RE: "SORULARLA DİNİMİZİ ÖĞRENELİMMİ?"
B)Bu Sefer Kafilede Ulu Bir Zat Var
Kainatın Efendisi nur çocuk, amcası Ebu Talib'in yanındadır artık. Abdülmuttalib'in Ebu Talib'i tercih etmesinin sebepleri, şöyle sıralanabilir: Diğer kardeşlere oranla daha merhametli ve şefkatli olması. Diğer kardeşlere oranla daha çok yardımsever olması ve halk arasında itibarı ve nüfuzunun fazla olması. Ebu Talib'in en büyük şansızlığı diğer kardeşlerine göre daha fakir olmasıdır. Ailesinin geçimini ancak karşılayabilen Ebu Talib, şimdi bir yükle daha karşı karşıyadır.
Hazret-i Ali Radıyallahu Anh der ki:
“Babam, yoksul seyyid, ulu kişi idi.”
Ebu Talib de babası Abdülmuttalib gibi, Kainatın Efendisi nur çocuğu bağrına bastı. Evlatlarından ayrı tutmak bir yana, kendi öz evlatlarından daha üstün tutar olmuştu. O olmadan hiçbir yere gitmez, O olmadan gece istirahata bile çekilmezdi. Ebu Talip babası Abdülmuttalib gibi cahilliye devrinin kötülük ve melanetlerinden uzak durur, hiçbirine nefsinde yer vermezdi.
Kainatın Efendisi amcası Ebu Talib'in evinde kalmaya başlayalı evin şekli değişmişti, hiçbir şey eskisi gibi değildi. Sofralar bereketlenmiş, evin ışığı artmıştı. Bunu ilk fark eden yine Ebu Talib olmuştu, yemek için sofra kurulduğunda Kainatın Efendisi gelmeden yemeğe başlanmazdı. Ebu Talib bu konuda ev halkını uyarmıştı:
“Yemeğe başlamayın, sizin gibi oğlum da gelip, sofrada hazır olsun, ondan sonra…” demişti. Daha başka halleri gördükçe Ebu Talib şöyle diyordu:
“Hiç şüphe yok, sen mübareksin.” Yine Ümmü Eymen anlatıyor:
“Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gerek çocukluğunda gerekse gençlik ve büyüklüğünde, ne açlıktan ne de susuzluktan şikayetlendiğini görmedim, başkasından da duymadım.”
Kainatın Efendisi yeni aile hayatında Ebu Talib'in sevgi ve bağlılığının yanında, Ebu Talib'in hanımı, Kainatın Efendisi'nin yengesi olan Fatıma bint-i Esed'den de büyük ilgi görüyordu. Çocuklarına göstermediği ilgi ve alakayı bu nur çocuğa gösteriyordu. Aradan yıllar geçecek, fakat Kainatın Efendisi Amca ve yengesinin kendisine gösterdikleri ilgi, alaka ve sevgiyi unutmayacak, her fırsatta güzel bir anı olarak minnetle anacaktır.
Mekke'de yaz mevsimlerinden bir mevsim yaşanıyordu, o yaz da yağmur yağmamış kuraklık had safhaya ulaşmıştı. Birkaç gün daha yağmur yağmazsa durum tahammül edilemeyecek boyutlara ulaşacaktı. Kureyş durumu Ebu Talib'e bildirdi ve bir hal çaresi bulmasını istediler. Ebu Talib de geçmişte babasının yaptığı gibi duaya çıkmaya karar verdi. Yanına da Kainatın Efendisi'ni alarak doğru Kabe'ye gitti. Dede Abdülmuttalib'in zamanına oranla Kainatın Efendisi büyümüş, rivayet edildiğine göre oniki yaşına girmişti. Ebu Talib bir taraftan dua ederken, diğer yanda Kainatın Efendisi de şahadet parmağını semaya kaldırmış, o da yağmur talebinde bulunuyordu. Tam o esnada gökyüzünü bulutlar kapladı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Her taraf sel oldu, nerede ise yağmurun kesilmesi için dua etmeye çıkacaklardı.
Yine bir gün Mekke'de yaşıtları olan çocuklarla oynuyordu. Yerden birkaç tane taş toplayarak, çocuklara atmak için arkasına sakladı. Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki:
“Ne zaman ki çocuklara taş atmaya yeltendim, elimi bir el tuttu ve ‘Sakın kimseye taş atıp incitme' dedi.”
Bir başka hadiseyi de Ümmü Eymen anlatıyor:
Kureyş'in büyük bir putu vardı ki, yılda bir gün bu putun karşına dururlar, ondan yardım isterlerdi. Bazen bu put toplantısına Ebu Talib'inde katıldığı olmuştur. Bir defasında Kainatın Efendisi'ni de ****ürmek istediler, o gitmek istemedi. Bunun üzerine başka Ebu Talib olmak üzere bir çok yakını çok ısrar etti ve sonunda gitmeye razı oldu. Hep birlikte yılda bir günün töreninin yapılacağı yere vardılar. Tören yerine varır varmaz Kainatın Efendisi gözden kayboldu. Kısa bir zaman sonra çıkageldi, yüzü sararmış, kendisi de titrer bir halde idi. Ne olduğunu sorduklarında:
“Cinlerin saldırısına uğradığını ya da cinlerin saldırısından korktuğunu söyledi.” Daha fazla bilgi istenince şöyle dedi:
“Puta yaklaştığım zaman, uzun boylu bir adam beni yanına çağırdı ve ‘Ya Muhammed, sakın elini bu puta dokundurma ve bunların toplantılarında bulunma!' diye tenbih ettiler.”
Kainatın Efendisi gerek çocukluğunda, gerek gençliğinde, gerekse sonraki hayatında hiç bir dönemde günah ve günaha yaklaştıran işlerin içinde olmadı. Hz. Ali Radıyallahu Anh bu hususta Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'den şöyle bir rivayette bulunmuştur
“Ehl-i cahilliyenin yaptıkları şeylerden sadece iki şey yapmaya yeltendim. Ama her defasında Allah, benimle istediğim o şeyin arasına girip, bana mani oldu. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana peygamberlik görevi ile ikramda bulunana kadar(ve ondan sonra), hiçbir kötü şey yapmaya yeltenmedim. (O iki şey de şu idi Bir gece, Mekke'nin yüksek yerlerinde benimle beraber koyun güden Kureyş'li bir çocuğa:
‘Keşke benim koyunlarıma da göz-kulak olsan da, Mekke'ye gidip gençlerin sohbetlerine (eğlencelerine ) katılsam' dedim ve bu istekle oradan ayrıldım. Derken yolumun üzerindeki ışıklı eve vardım ve bir def-zurna (eğlence) sesi duydum. Onlar, ‘Falan oğlu falan, falan kızla evleniyor' diye ilan ediyorlardı. Onları seyredeyim diye oturdum. Allah bana bir uyku verdi, ben de uyuya kaldım. Güneşin dokunuşu beni uyandırdı.” Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz sözüne şöyle devam eder:
“Arkadaşımın yanına döndüm. Bana, ‘Ne yaptın?' diye sorunca, ‘Bir şey yapmadım' deyip hadiseyi anlattım. Yine bir başka gece arkadaşıma aynı şeyi söyledim. Derken Allah Teala, bana bir uyku verdi, yine güneşin dokunuşu beni uyandırdı. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana risalet görevi ile ikram edinceye kadar, böylesi mâlâyâni şeylere yeltenmedim.”
Kainatın Efendisi hayatının hiçbir döneminde bırakın yalan yanlış bir işin içinde olmayı, mâlâyâni ve boş işlerin de içinde olmamıştır.
Kainatın Efendisi oniki veya onüç yaşlarındadır. Amca Ebu Talib, Kureyş'in hazırladığı bir kervanın başında Şam'a ticari bir yolculuğa hazırlanmaktadır. Amcasının Şam'a gideceğini öğrenen Kainatın Efendisi, amcasından ayrılacağı için son derece üzüntülüdür. Onu üzüntülü gören Ebu Talib sebebini öğrenince çok duygulanır ve yavrusunu beraberine almaya karar verir. Annesi Amine ile birlikte Medine'ye yaptığı ziyareti saymazsak buna Kainatın Efendisi'nin ilk yolculuğudur denilebilir. Hazırlıklar yapıldı ve ticaret kervanı Şam'a doğru hareket etti.
Şam istikametine giderken hangi güzergahın takıp edileceği biliniyordu. Kureyş, bu tür kervanları sıkça tertiplerdi. Bu sebeple genellikle aynı güzergah takip edilirdi. Kervan yoluna devam ediyor, Kainatın Efendisi de yolculuktan son derece memnun, amcasının yanında yolculuğa devam ediyordu. O zamanlar İsa Aleyhisselam'ın getirdiği hak din her ne kadar bozulmuş tahrip edilmiş olsa da, az sayıda rahip yada ehl-i kitap, İsa Aleyhisselam'ın tahrif olmamış İslam dinini yaşıyor ve onun gerektirdiği gibi iman ediyordu. Bu şekilde iman edip amel işleyen rahiplerden biri de kervanın güzergahı üzerinde bulunan Küfe mevkiinde yaşayan rahip Bahira idi.
Rahip Bahira, tahrip edilmemiş, aslını muhafaza etmiş, doğruları bizzat yazan kitaplara sahipti, bu kitaplar sayesinde gerçeği ve son peygamberin geleceğini ve gelmesinin de yakın olduğunu biliyordu. Hatta bu rahip Bahira'nın ihlas ve samimiyeti o kadar üst seviyede idi ki, Kainatın Efendisi'nin bulunduğu yere geleceğini bile hissetmiş, ya da okuduğu kitaplardan bunu tespit etmişti.
Bahira'nin bulunduğu Küfe mevkii güneyden gelen kervanların geçiş noktası olduğu için yıllardır gelen kervanları gözetler, beklediği misafirini kervanlarda arardı. Yine günlerden çok sıcak bir gündü, rahip Bahira için o gün her günkünden bir başkaydı. Kendisindeki bu farklılığı anlamakta zorluk çekmedi, hayırdır inşallah diyerek mutat işlerini yapmaya koyuldu. Fakat aklı gelecek kervanlardaydı. Hava çok sıcaktı, gökyüzünde de herhangi bir buluttan eser bile yoktu. Küfe ahalisi evlerinden çıkmıyor, dışarıda olanlar da gölgelenecekleri bir ağaç ya da gölgelik arıyorlardı.
Tam bu esnada rahip Bahira'nin dikkati bir noktaya kilitlenir. Evet ufukta bir siyah bulut gözüküyordu, sanki hiç hareket etmiyor, olduğu yerde duruyordu. Daha dikkatli bakınca bulutun hissedilmeyecek derecede yavaş bir şekilde Küfe'ye doğru hareket halinde olduğunu tespit etti. Rahip Bahira'nin içini bir heyecan kaplamıştı. Acaba?…
Biraz daha zaman geçince bulutun bir kervanı gölgelediğini gördü, bulut kervanın hareketine göre hareket ediyordu. Kervan yaklaştıkça, kervanın geçtiği yolda bulunan canlı cansız bütün mahlukatın kervana tazimde bulunduğunu müşahede etti. Rahip Bahira'nin şüphesi kalmamıştı, yıllardır beklediği misafir nihayet geliyordu. Kervan gelip, rahibin ikamet ettiği yerin yakınında konakladı. Bulut da kervanla birlikte durdu, vazifesine durduğu yerden devam ediyordu. Bahira kafileyi saygı ve hürmetle karşıladı. Rivayet edilir ki rahip Bahira kervanda bulunanlara bir ziyafet vermek istediğini bildirdi. Kafilede bulunanlar içinde önceleri buradan geçenler vardı ve Bahira'yi tanıyorlardı, bugüne kadar böyle bir şey yapmamıştı, işte bu sebeple bu davete şaşırdılar :
- “Bizler buradan defalarca geçmemize rağmen herhangi bir ikramda bulunmadın da bu sefer ziyafet vermenin sebebi nedir?” Bahira:
- “Bu sefer kafilede ulu bir zat var” dedi. Kafilede bulunanlar Bahira'nin davetlisi olarak ziyafete katılırlar. Bahira gelenleri gözden geçirdi, aradığını bulamadı, misafiri bunların içinde değildi. Sordu:
- “ Kafilenizden, ziyafete katılmayan var mı?” Ebu Talib:
- “ Bir çocuk var, o eşyalarımızın yanında kaldı” dedi.
Bahira ısrar eder, sonuçta Kainatın Efendisi de ziyafete katılır. Rahip Bahira, Kainatın Efendisi'ni görür görmez tanır. Ebu Talib'e dönerek sorar:
- “Bu çocuk senin neyin olur?”
- “Oğlumdur.” Bu sefer de Kainatın Efendisi'ne döner:
- “Ey güzel çocuk, sana soracaklarıma, Lat ve Uzza hakkı için doğru cevap verir misin?”
Kainatın Efendisi:
- “Bana putlara yemin vererek soru sorma” der. Bahira:
- “O halde senden soracaklarıma Allah için cevap ver,” der. Kainatın Efendisi:
- “ Dilediğini sor, cevap vereyim” der. Bahira sorduğu sorulara aldığı cevaplarla rahatlamış, artık en küçük bir şüphesi kalmamıştı. Son olarak bir de iki kürek kemiği arasına baktı ve bu çocuk beklenen son peygamber dedi. Bahira bu konuşmadan sonra Kainatın Efendisi ile yakından ilgilenen Ebu Talib'in yanına döner ve daha önce sorduğu soruyu tekrar sorar:
- “Bu çocuk senin neyindir?”
- “Oğlumdur”.
- “Olamaz, bu çocuğun babasının ölmüş olması gerekir.”
- “Evet, bu çocuk benim kardeşimindir, annesinin karnında iken babası öldü.” Bahira Ebu Talib'i bir kenara çeker:
- “Beni iyi dinle ey Ebu Talib! Yanında bulunan bu çocuk gelmesi vaad edilen son peygamberdir. Bu çocuğun birçok düşmanı vardır. Özellikle Yahudiler bu çocuğa düşmandır. Sakın Şam'a bu çocuğu ****üreyim deme, orada bunu tanırlar ve ona bir kötülük yaparlar. Kervanın mallarını Basra'da sat ve geldiğin gibi memleketine dön.”
Ebu Talib Bahira'nin telkinlerini dikkate alır, kervanın mallarını birkaç mil ilerideki Basra da satar ve Mekke'ye geri döner.
Rahip Bahira gibi ehl-i kitap mensubu din alimleri vardı. Onların bazıları Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yetişerek iman ettiler. Bir kısmının da ömrü yetmedi, nübüvvetten ence dünya hayatına veda ettikleri için Kainatın Efendisi'ne ashab olamadılar.
Nitekim Kur'an-i Kerim onlardan şu şekilde bahsetmektedir:
“… Onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. Resul'e indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün. Derler ki: Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.”
B)Bu Sefer Kafilede Ulu Bir Zat Var
Kainatın Efendisi nur çocuk, amcası Ebu Talib'in yanındadır artık. Abdülmuttalib'in Ebu Talib'i tercih etmesinin sebepleri, şöyle sıralanabilir: Diğer kardeşlere oranla daha merhametli ve şefkatli olması. Diğer kardeşlere oranla daha çok yardımsever olması ve halk arasında itibarı ve nüfuzunun fazla olması. Ebu Talib'in en büyük şansızlığı diğer kardeşlerine göre daha fakir olmasıdır. Ailesinin geçimini ancak karşılayabilen Ebu Talib, şimdi bir yükle daha karşı karşıyadır.
Hazret-i Ali Radıyallahu Anh der ki:
“Babam, yoksul seyyid, ulu kişi idi.”
Ebu Talib de babası Abdülmuttalib gibi, Kainatın Efendisi nur çocuğu bağrına bastı. Evlatlarından ayrı tutmak bir yana, kendi öz evlatlarından daha üstün tutar olmuştu. O olmadan hiçbir yere gitmez, O olmadan gece istirahata bile çekilmezdi. Ebu Talip babası Abdülmuttalib gibi cahilliye devrinin kötülük ve melanetlerinden uzak durur, hiçbirine nefsinde yer vermezdi.
Kainatın Efendisi amcası Ebu Talib'in evinde kalmaya başlayalı evin şekli değişmişti, hiçbir şey eskisi gibi değildi. Sofralar bereketlenmiş, evin ışığı artmıştı. Bunu ilk fark eden yine Ebu Talib olmuştu, yemek için sofra kurulduğunda Kainatın Efendisi gelmeden yemeğe başlanmazdı. Ebu Talib bu konuda ev halkını uyarmıştı:
“Yemeğe başlamayın, sizin gibi oğlum da gelip, sofrada hazır olsun, ondan sonra…” demişti. Daha başka halleri gördükçe Ebu Talib şöyle diyordu:
“Hiç şüphe yok, sen mübareksin.” Yine Ümmü Eymen anlatıyor:
“Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gerek çocukluğunda gerekse gençlik ve büyüklüğünde, ne açlıktan ne de susuzluktan şikayetlendiğini görmedim, başkasından da duymadım.”
Kainatın Efendisi yeni aile hayatında Ebu Talib'in sevgi ve bağlılığının yanında, Ebu Talib'in hanımı, Kainatın Efendisi'nin yengesi olan Fatıma bint-i Esed'den de büyük ilgi görüyordu. Çocuklarına göstermediği ilgi ve alakayı bu nur çocuğa gösteriyordu. Aradan yıllar geçecek, fakat Kainatın Efendisi Amca ve yengesinin kendisine gösterdikleri ilgi, alaka ve sevgiyi unutmayacak, her fırsatta güzel bir anı olarak minnetle anacaktır.
Mekke'de yaz mevsimlerinden bir mevsim yaşanıyordu, o yaz da yağmur yağmamış kuraklık had safhaya ulaşmıştı. Birkaç gün daha yağmur yağmazsa durum tahammül edilemeyecek boyutlara ulaşacaktı. Kureyş durumu Ebu Talib'e bildirdi ve bir hal çaresi bulmasını istediler. Ebu Talib de geçmişte babasının yaptığı gibi duaya çıkmaya karar verdi. Yanına da Kainatın Efendisi'ni alarak doğru Kabe'ye gitti. Dede Abdülmuttalib'in zamanına oranla Kainatın Efendisi büyümüş, rivayet edildiğine göre oniki yaşına girmişti. Ebu Talib bir taraftan dua ederken, diğer yanda Kainatın Efendisi de şahadet parmağını semaya kaldırmış, o da yağmur talebinde bulunuyordu. Tam o esnada gökyüzünü bulutlar kapladı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Her taraf sel oldu, nerede ise yağmurun kesilmesi için dua etmeye çıkacaklardı.
Yine bir gün Mekke'de yaşıtları olan çocuklarla oynuyordu. Yerden birkaç tane taş toplayarak, çocuklara atmak için arkasına sakladı. Resulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki:
“Ne zaman ki çocuklara taş atmaya yeltendim, elimi bir el tuttu ve ‘Sakın kimseye taş atıp incitme' dedi.”
Bir başka hadiseyi de Ümmü Eymen anlatıyor:
Kureyş'in büyük bir putu vardı ki, yılda bir gün bu putun karşına dururlar, ondan yardım isterlerdi. Bazen bu put toplantısına Ebu Talib'inde katıldığı olmuştur. Bir defasında Kainatın Efendisi'ni de ****ürmek istediler, o gitmek istemedi. Bunun üzerine başka Ebu Talib olmak üzere bir çok yakını çok ısrar etti ve sonunda gitmeye razı oldu. Hep birlikte yılda bir günün töreninin yapılacağı yere vardılar. Tören yerine varır varmaz Kainatın Efendisi gözden kayboldu. Kısa bir zaman sonra çıkageldi, yüzü sararmış, kendisi de titrer bir halde idi. Ne olduğunu sorduklarında:
“Cinlerin saldırısına uğradığını ya da cinlerin saldırısından korktuğunu söyledi.” Daha fazla bilgi istenince şöyle dedi:
“Puta yaklaştığım zaman, uzun boylu bir adam beni yanına çağırdı ve ‘Ya Muhammed, sakın elini bu puta dokundurma ve bunların toplantılarında bulunma!' diye tenbih ettiler.”
Kainatın Efendisi gerek çocukluğunda, gerek gençliğinde, gerekse sonraki hayatında hiç bir dönemde günah ve günaha yaklaştıran işlerin içinde olmadı. Hz. Ali Radıyallahu Anh bu hususta Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'den şöyle bir rivayette bulunmuştur
“Ehl-i cahilliyenin yaptıkları şeylerden sadece iki şey yapmaya yeltendim. Ama her defasında Allah, benimle istediğim o şeyin arasına girip, bana mani oldu. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana peygamberlik görevi ile ikramda bulunana kadar(ve ondan sonra), hiçbir kötü şey yapmaya yeltenmedim. (O iki şey de şu idi Bir gece, Mekke'nin yüksek yerlerinde benimle beraber koyun güden Kureyş'li bir çocuğa:
‘Keşke benim koyunlarıma da göz-kulak olsan da, Mekke'ye gidip gençlerin sohbetlerine (eğlencelerine ) katılsam' dedim ve bu istekle oradan ayrıldım. Derken yolumun üzerindeki ışıklı eve vardım ve bir def-zurna (eğlence) sesi duydum. Onlar, ‘Falan oğlu falan, falan kızla evleniyor' diye ilan ediyorlardı. Onları seyredeyim diye oturdum. Allah bana bir uyku verdi, ben de uyuya kaldım. Güneşin dokunuşu beni uyandırdı.” Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz sözüne şöyle devam eder:
“Arkadaşımın yanına döndüm. Bana, ‘Ne yaptın?' diye sorunca, ‘Bir şey yapmadım' deyip hadiseyi anlattım. Yine bir başka gece arkadaşıma aynı şeyi söyledim. Derken Allah Teala, bana bir uyku verdi, yine güneşin dokunuşu beni uyandırdı. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana risalet görevi ile ikram edinceye kadar, böylesi mâlâyâni şeylere yeltenmedim.”
Kainatın Efendisi hayatının hiçbir döneminde bırakın yalan yanlış bir işin içinde olmayı, mâlâyâni ve boş işlerin de içinde olmamıştır.
Kainatın Efendisi oniki veya onüç yaşlarındadır. Amca Ebu Talib, Kureyş'in hazırladığı bir kervanın başında Şam'a ticari bir yolculuğa hazırlanmaktadır. Amcasının Şam'a gideceğini öğrenen Kainatın Efendisi, amcasından ayrılacağı için son derece üzüntülüdür. Onu üzüntülü gören Ebu Talib sebebini öğrenince çok duygulanır ve yavrusunu beraberine almaya karar verir. Annesi Amine ile birlikte Medine'ye yaptığı ziyareti saymazsak buna Kainatın Efendisi'nin ilk yolculuğudur denilebilir. Hazırlıklar yapıldı ve ticaret kervanı Şam'a doğru hareket etti.
Şam istikametine giderken hangi güzergahın takıp edileceği biliniyordu. Kureyş, bu tür kervanları sıkça tertiplerdi. Bu sebeple genellikle aynı güzergah takip edilirdi. Kervan yoluna devam ediyor, Kainatın Efendisi de yolculuktan son derece memnun, amcasının yanında yolculuğa devam ediyordu. O zamanlar İsa Aleyhisselam'ın getirdiği hak din her ne kadar bozulmuş tahrip edilmiş olsa da, az sayıda rahip yada ehl-i kitap, İsa Aleyhisselam'ın tahrif olmamış İslam dinini yaşıyor ve onun gerektirdiği gibi iman ediyordu. Bu şekilde iman edip amel işleyen rahiplerden biri de kervanın güzergahı üzerinde bulunan Küfe mevkiinde yaşayan rahip Bahira idi.
Rahip Bahira, tahrip edilmemiş, aslını muhafaza etmiş, doğruları bizzat yazan kitaplara sahipti, bu kitaplar sayesinde gerçeği ve son peygamberin geleceğini ve gelmesinin de yakın olduğunu biliyordu. Hatta bu rahip Bahira'nın ihlas ve samimiyeti o kadar üst seviyede idi ki, Kainatın Efendisi'nin bulunduğu yere geleceğini bile hissetmiş, ya da okuduğu kitaplardan bunu tespit etmişti.
Bahira'nin bulunduğu Küfe mevkii güneyden gelen kervanların geçiş noktası olduğu için yıllardır gelen kervanları gözetler, beklediği misafirini kervanlarda arardı. Yine günlerden çok sıcak bir gündü, rahip Bahira için o gün her günkünden bir başkaydı. Kendisindeki bu farklılığı anlamakta zorluk çekmedi, hayırdır inşallah diyerek mutat işlerini yapmaya koyuldu. Fakat aklı gelecek kervanlardaydı. Hava çok sıcaktı, gökyüzünde de herhangi bir buluttan eser bile yoktu. Küfe ahalisi evlerinden çıkmıyor, dışarıda olanlar da gölgelenecekleri bir ağaç ya da gölgelik arıyorlardı.
Tam bu esnada rahip Bahira'nin dikkati bir noktaya kilitlenir. Evet ufukta bir siyah bulut gözüküyordu, sanki hiç hareket etmiyor, olduğu yerde duruyordu. Daha dikkatli bakınca bulutun hissedilmeyecek derecede yavaş bir şekilde Küfe'ye doğru hareket halinde olduğunu tespit etti. Rahip Bahira'nin içini bir heyecan kaplamıştı. Acaba?…
Biraz daha zaman geçince bulutun bir kervanı gölgelediğini gördü, bulut kervanın hareketine göre hareket ediyordu. Kervan yaklaştıkça, kervanın geçtiği yolda bulunan canlı cansız bütün mahlukatın kervana tazimde bulunduğunu müşahede etti. Rahip Bahira'nin şüphesi kalmamıştı, yıllardır beklediği misafir nihayet geliyordu. Kervan gelip, rahibin ikamet ettiği yerin yakınında konakladı. Bulut da kervanla birlikte durdu, vazifesine durduğu yerden devam ediyordu. Bahira kafileyi saygı ve hürmetle karşıladı. Rivayet edilir ki rahip Bahira kervanda bulunanlara bir ziyafet vermek istediğini bildirdi. Kafilede bulunanlar içinde önceleri buradan geçenler vardı ve Bahira'yi tanıyorlardı, bugüne kadar böyle bir şey yapmamıştı, işte bu sebeple bu davete şaşırdılar :
- “Bizler buradan defalarca geçmemize rağmen herhangi bir ikramda bulunmadın da bu sefer ziyafet vermenin sebebi nedir?” Bahira:
- “Bu sefer kafilede ulu bir zat var” dedi. Kafilede bulunanlar Bahira'nin davetlisi olarak ziyafete katılırlar. Bahira gelenleri gözden geçirdi, aradığını bulamadı, misafiri bunların içinde değildi. Sordu:
- “ Kafilenizden, ziyafete katılmayan var mı?” Ebu Talib:
- “ Bir çocuk var, o eşyalarımızın yanında kaldı” dedi.
Bahira ısrar eder, sonuçta Kainatın Efendisi de ziyafete katılır. Rahip Bahira, Kainatın Efendisi'ni görür görmez tanır. Ebu Talib'e dönerek sorar:
- “Bu çocuk senin neyin olur?”
- “Oğlumdur.” Bu sefer de Kainatın Efendisi'ne döner:
- “Ey güzel çocuk, sana soracaklarıma, Lat ve Uzza hakkı için doğru cevap verir misin?”
Kainatın Efendisi:
- “Bana putlara yemin vererek soru sorma” der. Bahira:
- “O halde senden soracaklarıma Allah için cevap ver,” der. Kainatın Efendisi:
- “ Dilediğini sor, cevap vereyim” der. Bahira sorduğu sorulara aldığı cevaplarla rahatlamış, artık en küçük bir şüphesi kalmamıştı. Son olarak bir de iki kürek kemiği arasına baktı ve bu çocuk beklenen son peygamber dedi. Bahira bu konuşmadan sonra Kainatın Efendisi ile yakından ilgilenen Ebu Talib'in yanına döner ve daha önce sorduğu soruyu tekrar sorar:
- “Bu çocuk senin neyindir?”
- “Oğlumdur”.
- “Olamaz, bu çocuğun babasının ölmüş olması gerekir.”
- “Evet, bu çocuk benim kardeşimindir, annesinin karnında iken babası öldü.” Bahira Ebu Talib'i bir kenara çeker:
- “Beni iyi dinle ey Ebu Talib! Yanında bulunan bu çocuk gelmesi vaad edilen son peygamberdir. Bu çocuğun birçok düşmanı vardır. Özellikle Yahudiler bu çocuğa düşmandır. Sakın Şam'a bu çocuğu ****üreyim deme, orada bunu tanırlar ve ona bir kötülük yaparlar. Kervanın mallarını Basra'da sat ve geldiğin gibi memleketine dön.”
Ebu Talib Bahira'nin telkinlerini dikkate alır, kervanın mallarını birkaç mil ilerideki Basra da satar ve Mekke'ye geri döner.
Rahip Bahira gibi ehl-i kitap mensubu din alimleri vardı. Onların bazıları Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yetişerek iman ettiler. Bir kısmının da ömrü yetmedi, nübüvvetten ence dünya hayatına veda ettikleri için Kainatın Efendisi'ne ashab olamadılar.
Nitekim Kur'an-i Kerim onlardan şu şekilde bahsetmektedir:
“… Onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. Resul'e indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün. Derler ki: Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.”