66. Sûfîlerin de Örneği Peygamberimizdir
Her mezhep ve meşrepten Müslümanların olduğu gibi sûfîlerin de örneği Peygamberimiz (SAV)'dir.
İster taassup ile kelimelere takılıp kalarak manayı kaçırma, ister yeni tasnif ve tesmiyeden kaçınma, ister cehaletin verdiği ürkeklik, ister gurur ve kibir, ister haset ve hamakat olsun, olumlu veya olumsuz hiç bir duygu sebebi ile bunu reddetmeyi gerektirecek makul bir gerekçe yoktur, olamaz da.
Tavsiye ederim, bahanesi ne olursa olsun bunu yapan kardeşlerimiz önce burunlarınden üç defa derin bir nefes alarak ağızlarından yavaş yavaş boşaltsınlar ve bol oksijen doldurdukları beyinleri ile sakin sakin bir kere daha düşünsünler.
Kur’an-ı Kerîm’in ve Sünnet-i Seniyye’nin Sevgili Peygamberimizin (sav) ve ashab-ı kiram’ın yaşadığı hâl ve hayatı inkar edeceğini sanmıyorlar herhalde.
Öyleyse sorun yok! “Sorun var” demek, bildiklerini yeniden test etmeyi gerektirecektir hiç şüphesiz.
İsterseniz o hâl ve hayatı biraz daha yakından görelim. Peygamberimizin (sav) özel hayatı zühd, ubudiyyet ve maneviyat için en güzel bir örnektir.
Yazının başında söylediklerimizi biraz açmakta fayda görüyorum: İnceleyenler iyi bilir ki O'nun manevî, ruhî, kalbî, derunî, zühdî, ahlakî hayatı ve gece gündüz çeşitli ibadetleri, tasavvufî hayatın en mükemmel örneğidir.
İşte bazı örnek gerçekler:
O, peş peşe bir kaç gece aç sabahlar, ev halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı.
Yatağı, içi hur¬ma lifi dolu bir deriden ibaretti. Kendisine hediye edilen kalın ve rahat döşekte “gece ibadetime mani olur” endişesiyle yatmamıştır.
Yemeğini yere oturarak herkesle beraber yer, "Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim" buyururlardı.
Çoğu zaman elbisesinde iki yamalık bulunurdu.
Kurduğu devlet, dünyanın en kudretli devleti haline geldiği, devlet hazinesi dolup taştığı zamanlarda bile, O'nun yaşantısında bir değişiklik olmadı.
Hanımları bu hayata dayanamayıp dünyalık isteyince O, Allah'ın emriyle onları, “ya dünyayı, ya da Allah ve Resulünü seçme” hususunda muhayyer bırakmıştı. Hiç birisi, O'nu terketmedi.
O, mal biriktirmezdi. İnfak etmeyi çok severdi.
Kendisinden bir şey istendiğinde ne olursa olsun varsa derhal verir, yoksa vadeder, eline geçince de vadini yerine getirirdi.
Cimrilikten çok sakındırırdı. Misafire ikram eder, bazen altına minderini, yoksa cübbesini veya bürdesini sererdi.
Kalbi yufka idi. Herkese ve her mahluka karşı çok şefkatli ve merhametli idi.
Mütevazi idi. Meclisinde özel elbise giyinip koltuk veya taht kullanmaz, rastgele bir yerde sıradan birisi gibi otururdu.
Dışarıdan gelen yabancı, O'nun kim olduğunu seçemezdi. Kendi odasında bile özel yer edinmez, bir meclise girdiğinde boş bulduğu yere hemen otururdu.
Karşılaştığı kimseye ilk o selam verirdi. Hatta çocuklara bile önce o selam verirdi.
Kim, neye davet ederse gider, hiç yemek seçmezdi. İştahı varsa yer, yoksa yemez, ama asla yemeği kötülemezdi.
Hastaları ziyaret eder, cenazeleri teşyi ederdi. Mütebessim idi. Öfkelenmezdi. Ancak hak için öfkelenirdi.
Hüznü daimi, tefekkürü aralıksız, sükutu uzun, konuşması özlü, sesi yumuşaktı.
Kimseyi yermez, gıybet etmez, övmede aşırı gitmezdi.
Herkesi dinler, derdini mümkün mertebe çözerdi.
Dindarı üstün tutar, fakirlerle düşer kalkardı.
Ev işlerinde ailesine yardım eder, yükünü kendi taşır, eşeğe biner, köle bile olsa terkisine adam almaktan kaçınmazdı.
İnsanların kabalığına, eza ve cefasına sabreder, şikayetlenmezdi.
Cihad hariç, kimseye vurmamış, dövmemiş, sövmemişti.
Geceleri uzun uzun ibadet eder, Kur'an okur, zikreder, yalvarırdı. Bundan ötürü ayaklarının şiştiği olurdu.
Bazen üç gün hiç bir şey yemeden orucu oruca eklerdi. (Savm-i visal). Ama şefkat ve merhametinden başkalarını bundan men eder, “ama siz?” diyenlere, “Rabbim beni yediriyor içiriyor” derdi. Allah yolunda yirmi küsur cihada çıkışı vardır.
Velhasıl “O’nu Allah terbiye etmişti ve de ne güzel etmişti!”
Ashabını da güzel yetiştirmişti. İşte onlar, kendi tabiriyle dini yaşamak isteyenlerin yol ve yön bulması için birer “yıldız gibi” olup, kıyamete ka¬dar gelen insanların önderleridir.
( Cemal Nar )