Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

şeytani teknoloji-zihin kontrolü-telegram... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAYAN DOKTOR
Konuşma sesleri, çıplak ses dediğim tabiî bir ses değil de, sanki mikrofondan geliyor gibi; mesafe, ana koridorun oralar. Bayan Doktor, onlara, “ilginç bir denemeyi berbad ettiniz!” diyor. Yâni ben, ilginç bir denemenin kobayı oluyorum. Kobay farelerin ortasına kobay diye bırakılan ben, onları kendime kobay kıldım. Hâlen devam eden bir süreç. KARTAL’ın sağlamasını da gerçekleştirdiğim ilginç bir deneme oldular benim için.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KULLANILAN MAHKÛMLAR
Beni, altıma işetmeye, yatağımı ıslatmaya, aramalarda da bunun böylece görülmesi için epey çaba harcadılar; cihaz marifetiyle. Bu arada, altını tutamayanlardan birinin, onlardan olduğunu öğrendim. Bu arada, öğrendiğim başka bir şey, yan hücrede kalan bir mahkûmdan: İsmini duyduğum ama görmediğim, eskiden çıkan bir karikatür dergisi, porno muhtevalı çıkan… Bu dergiye mektub yazarken vesaire, mektub arkadaşlığı, derken Cezaevi’ne ziyarete gelen kızlar; onların erkek mahkûmlara harçlık getirmeleri, ilerleyen ahbablık ve tabiî ki malûm yakınlaşmalar. Bu yüzden, kimi evli mahkûmların eşlerinden boşanmaları veya boşamaya karar vermeleri. Bunlardan biri, 13-14 senedir kendisini bekleyen vefakâr ve cefakâr eşini boşuyor. Sonra, Nevşehir ve Niğde’ye nakil; ve ziyaretçi kızlardan ortada kimse yok, harçlıklar da kesiliyor. Kısaca; dejenere edilmiş ve grub arkadaşları tarafından da dışlanmış, bu suretle “eli mahkûm” hâline getirilmiş, kullanılan mahkûmlar. Bizim yumurtasız homoseksüeller de, siyâsîleri kendi kullanabilecekleri hâle getirmenin zavallı piyonları olarak, böyle bir rol üstündeler… TELEGRAM cihazıyla da, benim üstümde.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ERGENEKON
21 Ocak 2007’de, Özgür Gündem gazetesinde çıkan bir haber: Susurluk soruşturmasında adı ciddi iddia ve belgelerle gündeme gelen tek asker, MHP’ye yakınlığı ile tanınıyor. JİTEM’in kurucusu olduğu belirtilen Veli Küçük, Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanlığı yaptı. Adı ilk kez Hanefi Avcı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Susurluk Komisyonu’na verdiği ifâde de ortaya atıldı. Küçük’ün kazada ölen Abdullah Çatlı ile defalarca telefon görüşmesi yaptığı belirlendi. Avcı’nın suçlamaları üzerine İstanbul DGM, Genelkurmay Başkanlığı’na suç duyurusunda bulundu. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanvekili Kutlu Savaş’ın, Susurluk raporunda “YEŞİL” kod adlı Mahmud Yıldırım’ın kullandığı belirtilen cep telefonu numarasının, Küçük’ün üzerine kayıtlı olduğu da ortaya çıktı. Küçük, Susurluk hâdisesinde adının geçtiği dönemde Giresun Jandarma Bölge Komutanı idi. Daha sonra, Çanakkale 116. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda görev aldı. Ağustos 2000’de emekli edildi. Emekli olduktan sonra bir marketler zincirinin Yönetim Kurulu Başkanı oldu, ancak adı değişik iddialara karıştı. Küçük, Ağustos 2007’de İran-Azerbaycan ilişkilerinin gerildiği bir dönemde Bakü’de ortaya çıktı. Azerbaycan’daki darbe girişimine adı karıştı.
(...)
İşe sıfırdan başlar gibi işi toparlamaya başladım. ISLIKÇILARIN da, bilip bilmediği hususu zamanla netlik kazanınca, bilmezden gelme sadece hukuka kaldı. Çeşitli çekişmeler içinde, görevini cihaz başında yürüten NYMPHALAR’a, “zaman aleyhinize işliyor, derdiniz neyse ortaya çıkın!” diye defalarca söyledim. 2006 Temmuz veya Ağustos’undan sonra, onlar adına talihsiz bir kaza neticesinde, Müdür ve hamarat birinin öldüğünü duydum.
NYMPHALAR her ne kadar “çalışkan” tutumlarına devam ettilerse de, bugün kendilerinin de reddedemediği gibi, bende hâdiselerin gelişimine dair bir imân oluştu. Bunun, bugünkü ifâdesi şudur: “Benim kurtulmam için ne olması gerekiyorsa olur!”… Bunu, “ne yapabilirsin ki?” alaylarına karşılık ve yaprak kımıldamadığı zaman söyledim. Özgür Gündem gazetesinden o gün yaptığım iktibas, sadece KARTAL’daki YEŞİL kod adlı kişi için benimle ilgili yaptıkları bir kurgu ile alâkalı olarak, tedâî unsuru diye kullanmak içindi. Gelişen hâdiseler sonunda, malûm ERGENEKON işleri, NYMPHALAR’ın pek çok şeyden habersiz olduklarını ve “cahilliklerinden” dolayı bol kepçe atıp tuttuklarını da gösterdi.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
GARDİYAN
Ufak tefek, Cezaevi’nin değişik –uzak– yerlerinden, normal olarak işitmemem gerekirken, koğuşun içinde duymaya başladığım, benden de bahseden sesler. Daha henüz TELEGRAM hakkında hiçbir şey bilmediğim günler. Birkaç ay sonra, bir gardiyanın marifetlerini yoklamak üzere bana söylediği bir söz, o günlerde neye hazırlandığımı da gösterir:
— “Çok gürültü duyuyor musun, gürültü oluyor mu? Biz hiç duymuyoruz!
Dam üstünde saksağan lâfını mantığa oturtmak üzere ilâve etti:
— “Bacadan geliyordur!”
Havalandırmaya çıkınca, çatının ucuna yakın ve ne işe yaradığını anlayamadığım, –NYMPHALAR alayla karışık, kuşluktur diyor!–, baca benzeri bir şey görüyordum. Soba deliği olmadığına, alt ve üst kattaki tuvaletlerin bir havalandırması bulunmadığına ve havalandırma küçük pencerelerden gerçekleştiğine göre? Her neyse; ne içerideki seslerin, ne havalandırmadan-koğuş avlusundan gelen seslerin bacayla bir ilgisi yok… Mahcub tabiatlı o gardiyana, sözündeki “yoklama” niyetini anladığımı belirtmek üzere, “siz ne yapıldığını biliyorsunuz!” dedim. Yüzsüz olamayanlara mahsus bir sükût.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KENAN EVREN
Televizyon sesini daha iyi anlamaya çalıştığım, kapıya kulağımı verdiğim bir seferinde, “bak kapıya dayandı!” diye, hâlimi birine duyuran, tâ koridorun başından gelen ve normal olarak işitilemez olan tonda bir ses. Nasıl bilebiliyorlar? Bir gece, koridor sessiz, koridorun başından mikrofonik ve yine normal konuşma tonunda, ismimin geçtiği ama tam anlayamadığım aleyhimde bir konuşma duydum, kapının mazgal deliğine yanaştım; bazen yorulup kapı aralığından duymaya çalışıyorum. O ses, bu sefer, sanki kapıyı zorlamak için dayanıyormuşum gibi, tedib edici şekilde: “Bak, bak, kapıya dayanıyor!”… O köşebaşı konuşmalarında, ismimle beraber en çok anılan kelime, BOLU’da epey az olarak, “terörist!” lâfı. Kartal’daki kurgulara, bir gece Marmaris’ten oraya, beni görmek üzere gelen ve sabaha kadar yanındakilerle beni konuşurken, bana hitabeden KENAN EVREN de vardı.

HAPİSHÂNE MÜDÜR YARDIMCISI
Sonra, şu Müdür Yardımcısı İbrahim’in, 12 Nisan’a gelen Kurban Bayramı kasdıyla, akşam sayımında attığı “siğil”:
— “Size, Bayram’a kadar müsaade; Bayram’da bitecek onu söyleyeyim!”
Sayımda gelen kalabalığın içinde, bana görünmeyen kanatta telegramcılar da var veya ben öyle sanıyorum, onlara söylüyor. Acaba bacağımdaki mıknatısiyet sağlayan ilâcın, –varsa!– tarihi o zamana kadar mı? Yâni 12 Nisan’a kadar mı?


Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 20’den:
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SUBAY KENAN, ŞUBECİ MEHMET
— Ben Kenan, trikotakim benim, bir tanem! Ya, ya, Kenan, geçmişini (…) senin, doğru dur, doğru! Ben konuşurken ayağa kalkacaksın itoğlu it! Kalkacaksın, kalkacaksın, “ehemi mini mini, bişi mi didiniz, başka emriniz efem!”; bunlar da olacak bunlar da! O baban olacak adam, bilir beni de, bilmez de, bilir de bilmez; Bilgeşenim ben, Bilgeş-enim! Salak anlamadı; Bilge şen değil, Bilgeş-enim! Aptal bu aptal! Ulan, en-boy değil, birleşik, bireşim ulan, bireşimsel; Bilgeşenim ben! En ne demek? En, en, evren; öküz, (…), anladın mı hayvan! Ziyaret yerinde şikâyet ediyor, hava da atıyor! Hava, hava, havalizasyonal! Salak, nasyonal anlıyor; nasyonal değil, evrensiyonal! Si, si, (…) seni! Yaa, ben Kenan’ım; şerefli ordunun en şerefli subayı, Kenan’ım Kenan! Ben Evren’in diliyim be; Evren’in dili benim! Ben, Mustafa Kemâl’in oğluyum, oğluyum, oğluyum! Evren o, evrenin dili o; bütün evren bir dil, o da onun dili, anladın mı tatlım! Anlayacaksın, anlayacaksın, daha neler anlayacaksın! Evren bir kozmos; geçmişten geleceğe bir milenyum, milenyumerger! Merger, merger, berger değil; adam olsaydın, berger sen olacaktın, akılsız! Bir spetikalia, bir merşen, bir mergen, bir bireşim! İnsan da bir bireşim! Bireşim o! Evren okyanusunda imperetikalim ben, imperetikal dilim! Dilim ben, ben Mustafa Kemâlim! Herşey bir dil, herşey, herşey! Alçak, alçaksın sen; senin bu milenyumda yerin yok! Var, olabilir, anla; anla da ol, ol da anla! Herkes evrenin dilinin bir parçası, sonsuz milenyumun bir parçası! Yıldızlar, gezegenler, ofomenyüsler, bir dil, bir dilin noktaları! Bireşimler, bireşe bireşe sonsuza kıvrılır! Bireşimler bir dil! Bütün diller bir dil, bütün diller bir dildir; dil güneştir, güneş dilidir! Bütün ışıklar ondan alır ışığını; bütün diller, Mustafa Kemâl’den türemiştir! Ben Kenan, ben Kenan, ben onun en sadık bir neferi! Ne neferi ulan, ben Binbaşıyım! Baktım mı, yakarım, sıçarım adamın canına! Tasarruf diyorsun ya, de, de! 12 Eylül paşaları bile, sıçarlardı beni görünce; bana bulaşmazlar, bilirler, baktım mı yakarım adamı! Yaa, hepsinin ödü kopar benden! Burası Cezaevi değil mi tatlım! Değil! Burası hastahâne, tamam mı tatlım, hepinizin canına sıçacağız! Biz Albaylar cuntasıyız, Türkiye’yi idare eden Albaylar cuntası! Ulan bütün çeteler bize bağlı, biz ne dersek o olur, tamam mı? Cuntayız, cunta, sunta değil; …tirme suntanı, cunta cunta! Yakında bütün Türkiye, bütün dünya buradan yönetilecek; bütün milenyumal koloniler bizim, bizim olacak! Olacak ulan, olacak; evren biziz, bizim dilimizdir evren! Biz kurtlarız; kurtlar, evrenselingin kurtları! Ya milenyumun çöplüğüne gideceksin, ya importınt tingir giremle uzayın uzamında tilligleşeceksin! Tîn, tîn! “Cin, cin” diyordun ya; tîn, tîn… Cin de tîn; bir müz o, bir müzal! Muz değil, müz! Formasyonazi müz; spesial alektet! Anlıyorsun değil mi? Spesial alektet! Uuuu; kurtlar! Kurtlar bir müz; müzler! Milenyumun müzleri! Alegoriksel taraklar!
— Havasını verebildiğimi sandığım, bu tirbuşonlu konuşmayla karışık konuşma, belki 4-5 saat sürdü ve ben kendimde(n) geçmiş bir kamaşmadan ayıktım. Malûm, mikroelektrikî dalga, kirilliyim, belki majik güç, “evrenin dili” filân derken işin uydurukluğunu farketmemi önleyen bir ruh hâli ve bilmem niye hayâl hânem içinde müthiş bir etki yaptı bende; etkideki “malûm” tesirler bir yana, onların etkisi de olsa, Kenan’ın, inişli çıkışlı teatral konuşması ve diksiyonu, beni onun hakkında “olağanüstü” hükmüne vardırdı. Bayıldım.Şubeci Mehmet, “nasıl?” diye soruyor; “müthiş!” dedim. Hayâlimde 65-70 yaşlarında, zayıf ve hep nedense paltolu olan Kenan’ın, görüntüsü ve sesi geldi: “Ne yapıyorsunuz?”… Mehmet: “Senin için, müthiş diyor!”…

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BÜTÜN MÜESSESELER
İdare şekli Başkanlık sistemi olacak da, onun ruh ve keyfiyetini hangi dünya görüşü-hayat tarzı dolduracak? Bu cümleyi yazmadan az önce, NYMPHALAR’ın lâf atma niyetine birkaç cümlelik değişik mevzuları gevelemeleri ve illâ belden aşağı bağlamaları, bu arada tenasül uzvumu çevirmeleri eşliğinde, –hâlimi düşünün!–, namazımı tamamladım: Bu, senelerdir yaşadığım bir klâsik. Şimdi: NYMPHALAR’ın cihazları yoluyla gerçekleştirdikleri hüneri, oynadıklarını, onları görevlendiren bütün müesseselere ARMAĞAN ediyorum. Bütün varlığımla!

Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 21’den:

ERGENEKON VE FUHUŞ OPERASYONLARI
“Midilli Kanalizasyonları”, yaşatılan bir düş kurgusuydu; aradan 11 sene geçti ve NYMPHALAR’ın, bir senesi hazırlık olmak üzere, iş başına geçmelerinin üzerinden, tam 7 sene, üzerimde oynanan oyunu öz olarak ifade gerekirse, tek kelime ile SEKS; ve bundan umulan sansasyon kazancı idi. Bu “idi”yi, NYMPAHALAR’ın eskiye nazaran şuur durumlarının gelişimi diye ekledim. Her ne kadar, biraz sonra belden aşağı lâflamalar başlayacak olsa da, heveslerinin kırık olduğunu biliyorum; beni doğrulayıcı gelişen hâdiseler, onların benle dalga geçmeye yönelik seks dışı “değerlendirmelerini” de çeliyor. Sanki ben yapmışım gibi, benim olmayan imkânlarla gerçekleşen ve tahminlerimi onların aleyhine ve tabiî olarak benim lehime doğrulayan gelişmeler, keramet çapında; bu çap, mihrakında Üstadım’ın bulunduğu, içinde “Son Devrin Din Mazlumları” da olan, İslâm büyüklerinin himmeti gereği. ÇOCUK hikmeti apaçık görünüyor: Bunu böyle bilmemek, damarımda dolaşan kanı inkâr edememek gibi, benim elimde değil. Hadisenin tarafları bile, âlet olduklarının şuuru bakımından, tersinden neyi ihya edici olduklarının farkında değil. “Aferin çarha ki, yedirdi kuduzu kuduza”; üç senedir gelişen hâdiselerin söylettiği bu. Son nokta: 10 Eylül 2010 Cuma tarihli, SABAH gazetesinde manşetten bir haber. Okuyacaksınız. Bu bir ruh: “Anayasa değişimi, Başkanlık sistemi, Kürt açılımı, özerklik, üniter devlet yapısında ısrar, mahalli idarelerin güçlendirilmesi” vesaire, tarafların herbiri kendi yönünden muradına ermiş olsa bile, kim hangi ruh diliyle, aşağıda duyacağınız ruhun yerine onları doldurabilecek? Hangi sistem ve anlayışla? Gayet veciz bir şekilde ifâde etmiştim: “Türkiye ne ki, Kürdiye ne olsun?” diye. Bir şey söyleyin ki, ölü cesedi süsleme cümlesinden olmasın ve şimdiye kadar hangi taraftan ne yapıldı ise, hepsini birden ibret gözüyle mânâlı kılıcı olsun; bu sistem ve anlayış, herkesin emeğini gerekli kılan olacaktır. O kimde?
*
Sabah, çok sayıda AMİRAL ve GENERAL’i kıskaca alan, şantajla DEVLETİN ÇOK GİZLİ BİLGİLERİ’ne ulaşan FUHUŞ ÇETESİ yapılanmasının ayrıntılarına ulaştı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 1. Ordu Komutanlığı, Maliye ve İçişleri Bakanlıkları’nda faaliyet gösteren çete, ÖZEL ODA olarak tanımlanan hücre tipi yapılanması ile hareket ediyor. Ceb telefonu kullanmayan çete elemanları, çok özel belge ve görüntüleri, belirlenen günlerde transfer ediyor. Askerî yapılanmada genç subaylar, sivil bürokrasi’de ise görevde bulunan kişinin en yakını sağlıyor.
İstanbul Özel Cumhuriyet Savcılığı talimatıyla gerçekleştirilen operasyonda, çete üyesi olan AMİRAL C.Y.’e âit olduğu kabul edilen hafıza içerisinde askerî personele âit gizli çekilmiş PORNO İLİŞKİLERİ, GAY İLİŞKİ PORNOLARI, ÇOCUK PORNOLARI, HAYVAN PORNOLARI, LEZBİYEN PORNOLARI GİBİ çarpık ilişki ihtiva eden (şantaj malzemesi) video-resim arşivi tesbit edildi. Bilgisayar kayıtlarında Amiral C.Y.’nin çeteye, üst seviyeli ÇOK ÖZEL MÜŞTERİ ayarladığını gösterir bilgi ve belgeler de bulunduğu öğrenildi.
İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da faaliyet gösteren çetenin ayrıca kış ve yaz dönemlerine ilişkin hareket plânları da bulunuyor.
Çete, bütün irtibatları GENÇ SUBAYLAR ile gerçekleştiriyor. Aracı olarak kullanılacak genç subaylar daha HARBİYE’de öğrencilik dönemlerinde takibe alınıyor. Harbiye sonrasında genç TEĞMEN olarak atanan bu kişiler, çete adına hareket etmeye zorlanıyor.
*
Sivil Bürokrasi kanadı: İstanbul’daki fuhuş çetesinin, Ankara’daki 23 bürokrata özel servis yaptığı ortaya çıktı. Çetenin müşterileri arasında, İçişleri ve Maliye Bakanlığı, BDDK ve Sayıştay gibi kamu kurumlarındaki bürokratlar yer alıyor. Çetenin, İstanbul’da 5, İzmir’de 3, Antalya’da 4, Bursa’da 2, Yalova’da 5 fuhuş evi olduğu belirlendi.


Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 23’ten:
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SEKS DOSYACISI SUBAYLAR
“Her nakışta o mânâ”, merkezî duruşları olarak, NYMPHALAR’ın, “çeşitli çap ve markalarda” tenasül uzvu ve işlerini ifâde ediyor. Genel olarak TELEGRAM’da. Hem cihaz, hem sözlü telkin olarak. Ergenekon sanığı iken tahliye edilen Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un, şübheli görülenlerin fişlenmesi ile ilgili olarak, “zaaflarının tesbit edilerek şantaj malzemesi yapılması” yolunda sözlü talimatının bulunduğunu, gazete ve televizyon haberlerinden öğrenmiştim. Kezâ, Emekli Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın, “benim emrimdeki adam, beni dinlemiş; kızımı ve arkadaşlarını…” beyanı. Sene 2005’in, herhâlde Ekim-Kasım ayları: Bizim NYMPHALAR, “yeni bir işyeri açmanın” coşkun heyecanı ile, çeşitli geceler içinde beni “sorgular gibi” konuşmalarına “siz kimsiniz?” demem karşısında muhtelif cevablar verirken, şımardılar: “Biz Genelkurmay Özel Birliğiyiz!” dediler. Sonra: “Dinlemeye takıldı” filân değil, dümdüz, Generaller’in bile “…. Dosyasını” çıkardıklarını. Birkaç kere de, kendilerinin Başbakan’ın “…. danışmanı” olduklarını.

Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 24’ten:
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
GENELKURMAY’DAKİ İSRAİL ODASI
Hatıralar, rüyâlar ve hayâller; düşünceler ve ritler. “Tilki Günlüğü”nden bahsediyorum. Bana yukarıdaki LEVHALARI yazdıran sebeb de, BARAN dergisinde çıkan Şükrü Sak’ın yazısı: “İSRAİL ODASI ile ÖLÜM ODASI arasında nasıl bir alâka var?”… Benim HAFİYE oluşum ve NYMPHALAR’ın benim üzerimdeki “casuslamaları-aramaları” göz önünde tutulduğunda, sair hâdiselerle birlikte herhâlde bu yazı dizisinin elinizdeki bölümünü, mizahî bir dille “CASUSLAR SAVAŞI” diye nitelemek gerekecek. TELEGRAM cihazının hedef kişisi ve bu tesir altında, tabiî hayatı yaşayan ve onun getirdiklerini İlâhî lütûf eseri ve “kısmeti ayağına gelmiş” gözüyle bakan benim, hangi harikaları yaşadığıma da şahid olacaksınız.
25 OCAK 2010
Şükrü Sak, bu tarihli VAKİT Gazetesi’nde manşetten yayınlanan haberi naklediyor:
O haberde, Genelkurmay’ın “Elektronik Sistemleri”nin, yapılan işbirliği çerçevesinde, tamamen İsrailliler’in kontrolünde olduğu ve SİYAH LÂLE ismi verilen bir operasyonla ilgili düzenlenen resmi raporun netice bölümünde, İsrail Genelkurmay “Elektronik Sistemler” personeli tarafından Türkiye’ye âit kanalları dinledikleri ifâde ediliyor… Buradan çıkan netice şu; bütün “Elektronik Sistemler”e hâkim olanlar İsrailliler…
Salih Mirzabeyoğlu’nun ÖLÜM ODASI’nda, TELEGRAM ile ilgili anlattıkları gözönüne alındığında, şu soruyu sormak kaçınılmaz oluyor: Genelkurmay’daki İSRAİL ODASI ile, Salih Mirzabeyoğlu’nun ÖLÜM ODASI’nda anlattığı “elektromanyetik dalgalar” yoluyla uygulanan TELEGRAM’ın, Telegram işkencesinin bir alâkası var mı?


BAĞIRSAKLARINI BOŞALTAN DEVLET
Ben, TELEGRAM’ın hedef kişisiyim. NYMPHALAR, başta Ergenekon davaları etrafındaki hâdiseler olmak üzere, olup bitenlere, “Devlet bağırsaklarını boşaltıyor!” diyorlar; filâncaya atıfta bulunarak. Ben de ekliyorum: “Bağırsaklar boşaltılıyor derken, bağırsak kalmadı!”… Ben haberin habercisiyim.

Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 28’den:
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
GÖZ YUMAN İKTİDAR SAHİBLERİ
NYMPHALAR’a gelince: Kendilerine yardımcı olanlar, dış yüzden - gören gözler için “normal” davranırken, onlar TELEGRAM cihazıyla, hikâye etmekte olduğumuz işi gerçekleştirmekte. İktidar sahibleri, onların karartma çabaları içinde, şu veya bu resmî sınıftan; bu rutin dışı-kanun dışı işe göz yummakta.

Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 31’den:

RESMİYET
Adamın bana baktığını gördüğüm ânda, bunu algılayan TELEGRAM cihazı işleticisi, ânında BETATRON vuruşunu yapıyor ve sen o hüneri bakan adam yaptı zannediyorsun. Böyle bir şeyin yapıldığı, en azından benim için, cihazın varlığını söyleyecek kişilerle isbata lüzum olmadan anlaşılabilir: Öyle ya, TELEGRAM’ı benden başka anlatan kim? Sanıyorum anlaşıldı: Cihaz, resmî olduğu kabul edildikten sonra birşey yapılıp yapılmadığı meselesi başka, mesuliyeti başka şey, bir de yapılan şeyin cihazına göz yumarak meseleyi burada körlemek başka şey… Şimdiki durumda, ne cihaz, ne de resmiyeti kabul edilmiyor, çünkü bu işkencenin resmîliği mânâsına geliyor. Ben bu satırları yazarken, NYMPHALAR komik bir lâf ediyor: “Resmî yola başvur!”… Ah! Elektromanyetik dalgaları bir yakalayabilsem ve şu söylediklerini olsun bir duyurabilsem. “Minareyi çalan kılıfını hazırlar!” hesabı, kendilerinin ve cihazlarının kılıfı, resmiyetlerinin olmayışı ve resmiyetin bunu böylece kabul etmesinde.

İSTİHBARAT, TERÖRLE MÜCADELE, ERGENEKON
NYMPHALAR, 5 senedir gece gündüz beni, ailemi, baba evini, akrabalarımı, komşularımı ve komşularını, tâ küçük yaşlarıma kadar giderek arkadaşlarımı ne kadar iyi tanıdıklarını, beni bir kuşatılmışlık hissine düşürmek için sayıp döküyorlar. Son vardığımız nokta, (1) sene kadar önce şuydu ve hâlâ devam ediyor:
— “Bana Genelkurmay Başkanı’nın babasının adını söyle!”
— “…….”
— “Bana Jandarma Genel Komutanı’nın eşinin adını söyle!”
— “……..”
— “Bana filân Bakan’ın babasının adını söyle!”
— “……..”
— “Bana Emniyet Genel Müdürü’nün adını söyle!”
— “……….”
Duruma göre, hanımının, çocuklarının, dede ve ninelerinin, hattâ bizzat filân makamdaki adamın isminin onlar tarafından bilinmemesi, yine mevzuuna göre onları mat ettiğimin resmidir. Gece gündüz, beni aşağılamak, şimdilerde şaka olan, “bana öğrettikleri” hâdise içyüzleri sırasında, zannedersiniz ki Devlet ve işleyişi, en büyüğünden en küçüğüne kadar öyle dakik bir incelikte zekâ eseridir ki, benim hayatım baştanbaşa bir zavallılık örneği iken, –istihbaratın dehşetengiz bilgisi altında beni eziyorlar ya!–, yeri olsun olmasın, sözkonusu zevat en üstten en küçüğüne kadar karşımda yeri olmayan bir teville, tabiî ki uçuka doğru bir eksiksizlikle, zihnime servis edilmekte… İşin içinde, spordan, fizikî güçten, edebiyattan, felsefeden(!), iç ve dış politikadan, akla gelir gelmez neler neler var. Oradan oraya sekerek, mesele döner dolaşır, belden aşağı buluşlar hâlinde çevremde odaklanırken, işin içinde devamlı olarak test edilen cesaretimde düğümlenir. Ben de, baştan beri söylediğim üzere, “benim ahlâkımın üstüne ahlâksızlığınızı kurmayın!” ifâdeme uygun olarak, ayıptır söylemesi, hiç fena değilimdir. Her seferinde, yiğitliği bana ısmarlayarak, “yazsana!” derler. Yazmamam, enayi olmamam değil de, bir demagojiyle beni sinirlendirme malzemesi olarak cesaretsizliğim diye tekerlenir durulur. Cevabım değişmez, –zaman zaman bu hayaletlere bağırmak ihtiyacıyla havalandırma penceresinden de seslenerek–, onlara ortaya çıkmalarını, hattâ hiçbir mazeret ileri sürmeden, onlar ne dedi ve ben yücelerinden başlayarak onlar hakkında ne dediğimi imzalayacağımı söylerim. NYMPHALAR’ın kendi mantıklarına bire bir uygun olması bir yana, daha da sağlam ve işlek bir yoldan “edindiğim bilgiler”dir bunlar. Ayıptır söylemesi.
*
Hürriyet gazetesinde çıkan bir haber, NYMPHALAR’ın, meselâ ev halkından birinin giydiği ayakkabı numarasını bilmelerine kadar herşeyi, terörle mücadele(?) adına sürüsüne bereket lâflarının komikliğini, bir çırpıda gösteriverdi. “Mânâ ordusunun bir kısım askerlerinin” dürtüklemesi eseri. Böyle durumlarda yüzlerce defa, Cezaevi’nin güvenliği ile, benim tek kişilik hücrede kontrolumun ne mânâ ifâde ettiği bir yana, bu söylediklerinin terörle mücadele ile ne alâkası olduğunu sormuşumdur. Bilgi ve faaliyetlerin, tehlikeli veya tehlikesiz durumlara nisbetle, hamaratlık farkını alaya alarak. NYMPHALAR resmî bir iş sahibi değiller; hem yaptıkları iş, hem meslek açısından. Doğruyu Allah bilir. Belirttiğim sözler çerçevesinde, ben de, alay-şaka karışımı: “Siz de telefon dinlerken emekli olacaksınız!”… Bu sözümde, onların karşısında benim durumum da var. Hâni onları, “telefon sapıklarına!” benzetmem gibi; gece gündüz kafamı ütüleyen.
*
Haber: 4 Haziran 2009’da Ergenekon’un tutuklu sanıklarından Levent Göktaş’ın avukatı Serdar Öztürk, Ergenekon örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Avukat Öztürk’ün bürosunda bulunan İRTİCA İLE MÜCADELE PLÂNI’nın altında Albay Dursun Çiçek’in ismi ve imzası yer alıyordu. Telefonları dinlenen Dursun Çiçek için, 16 Haziran 2009’da, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tekrar telefon dinleme gerekçesi Serdar Öztürk’ün bürosunda bulunan plândı. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Tuncay Aslan, telefon dinleme kararını tasvib etti. Fakat daha önce telefon dinleme kararlarında ismi bulunan Dursun Çiçek ile, son dinleme kararındaki Dursun Çiçek’in telefon numaralarından, adresine, kimlik numarasına kadar bütün bilgileri farklı idi. Sözkonusu kişi bir inşaat işçisiydi ve 6 ay boyunca Albay niyetine dinlenmişti… Daha önce: Ergenekon iddianamesinde, Albay Dursun Çiçek’in, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner ile toplantı yaptığı, Mazlum Konak Oteli’nde kaldığı belirtiliyordu. Oysa bu Dursun Çiçek’in, otel müşteri listesindeki 33 yaşında İŞADAMI olduğu ortaya çıkmıştı.
*
33 yaşındaki İŞADAMI Dursun Çiçek hakkında, “niye yanlışlık yapıldığı”ndan başlayarak, NYMPHALAR gibi bir sürü kurgu yapabilirim.


Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 33’ten:
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
AMERİKAN İSTİHBARATI VE YENİ DÜNYA DÜZENİ
“Beyin Kontrolü” deyince, çoğu zaman, “beyinde ne var, ne yok” şeklinde bir hafıza çözümü yapıldığı sanılıyor; oysa işin daha da önemli tarafı, zihnin yönlendirilmesine dairdir. Bende uygulanan şekliyle bu operasyonun Amerikan istihbarat örgütleriyle alâkası nedir bilemem ve ucuz tarafından CIA’ya bağlayacak değilim; bununla beraber, davam ve mânâm da göz önünde tutulmak üzere söyleyebilirim ki, BENİ TÜKETMEK VEYA AMAÇLARI DOĞRULTUSUNDA KULLANMAK İSTEYENLERİN AMERİKAN MAHREÇLİ “YENİ DÜNYA DÜZENİ” MÜNADİLİĞİ İÇİNDE BULUNMALARI BU MEVZUDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN ÖNEMLİ BİR HUSUSTUR. (Büyük harflerle yazılı yerler, aynı zamanda Kartal Cezaevi’ndeki Telegram uygulaması sırasında işlenen bir mevzudur; yâni, “Yeni Dünya Düzeni” meselesi… Gerisi ise, BOLU’da da baş mesele.)

DEVLET VE BATININ DEVLETTEKİ AJANLARI
Netice vermeyen bir açılmış dava: John Akwei, 1996 senesinde Amerikan Milli Güvenlik Dairesi (NSA) aleyhine bir dava açtı. Akwei, NSA’nın kendisini sürekli olarak takib ettiğini ve davranışlarını kontrol ettiğini İDDİA etti. Akwei, mahkemeye bu iddialarını destekleyecek yüzlerce sayfalık deliller sundu. Kaynak olarak birçok ilmî ve akademik çalışmanın gösterildiği bu deliller, HÜRRİYET PROJESİ adlı internet sitesinde yayınlandı.
İddiaya göre NSA, çok gelişmiş sistemleri aracılığıyla ELEKTROMANYETİK alanları kullanarak istediği kişiyi dünyanın her yerinde takib edebiliyor, hattâ ELEKTRİK DALGALARI yollayarak kişinin düşünce ve davranışlarını kontrol edebiliyor. NSA’nın SİNYAL İSTİHBARATI adı verilen bu sistemi, dünyadaki elektrik taşıyan her şeyin çevresinde bir MANYETİK ALAN olduğu ve bu alanların elektromanyetik dalgalar yaydığı teorisine dayanıyor. Geliştirilen dijital sistemlerle elektrik taşıyan bütün varlıkları nerede olursa olsun kontrol edebiliyorlar.
Dikkat: HERKESTE FARKLI OLAN VE 3-50 HERTZ ARASINDA DEĞİŞEN ELEKTROMANYETİK DALGA BUUDUNU TESBİT ETTİKTEN SONRA, O KİŞİNİN DENETİMİ TAMAMEN ELE GEÇİRİLEBİLİYOR. NSA’nın bilgisayarlarına hedefin dalga buudu girildiği ândan itibaren, bilgisayarlar bu kişiyi uydu aracılığıyla 24 saat takib ederler.
Dikkat: Gizli merkezlerde yürütülen bu faaliyetlerin gizliliği ve güvenliği, yapılan uluslararası istihbarat anlaşmalarıyla koruma altına alınmış durumda. (Bu yakışıklı ifâdeler yerine, NYMPHALAR’ın veciz sözü ve hâliyle hâllerini söylemek daha yerinde olur: “Terörle mücadele için herşey meşrudur!”… TERÖR’ün tarifi, herkesin kendine göre ve yontması ile değişiyor: Bu yurtiçinde de, uluslararası plânda da böyle… (...) Bana tatbik edilen ZİHİN KONTROLÜ’nün, doğrudan veya dolaylı yabancıya nakli olup olmadığını bilmem. Ama bu işin, Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya vesaire gibi gelişmiş ülkeler tarafından kullanılışı ve tabii ki onların peyledikleri insanların Türkiye’de ve çeşitli makamlarda bulunuşunu nazara almayan veya bunu bilmeyen politikacıların hâlini, “Allahlık!” diye vasıflandırmaktan başka çare kalmıyor.)


Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 34’ten:
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
HİPNOZCU SUBAYLAR VE TELEGRAMCI DEVLET
Bir adamın karşısına geçiyorsun ve gözlerini ayırmadan gözlerine bakmasını istiyorsun. TELEGRAM diye birşey bilmeyen adam, şuur yorulmuş, beden keza, TELEGRAM’la kendisine yapılan sözlü ve his telkiniyle, bunu karşısındaki adamdan zannediyor. Böyle sandın mı: Sana sesli konuşmanı veya düşünmeni veya nasıl davranacağını söylüyor. Ve sen, saatlerce, onunla konuştuğunu zannede dur, o sadece bir figür; hele sessiz konuşuyorsan. Adamı, her söylediğine şöyle veya böyle cevab verir hâle cihazla soktuktan sonra, karşısındaki sorgucu veya doktor veya gösteri yapanın yaptığı iş, insan gücü hipnoz - hele manyetizma değilken, umumi olarak HİPNOZ ve gayelerine girebilir. Bunun, ahlâkî, kanunî olup olmaması yanında, sınırı nedir? Demem o ki, amaç, kendi kurdukları müesses nizâmın kanun ve kurallarına uygun ise, bunun açıklanmayışındaki “nedenin nedeni, nedendir?”
(Tire içindeki alaycı kısım, Üstadım’ındır. Ruhu şadolsun.)


Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 36’dan:

HEM İDAM HEM TELEGRAM CEZASI
“Suret olmadan, mânâlar ebediyyen tecelliye gelmez”… Sadece iyi değil, kötü nefslerin de irâdelerini teksif ederek tasarrufa kadir olmaları gibi, tabiî iradenin teshir gücü yerine ikame edilmiş sun’i gücü frekans yoluyla ve sözlü telkinle karşı tarafa yönelten, beden ve akla tesir eden TELEGRAM cihazının eserini - nefsimi ruhuma hâkim kılma gayesini, “hani kafam dumanlı” derler, düşüncemde teşekkül ettirmeye çalıştığı suretini hesaba çekememek, benim için bir PUT’u kıramamak olurdu. Devam eden bir süreçte ve çeşitli suretlerde ihya edilmeye çalışılan bir PUT; aslı yıkıldı, ama savaş devamda. KARTAL’da bu iş, “din mi ilim mi?” çekişmesi diye başlatıldı. “Her marifet bir ilimdir” buyuruyor Abdülhakîm Arvasî Hazretleri; cihazın resim, sözlü ve frekans telkini, beden teshiri marifeti ile gerçekleştirilenleri benim karşımda MÜŞAHEDE ifâde ettiğine, böyle bir ilim ve idrak mevzuu olduğuna göre, onu İslâm idraki ile hesaba çekmem, imânımın bir gereğiydi, gereğidir. KARTAL’da bana söylenen: “Orada kafanı duvarlara vura vura, Allah’a söveceksin!”… İBDA-C Örgütü’nün Kumandanı olarak İDAMLA YARGILANIRKEN, düşürülmek istendiğim durum buydu. Aldığım ceza malûm. TELEGRAM da, üstüne üstlük!

Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 36’dan:

DEVLET
(Yattığım ranzanın altında bir ceset gömülü… Kartal Cezaevi’nin eski devirlerden kalma bir kilise, koğuşların da papazların yatıp kalktığı, tek başlarına ibadet ettikleri - halvete çekildikleri, sözlü ve telkinî olarak bana benimsetildi. Kulaklarımın alabildiğine hassaslaşması veya o zaman için düşünemediğim bir gerçek olarak koğuşun eşya yönünden boşluğu bakımından, arkadaşlara da hep ifâde ettiğim gibi, müthiş bir yankı var. Bu yankı da bana, yalnızlık hassasiyetini arttırmak üzere, özel olarak düşünülmüş gibi geliyor. Benim için, cin tesirini davet niyetiyle mimarinin böyle plânlandığı düşüncesini doğuran. Papazların mekânı - cinler ve bana benimsetilen husus; ranzanın altında sonradan kırılan zeminin harçla doldurulması ile meydana gelmiş bir yama, yama bir cesedi örtüyor… Sözkonusu ceset, Hıristiyan azizlerinden birine âit imiş. Kim bilir kaç defa, ranza altında olan o yamayı yoklamışımdır; parmakla vurdukça, içi boş olduğu anlaşılıyor. Bu bölüm bir FİHRİST ya, tek tek maceralarımı burada sıralayamıyorum… Kısaca: Varlığı ile yokluğunu bir türlü kesinleştiremediğim ceset cabası, cinlerle başbaşayım. Duran, bazen benim oraya gömüleceğimi söylüyor. Devlet himayesi(!) altında, gör ne hâllerdeyim!)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
33ek229.jpg
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
haber_AKADEMYA_2__SAYI_CIKTI.jpg











AKADEMYA 2. SAYI ÇIKTI



Uzunca bir aradan sonra, sizlerle yeniden beraberiz. Birtakım ilâve yayıncılık ve tercüme meşguliyetleriyle beraber, Akademya’yı daha geniş bir teşkilât şemsiyesi altında çıkartma arayışımızın sebeb olduğu bu gecikme dolayısıyla, okuyucularımızdan tüm kalbimizle özür diliyoruz. Kendimizi bir nebze affettirmek üzere, sizlerle artık daha sık buluşacak ve Akademya’yı önümüzdeki sayıdan itibaren üç aylık düzenli bir periyodla çıkartacağız.
Muhtevâmıza gelince...
Bu sayımızın dosya konusu, Telegram...
Öncelikle, Telegram’ı bizim kifâyetsiz tasvir ve izah çabalarımızdan değil de, Telegram’ı alteden Fikir Kahramanı’ndan dinlemenizi arzu ettik. Sizinle bu amaçla paylaştığımız Ölüm Odası’ndan “seçmeler”, görünüşteki uzunluğuna rağmen, maalesef çok çok sınırlı “birkaç seçme” niteliğinde. Bu sebeble, meselenin aslî genişlik ve derinliğini takib edecekler için, bizzat eserin kendisini adres gösteriyoruz (şu ân Baran dergisinde haftalık olarak tefrika ediliyor).
Telegram dosyamızdaki, Telegram hâdisesini ana hatlarıyla takdim eden “Telegram Dosyamız Vesilesiyle” başlıklı giriş yazısını; Telegram’ı “askerî silâh” yönüyle ele alıp kısa tarihçesini paylaşan ve Telegram’la cemiyet meydanında mücadele etmek üzere yapılabilecekleri sıralayan Reha Suvari’nin makalesini; Telegram’ı doğuran “sosyal ve ferdî kontrol araştırma ve çalışmaları”nın Batıdaki kimi örnekleriyle “insan”ın buna karşı direniş veçhelerini araştıran Ömer Emre Akcebe’nin makalesini; Telegram’ın ve geniş çerçevede zihin kontrolünün bellibaşlı yönlerini, kimi ilmî temellerini ve bu konuda yapılan bazı araştırmaları gözler önüne seren Sencer Ekin’in aydınlatıcı makalesini; Müslüman Japon dostumuz Rei Takahara’nın, yazarımız Reha Suvari’yle birlikte Ölüm Odası’ndan yaptığı Japonca-Türkçe “seçmeler”i, ama özellikle Takahara’nın bu çalışmayı “takdim”ini; Ankaralı gönüldaşlarımızın Mütefekkir Mirzabeyoğlu’na revâ görülen işkenceye karşı resmî ve siyasî duyarsızlığı kırmak üzere parti merkezlerine yaptığı ziyaretleri hikâye eden Sedat Bulut’un tesbitlerini; Dr. Armen Victorian’ın, Türkçeye tercüme edilmiş, Telegram’a uzanan sürecin Amerika’daki tarihçesini ve resmî belgelerle destekli pratiğini ifşâ eden İstihbaratta Beyin Yıkama –Beyin Kontrolü- adlı eserinden seçmelerin ve bu eser vesilesiyle Mirzabeyoğlu’na uygulanan Telegram üzerine bazı değerlendirmelerin yeraldığı Gülçin Şenel’in çalışmasını; Furkandergisinden Ümit Elönü’nün İsveç’te başlayıp Türkiye’de devam eden bir Telegram işkencesi mağduruyla röportajını; Akit gazetesinden Murat Alan’ın Mirzabeyoğlu’na uygulanan Telegram üzerine Av. Ali Rıza Yaman’la yaptığı röportajı; ve nihâyet, Furkan dergisinden Enes Mollaoğlu’nun Mirzabeyoğlu’nun maruz bırakıldığı hukukî vahşet ve Telegram vesilesiyle Av. Güven Yılmaz’la gerçekleştirdiği röportajı, evet hepsini ibretle okuyacağınıza ve tüm bu dosya yazılarımız vesilesiyle şimdiye kadar farkında olmadığınız pek çok şeyden haberdar olacağınıza inanıyoruz.
Dergimizin bu sayısında, Büyük Doğu-İBDA dünya görüşü zâviyesinden “Anadolu kültür inkılâbı sürecinde teorik dil, teorik düşünce ve tenkid şuuru”nun ehemmiyetini ele alan Selim Gürselgil’in makalesini; yine Büyük Doğu-İBDA dünya görüşü penceresinden “örnek aydın modeli”ne dair Hakan Yaman’ın yapmakta olduğu soluklu çalışmanın geçen sayıdan devam eden bölümünü; Mirzabeyoğlu’nun Bolu Cezaevi’nde kendisine işkence eden Telegramcılara taktığı “Nympha” adına ilhâm kaynağı olan “Nymphalar”ın Yunan mitolojisindeki mâhiyetlerini sergileyen Dr. Hakkı Açıkalın’ın geçen sayıdan devam eden “Jeni” başlıklı yazısını; filozof Leibniz’in düşüncesinde “Yaratıcı ve matematik” meselesini işleyen Herbert Breger’den Mahmud E. Duru’nun yaptığı akademik tercümeyi; gerilim ve korku sinemasının ustası Alfred Hitchcock’u doğuran, geliştiren ve zirveye taşıyan “dehâ” ve “çevre” unsurlarını çarpıcı bir dille kaleme alan Fatih Turplu’nun makalesini; son olarak, “Yazarlara ve Yazacaklara Özel” başlığı altında, niçin yazmalı, kim yazmalı ve ne yazmalı sorularına cevab arayan Hayreddin Soykan’ın geçen sayıdan devam eden dizi yazısını da bulacaksınız.
Yeni bir Akademya’da buluşmak üzere...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt