mürmüdük
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Tem 2009
- Mesajlar
- 6,952
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Web Sitesi
- anadoluhaber.blogcu.com
Telegram işkencesi nedir ?
Telegram, düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla irâdenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik olarak yapılan bir işkence türüdür. Telegram’ın hedefi; insan iradesinin teshir ve zapt altına alınıp, istenildiği gibi yönlendirilmesidir. Hâl bu olunca iç içe bahisler hâlinde Telegram’ın birçok veçhesi ortaya çıkmaktadır…
Biraz daha açabilir misiniz?
Hedef; insan iradesidir. ‘İnsan iradesi’ni hedef alan bir işkenceyi anlamak, anlamlandırmak, mukavemet etmek, ciddi bir fikrî seviyeye sahip olmayı gerektirir. Telegram’ın felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vs, vs… bir çok yönü var... Şayet bir adamın bu alanlara dair asgari bir malûmatı yoksa şapşallığının göstergesi hâlinde dalga geçip, “böyle bir şey olamaz” demesi tabiî... Teknolojiden hiç haberdar olmayan birine cep telefonunu gösterip, ‘bu kutu gibi şeyi kulağına götür ve dünyanın öbür tarafındaki adamla konuş’ derseniz sizi anlar mı? Anlamaz. Bir de sizinle dalga geçer. Niye? Çünkü görgüsü onu anlamaya müsait değil.Telegram daha ziyade Salih Mirzabeyoğlu ile konuşulmaya başlandı.
Özellikle kendisine uygulanmasının sebebi nedir? Bir de şikâyetlerini soracağız…
Hem Salih Bey’in hem de bizim en büyük şikâyetlerimizden birisi de; meseleye psikiyatr edâsıyla yaklaşılıp, “evet, şikâyetiniz nedir?” denilmesidir. İşkence burada başlıyor. Zira en büyük işkence; işkencenin bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlanamaması, işkenceye muhatap kalan şahsın meseleyi ifade edememesi ve en nihayetinde kendi içinde boğulmasıdır. Telegram’ın bir çok çeşidi var. İspatı en zor ve dolayısıyla en garanti ve fakat en pahalı yöntem, elektro-manyetik dalgalarla yapılanıdır. İlaçla yahut başka usulle yapılanın ispatı nispeten daha mümkün. Alaattin Çakıcı’nın ‘bana mektup geliyordu, adamıma açtırıyordum, bir gün yine bir mektup geldi, adamım açtı ve öldü.’ beyanındaki sözlerini ve bu sözlerin üzerine gidilmesi gerekirken niçin üstünün örtülmek istendiğini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlamak pek mümkün değil. Zira diyalog en basitinden şöyle gelişecektir: Şikayetin nedir? Derdini anlat… İşte şöyle oluyor, böyle oluyor… İspatlayabilir misin? Psikolojik sıkıntılarından dolayı böyle söylüyor olabilir misin? Malûm hapishane şartları insana sıkıntı verir, psikolojisini bozar… Kişinin dili döner ve meseleyi ifade ederse söylemesi gereken şudur: Bahsettiğim elektirikî dalgaları elimle tutup size gösteremem ya, nasıl bir ispat istiyorsunuz?Kendi içinde boğmak…
Aynen… Telegramcıların mantığı şu: İşkence nasıl olsa ispatlanamaz. İşkenceye muhatap kalan ısrarla meseleye dikkat çekerse kestirmeden ‘majör depresyon’ teşhisi konulur, alttan alta da ‘kafayı sıyırmış.’ düşüncesi zerkedilir. Majör depresyon teşhisinde bulunan doktor bile meseleyi izah etmeye kalkan hastasını daha ilk cümlesiyle boğar: ‘Siz böyle bir şeyin olabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’ Bu söze muhatap kalan kişi eğer Salih Mirzabeyoğlu değilse, yaşadıklarını anlamlandıramaz, kendinden iyice şüpheye düşer ve işkenceden maksat hasıl olur: İşkence katlanarak artar, insanın iradesi esir alınır, kişinin en başta kendisine, daha sonra ailesine ve tedricen çevresine yabancılaşması sağlanır.
Fizikî tezahürleri nedir?
İşkence aynı zamanda fizikîdir de. İnsandaki arazın, hastalığın ortaya çıkarılması suretiyle gerçekleşiyor bu saldırılar. Salih Bey’in kendi kendine tespit ettiği bu hâdiseyi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden bir profesöre anlattığımızda Salih Bey’i doğrulamış ve ‘bir noktaya teksif edilen elektro-manyetik dalgalarla o bölgedeki rahatsızlık azdırılabilir, belli yerler bloke edilebilir’ demiştir.
Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifade ve görüntülerden, vurma, yakma, bloke etme, kaşıntı verme şeklinde gerçekleşen fizikî saldırılara kadar işkencenin her türlüsünü yaşayan Salih Mirzabeyoğlu’nun günlerce uyumadığı da oluyor. Uyuyabildiği dönemlerde de fizikî olarak tazyik sürüyor, uyku ile uyanıklık arasında bir hâlle karşılıklı cedelleşme devam ediyor. ‘Deliksiz ve rahat’ bir şekilde 2 saatlik uykunun ardından ‘tamam, bu kadar yeter!’ denilerek yine uyandırılıyor. Gerek görüntülü ve gerekse fizikî saldırı en çok da namazda yapılıyor. Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifadeler, küfürler Salih Bey namaz kılarken ediliyor, yine aynı nispette ahlâksızca görüntüler namaz kılma esnasında veriliyor. Öyle ki namazın bozulduğu dahi oluyor.Dehşet verici…
İşkence türlü türlü… Mevzuunda ihtisas sahibi olanların da teyit ettiği türden yöntemler:
Her insanın kendine has bir elektriği var. Sevinçli, hüzünlü, sinirli… her hâlde değişen bu elektriğin/enerjinin tespit edilmesi ve daha sonradan insana giydirilmesi...
Yani?
Şöyle… İnsanın hüzünlü ânında tespit edilen elektrik, başka ve farklı bir ânında yine kendisine veriliyor. Ve insan meselâ hiç de hüzünlü değilse birden hüzünlü bir hâle bürünüyor. Salih Mirzabeyoğlu’na sıklıkla yapılmak istenenlerden biri de budur. Meselâ telefon görüşmesi yaparken ve hiç de hüzünlü bir hâli yokken yapılan saldırı ile hüzünlü bir hâle sokulmaya çalışılıyor. Bu, en ‘masum’ saldırı… Gerek suretine ve gerekse bedenine yapılan bunun gibi nice saldırıdan haberdar olduğu için Salih Mirzabeyoğlu mukavemet edebiliyor. Mukavemet edemezse işkencenin tezahürü belli: Durup dururken ağlamalar, yahut gülmeler, yahut sinirlenmeler… Hiçbir saldırının olmadığı ve insanın kendi hâlini kritik ederken düştüğü çelişkiler… Bu çelişkilerle birlikte kendi benine yabancılaşma… Akla-hayale gelmedik olan ve ancak ensest çocuklarının yapabileceği türden ahlâksızca yapılan saldırılarla meydana gelen düşünceleri kendi ‘ben’inden zannetme… Bu düşüncenin hasıl olması ile birlikte yaşananlardan kendini mesul tutma ve ardından kendinden iğrenme… Ve işkenceciler açısından mesut netice: Kendi benine, ardından aileye, ardından çevreye yabancılaşma… Herkese ve her şeye, en başta da kendi benine yabancılaşan mağdurun bütün bu süreçte iradesinin teslim alınıp, istenildiği gibi sevk ve idare edilir hâle gelmesi, güdülmeye teşne bir nesne olması…
Eğer bu uygulama varsa…
Var olduğu için konuşuyoruz…
Bir ihtiyat payı bırakarak konuşmak durumundayım. Bu tip işkencelerden kimlerin haberi var?
Kastettiğiniz; devlet yetkilileriyse durum her türlü vahim. Zira; yetkililerin haberi yoksa, kendi sorumluluk alanında yaşanan bir hâdiseden haberdar olmadıkları için sorumludurlar. Şayet haberleri varsa ve buna rağmen bir şey yapmıyorlarsa yine sorumludurlar.'YILLARDIR ŞİİR YAZAMIYOR'
Sonuçta Mirzabeyoğlu Müslüman ve İslami bir ideolojiyi savunduğunu söylüyor. Peki neden bu durum İslamcı çevrelerce hiç gündeme getirilmiyor?Söylediğiniz doğru… Salih Bey, Müslüman ve İslâmî bir dünya görüşünü teklif eden bir fikir adamı. Bu teklif, bir kesime değil, herkesedir. Unutulmasın ki; Salih Mirzabeyoğlu bir fikir adamıdır. Cezaevine konulduğunda 41 eseri vardı. Çok kısaca ve kabaca anlattığım süreçte her şeye rağmen 15 tane daha eser verdi… Konuşmaya buradan başlayalım: 55- 56 eserin altında imzası olan bir fikir adamı niçin cezaevindedir? Kim, hangi mantıkla kendisini mahkûm etmiştir? Ve bu haksızlık karşısında niçin ısrarlı bir suskunluk söz konusudur? Biz, Dreyfus’u Emile Zola’dan tanıyoruz. Siz de biliyorsunuz ki; ‘entelektüel’ kelimesi, hak edilmesi gereken bir sıfat olarak Dreyfus davasından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Buradan da anlamak gerekir ki; bir aydını aydın yapan, haksızlığa karşı takındığı tavırdır. 12 Şubat 2010’da yaptığımız avukat görüşünde kendisi; “Ben yıllardır şiir yazamıyorum. Bu durum, bu dilden anlayan kimseye birçok şey söylemeli.” demişti. Her şeye rağmen fikir imâl etmekte ısrar eden ve 56 tane eser yazan bir fikir adamı, maruz kaldığı işkenceden dolayı yıllardır şiir yazamıyor! Bilirsiniz, II.Dünya Savaşı’nda, Polonya’da, Auchwitz’de yaşananlardan sonra Adorno; “Auchwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır” demişti... Türkiye’de bu dilden, böylesine bir hassasiyetten anlayacak namuslu aydın sayısı maalesef çok değil. Salih Bey’in yaşadıkları karşısında vicdanların çatlaması gerekmez mi? Bu haksızlığı dile getirmek için kim neyi bekliyor, inanın biliyor değiliz.
www.habertaraf.com
Telegram, düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla irâdenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik olarak yapılan bir işkence türüdür. Telegram’ın hedefi; insan iradesinin teshir ve zapt altına alınıp, istenildiği gibi yönlendirilmesidir. Hâl bu olunca iç içe bahisler hâlinde Telegram’ın birçok veçhesi ortaya çıkmaktadır…
Biraz daha açabilir misiniz?
Hedef; insan iradesidir. ‘İnsan iradesi’ni hedef alan bir işkenceyi anlamak, anlamlandırmak, mukavemet etmek, ciddi bir fikrî seviyeye sahip olmayı gerektirir. Telegram’ın felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vs, vs… bir çok yönü var... Şayet bir adamın bu alanlara dair asgari bir malûmatı yoksa şapşallığının göstergesi hâlinde dalga geçip, “böyle bir şey olamaz” demesi tabiî... Teknolojiden hiç haberdar olmayan birine cep telefonunu gösterip, ‘bu kutu gibi şeyi kulağına götür ve dünyanın öbür tarafındaki adamla konuş’ derseniz sizi anlar mı? Anlamaz. Bir de sizinle dalga geçer. Niye? Çünkü görgüsü onu anlamaya müsait değil.Telegram daha ziyade Salih Mirzabeyoğlu ile konuşulmaya başlandı.
Özellikle kendisine uygulanmasının sebebi nedir? Bir de şikâyetlerini soracağız…
Hem Salih Bey’in hem de bizim en büyük şikâyetlerimizden birisi de; meseleye psikiyatr edâsıyla yaklaşılıp, “evet, şikâyetiniz nedir?” denilmesidir. İşkence burada başlıyor. Zira en büyük işkence; işkencenin bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlanamaması, işkenceye muhatap kalan şahsın meseleyi ifade edememesi ve en nihayetinde kendi içinde boğulmasıdır. Telegram’ın bir çok çeşidi var. İspatı en zor ve dolayısıyla en garanti ve fakat en pahalı yöntem, elektro-manyetik dalgalarla yapılanıdır. İlaçla yahut başka usulle yapılanın ispatı nispeten daha mümkün. Alaattin Çakıcı’nın ‘bana mektup geliyordu, adamıma açtırıyordum, bir gün yine bir mektup geldi, adamım açtı ve öldü.’ beyanındaki sözlerini ve bu sözlerin üzerine gidilmesi gerekirken niçin üstünün örtülmek istendiğini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlamak pek mümkün değil. Zira diyalog en basitinden şöyle gelişecektir: Şikayetin nedir? Derdini anlat… İşte şöyle oluyor, böyle oluyor… İspatlayabilir misin? Psikolojik sıkıntılarından dolayı böyle söylüyor olabilir misin? Malûm hapishane şartları insana sıkıntı verir, psikolojisini bozar… Kişinin dili döner ve meseleyi ifade ederse söylemesi gereken şudur: Bahsettiğim elektirikî dalgaları elimle tutup size gösteremem ya, nasıl bir ispat istiyorsunuz?Kendi içinde boğmak…
Aynen… Telegramcıların mantığı şu: İşkence nasıl olsa ispatlanamaz. İşkenceye muhatap kalan ısrarla meseleye dikkat çekerse kestirmeden ‘majör depresyon’ teşhisi konulur, alttan alta da ‘kafayı sıyırmış.’ düşüncesi zerkedilir. Majör depresyon teşhisinde bulunan doktor bile meseleyi izah etmeye kalkan hastasını daha ilk cümlesiyle boğar: ‘Siz böyle bir şeyin olabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’ Bu söze muhatap kalan kişi eğer Salih Mirzabeyoğlu değilse, yaşadıklarını anlamlandıramaz, kendinden iyice şüpheye düşer ve işkenceden maksat hasıl olur: İşkence katlanarak artar, insanın iradesi esir alınır, kişinin en başta kendisine, daha sonra ailesine ve tedricen çevresine yabancılaşması sağlanır.
Fizikî tezahürleri nedir?
İşkence aynı zamanda fizikîdir de. İnsandaki arazın, hastalığın ortaya çıkarılması suretiyle gerçekleşiyor bu saldırılar. Salih Bey’in kendi kendine tespit ettiği bu hâdiseyi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden bir profesöre anlattığımızda Salih Bey’i doğrulamış ve ‘bir noktaya teksif edilen elektro-manyetik dalgalarla o bölgedeki rahatsızlık azdırılabilir, belli yerler bloke edilebilir’ demiştir.
Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifade ve görüntülerden, vurma, yakma, bloke etme, kaşıntı verme şeklinde gerçekleşen fizikî saldırılara kadar işkencenin her türlüsünü yaşayan Salih Mirzabeyoğlu’nun günlerce uyumadığı da oluyor. Uyuyabildiği dönemlerde de fizikî olarak tazyik sürüyor, uyku ile uyanıklık arasında bir hâlle karşılıklı cedelleşme devam ediyor. ‘Deliksiz ve rahat’ bir şekilde 2 saatlik uykunun ardından ‘tamam, bu kadar yeter!’ denilerek yine uyandırılıyor. Gerek görüntülü ve gerekse fizikî saldırı en çok da namazda yapılıyor. Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifadeler, küfürler Salih Bey namaz kılarken ediliyor, yine aynı nispette ahlâksızca görüntüler namaz kılma esnasında veriliyor. Öyle ki namazın bozulduğu dahi oluyor.Dehşet verici…
İşkence türlü türlü… Mevzuunda ihtisas sahibi olanların da teyit ettiği türden yöntemler:
Her insanın kendine has bir elektriği var. Sevinçli, hüzünlü, sinirli… her hâlde değişen bu elektriğin/enerjinin tespit edilmesi ve daha sonradan insana giydirilmesi...
Yani?
Şöyle… İnsanın hüzünlü ânında tespit edilen elektrik, başka ve farklı bir ânında yine kendisine veriliyor. Ve insan meselâ hiç de hüzünlü değilse birden hüzünlü bir hâle bürünüyor. Salih Mirzabeyoğlu’na sıklıkla yapılmak istenenlerden biri de budur. Meselâ telefon görüşmesi yaparken ve hiç de hüzünlü bir hâli yokken yapılan saldırı ile hüzünlü bir hâle sokulmaya çalışılıyor. Bu, en ‘masum’ saldırı… Gerek suretine ve gerekse bedenine yapılan bunun gibi nice saldırıdan haberdar olduğu için Salih Mirzabeyoğlu mukavemet edebiliyor. Mukavemet edemezse işkencenin tezahürü belli: Durup dururken ağlamalar, yahut gülmeler, yahut sinirlenmeler… Hiçbir saldırının olmadığı ve insanın kendi hâlini kritik ederken düştüğü çelişkiler… Bu çelişkilerle birlikte kendi benine yabancılaşma… Akla-hayale gelmedik olan ve ancak ensest çocuklarının yapabileceği türden ahlâksızca yapılan saldırılarla meydana gelen düşünceleri kendi ‘ben’inden zannetme… Bu düşüncenin hasıl olması ile birlikte yaşananlardan kendini mesul tutma ve ardından kendinden iğrenme… Ve işkenceciler açısından mesut netice: Kendi benine, ardından aileye, ardından çevreye yabancılaşma… Herkese ve her şeye, en başta da kendi benine yabancılaşan mağdurun bütün bu süreçte iradesinin teslim alınıp, istenildiği gibi sevk ve idare edilir hâle gelmesi, güdülmeye teşne bir nesne olması…
Eğer bu uygulama varsa…
Var olduğu için konuşuyoruz…
Bir ihtiyat payı bırakarak konuşmak durumundayım. Bu tip işkencelerden kimlerin haberi var?
Kastettiğiniz; devlet yetkilileriyse durum her türlü vahim. Zira; yetkililerin haberi yoksa, kendi sorumluluk alanında yaşanan bir hâdiseden haberdar olmadıkları için sorumludurlar. Şayet haberleri varsa ve buna rağmen bir şey yapmıyorlarsa yine sorumludurlar.'YILLARDIR ŞİİR YAZAMIYOR'
Sonuçta Mirzabeyoğlu Müslüman ve İslami bir ideolojiyi savunduğunu söylüyor. Peki neden bu durum İslamcı çevrelerce hiç gündeme getirilmiyor?Söylediğiniz doğru… Salih Bey, Müslüman ve İslâmî bir dünya görüşünü teklif eden bir fikir adamı. Bu teklif, bir kesime değil, herkesedir. Unutulmasın ki; Salih Mirzabeyoğlu bir fikir adamıdır. Cezaevine konulduğunda 41 eseri vardı. Çok kısaca ve kabaca anlattığım süreçte her şeye rağmen 15 tane daha eser verdi… Konuşmaya buradan başlayalım: 55- 56 eserin altında imzası olan bir fikir adamı niçin cezaevindedir? Kim, hangi mantıkla kendisini mahkûm etmiştir? Ve bu haksızlık karşısında niçin ısrarlı bir suskunluk söz konusudur? Biz, Dreyfus’u Emile Zola’dan tanıyoruz. Siz de biliyorsunuz ki; ‘entelektüel’ kelimesi, hak edilmesi gereken bir sıfat olarak Dreyfus davasından sonra kullanılmaya başlanmıştır. Buradan da anlamak gerekir ki; bir aydını aydın yapan, haksızlığa karşı takındığı tavırdır. 12 Şubat 2010’da yaptığımız avukat görüşünde kendisi; “Ben yıllardır şiir yazamıyorum. Bu durum, bu dilden anlayan kimseye birçok şey söylemeli.” demişti. Her şeye rağmen fikir imâl etmekte ısrar eden ve 56 tane eser yazan bir fikir adamı, maruz kaldığı işkenceden dolayı yıllardır şiir yazamıyor! Bilirsiniz, II.Dünya Savaşı’nda, Polonya’da, Auchwitz’de yaşananlardan sonra Adorno; “Auchwitz'den sonra şiir yazmak barbarlıktır” demişti... Türkiye’de bu dilden, böylesine bir hassasiyetten anlayacak namuslu aydın sayısı maalesef çok değil. Salih Bey’in yaşadıkları karşısında vicdanların çatlaması gerekmez mi? Bu haksızlığı dile getirmek için kim neyi bekliyor, inanın biliyor değiliz.
www.habertaraf.com