Zihin Kontrolü İşkencesi Mağduru K.K.: "ZİHİN KONTROLÜ TIBBÎ İDAMDIR!"
09 Ocak 2010
Furkan Dergisinin Zihin Kontrol mağduru ile yaptığı röportaj
Takdim: Zihin kontrolü var mı, mümkün mü? Hâlen tartışılan ve pek de gündeme getirilmeyen bir mevzuu. Tartışmalar devam ede dursun, biz, yaklaşık 20 sene önce İsveç’te zihin kontrolü işkencesine maruz kalmış ve Türkiye’de olmasına rağmen hâlen kendisine zihin kontrolü saldırısının devam ettiğini söyleyen K.K. ile konuştuk. Çocuğunun, yaşadıklarından haberdar olmaması için isminin ve resminin yayınlanmasını istemiyor. K.K., daha önce bir haftalık dergiye ve bu mevzuda kitab yazan bir yazara bu şartlarda verdiği röportajlar, isminin açıkça yazılması ve resminin basılmasıyla yayımlanınca bir daha medyaya konuşmama kararı almış. Geçmişe dayanan tanışıklığın verdiği güvenle K.K., medyaya konuşmama kararını Furkan Dergisi için bozdu. Biz de kendisine söz verdik ve sözümüzü tuttuk; ismini yazmıyor (baş harflerini de değiştirdik), fotoğrafını basmıyoruz!
- İsveç’e gitme sebebinizle başlayalım
- 1978 senesinde İsveç’e okumaya gittim. Okuldan sonra lokanta işletmeye başladım. Lokantacılığın yanı sıra, ırk ayrımı gözetmeden İsveç’teki göçmenlerin sorunlarıyla ilgileniyordum. Irkçılığa karşı...
- İsveç’te ırkçılık yaygın mı?
-İsveç’in temelinde ırkçılık ve İslâm düşmanlığı vardır. Biz de buna karşı göçmenlerin örgütlenmesi yolunda öncülük etmeye çalıştık.
“Buzun Altına Götürecekler”
- Zihin kontrolüne tâbi tutulmanız bu süreçte mi başladı?
- Irkçılığa karşı faaliyetlerde önde olmam İsveç devletini rahatsız etti. Bölgenin, 80 bin tirajlı yerel gazetesinden, “Irkçılığı kıran adam” diye benle röportaj yapmaya geldiler. Gazetecilere, “Beni hedef göstermiş olursunuz” diyerek röportaj isteklerini kabul etmedim. Lokanta müşterilerimden bir polis, İsveç devletinin faaliyetlerimden duyduğu rahatsızlığı dile getirdikten sonra “Seni buzun altına götürecekler” dedi.
- Tehdit etmek için mi gelmiş?
- Yok, bir dost olarak uyarmaya gelmiş.
- Dostunuz olan polisin, “Seni buzun altına götürecekler” dediğinde sizin cevabınız ne oldu?
- Bunun için bir sebeb olmadığını, vergimi verdiğimi, kanun dışı bir şey yapmadığımı söyledim. O da bana, “Bak göreceğiz” dedi.
- Dediği çıktı!
- Evet. 29 Nisan 1991 tarihinde, Göteborg şehrinde 3 arkadaşımla bir lokantada yemek yerken, İsveç gizli servisi tarafından gözaltına alındım. Beni Göteborg Polis Merkezi’ne götürdüler. İfadem alınmadan beni hücreye koydular. Tam yatağa uzanacağım, hücrenin bir tarafından “yavru yavru yükseklerden uçarsın kuma kuşu” türküsü, bir taraftan da “analarıyla cinsel ilişki kurmuş Türkler’den ve Yahudîler’den bıktık; hepinizi kudurta kudurta geberteceğiz” şeklinde küfürler içeren yayınlar başladı. Hemen “Allah Allah” diyerek ayağa fırladım. İlk önce kendimle dalga geçtim; delirdim diye. Ama kendimi iyi tanıyorum, psikolojik bir sorunum yok. Yapılan yayınları kulaktan duymuyorum! Bunları düşünürken yayınların yerleri değişti; nokta yayını yapıyorlar. Aklıma lazerin göz ameliyatlarında kullanılması geldi ve dünya için “Eyvah!” dedim.
-Niçin?
- Çünkü lazer, istenilen noktalara, istenilen güç ve oranda hiç hata yapmadan gönderilebiliyor; yani kontrol edilebilir bir enerji parçası. İnsanların beynini lazerle...
- Sizin zihin kontrolü hakkında daha önce bilginiz var mıydı?
- Hiçbir bilgim yoktu.
- O gece yayın sürekli devam etti mi?
- Belli bir süre sonra uyudum. Sabah kalktığımda, gece gördüğüm rüya için “Bu rüya bana ait değil” dedim. Ve bunların elinde rüyaları kontrol edebilen bir alet olduğunu anladım.
- Rüyanın size ait olmadığına nasıl kanaat getirdiniz?
- Dünyada en iyi kimi tanırım; kendimi! Rüya bana ait değildi, bundan emindim. Serbest bırakıldıktan sonra, İsveç emniyetinde görevli olan bir doktor tanıdığıma bunu anlattığımda bana, “Sen kimsin, bunu nasıl çözdün? Evet bizde bu tür aletler var” dedi. Hücrede, ellerinde rüyayı kontrol edebilen alet olduğunu çözdüm ama aklıma ellerinde zihni kontrol edebilen bir alet olduğu gelmedi.
- Niçin gözaltına alındığınızı söylediler mi?
- Sabah kahvaltıyı getirenler “bir sıkıntın var mı” diye sordular. Onlara akşam yaşadıklarımı anlatmadım. Sabah 8’de üst kata çıkardılar. İfademi alacak olan polis müfettişi Ake Petterson’u, 1979-80’de okuldan tanıyordum. Ona niçin gözaltına alındığımı sorunca, yanımda çalışan bir işçiyi telefonla tehdit ettiğimi söyledi. Kimseyi tehdit etmediğimi söyleyince bana telesekreter kaydını dinlettirdi. Evet, ses benimdi ama konuşmada anlamını bilmediğim bir kelime kullanıyordum. Petterson’a, “anlamını bilmediğim kelimeyi nasıl kullanırım” diye sordum. Konuşmayı tekrar dinledi ve “anlamını bilmediğin kelime yalnızca yazı dilinde ve yazışmalarda kullanılır” dedi ve “senin hiçbir suçun yok, savcılıkta serbest bırakılar” diye de ekledi. O zaman anladım ki, bunlar insan sesi taklid etmede çok marifetliler. İfadeden sonra beni tekrar hücreye götürdüler.
24 Saat Kesintisiz Ana Dilde Yayın Yaptılar
- Savcılığa çıkarmadılar mı?
- Kendisini tutukevi asistanı olarak tanıtan birisi hücreme gelip, bir ihtiyacımın olup olmadığını sordu. Ben de kendisine, gayet iyi olduğumu, rahatımın yerinde olduğunu söyledim. Çıkarken hücrede bulunan gözaltı kâğıdımı alıp gitti. Böylece o gün savcılığa çıkmam engellenmiş oldu. Ertesi gün de 1 Mayıs; İsveç’de resmî tatil. 1 Mayıs’ta çıkartıldığım nöbetçi mahkeme gözaltı süremi, mahkemenin olacağı 15 Mayıs’a kadar uzattı. O gün beni başka bir hücreye naklettiler.
- Yeni hücrede yayınlar arttı mı?
- 24 saat kesintisiz ana dilimde yayın yapıyorlardı.
- Hep hakaret içerikli mi?
- Genellikle. En sevdiğim Türkçe müzikleri çalıyorlar; Ankara Polis Radyosunun yayınlarını dinlettiriyorlardı. Benle sohbet etmek istiyorlardı.
- En sevdiğiniz müzikleri biliyorlardı?
- Evet.
- Niçin en sevdiğiniz müzikleri dinlettiriyorlardı?
- Sebebini söyleyeceğim ama o bahse gelmeden önce anlatacağım başka şeyler var.
Televizyonda Canlı Yayında Ölüm Haberimi Seyrettim
- Buyrun
- 30 Nisan akşamı yapılan yayında, Götaland’da silâhla yakalandığımı, tatbikat için Götaland’a götürüleceğimi ve orada öldüreceklerini söylediler. 2 Mayıs akşamı televizyonda 19.20 Götaland haberlerini (İsveç’te akşam ana haber saatinden on dakika önce bölgesel haberler yayınlanır.) izlerken, bir muhabir bir parkın içerisindeki ağaçlık yeri göstererek, yabancı bir erkeğe ait cesed bulunduğunu anlatırken tarif ettiği cesed ve cesede ait olan giysiler ve giysilerin markaları tıpatıp bana uyuyordu! 3 Mayıs günü hücreme yaptıkları yayınlarda ırkçı hakaretler ve beni öldürme tehditleri artınca bende radyoyu sonuna kadar açıp işkencecilere sövmeye başladım. Bir anda radyo yayını kesildi ve işkenceciler radyodan, onlara ettiğim küfürleri yayınladılar. Böylece 2 Mayıs’taki televizyon haberinin bunlar tarafından hazırlandığını anladım.
- Küfürleri sizin sesinizle mi yayınladılar?
- Evet. İşkenceciler, sesi çıkış noktasında bloke edip konuşan insanın ses tonunun aynısından, konuşmaların içeriklerini kendi istedikleri gibi değiştirerek insanlara aktarabiliyorlardı.
- İşkenceciler yayın dışında sizi rahatsız etmek için ne yapıyorlardı?
- Vücudumun çeşitli yerlerine lazer ışını yolluyorlardı. Lazer saldırısına ve yayınlara karşı içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek nefes alıp veriyordum; bunun çok faydasını gördüm.
- Sizi öldürmeye yönelik bir teşebbüsleri oldu mu?
- Bilinen işkence yöntemleri dışında öldürmeye yönelik fiili bir saldırı olmadı. Zaten zihin saldırısı yanında Filistin askısının, falakanın lafı bile olmaz. Beyne falaka çekiyorlar! Lazer saldırısıyla birlikte ellerimin derisi dökülmeye başladı.
- Vücudunuzda yanma oluyor muydu?
- Yanma yok ama belimi oynatamıyordum, kamburum çıkmıştı. Beni felç etmek için özellikle omuriliğime saldırıyorlardı; bunu da sonradan örendim. Öldüğüme yönelik televizyondan yaptıkları haberden sonra yayınlarda, “ailene senin öldüğünü söyledik” dediler ve anne-babamın ağlama seslerini verdiler.
- Anne-babanızın sesini taklid mi ediyorlardı?
- Hayır. Anladığım kadarıyla, daha önceden annemle ve babamla yaptığım telefon görüşmelerini kaydetmişler.
“Senin Kilit Kelimeni Çözdük”
- Verilen yemeklerde bir tuhaflık hissediyor muydunuz?
- Yok. Yalnız 4 Mayıs akşamı verilen yemeği yedikten sonra rahatsızlandım ve sabaha kadar uyuyamadım. Tahminimce yemeğin içine sinir bozucu ilâçlar koymuşlardı. Sabah olunca, uykusuz hâlde hücrede, içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek volta atıyordum. Bu esnada bana “senin kilit kelimeni çözdük” dediler. Ben, acaba söylerken dudaklarım mı kımıldadı diye düşünürken onlar, “Yok yok, delirdin o… çocuğu” dediler. Aklımdan geçen düşünceye cevab verdiler! Ben de düşünce yoluyla, “o… çocuğu sizsiniz! Düşüncelerimi konuşma hâline getiriyorsunuz” dedim. Hücredeki cama doğru yürürken aklıma, bunların rüyalarımı da yönlendirdikleri geldi. Ani refleksle yatağı yaktım ve üzerine çıkıp tepinmeye başladım. Hastaneye gitmek için deli numarası yapıyordum.
- Hastaneye götürdüler mi?
- Hastaneye götürmeden önce beni küçük bir odaya aldılar ve dışarıdan getirdikleri dazlaklara, beysbol sopalarıyla dövdürdüler. Daha sonrada, ellerim arkadan kelepçeli ve yüzüstü polis piketine yatırılarak Lilhagen Hastanesi’ne götürüldüm. Hastaneye arka kapıdan soktular ve odada iki kişi vardı.
- Sizi bekliyorlardı
- Evet; bir erkek, bir bayan. Erkeğin elinde yarım eldiven vardı. Ensemi ovmaya başladı. Bu sırada polis arabasında olan istihbaratçı, “bunu arabada öldüremedik, burada öldüreceğiz ama kovanları ne yapacağız” dedi. Onlara, “hücreme yaptığınız yayınlar çok güzeldi” dedim. Daha önce hiçbir şekilde onlara yayınlardan bahsetmemiştim. İstihbaratçı, “şimdi yayın var mı” diye sordu. Ben, “evet, var” deyince, yarım eldivenli olan adam sırıttı. Odadaki kadın, elinde beyaz sıvıyı bana uzatarak, “iç” dedi. “İçmem” deyince istihbaratçı silâhını ağzıma sokarak, “içeceksin” dedi. İçmemekte ısrar ettim. Ölümden korkmadığımı söyledim. “O zaman iğne vururuz” dediler. İğneden tiksindiğim için verilen sıvıyı içdim.
- Sıvıyı içince ne oldu?
- Kendimden geçmişim. Gece uyandım. Uyandığımda bir sürü aletin bana bağlı olduğunu gördüm. Odanın içinde bulunan kişilere, “siz kimsiniz” diye soracağım ama konuşamıyorum. Konuşma yeteneğimi kaybetmişim. Umursamadım, tekrar uyudum. Sabah uyandığımda odada iki genç vardı. Konuşabiliyordum; “telefon etmek istiyorum” dedim. Kabul etmediler. Hastanede ne doktor, ne hemşire görmeden beni çıkardılar.
- Yayın devam ediyor muydu?
- Aralıksız yayın devam ediyordu.
- Hastanede kaç gün kaldınız?
- 2 gün.
Çocuk Programı Sunan İşkenceci Kadın
- Gerek hücrede gerek hastanede olsun, yapılan yayınları duyuyor muydunuz yoksa…
- Duymak yok. Yayınlar, sanki ben düşünüyormuşum şeklindeydi. Yayınlar direk beyne veriliyordu. Hastanede en çok dikkati çeken şey, 2 İranlıydı. Tipleri tam Farslı tipiydi. Bir tanesi bana ismimle hitab edib, “niye yemek yemiyorsun” dedi. Şimdiye kadar beni kimseyle görüştürmeyenler niye İranlılarla görüştürmüşlerdi diye hâlâ düşünüyorum.
- Niye olduğunu çözemediniz mi?
- Çözemedim. İsveç istihbaratının elemanları beni hastaneden çıkartıp cezaevine götürürken daha enteresan bir şey oldu. Arabayla giderken kırmızı ışık yandı. O sırada bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın arabaya yaklaştı.
- Bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın!
- Evet. Yüzü seçilebiliyordu. İstihbarat elemanlarıyla bir şey konuşup gitti. Daha sonra bu kadını hapishanede gardiyan olarak gördüm!
- Niye böyle bir mizansen hazırlama gereği hissetmiş olabilirler?
- Hem bana hem de daha sonra yaşadıklarımı anlatacağım kişilere, halüsinasyon gördüğüme inandırmak için Bakınız, bana işkence yapan kadınlardan birisi, İsveç televizyonunun 2. kanalında çocuk programı yapıyordu!
- Kadınlar da mı giriyordu işkenceye?
- Evet! Zihin kontrolü ekib işi. Zihin kontrolü yapılacak 1 kişi için 20-25 kişilik ekib gerekiyor. Beni camdan aşağı sarkıttılar. Sonrada “öldün” diyerek tabuta soktular ve bana seyrettirdiler. Camdan sarkıtmadan önce Kur’an-ı Kerîm ve Türk bayrağını getirdiler; üzerlerine işemem için. Kabul etmeyince camdan sarkıttılar. Tüm bunları korkutmak için yapıyorlar. Mevzu tamamen psikolojik. Korkmadınmı, yapılan hakaretlere karşılık verdinmi ve yayınları dinlememeye çalıştınmı zihin kontrolcüler başarılı olamıyorlar. Allah’a inanacaksın ve O’na teslim oldunmu bunlar başarısız olur. Sevdiğim müzikleri yayınlamalarının sebebi de, yayınları dinlememi sağlamak. 15 Mayıs’ta olması gereken mahkeme, beni istedikleri şekle sokamayınca gözaltı süresi uzattılar. 21 Mayıs’ta mahkemeye çıktım.
- 29 Nisan’da gözaltına alınıyorsunuz ve 21 Mayıs’ta mahkemeye çıkartılıyorsunuz; neredeyse 1 ay gibi uzun bir süre. Sizi hiç arayan soran olmadı mı veya olmamış mı?
- Beni daha önce uyaran polis dostum, arkadaşlarıma, “… öldürecekler, mahkemeye dilekçe verin” demiş. Arkadaşlarım da dilekçeyi vermişler. Dilekçe sebebiyle beni infaz edememişler.