Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
MAZLUMDER olarak , 28 Şubat yargı kararlarının iptali talebiyle gerçekleştireceğimiz imza kampanyasını, 28 Şubat dönemi hukuk mağdurlarının katılımı ve çok sayıda sivil toplum kuruluşunun desteği ile 2 Nisan 2012 Pazartesi günü saat 10:00’da Metropol Otelde düzenleyeceğimiz kahvaltılı basın toplantısı ile ilan ediyoruz.
DAVETLİSİNİZ
28 Şubat Dönemi Hukuk Mağdurlarından Basın Toplantısına Katılacak İsimler
Bekir YILDIZ
Hanife GÖKDEMİR
Salih MİRZABEYOĞLU ( Avukatı katılacak)
Nureddin ŞİRİN
Yakup KÖSE
DESTEK VEREN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
AHDE VEFA PLATFORMU – ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU– ANKARA GENÇLİK EĞİTİM MERKEZİ DERNEĞİ - ARAŞTIRMA KÜLTÜR VAKFI – ASDER – BAB I ALİ EHLİBEYT VAKFI- HÜR BEYAN HAREKETİ - HAK-İŞ SENDİKASI- İLKDER –İNFAK – MEMUR SEN- ÖZGÜR EĞİTİM SEN - VAHDET VAKFI- TOÇ BİR SEN - BAŞKENT KADIN PLATFORMU - ANADOLU GENÇLİK DERNEĞİ - MİLLİ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ - BİRLİK VAKFI
28 ŞUBAT KAÇ YIL SÜRECEK? Kimilerine göre bin yıl sürecektir 28 ŞUBAT DARBESİ, kimisine göre ise bitmiş ve yaraları sarılmaktadır. 28 Şubat olarak adlandırılan süreç Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yıkıcı darbe süreci olmuştur. Belki yoğunluklu etkisini zaman içerisinde yitirmiştir ancak halen devam ettirmektedir. Bu darbe sürecinde neler yaşandığı kimlerin ne mağduriyete uğradığı uzun uzun tartışılmakta, belgesellere konu olmaktadır.
Ancak biri var ki dönemin gazabına uğrayan… Bu sürecin en büyük mağduru olan ve mağdurluğunu mağrur duruşuyla perdeleyen adam…
O, dönemin hoca efendileri, kanaat önderi sıfatlı kişileri kaçacak delik ararken muzaffer komutan edasıyla “Dik Durun! Karşınızda Leşler Var!” ikazı nedeniyle diyet ödemeye mahkûm edilen adam…
Eğitim hakkı gasp edilen, açlığa mahkûm edilmeye çalışılan, aşağılanan Anadolu İnsanına bunları reva görenlere inat “Kafa Konforumuzu Bozan Adam”...
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK’in Gençliğe Hitabesini memuriyet ve mecburiyet olarak karşılamış, bunu eserler boyunca anlatmış olan adam…
O ceza müddetnamesinde cezaevinden tahliye tarihi yerine “ ÖLÜNCEYE KADAR” yazan adam…
28 Şubat sürecini bitirdiklerini iddia edenlere sürekli yapılması gereken ikaz halinde söylenmesi gereken ve ikaz olarak anlaşılmadığında ihtar edilmesi gereken söz şudur: “28 Şubat Darbe Yargısının SALİH MİRZABEYOĞLU’nun müddetnamesine yazdığı bu ifade silinmedikçe 28 ŞUBAT sürecektir… 28 Şubat sürecine karşı rövanşizm edebiyatını bir yana bırakın… Türk Milleti Adına kaydı ile dönemin postallı hâkimlerince verilmiş bu idam lekesini bu halkın alnından silin…”
Salih Tuna/Yenişafak .
Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun adını öğrencilik yıllarından beri biliyorum.
.
Yazılarına ilkin seksenli yıllarının kült dergisi “İslam”da rastlamıştım galiba.
.
Daha sonraki yıllarda gazetemiz Yeni Şafak’ta köşe yazarlığı yapmışlığı da vardır.
.
Bilim ve Sanat Vakfı’nın eski mekanında da yollarımız bi ufaktan kesişmişti.
.
Hünerleri saymakla bitmez.
.
Her konuda konuşabilir, her konuyu bilebilir hissi uyandıran, aklı zekâsı, bilgi birikimi yere göğe sığdırılamayan ender şahsiyetlerdendir.
.
“Stratejik Derinlik” adlı kitabı da, okuyan okumayan herkesin dilindedir.
.
Ben de birçokları gibi Hoca’yı (Ahmet Davutoğlu) çok severim.
.
Öyle ki…
.
Kissinger’ı günahım kadar sevmem ama ona “Türk Kissinger’ı” denildiğinde acayip gurur duydum.
.
Hocamız aynı zamanda çok duygusal bir insan: Konya’da bir şehidin kız çocuğuna müthiş şefkat göstermiş, manevi babası olmuş; “ne zaman baba ihtiyacı duyarsan beni ara” falan demişti.
.
Lafını hiç eğip bükmeden direkt söyleyen son derece dobra bir kişiliği de var.
.
Mavi Marmara katliamının ardından TV 24′de izlemiştim; Cengiz Çandar, bizim İbrahim Karagül falan vardı.
.
İsrail’e nasıl da haddini bildirdiğini anlatıyordu.
.
“Vatandaşlarımızı 24 saat içinde teslim etmez, Türkiye’nin sabrını ve gücünü test etmeye kalkarsanız sizin için iyi olmaz” yollu tehdit etmişti.
.
İsrail de vatandaşlarımızı paşa paşa serbest bırakmıştı tabii.
.
Hocamız tam bir yürek insanı: Diplomatlardaki o aşırı mesafeli, o felaket soğuk dile asla tenezzül etmez.
.
Sarıkamış şehitlerini anma töreninde “Andımız olsun, ahdimiz olsun bu şehitlere ki; bu bayrak Afrika’da da dalgalanacak, İskandinavya’da da dalgalanacak, Avustralya’da da dalgalanacak, Şili’de de dalgalanacak. Onun için sadece bir yıl içinde 20 büyükelçilik açtık, vatan topraklarının o aziz bayrağını dünyanın her köşesine taşımak için..” demişti.
.
Engin gönüllü, yiğit ve diğerkâm olduğunu her olayda ortaya koydu.
.
“Bütün bir Suriye halkı mülteci olsa hepsine de bakarız” yollu bir ifadesini hatırlıyorum. Belki de yanlış hatırlıyorum, bilemiyorum.
.
Gelgelelim Hocamızı anlamak istemeyen bedhahlar var.
.
“Komşularımızla sıfır sorun politikasından yola çıkıp nasıl oldu da her komşumuzla sorunlu hale geldik” lakırdısını dillerine doluyorlar.
.
Allah ıslah etsin, ne diyeyim.
.
Halbuki Hocamız açık sözlü bir insan, neden anlamak istemiyorlar ki?! Sağ olsun görüşlerini de hiç esirgemiyor.
.
Birçok görüşü de manşetlerden veriliyor zaten. Refikimiz Star’ın dünkü manşetinde yine o vardı.
.
KCK soruşturmasında tutuklanan Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın terörist olduğuna inanmadığını söylemiş. “Büşra Hanım, 28 Şubat’ta da çok demokrat bir tavır almış bir akademisyendir” diye de ilave etmiş.
.
“İyilik yitirmeyen” ne soylu bir tavır.
. Bakalım gazeteci arkadaşlarımız, 28 Şubat’ın 14 yıldır zindanda çürüttüğü Salih Mirzabeyoğlu’nu da bir gün sorarlar mı?
. Mirzabeyoğlu’nu Yeni Şafak birçok kez haber yaptı, iki kez de manşetten gördü.
. Ben yazdım, Hilal Kaplan yazdı; Ali Bulaç bigane kalmadı. Ruşen Çakır dile getirdi.
. CHP’li Hüseyin Aygün de hapishanede ziyaret etti.
. Yargı reformu paketleri de maşallah peşi sıra geliyor.
. Lakin Mirzabeyoğlu hâlâ mahpus.
. Vicdanımız kanıyor!
.
Şana şöhrete dünya malına zerre miskali tenezzül etmeyen bir fikir ve aksiyon adamı Selahaddin Eş Çakırgil de 12 Eylül 1980′den beri vatanına hasret.
.
Gazeteci arkadaşlarımız onu da bir gün sorarlar mı?
İtiraf etmeliyim; Türkiye'de demokrasinin yerleşik hale gelmeye başladığına; darbeler eliyle inkitaya uğrama geleneğinin sona ermiş olabileceğine gerçek anlamda kani olmaya başladığım ilk gün; 28 Şubat soruşturmasının başladığı gündü.
Zira, 12 Eylül'le hesaplaşmak olsa olsa sembolik bir adımdı. Faillerinin neredeyse tamamı ya terk-i dünya eylemiş ya da eylemeye çeyrek kalmışlardan oluşan, üzerinden 30 küsur yıl geçmiş bir darbeye açılacak soruşturmadan ne çıkabilirdi? Üstelik böylesi bir davanın birtakım teknik sıkıntılarının olması da mukadderdi. Buna gerçek bir hesaplaşma denebilir miydi, pek emin değildim..
Ancak 28 Şubat'la hesaplaşmak, bu topraklara yüzyılı aşkın süredir tebelleş olmuş, hatta bu toprakların belası olmuş darbelerle yüzleşmek ve darbecilerin bir sonraki sefer için bir değil, iki kez düşünmelerini sağlayacak caydırıcılığı ihtiva edebilirdi.
Çünkü, 28 Şubatçılar çatır çatır hesapverebilir durumda, yıktıkları yerine konabilir halde ve zulmettiği yüzbinler henüz adaletten ümitvar kıvamdaydı. Nitekim yüzbinlerce insanın hayatını cehenneme çeviren Çevik Bir'in tutuklandığını öğrendiğimde, içimdeki sevinçli telaş bendenizi, "Türkiye İsviçre mi oluyor?" sorusuna dek götürmüştü.
Oysa, yakılıp yıkılmış, dağılmış, viran eylenmiş hayatlara adalet getirmek, zulme uğramış kalplere bir nefes ferahlık olabilmek o kadar da kolay değilmiş. Kimsenin elinde sihirli değnek yok ve dikkat çekilmedikçe, üstüne düşülmedikçe, iz sürmedikçe; 28 Şubat kalıntısı eğilimler, kararlar, uygulamalar zulüm etmeye, zulüm üretmeye devam ediyor; biz farkında olsak da, olmasak da...
Nitekim; bakınız Salih Mirzabeyoğlu hâlâ, hiçbir tutarlı gerekçeyle açıklanamaz şekilde hapis yatıyor; 10 yıldır tecrit ve işkence görmeye devam ediyor. Sebep; İBDA-C örgütünün lideri olmak. Delil? O yok.
Vakti zamanında DGM savcıları ve hakimlerinin paşa keyifleri öylesini uygun gördüğü için, Salih Mirzabeyoğlu ömür boyu hapse mahkum halde, çile dolduruyor. Mirzabeyoğlu, 48 yaşında girdiği damda 62. yaşını sürüyor ve 28 Şubat'la hesaplaşılma adımları atılan böylesi bir dönemde, O'na hâlâ 'pardon bir yanlışlık olmuş' diyen biri bulunamıyor.
Niyetim "onlar çıkmasaydı" demek değil; ancak bendeniz dahil pek çok gazetecinin "Şu kadar yıldan bu yana bu mesleğin mensubuyum ama adını hiç duymadım" dediği Ahmet Şık ve diğerleri, "basın özgürlüğü" kaleminden savunulup, Türkiye'yi Avrupa'ya/dünyaya şikayet edecek denli gürültülü bir çıngarla içeriden çıkarılırken;
Büşra Ersanlı ve onunla birlikte 16 KCK tutuklusu medya-akil adamların kamuoyu oluşturması sayesinde -ortak vicdanın itirazının tahliyelerde önemli rolü olduğu kanaatindeyim, iyi de olduğunu düşünüyorum- tahliye edilirken, Salih Mirzabeyoğlu kanıtlamamamış bir suçtan dolayı, hapiste unutuluşa terk ediliyor.
Bir özeleştiri: Kendi nefsimi bunun dışında tutarak söylemiyorum; ama İslamcılar, fikri manada yol ve kader arkadaşlığı yaptığı, yapmasa bile 'Allah' dediği için kardeşi sayılan insanlar düştüğünde, onu tutup kaldırmak, destek ve ilgiyle ayakta tutmaya çalışmak konusunda pek mahir değildirler.
Özellikle medyadaki çoğu İslamcının aklına, mesaisinin büyük bölümünü 'öteki mahalle'ye şirin gözükmeye, onların trendlerini yakalamaya harcadığı, dolayısıyla kendi değerlerine ve insanına yönelik bir 'görme' faaliyetine yeterli zamanı ayıramadığı için; haksızlığa uğramış bir müslümana el uzatmak gelmez.
Hadi öncesi 28 Şubat'tı ve İslamcıların elini, rejimin gazabına uğrama ihtimali bağlardı. Ama Salih Mirzabeyoğlu'nun 2002 yılından bu yana aynı işkencelere maruz kalarak haksız yere hapiste yatıyor olmasında; biz medya mensuplarının bu haksızlığı gündemde tutmadığımız için, AK Parti hükümeti'nin de 28 Şubat yargı kararlarını yeniden karar masasına koymadığı için, sorumluluğu var.
Bunu kim nasıl ödeyecek, bilmiyorum; ama emin olduğum bir husus var ki, o da Salih Mirzabeyoğlu'nun işlemediği bir suçtan dolayı hapiste yattığı her dakikanın üzerimize vebal olarak yazıldığıdır... O vebal, ağır vebaldir...
Tebrik ve teşekkürler Hasan Karakaya... Hasan Karakaya yarınki Yeni Akit'te yazdı: Salih Mirzabeyoğlu, yeniden yargılanmalıdır!
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, “sünnet yasağı” ile ilgili sözlerini herhalde duymuşsunuzdur. Köln Bölge Mahkemesi’nin “sünnet yasağı” kararını sert sözlerle eleştiren Merkel demiş ki; “Dünya üzerindeki Yahudilerin kendi geleneklerini uygulayamadığı tek ülkenin Almanya olmasını istemiyorum.”
Ve devam etmiş: “Kendimizi komik ülke duruma düşürüyoruz.”
Almanya’da, “sadece 3 milyon Türk” olduğu ve bunların da çocuklarını “sünnet” ettirdiği düşünülürse, Merkel’in “3 milyon Türk” veya “5 milyon Müslüman”dan ziyade, sadece “Yahudi” nüfusu dikkate aldığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Görüyorsunuz ya;
Kadın, Müslümanları “adam” yerine koymuyor, sadece Yahudileri düşünüyor ve onlar için üzülüyor!..
Alın size “uygar” Batı!..
Alın size “demokrat” Batı!..
Ve alın size;
“İnsan hakları anlayışı!”
TÜRKİYE’DE DE İKİYÜZLÜLÜK!
Hemen söyleyeyim;
Bu çifte standart, bu ikiyüzlülük sadece Almanya ve sadece Merkel ile sınırlı değil... Aynı ikiyüzlülük, Türkiye’de de hüküm sürüyor.
Herhalde hatırlarsınız... Bir zamanlar, Türkiye’de “kampanya”lar açılmış, Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’le ilgili olarak şöyle yazılar yayınlanmıştı:
“Siyasallaşan yargı, Hükümet’in istediği yönde kararlar veriyor... Bu adamların örgütle ne ilgisi olabilir?.. Onların tek yaptığı kitap yazmak, gazetecilik yapmak!.. Bir insan kitap yazdı, gazetecilik yaptı diye hiç suçlanır mı?”
Farz edelim ki, bu “argüman” doğrudur... Farz edelim ki; “kitap” yazan bir adamın “örgüt”le bağlantısı olamaz!..
Peki, o zaman sormazlar mı;
“Salih Mirzabeyoğlu da sadece kitap yazdığı için gözaltına alınıp, tutuklanmadı mı?.. Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’i gündemden düşürmeyenler, neden Salih Mirzabeyoğlu’nun adını hiç ağızlarına almıyorlar?”
Öyle ya;
Salih Mirzabeyoğlu da, gözaltına alındığı 29 Aralık 1998’den bu yana, yani tam “14 yıldır” hapiste!..
Üstelik, “idam”la yargılandı!
Peki, “kitap” yazmaktan başka suçu(!) olmayan bir adamın, “örgüt liderliği” ile suçlanıp “idam cezası”na çarptırılması hangi “kanun”da, hangi “hukuk”ta yazar?..
Soner Yalçın, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in “siyasallaşan yargı” tarafından tutuklandığını iddia edenler, Salih Mirzabeyoğlu hakkında “idam” kararı veren yargının “hangi yargı” olduğunu açıklamalı değil midir?..
Demek oluyor ki;
Bunların “özgürlük” anlayışı da, sadece “kendileriyle sınırlı”dır!.. Tıpkı, Merkel’in “insan hakları” anlayışının da “Yahudilerle” sınırlı olması gibi!.. “Benim adamım özgür olsun da, diğerleri ne olursa olsun!” anlayışı, sadece “çelişki” değil, aynı zamanda “ikiyüzlülük”tür!..
HANİ, SİLAH NEREDE?
Herhalde hatırlarsınız;
İBDA-C Dâvâsı’na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; “Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz” diyerek, “brifingte alınan kararlara” gönderme yapmıştı...
Adana DGM’nin; “Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine” karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş’ın; “brifingte alınan kararları uyguladığı” yorumlarını güçlendiriyordu...
Sormak lâzım değil mi;
Bugün “siyasallaşan yargı”dan dem vuranlar, “28 Şubat Süreci”nde keyfi kararlar veren “brifingli yargı”yı niye hiç hatırlamazlar?..
Söyleyin Allah aşkına;
Salih Mirzabeyoğlu denilen adam, hayatında eline “silâh” almış mıdır?..
Eline; “kitap” yazmak için “kalem”den başka hiçbir şey almamış bir adam; nasıl “örgüt lideri” sayılmıştır?..
Bu ülkede, gerçekten bir “hukuk kavgası” veriliyorsa, “devletin vukuatları”ndan dolayı gerçekten bir “yüzleşme” isteniyorsa; Dersim’den başlanarak, bütün “kirli bağırsaklar” temizlenmeli ve “mağdur”ların itibarları iade edilmelidir!..
Ama, “bütün mağdurlar”ın!..
Sadece “birkaç kişi”nin değil, “itibarsızlaştırılan” herkesin itibarı iade edilmelidir!..
Aksini savunmak,
“İkiyüzlülük”tür!..
“İkiyüzlüler”in bulunduğu bir ortamda ise, “ceberrutların saltanatı” devam eder.
Hukuk, sadece “Alevi”lere ve “candaş”lara değil, “herkese” lâzım!..
Almanya’da olduğu gibi,
Sadece “Yahudilere” değil,
“Müslümanların çocukları”na da!..
NİMET BAŞ’IN ÇABASI
Bu konuya girmişken, “son bir gelişme”den de söz etmek istiyorum.
Efendim, Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş, Bolu F Tipi Cezaevi’nde 14 yıldır tek kişilik hücrede ‘tecrit’te tutulan Mirzabeyoğlu gibi 12 Eylül’den bu yana hapiste yatanların da olduğunu belirterek demiş ki; “Bu isimlere bir defaya mahsus yeniden yargılanma yolu açılabilir.”
Nimet Baş’ın açıklamalarını ‘iyi niyetli’ bulduklarını söyleyen Mirzabeyoğlu’nun avukatı Ali Rıza Yaman ise “Bir an önce somut adım atılmalı” demiş...
Gerçekten de, bir an önce “somut adım” atılmalıdır... “Başbakan Tayyip Erdoğan’a suikast girişiminde bulunmakla” suçlanan “Atabeyler Çetesi” ile ilgili kararı “6 yılda” alan mahkemeler, Salih Mirzabeyoğlu’nu “zindan”da tutmak ve unutmaktan bir an önce vazgeçmeli ve onunla ilgili kararın “28 Şubat sürecinde” verildiğini dikkate almalıdır!..
14 YIL ÖNCE BİR SABAH!
Bir ayrıntı daha...
Radikal’den Özgür Topuz, 20 Mayıs 2012 tarihli yazısında şunları yazıyordu:
“29 Aralık 1998 sabahı, çocuğunu okula götürmek için evden çıktıktan sonra gözaltına alındı. ‘Hüce evinde yakalandı’ diye yazıldı. İBDA-C’nin lideri olduğunu kabul etmesi istendi. Sadece fikirlerini yazdığını söylese de, polis “Aslanım, kimse kitaplarını okumayacak. Buradan savcının önüne ne giderse o” dedi.
4 Ocak 1999’da tutuklandı.
Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüsle suçlandı.
Silahları ise iki tabanca ile bir pompalı tüfekti.
6 ay boyunca duruşmalara katılmadı. 25 Ocak 2000’de sabaha karşı, Metris Cezaevi’ne büyük bir operasyon yapıldı. Bir tutuklunun öldüğü bu operasyona verilen ad pek manidardı: “Noel Baba.”
Mirzabeyoğlu adliyeye getirildiğinde, ağır işkenceden geçtiği anlaşılıyordu. Ayakta zor duruyordu, saçı sakalı zorla tıraş edilmişti. Yüzü kanlıydı. Medya olayı, ‘Metris’in üç aslanı... Yolunmuş tavuk!.. Tıraş olurken yüzünü kesti!.. İşte bu kadar!.. Kafasını jandarmanın copuna çarptı’ gibi başlıklarla verdi.
Operasyonun gerisi ‘olağanüstü’ mirası 28 Şubat brifinglerinde bir kez daha ‘update edilmiş’ olan yargıya kalmıştı.
Mirzabeyoğlu, mahkemenin ilk hâkimine; “Ben bıçak yaparım. Onunla isteyen ekmek doğrar, isteyen insan” dese de, 2 Nisan 2000’de, yeni gelen hâkim tarafından “İdam” kararı verildi. Mirzabeyoğlu “Tiyatro bitti” dedi... Yargıtay onadı. Dosya ön sırayı kapıp Meclis’e bile gönderildi. O ara idam kaldırılınca, ceza ‘ağırlaştırılmış müebbet’e çevrildi.
Davanın ilk hâkimi emekli olduktan sonra, DGM hâkimliği sırasında hep baskı gördüğünü itiraf edecekti.
Artık cezaevi günleri başlamıştı.
Önce Kartal F Tipi, sonra Bolu F Tipi...
Bir kez intihara teşebbüs etti.
‘Zihin kontrol (Telegram) yöntemi’ne kadar varan işkenceler gördüğünü söylese de duyan olmadı.
(...)
Mahkeme kararında ise şöyle denildi:
“Kumandan Kod Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla beraber...
Lidersiz bir örgüt düşünülmediği gibi, örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer...”
Şu yazıda öne çıkan “2 husus” var... Birincisi; bir örgüt lideri; hiç “çocuğunu okula götürmek” için evden çıkar mı?.. İkincisi “eylemlerle” hiçbir ilgisi yok ama “örgüt lideri!”
Bu saçmalığa son verilmelidir.
“Atabeyler Çetesi”ni; “patlayıcılar” ve “kroki”lere rağmen “örgüt”ten beraat ettirip, Salih Mirzabeyoğlu’nu içeride tutmak, “adaletsizlik”tir!..