Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük ! (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BUGÜNKÜ MGK ÜYELERİ VE TELEGRAM
Tüm buraya kadar anlatılanlardan çıkan netice şudur: Bugünün “MGK üyeleri” olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, TELEGRAM`ı bilmiyor değildir. Yalnızca, şu ân "TELEGRAM`ı görmek" ve "işkenceyi kesmek" işlerine gelmiyordur. Hani "devlette devamlılık esas" ya, belli ki “devlet kararı”yla yapılan işkencede de "devamlılık" esas onlara göre! Genelkurmay`ın başındakilerin kafasını kopartanlar, üçbeş devlet görevlisinin elindeki "cihaz"a mı ulaşamıyorlar?! "Yiyenler" çıkabilir ama biz değil!..
TELEGRAM, bıçak, mermi ve bomba gibi geride iz bırakmayan bir silâh ve operasyon türü. Fakat failleri ve cihazı bulmayı "gerçekten" isteyen için bunun da çok kolay bir yolu var: Mirzabeyoğlu`nun durumunda meselâ, en alttaki gardiyandan, cezaevi memurundan, küçük rütbeli komutandan, hapishâne müdüründen, cezaevi savcısından, cezaevi doktorundan başlarsınız sorgulamaya, "emri kimden aldın?" diye sora sora yukarıya, önce “cihaz”ın başındakilere ve oradan da onlara da emir verenlere (eski-yeni MGK üyelerine ve ilgili MGK “alt birimleri”ne) ulaşırsınız! Merak etmeyin; "gerçekten" faillere erişmek istiyorsanız, "emri kimden aldın?" sorusuna muhatab kılabileceğiniz sayısız isim, hem Mirzabeyoğlu`nda hem gönüldaşlarda mebzul miktarda mevcut!..
Artık TELEGRAM teknoloji ve metodolojisini ABD ve İsrail başta olmak üzere Batılılardan almış "TELEGRAM üssü" GES (Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı), başında Tayyip Erdoğan`ın mutemed adamı Hakan Fidan`ın bulunduğu MİT`e devrediliyor olduğuna göre, "maşa"lardan yâni TELEGRAM cihazı başındaki görevli asker şahıslardan ziyâde, BUGÜN Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül`ü "birinci sorumlu" tutmak gerekiyor TELEGRAM işkencesinde.
Başbakan Tayyip Erdoğan, "bana dokunmayan TELEGRAM bin yaşasın, şu ustalık dönemimde işim başımdan aşkın, beni sokmadıktan sonra isterse Mirzabeyoğlu`nu haklasın!" diye düşünebilir ama, TELEGRAM’cılar hiç de öyle düşünmüyor! Erdoğan`ı da takibe aldıklarını, hattâ kendisinin ".... danışmanı" olduklarını bile göğüslerini gere gere söyleyebiliyorlar. Yalnız, Başbakan ne kadar farkında bilmiyoruz ancak, "maşa"sı olan TELEGRAM’cıların elindeki teknoloji, kendisinin canını almaya bir "düğme" kadar yakın!!! O danışmanları da, "muhtemel" cenazesinde timsah gözyaşları dökmek yerine, kendisine (yüzlerce benzeri olan) ve “sunî kalb krizleri tetikleme”yi de anlatan aşağıdaki İngilizce makaleleri bir zahmet tercüme edip versinler. Tabiî, "Özal nasıl ölmüştü?" diye hatırlatmayı da ihmal etmeden. Ölçü malûm: "Kim bir zâlime yardım ederse, Allah o zâlimi ona musallat eder."
http://www.carnicominstitu​te.org/Elana_Freeland_Mar_​31_2011_Directed_Energy_We​apons.pdf
http://english.pravda.ru/s​cience/tech/14-08-2007/959​65-psychotronic_weapon-0/
http://www.truthwinds.com/​siterun_data/health/intent​ional_death/news.php?q=121​3558589

SÜLEYMAN DEMİREL VE “RUTİN DIŞI” ÖZAL SUİKASTİ

MGK`nın "rutin dışı işler"inin nasıl icrâ edildiğini en iyi kim bilir? Tabiî ki, "devletin rutin dışı işleri olur" diyen Süleyman Demirel. O Demirel ki, bir başka “MGK üyesi” Turgut Özal`ın idam fermanını veren kişidir veya o ekiptendir. Yâni Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, "nasıl olsa biz de MGK üyesiyiz, TELEGRAM`a ses etmez de destek verirsek bize birşeycikler olmaz!" şeklinde nâfile hayâllere kapılmasın deriz, çünkü muhtemelen "TELEGRAM"la ipi çekilen ve bu cihaz marifetiyle sunî olarak tetiklenen kalb kriziyle ölen Turgut Özal da bir “MGK üyesi”ydi. Süleyman Demirel`in bu nevi "rutin dışı işler"deki rolüyle ilgili bir haberi, önemine ve parçaların birleştirilmesi arzumuza binaen arzedelim. Kurbanın ne zaman öleceğini en doğru kim bilir, tabiî ki “katil”i; 25 Temmuz 2011 tarihli Bugün gazetesindeki haber:
- "Turgut Özal’la ilgili “Devlet Özal’ın öleceğini biliyordu” tezini sorgulayacak Başsavcılık, Özal’ın vefatının ardından Köşk’e çıkan Demirel’in Özal’ın ölümünden önce sipariş ettiği smokini de mercek altına alacak.
İddiaya dayanak ise, Emin Çölaşan’ın basına yansıyan çarpıcı ifadeleri olacak. Soruşturmayı yürüten Başsavcı Vekili Hüseyin Görüşen ve Özel Yetkili Savcı Kemal Çetin, Çölaşan’a Demirel’le ilgili yazısını sormuştu. Çölaşan 1 Mayıs 2002 tarihli yazısında, “1993’ün Ocak ayı. Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la Özal’dan söz ediyoruz. Kulağıma eğiliyor ve şu sözleri söylüyor: Bu gidici. Yakında ölecek. Ben de ‘Olur mu, o hepimizi gömer’ karşılığını veriyorum. Halamın oğlu ise ‘haberin kaynağı babadır. Bu devlet bilgisi... Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Bunu diyorsa bir bildiği vardır’ ifadelerini kullanmıştı. Böylece Demirel’in Özal’ın ölümünü önceden bilip tedbir almadan neden smokin siparişi verdiği iddiaları da incelenecek.”
Zaten, kendisi de böyle bir “sunî kalb krizi saldırısı”ndan kılpayı kurtulan Mirzabeyoğlu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a nasıl suikast düzenlenmiş olduğu veya olabileceğini, fakat niçin geride herhangi bir iz kalmadığını, “Ölüm Odası” adlı eserinin 24. bölümünde “ŞÜBHELİ ÖLÜM” başlığı altında ifşâ etmiştir. Görülecektir ki, Turgut Özal’a muhtemelen TELEGRAM cihazı marifetiyle bir saldırı yapılmış ve -İngilizce TELEGRAM literatüründe sıkça geçtiği üzere- sunî olarak tetiklenen bir kalb kriziyle “tabiî”(!) yoldan bertaraf edilmesi sağlanmıştır. Bilvesile, Turgut Özal’ın Özel Kalem Müdürü Feyzi İşbaşaran’ın bu suikast öncesi siyasî atmosferi tasviri daima hatırda tutulmalı, “yeni anayasa” teşebbüsünün Turgut Özal suikastine sebeb olmasına benzer bir atmosferin bugün de sözkonusu olduğu, bu yüzden Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçok devlet adamı ve yetkilinin hayatının da tehlikede olduğu bilinmelidir. Bugünkü TELEGRAM teknolojisi, artık bildik silâhlı-bombalı suikast zahmetlerine girmeyi gerektirmeyecek derecede kolay ve sofistikedir.

NETİCE

Mirzabeyoğlu`na TELEGRAM işkencesi bahsinde bizce "kesin" olan birtakım hususları sıralayabiliriz artık:

1. Mirzabeyoğlu`na uygulanan TELEGRAM işkencesi, "alttaki" belli bir devlet biriminin tek başına inisiyatifi olmayıp, aksine tüm bu "alttaki" devlet birimlerine (MİT, ordu, polis, adliye, mülkiye, üniversite vs) hâkim ve hepsini kuşatıp yönlendiren bir "irade"nin eseridir. Bunun da karara bağlanabileceği yegâne "kuşatıcı" mahfil, MGK`dır.

2. Mirzabeyoğlu`na uygulanan ve dünyanın görüp göreceği en barbarca işkence türü olduğu tartışmasız TELEGRAM hiçbir hukukun affedemeyeceği bir "insanlık suçu" olduğu için, üstelik gizliliği devletler arası anlaşmalarla teminat altına alındığı için, umum önünde -bugüne kadar olduğu gibi!- asla kabullenilmeyecek ve mutlaka üstü örtülmeye çalışılacaktır. TELEGRAM işkencesi, bu yüzdendir ki, eski "MGK üyesi" Süleyman Demirel`in sözünü ettiği "devletin rutin dışı işleri" cümlesinden bir "örtülü operasyon" olarak kalmaya –kısa bir süre daha!- devam edecektir.

3. Şu hâlde, sözkonusu işkence gizli bir "devlet operasyonu" olduğu için, tüm devlet birimleri, MGK`da bu işkencenin durdurulması şeklinde "yeni" bir karar alınmadıkça yahud kamuoyunda bu işkence deşifre edilmedikçe yahud bir sebeble durdurmak zorunda kalınmadıkça, TELEGRAM’ı -geçmişte ve bugün olduğu gibi- görmezden gelmeye, yâni "üç maymun"u oynamaya devam edeceklerdir. Ola ki kendilerine mikrofon uzatılırsa, aynen bir diğer "rutin dışı" MGK operasyonu olan Susurluk için Necmeddin Erbakan`ın dediği tarzda ya "fasa fiso" diyecekler ya inkâr yoluna sapacaklar yahud da "bir inceletelim" deyip geçiştireceklerdir. TELEGRAM’cıların Mirzabeyoğlu ile “resmî yola başvur!” diye alay etmeleri bundandır.

4. Demek ki, "devlette devamlılık esastır" ilkesince, MGK, hükümet, adalet ve güvenlik kadroları değişse bile, "yeni bir MGK kararı" alınmadıkça, TELEGRAM maalesef –kısa bir süre daha!- aynen "devam" edecektir.

5. Bir işkencenin faillerini en iyi bilecek kişi elbette bizzat o işkencenin mağduru olacağına göre, Mirzabeyoğlu`nun vurguladığı üzere, TELEGRAM "dış destek" alınarak uygulanan bir işkence olsa da, işkencecilerin hemen hepsi de "yerli" kişi ve kurumlar, yâni "yerli" işbirlikçilerdir. İleri sürdükleri işkence gerekçesi de zaten devletin "terörle mücadele"sidir.

6. TELEGRAM işkencesinin başındakiler, devlet mekanizması dışındaki "taşeron" kişi veya örgütler değil, "devlet memuru"dur. Ancak aynen Susurluk ve Jitem gibi diğer "rutin dışı" MGK operasyonlarında sözkonusu olduğu üzere, "muvazzaf" TELEGRAM’cılar da dönem dönem çeşitli suç örgütleriyle -Ergenekon meselâ!-, kanundışı faaliyet yürütenlerle, devşirilmiş tutuklu ve mahkûmlarla, yabancı istihbarat servisleriyle ve farklı saha veya sektörlerde faaliyet gösteren "devlet mekanizması dışındaki" muhtelif kişi, grub -Dost tarikatı meselâ!- ve kurumlarla birlikte veya yardımlaşarak faaliyet göstermektedir.

7. TELEGRAM işkencesinin failleri hernekadar "devlet memuru" da olsalar, yaptıkları iş "rutin dışı" bir işkence operasyonu olduğu için, mevcut hukuk önünde suçludurlar, faaliyetleri kanun dışıdır, suçu "organize" biçimde işlemeleri dolayısıyla da "çete" hükmündedirler. Aynen "Susurluk çetesi" dendiği gibi, onlar için de "Telegram çetesi" denmesi gerekmektedir.

8. Netice olarak, TELEGRAM işkencesinin asıl ve birinci derecede sorumluları, "TELEGRAM cihazı"nın başındaki "maşalar" ve cezaevi asayişinden sorumlu "devlet memurları" değil, onlara bir "insan"a barbarca işkence etme emri veren "yukarıdakiler"dir. Bunların da barındığı "en yüksek karar organı", hepimizin bildiği üzere, MGK`dır. Öyleyse, geçmişte veya bugün "MGK üyesi" olmuş ve olan herkes, tek tek bu işkencenin asıl faili, asıl sorumlusu, asıl suçlusudur. Bir diğer ifadeyle, TELEGRAM işkencesi sürdüğü müddetçe hiçbir mazeretleri kabul edilmeyecek ve "saf numarası" yapmalarına asla aldanılmayacak olan, bu sebeble her fırsatta kendilerinden hesab sorulması gereken asıl suçlular, asıl sorumlular, asıl failler, şu "MGK üyeleri"dir:

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Kuvvet Komutanları (Kara, Deniz, Hava ve Jandarma komutanları) ve Başbakan Yardımcıları.

Bizce "kesin" olan başka birçok husus bulunsa da, "şimdilik" bu kadarı yeterli olsa gerektir.

NOT: Bu makale hazırlanırken tesbit ve araştırmalarından ziyâdesiyle yararlandığım Akademya ve Altay TELEGRAM Araştırma Masası’ndan Reha Suvari ve Ömer Emre Akcebe’ye bilvesile çok teşekkür ediyorum.

KAYNAK: Haftalık Baran Dergisi, Sayı 238, 4 Ağustos 2011
 

Horanta

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2008
Mesajlar
225
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
Yazıyı dergide dikkatlice okudum.

Eğer Telegram işkencesi bir MGK projesi ise:

Ortada ne tayyipin ne gülün masumiyeti kalır.

İktidarları için, "demokrasi" dini için Mirzabeyoğlu'nu sattıkları anlamına gelir!

O zaman iş değişir...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Mirzabeyoğlu'na Yeniden Yargılama Yapılsın mı?

299325_217364118312893_174031492646156_553554_3654998_n.jpg


Yaklaşık 12 senedir cezaevinde bulunan ve çok sayıda eserin altında imzası olan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu için yeniden yargılanma yolu açılır mı? Bu soruya verilecek cevap aslında çok basit.Bu minvalde bir çok kez basın ve yayınımızda ki güzide yazarların gündeme getirdiği Mirzabeyoğlu Davası'nın kamuoyunda tanıtılmasını amaçlayan Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük sitesi Facebook üzerinden bir anket düzenliyor.

Aslında Türkiye'de bir dönem sorgulanırken bu dava'da es geçilemez.
Mirzabeyoğlu davası 28 Şubat'ın üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu darbenin üzerinde ki karanlık ve sis perdesini bile aydınlatabilir.Geçtiğimiz yıllarda da Ankara Barosundan 28 avukatın Deniz Gezmiş ve Şeyh Said ile ilgili 'Cumhuriyet Tarihine İz Bırakan' davaları 'yeniden yargılanma' yapılması için inceleme komisyonu kurduğunu biliyoruz...Şu anda Ergenekon örgütü sanıklarının avukatlığını üslenen Metin Çetinbaş 'ın Mirzabeyoğlu davasında DGM hakimliği yaptığı ve idam cezasını verdiğide hesaba katılacak olursa bu dava'nın nasıl bir ortamda ve kimler tarafından onaylandığı daha iyi anlaşılıyor.

Facebook 'ta gerçekleşen ANKET etkinliğine dair yapılan açıklama aşağıdadır..

Salih Mirzabeyoğlu 29 Aralık 1998 tarihinde okuldan çocuklarını almaya gittiğinde, çocuklarının gözü önünde tutuklandı. TV ve Gazetelere ise hücre evine yapılan operasyonda yakalanmış gibi gösterildi. Kanas marka suikast silahı ve çeşitli örgütsel dökümanlarda beraberinde yakalandığı iddia edildi. Suikast silahı dedikleri silah hemen hemen her evde bulunan pompalı av tüfeği idi. Beraberinde yani hücre evinde yapılan (aslında kendi evinde) aramada ise çıkan örgütsel dökümanlar, Mirzabeyoğlu'nun kendi yazdığı kitaplar, Kelime - i Tevhid sancağı gibi şeylerdi.

1999 senesinde ise kendisine yapılan hukuksuzluğu protesto etmek için mahkemelere çıkmayı reddedi. 25 Ocak 2000 tarihinde ise mahkemeye çıkacağını beyan ettiği halde, kalmakda olduğu Metris Cezaevine Silahlı Kuvvetler tarafından kanlı bir operasyon gerçekleştirildi. Bir mahkumun şehadeti, yaklaşık 15 mahkumun G3 ve av tüfekleri ile vurulması sonucunda Kartal Cezaeevine, söz verilmesine (herhangi bir darb olmayacağına) rağmen linç edilerek götürüldü.

Kartal Cezaevine linç edilerek götürüldüğü andan itibaren Telegram işkencesine başladılar ve halen devam etmekde olan bir işkence.

Hatırlayanlar bilir, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir şekilde adeta enkizisyon mahkemelerinden kalma görüntülerle mahkemeye çıkartıldı. Yüzü gözü yara bere, kan içinde, üstü başı bir önceki günde yapılan operasyondan dolayı çamur, yırtık pırtık bir şekilde mahkemeye çıkartıldı.

Dava sürecinde 6 Nolu Devlet Güvenilik Mahkemesi Başkanı Sedat Karagül, Mirzabeyoğlu davası ve bir çok siyasi davadan baskı gördüğünü açıklayarak istifa etti. Yerine ise, şu an Ergenekon Terör Örgütü sanıklarının avukatlığını yapan Metin Çetinbaş getirildi. İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi 02.04.2001 günlü kararı ile dosyada altı ay ceza almasını gerektirici bir suç olamadığı halde, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nu;

"Anayasal Düzenini cebir ile değiştirip tüm
Ortadoğu ülkelerini kapsayan dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslâm devleti kurmak olduğu, örgütün yapısının Kumandan (Kod) Salih İzzet Erdiş’in yazmış olduğu kitablardan etkilenen şahısların herhangi bir hiyerarşik yapılanması olmaksızın birbirlerinden bağımsız hareket eden cephe hareketleri oluşturulduğu kendiliğinden zuhur adıyla oluşturulan bu cephelerin bağımsız olarak değişik eylem kararı alarak bu eylemleri gerçekleştirdikleri"nden dolayı Salih Mirzabeyoğlu'nu;

"TCK.nun 146/1 MADDESİ GEREĞİNCE İDAM CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA," karar vermiştir.

SALİH MİRZABEYOĞLU DAVASI, İADE-İ MUHAKEME (YENİDEN YARGILANMA) BAŞVURUSU YAPILMALI MIDIR?


Bu konuda yapmış olduğumuz ankete katılımlarınızı bekliyoruz.

Saygılarımızla...



Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük sitesi ediyoryası.


Anket için;

https://www.facebook.com/questions/216655115050460/
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MİRZABEYOĞLUNA İDAM VEREN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AVKATI
Çetinbaş
"Mirzabeyoğlu'nu Yargılarken Hata Yapmış Olabilirim"


MİRZABEYOĞLU’NU İDAMA MAHKUM EDEN HAKİM ÇETİNBAŞ’TAN İTİRAF





28 Şubat döneminin cunta yandaşı medyası tarafından hazırlanan asparagas haberler üzerine komik gerekçelerle tutuklanıp idama mahkum edilen Salih Mirzabeyoğlu’nun davasına bakan hakim, Akit’e çarpıcı bir itirafta bulundu.





Şimdi Ergenekon sanıklarının avukatlığını yapan, Mirzabeyoğlu davasının o dönemdeki hakimi Metin Çetinbaş, idam kararı ile ilgili olarak, “O dosyada ‘Yüzde yüz hata yapılmadı’ denilemez. Hakimler de hata yapabilir” dedi.



MURAT ALAN/İSTANBUL




28 Şubat dönemi cunta medyasının asparagas haberlerinin gölgesinde görülen İBDA-C davasında, kitap yazdığı ve arabasında ‘ruhsatlı av tüfeği’ bulunduğu gerekçesi ile Salih Mirazbeyoğlu’nu silahlı terör örgütü lideri yapıp idam cezasına çarptıran hakim, devasa cephaneliklerin ele geçirildiği Ergenekon örgütü davasında avukat çıktı. “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Yıkmaya Teşebbüs”, “Silahlı Terör Örgütüne Üyelik” suçlamasıyla yargılanan Kemal Alemdaroğlu’nun avukatı Metin Çetinbaş’ın, Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim olduğu öğrenildi. Çetinbaş, Ergenekon sanığını savunmasını, “Ne yapayım, Kemal Alemdaroğlu’nu savunmayayım mı?” şeklinde izah ederken, Mirzabeyoğlu’na verilen idam cezası ile ilgili ise şok bir ifade kullandı. Çetinbaş, “Allah’ın adaleti değil ki mutlak ve kesin olsun. Hiçbir hakim verdiği kararların yüzde yüz doğru olduğunu söyleyemez. Ben hata yapılmadığını düşünüyorum ama o dosyada yüzde yüz hata yapılmadı demek değildir. Hakimler de hata yapabilir” dedi.






“NE YAPAYIM, SAVUNMAYAYIM MI?”
Mirzabeyoğlu’nun, yazdığı kitaplar ve arabasında bulunan ruhsatlı av tüfeği ile silahlı örgüt yöneticisi olduğunu karar veren mahkemenin başkanı Metin Çetinbaş’ın, Ergenekon davasında avukatlık yaptığı belirlendi. Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu’nun avukatlığını üstlenen Metin Çetinbaş konuya ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Çetinbaş, muhabirimizin “Ele geçirilen bir av tüfeği ve yazılan kitaplarla Mirzabeyoğlu’nun örgüt lideri olduğuna hükmedip ömür boyu hapse mahkum ettiniz. Buna karşın binlerce silahın ele geçirildiği soruşturmada sanık olan Kemal Alemdaroğlu’nun masum olduğunu iddia edip avukatlığını yapıyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?” şeklindeki sorusuna cevap vermekte zorlandı. Çetinbaş, “Ne yapayım, savunmayayım mı? Birileri savunacak. Somut olayı ve kişiyi savunmak başka bir şey, örgütü savunmak başka bir şey” diye konuşup, Kemal Alemdaroğlu’nun dosyasını incelediğini, masum olduğuna kanat getirdiğini belirtti.
“ALLAH’IN ADALETİ DEĞİL Kİ KESİN OLSUN, HATA YAPILMIŞ OLABİLİR”
28 Şubat cuntacıları ve yalan haberleri ile millete kan kusturan kartel medyasının gölgesinde yapılan İBDA-C yargılamalarına ve mahkumiyetlerine ilişkin sorumuza, ‘Önümüze gelen dosyaya göre değerlendirme yaptık. Dosya bizden sonra, bizim verdiğimiz kararlardan sonra Yargıtay ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan da geçti. Burada kişileri değerlendirmek istemiyorum. Dosyanın detaylarını da hatırlamıyorum. Biz o günkü şartlara göre karar verdik. Ben bir hata yapıldığını düşünmüyorum ama bu o dosyada hata yapılmadı demek değil. Allah’ın adaleti değil ki mutlak ve kesin olsun. Hiçbir hakim verdiği kararların yüzde yüz doğru olduğunu söyleyemez” dedi. Susurluk davasında verdiği kararın hayata bakışını da yansıttığını söyleyen Çetinbaş, baktığı davalarda isteyerek hata yaptığını düşünmediğini söyledi.
KOMİK GEREKÇELERLE ÖRGÜT LİDERİ YAPILMIŞTI
6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 2001 yılında Salih Mirzabeyoğlu’nu “Anayasal düzeni cebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslâm devleti kurmaya teşebbüs” suçlaması ile yargılamış, Mirzabeyoğlu’nun “yazmış olduğu kitaplardan etkilenen şahısların herhangi bir hiyerarşik yapılanması olmaksızın birbirlerinden bağımsız hareket eden cephe hareketleri oluşturulduğu, kendiliğinden zuhur adıyla oluşturulan bu cephelerin bağımsız olarak değişik eylem kararı alarak bu eylemleri gerçekleştirdikleri” gerekçesiyle “TCK’nun 146/1 maddesi gereğince idam cezası ile cezalandırılmasına” karar vermişti.






ZORLA TRAŞ VE İŞKENCEYİ
GÖRMEZDEN GELMİŞTİ

Müvekkili Kemal Alemdaroğlu’nun Ergenekon davası kapsamında gözaltına alınıp polis aracına bindirildiği sırada başını tavana çarpmaması için yapılan müdahaleyi işkence olarak tanımlayan Metin Çetinbaş, davasına baktığı İBDA-C sanıklarının zorla traş edilmesi ve dövülmesi ile ilgili ise herhangi bir tepkide bulunmamıştı.

ERGENEKON BOMBALARI
BİR ÇOK OLAYDA KULLANILMIŞTI

12 Haziran 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir evde sandıklar dolusu el bombası bulunmuştu. Kemal Alemdaroğlu’nun da sanığı olduğu Ergenekon örgütüne ait olduğu iddia edilen bombalar ile ilgili yapılan araştırmada, el bombalarının başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere bir çok saldırıda kullanılan mühimmatla aynı seri numarasına sahip olduğu ortaya çıkmıştı.





Yeni Akit Gazetesi, 23.09.2011
 

hasgül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Mar 2009
Mesajlar
1,965
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
"Müslüman!.. Aynanın karşısına geç ve alnındaki "müslüman" yazısına her ân ihânet halinde olup olmadığını düşün!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53





Salih Demirci








Vakit gazetesinde 23 Eylül 2011 tarihinde "Hata yapmış olabilirim!" başlığı ile yayınlanan haberi, Furkan Dergisi olarak neredeyse her sayımızda yazdığımız, gazetelere ilanlar vererek kamuoyuna bildirdiğimiz bir hususun doğrulanması olarak kabul ediyoruz.[Bu haberlerin ardından Ebubekir Sifil bey, Atilla Özdur ağabey ve bir kaç “duyarlı” yazar konu hakkında yazı kaleme aldılar. Yazımızın bütünlüğünü bozmamak için onlardan bahsetmiyoruz.]İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nu, eski mülakatlarında da altını defaten çizdiği "BEN BİR FİKİR ADAMIYIM" hakikatine rağmen"terör örgütü lideri" olarak idamla "cezalandıran" DGM'sinin hâkimi Metin Çetinbaş'la alâkalı olarak yayınlanan haberde, ilgili makamların bir an önce harekete geçmesine sebeb olacak cümleler mevcut.Mirzabeyoğlu, 2001 yılında mahkeme idam cezasıyla sonuçlandığında "Tiyatro bitti!" demiş, avukatları hem mahkemede hem daha sonraki adli safhalarda yaptıkları savunmalarında bu ifadenin niye doğru olarak kabul edilmesini belirten ibarelere sahib açıklamalar yapmış, misal olarak lehte hiç bir tanık ve delilin kabul edilmediği, aleyhte olduğu varsayılan delillerin de özünden koparılarak yorumlandığına değinmişlerdi.Daha önce Adana DGM tarafından açılıp, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve askeri istihbaratdan gelen raporda, "eylem emri verdiğine, eylem yaptığına dair bir delil yoktur" denilmesi üzerine takibsizlik ile neticelenen dava dosyasından hiçbir farkı olmayan İstanbul DGM'deki bu dosyanın bırakınız hapis cezasını, "idam kararı" neticelenmesi ortada bir "hukuk tiyatrosu" olduğunun en büyük ispatıydı.Dergimizde ve websitemizde defalarca Metin Çetinbaşı ele aldık, kendisine avukatlarımız kanalıyla bir röportaj yapma teklifimizi dahi ilettik ama olumlu-olumsuz bir cevab alamadık.Akit gazetesi ise Metin Çetinbaş'a ulaşmayı ve ağzından Mirzabeyoğlu'nun "tiyatro" dediği hadiseyi doğrulayan itirafını almayı başardı!Gazetede, kendisinin Ergenekon davasında "terör örgütü lideri" olarak yargılanan Kemal Alemdaroğlu'nun avukatlığını yapması ile Mirzabeyoğlu davası hakkında sorulan soruya şu karşılığı veriyor:"- Çetinbaş, Ergenekon sanığını savunmasını, “Ne yapayım, Kemal Alemdaroğlu’nu savunmayayım mı?” şeklinde izah ederken, Mirzabeyoğlu’na verilen idam cezası ile ilgili ise şok bir ifade kullandı. Çetinbaş, “ALLAH’IN ADALETİ DEĞİL Kİ mutlak ve kesin olsun. Hiçbir hâkim verdiği kararların yüzde yüz doğru olduğunu söyleyemez. Ben hata yapılmadığını düşünüyorum ama o dosyada yüzde yüz hata yapılmadı demek değildir. HAKİMLER DE HATA YAPABİLİR” dedi."Elbette bu sözleri, "tevazu" olarak anlayabilecek ahmaklık derecesinde saflar da bulunabilir ama gerçekde, Ergenekon davalarının ilk günlerindeki o burnundan kıl aldırmaz kibirli ve mahkemedeki hâkim ve savcılara "iş öğretir" edaların ardından gelen "ne halt ettim!?" korkusunun kıskıvrak sarıp sarmalamasının ilk adımı olarak anlamak gerekiyor.Şimdi milletvekili olan Aydın Ayaydın'ın, lüks bir restoranda "gelen yüksek seslerden ötürü yan masadaki seslere kulak kabartması"nı anlattığı bir yazısında, Metin Çetinbaş öznesinin o dönemde yargılanan bir banka sahibi ile alakalı soruşturma hakkında, dava dosyası önüne gelmediği halde dönemin Cumhurbaşkanına "çıkıp", durumu anlattığı, "gelsinler hepsini...." dediğini naklediyordu.Dikkat ediniz daha ortada dava dosyası yok ama hâkim öznesi yargılamadan kararını vermiş ve bunu üstelik “üstlerine” de onaylatmış da!Bahsettiğimiz haberden bir gün sonra da Mirzabeyoğlu'nun avukatlarından birisiyle yapılmış bir kısa röportaj yayınlandı gazetede; avukatın sözleri yukarıda Aydın Ayaydın'dan naklettiğimiz sözleri doğrular nitelikte:"- Değerli bir meslektaşımız anlatmıştı... Meslektaşım, Metin Çetinbaş mağduru olan birinin avukatı olarak kendisiyle emekli olduktan sonra konuşuyor... Metin Çetinbaş; “Bizim önümüze iki dosya gelirdi. Birinde ne zaman hüküm verileceği, ne kadar ceza verileceği... Hepsi belirtilmiştir... Diğerinde ise inisiyatif bize bırakılmıştır... Biz buna göre kararlar verirdik”meyanında laflar ediyor. Tarihin gördüğü en büyük hukuksuzlukların izi sürülürse, karşımıza emir alan hukukçu kisveli bu memur zihniyet çıkar."İşte bunun için "tevazu olarak anlayabilecek ahmaklık derecesinde saflar da bulunabilir" dedik yukarıda; ortada hiç de yanlış anlaşılacak bir durum yok, apaçık ortada olan bir hakikatin GEREĞİNİN NASIL YAPILACAĞINDAN BAŞKA!Daha dava dosyasına bakmadan kişiye özel ve kendi sözleriyle demek ki "inisiyatif kullanarak" ne kadar hapis cezası vereceğini hesablamaya başlayan, savunma ve delilleri "tiyatro aksesuarı" olarak gören Metin Çetinbaş öznesi, hukuk sisteminin YÜZKARASIDIR!HSYK'nın şimdi emekli olması nedeniyle Çetinbaş öznesi ile alakalı olarak meslekten atılma gibi bir karar vermesi imkânsız, fakat bu itiraf ve şahidlikden ötürü onun baktığı dosyalar hakkında çalışma kararı alması beklenebilir.Meslek hayatı boyunca yüzlerce dosyaya bakmış olan birisinin "karar"larını incelemek seneler alacağından, elbette İTİRAZA DAYALI BIR ÇALIŞMA, inceleme yapabilirler.Takibsizlik kararı verilmiş bir dosyanın, altı ay sonra bir başka mahkemece açılıp, üstelik ilk başkanı da değiştirilerek çok kısa bir sürede ve dosyada görüleceği üzere savunma avukatlarının itirazları ve şahid talebleri vs. gibi lehte olan unsurlar dikkate alınmadan, tıpkı kendisinin anlattığı “birinde ne zaman hüküm verileceği, ne kadar ceza verileceği... Hepsi belirtilmiştir...” gibi ve üstelik "idam"la neticelenmesi ve ardından "mahkum"un 11 sene boyunca Telegram adı verilen elektronik bir işkence metoduna tabi tutulması, Mirzabeyoğlu dosyasını kesinlikle ŞÜBHELİ OLARAK DAMGALAMAK için yeterlidir.Adalet Bakanlığının, HSYK'nın hatta Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu'nun bu dosya hakkında, ADALET İÇİN, ortadaki şübheleri kaldırmak için bir an önce çalışmaya başlaması, HUKUK NAMUSU için de elzemdir.Senelerdir yaptığımız yayınları bir kenara bırakalım, bıraksınlar, açık kaynaklarda Çetinbaş öznesinin davalara nasıl baktığına dair itirafı ortadayken, 28 Şubat süreci olduğunu da unutmamak gerekir, bu durumda da hiç bir kıpırdama gerçekleşmezse, bütün sorumluluk kendilerinin üzerine kalacaktır.Adaletsizliği gidermek için önlerinde bir imkân mevcut.Harekete geçmeliler.“Ankara’da hâkimler var!” sözüne inandırın bizleri! "Daha çok demokrasi" mi, "daha çok insan hakları" mı, "daha çok adalet" mi? Slogan bu muydu?O hâlde gösterin!
Not:*Atilla Özdür ağabey Akit’de yazdığı yazısında Mirzabeyoğlu’nun durumuna değinmiş, “öte”yi hatırlatmış. Allah razı olsun. Fakat yazısının ilk bölümünde bahsettiği üzücü durumlardan şu satırları yazan olarak ilk kez haberimiz oldu. Başı sağolsun, Allah rahmet eylesin, Allah ona da sabır versin. “20 sene 30 sene” önceki sıhhatinde daimliği nasib eylesin.1)"Allah'ın adaleti değil ki..." Çetinbaş öznesi bunu söylerken, karşısına geçip de idam cezası verdiğinin, "Allah'ın Kanunları"nı devlet çapında tatbik etme iddiasıyla getirildiğini unutuyor. "Allah", bunlar için bir "aksesuar" sadece! Tüm yaşamları gübre üretmek olan bu tip mahlûklar, sadece gübre üretmek için yaşarlar, kendilerine bunları hatırlatan biri çıkınca da hukuk değil nefretlerini konuştururlar, kendileri gibi gübreci olanların sözlerini dinleyerek de "ölüm!" çığlıkları atarlar! Sıradan bir insan olsalar bunlar gülünüp geçilecek de, "hukuk" gibi bir "alet"in kullanıcısı olarak gübre üreten böyleleri insanlık tarihinde, her sistem içinde EN AŞAĞILIK UNSURLAR olarak isimlendirilmişlerdir. En aşağılık, en lanetlik, en nefretlik! “Kariyerist”lik kötüdür!2)Kemal Alemdaroğlu'nun iddianameye alınmış bir telefon görüşmesinde geçen, "bütün Kürtler ölmeli" türünden bir "rezilliği" hakkında, "bu düşünce açıklamakdır, öldürmeye kalkışmak değildir, anayasal teminat altındadır düşünce ve fikir özgürlüğü" diye savunma yapan Çetinbaş öznesi, acaba Mirzabeyoğlu davasında Alemdaroğlu'nun bu sözünün binde biri kadar bir ifade veya imaya rastlamış mıdır? Rastlamamıştır! Rastlamamıştır çünkü, deliller değil, "kanaat hasıl oldu" diyerek, gübre üretmekden başka bir gayesi olmayan "kanaati" ile karar vermiştir!3) Şimdi milletvekili olan A. Ayaydın'ın, milletvekili olduktan sonra değişmediğine inanmak istiyoruz, bu açık itiraflardan sonra, o hâlde Çetinbaş öznesine dair bir kaç sene önce gazetedeki köşesinde kaleme aldığı yazısının hukuken de takibçisi olacağına inanmak istiyoruz. Mirzabeyoğlu'nun hem davası hem de cezaevinde yaşadıkları hem ülkemizin hem de dünyanın bildiği hâdiselerdendir. Millet'in yani Mirzabeyoğlu'nun da Vekili olarak, hukuku katleden Çetinbaş öznesine karşı hiç değilse Meclis’de gerekli olan çalışmaları yapacağına inanmak istiyoruz.4)Çetinbaş öznesi hakkında çıkan haberlerin Mirzabeyoğlu’nun hukukî davası ile alâkalı kısmı nasıl neticelenecek şimdilik şübheli; ama işin bir başka vechesi bu davayı –kimler için olduğu “derd” olsun- satrançdaki GAMBİT gibi değerlendirmek de mümkün. Ne yazık ki öyle! Ne yazık!

 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Herşey bir gün gün yüzüne çıkacak...bu aciz iki ayaklı yaratığın yaptığı hatayı bu şekilde haykırması gibi diğer belhüm adallar da haksızlıklarını zulümlerini haysiyetsizliklerini elbet bir gün haykıracaklar..Salih MİRZABEYOĞLU'na özgürlük..Herkes işitsin ki biz bu haklı davamızın ilelebet arkasında olacağız ve kumandan serbest kalana dek mücadelemizi sürdüreceğiz..KUMANDANA ÖZGÜRLÜK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Hadis Âlimi NEDİM URHAN HOCA:
‘SALİH MİRZABEYOĞLU
MUKADDES EMANETİN DAVACISIDIR’

2485917017_d77255ec42.jpg

Metris Direnişi’nde Salih Mirzabeyoğlu diğer adıyla Kumandana yapılanlar bizi çok üzdü. Büyük Doğu’nun etkisiyle yönlendirmesiyle en ufak bir zararı olmadan devam eden mücadelesi büyük zahmetlere-meşakkatlere tahammül etme fırsatı verdi ona. Onu duyduk, gördük. Hatta Metris’e gittik. Sadrettin Hocanın Metriste hapis edildiği anda onu da getirdiler, orada tutmadılar. 1980-1990’larda.
Ben tabiî ki Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun çektiği zahmetleri gözümle görmedim ama Sadrettin Hocaya hasta iken yapılanları gördüm. Tuvalete çıkarmıyorlardı, nedendir bilmiyorum, prostatı var kıvranıyor ama kasıt mıdır nedir? Hangi vicdan müsaade eder?
Salih Mirzabeyoğlu’na neler yapıldığını matbuattan öğreniyorduk, gidenlerden gelenlerden öğreniyorduk. Zulüm yerde kalmaz! Kim sebeb olmuş kim onu yapmışsa, bu istikamet üzere devam eden neslin kim önünü kesmek istiyorsa, Allah bunlara hesabı dünyada da soracak, ahrette de. Şimdi ben bu hususların şahidliğini yaşıyorum.
Bu zulümleri yapan kişilerin hepsi beter olsunlar. Bunlar daha ağırını çekecek. Şimdi öyle haberler alıyorum ki adamlar pencereden bakmaya bile korkuyorlar. Biri görür de bilmem ne olur, diye. Yani Allah zulme kimseyi devam ettirmez. Zalimin hasmıdır Cenabı Hak. Mazlumun yanındadır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
images


Sifil, Mirzabeyoğlu'na özgürlük istedi!


Fikirlerinden ve sayısı 50`yi geçen kitaplarından başka bir eylemi olmayan bir adam... Silahlı terör örgüt kurmak suçundan müebbete mahkûm. Ortada ne örgüt var, ne hiyerarşik bir yapı.

Ortada bir suç varsa eğer, "suçun şahsiliği" ilkesi, suçun faili/failleri ile sınırlı bir müeyyideyi öngörür. Onu müebbete mahkûm eden hakim, fikirlerinden etkilenip eylem yapan insanların sorumluluğunu ona yükleyen bir yaklaşım sergilemiş. "Hiyerarşi yok, eylem yok, eylem talimatı yok, tanışıklık yok... Buna rağmen `olsa olsa budur` mantığı üzerine bina edilen bir hüküm var" diyor avukatı...

Hukukun, suçluyla suçsuzu birbirinden hassasiyetle ayırma mekanizması olmaktan çıkarılıp, zorlama ve dolaylı bağlantılar üzerinden suçlu/lar tesbit etme mekanizmasına dönüştürüldüğü bir ülke, "potansiyel suçlar ve suçlular ülkesi" olmuştur...

Bu ülkede, amacını "sosyalist devrim" ve "sosyalizmin kuruluşu" olarak belirlemiş bir Komünist Parti var söz gelimi. Zaman zaman gençler, özellikle bazı üniversitelerde şu veya bu gerekçeyle eylemler yapıyor. Kullandıkları dil ve attıkları sloganlar Komünist Parti`nin diliyle benzeşiyor diye kimse kalkıp bu partinin yöneticilerini sorumlu tutmuyor. Daha pek çok örnek verilebilir. Yanlıştır demiyorum. Tabii ki suçu kim işlemişse cezayı alması gereken de odur. "Suçun şahsiliği" ilkesi bunu gerektirir. Ama bu ilke Mirzabeyoğlu davasında niçin işlemedi/işlemiyor?

Mirzabeyoğlu davasında müebbet kararı veren hakim, suç saydığı fiilin failine göre mahiyet değiştirebileceğine inandığını fiilen ortaya koyan konumda. Mirzabeyoğlu`na isnat ettiğine benzer bir suçtan yargılanan bir ismin avukatlığını yapıyor. Üstelik Mirzabeyoğlu davasında verdiği kararın yanlış olabileceği ihtimalini de dile getirerek...

Bilemiyorum, hukuk adamları -özellikle de böylesi kritik davalarda- küçük dahi olsa bir şüphenin mevcudiyeti durumunda nasıl bir ruh haliyle karar verir, kalem kırarlar? Böyle durumlarda "hukuk adamı" kimliğiyle "insan" kimliği arasında ne türlü gel-gitler yaşarlar mesela? "Vicdanî kanaat"karar verme sürecinin herhangi bir yerinde herhangi bir rol oynar mı? Davalının kimliği, inancı, ideolojisi, hatta kılık kıyafeti... karar sürecine gerçekten hiçbir etki yapmaz mı? Karar vericiler kadar kamuoyu bakımından da önemli sorular bunlar...

Salih Mirzabeyoğlu 2001 yılından beri hapiste. Devletin koruması altında olması gerekirken, "telegram" denileni de dahil olmak üzere işkencenin birçok türüne maruz kaldığını basından izledik.

Kitap yazmaktan, fikir üretmekten, konuşmaktan, tartışmaktan başka bir eylemi bulunmayan Mirzabeyoğlu`nun "Anayasal düzeni cebir ile değiştirme" suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmış bulunması, gelinen nokta ve hedefleri bakımından Türkiye`ye gerçekten yakışmıyor...


Ebubekir Sifil(haber5.com)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
sedat-dogan.jpg
Sedat Doğan
Mirzabeyoğlu´na Özgürlük!

Türkiye’de islami hareketin genel yapısı maslahata uygun hareket eden, tedbir ve ‘makul’ ölçüler çerçevesinde siyasal bir yöntem izleyen bir hal üzeredir. Teorik olarak farklılıklar arzetse de pratik alanda genel temayül sistem içi çözüm üretme ekseninde yol almaktır. Çeşitli cemaatler, partiler ve gruplar hep bu bağlamda kitlelerle iletişime geçer ve iktidardan pay alma aşamasına geldiği andan itibaren de sistemin kendisi oluverir.
O yüzdendir ki ulusal sınırlar içerisindeki sorunlara devletçi bir mantaliteyle yaklaşılır. Örneğin Kürtler kardeştir ama en ufak bir savaş ortamında bu kardeşlik bölücülüğe evrilir. Aleviler kardeştir ama dini ritüellerini kendi kurumsal yapılarıyla var kılmak istediklerinde tek kurumsal dini yorum Sünnilik anlayışıdır denir . Ve bundan dolayı sınır ötesi mağduriyetler tek mücadele sahası olarak belirir. Filistin, Çeçenistan zamanında Bosna gibi…
Sistemle çelişkiye düşülecek bir saha da riske girmeyen islami hareketler kendi içlerinden çıkan ve şu an tek kişilik hücrede müebbetle cezalandırılan kardeşlerinin yüzüne bakmamaktadırlar. Türkiye’deki İslami kuruluşlar İsrail’in hapishanelerindeki müslümanlar için çok rahat bir eylem düzenleyebilirler ki- olumlu bir harekettir- yalnız düşüncelerinden ötürü müebbet hapis yatan, kimsenin canına kıymamış, sadece büyük bir zihinsel işçilikle ördüğü İslami anlayışı sonuna kadar eğilmeden savunan Salih Mirzabeyoğlu için değil bir eylem yapmak adını bile anamamaktadırlar.
Oysa bu kişi 70’lerin akıncı anlayışının da en güçlü gençlik temsilcilerindendi. Çıkardığı dergiler ve ortaya attığı fikirlerle birçok gencin islami duruşuna yön vermişti. Mirzabeyoğlu’nun da belki en büyük handikaplarından biri teorisinin eylemsellik boyutunu taşıyacak bir kitleye sahip olamayışıdır. Ortaya koyduğu zihinsel çabaların birahane bombalama eylemleriyle gölgelenip , düşüncelerinin artık toplumda duyulmaz hale gelişi büyük bir talihsizliktir.
Oysa Salih Mirzabeyoğlu’nun yazılarını az çok takip edenler göreceklerdir ki o, şeriat-tarikat-hakikat yolunun züht ehli bir dervişidir. Ayrıca bu zahidane yürüyüşünü aksiyoner kılarak devrimci bir niteliğe büründürmüştür. Onun yazılarında billurlaşan anlamıyla ;
şeriat- sana ait olan sana , bana ait olan banadır. (yoksulların ve yetimlerin mallarını haksızlıkla yemeyin ilahi uyarısının bir karşılığıdır )
tarikat- sana ait olan sana, bana ait olan da sanadır . (beled suresinde geçen ‘yerde sürünen bir yoksulu ayağa kaldırmak ve açlık gününde başkasını doyurmak’ ayetlerinin tefsiri gibidir.
hakikat- ne sana ait olan bir şey vardır ne bana ait olan… Herşey Allah’ındır. (ve hakikat yolu kuranın hemen hemen her suresinde karşımıza çıkan lehül-mülk -mülk Allah’ındır yargısının en güçlü anlatımıdır).
Bireysel ilerleyişin yolunu hakikat çizgisinde arayan, dünyada varlık adına her ne varsa yaratıcıya has kılıp varoluşsal duyuyu bütün insanların eşit bir düzlemde ona ulaşma çabası olarak gören bir zihniyet taşıyıcısının bu yalnızlığı Müslümanlar üzerinde vebal olarak durmaktadır. Somut alanda hiyerarşik düzlemleri yırtarcasına kendinden zuhur diyalektiğini geliştirip, üstünlüğün takva ehli olmaktan geçtiğini ve takvanın derecelerinin de Allah tarafından bilinebileceği vurgusuyla da günümüz insanperest Müslümanlara da önemli dersler vermiştir.
Mirzabeyoğlu 50’yi aşkın eser yazmıştır.
Çalışmalarının kılcal damarlarına indikçe, kendi düşünce yapınızı zedeleyecek noktalara temas edebilirsiniz. Hakikatte boğulmak istemeyip kendi yaşamsal pratiklerinizi kutsamakla da yetinebilirsiniz. Yalnız bu şahsın ortaya koyduğu yiğit ve tavizsiz duruşunu es geçemezsiniz. Öcalanla aynı 99 döneminde yakalanan, türlü işkencelere ve yaptırımlara maruz kalan ve buna rağmen hiçbir Müslüman dikkatlerini bu yöne çevirmemişken Öcalan o dönemde devletle işbirliği yapan ve AB ile flört etme gibi bir çok tavizkar söylem geliştirirken gene de Kürt halkının desteğini almıştı.
Eğer bir şeyh, dini bir grup ya da cemaatin lideri olsaydı ne bu kadar tavizsiz ve ne de bu kadar gözardı edilebilirdi. İnsanları köleleştirerek çıkar ilişkilerini yürütenler ona aşırıya kaçmış sapkın nitelemesinde bulunmaya devam edeceklerdir. Ama ümmetin hâlâ adaletle yüreği çarpan bir damarı bulunmalı, zor anlarda ortaya çıkıp savunulamayanı savunmalı,‘kınayıcıların kınamalarından çekinmeyen’ bir refleks ortaya koyabilmeli.
Türkiye siyaseti 28 şubattan sonra büyük bir kırılma yaşadı. Öncesi ve sonrasının siyasal bakışları birbirinden apayrı yol aldı. Öncekilerin hemen hemen hepsi ya tarihe karıştı ya da karışmak üzere. 90 ların başında başbakan olan Mesut Yılmaz’a gazetecilerden biri ‘Türkiye de dini mezhepsel ve sınıfsal isimlerle parti kurulamaz, buna rağmen Türkiye Komünist partisine sistem neden onay verdi’ diye sorduklarında çünkü o parti Türkiye’de tehlike oluşturacak bir potansiyel taşımamaktadır cevabını vermişti. Çünkü Sovyet bloğu yeni çökmüştü.
Bugün ortada ne sanıldığı gibi bir örgüt ne de tehlike arzeden bir potansiyel kalmıştır. Geriye kalan, samimi duygularla inşa edilen aksiyoner bir fikrin mağdur edilmiş temsilcileridir. Postmodern zihin kırılmaları bizi çeşitlenen sorunlar yumağının içine hapsetmiş ve tekil meselelerle ilgilenme yoluna itmiş olabilir. Madem öyle, buradaki soruna da aynı minvalde yaklaşıp en azından toplumda farkındalık oluşturacak hukuki bir mücadele zemini tesis edilebilir. Çünkü çağımızın realist dünyası ancak buna imkan tanımaktadır :
Gerçekçi değil miyim?
Hayalin varlığı da gerçektir.
İnsanı hayvandan ayıran ne ki?
Benimkine olsa olsa, ‘’masum bir budalalık’’ denir herhalde.-Ne dersin?-
Salih Mirzabeyoğlu –Yaşamayı Deneme 122
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Çevreye şöyle bir bakın; yaşı 30'u bulan adamların çoğunda dava, hayat sofrasındaki tuzluk gibidir... Çilesiz, rizikosuz, çöpten tatminler!.. İman, dünyalık telaşe sofrasının tuzluğu gibi değil ki!.. İman için yaşamak lazım!.. Bu nasıl bir mükellefiyettir?.. Abdülhakim Arvasi Hazretlerinden söyleyeyim: Şehitlik şuuru... bu nimetten kaçınıcı bir tavırla iman davası olmaz!..​
NECİP FAZIL'LA BAŞBAŞA S.277
Salih MIRZABEYOĞLU
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt