Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

şeytani teknoloji-zihin kontrolü-telegram... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

[FONT=comic sans ms,sans-serif]CIA ve KGB Parapsikoloji Savaşlarında[/FONT]
[FONT=comic sans ms,sans-serif]
Parapsikoloji, geçmişte ve günümüzde bilimsel olarak tartışılsa da, yıllarca gizli deney ve araştırmalarda kullanıldı. Başta CIA, FBI ve Sovyet istihbarat servisi KGB olmak üzere gizli örgütlerin de bu yöntemleri yıllarca kullandığı ortaya çıktı. Parapsikolojinin günümüzde de hala gizli örgütler tarafından kullanıldığı belirtiliyor. İşte soğuk savaş döneminde, gizli örgütlerin parapsikoloji yöntemleri.
KGB ve CİA zihin konrtol için çok büyük paralar harcadı 1970`te başlayan deneyler yaptı.

1970`li yıllarda her iki ülkenin gizli servisleri, parapsikolojiyi kullanarak, birçok gizli bilgiyi elde etmişlerdi. ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında parapsikolojik çalışmalar için 6 milyar dolarlık bir bütçe ayırmıştı. Pentagon`un `Medyum Teknolojik Risk Projesi` adı altında psişik güçleri olan Madam Zodiack`ı kullandığı ve SSCB`nin denizaltı rotalarını tespit ettiği de yıllarca dile getirilen iddialar arasındaydı. 11 Eylül saldırılarının ardından FBI, olası terör saldırıları ile Ladin`in yerini sordu parapsikologlara sordu. Bu olayla birlikte ABD istihbarat servisleri, terörle mücadelede parapsikologları etkin bir şekilde kullanma kararı aldı. Parapsikolojinin temel kavramlarından telepati de güçlü devletler için gizemli bir silah anlamındaydı. Sovyetler Birliği ve ABD`de bu konuda yıllarca bir çok deney yapıldı. SSCB`de Prof. Vassiliyev`in 1930`larda yaptığı araştırmalar ilginç örneklerden birini oluşturuyor. Deney için yaşları 25 olan İvanova ve Fedorova, isimli iki ruh hastası kullandı. İvanova deney odasında beyin dalgaları, cilt direnci ve diğer biyolojik fonksiyonları ölçülecek şekilde aletlere bağlanıyordu. İvanova`ya telkinle hipnoza giriyordu. SSCB`nin beyin göçü deneyi
Cihazlar da bunu kaydediyordu. İki kadın önceleri ayrı ayrı odalarda, daha sonra da uzak mesafelerde transa sokuldu. Beyin yoluyla birbirlerine gönderdikleri mesajlar kaydediliyordu. Deney, kurşun tabutta ve deneklerin birbirine 1500 kilometre uzaklıkta iki şehirde bulunduğu ortamda da tekrarlandı. Sonuç aynıydı. Denekler, hipnotize olduklarında, birbirlerine telepatik yöntemle mesaj gönderebiliyorlardı. Deney başka denekler üzerinde de denendi ve aynı sonucu verdi.

ABD`nin zihin kontrol harekatı
ABD`nin gizli araştırması ise New York Times Gazetesi`nin l6 Temmuz 1977 sayısında `ABD insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor` başlığıyla duyuruldu. Arizonalı gazeteci Walter Boward 1978`de yazdığı Operation Mind Control

( Zihin Kontrol Harekatı) adlı kitabında şunları yazdı: `CIA`nın uyuşturucu ilaçlarla yaptığı deneyler hükümetin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. Bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür.`

tumgazeteler
[/FONT]
 

TakeOne

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2008
Mesajlar
6,064
Tepki puanı
38
Puanları
48
Konum
Ankara
Ben bu yazıyı daha önce okudum. Gerçekten te böyle bir şey mümkün...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SALİH MİRZABEYOĞLU VE İŞKENCE-TELEGRAM..
Av. Ali Rıza Yaman


smir.jpg

İşkenceciler
Salih Mirzabeyoğlu tam 10 yıldır esir olup, bu esaret tabiî ve anlaşılabilir bir durum değildir. 10 yıldır süren bu esaretin tabiî ve anlaşılabilir bir durum gibi telâkki edilmesi cinayetle eş değerdir.
Tarih, S. Mirzabeyoğlu’nun esaretini ‘verilen destansı bir mücadele’ olarak yazacaktır.
Destanlık çaptaki mücadelenin özellikle son 9 yılı telegram-betatron işkencesine karşı verilmiştir. Ve hâlâ verilmektedir.
Bu mücadelenin verimi; dünya çapında 13 (-14) eserdir.
Sayın Av. Taylan Tanay’ın ifadesiyle; ‘o şartlarda yaşamak bile zorken, Salih Bey’in bu kadar üretken olup, o kadar eser yazması takdir edilecek bir durumdur.’
Zaten kendisi de eserlerini bu mücadele esnasında yazdığını söyler, onları ‘Telegram-Betatron kitapları’ olarak anar ve son eserlerinin böyle anılması gerektiğini ifade eder.
S. Mirzabeyoğlu telegram işkencesini yaşayan biri olarak yazdı, eserleştirdi. Bu eserle birlikte herkes meseleden haberdar edildi. Ve neticede akademisyen, hukukçu, avukat, hapis yatan, gazeteci, vs, vs… her cenahtan, her meslekten bir çok kişiyle yaptığımız görüşmelerde hemen hemen aynı ifade kullanır hâle geldi: ‘Salih Bey’den dolayı meseleden haberdarız.’
‘Salih Bey’den DOLAYI’ herkesin bu meseleden haberdar olduğu, “Telegram -Zihin Kontrölü-’ isimli eserin ilk baskısı kısa zamanda tükendiği, milletvekilinden bakanına, hukukçusundan akademisyenine ve gazetecisine kadar bir sürü insan bu mevzudan haberdar edildiği hâlde bu işkence niçin hâlâ devam etmekte ve bu işkence karşısında niçin hâlâ üç maymunlar oynanmaktadır?
S. Mirzabeyoğlu 14 Kasım 2008’deki avukat görüşünde işkencecileri kastederek; ‘Bunlar kendileriyle değil, gösterdikleriyle mühimdir.’ demiş ve mühim bir hastalığın nişânesi olan küçük bir sivilce örneğini vermiştir.
Zati itibariyle bir değeri olmayan ve Salih Mirzabeyoğlu tarafından ‘Yumurtasızlar’ olarak tavsif edilen işkencecilerin varlıklarıyla gösterdiği şey; sistem ve ondaki kokuşmuşluktur.
Köhne yapıda iş gören herkes bu işkenceden haberdardır!
Ve herkes, herkes kadar mesuldür!
Herkes, herkes kadar mesul olduğu ve bu mesuliyetten dolayı eninde sonunda yargılanacağı için herkes ısrarla üç maymunları oynamakta, aynı herkes, ısrarla bu malûm sırrı dillendirmemektedir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Telegram
"Zihin Kontrolü"

es43.jpg
Eser no: 43 368 Sayfa1. BaskıEylül 2003
Takdim

“Hakiki edebiyat dehâsı, ortaya çıktığı her yerde, kendi içinde bir bütündür. İsterse dilin yetersizliği, dış tekniğin veya ne olursa olsun bir şeyin yetersizliği, karşısına çıkmış olsun. Onun içinde yüksek bir iç şekil vardır ki, sonunda herşey bunun hizmetine girer; karanlık ve bulanık alanda bile, sonradan berraklıkta olduğundan daha mükemmel çalışır!”


Telegram-telemetri; uzaktan zihin kontrolü, zihni yönlendirme, haberleşme, telepati, işkence... Telegram, kelime anlamıyla, bildik dile çevrilmek üzere kendi “mors alfabesi” dedikleri işaretlerle uzaktan haber iletmeye yarayan “telegraf” demek; elektrikle çalışır bir model... Aynı neticenin çeşitli usullerle sağlanır olması bakımından, bizim anlatacağımız “telegram”, sadece âletle ilgili birşey değil... Böyle bir iş üzerinde, Goethe’den işaretlediğimiz “iç şekil” davasının yeri ne?


Bilindiği üzere “edebiyat”, sadece “güzel sanatlar” anlamında söz sahasının değil, “ilm-i edeb”in bütünü anlamında bütün sözlü ilimleri de kapsar. Elinizdeki esere gelince, bir yönüyle eskilerin “istişhad” dedikleri “delil getirme ve şahid kılma” usulüyle felsefeden müsbet ilme ve şamanizmden İslâm tasavvufuna kadar geniş bir sahaya kanat açarken, diğer yönüyle bunları “hatırât” nevine dair olarak işlemektedir... Neticede her iki şekliyle de edebiyat; ve “iç şekil” mevzuunu çok önemsiyorum, çünkü bu benim “yaşadıklarımı” davam adına semerelendirdiğimin resmidir!


“İç şekil”, kelimeler ve cümleler üzerinde herhangi bir kalıb ifâdesi değil de, kelimeler ve cümleler vasıtasıyla kalıbda bir fikir hususiyetini gösteren “üslûb” ile aynı çizgide... Herşeyi hizmetine alan “birşey”, ruh, mânâ... “Zevken idrak”e mevzu imân gibi, akıl ve “unsurlar”ın titreştirdiği ruhta doğan; ruhun titreştirdiği “akıl” ve “unsurlar” ki, ruha hitab eden... Ebu Hanîfe Hazretlerinin, “söz kalbden gelince kalbe hitab eder” hikmetinden bir çizgi... Sonunda herşeyi hizmetine alan; alabiliyorsa, işte “iç şekil”... Karşınızdayım!

“Bu bir din mi, ilim mi çekişmesidir!” diyen Telegramcılar’ın, meseleyi yanlış ortaya koymaları ve sahtekârlıkları bir yana, sadece “iç şekil” bahsinde vurgulananlar bile, ruhun, “beynin irtisamları” olmadığını göstermeye yeter. Tıpkı gözün, görme sıfatının organı-âleti olması gibi, beyin de düşüncenin organı. Beyni ne kadar teshir edersen et, –edebildiniz mi?–, sizi “yücelerinizle” beraber “sin kaf” eden yanım ve “acı” duygum bile, benim uğrunda idam cezası aldığım dava tezimi delillendiriyor: Önce ruhçuluk, ardından “ruhçuluğun hakikati ne?” davası!


Şair Bodler’in, simyadan mülhem, sevgilisine “sen bana çamur verdin, ben ondan altun yaptım!” demesi gibi, bize zehir yedirdiler, biz onu panzehir ve bağışıklık aşısı yolunda kullandık. Bir bakıma Türkiye’de pratiği –teorisi de!– benimle meşhur olan bu iş, “ilim sınır tanımaz” tesellisiyle Lût kavmine parmak ısırtır melânete ve yardımcı unsurlarla insanı robotlaştırmaya davranmışken, diğer yönüyle “dünyada” da kıstırılmış fertler üzerindeki tecrübelerin sınırını aşamamıştır. Bu ikazdan sonra bildirmeliyim ki, gerek yaşamış kobay ve gerekse mevzuu alâkadar eder buudları işaretlemek bakımından, galiba dünyada da ilk örneğim!

Mevzu, bilinmeli; tedbirin yarısı bundan geçer... Ve abartılmamalı; bu yoldan kendisine lüzum kalmadan tesirin kat ve kat arttırılmasına fırsat verilmemeli!


Son dakika haberi verir gibi, Adlî Tıb’dan olduğunu söyleyen kuyruk bir tipin 13 Ağustos 2003 tarihli “milliyetsiz” bir gazetede çıkan sözlerini aktarmalıyım:
— “Salih Mirzabeyoğlu, beni zihin kontrolüyle terörist yaptılar diye Adlî Tıb’dan yardım istedi. Kendisine yardım edeceğiz. Bu işleri CIA yapıyor. Aftan istifade etmek için de böyle bir iddiada bulunmuş olabilir!”
Bu, mayın tarlasına sürülen tombulca ve eşek tipli şöhret heveskârı adamcıklar bir yana, kimlerin yüreğine kâbus gibi çöktüğümüz belli. Sözleri üzerine yorum yapmama gerek yok: Herkesin malûmu ki, ismimin yanına kötü söz yakışmaz. Bu soydan haberlerin resmî kanallardan teşvik ve tasvib gördüğünü bildiğim için de, hep söylediğim şeyi tekrar hatırlatayım: Hukukunuzu nideyim!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İÇİNDEKİLER

TAKDİM
1. LEVHA PERDE ARKASI
Şah Mat
Atatürk
Ali-M......d
Abdest
1980 Sonrası



2. LEVHA GENEL BAKIŞ
Robot Kimlik
Klâsik Bir Zihin Kontrol Operasyonu
Bizi Uydudan Yönetiyorlar
Siborg: Yarı İnsan, Yarı Robot
Meğer “Dijital Manyaklık” Kurbanıymış
Erdiş’i Çip Yönetiyormuş
Basın Faslı-Müdafaam’dan
ABD’nin “Siyah Elbiseli” Paniği


3. LEVHA ŞAMANİZM
Şamanizm
Şamanizm ve Toplum
Misâl: Yakut Şamanları
Misâl: Sibiryalı Şamanlar
Taoizm
Balık Sembolü
Organik Olmayan Varlıklar
“Suzi Müzü”
Üçüncü Cins


4. LEVHA PRENSİPLER
Pranga
“Ben”de Kurulan Dünya
Şuur Süzgeci
Uyarma-Aşılama
İradenin Kırılması ve Yönlendirilmesi
“Olayı Körüklemek”
Hipnoz
Karın Bölgesi
Şamanizmin Mahiyeti


5. LEVHA RENK TERAPİSİ
Aura-Hâle
Uzaktan Tesir
Elektromanyetik Alan
“Düşünce ve Enerji”


6. LEVHA İLÂÇ VESAİRE
İlâçlar
Çeşitli Uygulamalar
Ses ve Enerjinin Düzenlenmesi
“Acaib Hayvan”


7. LEVHA EDEBİYAT
Castaneda
Parça Parça
Freud
Tao Hakkında
“Sabitcan”
“Mankurt Adam”
“Bilinmeyen Hitler”den
“Doğuşlar”
Nadir Bey’in Sırrı


8. LEVHA FİZİK-KİMYA VE TEKNOLOJİ
“Kirlian Etkisi-Kirlian Dedektörü”
Kirlian Fotoğrafçılığı
Bilgisayarla Beyne Bilgi Yükleme
Bir Mülâkat


9. LEVHA CİN VE BÜYÜ
Rejisör
Görüntü Meselesi
Hologram
Perisperi-Cinn
Şamanizm ve Cinlenme
Büyü-Büyücü
Şamanizm ve Büyücülük
Siyasî Buud
Büyücüler-Deliler


10. LEVHA İSLÂM TASAVVUFU
Divane ve Deli
Mektup Sureti
Keramet-İstidrac
Bir Misâl
Beyin ve Şuur


11. LEVHA İNTİHAR
Ölçü
Maristan
İntihar


12. LEVHA EK
Hafıza
Mezon
Psikometri
Ruhî Muharrikiyet
Ve Lâzer Işınıyla
Castaneda’dan
“Işık Hüzmesi”
“Cızırtı ve Kaynama Sesi”
“Uçtu Uçtu!”
“Vücut Isısı”
Zihin Okuma ve Denetleme
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
zihin.jpg

İşkence –Zihin Kontrolü ve TTB
Dr. Nevzat Şipleme

‘Güzel şeyler de oluyor’ dedirtecek gelişmelerden birisi halinde geçtiğimiz günlerde bir meslek içi eğitimi aldık…
TTB, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığının eş güdümü ile ve kıymetli öğretim üyesi Prof. Şebnem Korur Fincancı hanımefendinin öncülüğünde “işkence” nedir, nasıl tespit edilir, hekim, savcı ve hakimlerin bu insanlık suçuna yönelik neler yapabileceği tezi üzerine kurulu, “İstanbul protokolü” adı verilmiş ve uluslararası kabul görmüş yaklaşımın tanıtılması merkezli bir eğitim idi. Tam üç gün sürdü, ziyadesiyle faydalandık… Tüm ilgili kurum ve kişilere içten teşekkürlerimizi bir kez daha buradan iletelim…
Bu konuda ‘resmi kurumlarda ilgililerine eğitim veriliyor’ aşamasına gelinmiş olması her manada güzel bir gelişmedir şüphesiz… Hem sivil toplum kuruluşları adına hem de hükümet adına... Neticede onlar istemese işkenceyi bir insanlık suçu olarak görmeseler bu eğitimler gerçekleştirilemezdi…
İşkence denilen şey… bir insanlık suçudur… Tam bir farkındalık oluşmamış, toplumda herkes düşman gördüğüne yapılabilecek bir tür ceza olarak görüyor… Heyhât bu bir cezalandırma değildir… Hukuki manada kişinin eylemine uyar şekilde nasıl cezalandırılacağı kanunlar ile belirtilmiştir… Bahse konu ceza kişi- toplum vicdanını rahatlatmaya yetmiyor olabilir bu ayrı bir meseledir… Mevzunun yeri burası değildir…
Uluslararası kabul görmüş İstanbul Protokolü bu konuda daha net ifadeler içeriyor…
Uluslararası hukukta mutlak biçimde yasak olan işkencenin tanımını İşkenceye Karşı Sözleşme şu şekilde yapmaktadır:
Bu sözleşmenin amaçları bakımından “işkence” terimi, bir kişi üzerinde kasıtlı biçimde uygulanan ve o kişiden ya da üçüncü bir kişiden bilgi edinmek yahut itiraf elde etmek; o kişinin yahut bir kişinin gerçekleştirdiği yahut gerçekleştirdiğinden şüphelenilen eylemden ötürü onu cezalandırmak; yahut o kişiyi yahut üçüncü kişiyi korkutmak yahut yıldırmak gibi amaçlarla; ya da ayrımcılığın herhangi bir türüne dayanan herhangi bir nedenle, bir kamu görevlisi ya da resmî sıfatla hareket eden bir başka kimse tarafından bizzat yahut bu kimselerin teşviki ya da rızası yahut da bu eylemi onaylaması suretiyle yapılan ve gerek fiziksel, gerekse manevi ağır acı ve ıstırap veren her hangi bir eylemdir. Bu, hukuka uygun yaptırımların sadece uygulamasından doğan, bu yaptırımların kendisinde var olan yahut arızi biçimde oluşan acı ve ıstırabı içermez”
Yani kanun olarak cezaların arasında falaka varsa ve adam şu işi yaparsan şu kadar falaka diyorsa bu işkence tanımlamasının içine girmez…
İşkence yalnızca fiziki eziyetten ibaret değildir. Gerek fiziksel gerekse manevi ağır acı veren her hangi bir eylemdir… Kişinin öz saygısını yitirmesini sağlamaya yönelik, onu yıldırmaya, iddialarından, inançlarından vazgeçirmeye, sosyal yönden etkisizleştirmeye kimliksiz- kişiliksizleştirmeye yönelik kasıtlı bir uygulamadır…
Bu manada işkence görmüş, gördüğünü iddia eden kişinin ruhsal psikiyatrik değerlendirmesi de işkencenin sonuçları açısından mühimdir ve işkencenin komponentleri arasına girer.
“İstanbul Protokolü”nün bu husustaki yaklaşımı gayet yerindedir. Hadisenin yol açtığı psikolojik tahribatın objektif delil olduğunu belirttikten sonra ilaveten demektedir ki, “Travmayla ilişkili bir ruhsal hastalık tanısı, işkence iddiasını destekler; ancak bir tanının kriterlerinin karşılanmaması kişinin işkence görmediği anlamına gelmez, böyle yorumlanamaz.”
İstanbul Protokolü ismi verilmiş ve uluslararası kabul görmüş bu “belge”de “zihin kontrolü” adı verilen “işkence” usulünün bulunmaması, esamisinin bile okunmaması dikkatimizi çekti. İnanmama mı, kasıtlı yok sayma mı anlayamadık…
Bu zihin kontrolü meselesi uzun zamandır toplum gündeminde olan bir ciddi iddiadır. Buna rağmen, tüm bu çalışmalarını takdirle karşıladığımız TTB başta olmak üzere “işkence” bahsine hassasiyet gösteren, eğitime katkı veren tüm kurumların ve eğitimci sıfatı taşıyan arkadaşların “zihin kontrolü” ismi verilen işkence türünü yok saymaya yahut gözardı etmeye yönelik tavırları kabul edilemez bir yaklaşım olarak kaldı zihinlerde...
Zihin kontrolü hakkındaki sorumuza “ilgilenen arkadaşımızın paranoyak şizofren olduğu ortaya çıktı” şeklindeki yaklaşım, işin gerçeği bizi hayal kırıklığına uğrattı… Zira bu tekamül etmiş işkence yöntemi modern ilmin ve tekniğin imkanları ile yapılabilen bir uygulamadır…
Zihin kontrolü denilen hadise daha çok “kıstırılmış” kontrol altında tutulan kimselere uygulanabilen kabaca ve kısaca “nörokimyasallar, nöromagnetik dalgalar, sonar dalgalar, radyo dalgaları kullanılarak” kaba, banal yöntemlerde olduğu gibi, ama daha sofistike yöntemler eşliğinde, insanın iradesini kırmaya düşünce yapısını değiştirmeye ve teslim almaya yönelik yapılan bir tür işkence yöntemidir.
İnternette kısa bir gezinti yapılsa hakkında epey malumat edinilebilecek bir hadisedir zihin kontrolü… Sıkıntısı, ispatlanması zor olmasındadır… Ve bu tür iddia sahiplerinin paranoyak şizofren oldukları şeklindeki nitelemeye maruz kalmaları da kolaydır elbette… Tersinden kastınız yoksa eğer bir kısım iddia sahiplerinin böyle paranoyak şizofren olmaları bağlayıcı kıymet taşımazlar.
Şakağına silah dayanmış öldürüleceği iddiasıyla korkutulup tetiği çekilmiş bir insanın yaşadığı sıkıntıyı neyle ispat edeceksiniz… Bunun bile şahısta yol açtığı psikolojik değişimlerin tespiti yolu ile ispatlanabilir olduğunu söyleyeceksiniz, ama…
Birtakım teşhis imkanlarının olmadığı zamanlarda fiziki bir bulgu vermeyen eziyet yöntemlerinin olduğu malum… Psikolojik bulgular da hakeza öyle…
Beyler; işkenceyi ve işkencecilerin varlığını kabul etmeyen, “yok bir şey ispatla da görelim ve sorumlularından hesap soralım” diyerek masum pozisyonunda zımni destek vermiş olanlardan olmak istemiyorsanız bu iddiaları ciddiyetle dikkate almak zorundasınız…
MODERN BİLİMİN VE TEKNİĞİN ULAŞTIĞI İMKANLAR EŞLİĞİNDE İCRA EDİLEN MODERN BÜYÜ KABUL EDİLEBİLECEK OLAN BU İŞKENCE TEKNİĞİNE KARŞI TAVIR ALMAK ARTIK NEREDEYSE MODASI GEÇMİŞ İŞKENCE USULLERİ İLE UĞRAŞIP, NEFS YELLEMEYE –KENDİMİZİ TATMİN ETMEYE- BENZEMİYOR MU YOKSA?
Bizleri, inanmamaya yahut yok saymaya iten saik nedir?
Bugün zihin kontrolünün tespiti ve teşhisinin zorluğu iddia sahiplerini hafife almayı mı gerektirir, öyle mi davranılmalıdır… Ya varsa, ya gerçekse endişesi neden taşınmaz? Aksi halde bu hafife alma tavrımız işin sorumlularına katkı sağlamak, zımnen destek vermiş olmak sonucunu doğurmaz mı? İlle de başınıza, başımıza gelmeli de ondan sonra mı harekete geçeceksiniz, geçeceğiz?
İspatlanması zor, ama elbette mümkün bir iddia olan bu “zihin kontrolü” bahsi aynı zamanda bir güvenlik sorunudur ülke açısından ve emperyalist, kapitalist sistem için güçlü bir silahtır. Ve bu silah BOŞA ÇIKARILMALIDIR… Türkiye’nin tabiplerinin birliği olan yapı dahi ülke güvenliğine atfı olan böyle bir konuda sessiz kalamaz, kalmamalı.
Velev ki bu eğitimler Avrupa Birliğinin sponsorluğunda yapılmış olsa bile?..
Yaşanılası bir dünya ve olunası insan için TIBB-I HAKÎM?..
www.tipkulturu.com
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Zihin Kontrolü

Dr .Sinan CANAN

Bilgi (information) , insan davranışlarını yönlendiren en önemli etkenlerden bir tanesidir. İnsanoğlunun yaşam süreci içinde karşılaştığı olaylara cevap olarak üreteceği davranışlar için bir hammadde sağlayan bilgi, çoğu kez bu davranışları bizzat şekillendirir. Dolayısıyla, bilginin kaynakları ve sunuluş biçimleri, doğrudan davranış kalıplarının etkiler ve insan davranışlarına yön verir. Günümüzde teknolojideki başdöndürücü ilerleme ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, bilginin, belki de gelmiş geçmiş en büyük silah olarak kullanılması konusunu kaçınılmaz bir şekilde önümüze getirmektedir. Bilgi yoluyla zihin ve davranış kontrolü, her birimizi bireysel olarak ilgilendirdiğ i için, sanıldığından çok daha büyük öneme sahiptir. Zira, bireyin bilinçlenmesi, toplumsal zihin kontrolünü güçleştiren en öenli faktörlerden birisidir ve zihin kontrol mekanizmaları en çok da bu alanda işletilmektedir.

Zihin Kontrol Yöntemleri
Komplo teorileri ve bilim-kurgu meraklıları için zihin kontrolü, vazgeçilmez ve çekici konularda bir tanesidir. Örneğin ünlü “Mançuryalı Aday” filminde, savaş gazisi askerlerin beyinlerine yapılan bir operasyonun, onları belli komutlara duyarlı robotlar haline dönüştürmesi ve bu askerlerin bir suikast silahı olarak
kullanılması anlatılır. Gerçekte bu tip zihin kontrol yöntemleri teorik olarak mümkün olmakla birlikte, pratik uygulanabilirliği oldukça sınırlıdır ve kitlesel kontrol için uygun yöntemler değildirler. Yine son zamanlarda, özellikle elektormanyetik silahlar ve elektormanyetik (EM) dalgalarla zihin kontrolü konusunda yapılan spekülasyonlarda, bilimsel verilerle safsatalar biribirine karıştığı için ortalıkta göz gözü görmüyor! Kaynakları okuyan sıradan bir okuyucu, adeta CIA’nın merkez ofisindeki bir operatörün İstanbul’daki bir kişinin zihnini uzaktan, adeta bir oyun çubuğuyla kontrol edebileceğini, insanların aslında kolaylıkla robotlaştırılabilecek yaratıklar oldukları sanrısına kapılabiliyor.

EM dalgaların biyolojik dokuları, özellikle de beyni etkilediği bilinen bir gerçektir. Fakat insan davranışları çok karmaşık bir yapı sergilediğinden, beynin özel bölgelerine operasyonlarla bir takım minik elektrotlar yerleştirmeden, dışarıdan insan davranışlarını kontrol etmek oldukça zordur. EM dalgalarının bir çoğu, canlı bedene gönderildiğinde onu sadece biraz “ısıtır”; diğer başka tip EM dalgalar ise dokuda kalıcı hasarlara neden olabilir. Teorik olarak, beynin bazı zihinsel durumlarda yaydığı özel dalgaları algılayarak, buna uygun elektromanyetik sinyalleri tekrar beyine gönderip, çalışmasını etkilemek mükün olmakla birlikte, pratikte bunun yapılabilirlik ihtimali oldukça düşüktür (teknik zorluklara bağlı olarak). Bir başka güncel teori ise, özellikle görsel basında, hızla akan görüntüler arasına serpitirilen bilinç- altı (subliminal) mesajlarla yönlendiriliyor olduğumuz meselesidir. Bir düzeyde gerçekliği olmakla birlikte, bu tip yöntemlerin de istenen kitlesel etkiyi yaratmaktan uzak olduklarını biliyoruz.

Fakat zihin kontrolü için tek yol bunlar değil. Aksine, bu yöntemlerin yazılı ve görsel basında sıkça yer alması, aslında günlük yaşamda adeta bir bombardıman halinde üzerimizde denenen bir çok “günlük” zihin kontrolü yönteminin gözden kaçmasını sağlıyor ve insanların, özellikle bu tip konuları “merak etme eğilimi gösterenler”in zihinler, bilim-kurgu yöntemlerle meşgul ediliyor. Özetle, “zihin kontrolü paranoyası” ile zihin kontrolü!

Günlük (!) Zihin Kontrol Yöntemleri
Aşağıda, alınan bu bilgiler ve sosyal etkileşimler sırasında karşılaşabileceğ imiz binlerce zihin kontrol yönteminden birkaç tanesini sıralamaya çalışacağım. Bakalım her birimiz günlük yaşamımızda bunlardan kaç tanesine maruz kalıyoruz?

1.Grup baskısı: Ait olunan grubun değerleri dışında değerlerin kabul edilmemesi için yapılan telkinler, sınırlamalar bütünü.
2.Eski değerlere saldırı: Yeni bir takım fikirlerin kabulünü kolaylaştırmak için eski değerlere saldırarak onları gözden düşürmeye çalışmak (Bunun örneklerini sıkça yaşıyoruz).
3. Meta-iletişim: Konuşma veya yazma sırasında sürekli belli bir kelimeler dizgesini yahut belli bir jargonu kullanarak ana içeriğin üstünde mesajlar verme (örneğin, konuşmalarda sürekli olarak “ultra- yeni Türkçe(!)” kelimeler ve anlaşılması zor ifadeler kullanarak verilen “ben sizden değilim/seçkinim” mesajları).
4.Soru yasaklama: Otorite kullanarak, grup/cemaat/ rejim içindeki hakim düşünceyi tehlikeye sokabilecek soruların önünün kapatılması, soru sormanın ayıplanması, cezalandırılması .
5. Lisan suistimali: Lisanın kasıltı ve yaygın bir biçimde kötüye kullanılması ile insanların lisan yeteneklerini, dolayısıyla düşünme ve algı melekelerini sakatlamak (Televizyonları mızdaki yaygın argolaşma ve lisan bozukluğu, bir örnek olarak verilebilir) .
6. Celbedilmiş Söz-yitimi (afazi): Tıbbi bir terim olan ve konuşma/anlama melekelerinin yitirilmesi anlamına gelen ‘afazi’nin toplumbilimsel türevi (isimlendirme, Sayın Alev Alatlı’ya aittir). Kelimelerin anlamlarında karmaşa yaratarak ve aslı/tanımı olmayan yeni kavramlar ortaya koyarak, insanların iletişim yeteneklerini baltalamak ve kişileri, aynı dili konuşmalarına rağmen,
birbirlerinin dilinden anlamaz hale getirmek (Ülkemizin temel sorunlarından bir tanesidir; örnek: Televizyonlardaki bütün tartışma programları).
7. Giyim kodları: Giysilerde belli biçim ve işaretler kullanılarak mesajlar verilmesi; giysilere, aslında olmayan mesajlar yüklenmesi ve bu sayede insalar arasındaki farklılıkları pekiştirme/vurgulama çabası (örneklerini her gün görebiliriz).
8. Slogan atma/Slogan Düşünce: Topluluğa ait düşünsel kalıpların bireyler arasında bilinçsizce ve sorgusuz olarak kabul edilmesine yönelik, yüksek sesle tekrarlanan sloganların atılması, sloganvari ifadelerin her fırsatta tekrarlanması (ki, bu yöntem, orijinal düşünce karşısındaki en önemli engellerden bir tanesidir).
9.Parasal bağımlılık: Mali kaynaklar üzerinen bağımlı hale getirme. Bu şekilde bağımlı hale geitirlen birey veya topluluğun yönlendirilmesi büyük ölçüde kolaylaşır.
10.Sosyla yalıtım: Tehlikeli veya riskli dşünce/eylem sahibi birey veya grupların genel topluluktan ayrılması, iletişimlerinin kısıtlanması.
11.Kontrollü korku/paranoya: Toplumu veya bireyi sürekli gergin, korkulu bir halde tutmak üzere senaryolar üretme (A.B.D. yönetiminin kendi halkına karşı uyguladığı en yaygın kontrol yöntemlerinden bir tanesidir).
12.Zihin dumuru / Limbik ateşleme: Beyinde, cinsellik, iştah, zevk gibi duyularla ilişkili bölgelerin (örneğin Limbik sistemin) aşırı olarak uyarılmasını sağlayarak, üst beynin yüksek zihinsel işlevlerini dumura uğratmak, bireyleri zevkperest robotlara dönüştürerek, potansiyel düşünce suçlarını ve fikri tehlikeleri bertaraf etmek (Haber bültenlerinde, müzik kanallarında ve bazı özel kanalların genel yayın politikasında gözleyebileceğ imiz cinsel, hatta sapkın içerikli haberler, diziler, filmler ve görüntüler, örnek verilebilir) .

Yukarıda sayılanlar, aşikar bir çok yönlendirme mekanizmasının yanı sıra işleyen, biraz daha örtülü yöntemlerden sadece birkaç tanesidir. Haber bültenlerinde haberlerin veriliş tarzının kanallara göre nasıl farklılıklar gösterdiğini, Amerikan filmlerindeki kahramanlık temalarını, gözümüze sokulan ve “izlenme rekorları”
kırdırılan dizilerde bize öğütlenen yaşam tarzlarını şöyle bir düşünmek yeter aslında. Bunlara benzer daha binlerce yöntemin var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yöntemlerin hiçbirisi tek başına bireyi veya toplumu yönlendirmede çok fazla etkili değildir. Fakat bunların birleşik halde, topyekün kullanılması, tahminlerin çok ötesinde kontrol başarısı sağlayabilir. Özellikle ülkemizdeki bir çok anormal toplumsal davranışın altında bu tip nedenlerin de rol oynadığına kuşku yok.

Bireylerin, kitlesel yönlendirme ve zihin kontrolü konularında bilinçlenmesi, bu mekanizmaları işlevsiz kılabilecek en önemli unsurlardan bir tanesidir. Fakat çok daha önemli olan husus, değerlerine bağlı, müsbete yönlendirilebilme potansiyeli taşıyan insanlar yetiştirmektir. Zira, belli değerleri olan insanlar, menfi
yönlendirilmelerden en az etkilenen kişilerdir. Eğer bir toplum, büyük oranda hayvani ihtiyaçlarını karşılamayı birinci öncelik edinmiş fertlerden oluşuyorsa, zihin kontrolörlerinin işi hiç de zor değil: Havucu burnuna tut, at koşmaya başlayacaktır. ..



 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Adamlar bizi nakış gibi işlemişler meğer...

...




İNSAN VE TOPLUM ÜZERİNDE ZİHİN OPERASYONLARI!

Bugün küreselleşmenin önündeki en büyük engel milli direnç noktalarıdır.

Direnç noktalarını çözmek içinde belli merkezler, yeni yöntemler, taktikler geliştiriyorlar. Öylesine ki bu konuda bilimsel çalışmalar, makalelerde yer alıyor.

Pentagon'a ve NATO'ya bağlı enstitülerde çalışan fizik bilimcilerin yazdığı "Fraktal Yapılar, Yeniden kaos," "Kosmozdan kaosa, kaostan kozmoza", "Spin camları altında bunalım ve kaos" "Evrende her şey tekildir", "Multiple Intelligence/ Zeka çok parçalıdır", "Çatışma Teorisi", "Çocuk bireydir" gibi makaleler, üniversitelerimize akmaya başladı.

Ve Nato'nun fizikçileri keşfettiler ki insan beynine görsel ve işitsel yoldan tahrip kalıpları göndermek mümkündür. Ne diyorlar;

Parçaları asla birleşemeyecek asimetrik objeleri veya çağrışımları beyne gönderirsen beynin zemini parçalanır.!

Asimetri beynin düşmanıdır, beyne uyumsuzluk gönderirsen matematiksel dengeler kırılır!

Negatif çağrışımlı sözcük, bellekteki ilgili pozitif kavramı siler.

İnsan beyni ışıkla çalışan bir mekanizmadır, bu ışığı karartan karanlık renk ve simgeler beyne gönderilirse beynin ışığı karartılabilir..

Evrende var olan ışık içerisinde insanda olan her şey vardır, ışık zararlı titreşimlerin taşıyıcısı olarak kullanılabilir.

İnsanların birbirine negatif enerji gönderecekleri, sürekli çatışma ortamı oluşturun; Akademik adı çatışma stratejisi, medyadaki karşılığı dedikodu programları.


Kullanılan taktikler :


Bilgiyi o kadar ufak parçalara ayır ki parçalar birbiri ile buluşamasın! Bozuk Boz-Yap oyunları kullan!


Tarih kavramını boz, hem dikey hem yatay olarak asimetriler yarat ki tarihsel süreç algılanamasın! Değişik tarihlerde yaşanmış olayları aynı ünite içerisinde anlat ki zaman mefhumu kalmasın. (Zamanda sınırsızlık beyni dağıtır.)


Dil; beynin zihinsel faaliyet aracıdır, dili boz-parçala-kır.


Yazı; beynin bütünü algılama özelliğine aykırı hale getirilsin, cümleler, kelimeler ve heceler harflerine kadar farklı renk-punto-karakter lerle parçalara ayrılsın!


Eğitim; onu yıkmaya herkesin zihinsel olarak hazırlanması gerekir, bunun için Türk sosyal müfredat programının aleyhinde kampanya başlat, genel kabul görecek simge sözcük seç, yıkılacak olan bu imiş gibi imaj yarat. (Seçilen sözcük: Ezberci Eğitim!)


Beyni karartacak renkler, algılanması güç ve akıl dışı şiddet görüntü ve sesler, beyinleri ardı ardına gelen depremler gibi sarsmalı.


Hayali düşmanların karşısında çaresiz kalan insan öyküleri uydur. Çünkü, korku ve şiddet beynin en büyük düşmanıdır, beyin kendini korumakta aciz kalır, kişi çaresizlik duygusu yaşar, teslim olma sonucuna götürür.


Beyne sürekli negatif enerji yükleyen sözcükler gönder, pozitif enerjiyi körelt, olumlu / pozitif sözcükleri bozarak anlamsızlaştır, bu yolla zihinsel faaliyeti yok et! Negatif çağrışımlı sözcükleri bu amaçla silah olarak kullan! Ders kitapları bu amaçla yazılmaya geçilmeliydi, YÖK Dünya Bankası dairesi açıldı, 1995-2005 arasında "Çoklu Zeka" adıyla beyin çökertme yöntemleri itibarlı tez konusu olarak üniversitelerimize ve MEB içerisine yerleştirildi.


Dengesizliği yazı ve resimlerle, topluma bombardıman et.(1.Sınıf Türkçe kitabının ilk sayfasında dengesiz duruştaki bir çocuk karikatürü yerden çöp topluyor!) Türk insanının beynindeki doğru tarih bilgilerini paramparça etmek üzere geliştirilmiş bir psikolojik bombayı nihayet üretebilmişlerdi: Bu bombayla parçalara ayrılan zihinde bellek kayıtlar otomatik olarak dağılacaktı! Sonrası, domino taşı gibi yıkılmaya devam ederdi.


Bilinen toplumsal kavramların çağrışımını değiştir.


Bir toplumsal deprem dalgası, kaos yarat, bu kaosta içeriği değiştirilmiş kavramlar kullan, akılları sars, doğru düşünmeyi yok et.


Türkiye’de yaşananları bu açılardan değerlendirdiğimizde nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız düşünmek gerekmiyor mu? Toplumun önüne koyulanlara bir bakın. Yanıltma sözcüğü olarak seçilen başlıkları düşünün!
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ZİHİN KONTROLÜ HER YERDE !



Bir çok yönü ile Türkiye'de zaman zaman gündeme gelen bu meseleye özellikle internet medyasında bir çok yerde her yönü ile bahsedildiğine şahit oluyoruz.İnternetin gizemli dünyasında bazıları bu meseleyi enine boyuna irdeleyerek insanımıza aktarırken bir kesimde komplo teorileri şeklinde Telegram hadisesini sulandırma ve yahut inanmadıklarını açık etme şeklinde ki yorumlarla mezuları işliyorlar.Bizde bu hususta yaptığımız internet gezi ve araştırmalarından oluşan dosyamızı sizlerle paylaşmak istedik ve oldukça önemli ve bir okadarda mühim olan verilere ulaştık.İşte her yönü ile ;

TELEGRAM-ZİHİN KONTROLÜ

Günümüzde bazı çok basit sorular sorulabilir. "İnsan zihni nasıl kontrol edilebilir?" gibi, "Peki ama ne için?" gibi. Bilinen o ki, masum bilimsel meraklar, kısa sürede tehlikeli fantezilere yol açabiliyor. "Askeri, politik ve istihbarat alanlarında "zihin kontrolü" yapılması örneklenebilir. Niyet masumdu başlangıçta. Zihin kontrolü ile hastalıklar tedavi edilebilirdi. Ancak "soğuk savaş" ve devamındaki yıllarda masumiyet yitirildi. Sonuç dramatik..


Günümüzde, Batı Dünyası'nda özellikle İngiltere'de ve A.B.D.'de gizli terörizm sıkça kullanılmaktadır. Bu terörizm, meselâ halka açık bir mekânda bir bomba patlatılarak yüzlerce masum insanı ya da – doğru veya yanlış bir şekilde suçlanan aşırı uçlardaki politikacıları öldüren veya yalanlayan tipte bir hâdise değildir.Bu hâdise temelde, çok sayıda masum insanın uzak bir bölgeden ferdî veya kitlesel olarak sistematik bir şekilde, fizikî ve ruhî saldırıya maruz kaldığı bir hâdisedir. Bu silâhların sahip olduğu esas güç, kurbanların saldırıya maruz kalırken, bunların dış kaynaklar tarafından yapıldığının farkında bile olmamaları ve bu sebeble de kendilerini koruyacak hiçbir imkâna sahip olmamalarıdır.Bu saldırılar, böyle bir saldırıdan hiç şüphelenmeyen kurbanlarda:

Hafif veya şiddetli baş agrisi, sinirlilik ve huzursuzluk, atalet ve bitkinlik, stres Mide bulantısı uykusuzluk Göz hasarı, felç, saldırganlık ve öfke Paranoya ve panik atak, isteri, şizofreni, halisünasyonlar Hafıza kaybı, düzensiz düşünceler, karakteristik olamayan duygulanmalar Tedirgin davranışlar, akıl karışıklığı, ümitsizlik Beyin ve sinir sistemi hasarı, kalp çarpıntısı, hızla ilerleyen kanser İntihara varan şiddetli depresyon
Gibi sayısız değişik emarelere sebep olabilir.

zihinkontrol_zihin78ae.jpg

UZAKTAN BEYİN KONTROLÜ" İLE DAVRANIŞ DEĞİŞTİRME DENEYLERİ VE MEVCUT STATÜKOYU DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞAN İNSANLARA KARŞI SUİKASTLER YAPILMASI İÇİN, GÜNÜMÜZDE BİRÇOK MASUM VE HABERSİZ İNSAN, KİTLESEL VEYA FERDÎ OLARAK BU ZİHNİYETİN NETİCELERİNDEN ZARAR GÖRMEKTEDİRLER.


DÜZEN TARAFINDAN İSTENMEYEN VE BU SEBEBLE DE GÖZDEN ÇIKARILAN İNSAN GRUPLARI OLABİLECEĞİ GİBİ, HERHANGİ BİR KİŞİ DE "İSTİHBARAT AJANLARI" TARAFINDAN "UZAKTAN BEYİN KONTROLÜ" DENEYLERİ İÇİN HEDEF OLABİLİRLER.


vakit.jpg

Türkiye''ye Telegram'ı (zihin kontrolü) nü ilk kez gündeme getiren şu anda cezaevinde bulunan Salih Mirzabeyoğlu olmuştur Ve kendisine cezaevinde halan daha sürdürülen Zihin Kontrolü işkencesini yine yazdığı Telegram isimli Kitabı ile Türkiye'ye duyurmuştur.

Çağın en büyük gizli silahlarından biri” olarak söz edilen Telegram’ın, Mirzabeyoğlu kendi üzerinde uygulanmasının amacını şöyle anlatmıştı:
“Rezillerin en rezili insanların, aşağılığın en bayağısı tertiplerle beni yok etmek veya “mankurt adam yapmak” istemeleri, aslında benim şahsımda davama duyulan korkudandır. Telegram zihin silme, yeni şahsiyet tipi meydana getirme, kontrole alma vesaire, çok eski devirlerden beri bilinenlerin günün verileri içinde yeni şekillerle tazelenmesidir.”
,
4435.jpg



Mirzabeyoğlu’nun yazdığı ve İBDA Yayınlarından çıkan kitabının arka kapağında ise daha korkunç ifadeler yer alıyor: “Telegram: Zihin kontrolü... Bir bakıma Türkiye'de pratiği -teorisi de!- benimle meşhur olan bu iş, "ilim sınır tanımaz!" tesellisiyle Lüt kavmine parmak ısırtır melanete ve yardımcı unsurlarla insanı robotlaştırmaya davranmışken, diğer yönüyle "dünyada"da kıstırılmış fertler üzerindeki tecrübelerin sınırını aşamamıştır. Bu ikazdan sonra bildirmeyelim ki, gerek yaşamış kobay ve gerekse mevzuu alakadar eder buudları işaretlemek bakımından, galiba dünyada da ilk örneğim!”​


Av.Ali Rıza Yaman ise 'Salih Mirzabeyoğlu ve İşkence' başlığı altında kaleme aldığı yazıda;
'Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlamak pek mümkün değil. Zira diyalog şöyle gelişecektir: Şikayetin nedir? Derdini anlat… İşte şöyle oluyor, böyle oluyor… İspatlayabilir misin, psikolojik sıkıntılarından dolayı böyle söylüyor olabilir misin? Malûm hapishane şartları insana sıkıntı verir, psikolojisini bozar… Kişinin dili döner ve meseleyi ifade ederse söylemesi gereken şudur: Bahsettiğim elektirikî dalgaları elimle tutup size gösteremem ya, nasıl bir ispat istiyorsunuz? 24 saatin 25 saatinde işkence gören Salih Mirzabeyoğlu da aynı küt bakışlara muhatap kalmış olsa da, O, bu mânâda da bir ilktir. Zira O işkenceyi yaşamış, yaşayan biri olarak yazmış ve meseleyi temellendirmiştir. Ve kendisi için de daha ziyade mühim olan; ‘bu meseleyi duyurmaktır, ondan sonra iş nereye kadar giderse gider.’
betatron.jpg


Salih Mirzabeyoğlu haziran 2007 tarihli duruşmasında yukarıda da gazete küpüründe belirtilen şekli ile yargılandığı mahkeme heyetine karşı Cezaevinde İşkence gördüğünü belirterek BETADRON adlı bir cihaz ile kendisine elektromanyetik dalgalar verilerek işkence yapıldığını söylüyor ve Telegram işkencesinin bir diğer boyutunu da yine kendisi resmen açıklıyordu.

Peki Betadron Nedir?

Baran Dergisi'nin Yazarlarından Dr. Hakı Açıkalın bunu şu şekilde açıklıyor;

Betatron, 1840 yılında Illinois Üniversitesi’nde Donald Kerst tarafından geliştirilmiş bir kiklotrondur ve elektron ivmelendirme amacıyla geliştirilmiştir. Bir vaküm tübüdür. Vakum içinde elektronları ivmelendirir.
Betatron diyoruz. Özellikle de Salih Mirzabeyoğlu’na uygulanan telegram işkencesiyle birlikte gündeme bir ateş topu gibi düştü. Bu konuyu makâleye indirgemek bana uymuyor. Kitabını yazıyorum artık ve içinde yok yok. Her yazdığım bölümü de makâlat hâlinde sunacağım. Sonunda, bu iş Betatron’da Tıbb’a, oradan ideolojik savaşlara oradan da K’ın şu ânda üzerinde çalışmakta olduğu şâh-eser’e kadar varacak. İnsanoğlunun işi nerelere vardırdığnı ve bunda şeytâniyet’in gücünü teşhîr etmek ayrı bir heyecân.

Zihin kontrolü teknikleri siyasi amaçlı olarakda kullanılabilir. Bugün zihin kontrolcülerin temel amacı hedeflenmiş kişi ve grupları kendi çıkarları doğrultusunda karar almaya teşvik etmektir.Çiplenmiş ve zombileştirilmiş insanlar cinayet işlemeye yönlendirilebilir ve sonrasında ise hiç bir şey hatırlamazlar. Batı için tehlikeli görülen bir siyasi lider en yakınındaki kişi tarafından öldürülebilir ve bu kişi daha sonra hiç bir şey hatırlamadığını söyler. 1980'lerden bu yana kimsenin bilmediği gizli bir savaş tüm dünyada sürüyor. Bu süre boyunca binlerce insan kendileri farkında olmadan takılan çipler sayesinde kullanıldı ve kullanılmaya da devam ediyorlar.

Elektronik zihin kontrolü yöntemleri dışında birde kimyasal yöntemler geliştirilmiştir. Zihni bulandıran ilaçlar ve çeşitli gazlar sayesinde insan davranışları yönlendirilebilir.Bu maddelerin havalandırma sistemleri ve su borularına katılmasından kimsenin haberi bile olmaz. Size burada ufakta bir sır vereyim. Biyolojik silah olarak kullanılması düşünülen pek çok bakteri ve virüs çeşitli ülkelerde insanların hava ve suyuna karıştırılarak test edilmektedir. Ara sıra haberlerde gördüğünüz ve çıktıklarından bir süre sonra kaybolan pek çok gizemli virüs ve hastalığın temel sebebi budur.
Bugün saçma sapan konularla vakitlerini harcayan insanların tartışması ve tepki göstermesi gereken en önemli konu budur aslında. İnsanlığın robotlaştırılmasına hazır mıyız ? Tüm duygularımızın ve özel hayatımızın bir kaç bin seçilmiş tarafından kontrol edilmesine razı mısınız?Beyniniz kontrol altına alındığı zaman protesto etmek ve bir şeyler yapmak için çok geç olacaktır.(Serdar Kuru-teknoloji ve zihin kontrolü)
Bu zihin kontrolü meselesi uzun zamandır toplum gündeminde olan bir ciddi
iddiadır. Buna rağmen, tüm bu çalışmalarını takdirle karşıladığımız TTB başta olmak üzere "işkence" bahsine hassasiyet gösteren, eğitime katkı veren tüm kurumların ve eğitimci sıfatı taşıyan arkadaşların "zihin kontrolü" ismi verilen işkence türünü yok saymaya yahut gözardı etmeye yönelik tavırları kabul edilemez bir yaklaşım olarak kaldı zihinlerde...
Zihin kontrolü hakkındaki sorumuza "ilgilenen arkadaşımızın paranoyak şizofren olduğu ortaya çıktı" şeklindeki yaklaşım, işin gerçeği bizi hayal
kırıklığına uğrattı... Zira bu tekamül etmiş işkence yöntemi modern ilmin ve
tekniğin imkanları ile yapılabilen bir uygulamadır...
Zihin kontrolü denilen hadise daha çok "kıstırılmış" kontrol altında tutulan kimselere uygulanabilen kabaca ve kısaca "nörokimyasallar, nöromagnetik
dalgalar, sonar dalgalar, radyo dalgaları kullanılarak" kaba, banal yöntemlerde olduğu gibi, ama daha sofistike yöntemler eşliğinde, insanın iradesini kırmaya düşünce yapısını değiştirmeye ve teslim almaya yönelik yapılan bir tür işkence yöntemidir.(Dr. Nevzat ŞİPLEME-İşkence Zihin Kontrolü ve TTB)

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Hakkarili Kadın'ın Derdi Nedir?

t1061695374_1171013189786_1657.jpg
Eğer bunları anlatmadan önce intihar etseydim kimse bana inanmazdı.Benim başıma gelen her an herkesin başına gelebilir. Ben Allah'a inanın bir insanım Allah'a şükür müslümanım, Kuranı Kerim'in birçok suresini de ezbere olarak biliyorum. Beynimi ele geçirenler benim çok zeki olduğumu söylüyor. Helikopter ve uçaklar geçtiğinde inanılmaz şeyler oluyor ve beynim sinyal veriyor. Beynime giren ve bana komut veren kişi hem bana zarar veriyor, hem de lazerle
yaralarımı iyileştiriyor. Ailemin bütün hayatımın en ince noktasına kadar biliyorlar ve kayıt etmişler. Onlar kim ve neden bunu yapıyorlar ben onlardan öğrenemiyorum. Ama onlar her şeyi benden alabiliyorlar. Elektriğin önüne geçtiğim zaman elimden olmayan nedenlerden dolayı çok ilginç hareketler yapıyorum ve bunlar benim kontrolüm dışında gelişiyor. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama beynimde bir türlü çıkmıyor. Ben günlük ne yapıyorsam kiminle konuşuyorsa onları hepsini kayıt ediyorlar. İngilizce, Boşnakça biraz da İtalyanca ve Arapça biliyorum. Ben İngilizce bir cümleyi yanlış söylediğim zaman onlar otomatik olarak beynimde düzgün hale
getiriyorlar. Çarşıda yürüyorum beynime girip kahkaha attırıyor ve komut veriyor bana. Ben normal bir insanım bütün komşularım beni tanır, işime de gidip geliyorum. Ama beynimi ele geçirenlerin bana etmedikleri eziyet kalmadı. Elektrik ışını ile vücuduma lazer gönderip ve istediği gibi yakıp iyileştiriyor. Benim beynime Nasa tarafından komut verdiği için biyonik bir robot gibi istediğini bana yaptırıyor. Benim yaşadıklarımın psikolojik bir hastalık olmadığına inanıyorum. Beynimi ele geçirenler beni istedikleri gibi yönlendiriyorlar". işte bu ifadeler aşağıda da videosunu izleyeceğiniz Hakkari'de iki üniversite mezunu, üç yabancı dil bilen 10 yıllık
memur Ümran Oyan'ın ağzından dökülmüştür..

Basın ve Yayında da 'Hakkarili kadın NASA'dan şikayetçi'şeklinde yayınlanan bu görüntüler aslında dünyanın değişik bölgelerinde de bir takım insanların ifadelendirdiği gerçekler olarak gün yüzüne çıkmış durumdadır.




Sonuç Olarak gerek Salih Mirzabeyoğlu gerekse Hakkaride ki memur Ümran Hanıma yapılan işkence veya ifadelendirildiği şekli ile Telegram-Zihin kontrolleri bir şekilde gün yüzüne çıkarılmış ve Türkiye'de neden ve Kim'lerin bu işlere giriştiği ,amaçlarının ne olduğu da belirlenmiştir.Günümüzde devletlerarası ilişkiler, geleneksel yöntemleri aşan operasyonlarla yürütülüyor. Psikolojik harp teknikleri ve beyin yıkama, bu anlamda en sık kullanılan yöntemler. Güçlü istihbarat örgütleri, insanların düşünce ve davranışlarını kontrol edebilmenin ve gerektiğinde direnişlerini yok edebilmenin yollarını araştırıyor,buluyor ve uyguluyorlar. İnsan bilincini kontrol edebilmek amacını taşıyan deneyler, gizlice sürdürülen bir “kirli iş” olarak uzun yıllardır yapılıyor.
CIA ve MOSSAD, Beyin Kontrolüne Büyük Önem Veriyor
Memory Center Neropsikiyatri Merkezi öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Nevzat Tarhan da istihbarat örgütlerinin - özellikle CIA ve MOSSAD'ın - bu konuya büyük
önem vermekte olduğunu söylüyor:

"Bu konularda CIA, NSA, Alman İstihbaratı, MOSSAD, KGB çok detaylı çalışmalar
yapmışlardır. Hangi noktada oldukları belirsizdir. Fakat Zihin Kontrolü
psikolojik savaş için de kullanılmaktadır"

Özellikle NATO görevi yapan subaylara veya yurtdışındaki istihbaratçı personele, ya da bazı kilit noktalardaki bürokratlara özel bir eğitim ve operasyondan geçirdikten sonra istediklerini yapabilirler" diyen Selim Şeker, şu dikkat çekici ifadeleri kullanıyor: "Başbakanlara bile operasyon yapabilecek durumdalar ve Türkiye bu konuları bilmiyor, kendini savunamıyor. Sonuçta Türkiyemutlaka bu operasyonlara maruz kalmaktadır


İstihbarat ajanları bu öldürücü olmayan silâhların varlığını artık inkâr edememelerine rağmen, hâlâ bu silâhların, sürekli olarak ve artarak toplum üzerinde, “Uzaktan Beyin Kontrolü Deneyi”nin Davranış Manipülasyon ve Suikast” için kullanıldığını inkâr etmeye devam edeceklerdir.
Yalnızca toplumun büyük çoğunluğu sonunda bu gerçeği gördüğü zaman, bu askerî ve polis istihbarat hiyerarşisinin otoriteci ve vahşi zihniyetinin, toplumumuzu gizli olarak idaresi altına almasını önleyebilecek miyiz?.. “Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhları”nın varlığı ile ilgili gerçek aydınlığa çıktığı zaman, bunların bizim masum toplumumuza karşı kullanılmasını ilgilendiren gerçek de ortaya çıkacaktır. (Uzaktan Beyin Kontrolü)

n112422510936_1148.jpg

Facebook Telegram-Zihin Kontrol

Bu mesele gerçekten daha uzun yıllar boyunca belkide gündemin en üst tabakasında yer alarak devam edecektir.Çünkü iddialar ve bizzat Dünyada ve Türkiye'debu işkencenin uygulandığı insanların varlığı Telegramı kanıtlamakta olup, bugün interneti dolaşırken rasladığımız veriler ve hatta facebook'ta ki Telegram-Zihin Kontrol grupları ile bu hususta yayın yapan site-blogların varlığı gün geçtikçe artmakta olup bu hadiseye deli saçması,psikolojik rahatsızlık veya şizofrenik vak'a gibi bakanların varlığı ise bu platformlarda adeta alaşağı edilmektedir..

Anadolu Haber Günlüğü
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Zihin Kontrolü İşkencesi Mağduru K.K.: "ZİHİN KONTROLÜ TIBBÎ İDAMDIR!"

09 Ocak 2010
Furkan Dergisinin Zihin Kontrol mağduru ile yaptığı röportaj
Takdim: Zihin kontrolü var mı, mümkün mü? Hâlen tartışılan ve pek de gündeme getirilmeyen bir mevzuu. Tartışmalar devam ede dursun, biz, yaklaşık 20 sene önce İsveç’te zihin kontrolü işkencesine maruz kalmış ve Türkiye’de olmasına rağmen hâlen kendisine zihin kontrolü saldırısının devam ettiğini söyleyen K.K. ile konuştuk. Çocuğunun, yaşadıklarından haberdar olmaması için isminin ve resminin yayınlanmasını istemiyor. K.K., daha önce bir haftalık dergiye ve bu mevzuda kitab yazan bir yazara bu şartlarda verdiği röportajlar, isminin açıkça yazılması ve resminin basılmasıyla yayımlanınca bir daha medyaya konuşmama kararı almış. Geçmişe dayanan tanışıklığın verdiği güvenle K.K., medyaya konuşmama kararını Furkan Dergisi için bozdu. Biz de kendisine söz verdik ve sözümüzü tuttuk; ismini yazmıyor (baş harflerini de değiştirdik), fotoğrafını basmıyoruz!


- İsveç’e gitme sebebinizle başlayalım

- 1978 senesinde İsveç’e okumaya gittim. Okuldan sonra lokanta işletmeye başladım. Lokantacılığın yanı sıra, ırk ayrımı gözetmeden İsveç’teki göçmenlerin sorunlarıyla ilgileniyordum. Irkçılığa karşı...

- İsveç’te ırkçılık yaygın mı?

-İsveç’in temelinde ırkçılık ve İslâm düşmanlığı vardır. Biz de buna karşı göçmenlerin örgütlenmesi yolunda öncülük etmeye çalıştık.

“Buzun Altına Götürecekler”

- Zihin kontrolüne tâbi tutulmanız bu süreçte mi başladı?

- Irkçılığa karşı faaliyetlerde önde olmam İsveç devletini rahatsız etti. Bölgenin, 80 bin tirajlı yerel gazetesinden, “Irkçılığı kıran adam” diye benle röportaj yapmaya geldiler. Gazetecilere, “Beni hedef göstermiş olursunuz” diyerek röportaj isteklerini kabul etmedim. Lokanta müşterilerimden bir polis, İsveç devletinin faaliyetlerimden duyduğu rahatsızlığı dile getirdikten sonra “Seni buzun altına götürecekler” dedi.

- Tehdit etmek için mi gelmiş?

- Yok, bir dost olarak uyarmaya gelmiş.

- Dostunuz olan polisin, “Seni buzun altına götürecekler” dediğinde sizin cevabınız ne oldu?

- Bunun için bir sebeb olmadığını, vergimi verdiğimi, kanun dışı bir şey yapmadığımı söyledim. O da bana, “Bak göreceğiz” dedi.

- Dediği çıktı!

- Evet. 29 Nisan 1991 tarihinde, Göteborg şehrinde 3 arkadaşımla bir lokantada yemek yerken, İsveç gizli servisi tarafından gözaltına alındım. Beni Göteborg Polis Merkezi’ne götürdüler. İfadem alınmadan beni hücreye koydular. Tam yatağa uzanacağım, hücrenin bir tarafından “yavru yavru yükseklerden uçarsın kuma kuşu” türküsü, bir taraftan da “analarıyla cinsel ilişki kurmuş Türkler’den ve Yahudîler’den bıktık; hepinizi kudurta kudurta geberteceğiz” şeklinde küfürler içeren yayınlar başladı. Hemen “Allah Allah” diyerek ayağa fırladım. İlk önce kendimle dalga geçtim; delirdim diye. Ama kendimi iyi tanıyorum, psikolojik bir sorunum yok. Yapılan yayınları kulaktan duymuyorum! Bunları düşünürken yayınların yerleri değişti; nokta yayını yapıyorlar. Aklıma lazerin göz ameliyatlarında kullanılması geldi ve dünya için “Eyvah!” dedim.

-Niçin?

- Çünkü lazer, istenilen noktalara, istenilen güç ve oranda hiç hata yapmadan gönderilebiliyor; yani kontrol edilebilir bir enerji parçası. İnsanların beynini lazerle...

- Sizin zihin kontrolü hakkında daha önce bilginiz var mıydı?

- Hiçbir bilgim yoktu.

- O gece yayın sürekli devam etti mi?

- Belli bir süre sonra uyudum. Sabah kalktığımda, gece gördüğüm rüya için “Bu rüya bana ait değil” dedim. Ve bunların elinde rüyaları kontrol edebilen bir alet olduğunu anladım.

- Rüyanın size ait olmadığına nasıl kanaat getirdiniz?

- Dünyada en iyi kimi tanırım; kendimi! Rüya bana ait değildi, bundan emindim. Serbest bırakıldıktan sonra, İsveç emniyetinde görevli olan bir doktor tanıdığıma bunu anlattığımda bana, “Sen kimsin, bunu nasıl çözdün? Evet bizde bu tür aletler var” dedi. Hücrede, ellerinde rüyayı kontrol edebilen alet olduğunu çözdüm ama aklıma ellerinde zihni kontrol edebilen bir alet olduğu gelmedi.

- Niçin gözaltına alındığınızı söylediler mi?

- Sabah kahvaltıyı getirenler “bir sıkıntın var mı” diye sordular. Onlara akşam yaşadıklarımı anlatmadım. Sabah 8’de üst kata çıkardılar. İfademi alacak olan polis müfettişi Ake Petterson’u, 1979-80’de okuldan tanıyordum. Ona niçin gözaltına alındığımı sorunca, yanımda çalışan bir işçiyi telefonla tehdit ettiğimi söyledi. Kimseyi tehdit etmediğimi söyleyince bana telesekreter kaydını dinlettirdi. Evet, ses benimdi ama konuşmada anlamını bilmediğim bir kelime kullanıyordum. Petterson’a, “anlamını bilmediğim kelimeyi nasıl kullanırım” diye sordum. Konuşmayı tekrar dinledi ve “anlamını bilmediğin kelime yalnızca yazı dilinde ve yazışmalarda kullanılır” dedi ve “senin hiçbir suçun yok, savcılıkta serbest bırakılar” diye de ekledi. O zaman anladım ki, bunlar insan sesi taklid etmede çok marifetliler. İfadeden sonra beni tekrar hücreye götürdüler.

24 Saat Kesintisiz Ana Dilde Yayın Yaptılar
- Savcılığa çıkarmadılar mı?

- Kendisini tutukevi asistanı olarak tanıtan birisi hücreme gelip, bir ihtiyacımın olup olmadığını sordu. Ben de kendisine, gayet iyi olduğumu, rahatımın yerinde olduğunu söyledim. Çıkarken hücrede bulunan gözaltı kâğıdımı alıp gitti. Böylece o gün savcılığa çıkmam engellenmiş oldu. Ertesi gün de 1 Mayıs; İsveç’de resmî tatil. 1 Mayıs’ta çıkartıldığım nöbetçi mahkeme gözaltı süremi, mahkemenin olacağı 15 Mayıs’a kadar uzattı. O gün beni başka bir hücreye naklettiler.

- Yeni hücrede yayınlar arttı mı?

- 24 saat kesintisiz ana dilimde yayın yapıyorlardı.

- Hep hakaret içerikli mi?

- Genellikle. En sevdiğim Türkçe müzikleri çalıyorlar; Ankara Polis Radyosunun yayınlarını dinlettiriyorlardı. Benle sohbet etmek istiyorlardı.

- En sevdiğiniz müzikleri biliyorlardı?

- Evet.

- Niçin en sevdiğiniz müzikleri dinlettiriyorlardı?

- Sebebini söyleyeceğim ama o bahse gelmeden önce anlatacağım başka şeyler var.

Televizyonda Canlı Yayında Ölüm Haberimi Seyrettim

- Buyrun

- 30 Nisan akşamı yapılan yayında, Götaland’da silâhla yakalandığımı, tatbikat için Götaland’a götürüleceğimi ve orada öldüreceklerini söylediler. 2 Mayıs akşamı televizyonda 19.20 Götaland haberlerini (İsveç’te akşam ana haber saatinden on dakika önce bölgesel haberler yayınlanır.) izlerken, bir muhabir bir parkın içerisindeki ağaçlık yeri göstererek, yabancı bir erkeğe ait cesed bulunduğunu anlatırken tarif ettiği cesed ve cesede ait olan giysiler ve giysilerin markaları tıpatıp bana uyuyordu! 3 Mayıs günü hücreme yaptıkları yayınlarda ırkçı hakaretler ve beni öldürme tehditleri artınca bende radyoyu sonuna kadar açıp işkencecilere sövmeye başladım. Bir anda radyo yayını kesildi ve işkenceciler radyodan, onlara ettiğim küfürleri yayınladılar. Böylece 2 Mayıs’taki televizyon haberinin bunlar tarafından hazırlandığını anladım.

- Küfürleri sizin sesinizle mi yayınladılar?

- Evet. İşkenceciler, sesi çıkış noktasında bloke edip konuşan insanın ses tonunun aynısından, konuşmaların içeriklerini kendi istedikleri gibi değiştirerek insanlara aktarabiliyorlardı.

- İşkenceciler yayın dışında sizi rahatsız etmek için ne yapıyorlardı?

- Vücudumun çeşitli yerlerine lazer ışını yolluyorlardı. Lazer saldırısına ve yayınlara karşı içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek nefes alıp veriyordum; bunun çok faydasını gördüm.

- Sizi öldürmeye yönelik bir teşebbüsleri oldu mu?

- Bilinen işkence yöntemleri dışında öldürmeye yönelik fiili bir saldırı olmadı. Zaten zihin saldırısı yanında Filistin askısının, falakanın lafı bile olmaz. Beyne falaka çekiyorlar! Lazer saldırısıyla birlikte ellerimin derisi dökülmeye başladı.

- Vücudunuzda yanma oluyor muydu?

- Yanma yok ama belimi oynatamıyordum, kamburum çıkmıştı. Beni felç etmek için özellikle omuriliğime saldırıyorlardı; bunu da sonradan örendim. Öldüğüme yönelik televizyondan yaptıkları haberden sonra yayınlarda, “ailene senin öldüğünü söyledik” dediler ve anne-babamın ağlama seslerini verdiler.

- Anne-babanızın sesini taklid mi ediyorlardı?

- Hayır. Anladığım kadarıyla, daha önceden annemle ve babamla yaptığım telefon görüşmelerini kaydetmişler.

“Senin Kilit Kelimeni Çözdük”

- Verilen yemeklerde bir tuhaflık hissediyor muydunuz?

- Yok. Yalnız 4 Mayıs akşamı verilen yemeği yedikten sonra rahatsızlandım ve sabaha kadar uyuyamadım. Tahminimce yemeğin içine sinir bozucu ilâçlar koymuşlardı. Sabah olunca, uykusuz hâlde hücrede, içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek volta atıyordum. Bu esnada bana “senin kilit kelimeni çözdük” dediler. Ben, acaba söylerken dudaklarım mı kımıldadı diye düşünürken onlar, “Yok yok, delirdin o… çocuğu” dediler. Aklımdan geçen düşünceye cevab verdiler! Ben de düşünce yoluyla, “o… çocuğu sizsiniz! Düşüncelerimi konuşma hâline getiriyorsunuz” dedim. Hücredeki cama doğru yürürken aklıma, bunların rüyalarımı da yönlendirdikleri geldi. Ani refleksle yatağı yaktım ve üzerine çıkıp tepinmeye başladım. Hastaneye gitmek için deli numarası yapıyordum.

- Hastaneye götürdüler mi?

- Hastaneye götürmeden önce beni küçük bir odaya aldılar ve dışarıdan getirdikleri dazlaklara, beysbol sopalarıyla dövdürdüler. Daha sonrada, ellerim arkadan kelepçeli ve yüzüstü polis piketine yatırılarak Lilhagen Hastanesi’ne götürüldüm. Hastaneye arka kapıdan soktular ve odada iki kişi vardı.

- Sizi bekliyorlardı

- Evet; bir erkek, bir bayan. Erkeğin elinde yarım eldiven vardı. Ensemi ovmaya başladı. Bu sırada polis arabasında olan istihbaratçı, “bunu arabada öldüremedik, burada öldüreceğiz ama kovanları ne yapacağız” dedi. Onlara, “hücreme yaptığınız yayınlar çok güzeldi” dedim. Daha önce hiçbir şekilde onlara yayınlardan bahsetmemiştim. İstihbaratçı, “şimdi yayın var mı” diye sordu. Ben, “evet, var” deyince, yarım eldivenli olan adam sırıttı. Odadaki kadın, elinde beyaz sıvıyı bana uzatarak, “iç” dedi. “İçmem” deyince istihbaratçı silâhını ağzıma sokarak, “içeceksin” dedi. İçmemekte ısrar ettim. Ölümden korkmadığımı söyledim. “O zaman iğne vururuz” dediler. İğneden tiksindiğim için verilen sıvıyı içdim.

- Sıvıyı içince ne oldu?

- Kendimden geçmişim. Gece uyandım. Uyandığımda bir sürü aletin bana bağlı olduğunu gördüm. Odanın içinde bulunan kişilere, “siz kimsiniz” diye soracağım ama konuşamıyorum. Konuşma yeteneğimi kaybetmişim. Umursamadım, tekrar uyudum. Sabah uyandığımda odada iki genç vardı. Konuşabiliyordum; “telefon etmek istiyorum” dedim. Kabul etmediler. Hastanede ne doktor, ne hemşire görmeden beni çıkardılar.

- Yayın devam ediyor muydu?

- Aralıksız yayın devam ediyordu.

- Hastanede kaç gün kaldınız?

- 2 gün.

Çocuk Programı Sunan İşkenceci Kadın

- Gerek hücrede gerek hastanede olsun, yapılan yayınları duyuyor muydunuz yoksa…

- Duymak yok. Yayınlar, sanki ben düşünüyormuşum şeklindeydi. Yayınlar direk beyne veriliyordu. Hastanede en çok dikkati çeken şey, 2 İranlıydı. Tipleri tam Farslı tipiydi. Bir tanesi bana ismimle hitab edib, “niye yemek yemiyorsun” dedi. Şimdiye kadar beni kimseyle görüştürmeyenler niye İranlılarla görüştürmüşlerdi diye hâlâ düşünüyorum.

- Niye olduğunu çözemediniz mi?

- Çözemedim. İsveç istihbaratının elemanları beni hastaneden çıkartıp cezaevine götürürken daha enteresan bir şey oldu. Arabayla giderken kırmızı ışık yandı. O sırada bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın arabaya yaklaştı.

- Bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın!

- Evet. Yüzü seçilebiliyordu. İstihbarat elemanlarıyla bir şey konuşup gitti. Daha sonra bu kadını hapishanede gardiyan olarak gördüm!

- Niye böyle bir mizansen hazırlama gereği hissetmiş olabilirler?

- Hem bana hem de daha sonra yaşadıklarımı anlatacağım kişilere, halüsinasyon gördüğüme inandırmak için Bakınız, bana işkence yapan kadınlardan birisi, İsveç televizyonunun 2. kanalında çocuk programı yapıyordu!

- Kadınlar da mı giriyordu işkenceye?

- Evet! Zihin kontrolü ekib işi. Zihin kontrolü yapılacak 1 kişi için 20-25 kişilik ekib gerekiyor. Beni camdan aşağı sarkıttılar. Sonrada “öldün” diyerek tabuta soktular ve bana seyrettirdiler. Camdan sarkıtmadan önce Kur’an-ı Kerîm ve Türk bayrağını getirdiler; üzerlerine işemem için. Kabul etmeyince camdan sarkıttılar. Tüm bunları korkutmak için yapıyorlar. Mevzu tamamen psikolojik. Korkmadınmı, yapılan hakaretlere karşılık verdinmi ve yayınları dinlememeye çalıştınmı zihin kontrolcüler başarılı olamıyorlar. Allah’a inanacaksın ve O’na teslim oldunmu bunlar başarısız olur. Sevdiğim müzikleri yayınlamalarının sebebi de, yayınları dinlememi sağlamak. 15 Mayıs’ta olması gereken mahkeme, beni istedikleri şekle sokamayınca gözaltı süresi uzattılar. 21 Mayıs’ta mahkemeye çıktım.

- 29 Nisan’da gözaltına alınıyorsunuz ve 21 Mayıs’ta mahkemeye çıkartılıyorsunuz; neredeyse 1 ay gibi uzun bir süre. Sizi hiç arayan soran olmadı mı veya olmamış mı?

- Beni daha önce uyaran polis dostum, arkadaşlarıma, “… öldürecekler, mahkemeye dilekçe verin” demiş. Arkadaşlarım da dilekçeyi vermişler. Dilekçe sebebiyle beni infaz edememişler.

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
- Mahkemede neler yaşadınız?

- Mahkemede de yayın devam etti. Bana kurulan tezgâh orada da sürdü; berat etmem gerekirken şartlı tahliye edildim. Yaşadıklarımı anlattığım arkadaşım Hasan Hüseyin’in yaptığı araştırma sonucu, İsveç’te bu yöntemle Türk, Kürt ve Arab 15 kişiyi delirttiklerini öğrendim.

Hâlâ Yayınlar Devam Ediyor

- Tahliye olduktan sonra yayın devam etti mi?

- Etti ve hâlâ ediyor!

- Türkiye’de de mi?

- Türkiye’de de… Sizle görüşmeden 2 gün önce Merter’de lazer saldırısına uğradım. Yanımda olan eşim, korkudan 1 saat konuşamadı. Bana gelen bir MİT mensubu, “Evine giren çıkan belli değil, çıkar çevrelerine dikkat et; kendini koru” dedi. Eşim de, “Bu adam tek başına nasıl kendini koruyacak”…

- Siz ne güne duruyorsunuz…

- Evet…

- MİT ve Emniyet yardımcı olmadı mı?

- Onlardan, “Bıraksın bu işleri” diye haber geliyor.

- Niçin bu kadar üzerinizde duruyorlar? İsveç’teki doktor gibi sorarsak, siz kimsiniz?

- İsveç’te bu operasyonu kime yaptıysalar sonuca ulaşmışlar; ben hariç! Serbest kaldıktan sonra yaşadıklarımı İsveç kamuoyuna anlatmaya çalıştım ama olmadı. Beni, “seni buzun altına gönderecekler” diye uyaran emniyetteki dostum, ağlayarak evime geldi. Bana, “seni oğlum gibi severim. Buradan git, seni öldürecekler” dedi. Ben de Türkiye’ye döndüm.

- Türkiye’ye döndüğünüzde neler yaşadınız?

- Türkiye’ye gelmeden önce Bulgaristan’a sağlık kontrolü için gittim. Orada çekilen beyin EGG’sini gören doktor, “Sen nasıl yaşıyorsun, nasıl kalb krizi geçirmedin” diye hayretle sordu. Yaşadıklarımı anlattıktan sonra doktor odadan beni çıkardı, bana yardımcı olan Bulgar arkadaşıma, “Kim bu adam? Anlattıklarının hepsi doğru. Başımıza 2. Mehmet Ali Ağca olmasın” demiş. Türkiye’ye geldiğimde annemin tanıdığı bir beyin cerrahına, Bulgaristan’da çektirdiğim EGG ile gittik. Doktor yanındaki asistanla EGG’ye bakıp, “ne kadar sağlıklısın” dedi; aynı Kemal Sunal’ın filmi gibiydi! Annemin dediğine göre Türkiye’nin en iyi beyin uzmanı ama hiçbir şeyden haberi yok. Bir de Türkiye’de EGG çektireyim dedim ve Amerikan hastanesine gittim. EGG bölüm şefi Engin Mengü adında bir doktor. Benim EGG’yi çekti. Verdiği raporu onun yanında okuyorum; Bulgar doktorlardan öğrendiklerimle Dr. Mengüye, “Hocam, raporda beyin hasar görmüş gözüküyor. Bu hasar içerden mi yoksa dışarıdan bir müdahaleyle mi olmuş” diye sorunca doktorun eli ayağı titremeye başladı. Dedi ki, “burada bir nörolog Nevzat bey var sen onla görüş” dedi. Annemle Nevzat beyi beklerken, elinde siyah bir çantayla geldi. Anneme, “sen dışarıda kal” dedi. Doktorla ufak bir odaya geçtik. Elindeki çantayı sert bir şekilde masaya vurarak, “Kardeşim bu işin peşini niye bırakmıyorsun, niye uğraşıyorsun?” dedi. Şaşkınlığım geçtikten sonra, “Beyefendi İsveç’te 1 milyon dolarımı kaybettim, onun peşindeyim” dedim. “2 dakika sonra geliyorum, bekle” dedi ve odadan çıktı. Odada beklerken annem geldi, “Oğlum ne bekliyorsun, muayene bitmiş” dedi. Anneme, vitamin hapı yazdığı bir reçete vermiş ve “oğlunuz işkence görmüş, onun etkisiyle böyle konuşuyor” demiş. Zaten Bulgarlar, “Türkiye’ye gitme seni rezil ederler” demişti.

- Haklılar!

- Hastane maceram daha bitmedi! Aynı hastanede kan tahlili yaptırdım. Sonuçları beklerken, tahlil sonuçlarını değerlendirecek hanım doktora da yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi anlatırken bana, “Bunları bilmek için 5 üniversite bitirmek lâzım!”dedi. Tahlil sonuçlarında, kanımda olması gerekenden 10 kat fazla radyasyon çıktı. Doktor hanım, “Anlattıklarınız doğru çıktı. Siz İnsan Hakları Vakfı’na başvurun” dedi.

- Gittiniz mi?

- Gittim ama benle ilgilenmediler.

- Bilmediklerinden…

- Biliyorlar… Beni vakıfta psikolojik testten geçirdiler. Test sonuçlarına bakan profesör hanım, “Sen buradaki herkesten daha zekisin. Sende süper zekâ var. Seni şartlandırmış olmasınlar” dedi. Ben, “Zeki insan şartlandırılmaz” deyince, “Lazerin iletişimde kullanıldığını biz biliyoruz ama sen bunu Türkiye’de anlatma, yanlış anlarlar” dedi. Ben de, “Yanlış anlayan anlasın” dedim. Bana kimse sahib çıkmadı.

- Son olarak, zihin kontrolünü nasıl tanımlarsınız?

- Zihin kontrolü, “Tıbbî İdam”dır!

FURKAN DERGİSİ
 

Azerbaycan_li

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2010
Mesajlar
1,201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
halt etmişler...Allah dilemezse hiç bir şeye güç yetiremezler..Allah ona iman edenlerin savunucusudur, yardımcısıdır...varsın kafirler milyon tane maddi manevi silah geliştirsin...
 

turkistan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2007
Mesajlar
41
Tepki puanı
0
Puanları
0
“Çağın en büyük gizli silahlarından biri” olarak söz edilen Telegram’ın, Mirzabeyoğlu kendi üzerinde uygulanmasının amacını şöyle anlatmıştı:
“Rezillerin en rezili insanların, aşağılığın en bayağısı tertiplerle beni yok etmek veya “mankurt adam yapmak” istemeleri, aslında benim şahsımda davama duyulan korkudandır. Telegram zihin silme, yeni şahsiyet tipi meydana getirme, kontrole alma vesaire, çok eski devirlerden beri bilinenlerin günün verileri içinde yeni şekillerle tazelenmesidir.”

_Kuduz İslam ve müslüman düşmanlığı...görüştürürler birgün....
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Telegram
"Zihin Kontrolü"

es43.jpg


“Bu bir din mi, ilim mi çekişmesidir!” diyen Telegramcılar’ın, meseleyi yanlış ortaya koymaları ve sahtekârlıkları bir yana, sadece “iç şekil” bahsinde vurgulananlar bile, ruhun, “beynin irtisamları” olmadığını göstermeye yeter. Tıpkı gözün, görme sıfatının organı-âleti olması gibi, beyin de düşüncenin organı. Beyni ne kadar teshir edersen et, –edebildiniz mi?–, sizi “yücelerinizle” beraber “sin kaf” eden yanım ve “acı” duygum bile, benim uğrunda idam cezası aldığım dava tezimi delillendiriyor: Önce ruhçuluk, ardından “ruhçuluğun hakikati ne?” davası!

Şair Bodler’in, simyadan mülhem, sevgilisine “sen bana çamur verdin, ben ondan altun yaptım!” demesi gibi, bize zehir yedirdiler, biz onu panzehir ve bağışıklık aşısı yolunda kullandık. Bir bakıma Türkiye’de pratiği –teorisi de!– benimle meşhur olan bu iş, “ilim sınır tanımaz” tesellisiyle Lût kavmine parmak ısırtır melânete ve yardımcı unsurlarla insanı robotlaştırmaya davranmışken, diğer yönüyle “dünyada” da kıstırılmış fertler üzerindeki tecrübelerin sınırını aşamamıştır. Bu ikazdan sonra bildirmeliyim ki, gerek yaşamış kobay ve gerekse mevzuu alâkadar eder buudları işaretlemek bakımından, galiba dünyada da ilk örneğim!

Mevzu, bilinmeli; tedbirin yarısı bundan geçer... Ve abartılmamalı; bu yoldan kendisine lüzum kalmadan tesirin kat ve kat arttırılmasına fırsat verilmemeli!


S Mirzabeyoğlu..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
halt etmişler...Allah dilemezse hiç bir şeye güç yetiremezler..Allah ona iman edenlerin savunucusudur, yardımcısıdır...varsın kafirler milyon tane maddi manevi silah geliştirsin...
Diline,gönlüne bereket kardeşimiz...
Rabbimize emanetsiniz...
BESMELE...SELAM...DUA..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
aliriza.jpg


"CEZAEVLERİNDE İŞKENCE KALKTI" MI?


İBDA-C Terör Örgütü Lideri olduğu iddiasıyla 1998’de gözaltına alınarak yargılandı ve müebbet hapis cezasıyla cezalandırıldı. 56 tane kitabı bulunan Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatı Ali Rıza Yaman, müvekkilinin yıllardır insanlık dışı bir işkenceye maruz bırakıldığını söylüyor. Engin Çeber’e yapılan işkenceyi gündeme getirenlerin ve özellikle İslamcı çevrelerin Mirzabeyoğlu’na yapılan işkenceler karşısında suskun kalışlarına anlam veremiyor. Salih Mirzabeyoğlu’nun tutuklanma ve yargılanma süreci dahil, kendisine yapıldığı iddia edilen işkenceleri avukatı Ali Rıza Yaman ile konuştuk.

Samet DOĞAN'ın röportajıSalih Mirzabeyoğlu’nun tutuklanmasından bu yana geçen süreyi kısaca özetler misiniz?
Salih bey 1998’in sonunda tutuklanmış, Metris Cezaevi’ne götürülmüş, 25 Ocak 2000 yılının gece yarısında hapishane duvarlarının delindiği, kimyevî gazların kullanıldığı, ölümlerin gerçekleştiği bir operasyonun ardından Kartal Cezaevi’ne, daha sonra da Bolu F Tipi Cezaevi’ne konulmuştur. Hâlen Bolu F Tipi Cezaevi’nde, 5 yıldır kaldığı tek kişilik hücresindedir.
Ne kadar ceza aldı?
Salih bey idam cezası aldı. Ceza, AB müktesebatı çerçevesinde yapılan düzenlemelerle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.
Salih Mirzabeyoğlu tam olarak neyle suçlanıyor?
Tam olarak neyle suçlandığını, hangi suçtan dolayı ceza aldığını biz de bilmiyoruz. Herkes herkese suç isnad eder. Ancak mühim olan şahsın o suçu işleyip- işlemediği, bunun tesbiti ve verilecek cezanın o suça uygunluğudur.
Biraz açar mısınız?
Salih bey, mevcut anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs etmekten ve örgüt liderliğinden yargılandı. Yargılama, bunun üzerine bina edildi. Ancak gerek kendisinin, gerek avukatlarının yaptığı savunma bir tarafa, İddianame ve Gerekçeli Karar’da geçen ifadeler dahi Salih Bey’e üzerine atılı suçtan ceza verilemeyeceğinin ispatı niteliğindedir.Karışık bir hukuk süreci olmuş anlaşılan…
Aslında hiç karışık değil. Türkiye’de kadim iki yanlış gelenek var… İlki fikir adamlarına ‘bölücü, yıkıcı’ yaftalarını asıp, mahkûm etmek. Diğeri de maalesef bir maşa mesabesinde olan kanun maddelerini hukuk zannetmek. ‘Kanun maşasını elinde tutan, karşısındakine yöneltir. İstediği gibi yargılar, istediği gibi hüküm verir. Biliyorsunuz ki, Salih Bey’in tutuklandığı süreç 28 Şubat’ın hemen ertesi bir dönemdir. En iptidâi anlamda dahi hukukun olmadığı bir süreç. Bu süreçte hukuku da etkileyen, yön veren kara propaganda her yerdedir. Kara propaganda Salih Bey’in emniyet güçlerince alındığı andan itibaren başlamıştır.‘Örgüt evinde yakalandı’…
Meselâ o cümle... Salih Bey o dönemde sanki 41 tane eser vermemiş, sanki illegal bir adammış, kaçıyormuş, bir yere sığınmış da polisin yaptığı operasyonla kaçtığı yerde yakalanmış gibi bir hava…Oysa ki?..
Oysa ki Salih Bey eşi ve çocuklarının yanında alınmıştır. Alındığı yer de çocuğunun okulunun önüdür. Eşiyle birlikte o zaman için ilkokula giden çocuğunu okuldan almaya gidiyor. Polisler geliyor ve hiçbir arama, yakalama izni olmaksızın Salih Bey’i ve eşini ilkokulun önünden alıyor. Daha sonra evde arama yapıyorlar. Medyaya da “örgüt evinde yakalandı” diye servis ediliyor.Daha sonra…
Daha sonrası, sorgulama aşaması... Burası mühimdir. Polis sorguluyor. Sorgu zabtını istediği gibi tertip edip, kurguluyor ve o kurgu savcının önüne gidiyor. Ve koskoca DGM Savcısı da polis sorgularını maalesef aynen kabul edip, iddianamesini mahkemeye sunuyor. Aynı hatayı mahkeme de işleyerek iddianameyi kabul ediyor ve polis sorgu tutanaklarının üzerine hüküm bina ediyor. Dikkat edin; hukukî süreçten değil, hukuk adına işlenen cinayetlerden bahsediyoruz. Bu süreci özetleyen çok güzel bir olayı anlatayım izninizle…Buyrun
Polis sorgusunda Salih Bey’e aynen şunlar söyleniyor: “Yukarıdan bastırıyorlar, sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!”Yukarısı?..
Yukarısına geliriz... Sorgulama esnasında Salih Bey’e söylenen şeylerden birisi de şu: “Biliyoruz. Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanımadığını kabul ediyoruz; talimat da vermediğini kabul ediyoruz… Gelelim şu liderlik mevzuuna…” Salih Bey de; “hiç kimseyle görüşmemişim, talimat vermemişim, bunu siz de biliyorsunuz. Ben bu durumda illegal bir örgütün nasıl başı olabilirim ki?” diye mukabelede bulunuyor. Aynı polis ısrarla devam ediyor: “Gel sen şunu güzellikle kabul et. Hem biz sana kötülük yapmak istemiyoruz. İsteseydik evinin bahçesine eroini gömer, “eroin yakaladık” derdik. Salih Bey bu ‘cazip’ teklifi kabul etmeyip, fikir adamlığından bahsedince aynı polis, hukukun Türkiye’de nasıl işlediğini gösteren fevkalâde bir lâf ediyor: “Aslanım, Savcı senin kitaplarını okuyacak değil ya… Buradan önüne ne giderse o.
Oradan ne gittiyse aynıyla İddianameye konu mu olmuştur?
Aynen öyle olmuştur. İddianamede Salih Bey için; “örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilmemiş olmakla beraber…” ifadesi mevcuttur.
Tesbit edilemediyse nasıl bir somut suçlamayla yargılanıyor ve ceza alıyor öyleyse?
Tespit yok, münasip görme var. İBDA-C markasıyla illegal faaliyet gösteren örgütler var. Bu örgüt mensupları; hiç kimseden emir ve talimat almadan “kendinden zuhur diyalektiği”ne göre iş yapıyor. Vakıa bu. Bu vakıa karşısında iddia makamı; “Lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi, örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer. İBDA-C adlı örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği tüm eylemlerden örgüt lideri de sorumludur. İBDA-C örgüt mensuplarının Kumandan kod adlı sanık İzzet Erdiş’e bağlılığı…” diyor. Ortada hiyerarşik bir ilişki yok. Hiyerarşi olması bir tarafa tanışıklık yok. Eylem yok. Talimat yok. Fikrî bir yakınlık, bağlılıktır söz konusu olan. O gün için 41 tane eser vermiş bir yazarın fikirlerinin etkisinin olmasından daha tabii ne olabilir? Kaldı ki, tanışıklık da olabilir. Çocukların bile bildiği üzere, suçlar şahsîdir. Meselâ AK Parti’li bir belediye başkanı adam öldürüyor. İşlenen bu suçtan dolayı, sırf o partiye mensup diye “Sanık AK Parti’lidir. Tayip Erdoğan ile aralarında hiyerarşik bir bağ vardır. Talimatı ondan alması kuvvetle muhtemeldir. Madem hiyerarşik bir bağ söz konusudur, o zaman Tayip Erdoğan da suçludur.” denilebilir mi?
Salih Mirzabeyoğlu’nun davasında böyle mi denilmiş oluyor?
Gayet tabi… Salih Bey’in davasındaki hukuk mantığı, verilen örnekten daha kötü bir şekilde işlemiştir. Hiyerarşi yok, eylem yok, eylem talimatı yok, tanışıklık yok… Buna rağmen ‘olsa olsa budur’ mantığı üzerine bina edilen bir hüküm var. Bu sakat mantıkla verilen karar idam olmuştur. İdam kararı “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”na çevrildi. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının da üzerinde ayrıca durmak gerek.
Şu sıralar, cezaevlerinde yaşanan işkencelerin, gayri insani uygulamaların kalktığı ve sıkı bir denetim altında tutulduğu söyleniyor. Siz Mirzabeyoğlu’nun uzun zamandır işkence gördüğünü ve hatta şu anda da kendisine işkence edildiğini iddia ediyorsunuz. Bunlar ne tür işkenceler. Anlatır mısınız?
Türkiye’de işkencelerin kalktığı sadece söylentiden ibarettir. İşkence şeklinin değişmesi, işkencenin kalktığı anlamına gelmez. İşkence deyince herkes kaba dayağı anlıyor. Ve artık kaba dayak yok deniliyor. Kaldı ki, kaba dayak da kalkmış değil. Yakın bir zamanda yaşanan ve sonu ölümle biten Engin Çeber hâdisesi gibi nice hâdiseler var. İşkence kalkmadı, şekil değiştirdi, daha sofistike, daha sinsi yöntemlerle yapılıyor. Bu çerçevede F Tipi Cezaevlerinin bizatihi kendisi işkencedir meselâ. Salih Mirzabeyoğlu’na gelirsek… Kendisi 98’in sonunda tutuklandı. 11 yıldır cezaevinde. 11 yıllık esaret hayatının son 10 yılı Telegram işkencesine maruz kalarak geçmiştir. Ve bu işkence kendisine hâlâ yapılmaya devam edilmektedir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt