Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?" (1 Kullanıcı)

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

hilfulfudul21 yazdı:
s.a. hanım ablam...arada bi bu siteye giriyor ilgimi çeken konulara dalıyorum.sorularla dinimizi öğrenelim bölümü güzel ama eksik kalıyo bence.sorularınıza açıklama yapmaya zaman bulamadım.sitemle karışık sorularınızı görünce hatırımda kaldığı kadarıyla cevaplamaya çalıştım.eczanede olduğumdan çok yoğun olabiliyorum.hakkınızı helal ediniz,Allaha emanet olunuz...

s.a. kardeşim,
özellikle dünkü katılımlarınız için çok teşekkür ederim. İnşallah devam eder bizi memnun edersiniz.
Forumla ilgili eksiklikleri var demişsiniz, ama neyin eksik olduğunu söylememişsiniz, lütfen eksikliklerimizide söylerseniz inşallah hep beraber altından kalkmaya çalışırız.
k.s.e.o.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

Hayatta iken Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabir.

Kur'an-ı Kerîm'de bu hususta herhangi bir delil mevcut olmamakla birlikte, Resulullah'ın sahîh hadisleriyle sabit olan bu ashabın Cennetlik oluşları, İslâm'ın genel prensipleri dahilinde gayet tabi bir olaydır. Aşere-i Mübeşşere tabirinin yanısıra "el-mubeşşirun bi'l-Cenneh" tabiri de bu sahabeler hakkında kullanılmıştır. Bu meşhur on sahabi şunlardır: Hz. Ebû Bekr (ö. 634), Hz. Ömer (ö. 643), Hz. Osman (ö. 655). Hz. Ali (ö. 660), Hz. Abdurrahman b. Avf (ö. 652), Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (ö. 639), Hz. Talha b. Ubeydullah (ö. 656), Hz. Zubeyr b. Avvam (ö. 656), Hz. Sa'd b. Ebi Vakkâs (ö. 674), Hz. Said b. Zeyd (ö. 671).

Bu büyük sahabilerin kendilerine has özellikleri vardır. Meselâ: Mekke'de ilk müslüman olan bu şahsiyetler Hz. Peygamber'e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir. Bu büyük sahabilerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber'e, O'nu ve İslâm'ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey'at etmişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabinin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır. Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere'nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alınmıştır. Bunların faziletleri ve Resulullah tarafından Cennet'le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir. (Tirmizî, Menâkıb, 25; Ahmed b. Hanbel, I, 193)

es-SEB'Û'L-MESANİ

"Tekrarlanan yedi" anlamında Kur'ani bir kavram.

Mesnanın veya Mesna(tun)"ın çoğulu olan "mesani" kelimesi çok anlamlı ve çok kapsamlı bir kelimedir. Tesniye (ikilik) maddesi olan senâ"dan veya istisna maddesi olan Senâ"dan da türemiş olabilir. Kısacası; bükülmek, katlanmak, kıvrılmak veya tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya başka bir şey eklemekle takviye edilen veya çeşitlendirilen herhangi bir şeye "mesnâ" denilir ki ikişer, ikili, mükerrer, bükülü, te'kid edilmiş, muhkem, çifteli, büklüm, büklümlü, büklüm yeri kat olan, katlı, kıvrım, kıvrımlı, kıvrak, manalarına gelir. Bu suretle herhangi bir şeyin kuvvetlerine, katlarına, kıvrımlarına "mesani" denildiği gibi, hayvanın dizlerine ve dirseklerine mesâni ed-dâbbe" ve bir vadinin büküntülerine, dönemeçlerine "mesâşi el-vâdî"; bunun gibi, musikide ikinci tele veya çifte tellilere "mesânî" denir. Mesani ila yedu ise bağış ve ihsanı tekrar etmek demektir. İbn Cerîr'in İbni Abbas'tan bir nakline göre "mesânî"de müstesnalık manası da vardır. Zira istisna da "seniy"den türemiştir. Bükülmüş ipe veya ipliğe "mesna(tun) veya misnâ(tun)" denildiği gibi, geri döndürme (tercî') veya tekrar etme manası itibarıyla tarab (sevinçlik, şenlik) ve terennüme veya ikişerli manası ile mesnevî dediğimiz nazım şekle de mesnâ(tun) denilir. Bir de müsnânın çoğulu olabilir ki, sena makamı, yeri anlamına gelir (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, V, 3074-3075; El-Mu'cem'ul Vasit, I, 101, 102).

Yukarıda lügat anlamı açıklanan mesani' kelimesi Kur'an-ı Kerim'de iki yerde geçmektedir. Kur'an'ın bir vasfı olarak kullanıldığı "Allah, kelamın en güzelini, müteşabih (birbirine benzer), ikişerli (veya tekrar edilen) bir kitab halinde indirdi" (ez-Zümer, 39/23) âyetinde tekrar edilen manasına gelebileceği gibi, Kur'an'ın her yönden ikili bir sistem takip ettiği manası da anlaşılabilir. Kur'an'ın anlatış tarzına bakıldığında, çoğu zaman karşılıklı zıtlığa dayandığı görülür; iyi amel karşısında kötü amel, cennet karşısında cehennem, mü'minler karşısında kâfirler, sâid karşısında şakî anlatılır. Karşılıklı mukayese yoluyla iyi ile kötünün anlatıldığı bu yöntemle hakikatlar daha güzel kavratılmış olur. İşte mesani' kelimesi bu âyette bu anlamda kullanılmış olabilir.

Yine mesani'nin geçtiği and olsun ki sana seb'an mine! mesani (tekrarlanan yedi veya ikililerden yedi)yi ve büyük Kuran'ı verdik" (el-Hicr, 15/87) âyetindeki seb'an minel mesânî'nin ne olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir.

Abdullah İbn Ömer, Mücahid ve Said İbn Cübeyr, burada bahsedilen yedi şeyin seb'ı tıval denilen yedi uzun süre olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu âyetin geçtiği sürenin Mekkî, yedi uzun sürenin ise Medenî olması bu görüşü zayıflatmaktadır. Banları bu rivayeti göz önüne alarak sürede yalnız bu âyetin Medenî olabileceğini ileri sürmüşlerse de bu da pek muteber bir görüş değildir.

Bazı alimler bu yedi şeyden maksat elif, lam, hâ, mim i dir demiş; bazıları da Kur'an'ı emr, nehy, bişâret (müjdeleme), inzar (uyarma, korkutma), darb-ı mesel, nimetlerin anılması ve geçmiş ümmetlerin haberleri şeklinde yedi ana konuya ayırarak âyette bahsedilen yedi şeyin bu olabileceğini beyan etmişlerdir. Nitekim Kur'an yedi harf üzere nazil oldu" (Keşful-Hafa, I,1356) hadisi şerifinden de kastın bu manalar olduğunu belirtmişlerdir.

Hz. Ömer, Ebul-Âliye, İbn Ebi Muleyke, Ubeyd İbn Umeyr ve kalabalık bir cemaat bu yedi şey (seb'ul mesânî), fatiha süresi âyetleridir demişlerdir. Seb'ul mesânî ile Fatiha sûresinin kasdolunduğuna dair delil Buhârî'de geçen Ebu Said hadisidir. Rasûlüllah (s.a.s), Ebu Said (r.a)'e Kur'an'daki sürelerin en büyüğünü açıklarken, "O sure el hamdu lillahi Rabbil Âlemin'dir ki tekrar olunan yedi âyet (seb'ul-mesani) ve bana verilen Kur'an'dır" buyurdu (Buhari, Tefsir, 1; Fedailil-Kur'an, 9; Tirmizi, Sevabul-Kur'an, 1; Nesâi, İftitah, 26; Muvatta, Nidâ, 37, 45; Ahmed b. Hanbel, IV, 211, V, 114).

Böylece sebul-mesâni'den murad, ümmül-Kur'an olan Fatiha süresi olduğu ve bundan dolayı fatihanın es-seb'ul-mesâni' ismini aldığı ve Kur'an'ın bunun bir tefsiri olduğu bu hadisle açıklığa kavuşmuştur. Demek ki" seb'an minel-mesânî'deki min" yalnız teb'ızıyye (küll'den bir cüz olması olayı) değil, aynı zamanda beyaniyyedir ve mesaniden yedi mesani demektir. Yani Fatihayı teşkil eden yedi âyet, mesani olan Kuran'dan olduğu gibi, başlı başına yedi mesânî'dir. Ve bütün Kur'an'ın bir vasfı olan "mesâni" kavramı burada müstesna bir şekilde katlanmıştır. Her namazda ve duaların başında ve sonunda tekrar tekrar okunan fatiha gerçekten Kur'an-ı Kerim'in bu âyette bahsettiği seb'ül-mesânî adını almaya çok uygundur.

Görülüyor ki bu âyette "sana seb'ül mesânî'yi ve Kur'an-ı Azim'i inzal ettik" diye buyurulmuyor, "verdik" deniliyor. Bundan murat yalnız nazm-ı celilin değil, ondaki hakikat ve metalibin (istenilen şeyler)'in de bilfiil bahsedilmiş olduğu açıklanmış oluyor. Yukarıda bahsedilen görüşlerin dışında "sana sebnul-mesânî yi ve Kur'ân-ı Azim'i verdik" âyetinde sebnul mesânînin Kur'andan başka bir şey olduğu düşüncesi de akla gelmektedir. Kur'an'ın dışındaki bu yedi şeyin ise Rasûlüllah (s.a.s)'e Kur'an'dan ayrı olarak verilen yedi mucize olduğu da düşünülebilir.

Muammer ERTAN

VELÂYET-İ FAKÎH

İmamiye Şîasında, masum imamlardan sonra âdil fakîhlerin yönetim ve yargı yetkilerini el-lerinde tutması.

İmamiye Şîasına özgü olan velâyet-i fakîh anlayışı, bu mezhebin imamet konusundaki inancıyla bağlantılıdır. İmamiye'ye göre peygamberlerin iki temel görevi vardır. Birincisi, Allah'tan gelen vahyi tebliğ etmek; ikincisi, ümmeti gelen vahiy doğrultusunda örgütleyip yönetmek. İlk görev nübüvvetin risalet yönünü, ikinci görev ise imamet yönünü oluşturur. Peygamber vefat edince, vahiy kesilir, risalet görevi sona erer. Buna karşılık dinin emir ve yasakları doğrultusunda ümmeti yönetme görevi sona ermez. Bu görev bakidir ve peygamberin temsilcisi, vasisi durumundaki imama aittir.

Peygamber nasıl toplum tarafından ya da bazı kişilerin seçimiyle tayin edilmezse, onun şeriatını tam olarak, ilahî hükümlerden, emirlerden kıl kadar ayrılmamak üzere uygulama ve ümmeti yönetme görevini üstlenecek olan imam da toplum tarafından ya da belirli kişilerin seçimi ve onayıyla belirlenemez, atanamaz. Çünkü imamet, nübüvvetin yönetim cephesini oluşturur.

Hz. Peygamber'in vefatıyla risalet görevi bitmiştir. Fakat Allah'ın dini İslâm, onun tebliğ ettiği Kur'ân'ın hükümleri, İslâm şeriatı kıyamete kadar sürecektir. İslâm'ın hükümlerini yürütme, ümmeti ilâhî hükümlere göre tam bir adaletle yönetme, İslâm'ı koruma ve yayma, yeni sorunlara çözümler getirme görevi imama kalmıştır. İmamet görevini üstlenecek kişi hiç yanılmamalı, hata yapmamalı, haksızlık etmemeli ve bilgi, erdem, ahlâk, soy-boy, İslâm'a hizmet bakımından ümmetin en üstün kişisi olmalıdır. Ama insanların yanılmamaları, hata yapmamaları mümkün değildir. İmam nefsine uyar, haksızlık yapar, sorunları çözümlemede yetersiz kalırsa, varlığı anlamını yitirir. Öyleyse, görevinin gerektirdiği üstün niteliklere sahip olabilmesi, imamın ancak Allah tarafından korunmasına, masum olmasına bağlıdır. İsmet ise ilâhî bir lütuftur. Bu nedenle peygamberin yerine geçecek, onun dininde hüküm sahibi olacak kişinin, yani imamın Allah tarafından tayini, peygamber tarafından da ümmete tebliği gerekir. Çünkü imamet, peygamberden hilâfet yoluyla din ve dünya işlerinde genel ve ilâhî bir önderliktir. Nitekim Hz. Peygamber, Allah'ın buyruğu üzerine, Hz. Ali'nin kendisinden sonra ümmetin imamı olduğunu tebliğ etmiştir. Hz. Ali de kendisinden sonraki imamın oğlu Hasan, o da kardeşi Hüseyin olduğunu açıklamış ve bu onikinci imama kadar sürmüştür.

İmamiye'ye göre, Onikinci İmam'ın yeniden geleceği güne kadar toplumdan uzaklaşarak kendini gizlediği gaybubet-i kübra döneminde (büyük gizlenme dönemi) yönetim yetkisi imamların naibi, temsilcisi durumundaki âdil fakîhlere bırakılmıştır. Fakîhleri bu yetkiye ehliyetli kılan temel nitelikler bilgi ve adalet, yani dinî ve ahlâkî kurallara tam uygunluktur. İmamiye bilginleri bu hükmü, "(Halifelerim), benden sonra gelen, hadis ve sünnetimi nakledenler ve benden sonra halka öğretenlerdir" (Şeyh Saduk), "Mü'min fakihler İslâm'ın kaleleridir ve İslâm için bir beldenin surları gibidirler" (İmam Musa), "Fukaha, resullerin eminleridirler" (Kâfı), "Bu vakitte fakîhin makamı, Benî İsrail nebilerinin makamı gibidir" (Fıkh-ı Rezevi), "Karşılaştığınız olaylarda, hadislerimizi rivayet edenlere başvurunuz, çünkü onlar sizlere benim hüccetimdir ve ben Allah'ın hüccetiyim" (Onikinci İmam), " Kıyamet döneminde ümmetimin âlimleri ile iftihar ederim. Ümmetimin âlimleri benden önceki nebiler gibidir" (Câmiu'l-Ahbâr), "Âlimler insanlar üzerinde hakimlerdir" (Müstedrek) gibi hadis ve rivayetlere dayandırırlar.

Büyük gizlenme döneminde âdil fakîhler, masum imamların yönetim alanındaki tüm yetkilerine aynıyla sahiptirler. Bütün ümmetin onlara itaat etmeleri farzdır. Fakîhler içinde de yönetimi üstlenme görevi farzdır. Eğer yönetim başkalarının elindeyse, fakîhler topluca ya da tek başlarına yönetimi ele geçirme yükümü altındadırlar. Bu konuda gerekiyorsa yönetime karşı savaş açarlar. Mü'minlerin böyle bir ortamda yönetimi tanımaları, bir haklarını elde etmek için de olsa, yönetimin kurumlarına başvurmaları haramdır. Yönetimi elinde tutmasa da, bütün sorunlar âdil fakîhe götürülmeli, haklar ondan istenmelidir.

Fakîhlerin yönetim yetkisi, ancak fısk işlemeleri halinde ortadan kalkar. Fısk işlemesi halinde adalet niteliği ortadan kalkacağından fakîhin yönetim yetkisi düşer.

Velâyet-i fakîh anlayışı, Şîa içinde tüm tarihi boyunca etkili olmuştur. Ancak bu anlayış, en güçlü ifadesine yüzyılımızda Âyetullah Humeynî'nin yorumlarında kavuşmuş ve İran İslâm Devrimi'nin gerçekleşmesinde etkin bir rol oynamıştır.

İmamiye'nin velâyet-i fakîh anlayışı ile Ehl-i Sünnet'in velâyet ve imamet anlayışı arasında derin bir ayrılık vardır. Sünnî anlayışta ister fakîh, ister müctehid olsun, hiç kimse, nitelikleri nedeniyle kamu velâyetini temsil yetkisine sahip değildir. Bu yetki ancak ümmet tarafından verilebilir. Ümmetin bîat etmediği kimsenin velâyet hakkı olamaz.

Ahmet ÖZALP

OLMUŞMU ABLACIM....DÜN CEVAPLAYAMADIM HAKKINI HELAL ET İŞLERİM YOĞUNDU BİRAZ.
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

S.A.
ABLAM SORUNU ALALIM İNŞALLAH.
K.S.EO.
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

ABLAM YOK GALİBA
BEN SIRAYIM İNŞALLAH
 

FATMA_ERGUN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2006
Mesajlar
3,537
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

Melaike_binti_Haci yazdı:
Namahremle konusmanin sinirlari nelerdir?


selam ve dua ile
Allahü teala, Kuranı kerimde kadınların, kızların, yabancı erkeklerle yumuşak sesle, nezaketle konuşmalarını, böylece kötü adamların kalblerine kötülük getirmelerini yasaklamakta, buna sebep olmayacak şekilde söylemelerini istemektedir. Kadınların, yabancı erkeklere süslenmelerini yasak etmektedir. Bileziklerinin sesini duyurmamak için, yavaş, sessiz yürümelerini emretmektedir. Yani günaha sebep olan her şey de günahtır. O halde günaha, harama sebep olan şeylerden kaçmak gerekir

Zaruret olmadıkça namahremle konuşmamalıdır. Hadisi şerifte buyuruluyor ki:
(Ey kadınlar, mahreminiz olan erkeklerle konuşunuz, namahremle konuşmayınız!) [İ.Said]
 

FATMA_ERGUN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2006
Mesajlar
3,537
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

Melaike_binti_Haci yazdı:
Namahremle konusmanin sinirlari nelerdir?


selam ve dua ile
Ey kadınlar, mahreminiz olan erkeklerle konuşunuz, namahremle konuşmayınız!) [İ.Said
Bir genç kız ile genç bir erkek beraber idi. Onları şeytandan emin görmedim.) [Tirmizi]
Üç şey kalbi öldürür: Düşük seviyeli kimselerle düşüp kalkmak, kadınlarla konuşmak ve zenginlerle oturmak (Hadis Hz Aliden)
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

FATMA_ERGUN yazdı:
Melaike_binti_Haci yazdı:
Namahremle konusmanin sinirlari nelerdir?


selam ve dua ile
Ey kadınlar, mahreminiz olan erkeklerle konuşunuz, namahremle konuşmayınız!) [İ.Said
Bir genç kız ile genç bir erkek beraber idi. Onları şeytandan emin görmedim.) [Tirmizi]
Üç şey kalbi öldürür: Düşük seviyeli kimselerle düşüp kalkmak, kadınlarla konuşmak ve zenginlerle oturmak (Hadis Hz Aliden)

S.A.
ABLAM CEVABINIZ İÇİN TEŞŞEKÜR EDERİZ.
ŞİMDİDE SORUNUZU ALALIM.
K.S.EO.
 

FATMA_ERGUN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2006
Mesajlar
3,537
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

BEN TEŞEKKÜR EDERİM..
SORU: Saç boyası, kına, ruj, oje, jöle, abdest ve gusle mani midir?
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Konum
ankara
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

Eğer saç boyası saç telleri üzerinde bir tabaka teşkil ederse gusle manidir. (3)
Su saçların aralarına ve altlarındaki deriye kadar geçecektir. Bunlar sık olsa bile, suyun ulaşması sağlanacaktır. Bunların araları ve dipleri kuru kalsa, gusül tamamlanmış olmaz. .... önemli olan diplerine suyun geçmesidir. (4)
Kaynaklar:
1) Şamil İslam Ansiklopedisi, Prof. Dr.Hamdi DÖNDÜREN - Uludağ Universitesi - İlahi,yat Fakültesi
2) İlmihal, İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı, İslami Araştırmalar Merkezi
3) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
4) Büyük İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Bilmen, Fatih Dersiamlarından, Eski Diyanet İşleri Başkanı
5) KÜTÜB-İ SİTTE
DOĞRUMU ACABA
 

FATMA_ERGUN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2006
Mesajlar
3,537
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

dynaxon yazdı:
Eğer saç boyası saç telleri üzerinde bir tabaka teşkil ederse gusle manidir. (3)
Su saçların aralarına ve altlarındaki deriye kadar geçecektir. Bunlar sık olsa bile, suyun ulaşması sağlanacaktır. Bunların araları ve dipleri kuru kalsa, gusül tamamlanmış olmaz. .... önemli olan diplerine suyun geçmesidir. (4)
Kaynaklar:
1) Şamil İslam Ansiklopedisi, Prof. Dr.Hamdi DÖNDÜREN - Uludağ Universitesi - İlahi,yat Fakültesi
2) İlmihal, İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı, İslami Araştırmalar Merkezi
3) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
4) Büyük İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Bilmen, Fatih Dersiamlarından, Eski Diyanet İşleri Başkanı
5) KÜTÜB-İ SİTTE
DOĞRUMU ACABA
DOGRU EVET MÜSADENİZLE BENDE EKLİM.ÇÜNKÜ BU KONU BAYANLARIN HEP KAFASINI KARIŞTIRMIŞTIR..
Abdest alırken, yıkanması gereken uzuvlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih (doğru) olmaz. Gusülde ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerinin yıkanması gerekir. Bu itibarla, abdest veya gusül alacak kimsenin, yıkanması gereken uzuvlarında, suyun altına ulaşmasına engel olacak bir tabaka bulunmamalıdır. Oje gibi vücut üzerinde tabaka oluşturup da suyun bedene ulaşmasına mani olanlar abdest ve gusle manidir. Tabaka
oluşturmayan saç boyası, kına gibi makyaj malzemeleri abdest ve gusle mani değildir.

NOT:GUSUL ABDESTİ ALINMADAN TEMİZLİK YAPILMAZ MEKRUHTUR..
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Konum
ankara
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

SAĞOLASIN ALLAH RAZI OLSUN İYİ OLMUŞ.
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Konum
ankara
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

BENDE SORUMU SORABİLİRMİYİM
KİMLER KURBAN KESEBİLİR?
 

FATMA_ERGUN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2006
Mesajlar
3,537
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

dynaxon yazdı:
BENDE SORUMU SORABİLİRMİYİM
KİMLER KURBAN KESEBİLİR?
ERGİNLİK ÇAGINA GİREN, AKILLI OLAN ,HALİ VAKTİ YERİNDE OLANLAR..
Kurban kesmek, akıllı, buluğ çağına ermiş, dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve misafir olmayan Müslüman’ın yükümlü olduğu bir ibadettir. Temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 20 miskal (80.18 gr.) altın veya bunun değerinde para veya eşyaya sahip olan kişi dinen zengindir; kurban kesmesi gerekir. Hane halkı içinde, dinen zengin sayılan mükelleflerin sayısı birden fazla ise, her birinin ayrı ayrı kurban kesmesi icap eder. Kurban kesmekle mükellef olan şahsın, satın alacağı hayvanın ücretini kredi kartıyla ödemesi, kurbanın sıhhatine engel teşkil etmez.
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

S.A. KARDEŞİM,
SORUNUZUN CEVABINI VEREYİM İNŞALLAH,

Zaruri ihtiyaci disinda 85 gram altin ya da bu bedelde mali olan, hür ve mukim yani yolcu olmayan her Müslüman'in kurban kesmesi vaciptir. Daha önce fakirken, Kurban Bayrami günlerinde aniden kazanç saglayan kisiye kurban vacip olur. Daha evvel zengin olup da kurban günleri aniden yoksul düsen kisiye ise vacip olmaz. Zekat gibi kazanilmis paranin üzerinden bir yil geçmesi gerekmez.
Bir kisi ancak bir tane vacip kurban kesebilir. Isterse nafile kurban niyetiyle bu sayiyi arttirabilir.
Kurban kesemeyen kimse bayram için hazirlanir, temizlenir, namaza giderse, kurban kesme sevabini elde eder. Peygamber Efendimiz (sav): "Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kilmistir." buyurmustu. Bir adam kendisine: "Ey Allah'in Resulü! Emanet olarak verilmis bir hayvandan baska bir seye sahip degilsem, onu kesebilir miyim?" diye sordu. Resulullah (sav): "Hayir, ancak saçini, tirnaklarini kisaltir, biyiklarindan alir, etek tirasini olursun. Bu da sana Allah yaninda bir kurban yerine geçer." dedi.


K.S.E.O.
 

iman

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
118
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

Zaruri ihtiyaci disinda 85 gram altin ya da bu bedelde mali olan, hür ve mukim yani yolcu olmayan her Müslüman'in kurban kesmesi vaciptir. Daha önce fakirken, Kurban Bayrami günlerinde aniden kazanç saglayan kisiye kurban vacip olur. Daha evvel zengin olup da kurban günleri aniden yoksul düsen kisiye ise vacip olmaz. Zekat gibi kazanilmis paranin üzerinden bir yil geçmesi gerekmez.
Bir kisi ancak bir tane vacip kurban kesebilir. Isterse nafile kurban niyetiyle bu sayiyi arttirabilir.
Kurban kesemeyen kimse bayram için hazirlanir, temizlenir, namaza giderse, kurban kesme sevabini elde eder. Peygamber Efendimiz (sav): "Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kilmistir." buyurmustu. Bir adam kendisine: "Ey Allah'in Resulü! Emanet olarak verilmis bir hayvandan baska bir seye sahip degilsem, onu kesebilir miyim?" diye sordu. Resulullah (sav): "Hayir, ancak saçini, tirnaklarini kisaltir, biyiklarindan alir, etek tirasini olursun. Bu da sana Allah yaninda bir kurban yerine geçer." dedi.


"Rabbin için namaz kil ve kurban kes." (Kevser Sûresi: 2)
"Biz her ümmet için bir kurban kesme ibadeti koyduk ki, kendilerine Allah'in rizik verdigi hayvanlari kurban ederek üzerlerine O'nun adini ansinlar. Rabbiniz tek bir ilahtir. Yalniz O'na teslim Olun." (Hacc Sûresi: 34)
"Biz kurbanlik develeri de size Allah'in (dininin) isaretlerinden yaptik. Onlarda sizin için hayir vardir. Onlar ön ayaklarini sira halinde yere basmis durumda iken üzerlerine Allah'in ismini anin (da kesin). Yanlari yere düsüp canlari çikinca da onlardan yeyin, kanaat eden (fakir)e de, isteyen (fakir)e de yedirin. Allah onlari size boyun egdirdi ki, sükredesiniz." (Hacc:36)
"Onlarin ne etleri, ne de kanlari Allah'a ulasir, fakat O'na sadece sizin takvaniz ulasir. Sizi hidâyete erdirdiginden dolayi Allah'i büyük taniyasaniz diye o, bu hayvanlari böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananlari müjdele!" (Hacc: 37)
 

FATMA_ERGUN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2006
Mesajlar
3,537
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

CÜMLEMİZDEN İNŞ.İMAN KAREDEŞİM BUYUR SEN SOR SORUNU..
 

iman

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
118
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

s.a size benden kolay bi soru buyrun arkadaşlar
teyemmüm üzerine mesh olur mu?
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

hilfulfudul21 yazdı:
s.a. hanım ablam...arada bi bu siteye giriyor ilgimi çeken konulara dalıyorum.sorularla dinimizi öğrenelim bölümü güzel ama eksik kalıyo bence.sorularınıza açıklama yapmaya zaman bulamadım.sitemle karışık sorularınızı görünce hatırımda kaldığı kadarıyla cevaplamaya çalıştım.eczanede olduğumdan çok yoğun olabiliyorum.hakkınızı helal ediniz,Allaha emanet olunuz...

GEÇ GÖRDÜM YAZINI,NE DEMEK ASIL SEN HAKKINI HELAL ET.KATILIMLARINI ARTIR,EKSİK KALIYOR DEMİŞSİN AMA AÇIKLAMA DA YAPSAN İYİ OLUR.ALLAHA EMANET OLUN.
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"

BENİM ÖNEMLİ VE ACİL BİR SORUM VAR,BİR KURUM ORTAK ALMAK SURETİYLE KURBAN KESİCEK BEN DE KATILAYIM DEDİM,DANAYA ORTAK YAZIYORLARMIŞ KATILANLARI.AMA BENİM DİĞER ORTAKLARI GÖRMEM VE KURBAN KESİLİRKEN ORDA OLMAM VE ORTAK OLUNAN KURBANI GÖRMEM ŞART MIDIR?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt