesini İstemediği bir zaman odasına girmiş. Bunun üzerine Esma Rasulullah (sav)'a giderek «İstemediğimiz vakitlerde hizmetçilerimiz odalarımıza giri*yorlar.» dedi. Bunun üzerine, «Ey İman edenler, sağ elinizin malik oldu*ğu...» âyeti nazil oldu.» [157]

2- Mukatil bin Hayyan'dan: «Ensarilerden' bir kişi zevcesi Esma binti Ebi Mirsed İle bir yemek yaparak Resulullah (sav)'ı davet etmişlerdi. O zaman Esma, Resulullah (sav)'a, «Şu ne çirkin şeydir ki karı-koca bir yatakta iken köle veya hizmetçiler odalarına giriyor.» dedi. Bunun üze*rine bu âyetler nazil oldu.» [158]

3- Resulullah (sav) ensarilerden Müdleo isminde birini öğle zama*nı Hz. Ömer'i çağırmaya gönderdi. Hz. Ömer uyuyordu. Müdlec kapıyı ça*lıp seslenerek içeriye girdi. Uyanan Hz. Ömer yatakta oturunca avret yer*lerinin bir kısmı göründü. Hz. Ömer, «İstiyorum ki Allah (cc) oğullarımızın, hizmetçi ve kölelerimizin bu saatlerde yatak odalarımıza girmelerini ya*saklasın. İçeri girerken de ancak İzin alarak girsinler.» dedi. Resulullah (sav)'ın yanına varınca bu âyetlerin nazil olduğunu öğrendi. Allah {cc)'a şükür secdesine kapandı.» [159]

4- İbni Ebi Hatem, Süddi'den şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav)'ın sahabilerinden bir kısmı bu saatlerde zevceleri İle bir arada bulunurlardı. Bunun için Allahu taala köle ve hizmetçilere bu saatlerde yatak odalarına ancak izin aldıktan sonra girmelerini emretti. Bu emir, «Ey iman edenler, sağ etinizin malik olduğu...» âyetiyle geldi.» [160]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Allahu taala, «...Öğle sıcağından elbisenizi çıkaraca-ğfnizzamon» âyetiyle, bu öğle öncesi uyku vaktinde elbiselerin çıkarılma*sına sarahaten cevaz vermiştir. Bu vaktin çok az olduğuna da «hin» ke*limesi ile işaret etmiştir. Şafak vakti ile yatsı namazı sonrası için «elbise*nizi çıkaracağınız 2oman» ifadesi kullanılmamıştır. Bu saatler herkes ya*tacağı için zaten elbiselerin çıkarılacağı bellidir. Öyle vaktinde hizmetçi ve cariyelerin odalara girişi İzne bağlanınca elbetteki şafak ve yatsı sonrası vakitlerdeki girişler de izne tabi olacaktır. Zira bu vakitler soyunma, istirahat ve uyku vakitleridir.

İkinci incelik: «(Bu) üç (vakit) sizin için avret vakitleridir.» denilme*sinden maksat, bu vakitlerde insanların umumiyetle elbiselerini çıkarma*larıdır. Halbuki âyetteki ifadeye göre avret olan bizzat vakitlerdir. Öyleyse örtülmeleri gereken de bu vakitlerdir. Bu cümle izin almanın farziletini beyan için gelmiştir. Allahu taala mealen sanki şöyle buyurmaktadır: Bu vakitler avret yerlerinin açıldığı vakitlerdir. Bu vakitlerde yatak odalarına izin almadan girmeyin.

Üçüncü İncelik: Âyette yaşlı kadınların örtünmeleri hususunda, «Sa*kınmaları kendileri için daha hayırlıdır.» buyurulmuştur. Bu ifade gene ka*dınların örtünmeye nasıl önem vermeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Yaşlı kadınlar için örtünmenin daha hayırlı olduğunun İfade edilmesi, yaşlı kadınlardan da iştahı çeken soysuzlar bulunduğunu göstermektedir. Bu*nun için onların da örtünmeleri daha doğrudur.



Âyetlerdeki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm : Ayetin Muhatabı Kimlerdir?


«Ey iman edenler, sağ elinizin malik olduğu...» âyetinin zahiri, hita*bın erkeklere olduğuna delalet eder.

Müfessirler, bu âyetin Esma binti Ebi Mirsed hakkında nazil olduğu*nu söylerler. Buna göre âyetin muhatabı hem erkekler, hem de kadınlar olmaktadır. Çünkü âyetin nüzul sebebi, kat'İ olarak âyetin hükmüne gir*mektedir. Âyetin zahiri herne kadar erkeklere hitab ediyorsa da nüzut se*bebi kadın olduğundan kadınlar da bu hükme girmektedirler.

Fahreddin Razi şöyle der: «Bana göre evla olan, izin alma hükmünün açık bir kıyasla kadınlara da sabit olduğudur. Çünkü erkeklerin avret ma*hallerini korumaları farz olunca, bütün vücudu avret olan kadınların da korunması farz olur.» [161]

Ebussuud da, «Buradaki hitap özellikle erkekleredir. Kadınlar-ise bu hükme nassın delaleti İle girerler.» demektedir. [162]

Bazı müfessirler diğer bir görüşü tercih etmişlerdir. Bu görüş özet olarak şöyledir. Âyetteki «Ey iman edenler» hrtabı ister erkek, İster kadın olsun, imanlı olan herkesedir. Buna göre âyetteki hükme bütün kadın ve erkekler girmektedir. Buna göre âyetin manası da «Ey iman ile vasiflanan-lar, Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü tasdik edenler, köle ve cariyeleriniz yatak odalarınıza girmek istedikleri zaman sizden izin alsınlar.» olur. Bu görüş şer'İ hükme daha uygundur.

İkinci hüküm : Âyetteki, «sağ ellerinizin malik olduğu» ifadesinden maksat nedir?

Âyetteki bu ifadeden maksat köle ve cariyelerdir. Halbuki âyetin zahi*rine bakılırsa hükmün yalnız erkeklere mahsus olduğu görülür. İbnİ Ömer ve Mücahid de âyetin zahirine göre hükmetmişlerdir .

Cumhura göre izin alma hükmü, hem köleleri, hem de cariyeleri içine almaktadır. Bunlar ister büyük olsunlar, İster küçük farketmez. Taberl ve müfessirlerin ekserisinin tercih ettikleri ve sahih olan görüş de budur.

Halvet vakitlerinde odalara küçük hizme.tci ve çocukların girmeleri na*sıl doğru değilse, kadın olan hizmetçilerin izinsiz girmeleri de öyle doğ*ru değildjr. Zira bu vakitler umumiyetle insanın soyunduğu vakittir. Birçok insan vardır ki, vücudunu erkeklerin görmesini nasıl istemezse, kadınla*rın kendilerini çıplak görmelerini de öyle sevmez,

Taberî şöyle der: «Bana göre nakledilen görüşlerin en doğrusu, hem erkeklerin hem de kadınların halvet vakitlerinde odalara girmek için izin istemelerine hükmeden görüştür. Çünkü Allahu taala âyette, «Sağ elinizin malik olduğu» demiştir. Bu âyet köle ve cariyeyi birbirinden ayırmamıştır. Öyleyse halvet vakitlerinde kölelerin odalara girmek için izin istemeleri nasıl farz İse, cariyelerin izin istemeleri de öyle farzdır.» [163]



Üçüncü Hüküm Çocuklar Mükellef Olmadıkları Halde Bu Âyete Nasıl Muhatab Olurlar?


Âyetteki hitabın zahiri henüz büiuğa ermemiş küçük çocuklara ise de buluğa ermiş büyük çocukları da içine almaktadır. Çünkü Allahu taala erkeklere, kölelerine, hizmetçilerine ve çocuklarına, odalarına izin aldık*tan sonra girmeleri gerektiğini öğretmelerini emretmektedir. Öyleyse bu âyet zahirde herne kadar buluğa ermemiş küçük çocuklara hitap ediyorsa da h.akikatta buluğa ermiş mükellef çocukları da hükmü içine almaktadır. Nitekim Resulullah (sav) da, «Çocuklarınız yedi yaşına girince namaz kılmalarını emredin. On yaşına girince namaz kılmadıkları takdirde dövün.» buyurmuştur. Hadiste nasıl yedi yaşındaki çocuğa emrediliyor, on yaşındaki çocuk dövülüyorsa halvet vakitlerinde anne babalarının yanma hem kü*çük çocuklar hem de buluğa ermiş çocuklar ancak izin alarak girebilirler.



Dördüncü Hüküm: Ayetteki İzin Alma Farz Mıdır Yoksa Müstahab Mı?


Âyetteki, «Sizden İzin İstesinler» emrinin zahiri, izin istemenin farz olduğuna delalet eder. Bazı alimler de âyetin zahiriyle hükmetmişlerdir.

Cumhur İse, âyetteki izin İstemenin farz değil, müstahab olduğu gö*rüşündedir. Çünkü bu âyet insanlara güzel ahlakı ve edebi bildirmektedir. Buna göre baliğ olanlar bir ev ve odaya gireceklerinde her zaman İzin isterler. Hizmetçiler, köleler ve çocuklar ise yalnız âyette belirtilen üç halvet vaktinde İzin istemek mecburiyetindedirler.

Ibnl Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir âyet vardır ki halkın çoğu gereğini yapmaz. Bu, İzin âyetidir. Ben yanımda oturan cariyeme odama izin isteyerek girmesin! emrediyorum.» [164]

Cumhura göre bu âyetin hükmü neshedilmemiştir. Bazı alimler ise âyetin hükmünün neshedlldiğini söylerler. Zira sahabller ve tabiin bu âye*tin hilafına yaşarlardı.

Cumhur İse sahabe ve tabiin devrinde yatak odalarının kilitlenecek bir kapısı, asılacak bir perdesi olmadığını ileri sürerek ve İkrime (ra)'nin, «Irak'tan birkaç kişi İbni Abbas (ra)'tan izin âyeti ile ilgili görüşünü sordu. İbnİ Abbas (ra}, «Allah (cc) müminleri çok sevdiğinden ve bağışlayıcı ol*duğundan onların her İşte ve yerde örtünmelerini ister. Odaların kapı yer*leri perdeli olmadığından hizmetçi ve çocuklar, efendi ve babalarının yatak odalarına habersiz girdiklerinde onları çıplak olarak görürlerdi, işte Allahu taala, onlar için daha hayırlı olacağından, halvet vakitlerinde oda*lara girmek için izin istemelerini emretti. Fakat ben henüz bu âyetin hük*mü ile amel edeni görmedim.» dedi.» [165] rivayetine dayanarak âyetin hük*münün neshedilmediğlne hükmederler.

Sahih olan, Kurtubî'nin de dediği gibi, bu âyet neshedilmemiştir. İbni Abbas (raj'tan yapılan rivayet de buna delalet eder. İbni Abbas (ra}'a gö*re izin isteme hükmü bjr sebebe binaen gelmiştir. Bu do girenlerin içerdekileri çıplak olarak görmeleridir. Bu sebeb ortadan kalkmadığına göre âyetin hükmü de neshedilmemiştir.



Beşinci Hüküm: Çocuklar Kaç Yaşında Baliğ Olurlar?


«Sizden olan (hür) çocuklar buluğ çağına ulaştığı...» âyeti, çocukların yalnız ihtilam olmakla mükellef ve baliğ olduklarına işaret eder.

İhtilam veya aybaşı erkek ve kız çocuklarının mükellefiyet yaşı olan m buluğ çağına erdiklerinin en açık alametidir. Bu hususta fakihler arasında hiç bir ihtilaf yoktur. Ancak ihtilam olmayan çocukların yaş itibariyle rn kaç yaşında baliğ ve mükellef olacakları hususunda İhtilaf ederek iki gö*rüşe ayrılmışlardır,

İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, ihtilam olmayan çocuğun mükellefiyet yaşı 18 dir. Zira Allahu taala, «Yetimin matına, rüşdüne erinceye kadar, o en güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın.» (En'am: 152) buyur- "n muştur. Çocuğun rüşde erme yaşı, İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edildiği gibi 18 dir. Kız çocukları erkek çocuklarından daha çabuk geliştikleri İçin buluğ yaşlan 17 olarak tesbit edilmiştir.

İmam Şafii (ra), Hanbeli (ra), Ebu Yusuf (ra) ve Muhammed (ra)'e gö re, erkek ve kız çocuklar 15 yaşına girdikleri zaman baliğ ve mükellef sayılırlar. Bunlar İbni Ömer (ra)'den yapılan şu rivayete dayanmaktadırlar: «Uhud muharebesinde Resulullah (sav)'a 14 yaşında bir çocuk arzolundu. Resulullah (sav), çocuğun savaşa katılmasına izin vermedi. Hendek savaşında ise 15 yaşına girmiş bir çoouğun savaşa katılmasına izin verdi.»[166]

Bunlar, genellikle erkek ve kız çocuklarında İhtilam olma yaşının 15'i geçmeyeceği görüşündedirler. O zaman 15 yaşı insanların buluğ ve mükellefiyet yaşıdır.

Cessas: «...Sizden olupda henüz buluğ çağına girmemiş...» âyeti, ihtilam olmayan çocukların buluğlarının 15 yaş olduğu görüşünde olan*ların görüşünün batıl olduğuna delalet eder. Zira Allahu taala bu âyette g yaşa göre baliğ olanlarla henüz İhtilam olmayanlar arasında bir ayırım yap*mamıştır. Resulullan (sav) da, birçok yönden rivayet edilen. «Üç sınıf İnsandan kalem kalkmıştır: Uyanıncoya kadar uyuyandan, akıllanana ka- ^ dar deliden, İhtilam olana kadar çocuktan.» hadisinde 15 yaşına ulaşanlar ile ihtilam olmayanları birbirinden ayırmamıştır. İbnl Ömer (ra)'den rivayet edilen, «Uhud muharebesinde...» hadisinin sıhhati ise şüphelidir, , Zira Hendek muharebesi hicretin beşinci yılında olduğu halde Uhud muharebesi hicretin üçüncü yılındadır. Aradaki fark nasıl bir sene olur. Bu- ,„ nunla birlikte savaş izni baliğ olmakla ilgili değildir. Zira bazan baliğ olan kişilerin zayıflıklarından dolayı savaşa katılmalarına izin verilmezken, baliğ olmayan gelişkin ve kuvvetli çocukların savaşa katılmalarına izin veril*miştir. Nitekim Rafi' bin Hedic'in çocuk yaşta olduğu halde savaşa katılmasına izin verilirken, Sümred bin Cündeb baliğ olduğu halde savaşa ka*tılmasına izin verilmemiştir. Bu da delalet ediyor ki Resulullah (sav) onların ne yaşlarına ne de ihtilam olmalarına bakmıştır.»[167] der.

Cessas, İmam-ı Azam (ra)'ın görüşünü destekleyen birçok şey ortaya koymaktadır. Yalnız sahih olan cumhurun görüşüdür. Çünkü İhtitamın hük- *x mü adetle bilinir. İhtitam olma yaşı da genellikle 15 tir. Zaten Hanefi mez*hebinde de muteber olan İmam Muhammed (ra) İle Ebu Yusuf (ra)'ün gö*rüşleridir.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Altıncı Hüküm: Koltukattı Ve Etek Kılının Bitmesi Baliğ Olmaya Dala*let Eder Mi?


Fukahadan tercih olunan kavle göre, buluğ çağı ya ihtilam ile veya 15 yaşma girme İle tesbit edilir.

Yalnız İmam Şafii (ra), koltukaltı ve etek kılının bitmesinin buluğa delalet ettiği görüşündedir. İmam Şafii, Atiyye-i Kureyzî'den rivayet edi*len, «Resulullah (sav) Kureyz kabilesinden koltukaltı ve eteğinde kıl biten*leri .öldürtmüş, bitmeyenleri Öldürtmemiştir. Bana da baktılar, kıl bitmediği için bıraktılar.» hadisine istinad eder.

Rivayete göre, kendisine bir çocuğun baliğ olup olmadığı sorulan Hz., Osman onda kıl bitip bitmediğini sormuştur. Bu da kıl bitmenin buluğa delalet ettiğini gösterir. Çünkü Hz. Osman'ın sorusu, sahabller arasında ittifak edilen bir mesele olmuştur.

Diğer fakihler ise, kıl bitmenin buluğa delalet ettiği görüşüne itibar etme"mişlerdir.

Cessas bu hususta şöyle demiştir; «Atlyye-i Kureyzî'nİn rivayet ettiği hadisle şer'î bir hükmün isbat edilmesi birkaç acıdan caiz değildir. Birin*cisi, Atiyye-i Kureyzî denilen şahıs meçhuldür. O, yalnız bu hadisle bilin*mektedir. Rivayeti de âyeti kerimeye ve buluğun ihtllamla olduğunu bildiren habere muarızdır. İkincisi, Atiyye'nin hadisinin lafızları rivayetler arasında çok değişmektedir. Bazı rivayetlerde Resulullah (sav)'ın sakalı veya kılı ustura ile tıraş edilebilecek olanların öldürülmesini emrettiği söy*lenmektedir. Bazı rivayetlere göre de koltukaltı ve eteğinde kıl bitenlerin öldürülmesi emredilmiştir. Şüphesiz bilinir ki çocuğun bu hale erişmesi için daha evvel baliğ olması gerekir. Üçüncüsü, kıl bitmesi bedenin kuv*vetine delalet eder. Resulullah (sav)'ın katledilmelerini emretmesi de ba*liğ olmalarından değil, kuvvetli olmalarındandır.» [168]

İmam Şafii (ra), kıl bitmesinin buluğa delalet ettiğini esirlik, cizye ve anlaşma gibi hükümlerin icrasında kabul etmiştir. Yoksa kılın bitmesinin mutlaka buluğa delalet ettiğini değil. Nitekim bu hususa bazı alimler de işaret etmişlerdir.



Yedinci Hüküm: Küçük Çocuklara Farzları Ve İbadetleri Yerine Getir*meleri Emredilir Mi?


Bazı fakihler, «...Sizden olupda henüz buluğ çağına girmemişler...» âyetine dayanarak, henüz baliğ olmayan fakat aklı eren çocuklara farz*ların yerine getirilmesi emredilir görüşündedirler. Bu emir onlar için farz olduğundan değil, onların öğrenip alışmaları İçindir. Zira Allahu taala ço*cuklara üç halvet vaktinde anne-babalarının odalarına girmek için izin istemelerini emretmiştir. Resulullah (sav) da «Çocuklarınız yedi yaşına gi*rince namaz kılmalarını emredin.» buyurmuştur.

İbni Ömer (ra)'den de şöyle rivayet edilmiştir: «Biz çocuklarımıza sağını solundan ayırdettiğl zaman İslâmı Öğretiriz.»

İbni Mes'ud (ra) da, «Çocuk on yaşma girdiği zaman yaptığı İyilikler, ibadetler defterine yazılır. Büyükler hakkında günah olan şeyleri yaptığı takdirde İhtilam oluncaya kadar yazılmaz.» demiştir.

Cessas: «Çocukların ibadetle emrolunması eğitim öğretim içindir. Onun, öğrenmesi, bafiğ olduktan sonra kolayca yapması için alışkanlık kazanması içindir. Çocuklara içki, kumar ve diğer günahlar da yasakla*nır. Eğer çocuklukta yasaklanmazsa, büyüdükten sonra onları alıkoymak çok zor otur. Zira Alla hu taala, «Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, ge*rek ailelerinizi bir ateşten koruyun ki onun yakacağı İnsanla taştır,» (Tah-rlm: 6) buyurmuştur. Bazı müfessirler bu âyetin tefsirinde, «Çocuklarınıza dini öğretin, dini terbiyeyi verin ki onları ateşten koruyasınız.» demişler*dir.» [169]



Sekizinci Hüküm: Ayetteki «Rubalarını Bırakmak »Tan Maksat Nedir?


«Ziynet (mahallerini) erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubala*rım bırakmalarında onlar için bir günah yoktur.» âyeti, kimsenin evlenme arzusunda bulunmayacağı yaşlı bir kadının yabancı erkekler karşısında, sokakta örtündüğü örtüyü, ziynet mahallerini göstermemek kaydıyla çı*karmalarında bir günah olmadığına delalet eder. Yoksa yaşlı kadınların tctmamen soyunmalarına delalet etmez, Çünkü tamamen soyunmak, kendi mahremleri yanında bile olsa haramdır. Bu yüzden fakihler ve müfessirler âyetteki «siyab» (elbise) kelimesinden maksadın çarşaf, dış örtü olduğun*da ittifak etmişlerdir. Bu örtü müslüman kadının ziynetlerini kapatması iCin giyinmesi emrolunan bir giysidir. Zira Allahu taala, «Ey peygamber zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstle*rine giymelerini söyle.» (Ahzab: 59) buyurmuştur. İşte bu dış elbiselerini çıkarma İzni, kadınlık özelliği kaybolan yaşlı kadınlara mahsustur. Şurası muhakkaktır ki, böyle yaşlı bir kadının da dışarıda giyindiği çarşaf ve em*sali gibi elbiselerini çıkarması, bazı erkekler ontora meyfettiği takdirde, caiz değildir.

Kurtubî: «Yasaklanan ziynetlerden birisi de kadınların vücud hatları*nı gösterecek ince elbisedir. Çünkü Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet edildiği*ne göre Resuluilah (sav), «İki sınıf insan vardır ki bunlar ateş ehlidirler. Birincisi, sanki hiç elbise giymemiş gibi ince ve dar elbise giyen kadınlar*dır. Bunlar bu elbiseleri erkekleri kendilerine celbetmek için giyerler. Bun*ların saçları da hörgüçlü develerin hörgücüne benzer. Bunlar cennete girmedikleri gibi çok uzaklardan bile duyulan cennet kokusunu —bir rivaye*te göre de beşyüz yıllık yoldan bile duyulan cennet kokusunu— dahi ala*mayacaklardır.» [170] buyurmuştur. İbnü'l-Arabi, bu hadisin yorumunda, «Bunları elbiseli kabul etmek, üzerlerinde bir elbise olduğundandır. Bun*ların çıplaklıkla vasıflandırılması da elbisenin ince ve dar olduğu için vü*cud hatlarını tamamen göstermesindendir.» demektedir.» [171]

Kurtubi'nin zikrettiği, İbnü'l-Arabî'nin yorumladığı hadisin ikinci bir yorumu daha vardır. Buna göre ince ve dar elbise giyen kadınlar, herne kadar dünya elbisesi giymişterse de takva elbisesinden yoksundurlar. Zira Allahu taala, «Ey Ademoğulları, size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik.ı Takva libası ise, o, daha hayırlıdır.» (Araf: 26} buyurmuştur.

Bu hususta bir şair de şöyle demiştir: «İnsan takva elbisesi giyme*dikçe, giyinik de olsa çıplak gibidir. İnsanın en hayırlı elbisesi Allah (cc)'a ibadettir. Allah (cc)'a asj olanda ise hayır yoktur.lt



Âyetlerden Alınacak Dersler


1- Hizmetçi, cariye ve çocukların halvet vakitlerinde odalara gir*mek için izin almaları zaruridir.

2- Çocuklara İslâm adabını öğretmek müstahabtır. Bu adabtan bi*risi de üç halvet vaktinde odaya girmeden önce izin istemektir.

3- Hizmetçi, cariye ve kölenin bütün vakitlerde izin istemesine lü*zum yoktur.

4- Müslüman bir kadın kölesine ve baliğ olan çocuğuna karşı açıl-mamalıdır.

5- Yaşlı kadınlara çarşaf gibi dış elbiseler giymek farz değildir.

6- Yabancı erkekler karşısında ziynet yerlerini açmak hususunda yaşlı ve genç kadınlar arasında bir fark yoktur.

7- Allah (cc)'ın kanunları hikmetli ve nizamı rahmettir. Müminlere düşen vazife O'nun şeriati ile amel etmektir.



Ayetlerdeki Teşri'i Hikmetler


İslâm ıslah edici, faziletli ve yüksek bir içtimaî adab, yüksek bir İn*sani örnekler manzumesidir. Bütün dinlerin en hayırlı hüküm ve nizamla*rını ihtiva etmektedir.

İslâm! terbiye insanları kemale götürdüğü gibi onların doğru bir şe*kilde yaşamaalarını da temin eder. Çünkü İslâm, bir fazilet ve edeb nümu-nesidir. Bu âyetler insanları evleri teinde edebe davet ettiği gibi ümmete de en güzel ahlakla ardaklanmayı Öğretmektedir.

İslâm, çocuklara ve hizmetçilere de İslâmi aile ve toplumun devamı için en güzel ahlakı öğretmeyi emreder. Bu ahlak ve terbiye ile toplumu gayri islâmî vasıflarından arındırır. İslâmi adabın başlıcalarından biri de bir ev veya odaya girmeden önce izin istemektir. Çünkü önceki âyetlerde Allahu taala, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin.» (Nur: 27) buyurmaktadır.

Sonra da evlerin İçindeki izin isteme adabı gelir. Bu da köle. cariye ve çocuklar içindir. Bunlar odalara izin istemeden girdikleri takdirde efen*dilerinin veya anne-babalannın avretlerine muttali olabilirler. Oysa insan*lar bazı hallerine hiçkimsenin muttali olmasını İstemezler. İşte bundan do*layı İslâm, çocuk ve hizmetçi bile olsalar, avretlerin açık olduğu vakitlerde odalara girmek için izin İstemeyi farz kılmıştır. Bu üç vakitte henüz buluğa ermemiş gelişkin çocuklar ve hizmetçiler anne-baba, efendi ve hanımefen*dilerinin avretlerini görmemek için izin istemek zorundadırlar.

Birçok insan bu islamî edebten yoksun olduğu için, hizmetçilerden ve çocuklardan saklanacak avretleri olmadığını İddia ederler. Halbuki ruhiyat*çılar dahi kabul ederler ki, çocukların gördüğü birçok şey ilerideki ha*yatlarında etki yapar. Hatta çoğu zaman onların ruhî bunalımlara düş*mesine sebeb otur. İşte bu yüksek edebi hiçbir beşerî-nizamda bulamayız. İslama şeref olarak edeb, örtünme ve vekar dini olması yeter. Zira o, halkın avretine bakmaktan sakınmayı emrettiği gibi üç halvet vaktinde de odalara girmeyi izne bağlamıştır. Zira o vakitler, genellikle avret mahal*lerinin açıldığı vakitlerdir.

İslâm hizmetçi ve çocukların her giriş çıkışını İzne bağlamamıştır. İzin istemeyi yalnız üç halvet vaktine münhasır kılmıştır.

İslâm, kadınları, fitne ve fesada sebep olmamak için, ziynetlerini ört*meye çağırmıştır. Dışarı çıkarken de bütün vücudlarını örtmelerini emret*miştir. Yalnız erkekleri tahrik etmeyen ve fitneye sebep olmayan yaşlı kadınların ziynetlerini açmamak kaydıyla dış elbiselerini çıkarmalarında bir günah olmadığını beyan etmiştir. Ancak bu yaşlı kadınların da dış elbiseler giyerek yabancı erkeklere daha haşmetli bir tarzda görünme*leri kendileri için daha hayırlıdır. Bu islâmi adaba da daha uygundur. Çünkü Allahu teala, »(Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve Örtün*meleri) kendileri İçin daha hayırlıdır.» buyurmuştur.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
49. DERS AKRABA EVLERİNDE YEMEK YEMENİN MÜBAHLIĞl VE ADABI


61- Âmâya göre bir harec (darlık ve günah) yok. Topala göre bir harec yok. Hastaya göre bir harec yok. Size göre de (gerek) kendi evle*rinizden, gerek babalarınızın evlerinden, gerek annelerinizin evlerinden, gerek biraderlerinizin evlerinden, gerek kızkardeşlerinlzln evlerinden, ge*rek amcalarınızın evlerinden, gerek halalarınızın evlerinden, gerek dayı*larınızın evlerinden, gerek teyzelerinizin evlerinden, gerek (başkasına alt olupda) anahtarlarına malik (ve hazinedarı) bulunduğunuz (evler)den, ya-hutta sadık dostlarınızın (evlerinden) yemenizde de (bir harec yoktur). Hep birarada toplu olarakta, dağınık dağınıkta yemenizde dahi harec yok. (Şu kadar ki) evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek gü*zel bir sağlık (dHemiş) olmak üzere kendinize selam verin. İşte Allah âyet*leri size böylece beyan eder, Tak) anlayasınız.



Âyetin Lafzı Tahlili


(Haracün): Harec, sözlükte darlık, şeriatte ise günah anlamındadır.

(Mefâtihehü): Miftah'ın çoğuludur. Mlftah. anah*tar demektir.

(Eştâten): Eştât. şefin çoğuludur. Şet ise ayrı, dağınık demektir.

(Feselllmû): Selam vermek demektir.

(Tahiyyeten): Selam vermek.

(Mübareketen): Mübarek, bereket kökünden gelir. Bereket, artış anlamına gelir.

(Tayyibeten): Tayyib, güzel demektir.



Âyetin İcmali Manası


Allah (cc) icmalen şöyle buyurmaktadır: Kör, topal gibi özürlü ve has*ta kimselerin sağlıklı kişilerle yemek yemelerinde bir günah yoktur. Çünkü Allahu taala kibri ve kibirlileri sevmez, Kullarından tevazu ehlini sever.

Ey müminler, akrabalarınızın, dostlarınızın evlerinde ve vekalet etti*ğiniz, anahtarlarına malik olduğunuz evlerde yemek yemenizde bir gunc, yoktur. Topluca da yiyebilirsiniz, tek tek de yiyebilirsiniz. Kardeşlerinizin, akrabalarınızın ve dostlarınızın evlerine girdiğiniz vakit selamla girin. Çünkü selam müminlerin şiorı ve Allah (cc)'ın güzel bereketine bir .vesilede Selam, İslâm adabıyla edeblenmeniz için Allahu taalartm meşru kılanı bir hükümdür.

Dünya ve ahiret saadetiniz ve selametiniz için Allah (cc)'ın size ta I iti buyurduğu edeb ve hükümlere uyunuz. Böyle olursanız her hakkı ve hayı bilir, muttaki müminlerden olursunuz.



Âyetin Nüzul Sebebi


1- İbni Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Aranızda (birbirinizi) mallarınızı haksız sebeblerfe yemeyin.» (Bakara: 188) âyeti nazil olduçu zaman müslümanlar kör, topal gibi özürlüler ve hastalarla yemek yemet-te darlığa düştüler. Çünkü yemek malın en efdalidir. Halbuki Allahu taca malları «haksız sebeblerle yemeyi» yasaklamıştır. Kör yemeğin İyisinin ra-rede olduğunu göremez, hasta kimse de hastalığı nedeniyle yemeği ton yiyemez. İster istemez haklarına tecavüz edilmiş olunur. Müslümanlar işle bu endişe ile onlarla birarada yemek yememeye başladılar. Sunun üzei-ne, «Amaya göre bir harec (darlık ve günah) yoktur...» âyeti nazil oldy»[172]

2- Said bin Müseyyib (ra)'ten şöyle rivayet edilmiştir: «Resululbh (sav) ile sefere çıkan bazı kimseler evlerinin anahtarlarını körlere, topal*lara, hastalara ve akrabalarına bırakırlar ve onlara ihtiyaçları olduğu tek*dirde evdeki yiyeceklerden yiyebileceklerini söylerlerdi, Onlar, yemelsrl halinde ev sahipleri razı olmayabilir düşüncesiyle yemek yemezlerdi, l-te bu sebeble bu âyet nazil oldu.»[173]

3- Mücahid (ra)'den de bu âyet hususunda şöyle rivayet edıir: Muhtaç durumdaki bazı kör, topal ve sakat kimseleri1 sağlam kişiler ev-lerine yemeğe götürürlerdi. Kendi evlerinde yemek bulamayınca da ra*calarının veya annelerinin evine götürürlerdi. Özürlü kişiler bu evlele yemek yemekten çekinirlerdi. Zira yemeğin sahibi olmayan kişi kendilerle yemek yediriyordu. Bunun üzerine, «Amaya göre bir harec (darlık ve günah) yok...» âyeti nazil oldu.» [174]



Âyetin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: Allahu taala âyette yakın akrabaların (babalar, anneler, kardeşler, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler) evlerini zikrettiği halde evladların evlerini zikretmemiştir. Zira evladın malı babanın malı, evi gibidir. Nitekim Resulullah (sav), «Sen ve senin malın babanındır.» buyurmuştur. İşte âyette «kendi evleriniz» tabiri ile iktifa edilerek evladların ev*lerinin sayılmaması bu yüzdendir. Baba ile evladın arasındaki yakınlığın kuvvetinden Ötürü evladın malik olduğu herşey babanın malı gibidir. Re*sulullah (sav) şöyle buyurmuştur: «Kişinin yediklerinin en temiz ve güzeli çocuğunun kazancıdır. Zira çocuk da babasının kazancıdır.» [175]

Ebu Hayyan: «Ailahu taala âyette «evleriniz» tabirini kullanarak ayrıca evladların evlerini zikretmemiştir. Buna göre âyetteki «kendi evleriniz» tabirinden maksat, aile ferdlerinin yaşadığı evlerdir. Evladlar daha aile ferdlerinin en yakınlarındandır. Yemek ruhsatının sebebi yakınlık olduğundan evladın da bunlar arasında bulunması zoruridir.» [176]

İkinci incelik: Meşhur meseldir, birisine «Kardeşini mi yoksa sadık dostunu mu seversin?» diye sorulunca, «Kardeşimi ancak sadık dostum olursa severim.» cevabını vermiş. Birgün evde bulunmadığı bir zaman Hz. ,! Hasan'ın arkadaşları evine geldiler ve yemek yemeye başladılar .Üzerlerine gelen Hz. Hasan, bu durumdan çok sevinerek, «İşte biz sahabilerin büyüklerinden de böyle gördük.» demiştir.

Asrı saadette kişi. sadık dostunun evine girer, yemeğini yer, lazımsa para alırdı. Hatta daha önceden İzin verilmişse cariye ve kölelerini azad ederdi.

İbni Abbas (ra) şöyle der: «insanın sadık dostu, akrabalarından daha yakındır. Zira görülüyor ki, cehennem ehli ateşe atıldıkları zaman, aArtık bizim için ne şefaatçilerden (bir kimse) ne de candan bir dost yok.» (Şuara: 100-101) diyerek dostlarının yokluğundan yakınırken, anne, baba ve diğer yakınlarının yokluğundan yakmmamışlardır.» [177]



Üçüncü İncelik; Aropiar cömertlikle meşhurdular. Hatta ensarilerden birçoğu yemeğini ancak misafiri varsa yerdi.

Arapların Kenane kabilesinden bir zatın yalnız başına yemek yemesi cok ağırına giderdi. Kim| zaman sabahtan akşama kadar sofrada bekler, bir misafir gelsin isterdi. Akşam olduktan sonra beraber yiyecekleri bir

misafir gelmezse çaresi2 yemeğini yalnız yerdi. [178]

Bir Arap şairi bu hqSUSu şöyle dile getirir. «Yemek yaptığında ortak olacak bir misafir ara. *jra ben hiçbir zaman misafirsiz yemek yiyen değitim.»

Dördüncü incelik: Zemahşerî: «Evlere girdiğiniz vakit...» o evin eh*line Allah (cc)'ın meşru kıldığı selam ite başlayın. Zira selam vermek, se*lam verilene selamet di|emek olduğu gibi ona canlılık verir. Çünkü mü*minin mümine daveti salamdır. Selam Ailahu taaladan hayrın ziyadeleş*mesi ve güzel bir rızık talebidir.» [179]

Fahreddin Razi şöy|Q der: «Âyetteki, «kendinize seiam verin» ifade-desinde Ailahu taala bütün müslümanların nefislerini tek bir nefis gibi kabul etmiştir. Buna gÖr6 bir müslümanın diğer bir müslümana selam ver*mesi, kendisine selam verrriesidlr. İbni Abbas Ira), «Girdiğiniz evde kimse olmasa bile «Allah (cc)'ın selamı üzerimize otsun» diye selam verin.» de*miştir.» [180]

Taberî de şöyle der; hbu husustaki görüşlerin en doğrusu, «Müslü*manların evlerine girdiğiniz zaman birbirinize selam verin.» dir. Niçin doğ*ruya en yakın olanın bu olduğunu söyledim? Zira Ailahu taala âyetteki, «evlere girdiğiniz «akit» tabirinde bir evi değil bütün evleri ifade etmiştir. Bundan maksat da meskenlerin hepsinin âyetin kapsqmına girmiş olma*sıdır. Ayrıca mescidler de âyetin umumi İfadesine girmektedir.» (10)



Ayetteki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm: Ayetteki Evlerde Yemek Yemeden Maksat Nedir?


Âyeti kerime akraba evlerinde yemek yemenin mubah olduğuna de*lalet eder. Çünkü akrabaların evlerinde yemekvyemede onları zorluğa sev-kedecek bir durum yoktur. Ayrıca adet de akrabalara yemek yedirmeyi

icabettirir. Bu adet sarahaten İzin vermenin yerine geçer, öyleyse Allahu taalanm âyette saydığı akrabalarda. İzinsiz de olsa, yemek yeme mubah*tır. Çünkü bir akraba evinde yemek yeme onu sevindirir.

Müfessirler, âyetteki «kendi evleriniz» tabirinden maksadın ne oldu*ğu hususunda üç görüşe ayrılmışlardır.

1. Görüş: «Kendi evlerin iz »den maksat, çocukların evleridir. Zira Çocukların evleri, babaların evi gibidir

2. Görüş: Âyetteki akendi evlerinizsden maksat, aile tercilerinizin ev*leri, yani, çocuklarınızın, zevcelerinizin, hizmetçilerinizin evleridir.

3. Görüş: Âyetteki «kendi evleriniz »den maksat, insanın kendi evidir. Âyetten maksat çocukların ve zevcelerin matından yiyebilmektir. Zira ço*cuk ve zevcenin malı kocanın malı gibidir.

Bu hususta Cessas şöyle der: «Bu üç görüşten sahih olan ikincisidir. Zira «kendi evlerinizsden maksat, kişinin ailesi, çocukları ve hizmetçileri gibi evinde duranların evleridir. Bunlar babanın evinde bulunduktan için kendi evine isnad edilmişlerdir. Kişinin kendi malından yemesi zaten mu*bahtır. Âyetteki hitabın zahiri ve başlangıcı bir diğerinin malından yemeyi mubah kılmaktadır. Çünkü Allahu taaia, «...Gerek babalarınızın evlerin*den, gerek annelerinizin, evlerinden...» buyurmaktadır. Bu, mahreı.ı olan akrabaların evlerinde ekmek yemenin mubah olduğunu beyan etmektedir. Hafkm geleneği de bu şekilde cerayan etmiştir.» [181]



İkinci Hüküm: Vekil, Müvekkilin Malından Yiyebilir Mi?


«Anahtarlarına malik bulunduğunuz..» âyetinin zahiri, vekilin müvek*kilinin evinden, malından birşey yiyebileceğine delalet eder.

Ikrime (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Bir kişi «anahtara malik» oldumu birşey yemesi caizdir.»

İbni Abbas (ra) da «Anahtarına malik bulunduğunuz..» âyetinin tef*sirinde, «Kişi müvekkilinin hurmasından yer .sütünden içebilir.» demiştir. [182]

Bazılarına göre de «Anahtarlarına malik bulunduğunuz (evter)»den maksat, yetim malıdır. Vasisi yetimin malından zarar vermemek şartıyla ihtiyacı kadar yiyebilir. Zira Allahu taala, «Kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim do fakir ise o halde örfe göre (birşey) yesin.» (Nisa: 6) buyurmaktadır.



Üçüncü Hüküm: Sadık Dostların Malından İzin Almadan Yemek Mu*bah Mıdır?


Âyeti kerime, akrabaların ve sadık dostların evlerinde yemek yeme*nin mubah olduğunu beyan etmektedir. Âyetin nüzulünden önce hiçkim-se, günah olacağı endişesiyle, başkasının evinde yemek yemezdi. Allahu taala önce, kör, topal ve hasta gibi özür sahiplerinin akraba ve dost ev*lerinde yemek yemelerinin mubah olduğunu beyan etmiş, sonra da bütün İnsanlara akraba ve sadık dostlarının evinde yemek yemeyi mubah kıl*mıştır. Şu halde bir kimse sadık bir dostunun evine gittiği zaman, ondan izin almadan birşeyini yemesi helaldir.

Cessas: «Âyet de izinsiz yemenin mubah olduğuna delalet eder. Me*sela bir kadının kocasının malından izin almaksızın sadaka vermesi gibi. Çünkü örfen bilinir ki, kadının verdiği sadakaya koca mani olmayacaktır. Nasıl ki, izinli veya kitabet yapan bir köle bir başkasını kendi yemeğine davet edebilir, elinde bulunandan sadaka verebilir. Bu hususta efendile*rinden izin almaları da gerekmez.

«Nafi, İbni Ömer (ra)'in «Bir müslümanın diğer bir müslüman karde*şinin altınını, dinar ve dirhemini kullanmakta olduğunu gösterebilir misi*niz?» dediğini rivayet etmiştir.

«İbni Kesir, Rassafî'den şöyle rivayet etmiştir: «Ebu Cafer (ra)'in ya*nında idik. Ebu Cafer (ra) bize, «Bir müslüman kardeşinizin cebinden ve*ya kesesinden parasını alıp yiyebilir misiniz?» diye sordu. Biz de hayır dedik. Bunun üzerine, «öyleyse siz kardeş değilsiniz.» dedi.» [183]

İnsanın sadık dostunun malından, aradaki dostluk ve sevgiden dolayı, o bulunmadığı zamanda bile, yemesi mubahtır. Zira gerçek bir dost, dost*ları malından yediği zaman hem ferahlanır, hem de mesrur olur.



Dördüncü Hüküm; Yemekte Ortaklığın Hükmü Nedir?


İnsanın yemekte başkasına ortak olması caizdir. Âyette, «Hep bir arada toplu olarak da, dağınık dağınıkta yemenizde dahi harec yok.» buyurulması da buna delalet eder. Eğer bir topluluk bir yemeğe ortak olur*larsa beraberce yemeleri caizdir.

İslâmiyetin başlangıcında müslümanlar, başkalarıyla birlikte yemek yemekten, onlardan fazla yiyecekleri korkusuyla, kaçınırlardı. Bundan ötü*rü aynı kaptan yemek yemezlerdi, tşte Kur'an-ı kerim, birisi diğerinden daha İştahlı olsa, daha fazla yemek yese bile aynı kaptan toplu olarak yemelerini mubah kılmıştır. Buna, «Bir do sana yetimleri sorarlar... Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir.» (Bakara: 220) âyeti de delalet eder. Zira Allahu taala bu âyetle yetimlerin yemek*lerini kendilerinkine katarak topluca yemelerini mubah kılmıştır. Yine, As-hab-ı Kehf hakkındaki, «Şimdi siz birinizi bu gümüş para ite şehre gön*derin de baksın, onun hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin.» {Kehf: 19) âyeti de insanların toptu olarak yemek yemelerini mubah kılmıştır. Zira verilen «gümüş para» hepsinin ortak parası idi. O-nunla alınacak yiyecek de hepsinin müşterek malı İdi. İşte fakihler böyle', müşterek para ile alınan yemeğe «mimahede» ismini vermişlerdir. Bu şe*kildeki ortaklık daho çok yolculuklarda yapılır.



Beşinci Hüküm: Yakın Akrabasından Bir Şey Çalanın Eli Kesilir Mi?


Bu hususta Cessas şöyle der: a Mevzumuz âyet, yakın akrabasından birşey çalan kimsenin elinin kesilmeyeceğine delalet eder. Zira Allahu taala âyette yakın akrabaların birbirinin evine izinsiz olarak girmelerini ve yemek yemelerini mubah kılmıştır. El kesilmesine sebeb olan hırsızlık ise, saklamldığı yerden birşeyi gizlice almaktır. Âyetteki evlere girme ve mal*larından yeme müsadesi ise acıkca gösteriyor ki, çalınan mal onlardan gizli birşey değildim

Buna göre sadık dostunun malını çalanın da elinin kesilemeyeceği düşünülebilir. Çünkü mevzumuz âyet, sadık dostların malından İzinsiz olarak yemeyi de mubah kılmaktadır. Fakat durum böyle değildir. Bir kim*se dostunun malını çalıyorsa onun dostu değil demektir. Dış görünüşte dost sayılsa bile aslında dost olmadığı İçin yaptığı hırsızlığa karşılık elinin kesilmesi şer'î bir hükümdür.

Yakın akrabanın evinden yapılan hırsızlıkta, helaliyet şüphesi olduğu için el kesme cezası uygulanamaz, Ancak hırsıza tazir cezası uygulanır.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.



Altına Hüküm: Bu Âyetin Hükmü, İzin İsteme Âyeti İle Neshedilmiş Midir?


Bazı müfessirlere göre mevzumuz âyetin hükmü, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alış*kanlık peyda etmeden ve sefam da vermeden girmeyin.» (Nur: 27} âyetiyle neshedilmiştir. Ayrıca Resulullah (sav) da «Müslüman kardeşinin malı an*cak onun rızası ile helal olur.» buyurmuştur.

Sahih olan görüşe göre ise, bu âyetin hükmü neshedilmemiştlr. Mü-fessirlerln cumhurunun görüşü budur. Bunu Cessas ve Razi de belirtmiş*lerdir. Cessas, Nur Süresindeki âyette mevzumuz âyeti neshedici birşey olmadığını söylemiştir. Mevzumuz âyette zikredilen husus, özürlü kişiler ve yakın akrabalar içindir. «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odakırınızdan başka...» âyeti ise özürlü 'kimselerle yakın akrabalar dışındaki kimselere hitap etmektedir.

Resulullah (sav)'ın hadisine gelince, bu hadis de âyette isim ve vasıf*ları geçen yakın akrabaların dışındaki kimselere mahsustur.

Allah (cc) en iyisini bilendir.



Âyetten Alınacak Dersler


1- Cihada katılamayan özürlü kimselerin diğer müslümanların ev*lerinde yiyip içmeleri mubahtır.

2- Adet olduğu üzere, yakın akrabaların evinde İzinsiz olarak yiyip içmek mubahtır.

3- Sadık dostluğun hakkı çok büyüktür. Bu sebeble sadık dostların evinde izinsiz olarak yemek yeme mubah kılınmıştır.

4- Yemeği ortaklaşa almak ve yemek mubahtır. Bu yemek toplu halde de ayrı ayrı da yenilebilir.

5- İslâm terbiyesini almak zaruridir. Bir eve girildiği zaman İslâmî aaab ve terbiye kurallarına uygun olarak selam verilmelidir.

6- Müslümanlar karşılaştıkları zaman, Allah (cc)'ın meşru kıldığı «Esselamüaleyküm» kelimesi tle selamlaşmalıdırlar.

7- Allahu taala, mümin kullarının dünya ve ahiret saadetine vesi*le olacak hükümler vazetmiştir. ,



Ayetteki Teşriî Hikmetler


Allahu taala halka zulmetmeyi ve zulmen malını yemeyi haram fcıli!i mıştır. Bir kimsenin, bir başkasının malını, gönül hoşnutluğu ile verme-11 dikçe yemesi caiz değildir. Zira Resulullah (sav), «Müslüman kardeşinin, malt ancak onun rızası ile helal olur.» buyurmuştur. Bir başka hadisde de «Müslüman İçin diğer bir müslümanm malı, kam. ırzı ve herşeyi haram-., dır.» buyurulmuştur. .

Allahu taala yakın akrabaların evinde izin almadan yemek yemeyi mubah kılmıştır. Allahu taala bu yakın akrabaları da şöyle beyan etmiş*tir: Babalar, anneler, kardeşler, amcalar, dayılar, halalar ve -teyzeler. Bu akrabalar arasında sıla-i rahim bağlan vardır. Bu bağlar sevgiyi gerekti*rir. Akraba evinde teklifsiz yemek yeme de akrabalık bağlarını kuvvetlen*dirir, birbirlerini görmeyi, konuşmalarını adet haline getirir.

Yakın akrabaların evlerinde yemek yeme mubah kılındığı gibi, sadık dostların evinde İzinsiz olarak yeme de mubah kılınmıştır. Zira sadık dost*luk, yakın akrabalık derecesindedir. Sadık dostların birbirleri üzerinde çok büyük hakları vardır. Çok sadık dost vardır ki insanın kardeşinden daha hayırlıdır. Arapların meşhur bir atasözü vardır. Şöyle denilir: «Annenin doğurmadığı çok kardeşin vardır.»

İşte bunlardan dolayı Allahu taala sadık dostların evlerinde onlardan İzin almadan yemek yemeyi mubah kılmış, dostluk bağlarının kuvvetlen*mesi ve devamı için onu yakın akrabalar sırasında saymıştır.

Sadık dostlara, izinsiz olarak yemek yeme gibi ileri bir hakkın veril*mesi islâmdakl din kardeşliği bağlarının daha da kuvvetlendirilmesi için*dir. İslâm şeriatının olduğu gibi yüksek insanlık düşüncesinin de hedefi budur.

Allahu taala, mümin kullarına, diğer mümin kardeşlerinin evlerine girerken selam vermelerini emretmiştir. Bu Islâmın yüksek içtimaî ada*bının bir gereğidir. Eu bakımdan Ailahu taala müminlere selamı yayma*larını, müslümanlarm birbirlerini her gördüklerinde selamlaşmalarım em*retmiştir. Çünkü selam İslâmın şiarı ve ümmet fertleri arasında kuvvetli bir bağdır. Müslümanların birbirlerini sevmelerinin bir işaretidir.

Nitekim Resulullah (sav), şöyle buyurmuştur: «Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim ki tamamen iman etmedikçe cennete giremezsıniz. Birbirinizi içten sevmedikçe de imanınız kemale ermeyecektir. Aranızda sevgiye vesile olacak şeyi size bildireyim mi? Birbirinizi tam manasıyla sevmeniz için aranızda selamı yayınız.»[184]

Cahiliye devrinde dostlar birbiriyle karşılaştıkları zaman, «Akşamın hayırlı olsun, sabahın hayırlı olsun vb.» şeklinde selamlaşırlardı. İslâm bu sözlerden daha hayırlısını getirmiştir. Bu, en güzel, en temiz ve.sıcak bir karşılama ifadesidir. Bu selam, «Esselamü aleyküm verahmetuliahi» sözüdür. Bu selam şekli. «Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin.» âyetiyle beyan edilmiştir.

Selam Allah (cc)'ın isimlerinden birisidir. Müminlerin bu selamı terke-derek cahiliye devrindeki «iyi günler, iyi akşamlar» gibi sözlere dönmeleri uygun değildir. Çünkü müslüman İslâmın bütün hükümlerini kabul ettiği gibi İslâmın getirdiği adab ve terbiyeyi de kabul etmek mecburiyetindedir.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubi. tefsir. C. 12. S. 188.

[2] Hakim ve Tinnizi, Arar bin Şu'ayb'den nakletmişlerdir.

[3] Süyûti. Dürrü'l-Mansur. C. S, S. 19.

[4] Kurtubl. tefsir. C. 12. S. 168.

[5] Alusi. tefsir. C 18. S. 74.

[6] Kurtubi, tefsir. C. 12. S. 160.

[7] Müslim. Ebu Davud. Tirmizi. 64

[8] Kütüb-i «itte.

[9] Ebu Davud Alusi. age, C. İS, S. 70.

[10] İbni Kesir, tefsir, C. 3.

[11] Şeyh Sais. Tefsiri Ayatül-Ahkam. C. 3. S. 110.

[12] Ahmed bin Hanbel. Müslim ve Ebu Davud rivayet etmiştir

[13] Kütüb-i sitte

[14] Müslim. Nesai.

[15] Şeyh Sais. age, C. 3, S, 113.

[16] Kurtubi. age. C. 12. S. 163.

[17] Kurtubi. age. C. 12. S. 164.

[18] Ibnü'l Arabi, a«e. C. 3

[19] İbni Cevzi, age, C. 6, S. 8

[20] Buhari ve Müslim.

[21] Kurtubl. age, C. 12. S. 162. 80

[22] Ebu Davud, İbnl Ömer'den rivayet etmiştir.

[23] Ifaoü'l-Arabi, age. C. 3. S. 314.

[24] İmam Malik rivayet etmiştir. Bakz. Cemil'i Fovaid, C. 1. S. 27.

[25] Zemahşeri, age, C. 3, S. îee'dan özetle.

[26] Şevkani, Neylu'l-Evtar. Cezalar bölümü.

[27] Buhari. Müslim. Ebu Davud, Ibn-i Mace İbni Abbas’tan rivayet etmişlerdir.

[28] Beyhaki.

[29] Beyhaki.

[30] Buhaıi-Müslim, Ebu Davud. Timizi.

[31] Müslim. Cemü'l-Fevaid. C. 1, S. 7.

[32] Taberi ve Dare Kutni.

[33] İbnü'l-Arabl. age, C. 3. S. 319.

[34] Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir. C. 23. S. 152.

[35] Fahreddin Razi. ugo. C. 23. S. 163

[36] Ibnül-Arabi. age. C. 3. S. 1321

[37] Buhart ve Müslim. 100.

[38] Kurtubi, age. C. 12. S. 173ten özetle.

[39] Tirmizi. Hakim. Beyhaki.

[40] Buharı ve Müslim.

[41] Cessas. age. C. 3. S. 332.

[42] Dört Mezhebip Jtyıh Kitabı ve ibn-i ADıum 106

[43] Fahreddin Razi. Tefsiri Kebir. C. 23. S. 161.

[44] Ibnül Arabi, age. C. 3. S. 1325

[45] İslâmın bu cezalardan maksadı, ümmetin namus ve şerefini korumak, -nuslüman aileleri kötü konuşmalardan alıkoymak ve ailenin Islâmi şe-~=£tni akılsız ve garazkarların dil ve iftiralarından koruyarak ikmal etmek-

[46] Taberi. Camiüi Beyan. C. 6. S. 326. Süyuti, Dürrül-Mansur. C. 5. S. 22. 114

[47] Kurtubl. ase. C. 12, S. 187.

[48] Ebu Davud, Nesai ve lbni Mace.

[49] Abdurrahman Cezeri, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. Lian Babı.

[50] Umu I Arabi. age. C. :t. S n;)3

[51] Daru Kutnt.

[52] Abdurrahman Cczeri, age. Lion Babı. 124

[53] Ahmed bin Hanbel.

[54] Fahreddin Razi, age. C. e, S. 347.

[55] Taberi. uge. C. 18. S. 102. Kurtubi. ftge. C 12. S. 207

[56] Süyûtl. age. C. 5. S. 34.

[57] Süyûtl, age. C. S. S. 34.

[58] Fahreddin Rnzi. Tefsir, C. 23. S. 187.

[59] Fahreddin Razi. Tefsir. C. 23. S. 188.

[60] İbni Cevzi. Zadü'l-Mesir

[61] Süyuti. age. C. S. S. 38.

[62] Abdülvehhab Neccar. Kısası Enbiya adlı eserinde bu kıssayı söyle anlatır. «Yahudiler Musa aleyhisselamı alaca hastalığı ile itham etmişlerdi. Hz. Mu*sa bir gün yıkanmak için soyunmuş ve elbiselerini bir taşın üzerine koy*muştu. Taş. üzerinde elbiseler olduğu halde su içinde akmaya başladı. Hz Musa, suyun kenarından. »Elbisem taşla akıyor!» diyerek koşmaya başladı Taş. yahudilerin topluca bulundukları bir yere kadar giderek durdu. Hz Musa da çıplak olarak oraya kadar gitti. Yahudiler Hz. Musa'nın çıplak vü*cudunu gördükleri zaman onun itham ettikleri ayıp sayılan alaca hastalı*ğından tamamen uzak olduğunu anladılar.» (Çev.)

[63] Zemahşert. Keşşaf Tefsiri. C. 3. S. 223.

[64] Zemahşeri. ace. C. 3. S. 235.

[65] Fahreddln Rozi. age. C. 23. S. 102.

[66] Cessaa. age. C. 3. S. 380.

[67] Cessas. a«e, C. 3. S. 380.

[68] Alusi, Ruhu'l-Meani. C. 18. S. 126.

[69] Alusi. Uge. C. 18. S. 127.

[70] Alusi, age. C. 18. S. »28.

[71] Müslim.

[72] Buhari.

[73] Buhari ve Müslim.

[74] Müslim. Ebu Hüreyreden

[75] Fahreddin Razi, age. C 23. S. 195.

[76] Alusi. age. C 18. S. 132'den özetle 142

[77] Taberi. a$e. C. 18. S. ıı. Alusi. age. C. 18. S. 133.

[78] Alusi, age, C. ıs. S. 137. 152

[79] Zemahşeri. age. C. 3. S. 288.

[80] Tirmizi, Cabir bin Abdullah'tan.

[81] Ahmed bin Hanbel ve Buhari. Edeo faslında

[82] Buhari. Edebü'n-Müfred.

[83] Süyutl. Ibn-i Şeybeden. age. C. 5, S. 36.

[84] Süyuti. age, Abdi Birr İbni Abbas'tan.

[85] Taberani. Süyuti, age. C. S. S. 38'e bak.

[86] F. Razi. Tefsir, C. 23. S. 187.

[87] BuharI ve Müslim.

[88] İmam Malik, Muvatta. Taberı, age. C. 18. S. 112.

[89] Razi. age. C. 23. S. 190

[90] Buhari. Ebu Davud.

[91] Buhari ve Müslim.

[92] Zemahşeri, Tefsir, C. 3.

[93] İbni Ebi Hatem. Süyuti, age. C. 5. S. 38.

[94] F. Razi. age, C. 23. S. 200e bak.

[95] Buharl ve Müslim.

[96] Buhari. Müslim, Tirmizi ve Ahmed.

[97] Cessas, age. C. 3. S. 385.

[98] Razi. age, C. 23. S. 190.

[99] Süyuti, Dürrül-Mensur, C. 5. S. 40.

[100] İbni Kesir, age. C. 3. S. 283. Süyuti. age. C. 5. S. 104.

[101] Mehasinü'd-Tevil, 12. Cüz

[102] Zemahşeri, Keşşaf. C. 3. S. 230.

[103] Tirmizl ve Ahmed.

[104] Müslim, Tirmizi ve Ahmed.

[105] İmam Ahmed. Müsned.

[106] Buharı ve Müslim.

[107] Ebu Davud ve Tirmizi.

[108] Ebu Davud ve İbni Mace

[109] Fahreddin Razİ, Tefsir.

[110] Tirmizi.

[111] İbni Cevzi. Tefsir. C. 6. S. 31.

[112] Taberi. Tefsir. C. 18. S. 118.

[113] Ebu Davud, "Kurtubî, Tefsir. C. 12. S. 229.

[114] Ebu Davud, Sünen, C. e, S. 58.

[115] Kurtubi. age, C. 12. S. 228.

[116] Kurtubî, age. C. 12, S. 229.

[117] Kurtubi, age, C. 12. S. 231.

[118] Fahreddin Razi, age, C. 23. S. 207. 174.

[119] Kurtubi, age, C. 12, S. 233.

[120] Kurtubi. age. C. 12, S. 233.

[121] Alusi, age, C. 19, S. 143.

[122] Mevdudi, Nur Suresi Tefsiri'nden özetle.

[123] Alusi, age..C. 18, S. 144. Kurtubİ, age, C 12. S. 234.

[124] Beyhski ve Ebu Davud.

[125] Mevdudî, Nur Suresi Tefsiri. 178

[126] Cessas. age. C. 3. S. 393. 2ö

[127] Aiusi, age. C. 18, S. 146

[128] Ebu Davud. Nesai ve İbni Kesir.

[129] Bu husustaki tafsilat. Ahzah Suresi hicab âyetleri bahsinde gelecektir.

[130] Zemahşeri, Keşşaf. C. 3. S 190.

[131] Süyuti, age, C. 5, S. 44.

[132] Sıddık Hafi. Fethü'l Beyan, C. 6. S. 630.

[133] Zemahşeri. age. C. 3, S. 106.

[134] Ebussuud Efendi. Tefsir. C. 4. S. 58.

[135] Ebussuud Efendi, Tefsir. C. 4. S. 58.

[136] Kurtubi, age, C. 12. S. 238.

[137] Münavi. Camiü's-Sagir. Munzıri, Tergib ve Terhib. 192

[138] Cessas, age, C. 3. S. 394.

[139] Cessas. age, C. 3, S. 394

[140] Munziri. Tergib ve Terhib.

[141] Buhari ve Müslim.

[142] Kurtubi, age, C. 12, S. 238.

[143] Cessas, age. C. 3, S. 3B4.

[144] İmam Hanbel, Tirmizi. Ebu Davud.

[145] Tirmizi. Ibni Mace.

[146] Alusi, age. C. 18, S. 148.

[147] Şeyh Sais. Tefsir

[148] Kurtubî. age. C. 12, S. 242

[149] Kurtubl, age. C. 12. S. 242.

[150] Timizi, Nesâi, Ibni Mace. 198

[151] Cessas, age, C. 3, S. 360.

[152] İbni Cevzi, age. C. 6, S. 37.

[153] Kurtubî, age, C. 12, S. 252.

[154] İbnü'l-Arabl. age. C. 3, S. 1372.

[155] Cessas, age. C. 3. S. 389. 202

[156] Kütüb-i Sitte.

[157] Alusi. age. C. 18, S. 209.

[158] Sıddık Han, age, C. 6, S. 398.

[159] Alusi. age. C. 18, S. 209.

[160] Suyuti, age, C. 5. S. 55.

[161] Fahreddin Razı, age. C. 24.' S. 28

[162] Ebussuud, age, C. 4. S. 72.

[163] Taberi, age, C. 18. S. 161.

[164] Zemahşeri, age. C. 3, S. 200.

[165] Ebu Davud. Cessas. age. C. 3. S. 406. Süyûtİ. Tefsir. C. 5. S. 56.

[166] imam Ahmed.

[167] Cessas. age, C. 3. S. 408.

[168] Fahreddin Razl. age, C. 3. S. 408.

[169] Cessas, age, C. 3. S. 410.

[170] Müslim, Ebu Hüreyre'den.

[171] Kurtubi age. C. 12, S. 310.

[172] İbni Cevzi, age. C. 8. S. 64. Ebu Hayyan. agfe. C. e. S. 473. Süyûti. age. C 5. S. 58.

[173] İbni Cevzi! age, C. 6. S. 84. Vahidi, Esbab-ı Nüzul.

[174] Cessas. age. C. 3. S. 334. İbni Cevzl, Tafaerl, Süyûtl.

[175] Buharı tarihinde, Müslim.

[176] Ebu Hayyan, age. C'6, S. 474.

[177] Ebu Hayyan. age, C. 8, S. 474.

[178] İbni Cevzl, age, C. 6.

[179] Zemahşeri, age, C. 3.

[180] Fahreddin Razî, age. c. 18. 10 — Taberi, age, C. 8, S. \w.

[181] Cessas. age, C. 3, S. 335.

[182] Ebu Hayyan, age. C. 8. S. 475

[183] Cessas, age. C. 3, S. 338.

[184] Sünen kitapları.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
50. DERS ANNE-BABAYA HAYİR VE İTAAT ETMEK.. 2

Ayetlerin Lafzî Tahlili 2

Ayetlerin Nüzul Sebebi 2

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler 3

Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler 3

Birinci Hüküm; Haramlığa Sebeb Olan Süt Emzirmenin Müddet Ne Kadardır?. 3

İkinci Hüküm: Gebeliğin Şer’i Müddeti Ne Kadardır?. 4

Üçüncü Hüküm: Oğlunu Öldüren Baba Kısas Edilir Mi?. 4

Dördüncü Hüküm: Dinen Mahzurlu Ofan Şeylerde Anne Ve Babaya Taat Edilir Mi?. 4

Ayetlerden Alınacak Dersler 4

Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler 5


50. DERS ANNE-BABAYA HAYİR VE İTAAT ETMEK


12 — Andol sun ki biz Lokman'a, Allaho şükret diye(rek) hikmet ver*dik. Kim şükrederse ancak kendi faidesi için şükreder. Kim de nankörlük ederse hiç şüphe* yok ki Allah ganidir (müstağnidir), her hamde layıktır.

13 — Hani Lokman oğluna —o ona öğüt verirken— (şöyle) demişti: «Oğulcağızım, Allaha ortak koşma Çünkü şirk elbette büyük bir zulüm*dür.»

14 — Biz insana ana ve babasını tavsiye ettik. Onun anası kendi*sini zaaf üstüne zaaf ile taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür). «Bana ve ana ve babana şükret. Dönüşün ancak banadır.» (dedik).

15 — Eğer onlar sence itimde (yeri) olmadık herhangi birşeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dün*yada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy. Nihayet dönüşünüz ancak ba*nadır. (O vakit) ben de size ne yapıyordunuz haber veririm.»



Ayetlerin Lafzî Tahlili


(El hikmete): Hikmet işte ve sözde isabet etmedir. Diğer bir'deyişle herşeyi tam yerine koymadır.

(Ganlyyün): Gani, halka ihtiyacı olmayan. (Hamidün): Hamid, yer ve gök ehlinin hamdettiği

(Yelzuhu): Izetü kökünden gelir. Nasihat ve irşad demektir.

(Vehnen): Zayıflama demektir.

(Fisalühü); Fisal, sütten kesmek.

(El masîr): Masîr, dönülecek yer demektir.

(Cehadâke): Cehd kökünden gelir. Cehd ise in*sanın bütün gücünü sarfetmesi demektir.

(Marufen): Maruf, bilinen. Fiillerden güzel olanlar. .

(Enabe): Allah (cc)'a dönmek demektir.

Allahu taala salih kulu Hz. Lokman'ın yüksek mevklsine işaret etmek İçin onun ağzından anne-babanın hakkını beyan etmiş ve Allah (cc) ka*tında en büyük günah otan şirkten kaçınmayı emretmiştir. Allahu toala bu yolla o salih kuluna bağışlamış olduğu aklı ve hikmeti de haber vermek*tedir. Çünkü o, hikmetli konuşur, halka hikmeti öğretirdi.

Allahu taala bu âyetlerde Lokman hakimin oğluna tavsiye ettiği na-sihatlardan bazılarını saymıştır. Bu nasihatlann en mühimi de küfür ve şirkten kaçınmaktır. Zira küfür ve şirk en çirkin şeydir. Nitekim Allahu taala, «Kim Alla ha eş koşarsa o, yüksekten düşüpde (parçalanmış ve) kendisini kuş kapmış, yahut rüzgar onu uzak bir yere atrruş (nesne) gibi*dir.» (Hac: 31) buyurmuştur.

Allahu taala, Resulullah (sav)-a şöyle buyurmaktadır: Kavmine Lok*man'ın oğluna yaptığı nasihatlan hatırlat. O, oğlunu çok seven bir insan*dı. Bu yüzden oğluna şirkin kötülüğünü bildirmiş, nimetleri İnkâr etmeme*sini öğütlemiştir. Şirk açık bir zulüm ve düşmanlıktır. Her kim Halik ile mahluk arasını bir tutar, rezzak olan Allah (cc)'a konuşmayan, duyma*yan, hiçbir faydası olmayan bir putu eş tutarsa, şüphesiz halkın ilim ve hikmetten en uzağı, en ahmağıdır. Onu hayvanlar sırasında saymak ve zulümle vasıflandırmak elbtteki yerindedir.

Allahu taala, Lokman aleyhisselamın oğluna yaptığı bir başka nasi*hati daha bildirmiştir. Bu da anne ve babaya karşı saygı göstermesidir. Biz anne ve babaya karşı şefkat göstermeyi, onlara iyilik yapmayı emret-mişizdir. Çünkü onlar çocukları yetiştirmek İçin birçok zahmetler çekmiş*lerdir.

Bununla beraber anne ve baba, insanı Allah (cc)'a karşı şirk ve is*yana sevkederse elbetteki onların bu hareketinden kaçınmalısınız. Zira Allah (cc)'a isyan olacak yerde anne ve babaya İtaat edilemez.

Evlad ile anne-baba arasında en sağlam kanun, anne ve babaya itaat ve onlara İyilik etmektir. Çünkü onlar çocuğu yetiştirme çağında birçok zahmetler çekmişlerdir. Buna karşı yapılması gerekenler şöyle Duyurul*muştur: «Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar) İndir ve: «Yarat), onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları (öylece) esirge.» (İsra: 24)

Baba ile evlâd arasındaki kural bozulur, anne ve baba çocuklarını şirk ve isyana davet ederlerse, çocuğun onlara itaat etmemesi lazımdır. Allahu taala, âyeti kerimenin sonunda, anne ve baba insanı şirke davet et*medikleri müddetçe müşrik dahi olsalar, kendilerine itaat edilmesini ve emirlerinin yerine getirilmesini emretmektedir. Çünkü onların evlâd üze*rindeki hakları çok büyüktür. Onların müşrik olmaları, çocuğun büyütül*mesi konusunda çekmiş oldukları meşakkate karşı hakettikteri iyiliği zayi etmez. Ancak Allah (cc)'a isyan edilecek yerde onlara itaat yasaktır. İn*sanı Allah (cc)'ın rızasına kavuşturacak en sağlam yol, sadık mümin*lerin yoludur.



Ayetlerin Nüzul Sebebi


İbni Kesir tefsirinde Saad bin Ebi Vakkas (ra)'tan şöyle rivayet eder: «Anneme karşı çok saygılı've hayırlı idim. Ben müslüman olunca annem, «Oğlum senin icad ettiğin din nedir? Andolsun ki sen bu dini terkedene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğim.» diye yemin etti. Ona, «Anne, böyle yapma. Muhakkak ben hiçbir şey için dinimi terketmem.» dedim. Annem bir gün bir gece hiçbir şey yemedi. Bitkin bir hale geldi. Yine de ikinci gün blrşey yemedi. Gittikçe meşakkati arttı. Bu halini görünce yanına giderek, «Anne, sen bilirsin. Allah (cc)'a yemin ederim ki senin yüz ruhun olsa ve teker teker senden çıkmış olsalar ben yine de dinimi terketmem. Dilersen ye, dilersen yeme.» dedim.» Annesi Saad (ra)'ın bu salabetini gö*rünce yemek yemeye başladı. Bu hadise üzerine, «Eğer onlar sence İlim*de (yeri) olmadık herhangi birşeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlar-larsa kendilerine İtaat etme...» âyeti nazil oldu. [1]



Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler


Birinci İncelik: Allahu taala anne ve babaya karşı itaati emir mahi*yetinde tavsiye ettikten sonra anneye yapılacak saygıyı da bilhassa be*yan etmiştir. Çünkü annenin hakkı, babanın hakkından daha büyüktür. Bundan dolayı da Allahu taala, müstakilen anne hakkını beyan etmiştir. Bu sebeble Resulullah (sav)'a, «Kime hayırlı olalım?» diye sorulduğunda, «Annene... annene... annene.» diye üç kere tekrar ettikten sonra, «Sonra da babana.» buyurmuştur. Bu sebeble bazı müslümanlarm hakkını Öde*mek için annelerini sırtlarıyla hacca götürdükleri rivayet edilmiştir.

İkinci İncelik: Allahu taala anne ve babaya şükredilmesin i bildirirken önce kendisine şükredilmestni emretmiştir. İşte bu takdim, Allah (cc)'ın hakkının anne-baba hakkından büyük olduğuna işaret etmektedir. Şu hal*de evvela Allah (cc)'a şükretmemiz farzdır. Çünkü bütün nimetleri veren O'dur. Anne ve babaya şükretmek ise, Allah (cc)'a şükretmenin bir par*çasıdır. İnsan yaratılışmdaki gerçek sebeb Allah (cc)'tır. Anne ve baba ise zahirî sebebtlr. Uygun olan önce hakiki sebebe, sonra da zahirî se*bebe şükretmektir.

Üçüncü İncelik: Âyetteki «dünya» kelimesi, anne ve baba ile iyi ge*çinmenin kolaylığına ve geçinme süresinin kısalığına işarettir. Çünkü dün*ya günleri sayılı ve çok sınırlıdır, öyleyse bu az bir zamana tahammül etmek zor olmamalıdır. Bir şair bu hususu çok güzel ifade etmiştir: «İnsanın kalb atışları, ona hal dili İle hayatın saniye ve dakikalardan ibaret olduğunu söylemektedir.»

Dördüncü incelik: «Bana dönenlerin yoluna uy.» âyeti, selefin ve salihlerin yollarına uyulmasına İşaret etmektedir.

Bazı müfessirlere göre âyetteki abana dönenlerden maksat Hz. Ebu-bekir'dir. Yani Hz. Ebubekir'in yoluna uyulması emredilmektedir. Çünkü âyetin nüzul sebebi olan Saad bin Ebi Vakkas (ra)'ın müslümanlığına Hz. Ebubekir sebeb olmuştur.

Sahih olan görüş, Alusî'nin de dediği gibi, «bana dönenler» tabiri hususillk değil, umumilik ifade eder. Buna göre kim gerçekten Allah (cc)'a t dönmüşse ona uyulması emredilmektedir.



Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm; Haramlığa Sebeb Olan Süt Emzirmenin Müddet Ne Kadardır?


Fakihler, «Sütten ayrılması da İki yıl (sürmüştür).» âyetine dayanarak hürmete sebeb olacak emzirme müddetinin iki yıl olduğuna hükmetmişler*dir. Bu ik) sene emme müddetinin tamamıdır. [2] Fakihler ayrıca, «Anne-

ler çocuklarını iki bulun yıl emzlrirler.» (Bakara: 233) âyetine de istinad ederler. Bu âyet de gösteriyor ki, süt emme miktarının en çoğu iki sene dir. Bu görüş cumhurun (Şafii, Maliki ve Hanbeliler) görüşüdür.

Imam-ı Azam Ebu Hanife fra) ise. «Onun bu taşınması ile sütten ke*silmesi (müddeti) otuz aydır.» (Ahkaf: 15) âyetine dayanarak harama se*beb olacak emme müddetinin iki sene altı ay olduğuna hükmetmiştir.

İmam-ı Azam (ra) bu âyeti kerimeyi İki vecihle delil almaktadır:

Birincisi, âyetteki «taşınması» kelimesinden maksat ceninin anne kar*nında taşınması değildir. Buradaki «taşınma» çocuğun annesinin elleri üze*rinde taşınmasıdır. Buna göre âyetin anlamı, «Anne çocuğu doğumundan sonra emzirmek için otuz ay taşır.» olmaktadır. Dolayısıyla bu müddetin hepsi süt emzirme müddeti olur.

İkincisi ise, Allahu taala bu âyette iki şey zikretmiştir. Birisi «taşın*mak» diğeri «sütten kesilmek»tir. Bu iki şeyi zikrettikten sonra bir de müd*det beyan etmiştir ki bu da «otuz aysdır. O zaman bu otuz ay, her ikisine de ayrı ayrı birer müddet olur. Bu ikinci tevcihe göre âyetin manası, «Otuz ay karnında taşımıştır ve otuz ay da emzirmiştir.» olur. İmam-i A-zam (ra), bu tevcihlerle çocuğun emme müddetinin otuz ay olduğuna hük*metmiştir.

İmam-ı Azam (ra)'ın bu görüşüne talebeleri olan İmam Muhammed (ra) ve Ebu Yusuf (ra) muvafakat etmemişlerdir. Bunlar da cumhur gibi çocuğun emme müddetinin İki sene olduğuna hükmetmişlerdir.

İmam-ı Azam (ra)'ın delilleri ile cumhurun delilleri karşılaştırıldığında cumhurun görüşünün tercihe layık olduğu görülür. Zira talebeleri bile o-na muhalefet etmişlerdir.

En iyisini Allah (cc) bilir.



İkinci Hüküm: Gebeliğin Şer’i Müddeti Ne Kadardır?


Fakihler, «Onun bu taşınması ila sütten kesilmesi (müddeti) otuz ay*dır.» {Ahkaf: 15) ile, «Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür).* âyetlerine dayanarak gebelik müddetinin enaz altı ay olduğunda icma etmişlerdir. Zira bu İki âyetin farkı gebeliğin enaz altı ay olduğunu göstermektedir.

İbnü'l-Arabî, tefsirinde şöyle der: «Hz. Osmanın hilafetinde bir kadın evlendiği günden altı ay sonra doğum yaptı. Hadise Hz. Osman'a haber verildi. Hz. Osman kadının recmedilmesini emretti. İbni Abbas (ra) ona,

«Bu kadın seni Allanın Kitabı İle muhakeme ederse haksız çıkarsın. Zira Allahu taala, «Onun bu taşınması İle sütten kesilmesi (müddeti) otuz ay*dır.» (Ahkaf: 15) ve «Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. (Bu hü*küm) emmeyi tamam yaptırmak isteyen(ler) İçindir.» (Bakara: 233) buyur*maktadır. Buna göre gebeliğin enoz müddeti altı aydır. Sütten kesme müd*deti İse yirmldört aydır.» dedi. Bunun üzerine Hz. Osman kadını salıverdi. Diğer bir rivayete göre Hz. Osman'ı bu hususta uyaran İbni Abbas (ra) de*ğil, Hz. Ali'dir.» [3]



Üçüncü Hüküm: Oğlunu Öldüren Baba Kısas Edilir Mi?


Fakihlerin cumhuru, oğluna zina iftirası atan babaya had uygulana*mayacağı gibi, çocuklarını öldüren anne veya babaya da kısas uygulana-mayacına ittifakla hükmetmişlerdir. Bu husustaki delilleri de, Allahu taala-nın «Onlarla dünyada iyi geçin.» emridir. Allahu taala ayrıca evlada anne ve babaya iyilik yapmayı da emretmiştir. Şu halde, çocuğunu öldüren ba*banın kısas edilmesi ona iyilik olmaz. Zira anne ile baba çocuğun dünya*ya gelmesinin sebebidirler. Çocuk İse onların helakine sebeb olamaz. Bu görüşü Resulullah (sav)'ın, «Baba çocuğundan dolayı kısas edilemez.• sözleri de teyid etmektedir.


Dördüncü Hüküm: Dinen Mahzurlu Ofan Şeylerde Anne Ve Babaya Taat Edilir Mi?


Allame Kurtubî şöyle der: «Günah işlemekte veya farzlardan birisini terketmekte anne ve babaya itaat edilemez. İtaat ancak mubah olan şey*lerde lazımdır. Hasan-ı Basrî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Bir anne şef*katinden dolayı çocuğunun yatsı veya sabah namazına mani olmaya ça*lışırsa ona bu hususta itaat edilmez.» [4]

Kurtubi, sözlerine şöyle devam eder: «Bu âyet anne ve baba kafir ve fakir oldukları takdirde mümkün olduğu kadar yardım edilmesine de*lalet eder. Çocuk anne ve babasını tatlı bir dille İslama davet etmelidir. Hz. Ebubekir'in kızı Esma, müşrik olan süt annesi yardım istemek için gelinçe Resulullah (sav)'a, «Süt annem yardım istemek için yanıma gelmiş.

- Yardım edebilir miyim?» diye sordu. Resulullah {sav). «Evet, yardım ede*bilirsin.» buyurdu.» [5]

Alimler bu hükümleri, «Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık her*hangi blrşeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine İtaat etme.» âyetinden İstinbad etmişlerdir. Şirkte anne ve babaya itaat nasıl haram ise bütün günahlarda da itaat Öyle haramdır. Zira Halık'a isyan olan şeyde mahluka itaat edilmez.

Bu hususu raşid halife Hz. Ebubekir ilk hutbesinde halka açıkça şöy*le beyan etmiştir: «Ey İnsanlar, ben sizin en hayırlınız olmadığım halde size emir oldum. Eğer emirliği iyi yaparsam bana yardımcı oiun. Eğer iyi yapamazsam beni düzeltin. Ben Allah (cc)'a itaat ettiğim müddetçe bana itaat edin. Şayet Allah {cc)'a isyan edersem, bana itaat etmeniz farz de*ğildir.»

Beşinci hüküm: Mümin olmayanların yoluna gitmek sahih midir?

«Bana dönenlerin yoluna uy.» âyetinin zahiri selefin ve salih mümin*lerin yolundan gitmenin farz olduğuna delalet, münafık ve kafirlerin yo*luna gitmenin de haram olduğuna işaret eder. Bu maksadı Allahu taala, «Kim kendine doğru yol besbelli olduktan sonra peygambere muhalefet eder, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yokla bırakırız. (Fakat ahirette) kendisini cehenneme koyarız. O ne kötü bir yol- '* dur.» (Nisa: 115) âyetiyle en sarih şekilde beyan etmektedir. Öyleyse tev-hid ehlinin bayrağı altında toplanmak, onların yolundan gitmek lazımdır. Zira havır onlara katılmakta ve onların yolundan gitmektedir.



Ayetlerden Alınacak Dersler


1- Hikmet İlahi bir bağıştır. Ona ancak takva ve salih amelle ula*şılabilir.

2- Nimete şükretmek farzdır. İnsanlara şükretmeyen Allah (cc)'a şükretmez.

3- Anne ve babaya itaat Allah (cc)'a itaattir. Anne ve babaya hayır yapmak ibadettir.

4- Şirk en büyük günahtır. Şirk, insanların bütün salih amellerini yok eder.

5- Anne hakkı baba hakkından daha büyüktür. Zira anne daha çok zahmet çeker.

6- Allah {cc)'a İsyanda anne ve babaya itaat yoktur. İtaat ancak hayır ve mubah olan şeydedir.



Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler


Allahu taala, anne ve babaya iyilik yapmayı tavsiye ederek onlara itaat etmeyi emretmiştir. Bilhassa anneye karşı ihtimamlı bir ifade kufla-harak onun hakkının baba hakkından daha büyük olduğunu beyan etmiş*tir. Çünkü anne çocuğu yetiştirmede daha çok zahmet çekmiştir. Uzun bir müddet onu karnında taşımtş, onun İçin uykularını terketmlş ve onun bakımı İle meşgul olmuştur. Bu ağır yükü çekmesindeki başlıca amil de meyve verecek bir ağaç gibi gördüğü çocuğundan gelecekte evladlar beklemesldir.

Annenin yaptıklarına karşı hangi akıllı insan, akıllı evlad kötülük ya*pabilir, ona eziyet edebilir. Çünkü anne Allah (cc)'tan sonra İnsanın ya*şama vesilesidir. Eğer annenin sevgisi ve bakımı olmasa, karşılaştığı güç*lüklere tahammül etmese, hiçbir çocuğun normal yetişmesi mümkün de*ğildir.

Allahu taala, müşrik dahi olsalar anne ve babaya itaat etmeyi ve on*lara şükretmeyi emretmiştir. Yalnız şu var ki, anne ve baba evladı küfre yöneltmek isterlerse elbette bu hususta onlara itaat yoktur. Hatta bu hu*susta onlara karşı gelip isyan etmekte bir günah da yoktur. Zira Allahu taala, «Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu tutman üzerine seni zorlarlarsa kendilerine' İtaat etme.» buyurmaktadır. Allah (cc)'a isyan olan yerde hiçbir mahluka itaat edilemez.

Anne ve babaya itaat, Allah (cc)'a itaat şartına bağlanmıştır. Bu İtaat şeriatin kabul ettiği hududlar çerçevesinde olmalıdır. Bu çerçeve içinde ne Allah (cc)'ın hukukuna tecavüz vardır, nede kulların hukuku zayi olur.

Anne ve babaya şükretmek Allah (cc)'a şükretmektir. Allah (cc)'a isyan olmayan şeyde onlara İtaat etmek Allah (cc)'a İtaattir. Zira Allahu taala, «Biz İnsana ana ve babasına İyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle (karnında) taşıdı. Onu zahmetle de doğurdu. Onun bu taşınması İla sütten kesilmesi (müddeti) otuz aydır.» {Ahkaf: 15} buyurmaktadır.





--------------------------------------------------------------------------------

[1] tbn-i Kesir. Tefsir, C. 3, S. 445. Süyüti, Dürrü'l-Mensur. İbni Cevzl, Zadü'l-Mesir.

[2] Emme müddetinin iki seneye kadar oluşu şöyle izah edilin Bir çocuk doğu*mundan iki yaşını dolduruncaya kadar başka bir kadını emdiği takdirde kadın onun süt annesi, çocuklar/ da kardeşleri olur. Çocuk iki yaşını doldur*duktan sonra bir başkasını emerse bu, haramlığı icabeti irmez. Meşru süt emme süresi içinde Hanefilere göre bir. Şafiilere göre beş defa emmesi beramlığt icabettirir. (Çev.)

[3] İbnül-Arabî. age, C. 3.

[4] Kurtubi, age, C. 14. S. 84

[5] Kurtubi. age, C. 14, S. 65.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
51. DERS CAHİLİYETTE VE İSLAM'DA EVLAD EDİNMENİN HÜKMÜ.. 4

Ayetlerin Lafzî Tahlili 4

Ayetlerin İcmali Manaları 4

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 5

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 5

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler 6

Birinci Hüküm: Peygamberlerden Günah Sadır Olur Mu?. 6

İkinci Hüküm: Zihar Haram Mıdır?. 6

Üçüncü Hüküm: Evlad Edinme Caiz Midir?. 7

Dördüncü Hüküm: Ayetteki «Hata» Ve «Taammüd» Kelimelerinden Maksat Nedir?. 7

Beşinci Hüküm: Birisine Itkardeşlm» Veya «Efendim» Demek Caiz Midir?. 8

Ayetlerden Alacağımız Dersler 8

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 8

52. DERS VERASETİN YALNIZ AKRABALIKLA OLMASI 9

Ayetin Lafzi Tahlili 9

Ayetin İcmali Manası 9

Ayetin Nüzul Sebebi 10

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 10

Âyetteki Şer’i Hükümler 10

Birinci Hüküm: İmam Üzerine, Muslüman Fakirlerin Borçlanru Ödemek Vacib Midir?. 10

İkinci Hüküm: Resujulloh (Sav)'In Zevceleri Hem Erkek, Hem Kadın Müminlerin Mi Anneleridir, Yoksa Yalnız Erkek Müminlerin Mi? 11

Üçüncü Hüküm: Evlenmede Haramlık Resuluilohın Bütün Zevcelerine Tesbit Edilir Mi?. 11

Dördüncü Hüküm: Anne Tarafından Olan Akrabalar (Zevll Erham) Mirasa Olurlar Mt?. 11

Ayetten Alınacak Dersler 12

Ayetteki Teşriî Hikmetler 12

53. DERS NİKAHLI BİR KADINI MÜNASEBETTE BULUNMADAN BOŞAMANIN HÜKMÜ.. 12

Ayetin Lafzı Tahlili 12

Âyetin İcmali Manası . 13

Bu Âyetle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet: 13

Ayetin Tefsirindeki İncelikler 13

Âyetteki Şer’i Hükümler 13

Birinci Hüküm: Bir Kadın Nikah Akdinden Önce Boşanabilir Mi?. 13

İkinci Hüküm: Evlenen Ciftin Yalnız Kalmaları Tddet Ve Mehil Gerektirir Mi?. 14

Üçüncü Hüküm: Tek Talakla Boşanan Bir Kadını Kocası Ricat Ettikten Sonra Onunla Cinsi Münasebette Bulunmadan Tekrar Boşarsa, Kadının İddeti İlk Talaktan İtibaren Mi Sayılır, Yoksa Ricattan Sonraki Talakın Vukuundan İtibaren Mi Sayılır? 15

Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Mal Vermek Vaclb Midir?. 15

Âyetten Alınacak Dersler 15

Âyetteki Teşrii Hikmetler 16

54. DERS RESULULLAH (SAVI İN EVLENMESİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 16

Ayetlerin Lafzi Tahlili 16

Âyetlerin İcmali Manaları 17

Âyetlerin Nüzul Sebebi 17

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 17

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler 18

Birinci Hüküm: «Ücret» Ve «Hibe» Kelimeleriyle Nikah Yapılabilir Mi?. 18

İkinci Hüküm : Resulullaha Nikahla Helal Olmak Tçin Hicret Etmek Şart Mıdır?. 19

Üçüncü Hüküm: Resulullahın İndinde Kendisini Hibe Eden Kadın Var Mıydı?. 19

Dördüncü Hüküm: Zevceleri Arasında Taksimat Yapmak Resulullaha Da Farz Mıydı?. 20

Resulullah (Sav)'In Çok Evlenmesinih Hikmetleri 21

1- Talimi Hikmet: 21

2- Teşrii Hikmet: 22

3- İçtimaî Hikmeet: 23

4- Siyasî Hikmet: 23

Müminlerin Temiz Anneleri 24

1- Hz. Hatice: 24

2- Hz. Sevde: 25

3- Hz. Ayşe: 25

4- Hz. Hafsa: 26

5- Hz. Zeynep (Huzeyme kızı): 26

6- Hz. Zeynep (Cahş kızı): 26

7- Hz. Ümmü Seleme: 27

8- Hz. Ümmü Habibe: 28

9- Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiyye: 28

10- Hz. Meymune : 28

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 28

55. DERS DAVETE İCABETİN ADABI 28

Âyetin Lafzi Tahlili 29

Âyetin İcmali Manası 29

Âyetin Nüzul Sebebi 29

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 30

Âyetteki Şer'î Hükümler 30

Birinci Hüküm: Bir Evde Davetsiz Yemek Yeme Caiz Midir?. 30

İkinci Hüküm: Düğün Yemeği Yenildikten Sonra Oturmak Haram Mıdır?. 31

Üçüncü Hüküm: »Hicab Emri Yalnız Resulullahın Zevcelerin» Mi, Yoksa Bütün Kadınlara Mıdır?. 31

Dördüncü Hüküm: Resulullahın Vefatı İle Zevcelerinden Nikah Kalkmış Mıdır?. 31

Ayetten Alınacak Dersler 32

Âyetteki Teşriî Hikmetler 32

56 DERS RESULULLAH (SAV)'A SALATU SELAM GETİRMENİN ADABI VE HÜKMÜ.. 32

Âyetlerin Lafzî Tahlili 32

Ayetlerin İcmali Manaları 33

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 33

Peygambere Salat Ve Selam Getirmenin Fazileti 34

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 34

Birinci Hüküm: Rasulullah’a Salat Ve Selamın Okunuş Tarzı Nosıt Olmalıdır?. 34

İkinci Hüküm: Allah (Cc)'In Ve Meleklerin Resululloh (Sav)'a Salat Okumalarının Manası Nedir?. 35

Üçüncü Hüküm: Resuiullaha Salat Ve Selam Getirmek Farz Mıdır, Sünnet Mi?. 35

Dördüncü Hüküm: Namazda Resulullaha Salat Getirmek Vacib Midir?. 36

Beşinci Hüküm: Peygamberden Başkasına Salat Ve Selam Okunması Caiz Midir?. 37

Ayetlerden Alınacak Dersler 37

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 37

57. DERS İSLÂM'DA KADININ ÖRTÜNMESİ 37

Âyetin Lafzî Tahlili 38

Âyetin İcmali Manası 38

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 38

Âyetteki Şer’i Hükümler 39

Birinci Hüküm: Örtünmek Bütün Kadınlara Farz Mıdır?. 39

İkinci Hüküm: Örtünmenin Şekil Nedir?. 39

Üçüncü Hüküm: Kadına Yüzünü Örtmesi Farz Mıdır?. 40

Dördüncü Hüküm: Şer’i Örtünmenin Şartları?. 40

Ayetteki Teşriî Hikmetler 41

Kadın Hürriyetine Dair 42


51. DERS CAHİLİYETTE VE İSLAM'DA EVLAD EDİNMENİN HÜKMÜ


1- Ey peygamber, Allah tan kork. Kafirler ve münafıklara İtaat etme. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.

2- Sana Rabbinden ne vahy olunursa ona uy. Muhakkak ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.

3- Allah’a güvenip dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.

4- Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerinden «zl-har» yaptığınız karılarınızı o, sizin analarınız (yerinde) tutmadığı gibi) ev-ladlıklartnızı da (öz) oğullarınız (gibi) tanımadı. Bu, sizin ağızlannızdaki laftnızdır. Allah hakkı söyler ve O, (doğru) yolu gösterir.

5- Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğ*rudur. Eğer babalarınıfn kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) dinde kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızdır do. Hata ettiklerinizde ise üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin (kasd ve) taammüd et*tiğinde (vebal) vardır. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.



Ayetlerin Lafzî Tahlili


(Ittekıllahe): Allah (cc)'a takva olmakta sebat ve de-

(El kâfirin): Kafirin, kafir kelimesinin çoğuludur.

Kafir, Allah (cc)'ın nimetlerini inkâr eden demektir. Bazı alimler küfrün dört çeşit olduğunu söylemişlerdir:

1.) Cehli küfür. Allah (cc)'ı tanımamak, kalbi ve diliyle inkar etmek.

2.) İnkarı küfür. Bildiği halde inkâr ederek kafir olmak. Kalbiyle bildiği halde lisanıyla inkâr etmek. İblisin ve kitap ehlinin küfrü böyledir.

3.) İnadı küfür. Kalbiyle bildiği, lisanıyla söylediği halde hasedinden dolayı inkâr etmek. Ebu Cehil ve benzerlerinin küfrü gibi.

4.) Nifakı küfür. Lisanıyla söylediği halde kalbiyle inkâr etmek. Söy*lediğine İnanmamak. Münafıkların küfrü.

(Vekîlen): Vekil, âyetteki manası, kutlarının rızıklarına kefil olan.

(Tuzâhlrûne); Muzahere kökünden gelir. Bu da zevcesine, «Sen bana anamın sırtı gibisin.» diyerek onu kendisine haram kılmadır.

(Ediyâeküm): Edlyâ, daly kelimesinin çoğuludur.

Daly oğulluk edinme. :

(Eksatü): Kist kökünden gelir. En adil manasın-

(Mevâliküm): Mevla kelimesinin çoğuludur. Mev*la, efendi demektir.

(Gafuren): Gafur, günahları affeden, yarlığayıcı.

(Rahimen); Rahim, esirgeyici. ;



Ayetlerin İcmali Manaları


Allahu taala kerim peygamberine takvayı ve haramlardan Kaçınmayı emrederek kafirlere ve münafıklara itaat etmeyi yasaklamıştır. Çünkü'on*lar Allah (ccj'ın, Resul (sav)'ünün ve müminlerin düşmanlarıdır. Onlara hiçbir şey emanet edilemez. Onlarla herhangi bir işte İstişare de yapıla*maz. Onların içi ayrı dışı ayrı, suretleri ayrı, hakikatleri ayrıdır. Bu yüzden onlardan kaçınmak, onlara uymamak lazımdır. Onlar fasıktırlar, Allah (cc)'-ın taatından çıkmıştırlar.

Buradaki hitap peygambere olmakla beraber ümmeti irşad içindir.' Ki, ümmet takva yolunda yürüsün ve Kur'anın hidayetiyle hidayetlensin. '

Cahiliyet devrinde dinin yasak ettiği birçok şeyler ihdas ederek bun*ların da din olduğunu İddia ederlerdi. İşte Kur'an bunların bu icadlarım iptal etmiş, bütün hurafeleri hak ile ortadan kaldırarak dini sağlam ve selim bir temel üzerine oturtmuştur.

Allahu taala Özetle şöyle buyurmaktadır: Ey peygamber, muttaki ol. Allah (cc)'a itaat etmeye devam et. Münafık ve kafirlerin çağırdığı yola gitme. Onlara itaat etme. Zira Allah (cc) kullarının kalbini en İyi bilendir. Hiçbir şey O'ndan gizli değildir. Rabbinden sana vahyolunanb uy. Hiçbir müşrikin tehdit ve eziyetinden korkma. Çünkü Allah (cc) seninledir. Bütün İşlerinde O'na sığın. Yegan© koruyucu ve yardımcı O'dur.

Allahu taala cahiliye devrinin sapıklık ve ilhadlarını reddetmiştir. Bir şahsın içinde iki kalb nasıl olmazsa, insanın zihar yaptığı zevci da anne*si olmaz. Evlatlığı da onun öz oğlu ofamaz. Çünkü anne insanı doğuran*dır. Nitekim Allahu taala, «İçinizden «zihar» yapagelenlerln karıları onlann anaları değildir. Anala/ı kendilerini doğuranlardan başkası değildir.» (Mücadele: 2) buyurmuştur. İnsanın hakiki oğlu da onun sulbünden ge*lendir. Bir insanın iki babası olması mümkün değildir. Onlar «zihar» yap*tıkları karılarını nasıl anneleri yerine koyar, başkalarının çocuklarını na*sıl kendi oğullan kabul ederler? Cahiliyet dönemine ait bu iddialar yal*nızca yalan ve Allah (cc)'a iftiradır. Allah (cc) hakkı söyler ve İnsanları en sağlam yola iletir.

Allahu taala evlad edinilmiş kimselerin öz babalarına nisbet edilme*sini emretmektedir. En doğru olan da budur. Eğer evlad edindiklerinizin babalarını bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. On*larla konuştuğunuzda din kardeşliğini ve dostluğu kasdederek «karde*şim» diye hitab ediniz. Şimdiye kadar yaptığınız hatalardan dolayı size bir günah yoktur. Yalnız kalblerinizin kasdettiğine günah vardır. Allah (cc) gafurdur, rahimdir.



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


Müfessirler bu âyetlerin nüzulünde birçok sebeb saymışlardır. Biz bun*ların en sahih olanlarını beyan edeceğiz.

1- Ebu Süfyan bin Harb, İkrime bin Ebu Cehil ve El-Aver es-Sele-mî Hudeybiye anlaşmasından sonra Medine'ye gelerek Abdullah bin Übey bin Selul. Muatteb bin Kuşer, Ced bin Kay ile görüştüler. Sonra hep bir*likte Resulullah (sav)'a gelerek birtakım tekliflerde bulundular. Bunlardan birisi de. Resulullah (sav)'ın Lat ve Uzza isimli putlar hakkında konuşma*ması ve onların da şefaatçi olduğunu kabul etmesi idi. Resulullah (sav) bu teklifi kerih görerek reddetti. Bunun üzerine, «Ey peygamber, Allahtan kork. Kafir ve münafıklara itaat etme...» âyeti nazil oldu. [1]

2- Kureyşîlerden' Cemil bin Ma'mer el-Fihrî, cok zeki ve her duy*duğunu ezberleyen bir kimse idi. Bu yüzden ona, «Bu adamın içinde iki kalb vardır.» derlerdi. O da, «Evet benim içimde iki kalb vardır. Bunların her birisiyle Muhammed'in düşündüğünden daha iyi düşünürüm. Onun bildiğinden daha iyi bilirim.» derdi. Bedir savaşında yenilen müşriklerin arasında olan Cemil, papuclarının biri elinde olduğu halde kaçarken Ebu Süfyan'a rastlar. Ebu Süfyan ona ne yaptıklarını sorunca, «Bozguna uğ*radık, yenildik.» cevabını verir. Ebu Süfyan, «Sana böyle ne oluyor? Pa-puçlarının biri elinde, diğeri ayağında.» deyince, «Ben farkında değilim. Papuçlarımın ayaklarımda olduğunu sanıyordum.» dedi. Bugünden sonra Kureyşîler onun iki kalbi olsaydı böyle ahmakça bir yapmayacağını anladılar. Bu olaydan hemen sonra da «Allah bir odamın içinde iki kaib ya*ratmadı...» âyeti nazil oldu. [2]

3- «Süyûti, Mücahid'den şöyle ricayet etmiştir: Resulullah (sav) Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edinmişti. Vahiy gelmeden önce de onu azad etmişti. Daha sonra Resulullah (sav) Zeynep binti Cahş (r.anhüma)'-la evlenince yahudi ve münafıklar, «Muhammedi görüyor musunuz? Oğu-lun karısıyla evlenmeyi yasakladığı halde kendisi oğlunun karısı İle evle*niyor.» dediler. Bunun üzerine, «...Evladlıklarınızı da (Öz) oğullarınızı (gibi} tanımadı.» âyeti nazil oldu [3]

4- Buhari, Ömer bin Hattab (ra)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Zeyd bin Harise (ra)'ye «Onları babalarına nisbetle çağırın.» âyeti nazil oluncaya kadar Zeyd bin Muhammed derdik.» [4]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Allahu taala, peygamberine bazı âyetlerde «Ey resul» diye hitab ettiği gibi burada da «nebi» lafzıyla hitab ediyor. Allahu taaia-nın peygamberini «nebi ve resul» sıfatlarıyla çağırması Resulullah (sav)'in makamının yüceliğine ve diğer peygamberlerden üstünlüğüne işaret et*mektedir. Bu hitap ayrıca bize Resuîullah (sav)'la nasıl konuşmamız ge*rektiğini de öğretmektedir. Biz onun ismini andığımız zaman son derece hürmetli olmamız icabeder. Nitekim Allahu taala «Peygamberi, kendi ara*nızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın.» (Nur; 63) buyurmuştur.

Ebu Hayyan: «Allahu taalanın Kur'andaki «Ey nebi, ey resul» hitab-lan onun faziletini ve büyüklüğünü bildirmektedir. Onun dışındaki peygam*berlerin, »Ey Adem, ey Nuh, ey İbrahim...» gibi sadece İsimleri geçerken Resutullah (cav)'ın ismi saraheten verilse bile hemen peşine «resul» vasfı da zikredilmiştir. İşte bu gösteriyor ki, o, şüphesiz Allah (cc)'m resulüdür. Kur'anın bu üslubu bize de onu konuşurken «resul» vasfıyla anmamızı telkin etmektedir. Kur"anda nerede onun ismi kasdedilmişse onun nübüv*vet ve risalet vasıfları geçer. Mesela, «Andolsun size kendinizden Öyle bir resul gelmiştir ki siz'm sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir.» (Tövbe: 128), «Resul dedi ki: «Ey Rabbim, kavmim hakikat şu Kur'anı met*ruk (birşey) edindiler.» (Furkan: 30), «O nebi, müminlerin Öz nefislerinden evladır. Zevceleri anneleridir.» (Ahzab: 6) âyetlerinde görüldüğü gibi Hz.

Peygamber Kur'anda ismi ile değil nübüvvet veya risalet vasfıyla zikredil- j mistir. Bu da onun diğer nebilerden üstünlüğüne delalet eder»

İkinci incelik: Resulullah (sav)'in her hali takva üzere İken, âyette neden takva ile emredilmiştir? Şüphesiz takvaya devam etmesi İçin. «Ey iman edenler... İman edin.» (Nisa: 136) âyetindeki emir gibi. Bu âyetteki emir de «imanınızı devam ettirin» şeklinde anlaşılmalıdır.

Bazı alimlere göre âyetin başındaki hitap herne »kadar Resulullah (sav)'a İse de, aslında muhatab Resulullah (sav)'ın ümmetidir. Çünkü İkin*ci âyetin sonundaki «Allah na yaparsanız hakkıyla haberdardır.» çoğul ifadesi buna delalet etmektedir.

Fahreddin Razi: «Ancak yapılmayan birşeyin yapılması emredilir. Hal*buki Resulullah (sav)'ın her hali takva idi. Öyleyse neden takva ile em-rolundu? Bu soruya İki şekilde cevap verilebilir:

1- Takva ol (Allahtan kork) emrinden maksat, yeniden takva ol demek değil, takvana devam et demektir.

2- Resulullah (sav)'ın ilim ve mertebesi her an yükselmektedir. Bu de Resulullah (sav)'ın her an yeni bir takva derecesine ulaşmasını gerek*tirir. Âyetteki, «Ey peygamber, Altahtan kork.» emrinden maksat, daima terakki et demektir. Resulullah (sav)'ın her anı bir önceki andan daha yüksek olduğu için ona yükselmesini devam-ettlrmesl için takva emredil*miştir.» [5]

Üçüncü İncelik; «Allah bir adamın İçinde İki kalb yaratmadı.» âyeti*nin işaret ettiği inancın, cahlliyet devrindeki diğer inançlardan önce zik*redilmesinin sı* ve hikmeti şudur: Bu âyet bir örnek gibidir. Örneklerin daha açık ve vazıh olması lazımdır. Bu âyet cahlliyetten üç batıl şeyi ibtal etmektedir. Birincisi bir adamın içinde iki kalb olabileceği İtikadıdır. Halbuki hakikatta böyle birşey yoktur. İkincisi, zihar yapılan kadını anne*leri gibi ebediyyen haram kabul etmeleri. Üçüncüsü, evladlıklarını bütün hükümlerde öz evladları gibi kabul etmeleri idi. İşte bu üç şeyden haki*katten en uzak olanı bir adamın İki kalbe sahip olabileceği inancıdır. Al*lah (cc) bu yüzden önce bunu zikrederek zihar ile evlad edinmeye örnek göstermiştir. Sanki âyet, bir kimsenin iki kalbi nasıl olmazsa zihar yapılan kgdın anne, evlad edinilen çocuk da öz evlad olamaz demektedir.

Dördüncü incelik: «Bu sizin ağızlarımzdaki lafınızdır.» âyeti, tiu zün yalnız onların ağzından çıktığına işaret etmektedir. Hakikatte y birşey yoktur.

Zemahşerî bu hususta şöyie der; «Malumdur ki söz ancak ağızla söy*lenir. Âyetteki «sizin ağızlarımzdaki» ifadesi, bunun hakikatten bir payı olmadığı, ancak onların dilindeki kuru bir iddia ve batıl bir zan olduğunu bildirmektedir. Bu sözün doğrulukla hiçbir ilgisi yoktur.» [6]

Beşinci İncelik: Âyetteki, «Allah hakkı söyler» ifadesi ile ilgili olarak Fahreddin Razi şöyle der: «Bu âyette İnce bir işaret vardır. Akıllı kişi ya makul birşey veya şeriattan konuşur. Evlad edinilen çocuk hakiki bir ev*lad olmadığı gibi, şeriatta da böyle birşey varid olmamıştır. Cahiiiyet dev*rinde evladlığın karısının babalığına haram olduğu kabul edilirdi. Halbuki Allahu taala onu helal kılmıştır. Onların bu sözüne itibar edilemez. Çünkü onlar hakikatten uzaktırlar. Bu sözde hayvanların ağzından çıkan bir ses gibi onların ağzından çıkan anlamsız bir sestir. Allahu -taalanın sözü İse hak ve uyulması farz olan sözdür. Onların kalbinden geçen sözlerden daha hayırlıdır. Onların kainlerinden geçenden daha hayırlı olunca, an*cak ağızlarından çıkan sözden haydi haydi üstün ve daha hayırlıdır.» [7]

Altıncı incelik: Araplar zeki ve akıllı kimselerin iki kalbi olduğuna inanırlardı. Mekkeliler arasında da Cemil »bin Ma'mer zekast, aklı ve kuv*vetli hafızası jle meşhurdu. Bu itibarla otfa iki kalbii adam derlerdi. Hatta şairler onu metheden şiirler söylerlerdi. İşte bu cahil kişi, «Ben peygam*berden daha zeki ve daha anlayışlıyım.» derdi. Bedir savaşındaki yenilgi*lerinden sonra kendini kaybederek papucunun biri elinde, diğeri ayağında kaçarken Ebu Süfyan ile karşılaştı..Ebu Süfyan, «Sana ne oluyor böyle? Papuçlannın biri elinde, diğeri ayağında.» deyince, «Ben farkında değilim. Papuçlarımın ayaklanmda olduğunu sanıyordum.» cevabını verdi. Onun bu durumu, halka, onun bir yalancı olduğunu ve iki kalbi bulunmadığını gösterdi. Halk içinde rezil ve rüsvay oldu. Bundan dolayı Allahu taala, «Allah bir odamın içinde iki kalb yaratmadı.» âyetiyle bu iddia ve İnanışı tamamen İptal etti.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ayetlerdeki Şer'i Hükümler

Birinci Hüküm: Peygamberlerden Günah Sadır Olur Mu?


Malumdur ki peygamberler günah işlemekten masundurlar. Çünkü onların bir sıfatı da «ismet», günah işlememektir. Şu halde onlardan günah sadır olması veya Allah (cc)'ın emirlerine muhalif nareket ve sözler mümkün değildir. Çünkü onlar halkın Önderidirler. Biz onlara uymakla emrolunmuşuzdur. Eğer peygamberlerden günah sadır olsaydı onlara uy*mak farz olmazdı. Bundan ötürü Allahu taala onları bütün günahlardan korumuştur. Hatta Hz. Peygamber vahye muhatab olmadan önce de, dahc sonra Kur'anla yasaklanan ve günah sayılan herhangi birşeyi İşlememiş*tir. Zahiren peygamberin ismetine muhalif görünen âyetleri doğru anla*mak lazımdır. Mesela, «Kajirler ve münafıklara İtaat etme.» âyetinden Re-sutullah (sav)'tn onlara İtaat etmeye meylettiği, onların nifak ve sapıklık*larına muvafakat etmeyi düşündüğü anlaşılmamalıdır. Çünkü bu âyet her-ne kadar surette Resulullah (sav)'a hitab ediyorsa da hitap hakikatte üm*metedir. Yani ümmetin kafir ve münafıklara itaat etmelerini ve uymalarını yasaklamaktadır. Çünkü âyetin sonundaki, «Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.» ifadesi de bunu açıkça ortaya koyar.



İkinci Hüküm: Zihar Haram Mıdır?


Âyet ziharın cahiliyet adetlerinden olduğuna delalet etmektedir. Zlhaı cahiliyet devrinde talakın en şiddetlisi idi. Çünkü zihar, kendisine helal olan karısını kocaya ebediyyen haram kılardı. Hatta onların itikadına göre zihar yapılan kadın kocanın annesi gibi olurdu. İslâm bu hükmü ibtal ede*rek bunun bir iftira ve bühtan olduğunu beyan etti,

İslâm ziharı haram kılmıştır.. Fakat buna rağmen yapılan ziharın hür*metini geçici olarak kabul etmiştir. Zihar yapan kişi zihar kefaretini ver*dikten sonra bu haramlık ortadan kalkar. Allahu taala, «İçinizden zihar yapagelenlerin karıları anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkaları değildir. Şüphe yok ki onlar her halde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Muhakkak Allah çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır. Kadınlar*dan zihar ite ayrılmak İsteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (İçin) bir*biriyle temas etmezden evvel bir köle azad etmek (lazımdır). İşte size bu*nunla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse altmış yoksul (doyursun)...1 (Mücadele: 2-3-4) âyetleriyle zihar hakkındaki itikadlan ibtal ederek Islâ-mın hükmünü beyan etmiştir. İslâmda da neme kadar ziharın hürmeti ka*bul ediliyorsa da kefaretle bu haramlık ortadan kalkmaktadır. Zihar hü-' kümleriyle İlgili tafsilat 64. Derste gelecektir.



Üçüncü Hüküm: Evlad Edinme Caiz Midir?[8]


İslâm ziharı ibtal ettiği gibi yine cahiliyete mahsus olan evladlığın öz çocuk gibi olduğu itikadını da ibtal ederek haram kılmıştır. Cahiliyette ev-ladlık sanki öz babasıymış gibi babalığına nisbet edilirdi. Bu şekildeki bir evlad edinme Allah (ccj'ın azab ve lanetini icabettirir.

Bu hususta Buharî ve Müslim, Saad bin Ebi Vakkos (ra)'tan Resulul*lah (sav)'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: «Bir çocuğu babasından başkasına isnad edene Allah (cc)'ın, meleklerin ve halkın laneti olsun. Al*lahu taala onun ne tövbesini kabul eder, nede fidyesini.» [9] Diğer bir ha-disde de. «Her kim başka bir kimseye —babası olmadığını bile bile— ne-seb iddia ederse, o kimseye cennet haram olur.» [10] buyurulmuştur.

Âyettin zahiri, cahiliyet döneminde olduğu gibi herhangi bir kimsenin babasından başka birisine isnad edilmesinin haram olduğuna delalet eder. Fakat sırf sevgi ve şefkatten dolayı birisinin bir çocuğa «oğlum, evladım» demesi haram değildir. [11]

İbni Kesir tefsirinde şöyle der: «Bir kimsenin kendisinin olmayan bir çocuğa, sırf büyüklüğünden ve sevgisinden dolayı «oğlum» demesi, âye*tin haram kıldığı nisbet edinmeden değildir. Bu hususta İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Biz Abdülmuttalib oğullarının çocukları bize ait olan taşlık bir yeri temizliyorduk. Taşlan sağa sola atyorduk. Resulullah (sav) yanımıza gelerek «Oğulcuklarım, güneş doğuncaya kadar taşlan at*mayın.» dedi. Yine İbni Abbas (ra)'ın rivayetine göre Resulullah (sav) Enes'e, «Ey oğulcuğum» diye seslenirdi. Resulullah (sav)'ın gerek Abdül*muttalib oğulları çocuklarına, gerek Enes'e «oğulcuklarım» demesi, yalnız*ca onlara karşı duyulan sevgiden ötürüdür.» [12]



Dördüncü Hüküm: Ayetteki «Hata» Ve «Taammüd» Kelimelerinden Maksat Nedir?


Allahu taala âyette birisine hataen «oğlum» demenin günah olmadı*ğını, fakat, yabancı bir çocuğu kasıtlı olarak kendisine nisbet etmenin haram olduğunu bildirmektedir,

Müfessirler bu hususta iki görüşe ayrılmışlardır.

Müfessirlerden Mücahid'e göre âyetteki «hata»dan maksat, yasakla*madan evvelki evlad edinmelerdir. «Taammüd» ise yasaklamadan sonraki evlad edinmeyi bildirmektedir.

Katade'ye göre ise, «hata», birisine kasıtsız olarak «oğlum» veya, «baba» denilmesidir. Taberi, bu âyetin tefsirinde Katade'den şöyle riva*yet etmiştir: «Babasından başka bir adamın ismiyle çağrılan ve bunun gerçek olduğunu zanneden kimsenin böyle çağrılması «hata»dır. Bunda bir günah da yoktur. Yalnız, kasıtlı olarak ve bile bile bir kimseyi baba*sından başka birisine İsnad ederek çağırmak günahtır.» [13]

Birinci görüşe göre âyetteki «hota»dan maksat, âyetin nüzulünden ev*velki evlad edinmelerdir. «Taammüd»den maksat da, âyetin nüzulünden sonra bile bile evlad edinme veya babasından başka birisine nisbet edil*medir. Buna göre âyetin manası: «Size, İslâmî hükümleri bilmeden önce, henüz cahiliyette iken evlad edindiklerinize evladınız gibi muamele yap*manızda bir vebal yoktur. Yalnız İslâmın hükümleri beyan edildikten son*ra öz çocuğunuz olmayan birisini eskiden olduğu gibi evlad edinmeniz günahtır.» olur.

İkinci görüşe göre âyetteki «hata»dan maksat, birisini kasıtsız olarak babası olmayan bir adama nisbet etmektir. «Taammüd» ise, birisini bile bile babası olmayan bir adama nisbet etmektir. Buna göre de âyetin ma*nası: «Hataen veya bilmeden bir çocuğu babası olmayan birisine nisbet etmekte bir vebal yoktur. Fakat kesin bilindiği halde bir çocuğu babası ol*mayan bir adama nisbet etmek günahtır.» olur.

Ebu Hayyan, Bahr-ı Muhid İsimli tefsirinde ikinci görüşü tercih ede*rek birinci görüşün zayıf olduğunu söylemiştir. Çünkü âyetteki «hata et*tiklerinizde ise» ifadesini, «Âyetin nüzulünden evvel yaptıklarınız için üze*rinize bir vebal yoktur» şeklinde anlamak doğru değildir. Zira âyetin nü*zulünden Önce yapılanları «hata» olarak vasıflandırmak doğru değil. Ama

lisanen, unutarak ve kasıtsız olarak sırf sevgi ve şefkatten dolayı bir küçüğe «oğlum» demek, veya sırf hürmet ve tazim için bir büyüğe «baba» demek günah değildir. [14]



Beşinci Hüküm: Birisine Itkardeşlm» Veya «Efendim» Demek Caiz Mi*dir?


«Eğer babalarının kim olduğunu) bilmiyorsanız o halde (esasen) din*de kardeşleriniz (olmakla beraber) dostlarınızda da.» âyetinin zahiri, ba*bası bilinmeyen bir kimseye «kardeşim» veya «dostum» demenin caiz ol*duğuna delalet eder. Ancak bu sözle din kardeşliği kasdedilmelidir. Nese-ben kardeş oldukları değil. Zira Allahu taala, «Müminler ancak kardeştir.» âyetiyle müminleri birbirine kardeş kılmıştır. İşte bu âyet uyarınca bir müs-lümanm diğer bir müslümana «kardeşim» demesi caizdir.

Fakat bazı alimler «kardeşim» denilen kimsenin fasık olmamasını şart koşmuşlardır. Çünkü «kardeşim» veya «dostum» demek ona hürmeti gös*terir. Fasıka hürmet etmek İse haramdır. Allahu taala bunu bize yasakla*mıştır. Fasık bir kimseye ismi bilinmediği takdirde «Abdullah, sen vb» kelimeleriyle hitab edilir. Çünkü Resulullah (sav), «Bir münafığa «efendi» demeyin. Zira bu sözünüz Allah (cc)'ı gazablandırır.» buyurmuştur. [15]



Ayetlerden Alacağımız Dersler


1- Takva Allahu taalanın bütün ümmetlere tavsiyesi ve müminin en iyi azığıdır.

2- Allah (cc)'a tevekkül, her durumda Allah (cc)'a sığınma imanın şartlarındandır,

3- İslâm şeriatında olmayan hurafelerden kaçınmak farzdır.

4- «Benim İçimde iki kalb vardır.» demek hem akla, hem de şeriata muhalif batıl bir iddiadır.

5- Zlhar yapılan zevceyi anne gibi kabul etmek cahiliyet dönemin*den kalma cahilî bir itikaddır.

6- Cahiliyet adeti üzere bir çocuğu evlad edinme haramdır. Herke*sin babasına nisbetle çağrılması vacibtir.

7- Bir müslümana din kardeşliğini kasdederek «kardeşim, dostum» t; demek caizdir.

8- Allahu taala çok esirgeyicidir. Kullarını hataen sadır olan günah-i larından dolayı cezalandırmaz.



Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler


Cahİliyet devrinde evlad edinme :islâm güneşi insanlık üzerine doğduğunda Araplar hayatını cahiliye-

tfn ve sapıklığın karanlığında sürdürüyordu. Cahiliyet döneminde. Allahu * taalanın hiçbir kitapta indirmediği, babadan oğula intikal eden asılsız hu-'t rafeler.e İnanıyorlardı. Elbetteki İslâm onları bu sapık hayatta yaşamaya S; Terk etmeyerek cehaletten, küfür ve sapıklıktan kurtaracaktı.

Allahu taala rahmetlyle Arap toplumunu cahiliyetin pisliğinden, batıl İnanışlarından kurtararak iman sütüyle besledi ve onları en hayırlı bir üm*met haline getirdi.

Cahiliyet döneminin en açık hurafelerinden birisi de yabancı bir ço*cuğu evlad edinerek kendi öz evladları yerine koymalarıydı. Buna da san*ki dinî bir kuralmış gibi inanırlardı. Bu sebeble değişmesi mümkün değil-' di. Zira bu onların atalarından kalmış bir din haline gelmişti. Onların bu durumunu Allahu taala Kur'anda şu şekilde beyan etmektedir: «Bilakis (şöyle) dediler; «Gerçek biz atalarımızı bir ümmet (bir din) üzerinde bul*duk. Biz de hakikaten onların izleri üstünden doğruya erdirilmişleriz.» (Zuhruf: 22).

Cahiliyet döneminde Araplar yabancı bir çocuğu evlad edinir, ona kendi oğulları olduğunu söyler, oğulları gibi kendilerine varis yaparlar

fve onun malına da kendileri varis olurdu. O çocuğa. İslâm şeriatının öz çocuğa tanıdığı irsiyet, nikah, talak ve müsaheret hükümleri gibi bütün hükümleri icra ederlerdi.

Allahu taala yalnız kendisinin bileceği bir hikmete binaen şerefli el-\ çişi Hz. Muhammed'e henüz peygamberlik vazifesi vermezden önce Arap*ların adeti üzere yabancı bir çocuğu evlad edinmeyi ilham etmişti. Daha \ sonra böyle evlad edinmenin yasaklanma ve ibtalinde Peygamber (sav)'in ?* evladlığı ilk örnek olmaktadır.

Resulullah (sav), bisetten önce Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edindi. Halk bundan sonra Zeyd bin Muhammed diye çağırdı onu. Kur'an cahiliyet adetlerine göre evlad edinmeyi haram kılana kadar da böyle sürdü. Âyet nazil olduktan sonra Resulullah (sav) onu. evladlığından çıkardığını ilan etti. Halk da onu yeniden Zeyd bin Harise olarak çağırmaya başladı.

Buharı ve Müslim İbni Ömer (ra)'den rivayet ederler: «Zeyd bin Ha*rise (ra) Resulullah (sav)'ın azadlısı idi. Biz ona hep Zeyd bin Muhammed derdik.» «Onlcrı babalarına nlsbetle çağırın. Bu Allah indinde daha doğ*rudur.» âyeti nazil olunca Resulullah (sav) ona, «Sen Zeyd bin Harise bin Şercil'sin.» dedi.»

Resulullah (sav), cahiliyet adetlerini çok çirkin gördüğü halde pey*gamberlikle görevlendirilmeden önce Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edin*mesinin sebeb ve hikmetini ancak Allah (cc) bilebilir. Allah (cc) doğrusunu bilir ya, bu hikmetlerden birisi de Peygamberin ve ümmetinin tabi tutula*cağı bir imtihan olmalıdır. Bu imtihanın kıssası özetle şöyledir:

Zeyd, annesiyle beraber Beni Tayyi kabilesinde dayıları İle beraber kalıyordu. Bir kabile, adıgeçen kabileye saldırarak cahiliyet adeti üzere matlarını talan ettiler, çocuklarını da esir alarak götürdüler. Zeyd bin Ha*rise (ra) de bu esir edilen çocuklar arasındaydı. Esir çocuklar Mekke'de köle olarak satıldılar. Hatice binti Huveylid (r.anhüma) de Zeyd (ra)'i sa*tın aldı. Resulullah (sav) ile evlendikten sonra zekasını ve işbilirliğini be*ğendiği Zeyd (ra)'i Resulullah (sav)'a hibe etti. O tarihten itibaren Zeyd (ra), Resulullah (sav)'a hizmet etti.

Zeyd (ra)'in babası Harise bin Şercil, gece gündüz ağlayarak, şiirler söyleyerek oğlunu aramaya başladı. Kurtubi, Harise'nin oğlu için söyle*diği şu iki mısrayı nakleder: «Zeyd için ağlıyorum. Çünkü ne olduğunu bilmiyorum. Acaba sağ mıdır, yoksa ölü mü? Güneşin doğuşu bana onun doğumunu, batışı da ölümünü düşündürüyor.»

Harise bin Şercil sonunda oğlunun Mekke'de Muhammed bin Abdul*lah'ın yanında olduğunu öğrendi. Kardeşiyle birlikte Resulullah (sav)'ın yanına geldi. Resulullah (sav)'a, «Siz esirleri yediren ve azad eden Allah (cc)'ın beytinin komşularısınız. Oğlum Zeyd senin yanındadır. Sen kav*minin efendisisin. Oğlumu bana ver, karşılığında istediğin kadar mal ve*reyim.» dedi. Resulullah (sav), «Ben size daha hayırlısını teklif edeyim.» dedi. «O nedir?» dediler. Resulullah (sav), «Ben onu sizin yanınızda mu*hayyer kılayım. Eğer sizi isterse, hiçbir şey vermeden alır götürürsünüz. Yok eğer beni tercih ederse, ben onun bu tercihi karşısında hiçbir mata razı olmam.» buyurdu. Onlar, «Allah (cc) sana daha hayırlısını versin. Güzel birşey söyledin.» dediler.

Resulullah (sav), Zeyd (ra)'i çağırarak, «Bunları tanıyor musun?» di*ye sordu. Zeyd, «Evet tanıyorum. Babam ve amcam.» dedi. Resululfah (sav), «Bunlar baban ve amcan. Benim kim olduğumu da biliyorsun. Biz*den dilediğin tarafı tercih et.» dedi. Zeyd, gözleri dolu dolu, «Ben sizden başkasını tercih etmem. Siz benim hem babam, hem amcamsınız.» dedi. Babası ve amcası, «Hayret sana. Köleliği hürriyete tercih mi ediyorsun?» dediler. Zeyd (ra), «Andolsun ki ben bundan çok büyük İyilikler gördüm. Ondan ayrılmaya gücüm yetmez ve ebediyyen de ona bir başkasını ter*cih edemem.» dedi.

Bunun üzerine Resulullah (sav) Zeyd (ra)'i azad etti ve halkın İçine çıkarak «Şahid olun Zeyd benim oğlumdur. O bana varis olacaktır, ben de ona.» dedi. Zeyd'in babast ve amcası Resufullah (sav)'ın bu hareketinden çok memnun oldular. Böylece Resulullah (sav)'ın onu ne kadar çok sev*diğini anladılar.

Bundan sonra, «Onları babalarına nisbetle çağırır).» ve «Muhommed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Fakat Allanın resulü ve peygam*berlerinin sonuncusudur.» (Ahzab: 40} âyeti nazil oluncaya kadar herkes ona Zeyd bin Muhammed dedi. Âyetler nazil olduktan sonra onu herkes yeniden Zeyd bin Harise (ra) olarak anmaya başladı, işte bu âyetlerle cahil iye t dönemindeki evlad edinmenin hükmü İslâmın ebedî kanunlarıyla iptal edildi.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
52. DERS VERASETİN YALNIZ AKRABALIKLA OLMASI


6- O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri (müminlerin) analarıdır. Akrabalar da Allah’ın kitabında birbirine diğer mü*minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Şu kadar ki dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesna. Bu, kitabto yazılıdır.



Ayetin Lafzi Tahlili


(Ennebiyyü evlâ); Nebi, sizin nefislerinizden daha evladır. ' (Ve ezvâcühü ümmühâtühüm): Resulullah (sav)'ın zevceleri hürmet, tazim ve mahremiyet bakımından müminlerin anneleridir.

(ve uıüi erhami): Akrabalar daha yakındırlar.

(Evlâ bi'ba'din): Verasette daha evladır. .

(Fîkltabİltahİ): Kitaptan maksat Kur'andır.

(Evllyâlküm mo'rufen); Evliyadan maksat, âyet*te zikredilen mümin ve muhacirlerdir. Ma'ruftan maksat İse vasiyettir.

(Mesturen): Yazılı olarak tesbit edilmiştir.



Ayetin İcmali Manası


Allahu taala, mümin kullarına peygamberinin makam ve şerefinin yük*sekliğini haber vererek şöyle buyurur: Peygamberin hakkı, müminlerin öz nefislerinin hakkından daha büyüktür. Onun emirleri bütün emirlere tercih edilmelidir. Onun sevgisi de bütün sevgilerin üzerinde olmalıdır. Hiçbir şeyde ona isyan, ne büyük, ne küçük şeylerde ona muhalefet edilemez. Zira onun bütün müslümanlar üzerinde umumi bir velayeti vardır.

O müminleri cihada çağırdığında anne ve babadan izin beklemeden acilen itaat etmek gerekir. Çünkü Resulullah (sav) insana anne ve ba*basından daha hayırlıdır. İnsanlara verdiği emirler de insanın dünya ve ahiret sevabı içindir.

Allahu taala nasıl kerim elçisini şereflendirmiş, hakların en büyüğü*nün onun hakkj olduğunu beyan etmişse onun temiz zevcelerini de, onun zevceleri olduklarından dolayı, müminlere anne kılarak onlara tazim ve hürmeti farz kılmıştır. Resulullah (sav)'o ikram ve gerek hayatında, gerek hayatından sonra ona ihtiramın korunması için zevcelerinin herhangi bir erkekle nikahlanmalarını da haram kılmıştır. Bu da Resulullah (sav)'a Al*lah (cc) tarafından verilen hususiyetlerden biridir.

.Allahu taala, yakın akrabaların birbirine mirasçı pfmalarını beyan e-derek neseben yakın olanların bir yabancıdan verasete daha haklı oldu*ğunu bildirmiştir. Ancak İnsanlar hayatta iken dostu olan bir yabancıya blrşey vasiyet ederlerse, bu vasiyet hususunda bu yabancı akrabalarından daha haklıdır. Zira varisler İçin vasiyet yoktur. Bu hüküm, Allah <cc)'ın in*dirmiş olduğu kitabından olan adil bir hükümdür. Bu öyle bir hükümdür ki, kitapta yazı ile tesbit edildiği İçin İnsanlar tarafından yok edilmesi mümkün degîfdir. Allahu taala en İyi bilendir.

Bu âyetle, önceki âyetler arasındaki münasebet

Önceki âyetlerde Allahu taala, müminlere, evlad edinmekten vazgeç*melerini, evlad edinilen çocukların kendi Öz babalarına nisbet edilerek çağırılmalarınremretmiştir. Resulullah (sav) da Zeyd bin Harise (ra)'yi evlad edinmişti. Evlad edinmeden vazgeçilmesi emredildiği zaman Zeyd (ra) Re-sululiah (sav)'ın ismi İle değil babasına nisbet edilerek çağırılmaya baş*landı. Bunun üzerine Zeyd'de bir vahşet meydana geldi. O âyetlerden sonra gelen bu âyet Zeyd'i bir Ölçüde teselli etti. Zira bu âyette Resulul*lah (sav)'ın bütün müminler üzerinde şefkatli ve şümullü bir velayete sa*hip olduğu, bu bakımdan kendi öz çocuklarıyla diğer müminlerin farklı olmadığı beyan ediliyordu. Resulullah (sav)"m bu velayeti baki ve daimi*dir. Resulullah (sav) insanın her yakınından daha yakın, onun hakkı İn*sanların öz nefislerinin hakkından daha üstündür. Çünkü o, halka ebedî mutluluğa ulaşmaları için emreder ve yasaklar. O her mümin kadın ve erkeğin manevi babasıdır.

Onun temiz zevceleri de müminlerin anneleridir. Öyleyse Resulullah (sav)'ın evladlıktan tahliye ettiği mümin kimsenin mahzun olmaması la*zımdır. Çünkü onun manevî babalığı daimi ve bakidir. Bu sebeble mümin*ler üzerine, Resulullah (sav)'ı kendi öz nefislerinden daha çok sevmek ve onun emirlerini başkalarının emrinden daha önce yerine getirmek farzdır. Onun haklarını, anne ve baba haklarına dahi tercih etmeleri lazımdır. Çün- . kü Resulullah (sav), «Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ede*rim ki beni kendi öz nefislerinizden, anne, baba ve eviadlarınızdan ve bü*tün halktan daha çok sevmedikçe imanınız kemale ermez.» [16] buyurmuş*tur.

Ya^Rabbi, bize onun muhabbetini ve ona uymayı nasib et ve kıyamet günü onu bize şafaatcı kıl.



Ayetin Nüzul Sebebi


1- Müfessirler şöyle rivayet ederler: Resulullah (sav), Tebük se*ferine hazırlanarak halka da hazırlanmalarını emrettiler. Halkın bir kısmı, «Baba ve annelerimizden izin alalım.» dediler. Bunun üzerine, «O peygamber müminlere öz nefislerinden evladır...» âyeti nazil oldu. [17]

2- Kurtubî tefsirinde şöyle der: «Resulullah (sav) bir cenaze olduğunda «Onun bir borcu var mıdır?» diye sorarlardı. Eğer borcu yoksa namazını kılardı. Borcu varsa, «Gidin arkadaşınızın namazını kılın.» derdi. Fetihler çoğaldığı, hazine zenginleştiği zaman Resulullah (sav), «Ben hem dünyada, hem de ahirette halkın en yakınıyım. İsterseniz, «O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır.» âyetini okuyun. Hangi mümin öldükten sonra bir mal bırakırsa, o mal yakın akrabalarınındır. Eğer öldüğünde geriye borç veya yetim bırakırsa, onları bono getirin. Çünkü o müminin ü en yakını benim.» buyurdu.»[18]

Birinci rivayet âyetin nüzul sebebidir. Buhart'nin rivayet ettiği hadis İse, Resulultah (sav)'ın velayetinin manasını göstermektedir.



Âyetin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: Âyetteki «evlaslık, herhangi birşeyle kayıtlanmayarak mutlak bir şekilde zikredilmiştir. Bu, Resulullah (sav)'ın her hususta müminierin en yakını ve en «evlausı olduğunu göstermektedir. Madem ki Resulullah (sav), insanın öz nefsinden daha evladır, şu halde bütün Insanlardan evladır.

İkinci incelik; Allahu taala, Resulullah (sav)'ın zevcelerinin mümin*lerin anneleri olduğunu bildirmiştir. Buna göre, Resulullah (sav) da müminierin manevî babasıdır. Resulullah (sav) zevcelerinin anneliği, hürmet,tazim ve haramlıktadır.



Âyetteki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm: İmam Üzerine, Muslüman Fakirlerin Borçlanru Ödemek Vacib Midir?


Bazı alimler, İmamın üzerine, beytülmaiden fakirlerin borçlarını ödemesi farzdır demişlerdir. Günkü İmam herşeyde Resulullah (sav)'a uymak mecburiyetindedir. Resulullah (sav) ise, «Eğer öldüğünde geriye borç

veya yetim bırakırsa bana getirin. Çünkü o müminin en yakını benim.» buyurmuştur. Yani Resulullah (sav) fakir bir müminin borcunu ödemek ve yetimlerine bakmak bana farzdır demiştir. İmam da Resulullah (savj'tn

halifesi olduğuna göre fakir müslümanların borçlarını ödemesi farzdır.

Öyleyse devlet, fakirlerin bütün ihtiyacını karşıladığı gibi, onların borçlarını ödeyecek ve yetimlerine de bakacaktır.[19]



İkinci Hüküm: Resujulloh (Sav)'In Zevceleri Hem Erkek, Hem Kadın Müminlerin Mi Anneleridir, Yoksa Yalnız Erkek Müminlerin Mi?


İbnü'l-Arabi: «Alimler Resulullah (sav)'ın zevcelerinin bütün mümin*lerin mi, yoksa yalnız erkeklerin mi anneleri olduğu hususunda ihtlfaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır:

1- Resulullah (sav)'ın zevceleri hem erkeklerin, hem de kadınla*rın anneleridir.

2- Yalnız erkeklerin anneleridirler. Sahih olan görüş de budur. Zira bu âyet Resulullah (sav)'ın zevcelerinin haramlık bakımından erkeklerin anneleri gibi olduğuna delalet etmektedir. Bu husus ise kadınlar İçin dü*şünülemez. Çünkü onlar zaten kadınlardan örtünmüyorlardı. Hatta bir ka*dın Hz. Ayşe'ye anne deyince, Hz. Ayşe ona, «Ben senin annen değilim. Biz yalnız sizin erkeklerinizin anneleriyiz.» dedi.» [20]

Kurtubî de şöyle der: «Bu âyetin hükmünü yalnız erkeklere tahsis etmede bir fayda yoktur. Bana göre onlar hem erkeklerin, hem de kadın*ların anneleridir. Çünkü onlara tazimde bulunmak hem erkeklerin, hem de kadınların üzerine bir borçtur. Zira âyetin başlangıcı da —«O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır.»— buna delalet eder. Bu başlangıç, hem kadınları, hem de erkekleri içine almaktadır.» [21]

Kurtubî'nin görüşü, İbnü'l-Arabî'nin görüşüne göre tercihe daha şa*yandır.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.



Üçüncü Hüküm: Evlenmede Haramlık Resuluilohın Bütün Zevcelerine Tesbit Edilir Mi?


Alimler, mevzumuz âyetle, «Sizin Al I ahin peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadıfğı gibi) kendinden, sonra zevcelerini nikahta almanız da ebedi (caiz) değildir.» (Ahzab: 53) âyetine dayanarak, Resulullah (sav)'tan sonra, bütün zevceierlyle evlenmenin haram olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu hükmün, onun bütün zevcelerini, ister hayatında boşadığı, ister boşa madiği ve ister münasebette bulunduğu, ister bulunmadığı bütün zev*celeri içine alıp almadığı hususunda ihtilaf edilerek İki aörüşe ayrılmışlar*dır:

1- İmam Şafii (ra)'ye göre âyetteki «zevceleri»nden maksat, kendi*lerine Resulullah (sav)'ın zevceliği isnad edilenlerdir. Resulullah (sav) ha*yatta iken ister boşamış olsun, İster boşamasın. Bu haramhk hükmü hep*sine sabittir. Çünkü ayetin zahiri buna delalet etmektedir.

2- İmamü'l-Harameyn'e göre İse, Resulullah (sav)'tan sonra ümme*tine haram olan zevcelerden maksat, Resulullah (sav)'ın yalnız münasebette bulunduğu zevcelerdir. Çünkü, Hz. Ömer. hilafeti zamanında, Rö-sulullah (sav)'ın boşadığf ve Mustaize ismiyle meşhur olan kadınla ev*lenen Eş'as bin Kays'ı recmetmeye kalkıştı. Hz. Ömer'e, Resulullah (sav)'-ın onunla münasebette bulunmadığı haber verilince Eş'as bin Kays'ı ser*best bıraktı. Diğer bir rivayete göre kadın Hz. Ömer'e «Benim kapıma ne perde asıldı, nede bana müslümanların annesi ismi verildi. Bu adam neden recmedilsin.» demiş ve Hz. Ömer, Eş'as bin Kays'i recmetmekten vazgeç*miştir.

Bu hususta sahih olan görüş, İmamü'l-Harameyn'in görüşüdür. Ken*dileriyle evlenmek haram olan zevceler, Resulullah (sav)'ın münasebette bulunduğu zevcelerdir. Resulullah (sav), münasebette bulunduktan sonra talak-ı baîne İle boşasa bile, hickimse ile evlenemez. Yalnız nikah akdi İse evlenmeyi haram kılmaz. İşte Mustaize adıyla anılan kadın böyledir. Çünky Resulullah (sav), onunla nikoh akdi yaptıktan sonra odasına girin*ce kadın, «Senden Allaha sığınırım.» demiş, «Sen benden mi Allana sı*ğınıyorsun? Git ve ehline kavuş.» diyerek onu boşamıştı. Bundan sonra kadın, «Ben şaki bir kadınım. Çünkü Resulullah (sav)'ın zevcesi olmak şerefinden mahrum oldum.» demişti.» [22]



Dördüncü Hüküm: Anne Tarafından Olan Akrabalar (Zevll Erham) Mi*rasa Olurlar Mt?


((Akrabalar da Atlanın kitabında birbirine diğer müminlerden v« mu*hacirlerden daha yakındırlar.» âyetinden maksat, akrabalık derecesi ne olursa olsun, akrabalar, miras olmakta yabancılardan daha yakındırlar. Daha evvel müslümantar din kardeşliği ve hicret sebebiyle birbirlerine varis olurlardı. Bu âyet bu hükmü neshetmiştlr. Daha önce bir muhacir, ölen ensari kardeşinin malına varis olurdu. Ensari de muhacirin malına varis olurdu. Bu hüküm neshediterek verasetin ancak nesebîe olabilece*ği bildirildi.

Bozt fokihler bu âyeti delil alarak, ashab-ı furuz ve asabât denilen yakınları bulunmayan bir kimsenin malının beytülmala kalmasından, zevit erham denilen dayı, teyze gibi kimselere bırakılması daha uygun olduğuna hükmetmişlerdir. Hanefi mezhebi ve fakihlerln cumhuru bu görüştedir.

Fakihlerin bu husustaki delilleri ise, mevzumuz âyettir. Çünkü bu â-yette, ölen kimsenin yakınlarının —ftkhın feralz bahsinde beyan edilen oshab-ı furuz, asâbât ve anne tarafından olon akrabalarının— mirasçı olmakta yabancılardan daha haklı olduklarını bildirmektedir, ölen adam ile müslümanların beytülmalı arasında yalnız dinkardeşliği bağı olduğu hal*de, ane tarafından olan akrabalarıyla hem din kardeşliği bağı, hem de rahim bağı bulunmaktadır. Bu yüzden zevil erhamın iki yakınlığı var de*mektir. Şu halde anne tarafından akrabaların mirasçı olmaları beytülmal-dan daha haklıdır. Mesela: ölen bir insanın biri anne-baba bir kardeşi, diğeri yalnız baba bir kardeşi olsa malının hepsi anne-baba bir olan kar*deşine düşer. Çünkü onun ölene yakınlığı İki yönlüdür. Bu yakınlık yalnız babadan kardeşi olandan daha ^kuvvetlidir. Çünkü o, Wr yönlü bir akra*balığa sahiptir. İşte zevil erham [da bunun gibi meytüimala göre İki yönlü bir yakınlığa sahiptir.

İmam Şafii {ra) ise, ölen kişinin ashab-t furuz ve asabâttan kimsesi yoksa onun malı anne tarafından akrabalarına değil, beytülmala kalır gö*rüşündedir. Zira verasette kitap* veya sünnetten bir nassın bulunması la*zımdır. Akıl ve görüş ile veraset verilmesi mümkün değildir. Anne tarafın*dan olan akrabalar hakkında kitap ve sünnetten kesin bir nas olmadığı için ölen adamın malı beytülmala kalır.

Sahih olan Hanelilerle fukahanın cumhurunun görüşüdür. Bu husus*taki tafsilat fıkıh kitaplarının feraiz bahsinde mevcuttur.



Ayetten Alınacak Dersler


1- Resulullah (sav)'ın tüm müminler üzerinde umumî bir velayeti vardır.

2- Resulullah (sav)'ın şanına tazimen ondan sonra zevceleriyle ev*lenmek haramdır.

3- Resulullah (sav)'a ve ehl-i beytine karşı müslümanların ikram ve ihtiramda bulunmaları farzdır.

4- Din kardeşliği ve hicret yoluyla veraset iptal edilmiştir. Veraset yalnızca akrabalıkladır.

5- Şeriat-ı garranın hükümleri Allah (cc) tarafından indirilmiş ve Kur'anda da tesbit edilmiştir.

6- Sahih olan kavle göre, zevil erham, beytülmaldan önce veraset hakkına sahiptir.



Ayetteki Teşriî Hikmetler


Allahu taalanın hikmetlerinden birisi de İslâm toplumunun fertlerini birbirine akide ve din bağlan ile bağlamasıdır. Bu bağlar İslâm toplumuna kuvvet ve izzet bahşederek saadete erlştirmiştir.

İslâmın başlangıcında veraset din kardeşliği ve hicret bağlarıyla ol*maktaydı. Mesela; bir ensarî muhacir kardeşini varis kılar, muhacir de kendi akrabalarını değil, ensari kardeşini varis kılardı. Bu uygulama so*nunda müminler arasında İman bağlan 'kuvvetlendi ve aralarında örnek bir İslâm kardeşliği teessüs etti. Müslümanlar bir bina, tek bir gövde haline geldiler, islâm kardeşliği nesebi kardeşlikten, din bağı, soy bağın*dan daha sağlam oldu.

Daha sonra Allahu taato din ve hicret yoluyla olan veraset hükmünü nesnederek verasetin ancak neseb ve yakınlıkla olacağını beyan etti. İşte bu beyan İslâmın örnek nazariyesi ite aile bağlarını kuvvetlendirdi. Çünkü kuvvetli bağlarla bağlanan bir aile, faziletli bir toplumun temelidir. Aile içindeki alakaların kuvvetlenmesi toplum yapısını da sağlamlaştırmakta* dır. Aile içindeki alakalar çözüldüğü zaman ise cemiyette de çözülmeler olmaktadır.

Şu var ki, Allahu taala her yakını varis kılmamıştır. Bir adamın varis olabilmesi için yakınlıkla birlikte imanlı olması da jcabeder. Mesela; kafir olan bir oğul, müslüman babasına varis olamaz. Müslüman olmayan bir kardeş, müslüman olan kardeşine varis olamaz.

Allahu taalanın yakın akrabalıkla beraber imanı esas alması, iman ile neseb arasında bir rabıta meydana getirmiştir. Yakınlık ancak imanla menfaatlidir. Çünkü ailenin şerefi din ile korunur. Kur'anın adli hükmü «Hısımlar Allanın kitabınca birbirine daha yakındırlar. Allah herşeyl hak*kıyla bilendir.» (Enfal: 75) ve «Akrabalar da Allanın kitabında birbirine di*ğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar.» âyetleriyle nazil ol*muştur. Allahu taala bu âyetlerle hicret ve din kardeşliği esasına dayalı veraseti neshederek verasetin ancak neseb yoluyla olacağını beyan et*miştir.

Buharî'nin Ebu Hüreyre (ra)'den yaptığı rivayete göre Resulullah (sav), «Ben hem dünyada, hem de ahirette halkın en yakınıyım. İsterseniz, «O peygamber, müminler öz nefislerinden evladır.» âyetini okuyun. Hangi mü*min öldükten sonra bir mal bırakırsa, o mal yakın okrabalarımndır. Eğer öldüğünde geriye borç veya yetim bırakırsa, onları bana getirin. Çünkü o müminin en yakını benim.» buyurmuştur.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
53. DERS NİKAHLI BİR KADINI MÜNASEBETTE BULUNMADAN BOŞAMANIN HÜKMÜ


49- Ey iman edenler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra, kendi*lerine dokunmadan, onları boşattığınız zaman sizin için üzerlerine saya*cağınız bir İddetyoktur. O surette onları faidelendirip kendilerini güzel bir şekilde salıverin.



Ayetin Lafzı Tahlili


(Nekahtüm): Nikah, nikah akdine denildiği gibi cinsî münasebete de denir. Ayetteki manası, nikah akdidir. *

(Temessuhünne): Temessuh, mesh kökünden gelir. Buradaki manası fakihlerin icması ile elmadır.

(İddetin): iddet, saymak anlamına gelir. Boşanan kadın, boşandıktan sonra günlerini sayar. Şer'î ıstılahta ise, kadın rahminin boş ve temiz olduğu bilinecek kadar beklemesi icabeden zamana denir. Bu za*man da üç aydır.

(Femettiuhünne): Mut'ot kökünden gelir. Mut'at.

İnsanın faydalandığı mal veya elbiseye denir. Istılahı manası ise kişinin boşadığı kadına vereceği maldır.

(Veserrihûhünne): Tasrih kökünden gelir. Bırşeyı salıvermek demektir. Buradaki manası İse boşamaktır.

(Serâhen cemilen): Serah, boşamak, cemit, güzet demektir.



Âyetin İcmali Manası .


Allahu taala mümin kullarına icmaien şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler, mümin kadınlarla nikah akdi yaptıktan sonra onlara dokunmadan boşarsanız, o kadınlar üzerine sayacağınız bir iddet yoktur. Çünkü siz on*lara dokunmadan boşadınız. Soyunuza saygı için evde oturup iddet bek*lemelerine lüzum yoktur. Onlara dokunmadığınız için hamilelik ihtimali yoktur.

Bu durumda üzerinize vacip olan, onların gönüllerini hoşnut etmek İçin bir miktar mal vermektir. Zira boşamanızla onlarda bir vahşet mey*dana gelir. Vereceğiniz mal, hem o vahşeti giderir, hem de halk içinde bo*şanmada suçsuz oldukları anlaşılır. Onları boşadığımz zaman, onlan, üze*rinizdeki haklarından mahrum etmediğiniz gibi, söz veya fiille ezfyet de etmeyiniz. Zira bu sizin imanınızın muktezasıdır, Allah (cc)"a itaatinizin bir nişanesldir.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.



Bu Âyetle Önceki Âyetler Arasındaki Münasebet:


Önceki âyetlerde Resululiah (sav)'ın zevcelerinden bahsedilerek on*lara hayatlarını, Allah (cc)'a ve Resulüne itaatkar, dünyadan uzak, temiz ve kamil bir şekilde sürdürmeleri icabettlği bildirilmiştir. Zira onlar diğer kadınlar gibi değildirler. AHah tebarek ve taala onların yüksek şereflerini —ki Resululiah (sav)'m zevceleri, müminlerin anneleri olmalarından gel*mektedir— korumalarını emretmektedir.

Bu âyette de müminlere, kendilerine dokunmadan boşadıkları zevce*lerinin hükümülerini beyan ederek, bu boşamada müminlerin üzerine farz olanı bildirmektedir. İşte bu İşaret ettiklerimiz, bu âyetle önceki âyetler arasındaki bağlantıyı temin etmektedir. [23]



Ayetin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: «Mümin kadınları nikahlayıp da...» âyeti, mümin bir erkeğin mümine ve temiz bir kadınla evlenmesine işaret eder. Zira kadmırt-imanı onu iffetli kılar ve onu ahlaksızlığa düşmekten korur. İmanlı bir kadın, kocasının namusunu o yanında iken de, yanında olmadığı zaman da muhafaza eder. Allahu taala, «İman eden bir cariye, müşrik bir kadın*dan —bu, sizin hoşunuza gitse de— elbet daho hayırlıdır.» (Bakara: 221) buyurmuştur.

İkinci İncelik: «Sonra... onlan boşadığımz zaman...» âyetindekl «sümme» (sonra) kelimesi, talakın uzun bir düşünceden sonra yapılma*sına işaret eder. Zira talak, Allah (cc)'tn buğzettiği işlerden birisidir. Çün*kü talak, aile hayatını yıkmaktadır. Hatta bazı faklhler bu âyetin talaktan kaçınmaya işaret ettiğini söylemektedirler. Çünkü talak, ancak aile haya*tının tamamen bozulması halinde mubahtır. Buradaki hüküm, ister evlenir evlenmez, ister bir müddet sonra boşasm değişmez.

Üçüncü İncelik: «Sizin İçin üzerlerine sayacoğınız bir İddet yoktur.»

âyetinde «iddet»in erkeklere isnad edilmesi, İddetin erkeğin hakkı olduğu*na işaret etmektedir. Öyleyse kadının «iddet» beklemesi, neslin temizliği ve korunması için vaciptir. Çünkü her erkek çocuğunun temiz olmasını ister. Ektiği tohumunun başkalarının suyu ile sulanmasını ise hic istemez.

Meşhur olan kavle göre «iddet», insan ile Allah (cc) arasında müş*terek bir haktır. Çünkü soyların karışmasına ve bozulmasına mani olmak Allah (cc)'ın hakkıdır. Bundan dolayı fakihler iddetin birçok hikmet ve sebebi olduğunu söylemişlerdir. Kadtn rahminin temizlenmesi ve bunun Allah (cc)'ın bir emri olduğu için beklenmesi bu hikmetlerdendir. •



Âyetteki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Bir Kadın Nikah Akdinden Önce Boşanabilir Mi?


Fakihler, «Mümin kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunma-don, cnları boşadığımz zaman...» âyetine dayanarak, talakın nikahtan Ön*ce olamayacağında icma etmişlerdir. Çünkü Allahu taala âyette evvela «nlkahn sonra «talaksı zikretmiştir. Resululiah (sav) da «Nikahtan evvel talak yoktur.» buyurmuştur.

Yalnız, bir kimsenin, «Ben falanla evlenirsem, o benden boştur.» veya «Evleneceğim kadın benden boştur.» gibi sözlerle kadının talakını nikaha bağlaması halinde boşamanın vaki olup olmayacağı hususunda ihtilaf ede*rek iki görüşe ayrılmışlardır.

İmam Şafii (ra) ile İmam Hanbel (ra)'e göre. bir kimse evleneceği bir kadının veya evleneceği herhangi bir kadının talakını nikaha bağlaması ve sonra da o kadınla evlenmesi halinde o kadın boşanmış sayılamaz. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edilmiştir.

İmam Ebu Hanife (ra) ile İmam Malik (ra)'e göre İse evlenilmeden önce talak bir kadının nikahına bağlanırsa —mesela, «Ben Hind İle ev*lenirsem, o benden boştur» denilirse— o kadınla evlenildiği takdirde ka*dın hemen boş olur. Bu görüş de İbni Mes'ud'dan rivayet edilmiştir.

Şafii ve Hanbelilerin delilleri:

1- Nasıl yabancı bir kadına, «Sen benden boşsun» demekle talak vaki olmazsa, evlenilecek bir kadına, evlenmeden önce, «Seninle evlenir*sem benden boşsun.» denilmesiyle de talak vaki olmaz. Zira talak İçin nikah mülkiyeti lazımdır. Böyle bir halde ise nikah mülkiyeti yoktur.

2- Resulullah (sav), «İnsan malik olmadığı birşeyi nezredemez. Ma*lik olmadığı bir köleyi azad edemediği gibi, malik olmadığı bir kadını da boşayamaz.» buyurmuştur. [24]

Sahabe ve tabiinin cumhuru da bu görüşte İdiler. Hatta imam Buharı. «Nikahtan evvel talak yoktur.» bahsinde sahabi ve tabiinden 24 kişinin adını saymıştır. Bu görüş İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edilmiştir. İbni Abbas (rp)'a, «Bir adam evlenmeden önce evleneceği kadının talakını ni*kah akdine bağlasa kadın boş olur mu?» diye sorulunca, «Boş olmaz.» cevabını vermiştir.

İbni Abbas (ra)'a, «İbni Mes'ud (ra) bu hususta sana muhalefet ederek böyle bir talakın vukuuna hükmediyor.» denilince de, aAllah (cc) Ebu Ab-durrahman (ra)'ı affetsin. Eğer onun dediği gibi olsaydı, Allahu laalanın «Ey iman edenler, mümin kadınları -boşayıp da sonra nikahladığınız za*man...» demesi gerekirdi. Halbuki Allahu taala öyle değil, «Ey iman eden*ler, mümin kadınları nikahlayıp da sonra... boşadığınız zaman...» demek*tedir.» demiştir.

Hanefi ve Maliküerin delilleri:

Hanefi ve Malikilere göre. talakta hem nikah mülkiyetine, hem de talakın nikah mülkiyetine izafe edilmesine itimad edilir. Şu var ki, talak nikah mülkiyetine izafe edildiği zaman, mülkiyet tahakkuk edinceye, kadar askıda kalır. Mesela bir kimse bir kadına, «Eğer seninle evlenirsem boş*sun,» dese, adamın talakı nikah akdine bağlaması sahihtir. Fakat talak o an vaki olmaz. Talak, ancak o kadınla evlendikten sonra vaki olur.

Talakın nikaha bağlanması, bir adamın karısına, «Eğer şu eve gider*sen benden boşsun.» demesi gibidir/Burada da talak, ancak kadının o eve gitmesi ile vaki olur. O eve gitmediği takdirde talak vaki olmaz. Öyleyse bu meselede de taîak. adamın kadınla evlenmesinden sonra vaki olur.

Hanefi ve Maliki alimleri, Şafii ve Hanbelilerin yaptığı kıyas hakkında şöyle derler: Yabancı bir kadına «Sen benden boşsun.» denilmesi ile, ev*lenilecek bir kadına evlenilmeden önce, «Eğer seninle evlenirsem boşsun.» denilmesi arasında açık bir fark vardır. Çünkü bir adamın yabancı bir kadına, «Sen benden boşsun.» demesi lağv bir kelamdır. Bu nikahına ma*lik olmadığı bir kadını boşamaktır ki, talak vaki olmaz. Ama kişinin bir kadına, «Eğer seninle evlenirsem boşsun.» demesi, talakı evlenme akdine bağlaması demektir. Kİ, evlendiği takdirde talak vaki olur. Bu ikisinin ara*sında açık bir fark vardır.

Bu görüşle de alimlerden büyük bir topluluk hükmetmiştir. Bunlardan biri de İbni Mes'ud (ra)'dur. Delili en kuvvetli olan ve en ihtiyatlı olan gö*rüş de onun görüşüdür. Bu hususa İbnü'l-Arabi ve Cessas da dikkat çek*mişlerdir.

Özet olarak, nikahtan sonra talak, bütün fakihlerin ittifakıyla vaki olur. Yine bütün fakihler taalluksuz bir kadına «Sen benden boşsun.» de*mekle talak vaki olmayacağında ittifak etmişlerdir.

Hanefiler ve Malikiler nikah akdine bağlanılan talakın nikahla beraber vaki olacağına hükmetmişlerdir. Şafii ve Hanbelllere göre İse böyle bir talak vaki olmaz.

«Herkesin (her kavim ve milletin) yüzünü kendine döndürücü olduğu bir yönet! vardır.» (Bakara: 148).



İkinci Hüküm: Evlenen Ciftin Yalnız Kalmaları Tddet Ve Mehil Gerektirir Mi?


Âyetteki, «Mümin kadınları nikahlayıp da sonra, kendilerine dokunma*dan...» ifadesinin —ki burada «dokunmak», cimadan kinayedir— zahirine göre çiftin bir arada kalmaları, münasebetin icabettirdiği iddet ve mehri gerektirmez. İmam Şafii'nin görüşü budur. Delili ise, Allahu taalanın kadı*nın cinsi münasebetten evvel boşanması halinde iddet olmadığını bildirmiş olmasıdır. Halvet, bir arada kalma cima demek olmadığına göre, iddet ve mehir gerekmez.

Cumhur ise, halvet halinin de münasebet gibi, mehrin tamamını ve iddeti İcabettirdiği görüşündedir. Delilleri de şunlardır.

1- Dare Kutni. Sevban'dan rivayet etmiştir: «Resulullah (sav), «Her kim kadının başörtüsünü açıp bakarsa, ister münasebette bulunsun. İster bulunmasın onun mehrini vermesi icabeder.» buyurmuştur.

2- Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, «Bir kimse nikahlandığı ka*dınla perde asarak halvet olur ve onun avretini görürse, o kadına iddet beklemek farz olduğu gibi kocasına mirasçı da olur. Kocası onun meh*rini de tam olarak vermelidir.» demiştir.

3- Zurore bin Ebi Evfa'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Raşid halife*ler, nikahlandığı kadınla halvet olan bir adamın, o kadınla ister münase*bette bulunsun, İster bulunmasın, mehrini tam olarak vermesine ve ka*dının iddet beklemesinin farz olduğuna hükmetmişlerdir»

Görüldüğü gibi cumhurun delilleri daha kuvvetlidir. Çünkü bir adamın karısıyla bir sene aynı yatakta yattığı halde münasebette bulunmaması mümkündür. Öyleyse icabeden o adamın kadının mehrini tam olarak ver*mesi ve kadının da iddetinl beklemesidir. Çünkü uzun zaman bir arada bulunmuşlardır. Aralarında çıkacak ihtilafı da ancak bu hüküm hallede*bilir.

Ancak, halvetle iddetin vacip olduğunu söyleyenler arasında ihtilaf vardır. Kimisine göre kadının İddet beklemesi diyaneten değil, hükmen farzdır. Zira kadı zahirle hükmeder. Kimilerine göre de kadının iddet bek*lemesi hem diyaneten, hem de hükmen farzdır. Sahih olan görüş ikinci görüştür.



Üçüncü Hüküm: Tek Talakla Boşanan Bir Kadını Kocası Ricat Ettikten Sonra Onunla Cinsi Münasebette Bulunmadan Tekrar Boşarsa, Kadının İd*deti İlk Talaktan İtibaren Mi Sayılır, Yoksa Ricattan Sonraki Talakın Vukuun*dan İtibaren Mi Sayılır?


İmam Şafii (ra)'ye göre kadının iddeti birinci talaktan itibaren sayılır. Yeniden iddet sayma yo lüzum yoktur.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik {ro)'e göre ise. kadının İddeti, kocanın ricattan sonra yaptığı ikinci talaktan itibaren sayılır.

İmam Şafii'nin delili:

Boşanan kadının iddeti, birinci .talaktan itibaren sayılır. İddetin, ricat*tan sonra yapılan ikinci talaktan itibaren sayılmasına lüzum yoktur. Zira ikinci talakına iddet yoktur. Çünkü talak ricattan sonra, münasebette bu*lunulmadan yapılmıştır. İkinci talakın birinci talak İte icabeden İddeti iptal etmesi uygun değildir. Çünkü adamın birinci talakı münasebetten sonra yapılmıştır. Bu sebeble şariin İddet hükmüne uyulması vaciptir. Zira o adanvn karısına yaklaşmadan yaptığı talak, ricat etmeden iddeti İçerisin*de yapttğı talak hükmündedir. Öyleyse, bir adam karısının her temizleni*şinde bir talak vermiş olsa, üçüncü talakı verişinde kadın ondan tama*men bos olur. İddet yenilenmez.

Hanefi ve Malikilerin delilleri:

Kadının ikinci talakından sonra yeniden iddet beklemesi gerekmek*tedir. Zira ikinci talak ile ricat arasında herne kadar halvet ve temos yok*sa da o talak münasebetten önce yapılmış bir talak sayılamaz. O kadın ile daha önce münasebette bulunulmuştur. Bundan ötürü o kadtn müna*sebette bulunulmuş bir kadın hükmündedir.

Kurtubi, İmam Malik (ra)'ten naklen şöyle der: «Bu kadın yeniden Id-det beklemek zorundadır. Htm erbabının ekserisinin görüşü de budur. Bu kadm nafakada, ev ve gîyîm hususlarında münasebette bulunulmuş ka*dınlar hükmündedir. Basra, Küfe, Mekke; Medine ve Şam fakihlerinin cum*huru bu görüştedir.»



Dördüncü Hüküm: Boşanan Her Kadına Mal Vermek Vaclb Midir?


«Onları foidelendirirt.» âyetinin zahiri, temastan önce boşanan Kadın*lara ister nikah akdinde onlara bir mehir tayin edilsin, ister edilmesin, bir miktar mal verilmesini icabettirir. «Boşanan kadınların fa meşru su*rette faldelenmelerl haklarıdır ki bu, Allahtan korkanlar için bfr vazife*dir.» (Bakara: 241) âyeti de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Öyleyse ayet, boşanan her kadına bir miktar ma! verilmesini gerektirmektedir.

Fakihler, boşanan her kadına birmlktar mal verilmesi hususunda ihti*laf etmişlerdir.

1- Verilecek mal, boşanan her kadın için, ona nikah akdinde ister mshlr tayin edilsin, ister edilmesin, farzdır. Çünkü âyetin zahiri bunu amirdir. Bu, Hasan-ı Basri'rrin görüşüdür.

2- Kendisiyle münasebette bulunulmadan boşanan kadına —ki ona nikah akdinde de bir mehir tayin edilmemiştir— bir miktar mal veril*mesi vaciptir. 8u da Hanefi ve Şafjilerin görüşüdür. İbnİ Abbas (ra) da bu görüşle hükmetmiştir. Fakat bu kadına nikah akdinde bir mehir tayin edilmiş ise, mal verilmesi vacib değil, müstahabtır.

3- Bütün boşanan kadınlara talaktan sonra bir mlktor mal veril*mesi müstahabtır. Boşanan hiçbir kadına talaktan sonra mehrinden baş*ka bir mal vermek vacib değildir. Malikilerin görüşü de budur.

Bize göre Hanefi ve Şafiilerin görüşü daha tercihlidir. Çünkü Ibni Abbas'ın görüşü de budur.



Âyetten Alınacak Dersler


1- Evlenecek bir müslüman iffetli ve temiz bir mümin kadın seç*mek zorundadır.

2- Talak aile hayatını yıkar. Bu sebeble kadın, ancak şerlatin za*ruri saydığı hallerde boşanır.

3- Münasebette bulunulmadan boşanan kadına Iddet beklemek, ki*tap ve icma ile farz değildir.

4- Kocanın boşadığı karısını hoşnut etmek için bir miktar mal ver*mesi lazımdır.

5- Erkeğin boşayacağı karısına eziyet etmesi haramdır. Kocanın ka*rısını en güzel surette, salıvermesi lazımdır.



Âyetteki Teşrii Hikmetler


Allahu teala evliliği insan soyunun bekası için meşru kılmıştır. Evlilik temellerini ve aile hayatını en mukaddes bağlarla kuvvetlendirmiştir. Kan-koca'arasındaki hayatı konuşma, yardımlaşma, sevgi ve muhabbet temel*leri üzerine kurmuştur. «Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız İçin zevceler yaratmış olması, oranızda bir sevgi ve esirgeme yapması da O'nun âyetlerindendir. Şüphe yok ki, bunda fikrini iyi imal edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.» (Rum: 21)

İslâm, kadını boşamayı ancak istisnai ve zaruri hallerde mubah kıl*mıştır. Çünkü insan karşılaştığı müşküllerden talakla kurtulabilir ve mah*rum olduğu saadete ulaşabilir. Buna rağmen talak, Allah (cc) katında he*lallerin en çirkinidir. Çünkü talak ile evler yıkılır, aileler zayolur, çocuklar bedbaht olur. Yalnız zaruret hallerinde talaktan başka çare bulunamaz. Bu durumda bile boşama sebeblerlnin çok açık olması gerekmektedir. E-ğer geçimsizlikten kurtulmak için başka çare kalmamışsa talak o zaman yapılmalıdır.

İslâm bu geçimsizliğe ve sebeb olduğu 'kötülüğe son vermek İçin ta*lakı mubah kılmıştır. Ailesini boşayacak kimse uzun uzun düşünmeli, ge*leceği hesab etmeli.ve kararını Öyle vermelidir. Zira taiak ancak huzur ve saadet 'için yapılır. Geçimin acılığı, hayatın zorluğu talakla giderilir.

Talak emin bir yolla yapılmazsa aile emniyet ve istikrardan mahrum kalır. Çünkü talak iki ağızlı bir kılıca benzer. İnson talakla yo zorluklan, kötülükleri defeder veya zorluk ve kötülüklere düşer.

Bir erkek, nlkohlandığı bir kadını, münasebette bulunmadan basarsa, onun yeniden evlenmesine mani olmaya hakkı yoktur. Zira o kadın için iddet yoktur. İddet, kadın rahminin temizliğinden emin olmak, soyların birbirine karışmasını önlemek için farz kılınmıştır. Talak eğer cinsî temas*tan önce olursa, o zaman ne iddet vardır, ne de kadının evlenmesine ma*ni olunabilir. Kocasının onu iyilikle Salıvermesi lazımdır. Koca iki kötülüğü bir araya toplamamalıdır. Bunlardan birisi, karısından hiçbir şey görme*den boşaması, ikincisi, kadının evlenmesine mani olmaktır. Bunun için Allahu taala, «O surette onları faidelendirip kendilerini güzel şekilde salı*verin.» buyurmuştur. Allahu taala kadının şerefini bu şekil de koruduğu gibi erkeğin ona kötülük ve düşmanlık etmesine de mani olmaktadır.

Allahu taala herkesin hakkını layıkıyla korur. Ne kadına zulmeder, ne de erkeklerin hukukuna tecavüz ettirir. Allah (cc), erkeklere de, kadınlara da hayat sahasını geniş yaratmıştır.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
54. DERS RESULULLAH (SAVI İN EVLENMESİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER


50- Ey peygamber, mehirlerlnl verdiğin zevceleri ve Atlanın sana gonimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin malik olduğu kadınları, se*ninle bercber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarım, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mümin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp da eğer peygamber de nikahla atmak isterse onu —(fakat bu sonuncusunu) diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere— senin için helal kıldık. Öbür (mümln)lerin zevceleri ve sağ elleri*nin malik oldukları {cariyeleri) hakkında uhdelerine ne farzetmiş olduğu*muzu bildirdik. {Bağış suretiyle İzdivacın sana tahsisi) senin içtn hiçbir darlık olmaması içindir. Atlah çok yartığayıcıdır, çok esirgeyicidir.

51- Onlardan kimi dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de diler*sen yanına alabilirsin. (Nöbetinden) geri bıraktıklarından kimi İstersen (nezdine almak)ta sana güçlük yoktur. Gözteri aydın olup tasalanmalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnud olmalarına en elverişli ofan bu*dur. Allah kalblertnizde olanı bilir. Allah (herşeyi) hakkıyla bitendir, uku-betts acele etmeyendfr.

52- Bundan sonra kadmlorO almanj ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de sana helal olmaz. Sağ elinin ma-fflc olduğu (coriyeler) müstesna. Allah herşeye hakkıyla nlgehbandır.



Ayetlerin Lafzi Tahlili


'°SAfctelnoî: Ihlol kökünden gelir, helal kılma dernektir.

(Ücurehünne): Nikah kesimleri, mehir.

(Meleket yominüke): Sağ elinin malik oldukları. yani cariyeler.

(Efâellahü): Efâe, fey kökünden gelir, ganimet demektir. Âyetteki anlamı, Allah (cc)pın sana harp vasıtasıyla verdiği de*mektir.

(Hacernemaake): Hicret kökünden gelir. Göç et*mek manasmdadır. Sertinle hicret edenler demektir.

(Yestenkihehâ): İstinkah kökünden gelir. Nikah taleb etme demektir.

(Hallsoten): Yalnız sana mahsustur.

(Mâferezno aleyhim): Müminlere dörtten fazlasıni (arz kılmadık.

leştîrmek demektir.

(Haracün): Sıkıntı, darlık.

(Turcii): Tehir, erteleme.

ı'vi): Eva kökünden gelir, zammetmek, bir-

(Tegarra együnühünne): Onlar hoşnut olurlar,

(Allmen halimen): Herşeyi hakkıyla bilen ve hıc-kinuîoyo acilen ceza vermeyen



Âyetlerin İcmali Manaları


Allahu taala sevgili peygamberine çeşitli sınıflardan kadınları mubah kılmıştır. Bunlar, mehrini vermek suretiyle aldığı kadınlar, kendilerini me-hfrslz olarak Resululloh isavj'a hibe eden kadınlar, cariyeleri ve kendi akrabafarı olan Kureyş ve Beni Zühre kabilesinden hicret eden kadınlardır. Allahu taala hiçkimseye tanımadığı bazı hususi hak ve hükümleri Resulut-lah (sav)'a tanımıştır. Bunlar vasıtasıyla da tebliğ ve risaletin yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Resulullah {sovja has olan bu hükümlerden bazıları, onun dört ka*dından fazla evlenmesi, kendilerini mehirsiz olarak hibe eden kadınlarla evlenebilmesi, Resulullah (sav)'a kadınlar arasındaki taksimatın farz ol*mamasıdır. Bunlar Resulullah (sav)'ı şereflendirmek ve Allah (cc) katın*daki makamının yüksekliğini göstermek için verilmiştir.

Müslim, sahihinde Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Ben kendile*rini Resuluîlah (sav)'a hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim, Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyeti nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Resulullah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzu*nu yerine getiriyor,» dedim.» [25]

Âyeti kerimelerin manaları icmalen şöyle: Ey nebi, biz sana mehirle-rinl verdiğin zevcelerini, sağ elinin malik olduğu harp esiri cariyelerini, amca, hala, dayı ve teyze kızlarından seninle hicret eden kadınları sana helal kıld'k. Ayrıca sana, sırf Allah (cc) ve Resul (sav) sevgisi için ken*dilerini hibe eden şaline kadınları da mubah kıldık, Kendilerini hibe eden kadınlardan dilediğinle mehirsiz olarak evlenebilirsin. Bu evlilik mümin*lere değil, yalnız sana mubah kılınmıştır. Müminlere nikah akidlerinde nikah şartlarını farz kıldık. Onların sağ ellerinin malik bulunduğu cariye*lerin dışında mehir vermelerini de farz kıldık. Fakat sana -kolaylık olması bakımından birçok hususiyetler tanıdık. Bunları sana bir zorluk, bir darlık olmaması için tahsis ettik.

Ey Resul, dilediğinin nöbetini erteler, dilediğini de yanına alabilirsin. Boşcfdıktnn sonra da dilediğini ricat ederek geri alabilirsin. Sana verilen bu haklar, onların kalblerinln rahatı için en uygun yoldur. Çünkü onlar, bu durumda yaptıklarını Allah (cc)'ın emir ve ruhsatıyla yaptığını bilirler. Bu yüzden yaptıklarına razı olurlar, gönül hoşluğu İle kabul ederler. Allahu îaola kq!blerin gizlediklerini en iyi bilen, emirlerine muhalefet ederek İs*yan edenleri de cezalandırmakta acele etmeyendir.



Âyetlerin Nüzul Sebebi


«Ey peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve İhtişam)'mı arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini ve*reyim de hepinizi güzellikle salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olunca. Resulullah (sav)'ın zevceleri boşanacaklarından korkarak, «Ya Resulul*lah, bize malından ve nefsinden dilediğini ver, yalnız bizi nikahında bırak.» dediler. Bunun üzerine, «Onlardan kimi dilersen (nöbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oldu. [26]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: «İhlahıin manası helalliktir. Âyetteki, «senin için helal kıldık» ifadesi, birşeyi haram veya helal kılmanın, teşriinin yalnız Allah (çç)'a mahsus olduğuna delalet eder. Resul ise hükümleri kullara tebliğ edicidir. Hiçkimse kanun yapma veya helal yada haram kılma hakkına sahip değildir. Çünkü Allahu taala, «Hüküm a İlahtan başkasının değildir.» (Yusuf: 40) buyurmuştur.

İkinci incelik: «...Mehirlerİni verdiğin zevceler...» âyeti, Allahu taala-nın peygamberine en efdal ve ekmel olanı ihtiyar ettiğine işaret etmekte*dir. Zira mehri vermek, ertelemekten daha hayırlıdır.

Bazı sahabiler, evlenmeye güç yetiremediklerinden şikayet edince Resulullah (sav) onlara, «Sizin zırhınız yok mu? Onu mehir edin » buyur*muştur. Mehrin bir kısmını ertelemek veya yansını vererek diğer yarısını borca bırakmak sonradan Örf haline gelmiştir. Bu da genç kızların ge*leceklerini teminat altına almak düşüncesiyle mehrin çok yükseltilmesinin bir sonucudur.

Üçüncü incelik: Âyetteki, «Allanın sana ganimet (olarak nasib) et*tiklerinden soğ elinin malik olduğu kadınları...» ifadesindeki tahsis, sa*tın alınan cariyelerden daha efdal ve hayırlı olduklarına işaret etmektedir. Çünkü Daru'l-Harbten alınan cariyelere «temiz cariye» ve anlaşma yoluyla alınan cariyelere de «pis cariye» denilir. Allahu taala bu âyette de bildir*diği gibi peygamberine ancak temiz olanları nasib etmiştir.

Dördüncü İncelik: Resulullah (sav)'ın âyette üç defa peşpeşe «pey*gamber» unvanıyla anılması, Resulullaha has olan hükümlerin Allah (cc) tarafından verildiğini ve onun peygamberliğinden dolayı olduğunu göstermektedtr. Ayrıca peygamberin şanının büyüklüğünü ve onun bu şerefe la*yık olduğunu beyan etmektedir.



Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

Birinci Hüküm: «Ücret» Ve «Hibe» Kelimeleriyle Nikah Yapılabilir Mi?


Fakihler, nikah akdinin ancak «nikah» ve «evlenmek» gibi sarih lafız*larla yapılacağında ittifak etmişlerdir. Zira Al fa hu taala, «...Onları sahip*lerinin İzniyle kendinize nikahlayın.» (Nisa: 25} buyurmuştur. Şu halde «nikah» ve «evienme» kelimeleri kitap ve sünnette varid olmuştur.

Fakihler, mubah kılma, helal kılma, emanet verme veya alma, rehin ve temettü kelimeleriyle nikah akdinin caiz olmadığında.da ittifak etmiş*lerdir. Fukahanın cumhuruna göre »Ücret» kelimesiyle de nikah akdi caiz değildir.

Ebu Hasan-ı Kerhî (ra) ise, «icare» kelimesiyle nikah akdinin caiz ola*cağı görüşündedir. Zira Allahu taala, «Ücretlerini (mehir) verdiğin kadın*ları» buyurmuştur. Görüldüğü gibi Allahu taala «mehir» kelimesini «üc-rst» olarak isimlendirmiştir. Öyleyse «ücret» ve «icare» lafızlarıyla tahak*kuk eden nikah akdinde mehir verilmesi vacibtlr. Şu halde «ücret» keli-mesiyie nt-kmh akdi yapılması sahihtir.

Kerhî'nin görüşünün reddi: Şüphesiz «ücretsin manası nikah akdine muhaliftir. Zira nikah akdi ebedî olarak yapıl.r. Ni.';ahta belirli bir vakit ta*yin ed&mesi nikahı ibîal eder. İcare akdi ls=* muvakkat bir zaman için yap:iır. Hona bir zaman tayin edilmeden yapılsa bile yine muvakkat olur. An be om yenilenir. MasıS olurda ebedi bir akid olan nikah, böyle geçici bir akkHe tohakktufe eder?

İcare, bjrşeyin menfaatinin karşılığında yapılan akiddir. Mehir ise bir-şeyin karş&ğı değildir. Alla&u taalanın evliliğin ve kadının temizliğini or*taya koymak için vocib ettiği bir hediyedir. İşte bunun ipin mehir zik-redilmekuzin yap:km nikah okdi sahih olur. Mehirsiz yapılan nikah ak*dinden sonra karı koca arasında münasebet olursa erkeğin karısına «mehr-i misil» (kadının annesinin, teyzesinin, kız kardeşinin mehri kadar mehir} vermesi icabeder. Öyleyse «icare» lafzıyla nikah sahih olmaz. Zira batıl olan Mut'a nikahı ile sahih nikah birbirinden seçilemez. Bundan do*layı Hanefi fakihlerinden hiçbirisi bu hususta Ebu Hasan-ı Kerhî (ra)'ye muvafakat etmemiştir.

«Hibe» lafzıyla nikah, cumhura göre caiz değil. Hanefilere göre ise caizdir.

Hanefilerin delilleri: :

Hanefiler aşağıdaki delillere dayanarak nikah akdinin «hibe» kelimesi ile yapılmasının caiz olduğuna hükmetmişlerdir

1- «...Eğer mümin bir kadın kendisini peygambere bağışlayıp (hi*be) de eğer peygamber de nikahta almak isterse...» âyetinde Allahu taala «hibe» lafzı ile yapılan akde «nikah» ismi vermiştir. Bu isimlendirme ni*kahın «hibe» lafzıyla yapılmasının caiz olduğuna delalet eder. «Hibe» laf*zıyla yapılan nikah peygambere caiz olunca bizim için de caiz olması la*zımdır. Zira peygambere uymakla emrolunmuşuz.

2- Peygamber ve ümmeti nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılmasın*da eşittirler. «...Diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere...» öyetinin işaret ettiği hususiyet ise Peygamberin mehlrsiz olarak evlene-bilmeskllr. Çünkü bu âyet Resulullah (sav)'a tanınan hususiyetin bir dar*lığı giderdiğine işaret etmektedir. Buradaki sıkıntı ise mehrln lüzumunda-d.r. Mehri temin için çalışmak lazımdır. Resulullah (sav) ise daima rlsalet vazifesiyle meşguldür. Yoksa nikah akdinin «nikah» veya «evlenmek» la-fızlarıyla yapılmasında bir zorluk yoktur ki, «hibe» lafzı Resululiah (sav)'a hasredilsin. Buna göre mehirsiz nikahlamak yalnız Resulullaha has bir hükümdür.

3- Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ben kendilerini Resulul*lah hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir er*keğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim. Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Re-suluilah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiri*yor.» dedim.»

4- Sehi bin Saad'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir kadın, Resulul*lah (sav)'a gelerek, «Ya Resuiullah, ben kendimi sona hibe etmek Icin geldim.» dedi. Resulullah (sav), kadına bakarak tasvip etti. Sonra başını eğdi. Sahabilerden bir kişi, «Ya Resuiullah, eğer bu kadına ihtiyacın yok*sa benimle evlendir.» dedi. Resululloh (sav) ona, «Maldan neyin var?» diye sordu. Adam. «Hiçbir şeyim yok.» dedi. Resulullah (sav), «Kur'an-dan ne biliyorsun?» diye sordu. O 6a, «Kur'andan şu ve şu sureleri bili*yorum dedi. Resulullah (sav), «Kur'andan ezberlemiş olduğunla bu kadını sana temlik ettim.» buyurdu.» Oördüldüğü gibi Resulullah (sav), nikah akdini «temtik» kelimesiyle yapmıştır. «Hibe» lafzı da temlik lafızlarından olduğundan, nikah akdinin «hibe» lafzıyla yapılması da caizdir, öyleyse temlike, delalet eden her lafızla nikah akdi yapmak caizdir. [27]

Cumhurun delilleri:

Maliki, Şafii ve Hanbeliler, aşağıdaki delillere dayanarak «hibe» laf*zıyla nikah ekdinin caiz olmadığına hükmetmişlerdir:

1- Allahu taala, mehirsiz olarak ve «hibe» lafzıyla nikahlanmayı Resulullah (sav)'a has kılmıştır. Zira Allahu taala, «...Eğer mümin bir ko-dın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da eğer peygamber de onu ni*kahta almak isterse onu —(fakat bu sonuncusunu) diğer müminlere değil yafnız sana has kılmak üzere senin için helal kıldık.» buyurmuştur. Âyet*teki. «...Mümin bir kadın kendini peygambere bağışlayıp (hibe) da...» ifa*desi İle, «Diğer müminlere değil, yalnız sana has olmak üzere» ifadesi, bir kadının hibe yoluyla helal olmasının yalnız peygambere has olduğuna delalet eder. öyleyse «hibe» lafzıyla evlenmek yalnız peygambere mahsus*tur.

2- Cumhura göre, peygambere mahsus olan birşeyde başkasının ona ortak olması caiz değildir. Âyet de bunun (mehirsiz olarak, hibe yo*luyla evlenmenin) peygambere has olduğuna delalet etmektedir. Siz, «hl-bi»e lafzıyla evlenmenin Resulullah (sav)'ın dışındakilere mubah olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?

3- Sehİ bin Saad'dan rivayet edilen hadiste Resulullah (sav)'ın, tKur'andan ezberlemiş olduğunla bu .'kadını sana temlik ettim.» demesi, Hanefilerin iddia ettiği gibi «hibe» lafzıyla nikah akdi yapılabileceğine delalet etmez. Çünkü bu hadisin diğer rivayetinde, «Sen git, seni o ka*dınla evlendirdim.» ifadesi vardır, öyleyse temlike delalet eden her lafız*la nikah akdi yapılamaz. Çünkü icare lafzı da temlike delalet ettiğ! halde, bütün fakihlerin ittifakı ile onunla nikah akdi yapılamaz.

Tercih edilen görüş, cumhurun görüşüdür, imam Cessas'ın da uzun uzun bahsettiği gibi, Hanefilerin delilleri herne kadar kuvvetli ise de, «hibe» lafzıyla nikahın peygambere mahsus olduğuna dair açık nas varid olmuştur. Zahir olan, hükümdeki İfadelerde lafız ile mananın ortak olma*sıdır. Yoksa lafız değil, yalnız manaya hamletmek ndsdan gelecek bir delile muhtacdır. Nikahta kullanılacak kelimelerde kıyas carî değildir. Bu*na göre cumhurun görüşü daha tercihlidir. İmam Malik'in de dediği gibi, ehibe» nikah kabul edilse bile bu, peygamberden başkasına helai değildir.

Allah (cc) en doğrusunu bilir.



İkinci Hüküm : Resulullaha Nikahla Helal Olmak Tçin Hicret Etmek Şart Mıdır?


Âyetin zahirine göre, kendisiyle hicret etmeyen kadınları Resuluflahın nikahlaması helal değildir. Zira âyetin devamında, «...Seninle beraber (Me-dineye) hicret eden...» buyuru I muştur. Alimlerden bazıları âyetin bu zahiri manasını aynen kabul etmişlerdir. Kadı Ebu Ya'ia, «Âyetin zahiri, hicret etmeyen kadınların Resululîah (sav)'a helal olmadığına delalet ediyon demiştir. [28]

Ümmühani binti Ebu Talib; «Resululîah (sav), bana düğür oldu. Ben ona özür beyan ettim. Özrümü kabul etti. Sonra «Ey peygamber, mehir-lerini verdiğin zevceleri ve Allahın sana ganimet (olarak nasib) eniklerin*den sağ elinin malik olduğu kadınları, seninle beraber (Medİneye) hicret eden amcanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını...» âyeti nazil olunca ben Resululîah (sav)'a haram oldum. Çünkü ben, onunla Medine'*ye hicret edenlerden değildim. Ben Mekke'nin fethinde esir edildikten son*ra serbest bırakılan (tulekâ) kadınlardandım.»

Müfessirlerin cumhuru ise, hicret herne kadar âyette geçiyorsa da Resululîah (sav) ile evlenmenin helal olma şartlarından olmadığı görüşün*dedir. Âyette «hicretsin zikredilmesi, onun faziletini beyan etmek içindir. Âyet Resululîah (sav)'ın evleneceği kadınların sınıflarını beyan etmekte*dir. Bunlardan hangi sınıfın daha faziletli olduğunu beyan etmektedir.

Ebu Hayyan şöyle der: «Âyetteki «...Seninle beraber (medineye) hic*ret eden...» tahsisi ise, Resufuilah (sav) ile hicret eden akraba kadınları*nın hicret etmeyenlerden daha faziletli olduğunu beyan etmektedir. Yok*sa diğer kadınları haram kılmak manasında değildir» [29]

Bu hususta Maverdî de iki görüş nakletmiştir: Birincisi. Resululîah (sav) İle evlenen kadının helal olması için mutlaka onunla hicret etmesi lazımdır. İkinci görüş ise, Resululîah (sav) İle hicret etme şartı, âyette yakınlık dereceleri belirtilen akraba kadınlarına mahsustur. Yabancı bir kadının hicret edip etmemesi mev2u-ı bahis değildir.

Bu hususta sahih olan görüş, cumhurun görüşüdür. Yani Resululîah (sav)'ın evlenmesinde, hicret eden akraba kadınları diğerlerinden daha efdaidir.



Üçüncü Hüküm: Resulullahın İndinde Kendisini Hibe Eden Kadın Var Mıydı?


Alimlerin ekserisine göre birçok kadın kendilerini Resuiuilah (sav)'a hibe etmişlerdi. Kendilerini hibe eden kadınların İsimleri hususunda kuv*vetli veya zayıf birçok rivayet vardır. Bunlardan bazılarının isimleri şöy*ledir: Ümmi Şerik, Havlete binti Hakim, Leyla binti el-Hatim. Şu var ki. bun*lardan hiçbirisi Resululîah (sav) ile evli değildi. Zayıf bir rivayete göro de, Meymune binti el-Haris ile Zeynep binti Huzeyme de kendilerini hibe eden kadınlardandı. Fakat sahih olan birinci rivayettir. Yani bu İki kadın kendilerini hibe eden kadınlardan değildirler.

İbnü'i-Arabi'nin İbni Abbas (ra) ve Mücahid (ra)'den yaptığı rivayete göre Resululîah (sav)'ın nikahında, kendini hibe eden kadınların hiçbirisi yoktu. [30]

İbni Kesir: «Resulullaha kendilerini hibe eden kadınlar çoktu. Nitekim Buhari de Hz. Ayşe'den bu hususta, «Ben kendilerini Resululîah (sav)'a~ hibe eden kadınları kıskanır ve ayıplayarak, «Bir kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten haya etmez mi?» derdim. Taki, «...Kimi de dilersen yanına alabilirsin...» âyeti nazil oluncaya kadar. Âyet nazil olunca Resululîah (sav)'a, «Görüyorum ki Rabbin yalnız senin arzunu yerine getiriyor.» de*dim.» hadisini rivayet etmiştir.» [31]



Dördüncü Hüküm: Zevceleri Arasında Taksimat Yapmak Resulullaha Da Farz Mıydı?


Bazı alimlere göre, zevceleri arasında taksimat yaparak buna riayet etmek Resululîah (sav)'a da farzdı. Üstelik Resululîah (sav) bu taksimatı çok adil bir şekilde yapardı. Zira o, akşam hangi hanımının yanında kala*caksa, «Allahım, bu benim gücümün yettiği kadar yaptığım taksimattır. Eiimde olmayan ve gücümün yetmediği birşeyle beni cezalandırma.» diye dua ederdi. Buradaki «gücümün yetmediğinden maksat kalbî sevgidir. Bu alimlere göre, eğer taksimat Resulullah (sav)'a farz olmasaydı, bir baş*kasının yanında kalmak için sırası olandan izin almazdı. Bu hususta bir*çok sahih hadis de vartd olmuştur.

Alimlerin çoğu ise, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de di*lersen yanına alabilirsin.» âyeti, Resulullah (sav)'a zevcelerinden dilediğinin yanında kalmasını mubah kılmıştır, taksimat ona farz değildir gö-l( rüşündetfirler. Bununla beraber Resulullah (sav), adil bir şekilde taksi*mat yapardı.

Cessas bu hususta şöyle der: «Âyet, Resulullah (sav)'a zevceleri ara*sında taksimat yapmasının farz olmadığına delalet eder. Buna göre Re*sulullah (sav) dilediğini terkeder, dilediğinin yanında kalabilir.» [32]

Ibnl Kesir de şöyle der: «Şafii alimlerinin bir kısmı bu âyete dayana*rak Resulullaha zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığını söy*lerler. Buharı Muaz'dan, o da Hz. Ayşe'den şöyte rivayet etmiştir: «Resu*lullah (sav), zevcelerinin birinin gününde diğerinin yanında kalmak isterse, «Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin.» âyetinin nüzulünden sonra da izin isterdi. Bana bir gün. aNe dersin, bana izin verir misin?» dedi. Ben de, «Eğer benim elimde olsa İdi seni kimseye bırakmazdım.» dedim.» [33]

Sahih olan, Resulullah (sav)'a zevceleri arasında taksimat yapmanın farz olmadığı görüşüdür. Cumhurun tercihi de budur.

İslâm düşmanlart asırlardan beri birtakım yalanlar uydurarak İslâm Peygamberinin peygamberliğine gölge düşürmek, lekelemek istemekte*dirler. Gayeleri, bu yolla müminleri dinde şüpheye düşürmek, halkın Re*sulullah (sav)'a olan inançlarını sarsmaktır.

Peygamber ve resuller hakkında düşmanları tarafında iftira ve büh*tanlar uydurulmasında şaşılacak birşey yoktur. Çünkü bu Allah (cc)'ın sün*netidir. Allah (cc)'ın sünnetini de hiçbir şey değiştiremez. Zira Allahu taa-la, «Biz her peygambere günahkarlardan böyle düşman(lar) peyda ettik.» (Furkan: 31) buyurmuştur.

Müminlerin temiz zevceleri olon Resulullah (sav)'ın zevcelerinden bah*setmeden önce, kindar İslâm düşmanları tarafından ortaya atılan bir şüp*heyi reddetmek istiyoruz. Çünkü bu islâm düşmanları, en büyük peygam*ber olan Hz. Muhammed'i lekeleyerek halkın İtikadını bozmak ve birçok hakikatleri gizlemek için birçok şüpheler ortaya atmışlardır.

İslâm düşmanları şöyle derler: Hz. Muhammed, şehvetperest bir er*kek, arzularıyla şehvetinin peşinde koşan bir kimsedir. Bu sebeble, ümmetini dört kadınla sınırladığı halde kendisi bir veya dört kadınla yetin*meyerek on veya daha fazla kadınla evlenmiştir. İşte bu, onun nefsanî arzularına uyarak şehvetinin peşinde gittiğini göstermektedir. Hz. Mu*hammed İle Hz. İsa arasında çok büyük bir fark vardır. Birisi nefsini yen*miş, arzularına galebe çalmıştır. Diğeri ise, şehvetinin peşinde yürüyen bir kimsedir. Bunlar nasıl bir olabilir?

Allahu taala böyielerl için şöyle buyurmaktadır: «Ağızlarından çtkan söz ne büyük! Onlar yalandan başkasını söylemezler.» (Kehf: 5)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
İslâm düşmanlarının böyle söylemeleri, kindar ve yalancı oldukların*dan tabiidir. Fakat Hz. Muhammed hiçbir zaman bir şehvetperest değildir. Ancak o, insanlar arasından çıkarılmış bir peygamberdi. .İnsanların evlen*diği gibi o da evlenmiştir. Evlenme hususunda öa ümmetine önder olmuş*tur. O, hıristiyanların inandıkları gibi ne ilahtır, ne de Allanın oğludur. O da ümmeti gibi bir beşerdir. Ancak onu Allah (cc), vahiy ve risaietle şeref-lendirmiştir: «De ki: «Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu kadar ki) ba*na yalnız tanrınızın bir tek Tanrı olduğu vahyediliyor.» (Kehf: 110)

Resuiullah (sav), diğer peygamberlerden, onların izinden çıkan vs sünnetlerine muhalefet eden ayrı bir yol getirmemiştir. Zira Kur'an-ı Ke*rim büyük peygamberlerden örnekler vermektedir. Mesela, «Andolsun ki biz senden öne© de peygamberler göndermişiz, onlara da zevceler ve ev-ladlar vermişisizdir.» (Ra'd: 38) buyurulmuştur.

İslâm düşmanları son Peygamber hakkında uyaurmuş oldukları iftira*ları nereden çıkarıyorlar? Şairin de dediği gibi, gözü ağrıyan kişi güneşin ışığını inkâr eder. Hasta bir kişinin ağzı tatları nasıl inkar ederse bunlar da Resulullah (sav)'! öyle inkar ederek iftiralardc bulunuyorlar. Zira Alla*hu taala «(Hiç de) yer (yüzün)de dolaşmadılar mı ki, (bari) bu sebebim düşünecek kalblere, bu suretle işitecek kulaklara malik olsun{lar). Fakat haklkol şudur ki, (yalnız maddi) gözlsr kör olmaz, fakat (asıl) sinelerin içindeki kalbler kör olur.» (Hac: 46) buyurmaktadır.

Şüphenin reddi: Burada iki temel nokta vardır. Bunlar Resul-ü ek. reme atılan şüpheleri defettikleri gibi müfterilerin ağızlarını da bağlamak, tadır. Bu İki mühim noktayı, ileride Resulullah (sav)'ın zevcelerinden ban. sederken de gözden uzak tutmamak lazımdır. Bu iki nokta şunlardır:

1- Resulullah (sav)'ın çok evlenmesi. İhtiyarlık vaktinde vaki olmuştur. Resulullah (sav), bu evliliklerinin hepsin! 53 yaşından sonra yapmıştır.

2- Hz. Ayşe'nin dışındaki bütün temiz, zevceleri; duf ve yaşlıdırlar Gene ve bakire olarak aldığı tek zevceleri Hz. Ayşe'dir

İşte bu iki noktayı gözorründe bulundurduğumuz takdirde müsteşrik lerin ortaya atmış oldukları itham ve iftiraların yalan olduğunu kolayca anlarız. Çünkü eğer evlenmekten maksat, şehvanî arzuları tatmin veya şehvanî arzuların peşinde koşmak olsaydı, ResuJullah (sav), ihtiyarlığın*da değil, gençliğinde evlenirdi. Dul've yaşlı kadınlarla değil, genç ve baki*re kızlarla evlenirdi.

Birgün Cabir bin Abdullah, (ra). güzel bir elbise giyinmiş ve kokular sürünmüş olarak Resulullah (sav)'in yanına geldi. Resulullah (sav) ona, «Sen evfendin mi?» diye sordu.. O da «Evet, evlendim.» dedi. «Evlendiğin kadın gene ve bakire midir, yoksa dul mudur?» diye sordu. Cabir «Dul» cevabını verince Resulullah (sav), «Gülüşüp oynaşacağınız bir bakire yok muydu?» buyurdu.

Bu hadise Resululiah (sav)'ın evlenmeyi herkesten daha iyi bildiğini göstermektedir. Böyle bir kişi nasıl olur da bakirelerle değil, yaşlı dullarla evlenir? Eğer onun maksadı kadınlardan faydalanmak ve şehvanî arzu*larını tatmin etmek olsaydı, gençliğinde tek kadınla yetinir miydi?

Sahabe-i kiram Resulullah (sav)'a karşı, can ve mallarını feda edecek kadar cömerttiler. Eğer ResuluHah (sav) gençliğinde evlenmek isteseydi, hiçbir sahabe, onu güzel bakire kızlarla evlendirmekten çekinmezdi. Ne*den Resululldh (sav) gençliğinde, hayatının baharında bir kadınla evlen*diği halde sonradan birçok kadınla evlenmiş ve bunları da yaşlı ve dul kadınlar arasından almıştır? Şüphesiz bu, Resulullah (sav) hakkında atılan iftiraları reddetmeye kafidir. Demek ki Resulullah (sav)'ın evlenmesi beşeri arzularını tatmin için değil, tersine beşerin akıl erdiremeyeceği yüce hik*met ve hedefler için evlenmiştir. Eğer onun düşmanları kor taassublannı bırakarak bu gerçeği kabul etseler, Resulullah (sav)'ın evlenmelerindeki yüce hikmetleri görürlerdi. Çünkü Resulullah (sav), başkasının maslahatı tein kendi rahatını feda edecek kadar rahimdi. İslâm daveti yolunda akla gelmedik işkencelere maruz kaldığı halde bir an dahi rahatını düşünme*miştir.



Resulullah (Sav)'In Çok Evlenmesinih Hikmetleri


Resulullah (sav)'ın çok evlenmesinin hikmetleri çok ve çeşitlidir. Biz buntarr icmaten aşağıya aktarıyoruz ;

1- Talimi hikmet

2- Teşriî hikmet

3- İçtimaî hikmet.

4- Siyasî hikmet.

Bu hikmetlerden kısaca baîısettikten sonra Resulullahın temiz zevce*leri ve onlarla evlenme hususldrını teker teker açıklayacağız. Ancak Al*lah (cc)'tcm yardım dileriz.



1- Talimi Hikmet:


Resulullah (sav)'ın çok evl'enmesindeki esas gaye, musluman olan ka*dınlara öğretmenler yetiştirmekti. Şer'î hükümleri kadjnlara öğretecek o-lanlar yine kadınlardı çünkü. Erkekler nasıl, mükellef ise-, kadınlar da öyle mükelleftirler ve cemiyetin yansınr da kadinjar meydana getirmektedir Müslüman kadınlar, öğrenmek istedikleri: şeyleri Resulullahtan sormaya utanırlardı. Bilhassa hayız, nifas. cenabettik gibi kadınlık ve evlilik halle*rini sormaktan haya ederlerdi. Ayrıca Resululloh da tm hususları açıklar*ken rahatsız olurdu. Çünkü yaratılış itibariyle kamil' bir haya sahibiydi. Hatta hadis kitapları Resulullah [savl'in hayası hakkında,, «O,, evinden hiç çıkmamış bir bakireden daha hayatî kfU demışlerdiir. Bu sebebfe- kadınlar tarafından sorulan sorulara tam bir açıkltkfa cevap veremediği, için, kina*ye yollu cevaplar verirdi. Kadınlar da bu cevaplardan biirşey anlamazlar*dı.

Hz. Ayşe'den rivayet edilen şu hadis bu hususa yeterince açıklık getir*mektedir: «Ensarilerden bir kadın ResuluHah (sav)'a adetten kesildiği ra-man nasıl gusledeceğini sordu. Resutullah (sav) ona anlattıktan sonra, «İlaçlanmış bir pamukla temizlen.» dedi. Kadın, «Ben onunla nasıl1 temiz*leneyim?» diye sordu. Resulullah (sav), «Onunla temizlen.» dedi. Kadırt tekrar, «Ya ResuluHah, ben onunla nasıl temizleneyim?» diye sordu Re*sulullah, «Sübhanallah, işte onunla temizlen.» buyurdu.» Hz. Ayşe diyoı ki: «O zaman ben kadının elinden pamuğu alarak şunu şuraya i*oy, diye açıkça konuştum.»

Resulullah (sav) böyle sarahatle konuşmaktan haya ederdi. Utandık*ları için birçok kadın da ondan birşey soramazlardı. Buna bir örnek olarak Buharı ve Müslim'in Ümmü Seleme (r.anh.)'den rivayet ettikleri şu hadisi gösterebiliriz: «Ebu Talha (ra)'nın karısı Ümmü Süleym gelerek, «Ya Re*sulullah, Allah (cc) haktan utanmaz. Bir kadın rüyasında thtilam olursa gusletmesi farz mıdır?» diye sordu. Resulullah (sav). «Evet, su (meni) görürse farzdır.» dedi. Ben kadına, «Sen kadınları rüsvay ettin. Nasıl olur da kadın ihtilam olur?» dedim. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Madem ki kadın ihtilom olmaz, çocuk annesine nasıl benzer?» buyurdu.d Resulul-lah {savj'ın «nasıl benzer» sözünden muradı, ceninin erkek ve kadının suyundan meydana gelmesidir. Bundan dolayı da çocuk annesine de ben*zer. Allahu taala bu hususta, «Hakikat biz insanı birbiriyle karışık bir dam*la sudan yarattık. Onu İmtihan ediyoruz. Bu sebeble onu işltici, görücü yaptık.» (İnsan: 2) buyurmuştur.

İbni Abbas (ra) da, «Ceninin meydana gelmesi için kadın ve erkeğin suyunun karışarak birleşmeleri lazımdır.» demektedir.

İşte buna benzer utanılacak soruları zevceleri Resuruılah {sav)"tan öğrenir ve diğer kadınlara Öğretirlerdi. Hatta Hz. Ayşe, «Allah (cc) ensa-rilerin kadınlarına rahmet etsin. Onların hayaları, fıkıh öğrenmelerine ma*ni olmamıştır.» demiştir. Ensarî kadınlar gecenin karanlığında gelip ka*dınlarla ilgili meseleleri öğrenerek giderlerdi. Resulullah (sav)'ın zevceleri de onlara fıkhı en iyi şekilde öğretiyorlardı.

Bilindiği gibi Resulultah (sav)'ın sünneti onun yalnız sözleri değil, fiiliyatı ve takriri (yani yapıldığına şahit olduğu halde sustuğu, itiraz et*mediği şeyler) dir de. Bunların hepsine ümmetin uyması farzdır. Resulul*lah (sav)'in temiz ve mübarek zevceleri olmasaydı Resulullah (sav)'ın ev İçindeki sünnetini bize kim bildirecekti? Şüphesiz kimsenin soramayacağı, kimsenin aklına gelmeyen hususları zevceleri Resulullah (sav)'tan sor*muş, dinlemiş ve sonra bu öğrendiklerini ümmetin kadınlarına aktarmış, öğretmişlerdir.



2- Teşrii Hikmet:


Resulullah (sav)'ın çok evlenmeslndeki teşrii hikmet, insafla bakıldık*tan sonra, çok basit bir gözle de görülebilir, anlaşılabilir. Teşrii hikmet, çirkin olan bazı cahiliye adetlerinin iptali ile kendini göstermektedir. Bu*na örnek olarak Arapların İslâmdan önceki evlad edinmelerini gösterebi*liriz. O tarihlerde evlad edinmeyi dini bir kural olarak kabul ederlerdi. Ya*bancı bir erkek çocuğu evlad edinerek ona kendi öz çocukları gibi mua*mele ederlerdi. Öldükten sonra mirası ona kalır, karısı onun annesi sayı*lır, cnun karısı da babanın kızı sayılırdı. Bu, cahiliyet döneminde arapla-rın arasında yaygın ye meşhur olan bir hükümdü. İslam elbetteki onları bu batıl inançlara, cehaletin karanlığına terkedecek değildi. Bu adetin ibtali için evvela, Resulullaha henüz peygamber olmadan önce bir evlad edin*mesi ilham edildi. 8u üham üzerine Resulullah, cahiliye araplannın ade*ti üzere, daha Önce kölesi olan Zeyd bin Harise'yl evlad edindi. Resulul*lah (sav)'ın evlad edinme sebebini müfessirler ve siyerciler uzun uzun açıklamışlardır. Biz burada tafsilata girmeyeceğiz. Kısaca, Resulullah (sav) Zeyd bin Harise (ra)'yt evlad edindi ve ona Zeyd bin Muhammed denilmeye başlandı.

Buharı ve Müslim, Abdullah bin Ömer (ra)'den şöyle rivayet ederler: «Zeyd bin Harise (ra). Resulullah (sav)'ın azadlı kölesi idi. Resulullah (sav), arap adetlerine göre onu evlad edindiği İçin, biz ona Zeyd bin Mu-hammed (ra) derdik. «Onları babalarına nisbetle çağırın...» (Ahzab: 5) â-yeti nazil olduğu zaman Resulullah (sav), «Seri Zeyd bin Harise bin Şercil'-sin.» dedi. Bundan sonra biz de onu Zeyd bin Harise (ra) diye çağırdık.»

Resulullah (sav), Zeyd bin Harise (ra)'yi halası kızı Zeynep binti Cahş (r.anha) tle evlendirmişti. Zeynep onunla birzaman yaşadı. Ne yazık ki çok geçmeden aralarındaki alaka çok kötü bir hale geldi. Çünkü Zeynep ona çok kaba konuşur, kendisinin ondan üstün ve şerefli olduğunu söylerdi. Zira Resulullah (sav) onu evlad edinmeden önce Zeyd bir köle idi. Zeynep ise soylu bir kadındı.

İşte yalnız Allahu taalanın bileceği bir hikmetten dolayı Zeyd, Zey*nep'i boşadı. Allah (cc) da Resulullah {sav)'a, Zeynep'le evlenmesini em*retti. Resulullah (sav) bu evliliği ile Araplar arasında geçerli olan «Evlod-l:ğın karısı ile evlenilmez» hükmünü ortadan kaldırıyor, İslâmın bu hu*sustaki temelleri atılıyordu.

Şurası muhakkak ki, Resulullah (sav), münafık ve kafirlerin dillerinden çekinerek —çünkü onlar halkın arasında «Görüyor musunuz, Muhammed oğlunun karısı ile evlendi.» sö2ünü yayacaklardı— bu evliliği bir müddet geciktirdi. Taki, «(Habİbim) hatırla o zamanı kt Allahın kendisine nimet verdiği ve seninde yine kendisine lütufta bulunduğun zata sen: «Zevceni uhdende tut. Allobtan kork.» diyordun da Allahın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi İçinde gizliyor, insanlar(ın dedikodusun)dan korkuyordun. Halbuki Al*lah kendisinden korkmana daha layıktı. Şimdi madem ki Zeyd o kadından İlişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Taki oğulluklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah olma*sın. Allahın emri yerine getirilmiştir.» (Ahzab: 37) âyeti nazil olana kadar.

Bu âyet nazil olunca Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'le evlendi. Re*sulullah (sav)'ın bu evliliği ile evlad edinmenin hükmü iptal edilmiş oldu. Çünkü hiçbir kaynağa dayanmayan cahili bir adetti. Bu âyetin teşriini tekid İçin şu âyet de nazil oldu: «Muhammed adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir. Fakat Allahın resulü ve peygamberlerinin sonuncusudur.» {Ahzab: 40), ...

Rasulullah (sav), Zeynep'le Allah (cc)'tn emri üzere evlenmiştir. Bazı İslâm düşmanlarının sandığı gibi beşeri arzu ve şehvetini tatmin için değil. Bu evlilik, Dahili bir radetin iptali gibi çok şerefli bir gaye için yapılmıştır. Bu gayeyi Alla hu taala sarih b\r İfade İle, «Taki oğulluklarının kendilerin*den İlişkilerini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah ol--nnısıiu» âyetinde bildirilmiştir.

Resulullah (sav)'ın Zeynep'le evlenmesini bizzat Ailahu taalanın bil-tltrmesi Zeynep'i gururlandırır -ve «Benim nikshımı Allah (cc) kestU derdi.

Açfkca ortadadır ki, Resülullah ,[sav)'ın Zeynep (r.anha)'ie evlenmesi Jıerşeyi hakkıyla bilen, faükünn »e hikmet sahibi Allah (cc)'ın emri iledir. Su spa şîikiu kssMü&e îfoildiTime&tectrr ki, insan, nesebinden olmayan bir Gocuğu ©tftad datıi tedinse, anıtı yanmela ibüyütse de öz evladı olamaz ve şer'î ftükümler toakımtıadan da evlad gibi mnrras alma, mahremiyet gibi hü*kümleri fcazanamaz. ftilafa (cEjptn emirlerinin <o kator mce ve derin hik*metleri vardır kî, afed, değil ■mm tw I maktan, kavramaktan bile aciz kalır. Nitekim AJİahu taaia. «Size az bîr ifimctes başkası «errümemiştir.» (İsrar 85} buyurmaktadır.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
3- İçtimaî Hikmeet:


Resulullah (sav)'in evliliklerindeki ictâmî hikmeöer, birinci halifesi olan Hz. Ebubekİr'İn tazı. ikinci halifesi olan Hz. Ömerîn ki& ve diğer Ku-reyş kadınlarıyla evlenmesinde en açık şekilde görülür. Resuiuliah (sav)'-ın bu kadınlarla evlenmesi sonucu Kureyş aileleri arasında sağlam bağlar meydana gelmiş, kalbler yekvücud olmuş ve Resulullahın iman daveti eî-rafmda birleşmişlerdir.

Resulullah (sav), halktan en çok sevdiği kişi olan Hz. Ebubekİr'İn kızı ile evlendi. Hz. Ebubekir, İslama girenlerin ilklerindendi. Malını ve canını Allah (cc)'ın dinine yardım yolunda feda etmişti. İslâm yolunda çeşitli ezi*yet ve işkencelere uğramıştı. Tirmİzİ'nin rivayetine göre Resululîah fsav) Hz. Ebubekİr'İn fazileti hakkında şöyle demiştir: «Kim bize bir iyilik yap*mışsa onun karşılığını verdik. Ebubekir (ra) hariç. Onun bize öyle nimet*leri vardır ki, onların mükafatını Ailahu taala kıyamet günü verecektir. Ebubekir (ra)'in metaından faydalandığım kadar kimsenin malından fay*dalanmadım. Her kimi İslama davet ettim ise Ebubekir (ra) gibi tereddüt etmeden kabul edeni de görmedim. Eğer ben bir dost edinse idim Ebu*bekir (ra)'i dost edinirdim. Haberiniz olsun, sahibiniz Allah (cc)'ın dostu*dur.» [34]

Resuhritah IsavJ, bu üstün meziyetlerine karşı ona kızıyla evlenmek*ten başka bir mükafat bulamadı. Hz. Ayşe ile evlenmekle kendisi ile Hz. Ebubekir arasında bîr dünürlük yakınlığı meydana seldi, ©ji omların ara*sındaki bağlılığı biraz daha sağlamlaştırdı.

Resulullah, Hz. Ayşe ile hangi sebebîe evlendiyse, aym sebeble Hz. Ömer'in kızı Hofsa ile de evlendi. Çünkü Hz. Ömer de ftesuhrilah (sav)'a dostluğu, ihlası ve kendini İslâm yolunda feda edişi ile İslömı ve müsiu-manları aziz eden bir İslâm pehlivanı kii. Aîlah (cc) İslâmı Hz. Ömer'le yükseltti. Hz. Ömer'in dünürlük yoluyla Resuluftah (savj'a akraba olmasa onun İslâm yolunda yapmış olduğu fedakarlığın en hayırlı mükafatıdır. Zira Resuiuliah (sav), evlenme hususunda onunla Hz. Ebubekİr'İn orasını müsavi tutmuştur. Resulullah (sav)'ın bunlar- kızları ile evlenmeleri, on*lar İçin en büyük mükafat ve şereftir. Zaten bu hayatta bundan daha yü*ce bir şerefle mükaflanmak da mümkün değildir. O ne büyük siyaset, muh*lis ve fedakar dostlarına da ne büyük bir vefakarlıktır. Buna karşılık Re*suiuliah (sav), Hz. Osman İle Hz. Ali'yi de kızlarını vermekle mükafatlan*dırmıştır. İşte bu dördü sahabilerin en büyükleri ve Resulullah (sav)'tan sonra onun dinini yaymak için halifeleridirler.



4- Siyasî Hikmet:


Resulullah (sav) bazı kadınlarla evlenerek o kadınların ailelerini çev*resinde toplamıştır. Herkesçe bilinir ki, bir kabileden veya aşiretten bir kız alındığı zaman o kabile veya aşiretle büyük bir yakınlık sağlanır. Tabii ki insanlar o yakınlarını yardımına ve himayesine çağırır. İşte biz burada bu hikmetin daha İyi anlaşılabilmesi için Resulullahın evliliklerinin arkasın*daki hedefi bazı örneklerle izah edeceğiz.

1- Resulullah (sav)'ın, Cüveyriye binti Haris (r.anha) ile evlenmesi.

Haris, Beni Mustaltk kabilesinin reisi İdi. Cüveyriye binti Haris, kavmi ile beraber esir düşmüştü. Kendisini esaretten kurtarması İçin mal vermesi lazımdı. Resulullah (sav)'a gelerek ondan bir miktar yardım istedi. Resu*lullah (sav) ona, «Benimle evlenirsen seni azad ettiririm.» dedi. Cüveyriye kabul etti ve evlendiler.

Cüveyriye (r.anhaj'nin Resulullah (sav) ile evlendiğini duyan sahabi-İer, Resulullah (sav)'ın akrabalarını elimizde nasıl esir tutarız diyerek el*lerindeki esirleri azad ettiler. Bu insanlık ve cömertliği gören Beni Mus-talık kabilesi topyekun müslüman olarak İslama girdi. Resufullah (sav)'ın Cüveyriye (r.anha) ile evlenmesi hem ona, hem de kabilesine hayırlı bir sonuç getirdi. Çünkü hepsi'azad edildiler ve müslüman oldular.

Buharî, Hz. Ayşe'den şöyle rivoyet eder: «Resulultah (sav). Bent Mus-talık savaşında birçok kadını esir almıştı. Bu esir kadınlar içinden humu*su çıktıktan sonra kalanı halkın arasında taksim etti. Atlıya İki, yayaya bir hisse verdi. Cüveyriye binti Haris (r.anha) de Sabit bin Kays (ra)'a düşmüştü. Cüveyriye (r.anha) Resulullah {sav}'a gelerek. «Ya Resulullah, ben kavminin efendisi olan Haris'in kızıyım. Şu anda ne olduğumu biliyor*sun. Sabit bin Kays (ra)'ın cariyesiyim. Onunla dokuz vakiyye üzerine ki*tabet kestik. Bu parayı ödersem azad edileceğim. Bana yardımda bulun da azad olayım.» dedi. Resulullah (sav). «Azad edilmekten daha hayırlısı vardır.» buyurdu. «O nedir ya Resulullah?» deyince de, «Ben senin kita*betini Öder ve seninle evlenirim,» buyurdu. Cüveyriye hemen kabul ede*rek Resuiuilah ile evlendi.»

İşte bu haber yayılınca müslümonlar, Resulullah (sav)'ın akrabaları köle edilir mi diyerek Beni Mustalvk kabilesini azad ettiler.

2- Resulullah (sov)'ın Soflyyo binti Huyey bin Ahteb (r.anha) ile ev*lenmesi. Safiyye (r.anha) Hay6er savaşında esir edildi. Kocası da Hayber savaşı sırasında öldürülmüştü. Esirler taksim edilince. Safiyye (r.anha) de birisine düştü. Meşveret ve rey sahipleri, «Safiyye, Benî Kurayza'nın sey-yidesldir. Ancak Resulullah (sav)'a yakışır.» dediler. Durumu da Resulul*lah (sav)'a bildirdiler. Resulullah (sav), Safiyye (r.anha)'yi çağırarak, «Se*ni şu iki şey arasında muhayyer kılacağım. Birincisi, azad edileceksin ve benimle evleneceksin, ikincisi, azad edileceksin ve kavminin yanına gide*ceksin.» buyurdu. Safiyye (r.anha), Resulullah (sav)ı'n yüce ahlak ve İn*sanlığını görünce onun zevcesi olmayı tercih etti. Onun İslâm oluşuyla kavminden de birçok insan müslüman oldu.

Şöyle bir rivayet daha vardır: Safiyye (r.anha) Resulullah (sav)'m ya*nına gelince Resulullah (sav) ona «Allah (cc) babanı öldürünceye kadar en büyük düşmanım o idi.» dedi. Safiyye {r.anha) şöyle cevap verdi: «Ya* Resulullah, Allah kitabında, «Günah İşleyen hiçbir nefs başkasının güna*hını çekmez.» {Fatır: 18) buyuruyor.» Resulullah (sav). «Dilediğini tercih et. Eğer İslâmı tercih edersen, seni kendim tçsn alınm. Eğer yahudillği tercih edersen, seni azad ederim, kavminin yanına gönderirim.» dedi. Sa-flyye (r.onha) «Ben islâmt sevdim. Sen beni buraya çağırmadan önce ben seni tasdik ettim. Benim Yahudilikle İlgim kalmadı. Onlardan ne babam, ne de kardeşim var. Sen beni İslâmla küfür arasında serbest bıraktın. Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü azad edilerek kavmime dönmeye tercih ede*rim.» dedi. Resulullah (sav), onu azad ederek evlendi.

3- Resulullah (sav)'m Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan (r.anha) ila evlenmesi. Ebu Süfyan o tarihlerde şirkin bayraktan ve Resululah (sav)'ın en amansız düşmanıydı. Onun kızı Ümmü Habibe (r.anha) ise Mekke'de müslüman olmuş, ikinci Habeşistan hicretine katılmıştı. Kocası Habeşis*tan'da vefat edince yalnız kaldı. Ne arkadaşı, ne yardımcısı, ne de bir dostu vardı. Resuiuilah (sav), onun bu halini Öğrenince, Habeşistan Kiralı Necaşi'ye bir mektup yazarak Ümmü Habibe (r.anha) ile kendisini nikah*lamasını istedi. Zira o babasının yanına dönseydi, babası onu küfre ceb*reder, işkence ederdi. Ümmü Habibe (r.a) ile Resulullah (sav)'ın nikahını kıyan Necaşİ, ona dörtyüz altın mehirle birlikte birçok hediyeler verdi. [35] Medine'ye gelince de Resulultah (sav)'ın zevceliği şerefine ulaştı,

Ebu Süfyan bu haberi duyunca, bu evliliği tasvib etti ve Resulullah (sav)'ın emsali olduğunu kabul etti. islâm oluncaya kadar da Resulullah (sav) ile İftihar etti.

işte bu açıdan bakıldığı zaman Resululiah (sav)'ın Ebu Süfyan'ın kızı ile evlenmesinin hikmeti açık şekilde ortaya çıkar. Resulullah (sav)'ın bu evliliği, Ebu Süfyanın müslümanlara yaptığı eziyetleri büyük ölçüde hafif*letti. Çünkü artık Resulullah (sav) ile akraba olmuşlardı. Halbuki o tarih*lerde Ebu Süfyan, Resulullah (sav)'a düşman olan Ümeyyeoğullarının en azılısı idi. Resulullah (sav) onun kızı ile evlenince, onun ve kavminin kalbi Resulullah (sav) İle birlikte müslümanlara bağlandı. Çünkü Resulullah (sav) kızını sırf imanından dolayı kendine seçmişti. Çünkü o, yalnız dini için hicret etmişti.



Müminlerin Temiz Anneleri


- Resulullah (sav)'ın çok evlenmesinin hikmetlerinden bahsettik. Şim*di de müminlerin temiz anneleri olan Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkın*da kısaca bilgi verelim. Allahu taala onları seçkin elçisi olan Hz. Resulul-la ha nasib ederek müminlerin anneleri olmak şerefi ile şereflendirdi. Bu sebeble, öz anneye karşı nasıl hürmet ve tazim göstermek gerekiyorsa, onlara karşı da aynısını göstermek vacibtir. Resulullah (sav)'tan sonra da onlarla evlenmek haramdır. Zira Allahu taala, «O peygamber, müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri de (müminlerin) analarıdır.» (Ahzab: 6) ve «Sizin Atlatan peygamberine eza vermeniz (doğru) olmadıfğı gibi) ken*dinden sonra zevcelerini nikahla almanız da ebedî (caiz) değildir.» (Ah*zab: 53) buyurmuştur.

Kurtubi tefsirinde şöyle der: cAllahu taala Resul (sav)'ünün zevce*lerini müminlere anne kılmakla Resulullah (sav)'tan sonra onların herhan*gi bir erkekle nikahlanmasın) haram kılmış ve onlara karşı öz anne gibi tazim göstermenin vacib olduğunu bildirmiştir.» [36]

Resulullah (sav)'ın müminlerin temiz anneleri olan zevcelerinin isim*leri şöyledir:

1- Huveylid kızı Hz. Hatice.

2- Zem'a kızı Hz. Sevde.

3- Ebubekir kızı Hz. Ayşe.

4- Ömer kızı Hz. Hafsa.

5- Cahş kızı Hz. Zeynep.

6- Huzeyme kızı Hz. Zeynep.

7- Ebu Ümeyye kızı Hz. Ümmü Seleme.

8- Ebu Süfyan kızı Hz. Ümmü Habibe.

9- Haris kızı Hz. Meymune.

10- Haris kızı Hz. Cüveyriye.

11- Huyeykızı Hz. Saflyye.



1- Hz. Hatice:


Resulullah {sav)'ın evlendiği ilk kadındır. Resulullah (sav) Hz. Hatice ite peygamberlik görevi ile görevlendirilmeden 25 yaşında iken evlendi. O zaman dul ve 40 yaşlarında bir kadındı. Daha önce Ebi Hale Ibni Zerare'-nin zevcesi idi. O öldükten sonra Atik bin Aziz ile, o da öldükten sonra Resulullah (sav) ile evlendi. Resuluüah (sav), onu çok zeki ve akıliı bir kadın olduğu İçin tercih etmişti. Bu evlilik hikmet dolu bir evliliktir. Çünkü bu evlilik bir kadınla bir erkeğin biraraya gelmesi değil, iki dehanın bir araya gelmesidir. Bu yüzden aralarındaki yaş farkı evlenmelerine mani olmadı. Çünkü bu evliliğin maksadı, yalnızca beşeri duyguların tatmini de*ğildi. Yüksek bir insanlık hedef alınmıştı. Zira Allahu taala, Resulünü ri-salet görevini almaya, halkı davet görevine hazırlamıştı. Hz. Hatice de dini tebiiğ sırasında onun en büyük yardımcısı olacaktı.

Kadınlardan ilk iman eden Hz. Hatice'dir. Onun aklının üstünlüğünü, görüşünün sağlamlığını göstermeye şu rivayet kafidir: «Resulullah (sav) Hıra dağındaki mağarada iken Cebrail aleyhisselam geldi. Resulullah (sav}, kalbi çarparak zevcesinin yanına geldi. «Beni sarıp örtünüz. Beni sarıp örtünüz.» dedi. Üstünü örttüler. Korkusu zail oluncaya kadar öylece kal*dı. Daha sonra hadiseyi Hz, Hatice'ye anlatarak, «Kendimden korktum.» dedi. Bunun üzerine Hz. Hatice, «Öyle deme. Allah (cc)'a kasem ederim ki, Atlah (cc) seni hiçbir zaman ulandırmaz. Çünkü sen akrabalarına ba*karsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, Hak yo*lunda zuhur eden havadis ve mühimmatta halka yardım edersin.» dedi.»

Resulullah (sav), gençlik zamanını Hz. Halice ile geçirmiştir. Onun üslüne kimse ile evlenmemiş ve onu sevdiği kadar kimseyi sevmemiştlr. Hz. Ayşe, onunla bir arada bulunmadığı halde onu kıskanırdı. Hatta bir-Qün Resulullah (sav}, Hz. Hatice'den söz ederken Hz. Ayşe, «O geçmişte kalan bir ihtiyardı. Allah (cc) sana ondan daha hayırlısını verdi.» dedi. Resulullah (sav} Hz. Ayşe'ye kızarak, «Allah (cc) hiçbir zaman bana on*dan hayırlısını vermedi. Çünkü bana kimsenin inanmadığı günlerde bana o inandı. Herkes beni yalanlarken o beni tasdik etti. Herkes beni mahrum ederken o bana malıyla yardım etti. Allahu taala bana yalnız ondan ço*cuk verdi.» buyurdu. Hz. Ayşe şöyle der: «Ben bundan sonra Hz. Hatice'yi küçültecek hiçbir şey konuşmadım.»

Buharı ve Müslim Hz. Ayşe'den şöyle rivayet ederler: «Ben Resulul*lah (sav)'ı, görmediğim halde Hz. Hatice'den başka zevcesinden kıskan*mıyordum. Çünkü Resululloh (sav) onu çok konuşur ve onun hayrına ko*yun keserek etini dağıtırdı. Bir defasında ona «Sanki dünyada ondan baş*ka kadın yok mu?» dedim. Resulullah (sav), «Evet, onun gibi iyi bir ka*dın yok. Benim ondan çocuklarım var.» buyurdu.

Resulullah (sav}, Hz. Hatice ile 25 sene yaşadı. Bunun onbeş senesi peygamberlik görevinden önce. on senesi de peygamberlik görevinden sonradır. Resulullah (sav) onun hayatında başka bir kadınla evlenmedi. İbiahim'in dışındaki bütün çocukları da ondandır. Hz. Hatice vefat edince Rûsulullah (sav) elli yaşlarındaydı. Başka bir hanımı da yoktu. Resulullah (sgv), ancak onun vefatından sonra çok evlendi. Yukarıda da açıkladığı*mız gibi bu evliliklerinin de birçok hikmetleri vardır. Allah (cc) ondan razı olsun.



2- Hz. Sevde:


Resulullah (sav), Hz. Hatice'nin vefatından sonra Hz. Şevde ile ev*lendi. Hz. Şevde Resulultah (sav)'tan daha yaşlı dul bir kadındı. Resulul*lah (savpn onu tercih etmesinin sebebi, Hz. Sevde'nin hicret eden mümin kadtnlardan olmasıydı. Kocası ikinci Habeşistan hicretinden sonra vefat etmişti. Tek başına kalmıştı. Ona bakan ve yardım eden yoktu. Eğer ak*rabalarının yanına gitmiş olsaydı, müşrik olması için zorlayacak ve ona ağır İşkenceler yapacaklardı. Bu sebeble Resulullah (sav) Hz. Sevde'yİ ni*kahlayarak yanına aldı. Sevde'nin iman ve ihfasının bundan daha büyük bir karşılığı olamazdı.

Eğer Resuiullah (sav)'ın maksadı, müfteri müsteşriklerin iddia ettik*leri gibi şehvetini tatmin olsaydı, ellibeş yaşına ulaşmış yaşlı ve dul bir kadınla evlenmez, bakirelerle, evlenirdi. Yiğitlik ve cömertliğin en yüksek Örneği olan Resulullah (sav), Hz. Şevde gibi yaşlı bir kadınla ancak onu korumak ve ona bakmak için evlenmiştir.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
2- Hz. Sevde:


Resulullah (sav), Hz. Hatice'nin vefatından sonra Hz. Şevde ile ev*lendi. Hz. Şevde Resulultah (sav)'tan daha yaşlı dul bir kadındı. Resulul*lah (savpn onu tercih etmesinin sebebi, Hz. Sevde'nin hicret eden mümin kadtnlardan olmasıydı. Kocası ikinci Habeşistan hicretinden sonra vefat etmişti. Tek başına kalmıştı. Ona bakan ve yardım eden yoktu. Eğer ak*rabalarının yanına gitmiş olsaydı, müşrik olması için zorlayacak ve ona ağır İşkenceler yapacaklardı. Bu sebeble Resulullah (sav) Hz. Sevde'yİ ni*kahlayarak yanına aldı. Sevde'nin iman ve ihfasının bundan daha büyük bir karşılığı olamazdı.

Eğer Resuiullah (sav)'ın maksadı, müfteri müsteşriklerin iddia ettik*leri gibi şehvetini tatmin olsaydı, ellibeş yaşına ulaşmış yaşlı ve dul bir kadınla evlenmez, bakirelerle, evlenirdi. Yiğitlik ve cömertliğin en yüksek Örneği olan Resulullah (sav), Hz. Şevde gibi yaşlı bir kadınla ancak onu korumak ve ona bakmak için evlenmiştir.



3- Hz. Ayşe:


Resulullah (sav), Hz. Ayşe'yi bakire olarak nikahlamıştır. O, temiz zev*celeri arasında da Resulullah (sav)'la evlenen tek bakire olmuştur.

Hz. Ayşe, Resulullah {savj'ın zevceleri içinde en zekisi ve Kur'andan ençok ezbere bilendi. Hatta birçok erkekten daha bilgili idi. Sahabilerin büyük alimlerinden bazı kimseler çözemedikleri meseleleri ona götürür, o çözerdl.

Ebu Musa el-Eş'arî (ra), «Biz Resulullahın sahabileri herhangi bir müşkilde kaldığımız zaman onu Hz. Ayşe'ye sorar, gerekli bilgiyi alırdık.» der.

Ebu ed-Duka en-Mesruh da şöyle der: «Ben Resulullah (sav)'ın asha- binin büyüklerini gördüm ki birçok farzları Hz. Ayşe'den sorar, öğrenir*lerdi.»

Urve bin Zübeyr (ra): «Ben tıpta, fıkıhta ve şiirde Hz. Ayşe'den daha alimini görmedim.» demiştir.

Bunda hayret edilecek birşey yoktur. Çünkü hadis kitapları, onun de*rin İlmine, üstün zekasına şahitlik edecek nakillerle doludur. Çünkü sahih hadis kitaplarında Abdullah bin Ömer (ra) ve Ebu Hüreyre (ra) dışındaki hiç kimseden Hz. Ayşe kadar çok hadis rivayet edilmemiştir.

Resulullah (sav); onu diğer zevcelerinden daha çok severdi. Fakat taksimatta adaletten ayrılmazdı. Ancak şunu da söylerdi: «Yarabbi, ben gücümün yettiği taksimatı yapıyorum. Malik olmadığım bir şeyle de (kal*bimden geçen şeyle) beni muahaze etme.»

itf «Ey peygamber, zevcelerine de ki: «Eğer siz dünya hayatını ve onun ziynet (ve İhtişamdım arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini ve*reyim de hepinizi güzellikle salıvereyim.» (Ahzab: 28) âyeti nazil olduğu zaman Resulullah (sav) önce Hz. Ayşe'ye, «Sana birşey söyleyeceğim. Cevap vermekte acele etme. Anne-babana sor, kararını sonra biidir.» de*di. Hz. Ayşe, Resuiullah (sav)'ın'da bildiğini çok iyi biliyordu ki, anne ve babası Resulullah (savj'tan ayrılmasını hiçbir zaman İstemezlerdi. Resu-lutlah (sav) bu âyeti okuyunca, Hz. Ayşe, «Anne ve babama bu hususta mı sorayım. Şüphesiz ben Allah (cc)'ı, Resul (sav)'ünü ve ahireti tercih ederim.» dedi. Çünkü Resulullah (sav)'ın Hz. Ebubekir'e dünür olmasından daha büyük bir mükafat olamazdı onun İçin.

Bu evlilik, Resulullah (sav)'ın sünnetinin yayılmasına vesile oldu. Bil*hassa kadınlarla İlgili şer'i hükümlerde. Nitekim bu hususu talim! hikmet*te açıkladık.



4- Hz. Hafsa:


; Resulullah (sav) ile evlendiğinde Hz. Hafsa da dul bir kadındı. Koca-sipHuneys bin Huzafe el-Ensarî Bedir Savaşında şehid olmuştu. Tanınmış, pşhjivan, yiğit bir mücahiddi.

:' Hz. Ömer Hafsa'yt. karısı Rukiyye'nin vefatından sonra Hz. Osman'a vermek istedi. Ama sonra onunla Resulullah (sav) evlendi. Resululfah (sav)'m bu evliliği Hz. Ömer İçin en büyük ikmm oldu.

Buhari'nin Abdullah bin Ömer (ra)'den rivayetine göre Hz. Hafsa'nın kocası Huneys şehid olduktan sonra Hz. Ömer, Hz. Osman'a, «Dilersen Ömer'in kızı Hafsa (r.anha)'yı sana nikahlayayım.» dedi. Birkaç gün geç*tikten sonra Hz. Osman, «Şu günümde evlenmenin doğru olmadığını an*ladım.» diye olumsuz cevap verdi. Hz. Ömer, bu defa Hz. Ebubekfr'e, «İs*tersen Ömer (ra)'in kızı Hafsa (r.anha)'yı sana nikah edeyim.» dedi. Uz. Ebubekir sustu ve bir cevap vermedi. Sonra Hz. Hafsa'yı Resulullah fcav) istedi ve nikahladı. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer'le karşılaştığında şöyle dedi: «Sen bana Hafsa (r.anha)'yı teklif ettiğinde sustum. Bunun sebebi, Re*sululfah (sav)'ın onunla evlenmek istediğini bilmemdi. Ben onun sırrını açıklamak İstemedim.» dedi.

İşte akıt, zeka ve erkeklik Hz. Ömer'in bu tavrında temayüz etmektedir. Çünkü o, ırzını korumak istiyordu. Kızını uygun olan dengine teklif edi*yordu. Çünkü evlilik sağlam bir cemiyetin en hayırlı vesilesidir. Bizler ne*redeyiz, İslâm ahkamını bilenler nerede? Şimdiki insanlar da kızlarını zengin bir adama vermek için bekletip dururlar. Halbuki servet hiçbir zaman saadet getirmez.


5- Hz. Zeynep (Huzeyme kızı):


Resulullah (sav), Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'dan sonra Huzeyme kızı Hz. Zeynep'le evlendi. Zeynep (r.anha), İslâmın ilk şehidierinden yiğit ve pehlivan Ubeyde bin Haris bin Abdulmuttalib'in dui karısı idi. Ubeyde de Bedir Savaşında şehid olmuştu. Zeynep (r.anha), kocası şehid düştü an*da bile yaralılara yardım etmeyi, yaralarını sarmayı terketmemişti. Koca*sının şehid olması onun hizmetine mani olmamıştı. Tak) müslümaniar gir*dikleri bu ilk savaşta zafere ulaşıncaya kadar.

Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'in sabrını, cihadını ve İslama bağlı*lığını görünce, iddeti dolduktan sonra onu nikahlayarak çocukları ite be*raber himayesine aldı. Resulullah (sav)'ın bu hareketi onun kırılan ümid-ierini yeniden canlandırmış ve onu yeniden hayata döndürmüştür.

Şeyh Muhammed Mahmud Savvaf, «Zevecâtü'n-Nebiyyi'n-Tahirât» isimli eserinde kocasının şehadetini ve Zeynep (r.anha)'in büyüklüğünü anlattıktan sonra Resulullah (sav)'ın onunla evlendiğinde yaşının altmış olduğunu söylemektedir. Zaten Resulullah ile iki sene yaşayabilmiş, İki seneden sonra vefat etmiştir. Resuluilah (sav)'ın bu evliliğine müfteri müs*teşrikler ne diyecekler, nasıl bir iftirada bulunacaklardır acaba?

Acaba Resulullah (sav)'ın bu evliliğinde bir şehvet ve arzu eseri bu*labilecekler mi? Yoksa tüm insanlığın kurtuluşu için gönderilen son Pey*gamberin iffet, büyüklük, sevgi, fazilet ve yardımseverliğini mi bulacak*lardır. Müfteri müsteşrikler Allah (cc)'tan korksunlar. İlim emanettir. Ema*nete kötü emeller için hıyanet etmesinler. İslâmî ilimleri ibret için okusun*lar. Hakkı inkar, yalan, iftira ve halkı kandırmak için okumasınlar.



6- Hz. Zeynep (Cahş kızı):


Resulullah (sav) Zeynep (r.anha)'le evlendiğinde o da duldu. Halasının kızı idi. Daha evvel Zeyd bin Harise (r.anha) ile evliydi. Zeyd (ra), Zeynep (r.anha)'i boşadı ve yüksek bir hikmete binaen de Resulullah (sav) onu kendisine nikahladı.

Bu evlilikteki hikmetlerden birisi, teşri'? hikmette geçtiği gibi, evlât] edinmenin ibtali ve insanın kendi soyundan olmayan bir çocuğun öz ev*ladı gibi olamayacağını beyan etmektir. İşte bu mevzuda bazı garazkarlar, tsiâmı ve İslâm Peygamberini hiçi sevmeyen müsteşriklerle, onların dlnden çıkmış kuyrukları Hesuluiian {sav)'ın Hz. Zeynep'le evlenmesi mev*zuunda o yüce peygambere tanetme kapısını aralamaya çalışıyorlar.

Bu mevzuda çok yanılmışlardır. Onlara göre. Resulullah (sav), Zeyd (ra)'in evinin önünden geçerken Zeynep (r.anha)'i görmüş ve çok beğen*miş. Bunun üzerine «Kafbleri çeviren Allah lcc)'ı tenzih ederim.» diyerek duygusunu dile getirmiş. Zeynep (r.anha) de bunu duymuş ve kocasına söylemiş. Zeyd (ra), Resulutlah (sav)'ın zevcesini beğendiği anlamış ve Resulullah (sav)'a giderek Zeynep (r.anha)'i boşayaco'ğını söylemiş. Re*sulullah (sov), kalbi başka türlü olduğu haide, Zeyd (ra)'e karısını boşa-mamasını söylemiş. Fakat Zeyd (ra), onunla Resulullah (sav)'ın evlenmesi için karısını boşamış.

İbnü'l-Arabî, bu batıl iddia hususunda şöyie der: «Zeynep (ra)'i gör*düğünde onun sevgisinin Resulullah (sav)'ın kalbine düştüğü iddiası batıl*dır. Çünkü Zeynep (r.anha) Resulullah (sav)'ın halası kızı idi. Onu her za*man görebiliyordu. Daha o tarihlerde kadınlar örtünmüyorlardı da. Nasıl olur da şöyle bir geçerken gözüne çarpan Zeynep (r.anha)'e aşık olur? Üs*telik de evli bir kadın olduğu halde. Resulullah (sav), onu bekarlığında da müteaddld defalar görmüştü. Nasıl olur da daha önceden olmayan sevgi ve arzu, sonradan ortaya çı-kar. O temiz kalbe böyle fasit bir arzu ve İlgi nasıl girebilir?

«Aİtahu taala, «Onlardan (kafirlerden) bir sınıfa kendilerini fitneye düşürmemiz İçin (verdiğimiz ve) fatdelendirdiğimiz (bu) dünya hayatına ald ziynetlere ve debdebelere sakın iki gözünü dikmo. Rabbtnin rızkı hem da*ha hayırlı, hem daha süreklidir.» (Taha: 151) âyetiyle böyle bir durumun olmayacağını beyan etmektedir.»

Arab!, sözlerinin devamında İsraliî rivayetlerin asılsızlığını delilleriyle beyan etmiştir. [37]

Zeynep (r.anha)'le Zeyd (ra)'ln evliliklerine sathi bir bakışla bakıldığın*da bile, aralarındaki geçimsizlik ve açık içtimaî dengesizlik rahatlıkla gö*rülür. Zira Zeynep (r.anha), soylu bir ailedendi. Zeyd ise, daha düne kadar köle idi. Allahu taala Zeyd (ra) ile Zeynep (r.anha)'l evlendirerek İslâm gözünde soyun hiçbir önemi olmadığını, önemli ve şerefli olanın dine bağ*lılık ve takva olduğunu göstermiştir. Çünkü Allahu taala. «Sizin Allah nez-dlnde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır.» (Hucurat: 13) buyurmak*tadır.

Resulullah {sav), Zeynep (r.anha)'e kendisini Zeyd (ra)'le evlendirece*ğini söyleyince karşı çıkmış ve «Ben soyluyum, o köledir. Ben onunla ev-lenemem.» demişti. Bunun üzerine, «Allah ve peygamberi bir işe hükmettiği zaman gerek mümin olan bir erkek, gerek mümin olan bir kadın içirt {ona aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allaha ve Resulüne İsyan ederse muhakkak ki o, apaçık bir sapıklıkla yolunu saprt-rnıştır.o (Ahzab: 36) âyeti nazil oidu. Zeynep (r.anha) boyun eğerek Zeyd (ra)'le evlendi. Fakat Zeynep (r.anha)'in içinde devamlı bir sıkıntı ve hoş*nutsuzluk vardı.

Resulullah (sav), Zeynep (r.anha)'i küçüklüğünden beri tanıyordu. O-nunla evlenmek isteseydi kim mani olabilirdi? Bir kimsenin bakire İken bir başkasıyla evlendirdiği kadına sonradan ilgi duyacağını, onunla evlenmek isteyeceğini kim söyleyebilir? Şu halde bu, akılsızca, düşüncesizce bir id*diadır. Onlar biimeJikleri şeyleri iddia ediyorlar. Bunlar Resulullah (sav)'a iftiradan başka birşey değildir.

Müfteriler daha neler söylüyorlar neler? Güya Resulullah (sav), Zey*nep (r. anha)'l seviyormuş, fakat gizlemiş. Böyle bir bühtan nasıl düşü*nülebilir? Zira âyet meseleyi bütün açıklığı ile zikrederek Allahu taalanın Resul (sav)'ünün gizlediğini açıklayacağını söyler: «Allanın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanların dedikodusundan korkuyordun.» (Ahzab: 37). Allah (cc) neyi açıkladı? Resulullah (sav)'ın Zeynep (r. anhaj'e olan aşk ve muhabbetini mi açıkladı? Hayır. Allah (cc) bu âyetle, Resulul*lah (sav)'ın Zeynep (r. anha)'le evlenmesi yolundaki emrini gizlediğini a-çtkladı. Çünkü Resulullah (sav), münafıkların «Muhammed oğlunun helali İle evlendi.» demelerinden korkuyordu. İşte Allahu taala, Resulullah (sav)'-ın gizlediğini şu âyetle açıklamıştır: «Şimdi madem ki Zeyd o kadından İlişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık. Takl oğulluklarının kendilerinden ilişiğini kestikleri zevcelerini almakta) müminler üzerine günah olmasın. AH ahin emri yerine getirilmiştir.» (Ahzab: 37). İşte bu âyetler müfterilerin İftira ve bühtanlarını ibtal ederek Resutuilah (sav)'ın İsmetine, nezahet ve taharetine açıkça delalet etmektedir.



7- Hz. Ümmü Seleme:


Resulullah (sav) Ümmü Seleme (r.aha) ile Abdullah bin Abdülesed'den dul kaldıktan sonra evlendi. Abdullah (ra), Islâmı ilk kabul edenlerden ve Habeşistan'a hicret edenlerdendi. Habeşistan'a hicretleri sırasında kız*ları Seleme dünyaya geldi. Abdullah, Uhud Savaşında şehid oldu. Ümmü Seleme, kocasının şahadetinden sonra dört çocuğu ile sahipsiz ve himayesiz kalmıştı. Resulullah (sav) ona ve çocuklarına bakmak için onu nika*hına aldı.

Resulullah (sav) ona dünür olduğu zaman, kendisinin yaşlı, dört ye*tim annesi ve kocasına karşı da cok gayretli olduğunu söyleyerek özür beyan etmişti. Resulullah (sav) ona, «Yetimlerini himayeme alır, Allah (cc)'tan da kalbinden kocanın gayretini çıkarmasını dilerim.» demişti. Ya*şını hiç nazar-ı itibare almayarak muvafakatından sonra onu nikahlaya*rak çocuklarının bakım ve terbiyesini üzerine aldı. Hatta öyle ki çocuklar babalarının yokluğunu bile hissetmiyorlardı. Zira Allah (cc), onlara ba*balarından daha şefkatli, daha merhametli birisini vermişti.

Hz. Ümmü Seleme de İslama ilk girenlerden olmak ve Resulullah (sav)'a zevce olmak şerefiyle şereflenmişti. Bu iki şerefin dışında onun bir diğer meziyeti daha vardır. Bu da onun çok İyi bir rey sahibi olması*dır. Bunun delili de Resulullah (sav)'ın Hudeybiye anlaşmasında onunla istişare etmesidir. Resulullah (sav), müslümanların müşriklerle yaptığı bu anlaşma sırasında çok müteessir olmuştu. Çünkü bu anlaşmada müşrik*lerle on sene savaşılamayacağı öne sürülmüş ve Resulullah (sav) da ka*bul etmişti. Müslümanlar bu anlaşmada haklarının çiğnendiğini düşünü*yorlardı. Kuvvetli oldukları halde haklarının çiğnenmesi cok ağırlarına git*tiği İçin, Resulullah (sav)'ın tıraş olmaları ve Medine'ye dönmeleri yolun*daki emirlerini yerine getirmiyorlardı. Resulullah (sav) zevcesi Ümmü Se*leme (r.anha)'ye, emrini yerine getirmedikleri için müslümanların helak olacağını ifade etti. Ümmü Seleme (r.anha), «Sen çık, onların karşıların*da tıraş ol. Kesinlikte biliyorum ki, sana uymakta tereddüt etmeyecekler*dir. Zira onlar tıraş olmanın Allah (cc)'ın kesin emri olduğunu anlarlar» dedi. Gerçekten de Öyle oldu. Resulullah (sav), onların karşılarında saç*larını kestirince adeta yarışırcasına Resulullaha uydular. Hepsi tıraş ola*rak ihramdan çıktılar. Bu hadise Hz. Ümmü Seleme'nin rey sahibi zeki ve akıllı bir kadın olduğunun canlı bir şahididir.



8- Hz. Ümmü Habibe:


Resulullah (sav), hicretin yedinci senesinde Hz. Ümmü Habibe ile ev*lendi. Habeşistan'a hicret ederek orada ölen Abdullah bin Cahş (ra)'ın dul karısıydı. Resulullah (sav)'ın isteği üzerine Habeşistan Kiralı Necaşî ona dörtbin dirhem gümüş mehir vererek onu Resulullah (sav) ile nikah*ladı. Daha sonra da Şercil bin Hasene ile Resulullah (sav)'a gönderdi. Bu husustaki tafsilat siyasi hikmet bahsinde geçti. .



9- Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiyye:


Resulullah (sav), Cüveyriye binti Haris (r.anha) ile evlendiğinde o da duldu. Babası Haris, Beni Mustalık kabilesinin reisi idi. Cüveyriye (r.anha) ite Safiyye (r.anha)'nin evlenme hikmetleri siyasi hikmette tafsilatıyla geç*mişti.



10- Hz. Meymune :


Asıl ismi Berre idi. Resulullah (sav) ile evlendikten sonra Meymune olarak değiştirdi. Hz. Meymune, Resuiullah (sav)'ın son zevcesldir. Hz. Ayşe onun hakkında, «Hepimizin en takvası ve akrabalarına en çok şef*kat gösterendi.» derdi. Hz. Meymune de diğerleri gibi duldu. Resuluilah (sav) onunla evlenerek aşiretine büyük İkramda bulunmuş oldu. Bu evli*likten sonra bütün kabilesi müsfüman olarak her hususta Resulullah (sav)'a yardımct oldular.



Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler


Özet olarak Allah (cc)'ın Resulullah (sav) ile sohoette bulunmayı na-sib ettiği müminlerin anneleri olan temiz zevcelerinden söz ettik. A! la hu taafa bunlara hitabında, «Ey peygamber kadınları, siz (diğer kadınlardan (herhangi) biri gibi değilsiniz. Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yaban*cı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kendisinde bir maraz bu*lunanlar tamao düşer(ler). Sözü maruf vech İl» (ve ağırbaşlı) söyleyin. (Vakar İle) evlerinizde oturun. Evvelki câhiliyet (devri kadınlarının kınla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dos*doğru kılın. Zekalı verin. Allaha ve Resulüne itaat edin. Ey ehli beyt, Al*lah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler.» (Ahzob: 32-33) buyurmuştur.

Resulullah (sav)'ın pak zevcelerlyle evlenmesinde birçok hikmetler vardır. Öu hikmetlerden bazıları, kadınlar hakkındaki teşrii hükümlerin bil*dirilmesi ve bu evlilikler sayesinde birçok kalbin kazanılarak Arap aşiret ve kabilelerinin müsfüman olmalarıdır.

Resulullah (sav)'ın zevceleri, Hz. Ayşe dışında, dul idiler. Resulullah (sav) bu evliliklerini müslümanlar ile müşrikler arasındaki savaşların baş*lama tarihi olan hicretin ikinci senesinden itibaren yapmıştır. Bu savaşlar hicretin ikinci yılından, Aroblstanın tamamen İslâmlaşmasına kadar, yani hicretin sekizinci senesine kadar devam etmiştir.

Resulultah (sav)'ın evliliklerinin herhangi birisinin üzerinde araştırma yapıldığında, Resulullahın dünyanın en yiğit, en düşünceli ve en hayırse*ver İnsanı olduğu açıkça görülür. Eğer, ona iftira atan müsteşriklerin de*dikleri gibi Resulullah (sav)'ın kalbinde yalnız beşeri arzularını tatmin için evlenme duygusu olsaydı, gençliğinde çokça evlenir, yaşlı ve dul kadın*lar yerine de bakire genç kızlarla evlenirdi. Kalblerine karabulut gibi çö*ken kin, onları kör etmiş, güneş gibi parlayan hakkı göremez olmuşlardır. Nitekim Allahu taala böyieleri için, «Hayır, biz hakkı batılın tepesine (in*dirip) atarız da o bunun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bu yok olup gitmiştir. (Allaha karşı) vasf (ve fsnad) etmekte olduğunuz (İftiralar*dan dolayı yazıklar olsun size.» (Enbiya: 18) buyurmaktadır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt