BUGÜNKÜ MGK ÜYELERİ VE TELEGRAM
Tüm buraya kadar anlatılanlardan çıkan netice şudur: Bugünün “MGK üyeleri” olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, TELEGRAM`ı bilmiyor değildir. Yalnızca, şu ân "TELEGRAM`ı görmek" ve "işkenceyi kesmek" işlerine gelmiyordur. Hani "devlette devamlılık esas" ya, belli ki “devlet kararı”yla yapılan işkencede de "devamlılık" esas onlara göre! Genelkurmay`ın başındakilerin kafasını kopartanlar, üçbeş devlet görevlisinin elindeki "cihaz"a mı ulaşamıyorlar?! "Yiyenler" çıkabilir ama biz değil!..
TELEGRAM, bıçak, mermi ve bomba gibi geride iz bırakmayan bir silâh ve operasyon türü. Fakat failleri ve cihazı bulmayı "gerçekten" isteyen için bunun da çok kolay bir yolu var: Mirzabeyoğlu`nun durumunda meselâ, en alttaki gardiyandan, cezaevi memurundan, küçük rütbeli komutandan, hapishâne müdüründen, cezaevi savcısından, cezaevi doktorundan başlarsınız sorgulamaya, "emri kimden aldın?" diye sora sora yukarıya, önce “cihaz”ın başındakilere ve oradan da onlara da emir verenlere (eski-yeni MGK üyelerine ve ilgili MGK “alt birimleri”ne) ulaşırsınız! Merak etmeyin; "gerçekten" faillere erişmek istiyorsanız, "emri kimden aldın?" sorusuna muhatab kılabileceğiniz sayısız isim, hem Mirzabeyoğlu`nda hem gönüldaşlarda mebzul miktarda mevcut!..
Artık TELEGRAM teknoloji ve metodolojisini ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılılardan almış "TELEGRAM üssü" GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı), başında Tayyip Erdoğan`ın mutemed adamı Hakan Fidan`ın bulunduğu MİT`e devrediliyor olduğuna göre, "maşa"lardan yâni TELEGRAM cihazı başındaki görevli asker şahıslardan ziyâde, BUGÜN Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül`ü "birinci sorumlu" tutmak gerekiyor TELEGRAM işkencesinde.
Başbakan Tayyip Erdoğan, "bana dokunmayan TELEGRAM bin yaşasın, şu ustalık dönemimde işim başımdan aşkın, beni sokmadıktan sonra isterse Mirzabeyoğlu`nu haklasın!" diye düşünebilir ama, TELEGRAM’cılar hiç de öyle düşünmüyor! Erdoğan`ı da takibe aldıklarını, hattâ kendisinin ".... danışmanı" olduklarını bile göğüslerini gere gere söyleyebiliyorlar. Yalnız, Başbakan ne kadar farkında bilmiyoruz ancak, "maşa"sı olan TELEGRAM’cıların elindeki teknoloji, kendisinin canını almaya bir "düğme" kadar yakın!!! O danışmanları da, "muhtemel" cenazesinde timsah gözyaşları dökmek yerine, kendisine (yüzlerce benzeri olan) ve “sunî kalb krizleri tetikleme”yi de anlatan aşağıdaki İngilizce makaleleri bir zahmet tercüme edip versinler. Tabiî, "Özal nasıl ölmüştü?" diye hatırlatmayı da ihmal etmeden. Ölçü malûm: "Kim bir zâlime yardım ederse, Allah o zâlimi ona musallat eder."
http://www.carnicominstitute.org/Elana_Freeland_Mar_31_2011_Directed_Energy_Weapons.pdf
http://english.pravda.ru/science/tech/14-08-2007/95965-psychotronic_weapon-0/
http://www.truthwinds.com/siterun_data/health/intentional_death/news.php?q=1213558589
SÜLEYMAN DEMİREL VE “RUTİN DIŞI” ÖZAL SUİKASTİ
MGK`nın "rutin dışı işler"inin nasıl icrâ edildiğini en iyi kim bilir? Tabiî ki, "devletin rutin dışı işleri olur" diyen Süleyman Demirel. O Demirel ki, bir başka “MGK üyesi” Turgut Özal`ın idam fermanını veren kişidir veya o ekiptendir. Yâni Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, "nasıl olsa biz de MGK üyesiyiz, TELEGRAM`a ses etmez de destek verirsek bize birşeycikler olmaz!" şeklinde nâfile hayâllere kapılmasın deriz, çünkü muhtemelen "TELEGRAM"la ipi çekilen ve bu cihaz marifetiyle sunî olarak tetiklenen kalb kriziyle ölen Turgut Özal da bir “MGK üyesi”ydi. Süleyman Demirel`in bu nevi "rutin dışı işler"deki rolüyle ilgili bir haberi, önemine ve parçaların birleştirilmesi arzumuza binaen arzedelim. Kurbanın ne zaman öleceğini en doğru kim bilir, tabiî ki “katil”i; 25 Temmuz 2011 tarihli Bugün gazetesindeki haber:
- "Turgut Özal’la ilgili “Devlet Özal’ın öleceğini biliyordu” tezini sorgulayacak Başsavcılık, Özal’ın vefatının ardından Köşk’e çıkan Demirel’in Özal’ın ölümünden önce sipariş ettiği smokini de mercek altına alacak.
İddiaya dayanak ise, Emin Çölaşan’ın basına yansıyan çarpıcı ifadeleri olacak. Soruşturmayı yürüten Başsavcı Vekili Hüseyin Görüşen ve Özel Yetkili Savcı Kemal Çetin, Çölaşan’a Demirel’le ilgili yazısını sormuştu. Çölaşan 1 Mayıs 2002 tarihli yazısında, “1993’ün Ocak ayı. Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la Özal’dan söz ediyoruz. Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor: Bu gidici. Yakında ölecek. Ben de ‘Olur mu, o hepimizi gömer’ karşılığını veriyorum. Halamın oğlu ise ‘haberin kaynağı babadır. Bu devlet bilgisi... Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Bunu diyorsa bir bildiği vardır’ ifadelerini kullanmıştı. Böylece Demirel’in Özal’ın ölümünü önceden bilip tedbir almadan neden smokin siparişi verdiği iddiaları da incelenecek.”
Zaten, kendisi de böyle bir “sunî kalb krizi saldırısı”ndan kılpayı kurtulan Mirzabeyoğlu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a nasıl suikast düzenlenmiş olduğu veya olabileceğini, fakat niçin geride herhangi bir iz kalmadığını, “Ölüm Odası” adlı eserinin 24. bölümünde “ŞÜBHELİ ÖLÜM” başlığı altında ifşâ etmiştir. Görülecektir ki, Turgut Özal’a muhtemelen TELEGRAM cihazı marifetiyle bir saldırı yapılmış ve -İngilizce TELEGRAM literatüründe sıkça geçtiği üzere- sunî olarak tetiklenen bir kalb kriziyle “tabiî”(!) yoldan bertaraf edilmesi sağlanmıştır. Bilvesile, Turgut Özal’ın Özel Kalem Müdürü Feyzi İşbaşaran’ın bu suikast öncesi siyasî atmosferi tasviri daima hatırda tutulmalı, “yeni anayasa” teşebbüsünün Turgut Özal suikastine sebeb olmasına benzer bir atmosferin bugün de sözkonusu olduğu, bu yüzden Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçok devlet adamı ve yetkilinin hayatının da tehlikede olduğu bilinmelidir. Bugünkü TELEGRAM teknolojisi, artık bildik silâhlı-bombalı suikast zahmetlerine girmeyi gerektirmeyecek derecede kolay ve sofistikedir.
NETİCE
Mirzabeyoğlu`na TELEGRAM işkencesi bahsinde bizce "kesin" olan birtakım hususları sıralayabiliriz artık:
1. Mirzabeyoğlu`na uygulanan TELEGRAM işkencesi, "alttaki" belli bir devlet biriminin tek başına inisiyatifi olmayıp, aksine tüm bu "alttaki" devlet birimlerine (MİT, ordu, polis, adliye, mülkiye, üniversite vs) hâkim ve hepsini kuşatıp yönlendiren bir "irade"nin eseridir. Bunun da karara bağlanabileceği yegâne "kuşatıcı" mahfil, MGK`dır.
2. Mirzabeyoğlu`na uygulanan ve dünyanın görüp göreceği en barbarca işkence türü olduğu tartışmasız TELEGRAM hiçbir hukukun affedemeyeceği bir "insanlık suçu" olduğu için, üstelik gizliliği devletler arası anlaşmalarla teminat altına alındığı için, umum önünde -bugüne kadar olduğu gibi!- asla kabullenilmeyecek ve mutlaka üstü örtülmeye çalışılacaktır. TELEGRAM işkencesi, bu yüzdendir ki, eski "MGK üyesi" Süleyman Demirel`in sözünü ettiği "devletin rutin dışı işleri" cümlesinden bir "örtülü operasyon" olarak kalmaya –kısa bir süre daha!- devam edecektir.
3. Şu hâlde, sözkonusu işkence gizli bir "devlet operasyonu" olduğu için, tüm devlet birimleri, MGK`da bu işkencenin durdurulması şeklinde "yeni" bir karar alınmadıkça yahud kamuoyunda bu işkence deşifre edilmedikçe yahud bir sebeble durdurmak zorunda kalınmadıkça, TELEGRAM’ı -geçmişte ve bugün olduğu gibi- görmezden gelmeye, yâni "üç maymun"u oynamaya devam edeceklerdir. Ola ki kendilerine mikrofon uzatılırsa, aynen bir diğer "rutin dışı" MGK operasyonu olan Susurluk için Necmeddin Erbakan`ın dediği tarzda ya "fasa fiso" diyecekler ya inkâr yoluna sapacaklar yahud da "bir inceletelim" deyip geçiştireceklerdir. TELEGRAM’cıların Mirzabeyoğlu ile “resmî yola başvur!” diye alay etmeleri bundandır.
4. Demek ki, "devlette devamlılık esastır" ilkesince, MGK, hükümet, adalet ve güvenlik kadroları değişse bile, "yeni bir MGK kararı" alınmadıkça, TELEGRAM maalesef –kısa bir süre daha!- aynen "devam" edecektir.
5. Bir işkencenin faillerini en iyi bilecek kişi elbette bizzat o işkencenin mağduru olacağına göre, Mirzabeyoğlu`nun vurguladığı üzere, TELEGRAM "dış destek" alınarak uygulanan bir işkence olsa da, işkencecilerin hemen hepsi de "yerli" kişi ve kurumlar, yâni "yerli" işbirlikçilerdir. İleri sürdükleri işkence gerekçesi de zaten devletin "terörle mücadele"sidir.
6. TELEGRAM işkencesinin başındakiler, devlet mekanizması dışındaki "taşeron" kişi veya örgütler değil, "devlet memuru"dur. Ancak aynen Susurluk ve Jitem gibi diğer "rutin dışı" MGK operasyonlarında sözkonusu olduğu üzere, "muvazzaf" TELEGRAM’cılar da dönem dönem çeşitli suç örgütleriyle -Ergenekon meselâ!-, kanundışı faaliyet yürütenlerle, devşirilmiş tutuklu ve mahkûmlarla, yabancı istihbarat servisleriyle ve farklı saha veya sektörlerde faaliyet gösteren "devlet mekanizması dışındaki" muhtelif kişi, grub -Dost tarikatı meselâ!- ve kurumlarla birlikte veya yardımlaşarak faaliyet göstermektedir.
7. TELEGRAM işkencesinin failleri hernekadar "devlet memuru" da olsalar, yaptıkları iş "rutin dışı" bir işkence operasyonu olduğu için, mevcut hukuk önünde suçludurlar, faaliyetleri kanun dışıdır, suçu "organize" biçimde işlemeleri dolayısıyla da "çete" hükmündedirler. Aynen "Susurluk çetesi" dendiği gibi, onlar için de "Telegram çetesi" denmesi gerekmektedir.
8. Netice olarak, TELEGRAM işkencesinin asıl ve birinci derecede sorumluları, "TELEGRAM cihazı"nın başındaki "maşalar" ve cezaevi asayişinden sorumlu "devlet memurları" değil, onlara bir "insan"a barbarca işkence etme emri veren "yukarıdakiler"dir. Bunların da barındığı "en yüksek karar organı", hepimizin bildiği üzere, MGK`dır. Öyleyse, geçmişte veya bugün "MGK üyesi" olmuş ve olan herkes, tek tek bu işkencenin asıl faili, asıl sorumlusu, asıl suçlusudur. Bir diğer ifadeyle, TELEGRAM işkencesi sürdüğü müddetçe hiçbir mazeretleri kabul edilmeyecek ve "saf numarası" yapmalarına asla aldanılmayacak olan, bu sebeble her fırsatta kendilerinden hesab sorulması gereken asıl suçlular, asıl sorumlular, asıl failler, şu "MGK üyeleri"dir:
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Kuvvet Komutanları (Kara, Deniz, Hava ve Jandarma komutanları) ve Başbakan Yardımcıları.
Bizce "kesin" olan başka birçok husus bulunsa da, "şimdilik" bu kadarı yeterli olsa gerektir.
NOT: Bu makale hazırlanırken tesbit ve araştırmalarından ziyâdesiyle yararlandığım Akademya ve Altay TELEGRAM Araştırma Masası’ndan Reha Suvari ve Ömer Emre Akcebe’ye bilvesile çok teşekkür ediyorum.
KAYNAK: Haftalık Baran Dergisi, Sayı 238, 4 Ağustos 2011
Tüm buraya kadar anlatılanlardan çıkan netice şudur: Bugünün “MGK üyeleri” olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, TELEGRAM`ı bilmiyor değildir. Yalnızca, şu ân "TELEGRAM`ı görmek" ve "işkenceyi kesmek" işlerine gelmiyordur. Hani "devlette devamlılık esas" ya, belli ki “devlet kararı”yla yapılan işkencede de "devamlılık" esas onlara göre! Genelkurmay`ın başındakilerin kafasını kopartanlar, üçbeş devlet görevlisinin elindeki "cihaz"a mı ulaşamıyorlar?! "Yiyenler" çıkabilir ama biz değil!..
TELEGRAM, bıçak, mermi ve bomba gibi geride iz bırakmayan bir silâh ve operasyon türü. Fakat failleri ve cihazı bulmayı "gerçekten" isteyen için bunun da çok kolay bir yolu var: Mirzabeyoğlu`nun durumunda meselâ, en alttaki gardiyandan, cezaevi memurundan, küçük rütbeli komutandan, hapishâne müdüründen, cezaevi savcısından, cezaevi doktorundan başlarsınız sorgulamaya, "emri kimden aldın?" diye sora sora yukarıya, önce “cihaz”ın başındakilere ve oradan da onlara da emir verenlere (eski-yeni MGK üyelerine ve ilgili MGK “alt birimleri”ne) ulaşırsınız! Merak etmeyin; "gerçekten" faillere erişmek istiyorsanız, "emri kimden aldın?" sorusuna muhatab kılabileceğiniz sayısız isim, hem Mirzabeyoğlu`nda hem gönüldaşlarda mebzul miktarda mevcut!..
Artık TELEGRAM teknoloji ve metodolojisini ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılılardan almış "TELEGRAM üssü" GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı), başında Tayyip Erdoğan`ın mutemed adamı Hakan Fidan`ın bulunduğu MİT`e devrediliyor olduğuna göre, "maşa"lardan yâni TELEGRAM cihazı başındaki görevli asker şahıslardan ziyâde, BUGÜN Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül`ü "birinci sorumlu" tutmak gerekiyor TELEGRAM işkencesinde.
Başbakan Tayyip Erdoğan, "bana dokunmayan TELEGRAM bin yaşasın, şu ustalık dönemimde işim başımdan aşkın, beni sokmadıktan sonra isterse Mirzabeyoğlu`nu haklasın!" diye düşünebilir ama, TELEGRAM’cılar hiç de öyle düşünmüyor! Erdoğan`ı da takibe aldıklarını, hattâ kendisinin ".... danışmanı" olduklarını bile göğüslerini gere gere söyleyebiliyorlar. Yalnız, Başbakan ne kadar farkında bilmiyoruz ancak, "maşa"sı olan TELEGRAM’cıların elindeki teknoloji, kendisinin canını almaya bir "düğme" kadar yakın!!! O danışmanları da, "muhtemel" cenazesinde timsah gözyaşları dökmek yerine, kendisine (yüzlerce benzeri olan) ve “sunî kalb krizleri tetikleme”yi de anlatan aşağıdaki İngilizce makaleleri bir zahmet tercüme edip versinler. Tabiî, "Özal nasıl ölmüştü?" diye hatırlatmayı da ihmal etmeden. Ölçü malûm: "Kim bir zâlime yardım ederse, Allah o zâlimi ona musallat eder."
http://www.carnicominstitute.org/Elana_Freeland_Mar_31_2011_Directed_Energy_Weapons.pdf
http://english.pravda.ru/science/tech/14-08-2007/95965-psychotronic_weapon-0/
http://www.truthwinds.com/siterun_data/health/intentional_death/news.php?q=1213558589
SÜLEYMAN DEMİREL VE “RUTİN DIŞI” ÖZAL SUİKASTİ
MGK`nın "rutin dışı işler"inin nasıl icrâ edildiğini en iyi kim bilir? Tabiî ki, "devletin rutin dışı işleri olur" diyen Süleyman Demirel. O Demirel ki, bir başka “MGK üyesi” Turgut Özal`ın idam fermanını veren kişidir veya o ekiptendir. Yâni Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, "nasıl olsa biz de MGK üyesiyiz, TELEGRAM`a ses etmez de destek verirsek bize birşeycikler olmaz!" şeklinde nâfile hayâllere kapılmasın deriz, çünkü muhtemelen "TELEGRAM"la ipi çekilen ve bu cihaz marifetiyle sunî olarak tetiklenen kalb kriziyle ölen Turgut Özal da bir “MGK üyesi”ydi. Süleyman Demirel`in bu nevi "rutin dışı işler"deki rolüyle ilgili bir haberi, önemine ve parçaların birleştirilmesi arzumuza binaen arzedelim. Kurbanın ne zaman öleceğini en doğru kim bilir, tabiî ki “katil”i; 25 Temmuz 2011 tarihli Bugün gazetesindeki haber:
- "Turgut Özal’la ilgili “Devlet Özal’ın öleceğini biliyordu” tezini sorgulayacak Başsavcılık, Özal’ın vefatının ardından Köşk’e çıkan Demirel’in Özal’ın ölümünden önce sipariş ettiği smokini de mercek altına alacak.
İddiaya dayanak ise, Emin Çölaşan’ın basına yansıyan çarpıcı ifadeleri olacak. Soruşturmayı yürüten Başsavcı Vekili Hüseyin Görüşen ve Özel Yetkili Savcı Kemal Çetin, Çölaşan’a Demirel’le ilgili yazısını sormuştu. Çölaşan 1 Mayıs 2002 tarihli yazısında, “1993’ün Ocak ayı. Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la Özal’dan söz ediyoruz. Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor: Bu gidici. Yakında ölecek. Ben de ‘Olur mu, o hepimizi gömer’ karşılığını veriyorum. Halamın oğlu ise ‘haberin kaynağı babadır. Bu devlet bilgisi... Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Bunu diyorsa bir bildiği vardır’ ifadelerini kullanmıştı. Böylece Demirel’in Özal’ın ölümünü önceden bilip tedbir almadan neden smokin siparişi verdiği iddiaları da incelenecek.”
Zaten, kendisi de böyle bir “sunî kalb krizi saldırısı”ndan kılpayı kurtulan Mirzabeyoğlu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a nasıl suikast düzenlenmiş olduğu veya olabileceğini, fakat niçin geride herhangi bir iz kalmadığını, “Ölüm Odası” adlı eserinin 24. bölümünde “ŞÜBHELİ ÖLÜM” başlığı altında ifşâ etmiştir. Görülecektir ki, Turgut Özal’a muhtemelen TELEGRAM cihazı marifetiyle bir saldırı yapılmış ve -İngilizce TELEGRAM literatüründe sıkça geçtiği üzere- sunî olarak tetiklenen bir kalb kriziyle “tabiî”(!) yoldan bertaraf edilmesi sağlanmıştır. Bilvesile, Turgut Özal’ın Özel Kalem Müdürü Feyzi İşbaşaran’ın bu suikast öncesi siyasî atmosferi tasviri daima hatırda tutulmalı, “yeni anayasa” teşebbüsünün Turgut Özal suikastine sebeb olmasına benzer bir atmosferin bugün de sözkonusu olduğu, bu yüzden Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçok devlet adamı ve yetkilinin hayatının da tehlikede olduğu bilinmelidir. Bugünkü TELEGRAM teknolojisi, artık bildik silâhlı-bombalı suikast zahmetlerine girmeyi gerektirmeyecek derecede kolay ve sofistikedir.
NETİCE
Mirzabeyoğlu`na TELEGRAM işkencesi bahsinde bizce "kesin" olan birtakım hususları sıralayabiliriz artık:
1. Mirzabeyoğlu`na uygulanan TELEGRAM işkencesi, "alttaki" belli bir devlet biriminin tek başına inisiyatifi olmayıp, aksine tüm bu "alttaki" devlet birimlerine (MİT, ordu, polis, adliye, mülkiye, üniversite vs) hâkim ve hepsini kuşatıp yönlendiren bir "irade"nin eseridir. Bunun da karara bağlanabileceği yegâne "kuşatıcı" mahfil, MGK`dır.
2. Mirzabeyoğlu`na uygulanan ve dünyanın görüp göreceği en barbarca işkence türü olduğu tartışmasız TELEGRAM hiçbir hukukun affedemeyeceği bir "insanlık suçu" olduğu için, üstelik gizliliği devletler arası anlaşmalarla teminat altına alındığı için, umum önünde -bugüne kadar olduğu gibi!- asla kabullenilmeyecek ve mutlaka üstü örtülmeye çalışılacaktır. TELEGRAM işkencesi, bu yüzdendir ki, eski "MGK üyesi" Süleyman Demirel`in sözünü ettiği "devletin rutin dışı işleri" cümlesinden bir "örtülü operasyon" olarak kalmaya –kısa bir süre daha!- devam edecektir.
3. Şu hâlde, sözkonusu işkence gizli bir "devlet operasyonu" olduğu için, tüm devlet birimleri, MGK`da bu işkencenin durdurulması şeklinde "yeni" bir karar alınmadıkça yahud kamuoyunda bu işkence deşifre edilmedikçe yahud bir sebeble durdurmak zorunda kalınmadıkça, TELEGRAM’ı -geçmişte ve bugün olduğu gibi- görmezden gelmeye, yâni "üç maymun"u oynamaya devam edeceklerdir. Ola ki kendilerine mikrofon uzatılırsa, aynen bir diğer "rutin dışı" MGK operasyonu olan Susurluk için Necmeddin Erbakan`ın dediği tarzda ya "fasa fiso" diyecekler ya inkâr yoluna sapacaklar yahud da "bir inceletelim" deyip geçiştireceklerdir. TELEGRAM’cıların Mirzabeyoğlu ile “resmî yola başvur!” diye alay etmeleri bundandır.
4. Demek ki, "devlette devamlılık esastır" ilkesince, MGK, hükümet, adalet ve güvenlik kadroları değişse bile, "yeni bir MGK kararı" alınmadıkça, TELEGRAM maalesef –kısa bir süre daha!- aynen "devam" edecektir.
5. Bir işkencenin faillerini en iyi bilecek kişi elbette bizzat o işkencenin mağduru olacağına göre, Mirzabeyoğlu`nun vurguladığı üzere, TELEGRAM "dış destek" alınarak uygulanan bir işkence olsa da, işkencecilerin hemen hepsi de "yerli" kişi ve kurumlar, yâni "yerli" işbirlikçilerdir. İleri sürdükleri işkence gerekçesi de zaten devletin "terörle mücadele"sidir.
6. TELEGRAM işkencesinin başındakiler, devlet mekanizması dışındaki "taşeron" kişi veya örgütler değil, "devlet memuru"dur. Ancak aynen Susurluk ve Jitem gibi diğer "rutin dışı" MGK operasyonlarında sözkonusu olduğu üzere, "muvazzaf" TELEGRAM’cılar da dönem dönem çeşitli suç örgütleriyle -Ergenekon meselâ!-, kanundışı faaliyet yürütenlerle, devşirilmiş tutuklu ve mahkûmlarla, yabancı istihbarat servisleriyle ve farklı saha veya sektörlerde faaliyet gösteren "devlet mekanizması dışındaki" muhtelif kişi, grub -Dost tarikatı meselâ!- ve kurumlarla birlikte veya yardımlaşarak faaliyet göstermektedir.
7. TELEGRAM işkencesinin failleri hernekadar "devlet memuru" da olsalar, yaptıkları iş "rutin dışı" bir işkence operasyonu olduğu için, mevcut hukuk önünde suçludurlar, faaliyetleri kanun dışıdır, suçu "organize" biçimde işlemeleri dolayısıyla da "çete" hükmündedirler. Aynen "Susurluk çetesi" dendiği gibi, onlar için de "Telegram çetesi" denmesi gerekmektedir.
8. Netice olarak, TELEGRAM işkencesinin asıl ve birinci derecede sorumluları, "TELEGRAM cihazı"nın başındaki "maşalar" ve cezaevi asayişinden sorumlu "devlet memurları" değil, onlara bir "insan"a barbarca işkence etme emri veren "yukarıdakiler"dir. Bunların da barındığı "en yüksek karar organı", hepimizin bildiği üzere, MGK`dır. Öyleyse, geçmişte veya bugün "MGK üyesi" olmuş ve olan herkes, tek tek bu işkencenin asıl faili, asıl sorumlusu, asıl suçlusudur. Bir diğer ifadeyle, TELEGRAM işkencesi sürdüğü müddetçe hiçbir mazeretleri kabul edilmeyecek ve "saf numarası" yapmalarına asla aldanılmayacak olan, bu sebeble her fırsatta kendilerinden hesab sorulması gereken asıl suçlular, asıl sorumlular, asıl failler, şu "MGK üyeleri"dir:
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Kuvvet Komutanları (Kara, Deniz, Hava ve Jandarma komutanları) ve Başbakan Yardımcıları.
Bizce "kesin" olan başka birçok husus bulunsa da, "şimdilik" bu kadarı yeterli olsa gerektir.
NOT: Bu makale hazırlanırken tesbit ve araştırmalarından ziyâdesiyle yararlandığım Akademya ve Altay TELEGRAM Araştırma Masası’ndan Reha Suvari ve Ömer Emre Akcebe’ye bilvesile çok teşekkür ediyorum.
KAYNAK: Haftalık Baran Dergisi, Sayı 238, 4 Ağustos 2011