Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük ! (3 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük !
images



Dinle kalemden , bak kimlerden şikayet eder?
Ne ister?
Salih Mirzabeyoğlu'nun kalemi özgürlük ister , adalet ister, Necip Fazıl'ın şiirlerini süslü mikrofonlara okuyanlar görmezler mi emanetini , talebesini? Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl';ın en yakınıyken nasıl müsade edilir tutsaklığına ? 56 cilt telif eser nasıl görmezden gelinir?

Haksızlığa kapatılan gözlerin ağır istigmat vizyonları , tutsaklığa çalışan zihinlerin tabiri yok parmaklıkları…

Tutmalı adaletin ellerinden , gerçek adaletin…Hiçbir suçu olmayan kalem, özgürlüğe bırakılmalı , Salih Mirzabeyoğlu kalemini özgürce kullanmalı , Hocasının yolundan parmaklıklar dışında yürümeli..Salih Mirzabeyoğlu adaletsiz adaletin ellerinde tutsak , üstelik hiçbir suçu yokken !

İslam dinini paganizmle anma gibi bir hadsizlik sergileyen haddini bilmez Rushdie bile ortalıklarda gezerken , Mirzabeyoğlu’nun suçsuzluğu , özgürlüğü mü battı gözünüze? Modernlik uğruna kriter yaladığınız ‘batı’nın karşısına dikilen ‘büyük doğu’ projesi mi korkuttu rezil ideallerinizi? Kabiliyetsizliğin heykelleri ‘zihin kontrolü işkencesi’ ile püskürtmeye çalışıyor Mirzabeyoğlu’nun fikirlerini. 56 cilt telif eser size sözcüklerini bir bir yedirirken işkenceli galibiyetinizi kutlayabilecek misiniz bakalım?

Binlerce zihin , kalp; Mirzabeyoğlu ve fikirleri ile dolu. Emperyalist dostlarınızın boş akılları da taş kalpleri de bu dolu dolu kalpleri , zihinleri boşaltacak bir zulüm aleti yapamaz , bilesiniz!

akithaberson11-300x250.jpg

Mirzabeyoğlu’nun telegram-betatron’a maruz kaldığını herkesin bilmesine rağmen balina katliamlarına hıçkıra hıçkıra ağlayanlar gözlerini , kulaklarını , ağızlarını kapatıyorlar. Gen. yaşta idam edilen gençlerin mektuplarını okurken ağlayanlar , kalemin esaretini görmezden geliyorlar !

Aynı kaynaktan beslendiğin kardeşini işkencenin ellerine bırakmak , tüm mikrofonlar seninken suçsuzluğunu bağırmamak insanlık mı ? Necip Fazıl’ın umutlarını yeşerten insanı , zindanda solmaya mahkum etmek adalet mi?

Güvercinin arkadan vurulmasına yükselen çığlıklar , fikrin zindanda solmasına sustu, susuyor. Güvercin için mürekkep harcayan kalemler ‘umut’ için kurudu. Kalemler haksızlıkların karşısında duvar değil miydi? Ne oldu? Emperyalizm kalemleri de mi esir aldı?

Salih Mirzabeyoğlu’nu tutuyorum !
Özgürlüğü tutuyorum !
Gerçek adaleti tutuyorum !
Haklıyı tutuyorum !

Bebek katilleri konforlu hücrelerde yaşarken , eli kalem tutanlar işkence yuvalarında tutuluyor ! Mürekkebin tükürdüğü adaletiniz ancak bebek katillerine yarar !

Özgürlükçü müsünüz? Nah Özgürlükçüsünüz!
Adaletli misiniz? Nah adaletlisiniz!
Tarafsız mısınız? Nah tarafsızsınız!

Kibarlıktan kırılanlar kusura bakmasınlar, betonlaşmış fikirleri kırmak için bu tür kabalıklar şart…

Salih Mirzabeyoğlu özgür olmalı ! Gökyüzüne bakarak yazmalı ideallerini…
İslamı anlayamayanlara sözleri derman olmalı…
Mürekkebi, çektiği işkencelerle ağlatmamalı sevdiklerini , yaptığı projelerle gülümsetmeli yüzleri…

Salih Mirzabeyoğlu özgürce yürümeli yolunda…Özgür olmalı , bebek katillerini koruyan adalet onun kapısını da çalmalı…

Zeynep Bozdaş / sivildusunce.com
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Modernlik uğruna kriter yaladığınız ‘batı’nın karşısına dikilen ‘büyük doğu’ projesi mi korkuttu rezil ideallerinizi? Mirzabeyoğlu’nun fikirlerini. 56 cilt telif eser size sözcüklerini bir bir yedirirken işkenceli galibiyetinizi kutlayabilecek misiniz bakalım?

Binlerce zihin , kalp; Mirzabeyoğlu ve fikirleri ile dolu. Emperyalist dostlarınızın boş akılları da taş kalpleri de bu dolu dolu kalpleri , zihinleri boşaltacak bir zulüm aleti yapamaz , bilesiniz!

images
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Kafa Konforumuzu Bozan Adam:



Yaşadığı devrin fikir kahramanı olan adam, aynı zamanda o devrin konforunu da bozan adamdır.

[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif]Kafa Konforumuzu Bozan Adam: [/FONT][/FONT]

[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif]SALİH MİRZABEYOĞLU[/FONT][/FONT]


[FONT=Verdana, sans-serif]Bilgehan Eren[/FONT]


ASRIN VİCDANI MEYYİT, DARAĞACINDA FİKİR;
KENAN İLİNDE YUSUF, KUYUDA MÜTEFEKKİR!
images

Yaşadığı devrin fikir kahramanı olan adam, aynı zamanda o devrin konforunu da bozan adamdır. Eski Yunan’da “Platon Akademisi”ninüzerinde şöyle bir levha asılıymış: “Geometri bilmeyen hiç kimse bu kapıdan içeri giremez.” Evet tıpkı bunun gibi, hak ve hakikat adına asrının konforunu bozmayan adam da, kahramanlık dairesinin eşiğine tek bir adım bile atamaz. Zira hakiki mütefekkir, rahatı kaçırmak için vardır; rahata konmak yahud rahata buyur etmek için değil. Âşikârdır ki, rahata konmayan adam da, rahatına düşkün olanlara ziyadesiyle rahatsızlık verir.


Sokrates!..
- ‹‹Talebesi Eflâtun’un tâbiriyle, boğa bakışlı, gözlerini diktiği yeri kezzap gibi oyan, çıkık geniş alınlı, süt beyaz sakallı bu yetmişlik ihtiyar, birçoklarınca Atina’nın başına belâdır. Onlara belâ gibi göründüğünü kendisi de bilir. Atina’nın bu dış oluş ve görünüşü içinde rahatını bulmuş olanların karşısına, en umulmadık anlarda ve yerlerde çıkıverir; asâsını yollarına bir engel gibi diker, geçip gitmelerini önler ve sorar:
- Söyle bakalım, ne düşünüyorsun?
- Neye dair düşünmeliymişim ki?..
- Kendine dair…
- Kendime dair mi? İnsan kendisini bilmez mi?
- İnsanın en bilmediği, kendisi… Kendi kendini bil!
- Ya öbür bildiklerim?
- Bilmeyi bilmeden, onun nereden ve nasıl geldiğini bilmeden, bilmek olur mu?
Hesaba çekilen adam, suratı ve beyni bumburuşuk, kendisini bu garip ihtiyardan kurtarıp, kaçarcasına uzaklaşır.›› [1]


“Yaşanmaya değer hayatı” arayan, insanlara fazileti ve iyiliği öğütleyen Sokrates, Yunan gençlerini yoldan çıkarma ve Atina tanrılarını kabul etmeme ithamıyla mahkeme karşısındadır. Meşhur savunmasından iki paragraf aktaralım:


- ‹‹Belki bana denecek ki, “Sokrates ağzını tutamaz mısın, sana kimse karışmadan yabancı bir şehre giderek yaşayamaz mısın?”… Buna vereceğim cevabı anlatmak çok güç. Çünkü dediğinizi yapmanın Tanrı’ya karşı bir itaatsizlik olacağını, onun için ağzımı tutamayacağımı söylersem, ciddi bir söz söylediğime inanmayacaksınız; fazileti, üzerinde hem kendimi hem başkalarını tecrübe ettiğim daha birçok meseleleri hergün münakaşa etmenin insan için en büyük iyilik olduğunu, imtihansız bir hayatın yaşanmaya değer bir hayat olmadığını söylersem bana yine inanmayacaksınız.›› [2]


- ‹‹Müdafaa vardır ki, tenezzül edilen şartlar bakımından, kurtulmak içindir. Yine müdafaa vardır ki, hakikatten başka hiçbir şeye boyun eğmemek bakımından, ölmek için… Nasıl ki, insan, cenklerde, er meydanından kaçarak da hayatını kurtarabilir. Fakat üstün insan bu hale düşmez. Benim de müdafaam şimdi bu ölçüye göre olacak ve hayatımı kurtarmaktan ziyade feda etmeye yarayacak… Ben, o türlü kurtulmaktansa bu türlü ölmeyi tercih ederim!›› [3]


‹‹Tetkik ve tahkik edilmeksizin geçen bir hayata asla varlık denilemez.›› [4] şiarını canı pahasına savunan, tefekkür âbidesi bu ihtiyar, baldıran zehri içirtilerek öldürülür. Yeri gelmişken şu inceliğe de dikkat: ‘Şiar’, ‘şuur’ ve ‘şair’in Arabça aynı kökten gelmeleri yanında, Yunancada ‘şair’ ve ‘deha’nın aynı kökten olmalarını hatırlamakta da fayda var. Ve, Büyük Doğu’nun “Şair zamanının nabzını tutan, cemiyetin geliş gidiş yönlerini kestiren, çağının mesulü ve şahidi ulvî şahsiyettir.” meâlindeki ölçüsünü.


Sokrates Atina tanrılarının konforunu bozdu; Galileo Roma’da “Dünya dönüyor!” dediğinde papalığın konforunu bozdu; “Kur’an mahlûk değildir!” hükmü yüzünden 28 ay zindan hayatı süren İmam Ahmed bin Hanbel devrin halifesinin konforunu bozdu; Dostoyevski Çarlık rejiminin konforunu bozdu. Üstad Necib Fazıl, zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e “Allah’a itaat etmeyene, itaat edilmez!” deyip fikir sahnesine adımını attığı ilk günden son gününe kadar, bütün sahte oluş ve kahramanları ifşâ ederek ve hadiselerin “nasıl”larını da göstererek tüm rahatları bozmuştu.


Ezcümle, tarih boyunca o soydan yahud bu soydan gelen tüm fikir ve aksiyon kahramanları, âşikârdır ki, asrının rahatını kaçırmış adamlardır. Ve böyle bir durumda da tüm dünya âdeta üzerlerine gelmiştir. Zira, J. Swift’in ifadesiyle; “Dünyaya gerçek bir dâhi geldiğinde onu şu işaretten tanıyabilirsiniz. Tüm ahmaklar ona karşı birleşir.” Yahud Einstein’dan iktibas edersek; “Yüksek ruhlar her zaman sıradan akılların şiddetli muhalefetiyle karşılaşır.”


74684_176151475752018_127257727308060_453327_7245730_n.jpg
Ve bugün, -asitle bazı ayıran “litmus paper” hakikatince- kafa yormaya değil kafa çekmeye alışmış sözde aydınından, “güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanı”na; liboş demokratından, nonoş hürriyetçisine; şen sıpa sürüsünün kumandası altında olup da dâvâ sahibi olduğunu sanan omurgasızlara kadar, tüm sahte ve kahpeleri ayıklayan, hepsinin rahatını bozan Mütefekkir Mirzabeyoğlu!.. Salih Mirzabeyoğlu asrın konforunu bozan adamdır. Bundan dolayı da, adam olmanın sadece iki ayak üzerinde durmak olduğunu zannedenler, onun yaşadıkları karşısında “kuzuların sessizliği”ni oynamaktadır.



Ahmed Hamdi Tanpınar, Huzur romanının Babıâli çevresinden ilgi görmemesinden yakınırken, “sükût suikasti”ne maruz bırakıldığını söyler. Bugün dost derdinden çok, post derdiyle kıvrananların tam da Mütefekkir Mirzabeyoğlu’na uyguladıkları şeydir bu; onu ademe mahkûm etmeye çalışmak. Ünlü sanat adamı Bernard Shaw bu cinayeti şöyle dile getirir; “İşleyebileceğiniz en büyük günah, başkasından nefret etmek değil, ona kayıtsız kalmaktır. İnsanlık dışı olmanın özü nefret değil, kayıtsızlıktır.”


Burada açıktır ki, kayıtsız kalınmaya çalışılan sırf Mütefekkir Mirzabeyoğlu değil, onun fikri, kitablık çapta külliyatıdır. Tıpkı asırlar öncesinden Sokrates gibi “zamanı aşmaya çalışma ve yaşanmaya değer hayatı bulma” teklifidir. Tabiî bu noktada unutulmaması gereken bir hakikat, gözünü yummakla güneşin kararmayacağıdır. Sokrates’e de çağının adamları gözlerini yummuşlardı, lâkin yaklaşık 2500 yıldır Sokrates güneş gibi parlarken, gözünü yuman budalaların bugün esamisi bile okunmuyor. Üstad’ın “Çile”sini, 23 Nisan çocukları gibi, zamanı gelince açılıp okunacak şiir kitablarından bir kitab gibi belleyenler, ne hikmetse bu kelimeyi (çileyi) şahsî lûgatlerinden çıkarmışlardır. Üstad haykırıyordu ya: ‹‹Lâfımın dostusunuz, çilemin yabancısı, / Yok mudur, sizin köyde, çeken fikir sancısı?›› [5] Evet, bu söz onlar için zengin kafiye barındıran, hece ölçüsüyle yazılmış bir mısradır sadece. Ruhsuzun ruhunda hiçbir şey uyandırmaz. Uyanır gibi olanlar da, sisteme yanaşık düzende yamanma gayretlerinden ötürü, kafa konforlarını bozmaya pek yanaşmaz.


Bilhassa, şucusu-bucusu hepsi içinde olmak üzere, Allah’ın huzurunda saf tutanların, hadiselere artık “pozisyonel” değil “ilke seviyesinde” bakmaları, esen rüzgâra göre rota belirlememeleri, ifrat boyutunda realist olacaklarına bir parça idealist olabilmeleri, güç yerine ahlâkı önemsemeleri, süflî zaferler yerine de ulvî seferler peşinde koşmaları gerekmektedir.


Herkesin yaptığının şerefi de, şerefsizliği de kendisine aittir. Ancak bu noktada, bir şeyi önemle hatırlatmak istiyoruz:


Hicrî birinci asır. Tâbilerin büyüklerinden Hasan Basrî Hazretleri, bir gün sevdikleriyle sohbet ederken, ona şöyle derler:
‹‹ - Siz, zamanımızda, Allah Resûlünün Sahabîlerine eşsiniz.
Cevap verdi:
- Hasan Basrî, nasıl Allah Resûlünün Sahabîlerine eş olabilir ki, siz bu halinizle onları görmüş olsaydınız, deli derdiniz; onlar da sizi görselerdi, bunlar Müslüman değil, derlerdi.›› [6]


Ve hemen ilave edelim, bâtın kahramanlarından birinin sözüdür; ‹‹Bu ümmetin öyle bir zamanı gelecek ki, münafıka dayanmadan mümine geçim mümkün olmayacaktır!›› [7]


Sözü, “söz meydanını, er meydanı” bilen Mütefekkir Mirzabeyoğlu’yla bağlayalım:


‹‹En yüksek umutlarını yitirmiş kişiler tanıdım ben
gerçi her zaman küçüktüler
bülbül niyetine öten karga
ve sonradan bütün yüksek umutlara
iftira ettiler onlar!


O gün bugündür hayasızca
yaşadılar geçici zevkler içinde
-“biz gerçekçi olduk gerçek böyle!”
gündelik ömürlerinden öte
hemen hiçbir gaye edinmediler!


Bir zaman kahraman olmayı kurarlardı
şehvet düşkünleridir şimdi
dert ve dehşettir kahraman onlarca!


Fakat sen sevgim ve ümidim başı için yalvarırım
gönlündeki kahramanı bir kenara atma
kutsal tut en yüksek ümidini
ve Allah için kötüye nefretini!››[8]


O erlere selâm olsun!


[FONT=Verdana, sans-serif]DİPNOTLAR[/FONT]


[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][1] [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Necib Fazıl, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 5. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1998, s. 6.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][2] Salih Mirzabeyoğlu, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Büyük Muztaribler I -Düşünce Tarihine Bakış-[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 1. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1998, s. 311.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][3] [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Necib Fazıl, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Çerçeve IV[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 1. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1996, s. 296.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][4] [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Necib Fazıl, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 5. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1998, s. 23.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][5] [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Necib Fazıl, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Çile[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 32. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1997, s. 433.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][6] Necib Fazıl, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Veliler Ordusundan 333 -Halkadan Pırıltılar-[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 9. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1996, s. 56.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][7] Salih Mirzabeyoğlu, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Kökler -Necib Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’ye-[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 1996, s. 204-205.[/FONT][/FONT]
[FONT=Calibri, sans-serif][FONT=Verdana, sans-serif][8] Salih Mirzabeyoğlu, [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Münşeat -Önsöz ● Bayramlık-[/FONT][FONT=Verdana, sans-serif], 2. Basım, İBDA Yayınları, İstanbul 2004, s. 151.[/FONT][/FONT]
KAYNAK: AYLIK DERGİSİ...
 

Kaim

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2010
Mesajlar
2,197
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Salih abi cok kıymetli bir Alim

Ona ihtiyacımız var

hapiste onun gibilerin işi ne :(

Allahım yardım et çıksın dışarı
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
images


Hapishaneler İnşa Etsin Devlet...

Koşullar nedeniyle insanlar otoritenin dayattığı baskı ve yaptırımlara karşı, kendi bireysel varlıklarını ortaya koyarak yeni bir düzen ve eylem içerisine girerler.
Mutlu değillerdir. Etraflarında ki insanlar da mutlu değildir. Bu toplu acılar büyüyüp yaralar kangren halini almaya başlayınca, birileri çıkıp mevcut düzene ve toplumun dayatmalarına dur deme ihtiyacı içine girer ki; bunun karşılığı ya canıdır, ya da diri diri ölmek. Yaşadığımız çağda bu duruma bir çok örneklendirme getirebiliriz.

Bireysel çabalarla hayatlarını hiçe sayarcasına düşüncelerini ortaya koyarken dışlanan insanlara baktığımda ürkütücü bir tablo ile karşılaşıyorum. "Artık bizim yaşamımızda hiç bir düzen kendini savunamaz. Bu her yaşımızda kanımızı emen, bizi tüm duygu ve yaşamlarımızı ölümü istercesine yaşamakta inandıran hiçbir düzen kendini savunamaz..." diyen Tezer Özlü'nün bu cümleleri bir çok ortak sancıyı dile getiriyor.

Aynı tornadan çıkmış insan duygu ve düşünceleri, hayat ve yaşam tarzlarına başkaldırış önce toplumun düzenini içinde öldüren insanın, sonrasında ölüme hazırlık içinde olduğunun bir göstergesi haline dönüşüyor. Her tür baskının insan özünü yok ettiğine inanan Tezer Özlü "İktidardaki egemen sınıf ve benim toplumumdaki düzen her gün sayısız kez benim ve benim gibileri vazgeçmeye ve bizi kendisi gibi olmaya zorladı. Ben biz kezinde aklımı yitirdim, ama kendimi yeniden kendi elime geçirdiğimde daha zor yenilebilir durumdaydım..." diyerek yaşadığı eylemin kendi benliğindeki tahribattan başarıyla sıyrılışını anlatıyor.

Düşünmek; insan olmanın ve insan olarak diğer canlılardan farklı oluşunu ortaya koyma adına yapılan bir insanlık vazifesidir. "Sen sus! Sen konuşma! Sen okuma! Sen harekete geçme!" ikazları daha dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren bizi şekillendiren ve yontan çekiç darbelerine dönüşmeye başlıyor.

O zaman ben neden varım ve amaçlarım ne ve kim için? suallerini kendisine sormaya başlayan bireyler, "insanüstü insanlar" olarak tanımladığım bu kitle, bunun bedelini ödeyecek potansiyeli de içlerinde barındırıyorlar.

Terör örgütleri kurup ortalığa atan sistem kendi kendini ele verirken, "bir düşüncesini beğenmedim bunu içeri tıkıp sesini kesmeliyim, eee bir de bahanem olmalı. Terör eylemine karıştı desem kimse laf etmez "diyerek toplumu toplu halde güdüleme politikasına yönlendirdiği için şimdi F tipi cezaevleri ağzına kadar düşünce suçlulularıyla doldu.

Buna örnek bir çok isimden biri de Pınar Selek...
Tıpkı ciltlerce kitap yazan ve bir gün çocuğunu almak için beklerken okul kapısında göz altına alınan ve henüz acıkça bir suç isnat edilemediği halde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Salih Mirzabeyoğlu gibi, memleketinden sürgün edilen ve vatan hasretiyle gözlerini kapayan Nazım Hikmet, Ahmet Kaya gibi, bir sanat gösterisi nedeniyle uzun yıllar hapis yatan Nureddin Şirin gibi, gerçekleri araştırdığı için katledilen Uğur Mumcu gibi, inandıklarını yazdığı için vurulan Hrant Dink gibi...

Sivri bir dil ve kokusuz bir yürekle kendini ortaya koymanın bedeli ölüm... Öldürülme sadece ruhun bedenden ayrışmasıyla olmaz, ölümün bin bir şekli vardır ki; cezaevine giren bu insanların işkenceler karşısında hâlâ nasıl direndiklerini biliyoruz. Emine Şenlikoğlu'nun bizzat kendisinden dinlediğim bir hakikati; "Tesettüre girdikten sonra etrafımdaki kadınların düşünceleri ve hayata karşı algıları da değişiyordu. Benim okuduğum kitapları okuyor benim gibi örtünüyor, ve yaşıyorlardı. sonra birden bire gözaltına alındım, onlara suçumun ne olduğunu sorduğum zaman bana 'Biz seninle nasıl baş edeceğimizi düşünürken, bir sürü Emine çoğalmaya başladı sokaklarda...' dediler. Fakat içeri girdiğim zaman kadınlar etrafımda oturup 'Bize anlat, biz de okumak istiyoruz' diyorlar, ben de onlara okuyordum ve hep beraber bilmediklerimizi öğrenip bildiklerimizi pekiştiriyorduk. Ve kısa bir zaman sonra dışarıdan kumaş sipariş etmeye başladık. Benim elbiselerimden onlara da dikmeye başladım. Hep beraber elbiseler dikiyorduk. Evet bir kişi girmiştim ama hangi koğuşa koyarlarsa koysunlar o kadar Emine Şenlikoğlu çoğalıyordu. Cezamın bitmesine daha çok zaman varken aniden serbest bırakıldım. Ben yılmamıştım, benim için hakikat dışarıda ve içeride değişmiyordu, hakikat ve gerçek özgürlük duygusuyla dopdoluydum, bunun için yerin ve mekanın anlamı yoktu."

Fakat her şey bu kadar kolay olmuyor şimdi. Düşünen insanların mahkum edilmeleri yetmiyormuş gibi bir de telegram işkenceleri uygulanıyor... Akıl sağlığını yok eden ilaçlar veriliyor, tabi bunlar sadece medyaya sızan bilgiler.

Yargı ne için vardır? Toplumun sosyal gelişimine yön veren yasalar herkesin özgürce gelişmesini ve herkesin ortaklaşa yararına faydalı olacak zeminin hazırlanması ve tedbirin alınması için var olması gerekir. Maalesef ülkemde yargı başka kaygılarla yürütülüyor.

Devlet, toplumsal huzuru sağlayamıyor ve toplum için yararlı insanları mahkum eden yasalarını düzene koyamıyorsa, PKK lideri Apo'yu, yemeğini yemeden önce kırk bin önlemden geçirtip paşalar gibi ağırlıyorsa, vatan hainleri elini kolunu sallayarak dolaşıp bir de onur ödülleri alıyorlarsa, düşünen ve insanlık adına fark gözetmeksizin çalışan Pınar Selek ve Salih Mizabeyoğlu gibi insanlar hâlâ yok edilmeye çalışılıyorsa, listeler hazırlanıp tek tek insanlar fişleniyorsa...Devlet, devlet olmaktan çıkmıştır artık. Bütün bunların yaşandığı bir ülkede demokrasiden ve insan haklarının varlığından nasıl söz edebiliriz?

Ayakların baş olduğu, başların ayağa düşürüldüğü bir zamanda yaşama kaygısı çeken insanlarımızın gün gelip F tipi cezaevlerine sığmayacak hale geleceği o günü iple çekiyorum. Düşünmenin bedeli hapse atılmaksa bu ülkede; daha çok hapishaneler inşa etsin devlet.

/ Ayşe Büşra Erkeç
 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Salih MİRAZEBOYLU nun tek mücadelesi,ülkenin dört bir yanını saran,toplumun ahlakını ciddi anlamda tehdit eden,bizi ateşe doğru sürükleyen batı ahlakının yerini "İslami Büyük Doğu Akıncılar" ahlakına,fikriyatına, bırakması mücaledesidir...ve bu fikriyatı zamanla hayatımıza nakşetme hadisesidir...Tek hedefi,gayesi,mücadelesi,Asr-ı Saadet devrini ahlakını yapısını günümüzde de yaşayıp yaşatmaya çalışıyor olması,nasıl suç olabilir...Üstelik bu uğurda bütün dünya lezzetlerini terk etme pahasına da olsa zindanlarda işkence görmektedir...O haliyle bile eserler vermeye devam etmektedir...Böyle bir adama nasıl olurda terörirst damgası vurulabilir...eğer İslamı yaşamak,yaşatmaya çalışmak teröristlik ise bu uğurda ezelden ebede mücadele eden herkesin de terörist olması gerekmiyor mu...Tarihte de bunun örneklerine çok rastlanmıştır...Nice yiğitler sırf islam uğruna idama mahkum edimiştir...Her dönemde bu haksızlıklar karşımıza çıkmaktadır...Bu haksızlığı yapanlar yaptıranlar,islam karşıtı bu iki ayaklıların biran önce ilahi adaletten nasiplerini almalarını Cenab-I Hak tan niyaz ediyoruz...
Ya Muntakim Allah bizi intikamına memur et!...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Salih MİRAZEBOYLU nun tek mücadelesi,ülkenin dört bir yanını saran,toplumun ahlakını ciddi anlamda tehdit eden,bizi ateşe doğru sürükleyen batı ahlakının yerini "İslami Büyük Doğu Akıncılar" ahlakına,fikriyatına, bırakması mücaledesidir...ve bu fikriyatı zamanla hayatımıza nakşetme hadisesidir...Tek hedefi,gayesi,mücadelesi,Asr-ı Saadet devrini ahlakını yapısını günümüzde de yaşayıp yaşatmaya çalışıyor olması,nasıl suç olabilir...Üstelik bu uğurda bütün dünya lezzetlerini terk etme pahasına da olsa zindanlarda işkence görmektedir...O haliyle bile eserler vermeye devam etmektedir...Böyle bir adama nasıl olurda terörirst damgası vurulabilir...eğer İslamı yaşamak,yaşatmaya çalışmak teröristlik ise bu uğurda ezelden ebede mücadele eden herkesin de terörist olması gerekmiyor mu...Tarihte de bunun örneklerine çok rastlanmıştır...Nice yiğitler sırf islam uğruna idama mahkum edimiştir...Her dönemde bu haksızlıklar karşımıza çıkmaktadır...Bu haksızlığı yapanlar yaptıranlar,islam karşıtı bu iki ayaklıların biran önce ilahi adaletten nasiplerini almalarını Cenab-I Hak tan niyaz ediyoruz...
Ya Muntakim Allah bizi intikamına memur et!...
Gönlüne bereket gönüldaş...
Rabbimize emanetsin inşaALLAH...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...
 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
anadolu2.jpg


Mirzabeyoğlu'na İşkence Devam Ediyor!

Yaklaşık 12 senedir F tipi cezaevinde yatmakta olan Mütefkkir Salih Mirzabeyoğlu'na yönelik işkence gördüğüne dair avukatları tarafından yapılan açıklamaların ardı arkası kesilmemişken son gelen bilgilere göre 3 - 4 gündür yoğunlaşan bir biçimde Telegram'a maruz kaldığı ve bu durumdan ötürüde uyuyamadığı bildirildi.


Allah rızası için dualarınızı bekliyoruz...Zalimlerin biran önce hakettikleri ilahi cezaya uğramaları ve suçsuz yere işkenceye maruz kalan Salih Mirzabeyoğlunun kurtuluşu için dua dua dua inşaallah...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
anadolu2.jpg


AllahCC yolunda,KUMANDAN MİRZABEYOĞLUNUN HAYATINA HAYATINI BAĞLAMIŞ BİNLERCE ATEŞ TOPU MÜSLÜMAN OLDUĞUNU BURADAN BÜTÜN İŞKENCECİ KAFİR KÖPEKLERE DUYURURUM...
İŞKENCECİ KAFİR KÖPEKLER HESAP VERECEK...
YA ŞERİAT YA ÖLÜM....
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Hakan ERİKÇİ
buyukturkiyeyedogru@gmail.com

Geciken Adalet Adalet Değildir .. (William Gladstone)


Bir insan düşünün ;Ömrü kitap yazmakla gecsin,inandığı değerlerden taviz vermeden dik yürüsün,tek bir cana kıymasın ve terör örgütü liderliğinden yargılanıp idama sonrada ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılsın.Şimdi düşünüyoruz hepimiz değilmi;acaba bu kişi kim ve en önemlisi bu ülke hangi geri kalmış zihniyetin yönettiği bir 3. dünya ülkesi diye..



80 yıldır ''hukuk devletiyim'' naralarıyla kendi halkına efelenen,AB sevdası uğruna katillere boyun eğen ve ülkesinin başında ismini ''Adalet''ten alan bir iktidarın bulunduğu TÜRKİYE !


Bugün 9 Mayıs.O büyük müteffekkirin doğum günü.Salih MİRZABEYOĞLU'ndan bahsediyoruz.Sokaktaki din hanesinde ''İslam'' yazan insanları çevirip ismini sorsak birçoğumuzun hangi dizide oynadığını düşüneceği,bir kısmının son çıkan albümü hakkında bizlerden ipucu isteyeceği,diğer kısmının ise hangi takıma transfer olduğu hakkında çelişkiye düşeceği büyük mütefekkir..% 99'unun sözde müslüman olduğu ülkede ''İslam esaslarına dayalı bir düzen istemek'' suçundan idama mahkum olmak..Ne kadar komik değilmi ?



Basından hatırlayacaksınız,birkaç ay önce Pınar Selek isimli bir bayan Mısır Çarsısının bombalanması olayından hakim karşısına cıkmıştı.Hepimizin basından tanıdğı birçok yazar,şair,sanatcı ve sözde aydın o davanın duruşmasında Pınar Selek'e özgürlük istemek için mahkeme önlerini mesken tutmuşlardı.Belki baktığımızda birçoğunda ortak bir payda bile yoktu.Merak ettiğim ise aralarında ortak payda bulunmayanlar birbirine destek olabilirken aynı kaynaktan beslenen,aynı ideolojinin bir zamanlar savunuculuğunu yapmış iki gruptan birisi cezaevlerinde ömür tüketirken diğerleri ülkede iktidar sahibi.Birisi her meydana çıktığında Necip Fazıldan şiir okumayı meziyet sayarken diğeri şiirdeki manayı yaşıyor,birisi şiirin rantını toplarken birisi cefasını çekiyor.Belkide fark burada..



Hangi ideolojiden olursanız olun,gün zulme hep beraber ''DUR'' deme günüdür..Bugün Türkiyede büyük bir insanlık suçu işlenmektedir.400 yıl önce ''dünya dönüyor'' dediği için engizisyona gönderilen Gallileu dan farkı yok Mirzabeyoğlunun..56 Cilt eser yazmış bir insan sizin gözünüzde 56 insanı öldürmüş bir katilden daha tehlikeli olmamalı.Batının dayattığı sistemleri tatbik ederken kendi öz evladınızın alternatif sunduğu bir sistem sizin korkunuz olmamalı !!


''Kafa konforumuzu bozan adam'' a selam olsun ..



''En yüksek umutlarını yitirmiş kişiler tanıdım ben

gerçi her zaman küçüktüler

bülbül niyetine öten karga

ve sonradan bütün yüksek umutlara
iftira ettiler onlar! ''

(S.Mirzabeyoğlu)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Mirzabeyoğlu İçin İmza Kampanyası Başlatıldı!

Fikre Özgürlük Platformu, başta Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere ,28 Şubat darbe sürecinde verilmiş bütün kararların iptal edilmesini ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasını istiyor.

BAŞTA SALİH MİRZABEYOĞU DAVASI OLMAK ÜZERE ,

28 ŞUBAT DARBECİLERİNCE “BRİFİNGLENMİŞ” YARGI TARAFINDAN VERİLEN BÜTÜN KARARLAR İPTAL EDİLMELİDİR!

28 Şubat Müslümanlara yönelik bir sürek avının başlatıldığı, halka karşı “Topyekûn Savaş” manşetlerinin atıldığı, Kelime-i Tevhid’in suç unsuru sayılıp, örgüt bayrağı diye sergilendiği, Kur’an Kurslar’nın basıldığı, “Çocuklara küçük yaşta Kur’ân öğretilmesin” diye MGK toplantılarının yapıldığı, bunun için “Sekiz yıllık kesintisiz eğitim” dayatmalarının yapıldığı, başörtüsüne düşmanlık naralarının atıldığı, kısaca bütün İslâmi değer ve sembollere savaş açıldığı Allahsız ve ahlâksız bir darbe süreciydi.

Amerika ve İsrail destekli yürütülen bu darbe sürecinde, ön cephede “medya”, onun hemen yanında da, 28 Şubat darbecilerinin “BRİFİNGLEDİĞİ” yargı yer almaktaydı.

Bu dönemde binlerce Müslüman değişik bahaneler altında, kılıfına uydurulup, “emir komuta” zinciri içinde verilen “brifingli yargı” kararlarıyla mahkûm edildi.

“Artık bu kararların yeniden gözden geçirilmesi ve darbecilerin yargılanmasının zamanı gelmiştir” diyen Fikre Özgürlük Platformu;

15 Mayıs Pazar günü bu konu ile ilgili bir basın açıklaması yaparak, imza kampanyası başlattıklarını duyurdular.

Fikre Özgürlük Platformu, 28 Şubat darbe sürecinde verilmiş bütün kararların iptal edilmesini ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasını istiyor.

“28 Şubat darbecilerince ‘brifinglenmiş’ yargı tarafından verilen bütün kararlar iptal edilmelidir, hukuka ve adalete saygısı olan, kendisini demokrasi ile tarif edenlerin en öncelikli olarak yapmaları ve gündeme getirmeleri gereken konu budur” diyen Fikre Özgürlük Platformu adına basın açıklaması yapan Şükrü Sak şunları söyledi:

f_1_anadolu_haber.jpg



BASIN AÇIKLAMASI

Salih Mirzabeyoğlu; 28 Şubat sürecinde hukuksuz bir şekilde tutuklanıp, yine 28 Şubat darbecilerince BRİFİNGLENMİŞ yargı tarafından idama mahkum edilmiş, hukuktan edebiyata, şiirden hikâyeye, fizikten dile, matematikten resime, mitolojiden estetike, iktisattan ahlâka kadar 56 tane eserin altında imzası bulunan Müslüman bir Fikir adamıdır.

Adil bir hukukun üstün olduğu ülkelerde asla yaşanmayacak bir haksızlığa maruz kalan S. Mirzabeyoğlu, amir-memur, ast-üst ilişkilerinin hukukta daha bir belirgin hâle geldiği, hukukun bütün kurum ve kuruluşlarıyla rafa kaldırıldığı, Müslümanlara yönelik sürek avının başlatıldığı bir süreç olan 28 Şubat sürecinde tutuklanmış, davasının İddianame ve Gerekçeli Kararı'nda da geçtiği şekilde, “her ne kadar bir eylemi ve eylem talimatı olduğu tespit edilememiş olsa da” idam kararı almıştır.

Salih Mirzabeyoğlu tam 12 yıldır cezaevindedir. 12 yıllık cezaevi hayatının son 6 yılını tek kişilik hücrede geçirmekte, 11 yıldır da Telegram –Zihin Yönlendirme- işkencesine maruz kalmaktadır.

Bir fikir adamına yapılan işkenceyi önlemek; hükümetin en temel görevlerinden biri olsa da mevcut hükümet bu konuda son derece duyarsız bir tavır sergilemektedir.

B4B_486.JPG


Biz “Fikre Özgürlük Platformu” olarak;

Müslümanlara yönelik Allahsız ve ahlâksız bir sürek avı başlatan 28 Şubat Darbecilerinin yargılanmasını…

Bu darbe sürecinde tutuklanan, mağdur edilen, yargılanan ve BRİFİNGLENMİŞ yargı kararlarıyla mahkum edilen bütün Müslümanlarla ilgili kararların iptal edilmesini…

Başta Salih Mirzabeyoğlu olmak üzere verilen kararların kaldırılmasını…

Bu süreçte Haksızlığa ve adaletsizliğe uğrayan bütün Müslümanların haklarının iade edilmesini istiyoruz.

Salih Mirzabeyoğlu’na 12 yıldır uygulanmakta olan Telegram işkencesi nedir;

- Mevzuunda otorite olanlar tarafından da ifade edildiği üzere; 'modern

bilim'in bir neticesi ve toplamı olup, çok veçhelidir.

- Felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vd. disiplinler zaviyesinden izah bekleyen birçok hususiyeti vardır.

- Hedef; insan iradesi olup, gaye; insan iradesini parçalamak, şahsiyetini ezmek ve onu tedricî olarak “güdülmeye teşne bir nesne” hâline getirmektir.

- İşkencenin birçok çeşidi olup, isbatı en zor ve bu yüzden de en dayanılmaz olanı; elektro-manyetik dalgalarla yapılanıdır.

- Elektro-manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat

mantığıyla ispatlamak mümkün değildir.

Telegram -Zihin Yönlendirme- işkencesini ispatlama külfetinin, son derece kolaycı ve zalimane bir tavır sergileyerek, işkenceye maruz kalan kişiye yüklenmesi, şu ân itibariyle reddi mümkün olmayan ve artık iyice avamîleşen mesele olmuştur.

5D4_4120.jpg


FİKRE ÖZGÜRLÜK PLATFORMU
 

İPARHAN

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2010
Mesajlar
279
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Allah razı olsun,gayretlerini arttırsın,yollarını açık eylesin...ne güzel eylem bunlar...haklı davanda susmamak,mücadele etmek,kısaca davanın

hakkını,gücü nispetinde vermeye çalışmak...Bizlerde sonuna kadar sizlerleyiz...

selam sizlere asil yürekler...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
28_subat_kucuk.jpg
8581.jpg

28-%C5%9Fubat-man%C5%9Fetleri_116932.jpg


“No name operations“ ve Çukur Adamlar
-Yakup Köseler’in hakkını kim savunacak-


"Tam da artık bu ülkede bir şeylerin değiştiğine inanmaya başlarken, tam da artık devletin kırık kollar koleksiyonu yapan ihtiyar bir psikopat olmaktan çıktığını düşünüp, esirgeyen, koruyan, adalet tesis eden bir yapıya dönüştüğünü zannettiği günlerde... Hiçbir şeyin değişmediğini anlıyor Yakup, kabûs devam etmekte.
İşlediği suçla ismini mumyalaştıranların; marka olmak için patent endüstrisine başvuran katillerin ülkesinde, iki kız babası normal bir vatandaş gibi yaşamak isteyen Yakup'un yakasından bir türlü düşmüyor devlet. Yara sarmaya hiç niyeti yok. Kim çaktıysa omurgasını "Benden sonra Tufan" deyip gitmiş sanki. Böyle bir nizamda 28 Şubat'lar biter mi, operasyonlar diner mi, varın ona da siz karar verin."
Böyle demiş Nihal Bengisu Karaca (
http://www.haberturk.com/yazarlar/634473-samastland) hanım.
Çok güzel de demiş.
Dün, yani bir başbakanın ALÇAKÇA BİR MAHKEME İLE ALÇAKLARCA AMA VAKUR BİR ŞEKİLDE ASILARAK KATLEDİLDİĞİ halk düşmanlığının darbe şeklinde ortaya çıktığı 27 Mayıs 1960'ın yıldönümünde, Balyoz Davasının 1 Numarası'nın memleketinde kurulu bir cezaevinde meydana gelen olaylarla alakalı açılmış davalardan birisinin "karar günü"ydü.
Olaylar nasıl oldu, niye çıktı, neler yaşandı, NELER GİZLENDİ, bunlar ayrı konu, DEVLET AÇIKLAMADIYSA ve iddianamelere bunları yazmadıysa, YAZDIRMADIYSA emir subayı savcılarına, bizim de açıklamamıza gerek yok.
Fakat aslında bu durum bile o iddianamenin YALANLARLA DOLU olduğunun apaçık itirafıdır.
Onu kaleme alan savcı denilen hukuk nizamını korumakla mükellef olanlar da aslında HUKUKU KATLEDİCİ olduklarını yazmışlardır o iddianamelerine!
Siz, "HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU" denilen ve kod olarak da "Tufan" ismi verilen sosyalist tutuklu ve mahkumlara karşı girişilen KATLETME, YILDIRMA, SİNDİRME OPERASYONUNUN, iddianamelerde anlatıldığı gibi mi olduğunu zannediyorsunuz?
Veya, iddianamelerdeki "maddi hatalar"ın mahkemelerde ortaya çıkan "sanık ifadeleri" ile düzeltilmiş olanını da mı kabul hâlindesiniz?
Bir cezaevi isyanında bulunmadıysanız, orada yaşananları YAŞAMADIYSANIZ, sadece GÖSTERİLENE İNANANLARDANSINIZDIR, başka bir şey değil. Oysa "Tufan"da yaşananlar, asıl anlatılamayanlarındadır; hem Devletin hem de "sanıkların" anlatmadıklarındadır.
Bunu bildiklerinden ve bu durumun Devletin ALÇAKCA TAVRI olduğunu gördüklerinden, mahkeme safahatında "sanıklar" ortaya binbir delili arka arakaya koyarak iddianameyi hallaç pamuğu gibi atarlar!
Ama bunun bir faydası olur mu?
İşte Nihal hanımım bahsettiği, "Bir de ne görsün Yakup? Özür dilemesi gereken devlet, 12 yıldır Yakup'u gizli gizli yargılıyor olmasın mı? Hem de kolunu kırıp yaraladıkları o günden dolayı" tavrı ortadayken, devlet, hukuk değil de KİNLE HAREKET ETTİĞİNDEN, HAKİMLER DE VATANDAŞIN DEĞİL "TC'NİN HAKİMİ" olduklarından ve elbette meşrebine göre davranacaklarından, "karar" da bellidir; siz istediğiniz kadar "delil, belge, şahid" ortaya koyun, "kanaat hasıl oldu" diyen bir "TC Hakimi"nin iki dudağının arasından çıkacak tek kelime kadar bir kıymeti yoktur bunların!
Nihal hanım, Yakup Köse arkadaşımızın "durumunu" tüm çıplaklığı ile ortaya koymuş.
Dediği, 14 yaşındaki bir "çocuğu", idamla yargılama öküzlüğünüz neyse de bir de ona hiç haber vermeden 12 senelik ceza isteği yargılamanız "tuz dikti!"


Nihal hanımın bir "maddi hatası" da şurada:
"- 10 yıl içerde yattı. Bu arada kaldığı Bandırma Cezaevi'nde başından bir de "Hayata Dönüş Operasyonu" geçti."
Hayır, Köse'nin 10 yıl yatması değil, "Hayata Dönüş Operasyonu" ile Bandırma cezaevindeki "İBDA-C tutukluları"na yönelik "NO NAME OPERATION"ı karıştırmasında hata!
Evet, Devletin birçok şeyi gizlediği bu “isimsiz operasyon"da, cezaevi delik deşik olmuş, üzerinden üç gün boyunca renkli renkli dumanlar yükselmiş, tutuklulardan biri katledilmiştir, ama bu "no name operation" ve ardından gelen "NOEL BABA OPERASYONU" hikmetinden sual sorulmaz, yapıldığı ve ertesi günlerde onca "aleyhte yazılara-manşetlere" konu olmuşsa da ardından bir suskunluk içine gömülmüş, yargılamalar sessizce yapılmış ve iş oldu bittiye getirilmeye çalışılmıştır.


Nihal hanım gibi bir kaç yazar hariç, kimse bahsetmemiştir "NO NAME OPERATION" ile "NOEL BABA OPERASYONU"ndan; niye?
Bir iltifat yaparak, Nihal hanımın yaşı müsait olmadığından o günleri bilmediğinden ve bir kaç haftadır Yakup Köse'nin bazı gazetelerde konu edilmesine uyarak ve ismini de, o günlerde cezaevlerinde sadece sosyalistlere operasyon yapılmış olduğundan "olsa olsa budur" diyerek "hayata dönüş operasyonu" ile "no name operation"ı karıştırmadıysa eğer diyelim, Bandırma ve Metris cezaevlerine yönelik KATLİAM SALDIRILARININ ÇOK BAKİR OLDUĞUNU ve oradan hem hukuksuzluk, hem demokrasi, hem darbe hem adama göre muamele vs. konularda yüzlerce makale ve onlarca kitab çıkacak "malzeme" olduğunu hatırlatalım.
Yakup Köse'nin kolunun kırıldığı "no name operation" esnasında kaç kişinin bağırsakları dışarıya çıkmıştı, kaç kişinin daha kolu kırılmıştı, kim katledilmişti ve suçlar nasıl kimlerin üzerine yıkılmıştı?
"Noel Baba Operasyonu"nda da bundan farklısı yok ve hatta daha şiddetlisi var aslında...
"Devletin itibarı kurtarıldı" diye alenen Adalet Bakanı H. Sami Türk tarafından "kutsanan" operasyonda, artık herkesin gördüğü, hatırladığı, Salih Mirzabeyoğlu'nun asker grubu içerisinde, üzeri kirlenmiş, yüzü yaralanmış, saçları ve sakalları kesilmiş olarak götürüldüğü sahne, orada neler yaşandığı ve ardından nelerin yaşandığının da beyanıdır.
Şimdi utanmazca televizyona çıkıp demokrat havaları basan Fatih Çekirge denilen Çetin Doğan'ın BAŞ ADAMI, o gün gazetesine, "YOLUNMUŞ TAVUĞA DÖNDÜ" manşetini atmışdı!
Operasyondan sonraki –bahsettiğimiz- resmi ile önceki resmini yanyana koyup "aradaki farkları bulun" dercesine ve operasyonu "mizah" içinde "tasdikleyici" olarak, "kafasını kapıya çarptı, kafası yarıldı, ardından duvara çarptı, kaşı yarıldı, yere düşerken sürttü, yanağı çizildi" deme ALÇAKLIĞINI yapmıştı, alçak alçaklığını yapacak o ayrı ama "aradaki farka" dikkat çekiyoruz sadece:
Sosyalistlere yapılan "Hayata Dönüş Operasyonu" için onca makale, yazı yazan "media", candaşı ve yandaşı olarak, bundan Ergenekon-Emasya ilişkisini çıkartanlar, niye onlardan hemen önce ve neler yapacaklarının da habercisi olan "NO NAME OPERATION" ve "NOEL BABA OPERASYONU" hakkında tek bir satır yazı yazmamış, onlarca sene hapis cezaları istenen davalardan bahsetmemiştir?
(Devletin “itibarı”nı kurtaracak kadar önemli olan “Noel Baba Operasyonu, sosyalistlere yapılan saldırının ismi ile de bunu ortaya koyuyor: “Hayata Dönüş!” Önce “itibarını” kurtardı, ardından da “hayata döndü”!)
"İslâmcılar" olduğu için mi?
Nihal hanımın "bu zihniyeti" de işleyeceğinden, "adama göre muamele" tavrı tutunanların sözlerinin bir kıymeti olmayacağını anlatacağından eminiz.
Yakup Köse, kendisini 14 yaşında içeri tıkan ve idamla yargılayanlardan şikâyetçi olmasa, bunu Akit Gazetesi duyurmasa, insan merak ediyor, dünkü mahkemedeki gazeteci fazlalığı, ilgisi olacak mıydı? "İslâmcı terör örgütünün isyan davası" diye belki iki satırlık bir haberle geçiştirilecekdi.
Ama o "teröristlerin" içinde kaç tane Yakup Köse olduğunu bilmiyorlar!
KONTROL ETSİNLER, 28 ŞUBAT 1997 TARİHİNDE, O ÜNLÜ 28 ŞUBAT MGK TOPLANTISININ OLDUĞU GÜN, ŞİMDİ KENDİNE KORUMA BULMAYA ÇALIŞAN DÖNEMİN KARA KUVVETLERİ KOMUTANI HÜSEYİN KIVRIKOĞLU, SABAH KAÇTA İSTANBUL DGM BİNASINA GELMİŞ, KAÇTA ORAYI TERKETMIŞ, O GÜN HANGİ "KARAR DURUŞMALARI" VARDI, KAÇINDA "İDAM VE MÜEBBED CEZALARI" YAĞMUR GİBİ YAĞDIRILDI VE BUNLARDAN KAÇ TANESİ "YAKUP KÖSE" GİBİYDİ?
Araştırsınlar, o "Yakup Köseler"in iddianamelerinde polis fezlekesi ve işkence yapıldığı "raporlarla" sabit "samimi ifadeler" dışında bir tek delil var mıydı "idam ve müebbed cezaları" verilmesine mesnet olacak?
İsterse Nihal hanıma (telefonlarımız bellidir) bu konularda yardım etmeye de hazırız!
Anlaşılması gereken bir konudur: 28 ŞUBAT SÜRECİNDE ÖZELLİKLE "İSLÂMCILARA" VERİLEN BÜTÜN CEZALAR ŞAİBE ALTINDADIR!
"Esirgeyen, koruyan, adalet tesis eden bir yapıya dönüştüğünü" zannedilen Devlet'in, tam da bugünlerde, en azından 14 yaşında bir çocuğu idamla yargılama cüretini gösteren hakim ve savcıları SORUŞTURMA ALTINA ALMASI gerekir; o idamları, müebbedleri veren hakimler ve savcılar, şimdi tek tek, o gün emir aldıkları general ve albayların Ergenekon davasında resmi avukatlıklarını yapıyorlar!
Bu bile "ihsas-ı rey" değil midir?
Bu bile o mahkemelerin yeniden görülmesini gerektirecek durum değil midir?
Salih Mirzabeyoğlu'na, "gerekçeli karar"da, "tek bir eylem emri verdiği, eylemlere katıldığı ve örgüt üyeleri ile görüşmeleri kanıtlanamamış olmasına rağmen, kanaat hasıl oldu" diyerek İDAM CEZASI veren ÇUKUR ADAM M. ÇETİNBAŞ, bugün "Kürtler’in hepsini öldürmek gerekir" diyenleri, "Kürtler’in öldürülmesini istemek suç değildir, düşünce açıklamakdır" diyerek Ergenekon davasında avukatlık yapıyor!
Savunmasını yaptığı Alemdaroğlu, toprağı bol olsun İlhan Selçuk vs. tiplerin aralarındaki ilişkileri, yaptıkları görüşme ve telefon konuşmalarını "düşünce kanaat açıklama özgürlüğü" olarak adlandırıyor, ama aralarında telefonla, halka açık toplantılarla da olsa bir "irtibat" olduğunu da bu şekilde kabul ediyor, o zaman bu ÇUKUR ADAMA sormak lâzım, idam cezası verdiğin, "örgüt lideri" yaptığın Mirzabeyoğlu'nun, "koruması" olarak aynı davada yargılanan (22 yıl ceza aldı) Saadeddin Ustaosmanoğlu ile kaç tane telefon görüşmesi yapmış, kaç defa karşılıklı görüşmüşler, polisin "fiziki takibinde" kaç adet fotoğrafları bulunmuş?
Veremez!
Veremez çünkü ÇUKUR!
Alçak bile değil çukur!
Verse, söyleyeceği şudur: Hiçbir şey yok!
Evet, ne sorgularında ne mahkeme ifadelerinde ne polis fezlekesinde, Mirzabeyoğlu ile Ustaosmanoğlu'nun "fikri irtibat" dışında fiziki irtibat içinde olduğunu gösteren tek bir delil bile yok!
Ama biri "örgüt lideri" diğeri de "koruması" olarak yargılanıp, idam ve 22 yıl hapis cezası alıyorlar!
İşte, "kaç tane Yakup Köse var" derken kastettiğimizin bir tarafı da bu!
Yakup Köse, 14 yaşında olduğundan "ilgi çekti"; Mirzabeyoğlu'nun suçu "yaşı" mı?
Bu ülkede adalet, hukuk, Yakup Köseler’in hakkı savunulunca, Mirzabeyoğlu “pardon!” denilerek de olsa serbest bırakılıncaya kadar sadece hayalde, sanal olarak varolacaktır!
Adalet, hukuk laflarını çokça edenlerinde “turnusol kağıdı” olmaya devam edeceklerdir!

Muhsin Er Tuğrul
Yakup Köse'lerin Hakkını Kim Savunacak
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük !
images




akithaberson11-300x250.jpg


Aynı kaynaktan beslendiğin kardeşini işkencenin ellerine bırakmak , tüm mikrofonlar seninken suçsuzluğunu bağırmamak insanlık mı ? Necip Fazıl’ın umutlarını yeşerten insanı , zindanda solmaya mahkum etmek adalet mi?



Salih Mirzabeyoğlu’nu tutuyorum !
Özgürlüğü tutuyorum !
Gerçek adaleti tutuyorum !
Haklıyı tutuyorum !

Bebek katilleri konforlu hücrelerde yaşarken , eli kalem tutanlar işkence yuvalarında tutuluyor ! Mürekkebin tükürdüğü adaletiniz ancak bebek katillerine yarar !

Özgürlükçü müsünüz? Nah Özgürlükçüsünüz!
Adaletli misiniz? Nah adaletlisiniz!
Tarafsız mısınız? Nah tarafsızsınız!

Kibarlıktan kırılanlar kusura bakmasınlar, betonlaşmış fikirleri kırmak için bu tür kabalıklar şart…

Salih Mirzabeyoğlu özgür olmalı ! Gökyüzüne bakarak yazmalı ideallerini…
İslamı anlayamayanlara sözleri derman olmalı…
Mürekkebi, çektiği işkencelerle ağlatmamalı sevdiklerini , yaptığı projelerle gülümsetmeli yüzleri…

Salih Mirzabeyoğlu özgürce yürümeli yolunda…Özgür olmalı , bebek katillerini koruyan adalet onun kapısını da çalmalı…

Zeynep Bozdaş / sivildusunce.com
 

ayhanD

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Haz 2011
Mesajlar
56
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
63
Ne diyeceğimi bilmiyorum. Daha doğrusu diyebilecek ne gücüm var ne yüzüm. Allahu Teala bizleri affetsin!
Salih Mirzabeyoğlu çile çekiyor.Biz yaşıyoruz... İnancın bedelini ödüyor,biz yaşıyoruz... Acıdan kıvranıyor,biz yatağımızda
rahat uyuyoruz.Hakkını helal et Mirzabeyoğlu! Keyfimizden bir tülü ödün veremiyoruz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ne diyeceğimi bilmiyorum. Daha doğrusu diyebilecek ne gücüm var ne yüzüm. Allahu Teala bizleri affetsin!
Salih Mirzabeyoğlu çile çekiyor.Biz yaşıyoruz... İnancın bedelini ödüyor,biz yaşıyoruz... Acıdan kıvranıyor,biz yatağımızda
rahat uyuyoruz.Hakkını helal et Mirzabeyoğlu! Keyfimizden bir tülü ödün veremiyoruz.
Allahcc yar ve yardımcın olsun gönüldaş...
Yüreğimize su oldun...
Rabbimiz iki cihanda seni güldürsün inşaALLAH...
Hayat denilen zanla biz oyalanaduralım,
AHİRETE AYARLANMIŞ ÖMÜR SÜREN MİRZABEYOĞLUNA GIPTA EDERİZ...
KURTULAN O...
TEK YOL İSLAM...
YA ŞERİAT YA ÖLÜM...
YA MUNTAKİM-İNTİKAM ALICI ALLAH...
BİZİ İNTİKAMINA MEMUR ET...
ÖTEYE YÜZÜKARA GİTMEYELİM...
Vesselam...Veddua....
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53


yazi_Mirzabeyogluna_MGK_Iskencesi_mi.jpg

















Mirzabeyoğlu’na
MGK İşkencesi mi?


Hayreddin Soykan

“Cihazlı” zihin kontrolü olarak bilinen ve İngilizce literatürde electronic weapon, electromagnetic weapon, psychotronic weapon, directed-energy weapon, neurological weapon, non-lethal weapon şeklinde isimlendirilen TELEGRAM, varlığı “askerî sır” kapsamında değerlendirilmekle beraber, artık mızrak çuvala sığmadığı için saklanamayan; ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere bellibaşlı bütün büyük devletler ve müttefiklerinde bulunan; literatürde “öldürücü olmayan elektromanyetik silâhlar (non-lethal electromagnetic weapons)” arasında gösterilmekle beraber, yolaçtığı tesirler bakımından kolayca insan öldürebilen; beyne ses ve görüntü transfer etmekle kalmayıp, beyinden de enformasyon devşirebilen; vücudun tüm bölgelerini elektromanyetik dalgalar göndererek etkileyip manipüle edebilen; bu arada maksimum acı verebilen korkunç bir silâh teknolojisi... Kökü, CIA ve KGB’nin II. Dünya Savaşı ertesinde yapmaya başladığı ve bugün milyonlarca resmî belgeyle deşifre olan “zihin kontrolü” çalışmalarına dayanıyor. Türkiye’de de, varlığı resmen kabullenilmemekle beraber, başta Amerikan ve İsrail gizli servislerinden teknoloji ve metodoloji transfer edilerek, MİT ve Genelkurmay’ın kimi unsurlarınca “hedef” veya “kobay” olarak görülen kimi vatandaşlara karşı aktif olarak kullanılıyor.
Malûm ve en meşhur örnek hâlinde Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, işte bu silâhın, yâni TELEGRAM’ın Türkiye’deki bir numaralı ve en korkunç tatbikatının hedefi olarak, Bolu İl Jandarma Komutanlığı’nın bahçesinde ve dibinde kurulu Bolu F Tipi Cezaevi’ndeki hücresinde, bu barbarca işkenceyi 11 yıldır çekiyor. Bu arada, failler ve icraatlarıyla ilgili “ipuçlarını” da her hafta BARAN dergisinde tefrika edilen “Ölüm Odası / B-Yedi” adlı eserine serpiştiriyor.
Aslında, Mirzabeyoğlu’na yapılan TELEGRAM işkencesinin kararlaştırıldığı mahfilin MGK olduğundan bizim –uzun zamandır- zerrece şübhemiz yoktu, fakat anlatacaklarımızdan sonra nihaî hükmü sizin vermenizi istediğimizden, başlığımızı “soru işareti”yle bitirdik.
Bugüne kadar “Mirzabeyoğlu’na TELEGRAM yapılması MGK’da kararlaştırıldı” tarzında bir ifade yazılıp çizilmedi. Fakat yazılmamış olsa da bu hüküm, muhtemelen birçok kişinin zihnindeki ortak kanaatti. Yazılmadı, çünkü “hâlden” anlaşılan sayısız delile rağmen, elde “yazılı” bir bilgi-belge-delil yoktu.
Nihâyet, o “yazılı” delil de geldi. Mirzabeyoğlu, geçen haftaki, yâni 28 Temmuz 2011 tarihliBARAN dergisinin 237. sayısında yayınlanan “Ölüm Odası” eser tefrikasının 63. bölümündeşöyle dedi:
- "Şu oldu, bu oldu, şu oluyor vesaire. Birçok hâdise, hem tekrara düşmemek için, hem de "şartlar" itibariyle anlatılamaz olması, hem de bende anlatmanın hevesi olmaması bakımından şimdi saded dışı kalıyor. RUTİN DIŞI İŞLER, maşayı elinde tutanlara göre göze geliyor; malûm-u âliniz..."
Bir işkencenin faillerini en iyi bilecek kişi elbette bizzat o işkencenin mağduru olacağına göre, Mirzabeyoğlu’nun -büyük harflerle vurguladığımız- “RUTİN DIŞI İŞLER” tâbiri, TELEGRAM’ın ASIL faili olan “mahfil”i aydınlatan, daha doğrusu kesinleştiren bir “ipucu”ydu bize göre. Üstelik sadece “mahfil”i değil, -muhtemelen- TELEGRAM kararını aldıran “kişi”leri de ele veren bir ipucu:
Hıristiyan-Yahudi Batı Emperyalizminin Türkiye’deki çıkarlarını temsil eden “3000 AİLE”, bu çıkarların “en yüksek karar organı” MGK ve onların TELEGRAM’ın başladığı dönemdeki baş temsilcisi SÜLEYMAN DEMİREL!..

28 ŞUBAT’TAN EYLÜL 1999 MGK TOPLANTISI’NA
Batının “YENİ DÜNYA DÜZENİ”nin Batıcı 28 Şubat “post-modern” darbesiyle Türkiye’de kökleştirilmeye çalışıldığı, 1999 yılı içerisinde de gerekirse yüzbinlerce Müslümanın kanı pahasına gerçekleştirilecek bir darbeyle perçinleneceği “hazırlıklar” malûm. Ne var ki, bu “hazırlıklar”, sözkonusu barbarca darbeye direneceği ve halk direnişine liderlik edeceği öngörülerek 1998 sonunda mesnedsiz biçimde tutuklanıp hapse atılan Mirzabeyoğlu’nun “1999 Kurtuluş Yılı” ilânıyla sekteye uğratılır, Müslüman halk Mirzabeyoğlu etrafında teyakkuza geçer, darbecilere asıl büyük “topuz” ise tam da darbe toplantısı yaptıkları yer ve zamanda (17 Ağustos 1999 Gölcük depremi!) kafalarına iner.
Yazar Rauf Atilla Polat, Haberx internet sitesindeki köşesine yazdığı 25 Ocak 2011 tarihli ve “Gölcük’teki CIA-MOSSAD Toplantısı” başlıklı makalede bakınız neler anlatıyor:
- “Mason Bektaşiler grubu üyesi 4 kişiyle birlikte 14-17 Ağustos 1999 tarihleri arası Gölcük’te BND, CIA ve MOSSAD’ın da katıldığı bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda Türkiye için çok önemli kararlar alındı. Irak savaşındaki Türkiye’nin rolü bu toplantılarda atıldı. Çıkarılacak kriz için kimlerle işbirliğine gidileceği, yurt dışında kimlerin kullanılacağı bu toplantıda karara bağlandı. Alınan diğer kararlar ise 1999 sonrası süreçte bir bir ortaya çıktı. Gölcük’teki toplantıda toplanan bilgiler son safhadaydı. Gölcük`teki istihbarat biriminde sadece fişlenme listeleri değil, aynı zamanda önemli isimlere yapılacak suikastlar ve darbe sürecinde uygulanacak stratejiler de yer alıyordu. Planı yürürlüğe sokacaklardı ki; 17 Ağustos gecesi yaşanan depremle karanlık ODA yerle yeksan oldu. Hani, zalim zulmünde ısrar eder diye bir söz vardır ya; işte bu Cunta ekibi de yılmadan, usanmadan yeni listeler hazırladı, depremin altından çıkan bazı belgelerle birlikte 2001 krizi çıkarıldı. 25 bin memur tek tek fişlemiş, milyonlarca CD hazırlamışlardı. 2001’den sonra da cuntanın yapılanması birkaç değişiklik dışında Şener Paşa’ya kadar hemen hemen aynı kadro ile devam etti... Ve Gölcük kozmik olarak kalmaya hep devam etti... Hatta o toplantıya katılan bir işadamı, bir emekli DERİN CUMHURBAŞKANI ve üst düzey tanıdık üç simanın daha olduğunu da yine ifade etmiştik... Aradan fazla bir zaman geçmeden bir yıl sonra Balyoz belgeleri Gölcük`te ortaya çıktı... Bence asıl üzerine gidilmesi gereken mevzu Gölcük`teki kozmik odada Çetin Doğan`ın kimden emir aldığı belgesinin bulunması... Var mı yok mu o da ayrı bir mesele... Ancak gerçek olan bir şey var ki o da Doğan`ın tek başına darbe kararı almadığı... Kimler emir verdi? Damadının bu işte bir parmağı var mı?... Ayrıca 1999`da planın bütün safhalarını bitiren o 5 isim (yani medya patronu, S.D, Ç.D, H.K ve o kulüp başkanı) depremden önce karargahtan ayrılmışlardı...”
Yazar Rauf Atilla Polat’ın kasdettiği “darbeci” ve “3000 aile”nin temsilcisi isimlerin kimler olduğunu, aynı yazarın başka makalelerinden öğreniyoruz: Aydın Doğan, SÜLEYMAN DEMİREL, Çetin Doğan, Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Aziz Yıldırım!
Mirzabeyoğlu’nun hangi plânları bozabileceği için tutuklandığını, tüm bu tedbirlere rağmen bilâhare “kimin” plânlarını bozduğu için TELEGRAM işkencesiyle cezalandırıldığını anlamak için, “1999 süreci”ni iyi kavramak önemli. Bu yüzden, yaşananları bir de Bugün gazetesi köşe yazarı Nuh Gönültaş’ın 22 Ocak 2011 tarihli “Bunlar Uslanmazlar” başlıklı makalesinden göstermek istiyoruz:
- “Darbe hastası subaylar var. Doğan’ın cibilli din alerjisi vardır. Aslında Balyozcular ilk Balyoz darbesini 17 Ağustos 1999 depreminde yedi. İzmit depreminin en önemli kazancı, bir iç savaş çıkartacak planların ve fişlemelerin yerin dibine gömülmesiydi. Çünkü deprem üssü Gölcük’te 2 milyon vatandaşın fişlendiği kozmik arşiv vardı. Nisan 1999 MGK toplantısında Doğan’ın yazdırdığı kararları Çevik Bir onaylatmak için Ecevit hükümetine baskı yapıyordu. Ecevit, ‘iç savaş çıkar’ endişesiyle direndi ve imzalamadı. Ecevit, Bir ve MGK Genel Sekreteri Erol Özkasnak’ın emekli edilmesi için Genelkurmay Başkanı olacak Hüseyin Kıvrıkoğlu ile anlaştı. Bir’in bunu öğrenmesinin ardından garip bir şekilde Kıvrıkoğlu’na Kıbrıs’ta suikast düzenlendi ama kıl payı ıskalayan kurşun arkasındaki albayı şehit etti. Güven Erkaya ve Çetin Doğan, gemi azıya almışlardı. 130 bin memurun namaz kıldığı veya eşi başörtülü olduğu için, YAŞ kararları gibi yargısız infazla memurluktan atılmalarını hükümetten talep ediyorlardı. Bu atmosferde, 10 ile 17 Ağustos 1999′da Gölcük’te yapılan istihbarat toplantısına yabancı istihbarat örgütlerinden üst düzey yetkililer katıldı. Deprem sayesinde fişler kayboldu ancak uslanmadılar, bir sene sonra 30 bin memuru tekrar fişlediler. 2000 ve 2001 ekonomik krizleri çıkartıldı. Başbakan Ecevit, Mehmet Haberal’ın Başkent hastanesinde esir edildi! Bir gecede Merkez Bankası’ndan 10 milyar dolar çekip yurtdışına transfer eden Bank of America, City Bank ve Deutsche Bank’ı kimin organize ettiği saklandı. Türk halkını bir gecede yüzde 50 fakirleştiren devalüasyon gecesinde para kaçırma furyasına katılan 38 İstanbul baronunun kimler olduğunu kamuoyu henüz öğrenemedi ama bilen biliyor. 28 Şubat sürecinde Çetin Doğan’ın zorla çıkarttığı polisin bölgesine askeri sokan EMASYA genelgesi iptal edilmeden, Anayasa’nın 145 ve 125. maddeleri değiştirilmeden, ‘askeri vesayeti’ arzulayan içimizdeki darbe hastalarından kurtulmamız zordu.”
Peki 17 Ağustos 1999’da tepelerinde patlayan depremden sonra “kıyım” plânları altüst olan, onca sene hazırladıkları milyonluk “fişleme”leri kaybolan Demirel ve darbeci-cuntacı avânesinin Mirzabeyoğlu’na hınçları bitti mi? Elbette, hayır! 30 Eylül 1999’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında toplanan MGK şu “enteresan” kararı aldı:
- “Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Eylül ayı olağan toplantısı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında 30 Eylül 1999 tarihinde gerçekleştirildi. MGK toplantısında, deprem sonrasında yapılan çalışmalar, CUMHURİYET REJİMİNE, ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜNE YÖNELİK YASADIŞI FAALİYETLER VE CEZAEVLERİNDE MEYDANA GELEN OLAYLAR DEĞERLENDİRİLDİ. CEZAEVLERİNDE DEVLET VE KANUN HAKİMİYETİNİN TAM ANLAMIYLA SAĞLANMASI İÇİN GEREKLİ İDARİ VE YASAL TEDBİRLERİN, VAKİT GEÇİRİLMEKSİZİN ALINMASI GEREKTİĞİ üzerinde duruldu.”
Tabiî ki bunlar, kamuyouna “açıklanan” tarafıdır Mirzabeyoğlu’na yönelik “MGK Operasyonu”nun. Operasyonun açıklanmayan “gizli” safhaları ise, kısa zaman sonra tek tek belli olur:
5 Aralık 1999’da binlerce jandarmanın katıldığı bir operasyon düzenlenir Metris Cezaevi’ne. Yalnız, onlar adına “üzücü” bir sonuç çıkar ortaya: 100’den fazla asker rehin alınır, 100 kadarı da yaralanır. Bu kez Metris Cezaevi’ne, daha sonraki (“Hayata Dönüş”(!) diye bilinen) “Tufan” operasyonunun provası mâhiyetinde, 25 Ocak 2000’de en seçkin birliklerinin, en garib silâh ve kimyevî gazlar kullanarak gerçekleştirdiği “Noel Baba” operasyonu düzenlenir. 1 şehid ve 10’dan fazla yaralı veren İBDA bağlıları “ele geçirilir” sonunda. “Seçkin” subay ve askerler, Mirzabeyoğlu’nu ölümüne döver orada. Ne var ki, öldürmeyen Allah öldürmez ve Mirzabeyoğlu ağır yaralı vaziyette Kartal Cezaevi’ne nakledilir. Ve Mirzabeyoğlu’na tam da o cezaevinde, sonradan tüm Türkiye’nin duyacağı TELEGRAM (cihazlı zihin kontrolü) işkencesi en barbar hâliyle uygulanmaya başlanır.
Metris’e düzenlenen benzeri görülmemiş jandarma operasyonlarıyla başlayan ve TELEGRAM’la en barbar seviyeye yükseltilen tüm bu “gizli” operasyon kararlarının alındığı yer ve zaman, belli ki 30 Eylül 1999’da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında toplanan MGK Toplantısı’dır! Tarihe bir “not” düşmek bakımından, bu toplantıya katılan “sorumlu”ların isim ve ünvanlarını resmî bir belgeden sıralayalım:
- “Toplantıya Başbakan Vekili Devlet Bahçeli, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, Dışişleri Bakan vekili Şükrü Sina Gürel, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ergin Celasin, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Rasim Betir ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Cumhur Asparuk katıldı. Oramiral İlhami Erdil’in Deniz Kuvvetleri Komutanı, Orgeneral Ergin Celasin’in Hava Kuvvetleri Komutanı ve Orgeneral Cumhur Asparuk’un ise MGK Genel Sekreteri olarak ilk defa katıldıkları toplantıda, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Gökhan Aydıner ile Emniyet Genel Müdür vekili Turan Genç de hazır bulundu. Toplantının bir bölümüne Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler ile Bayındırlık ve İskan Bakanı Koray Aydın da katıldı.
Toplantıya Oramiral İlhami Erdil Deniz Kuvvetleri Komutanı, Orgeneral Ergin Celasin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Orgeneral Cumhur Asparuk ise MGK Genel Sekreteri olarak ilk defa katıldı. Başbakan Bülent Ecevit`in de ABD`de olması nedeniyle toplantıda hükümetin başı olarak Başbakan Vekili Devlet Bahçeli hazır bulundu.”

MGK’NIN “RUTİN DIŞI” OPERASYONLARI VE TELEGRAM
Türkiye’de MGK, hernekadar “hukukî” bir zeminde teşekkül ettirilmiş gözükse de, aslında “hukuk”a bağlı kalmak zorunda olmayan, yâni “hukukun üstünde” olan, asıl görevi olarak da Türkiye’yi Batılı efendilerinin arzu ve çıkarları istikametinde yöneten “3000 aile”nin irade ve kararlarını “devlet kararı” hâline getiren “en yüksek karar organı”dır. Bu “en yüksek karar organı”nın hıncı ve hışmına hedef olarak TELEGRAM işkencesine maruz bırakılan Mirzabeyoğlu, bunu çıkarıldığı ilk duruşmada DEŞİFRE etmiştir zaten:
- “T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır. Bu çerçevede, emir komuta zinciri içinde hareket eden DGM`lerin mânâsı da bellidir; DGM Savcılığı`nın aynen aldığı polis sorgulaması sırasında, "yukarıdan bastırıyorlar, sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!" diyen (sanıyorum Komiser yardımcısı) Bahri`nin tavrı, buna tipik bir örnektir. (...)
Sözkonusu tesbit, varlığını bizzat çarpıklığa borçlu ve bu çarpıklıktan nemalanan "3000 aile" diye ifade ettiğim zümrenin çıkarına göre bir müesseseleşme kurumlaşmanın, devlet kurumunun halini gösteriyor...
Bu çerçevede benim davamda da görüldüğü gibi bir ucu devlet içinde olan basın, çok bahsedilen gücünü ahlaklı veya ahlaksız çalışanlarından değil, onları kendi çıkarı için kiralayanların gücünden almaktadır...
Hani şu; 20 milyonu gerçek anlamda aç ve geri kalanı köle, uşak ve korucu haline getirilmiş ve bir kısmı da -mesela siyasiler ve değişik meslek mensupları- çıkar ortağı edinilmiş bir insan coğrafyasında tereyağından kıl çeker gibi trilyonları ve katrilyonları götürenlerin gücü.”
Kısacası MGK, halkın değil, Batılı efendilerinin arzu, irade ve çıkarına tâbi “3000 aile”nin arzu, irade ve çıkarının en yüksek karar ve icrâ organıdır. Peki, Hakkın ve halkın Mirzabeyoğlu gibi bazı mümtaz temsilcileri bu “oligarşi”den hesab sormaya çıkarsa olacak olan nedir? Onlara karşı da, MGK’nın “rutin dışı”, yâni “hukuk dışı” ve “hukuk üstü” vahşice operasyonları icrâ edilecektir. Mirzabeyoğlu’nun geçen hafta söylediklerini hatırlayalım:
- "Şu oldu, bu oldu, şu oluyor vesaire. Birçok hâdise, hem tekrara düşmemek için, hem de "şartlar" itibariyle anlatılamaz olması, hem de bende anlatmanın hevesi olmaması bakımından şimdi saded dışı kalıyor. RUTİN DIŞI İŞLER, maşayı elinde tutanlara göre göze geliyor; malûm-u âliniz..."
Mirzabeyoğlu`nun "gönderme" yaptığı "rutin dışı işler" tâbirini yaşça çok genç olanlarımız belki bilmese de, bir dönemin çok meşhur bir ifadesi, daha doğrusu itirafıdır bu. Ne “tesadüf”tür ki, "MGK`nın da başı" eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`in sözüdür:
- "Devletin rutin dışı işleri olur."
Kuşkusuz, "devletin rutin dışı işler"i her kafasına esen devlet görevlisinin inisiyatifinde değildir. Emir, "büyük yer"den gelir; yâni MGK`dan. Alınan karara göre "görevlendirme" yapılır, ilgili devlet birimleri arasından "çeteler" teşekkül ettirilir ve "operasyon" başlar! Aynen TELEGRAM`da (cihazlı zihin kontrolü) olduğu gibi. Mirzabeyoğlu`na TELEGRAM mı yapılacak meselâ; Genelkurmay şu kısmında, MİT bu kısmında, siyaset o kısmında, bürokrasi şurada, hukuk burada, akademi orada falan "vaziyet" ve "görev" alır. Kadro, kurgu ve sahne (cezaevi) hazırlanınca, düğmeye basılır.
Mirzabeyoğlu’nun “rutin dışı işler”le ilgili ifadelerinden bizim anladığımız o ki, "rutin dışı işler", yâni TELEGRAM gibi yasadışı derin devlet operasyonları, "maşayı" yâni TELEGRAM’cıları ve diğer çetecileri "elinde tutanlara" yâni “3000 aile”nin temsilcileri olarak Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanına "göre göze geliyor", yâni paşa keyifleri öyle isterse, artık saklanamaz olursa yahud kendilerinin canını yakan bir durum olduğunda deşifre oluyor, herkesçe görünür hâle geliyor. "Göze gelen" meşhur "rutin dışı işler"e örnek olarak Susurluk, Jitem ve Özal suikasti örnek gösterilebilir.
Sözün burasında, Ahmet Taşgetiren’in 9 Eylül 2003 tarihli ve “rutin dışı” MGK operasyonlarını ele alan “Psikolojik Harekât” başlıklı yazısından bir bölüm nakledeceğiz. Buradaki “psikolojik harekât” tâbiri ise, İsmet Berkan’ın Radikal gazetesinde deşifre ettiği “gizli” MGK Genel Sekreterliği Yönetmeliği’nde “rutin dışı” yâni yasadışı operasyonlar için kullanılıyor:
- “Bir ara 9. Cumhurbaşkanı Demirel devletin bazı "rutin dışı işler"i olabileceğini söylemişti. Susurluk Raporu hazırlayan Kutlu Aktaş, rutin dışı işler çerçevesinde bazı öldürmeler bile gerçekleşebileceğini, ancak bunu yaparken zevahiri kurtarmak gerektiğini ifade etmişti. Susurluk`la "rutin dışı" işler arasında "derin" bağlar bulunduğu adeta herkesin açıkça ifade etmediği bir ortak kanaat durumundaydı ve o yüzden Susurluk davası bir garip seyir takip etmişti. (...) Nihayet bazı Kürt işadamlarının peşpeşe fail-i meçhullerle katledilmiş olması "rutin dışı" işler içinde sayılmış ve normalleştirilmişti. Bir anlamda Doğu- Güneydoğu`da verilen "Düşük Yoğunluklu Savaş", başka yerlerde ülkenin başka yerlerindeki "rutin dışı" uygulamaları meşru(?) hale getirmişti. (...) O zaman ne demek oluyor "bu cinayetler psikolojik harekat mıydı?" diye bir soru? Sorunun çarpıcı olduğu çok açık. Demek istiyor ki İsmet Berkan:


-Söz konusu isimler önce öldürüldü, ardından da psikolojik harekât malzemesi yapıldı.


Hemen aklımıza "Kim yapmış olabilir bunu?" sorusu geliyor. Ve Radikal`in yayınları, bu cinayetlerle MGK Genel Sekreterliği`ne bağlı alt birimlerin ilgisi olabileceği ihtimalini gündeme getiriyor. (...)


28 Şubat`lı günler... Rutin dışı günlerdi o günler...


Son bir soru: Acaba Turgut Özal`ın ölümünde de psikolojik harekâtın rolü var mı? (İmza: Korkut Özal. Neşe Düzel ile mülakat, Radikal 8 Eylül 2003)”
Anlıyoruz ki, Mirzabeyoğlu`na yapılan TELEGRAM hakkındaki bunca bilgi, belge ve malûmata rağmen hâlâ ilgili zevâtın ve yetkili devlet organlarının kıllarını kıpırdatmaması, işte bundandır. Ne zamanki "maşa"larının ellerine tutuşturdukları bu “cihaz”ın kendilerinin de canını yakacağını, hattâ alacağını sezerler -ki menfaatleri icabı sezseler kendileri için iyi olur!-, Mirzabeyoğlu`na ve diğer kobaylara yapılan işkence de açığa çıkar, sorumluları “yargı”ya taşınır.


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt