GÖZ YUMAN İKTİDAR SAHİBLERİ
NYMPHALAR’a gelince: Kendilerine yardımcı olanlar, dış yüzden - gören gözler için “normal” davranırken, onlar TELEGRAM cihazıyla, hikâye etmekte olduğumuz işi gerçekleştirmekte. İktidar sahibleri, onların karartma çabaları içinde, şu veya bu resmî sınıftan; bu rutin dışı-kanun dışı işe göz yummakta.
Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 31’den:
RESMİYET
Adamın bana baktığını gördüğüm ânda, bunu algılayan TELEGRAM cihazı işleticisi, ânında BETATRON vuruşunu yapıyor ve sen o hüneri bakan adam yaptı zannediyorsun. Böyle bir şeyin yapıldığı, en azından benim için, cihazın varlığını söyleyecek kişilerle isbata lüzum olmadan anlaşılabilir: Öyle ya, TELEGRAM’ı benden başka anlatan kim? Sanıyorum anlaşıldı: Cihaz, resmî olduğu kabul edildikten sonra birşey yapılıp yapılmadığı meselesi başka, mesuliyeti başka şey, bir de yapılan şeyin cihazına göz yumarak meseleyi burada körlemek başka şey… Şimdiki durumda, ne cihaz, ne de resmiyeti kabul edilmiyor, çünkü bu işkencenin resmîliği mânâsına geliyor. Ben bu satırları yazarken, NYMPHALAR komik bir lâf ediyor: “Resmî yola başvur!”… Ah! Elektromanyetik dalgaları bir yakalayabilsem ve şu söylediklerini olsun bir duyurabilsem. “Minareyi çalan kılıfını hazırlar!” hesabı, kendilerinin ve cihazlarının kılıfı, resmiyetlerinin olmayışı ve resmiyetin bunu böylece kabul etmesinde.
İSTİHBARAT, TERÖRLE MÜCADELE, ERGENEKON
NYMPHALAR, 5 senedir gece gündüz beni, ailemi, baba evini, akrabalarımı, komşularımı ve komşularını, tâ küçük yaşlarıma kadar giderek arkadaşlarımı ne kadar iyi tanıdıklarını, beni bir kuşatılmışlık hissine düşürmek için sayıp döküyorlar. Son vardığımız nokta, (1) sene kadar önce şuydu ve hâlâ devam ediyor:
— “Bana Genelkurmay Başkanı’nın babasının adını söyle!”
— “…….”
— “Bana Jandarma Genel Komutanı’nın eşinin adını söyle!”
— “……..”
— “Bana filân Bakan’ın babasının adını söyle!”
— “……..”
— “Bana Emniyet Genel Müdürü’nün adını söyle!”
— “……….”
Duruma göre, hanımının, çocuklarının, dede ve ninelerinin, hattâ bizzat filân makamdaki adamın isminin onlar tarafından bilinmemesi, yine mevzuuna göre onları mat ettiğimin resmidir. Gece gündüz, beni aşağılamak, şimdilerde şaka olan, “bana öğrettikleri” hâdise içyüzleri sırasında, zannedersiniz ki Devlet ve işleyişi, en büyüğünden en küçüğüne kadar öyle dakik bir incelikte zekâ eseridir ki, benim hayatım baştanbaşa bir zavallılık örneği iken, –istihbaratın dehşetengiz bilgisi altında beni eziyorlar ya!–, yeri olsun olmasın, sözkonusu zevat en üstten en küçüğüne kadar karşımda yeri olmayan bir teville, tabiî ki uçuka doğru bir eksiksizlikle, zihnime servis edilmekte… İşin içinde, spordan, fizikî güçten, edebiyattan, felsefeden(!), iç ve dış politikadan, akla gelir gelmez neler neler var. Oradan oraya sekerek, mesele döner dolaşır, belden aşağı buluşlar hâlinde çevremde odaklanırken, işin içinde devamlı olarak test edilen cesaretimde düğümlenir. Ben de, baştan beri söylediğim üzere, “benim ahlâkımın üstüne ahlâksızlığınızı kurmayın!” ifâdeme uygun olarak, ayıptır söylemesi, hiç fena değilimdir. Her seferinde, yiğitliği bana ısmarlayarak, “yazsana!” derler. Yazmamam, enayi olmamam değil de, bir demagojiyle beni sinirlendirme malzemesi olarak cesaretsizliğim diye tekerlenir durulur. Cevabım değişmez, –zaman zaman bu hayaletlere bağırmak ihtiyacıyla havalandırma penceresinden de seslenerek–, onlara ortaya çıkmalarını, hattâ hiçbir mazeret ileri sürmeden, onlar ne dedi ve ben yücelerinden başlayarak onlar hakkında ne dediğimi imzalayacağımı söylerim. NYMPHALAR’ın kendi mantıklarına bire bir uygun olması bir yana, daha da sağlam ve işlek bir yoldan “edindiğim bilgiler”dir bunlar. Ayıptır söylemesi.
*
Hürriyet gazetesinde çıkan bir haber, NYMPHALAR’ın, meselâ ev halkından birinin giydiği ayakkabı numarasını bilmelerine kadar herşeyi, terörle mücadele(?) adına sürüsüne bereket lâflarının komikliğini, bir çırpıda gösteriverdi. “Mânâ ordusunun bir kısım askerlerinin” dürtüklemesi eseri. Böyle durumlarda yüzlerce defa, Cezaevi’nin güvenliği ile, benim tek kişilik hücrede kontrolumun ne mânâ ifâde ettiği bir yana, bu söylediklerinin terörle mücadele ile ne alâkası olduğunu sormuşumdur. Bilgi ve faaliyetlerin, tehlikeli veya tehlikesiz durumlara nisbetle, hamaratlık farkını alaya alarak. NYMPHALAR resmî bir iş sahibi değiller; hem yaptıkları iş, hem meslek açısından. Doğruyu Allah bilir. Belirttiğim sözler çerçevesinde, ben de, alay-şaka karışımı: “Siz de telefon dinlerken emekli olacaksınız!”… Bu sözümde, onların karşısında benim durumum da var. Hâni onları, “telefon sapıklarına!” benzetmem gibi; gece gündüz kafamı ütüleyen.
*
Haber: 4 Haziran 2009’da Ergenekon’un tutuklu sanıklarından Levent Göktaş’ın avukatı Serdar Öztürk, Ergenekon örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındı. Avukat Öztürk’ün bürosunda bulunan İRTİCA İLE MÜCADELE PLÂNI’nın altında Albay Dursun Çiçek’in ismi ve imzası yer alıyordu. Telefonları dinlenen Dursun Çiçek için, 16 Haziran 2009’da, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tekrar telefon dinleme gerekçesi Serdar Öztürk’ün bürosunda bulunan plândı. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinden Tuncay Aslan, telefon dinleme kararını tasvib etti. Fakat daha önce telefon dinleme kararlarında ismi bulunan Dursun Çiçek ile, son dinleme kararındaki Dursun Çiçek’in telefon numaralarından, adresine, kimlik numarasına kadar bütün bilgileri farklı idi. Sözkonusu kişi bir inşaat işçisiydi ve 6 ay boyunca Albay niyetine dinlenmişti… Daha önce: Ergenekon iddianamesinde, Albay Dursun Çiçek’in, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner ile toplantı yaptığı, Mazlum Konak Oteli’nde kaldığı belirtiliyordu. Oysa bu Dursun Çiçek’in, otel müşteri listesindeki 33 yaşında İŞADAMI olduğu ortaya çıkmıştı.
*
33 yaşındaki İŞADAMI Dursun Çiçek hakkında, “niye yanlışlık yapıldığı”ndan başlayarak, NYMPHALAR gibi bir sürü kurgu yapabilirim.
Ölüm Odası: B-Yedi, Bölüm 33’ten: